"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

1 Nisan 2015 Çarşamba

LENİN’İN MUSEVİ- TÜRK BAĞLARI

 

Bu yazı dünya tarihine imza atmış, her milletin “o bizden” demeyi kolayca arzu ettiği bir kişilik olan Viladimir İlyanov Lenin’in (1870-1924) arasındaki tüm yaşamını değil, son zamanlarda tartışılan “etnik kökeni” nin tespiti için yapılan bir çalışmanın çevirisidir. Lenin-Atatürk bağları da yorumlarımda yer almaktadır.

1917 Rus Sosyalist İşçi Devrimini ya da Rus takvimine göre Ekim ayında olduğundan “Ekim Devrimi olarak bilinen, yeryüzü siyasi rejim tarihine mühür koyan devrimi gerçekleştiren lider Vladimir İlyanov İlyanoviç Lenin’in yaşamı hakkında ülkemizde çok sayıda biyografi ve Lenin’in yazdığı kitaplar bulunmaktadır.

Ancak Lenin’in soy konusu, bizde solculuk 1967 de.TİP’in Amerikancı Maocular tarafından dağıtılması sayesinde Kürt, Ermeni ve Kürt Yahudilerin idaresine geçmiştir.
Batılı ülkelerin, Osmanlının yıkılış döneminde kafalarına taktıkları, kendilerine üs olarak kullanabilecekleri kukla, Mason İslamı olan Nurculuk adlı Kürt İslam’ı temelli Kürdistan idealleri yüzünden, solculuk da Kürtlere teslim edilmiştir.

Hal böyle olunca Türkler de doğal olarak “sol ideolojiden” men edilmiş, asla kendine hişzmet etmeyecek dönüştürülmüş, devşirilmiş sağ ideolojiye mecbur edilmiş oluyorlardı. Bu, Sünni İslam inancı üzerinde emperyalizmin çabalarıyla, Atatürk sonrası Nurcu ve Gregoryen Ermeni devşirmelerin İslami tarikatları olan Işıkçılık gibi tarikatların, Sünnilik olarak şırınga edilmesiyle gerçekleştirilmiştir.

Bunda, 19.yy ve 20.yy. da Kırım, Kafkas ve Balkan göçmenlerinin Çarlık Rusyasının işgalleri sırasında yaptığı soykırımlardan kaçanların anılarına Stalin döneminin sürgünlerü ve kıyımları da eklenince Türklere “Sol”, devlet düşmanlığı, din düşmanlığı şeklinde yansıtıldı.

Hem batı destekli, sahte solda hem de aynı merkezden gelen sahte Mason İslamında da baş rol kapan azınlıklar, Türklüğü “iğrenç, barbar, soykırımcı, kan içenler”  sınıfına sokup kendilerini yüceltmeye geçtiler.

 II. Abdülhamit’in başlattığı Pan İslam siyasetiyle, “Türk Milliyetçiliği” azınlıkları da batıda olduğu gibi ayrılmaya iteceğinden, devletin birliğini korumak için yasaklanmıştı. Bu maya cumhuriyet döneminde ithal İslam’a sığınma mecburiyetine dönüştürüldü. Oynanan ince ihanet tiyatrosunu, devlete olan güvenlerinden dolayı mıdır, eğitim düzeylerinin düşüklüğünden ve eğitimsizliklerinden midir, yoksa asırlardır süren savaşların sindirmesinden midir bir türlü göremediler. Görenler olduysa da sindirildiler ya da satın alındılar. Böylece halkın ihaneti kavraması bir şekilde engellendi. Böylece, işbirlikçi ihanetlerle devleti ele geçiren azınlıkların elinde Türkler oyuncak haline geldiler.
Öz be öz Türk olan nice değerli kişilikler bize ya Yahudi, ya Hristiyan, ya da o Türk hangi ülkedeyse bizimle alakasız olarak gösterildi.
Cengiz Aytmatov bile Rus olarak öğretildi.

Batılı basında Osmanlı tasfiyesi bu karikatürle
anlatılırken, II.Abdülhamit, parçalanmayı
önlemek için PAN İSLAMİZM'i yaymaya
başlamıştı.CBu akım, cumhuriyet döneminde bile
Türklerin Türk milliyetçiliğinden uzak kalmasını
sağlamıştı. Bu nedenle ilk Türkçüler
Sabetayist Yahudiler, Ermeniler ve Kürtlerdi.

Oysa, göçer kavim olan Türkler, çok uyumlu halklar olup, göçtükleri yerlerdeki milletlerin dinlerini kendilerine uydurarak kabul etmeyi erdem bildiler. Bu nedenle, Türkleri 3000 yıldır çıkmış bulunan bütün Avrasya topluluklarının dinlerinde görmek olanaklıdır.
Bulgarlar, Macarlar gibi Ortodoks Hristiyanlar, Kırımlılar, Kazaklar gibi Yahudiler, Hristiyanlar, Finlandiyalı Hristiyanlar, İranlı, Azerbaycan’lı, Tacikistanlı, Türkmenistanlı Zerdüştler, Budistler, Müslümanlar Türklerdir.

İnsan ırklarının tarih  değirmeninde öğütülmesine en uygun örneklerin başında gelen Türklerin örnek alındığında, Türklerden başka da göç ederek yeni yurtlara göçen hatta bu göçleri ilahi emir kabul eden Yahudileri de ikinci sırada saydığımızda, ezelden ebede yeryüzünde üstünde bulundukları topraklara yaşayan tek bir millet de olmadığına göre “saf kan ırkçılık” akıl ve mantık dışıdır.
Bir diğeri ya da birden fazla kavimle karışmayan tek bir millet yoktur.
İşte Lenin de böyle her milletle karışmış bir kişiliktir.

Yeryüzünde Yahudi örgütlenmesini ve yayılmacılığını araştıran “Jew Watch “ (Yahudi İzleme) adlı örgüt ile bağlantılı olan İHR (İnstitute for Historical Research) Tarih Araştırmaları Enstitüsünden  ve “Jews Project” (Yahudi Projesi) oluşumunu 26 Kasım 2006’da kurann Frank Weltner’in araştırmalarından bir kısmını dilimize çevirmeyi yayarlı buldum. Tezgahı, tezgahı kurandan öğrenmek en doğrusudur. Şimdi yaptığım çeviriyi okuyalım;

Lenin’in Yahudi Bağları,
Frank Weltner
Jew Watch Project’in Kurucusu

Jew Watch Project, (Yahudi İzleme Projesi” 26 Kasım 2006’da Saint Louis’te kuruldu. Lenin’in ataları bir çok tartışmanın öznesi oldu. Hatta tartışamın öznesi daha çok ebeveyniydi.
Lenin’in ebeveyninin bilinmezliğinin sebeplerinden birisi de onun Vladimir Lenin olması ve kan bağlarının özel işler için baştan savma tartışmalara açılması konusundadır. Onun kişiliği, hakkında böyle tartışmaların gizli kalmasını gerektirmiştir.

Lenin'in dedesi Nikolay Vasiliyeviç
Astrahanlıydı (Kırmızı bölge)

Bolşeviklerin iktidara getirdikleri, %85-90 Yahudi olan Lenin hakkında, Hristiyanlığa yeniden düzen vermek, batı medeniyetini yıkmak isteyen, SSCB ile bu konuda anlaşmalı olan öteki Yahudi önderler olan Winston Churchill, Adolf Hitler hakkında bilinenlerden daha açık olan nedir?
Her halükarda Lenin Yiddish (Yiddiş=Orta ve güney Avrupa İbranicesi, Yahudi dili) dilinde konulurdu ve  Yahudi Bolşevik ve Yahudi kadın olarak bilinen Nadezhda Konstantinova Krupskaya ile evliydi.
Lenin, samicilik karşıtlığını (antisemitizmi) devlet suçu olarak ilan ettiği, Amerika Milli Garanti Bankasının (Guaranty National Bank) sahibi Jacop Schiff de dahil olmak üzere Yahudi bankacılarından devrim için para almayı kabul ettiği için başarısız bir şekilde öldürüldü.

Genelde tarihçileri Lenin’in Yiddiş dili konuşan, Yahudi anne-babadan doğduğunu, SSCB’de ilerleyen yahudi Bolşevikliğinin (1917-1992) yolunda ilerlemek için adlarını gizli tuttuklarını yazarlar.

Rusya’nın Komünist Önderinin
Kabilevi ve Dini Kökenleri
Vladimir Lenin
Londra Yahudi Tarih Araştırmaları
Raporudur


Lenin’in anne tarafından dedesi bir Yahudidir. Lenin’in Yahudi ataları Oxford Üniversitesinde traihçi olan Robert Service’in, Lenin biyografisinde (Harward Unv.2000) tartışıldı. Hatta, Jewish Cronicle London’daan Zev Ben-Shlomo“Lenin;Jewish roots of a revulutionary” (21 Nisan 1995) adlı çalışmasına bakabilirsiniz.

Lenin'in Kalmuk, Çuvaş Türkü olduğu
Türk'ü olduğunu Azeri neriamn Nerimanov
pek çok yazar işlemişlerdir. Lenin bu
iddiaları onaylamamıştır.
Çünkü sosyalizm buna izin vermiyordu.

Lenin, Moishe Itskovich Blank’ın büyük torunu ve Srul Moishevich Blank’ın da büyük torunuydu. Vaftizi esnasında Blank Hristiyan adı olan Aleksandr Dmitrievich olarak yazdırdı.
Lenin’in Yahudi kökeni anne tarafından oluyordu ve ölümünden sonra kızı ile Stalin arasında bu tartışma konusuydu.
Stalin’e bir mektubunda , Lenin’in büyük kızı Anna ; “Büyük babamızın fakir bir Yahudi köylü olması sizin için büyük bir sır olmasa gerek, onun vaftiz kağıdında ‘Moishe Blank ve Zhitomir burgher’in oğlu diye yazar ve bu belge semitizm karşıtlığına hizmet eder.
Bundan böyle Lenin’in Yahudi kökeni, “sami kökenli kabilesinin yeteneklerinden muaf tutularak” gizlendi ve Lenin daima yüksek şahsiyet olarak değerlendirildi.
Stalin onun hakkında tek laf etmedi.
Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin, 22 Nisan 1870’te Simbirsk (Ulyanovsk)ta İlya Ulyanov ve Maria (Mariya) Alexandrovna’dan doğdu. Ailesinin üçüncü çocuğuydu, üç kız üç erkek kardeştiler.
Genç Vladimir, daima yetenekli, kabiliyetleri gelişmiş, her işe yatkın Volodya ailesinin en iyi ferdi olarak bilinirdi. Yeteneklerinin gelişmesinde çok etkisi olan babasının başarılı mesleki yaşamına çok şükür etmesi gerekirdi. Vladimir doğduğunda İlya ilk okullarda müfettişti.

Bu işi sayesinde ilerisi için eğitim planları yapma ve uygulayacak güç bulabiliyordu. 1870’lerde nüfusu 1.300.000 olan Simbirsk eyaletinin halkının 1/3’ü Mordiv, Çuvaş ve Tatardı.

1882’de İlya, Aziz (saint)Vladimir okulu 3. sınıfında en seçkin öğrenci ödülünü aldı.
Ailesinin yeteneklerinden dolayı ev halkı diğerlerinin zorlandıkları konuları daha kolay öğrenebiliyorlardı fakat çalışarak. Bütün Ulyanov ailesi, kendilerini eğitime adamışlardı.
İlya, nasıl komposizyon yazılacağını çocuklara gösterdi.
Mariya, Üniversiteye gitmediyse de halası Yekaterine Groschopf sayesinde çok iyi eğitim aldı.
Halası ona, Almanca, Fransızca ve İngilizce  dillerini öğretti. Ayrıca İlya, onun için okula gitmeyenleri eğiten bir öğretmen tutmuştu.
Ailelerinin eğitime olan zeka yatkınlığından dolayı okula gitmeden evde aldıkları derslerle öğrenip sınıfları geçiyorlardı. Okula gidenler de kendilerini seçkin kılmayı başarmışlardı.

Vladimir Lenin’in soyu tarih boyunca öne çıkartılmamıştır. Etnik kökeni hakkında yazılacak çok şey olmasına rağmen o daima Rusların hoşlandığı, Rusya’nın yüzü olarak kalmıştır.

Hazar Gölü kuzey kıyısındaki
Kalmuk Cumhuriyeti
Astrahan şehri haristası.
Leinin'in dedesi
Nikolay Vasiliyeviç'in  memleketi

Lenin’in geçmiş ataları Rus, Kalmuk (Türk), Yahudi, Alman ve İsveç kökenlere sahip olması, onun Asyalı yayılmacılığı, Alman ve Batı Avrupa kültürüne sahip,Yahudi milli zekası ilavesiyle Rus tarihinin başlangıcındaki hikayesine benzetiyordu. Sosyal konumunu kazandığında Lenin kökenlerini saklamayı asla tercih etmediyse de Sovyet biyografi yazarları bunu sakladılar.

Ulyanov’a kısa bir bakış bize onun ırki kan bağlarının kökenlerini gösterecektir.

İlya’nın ailesinde küçük bir tutarsızlık vardır. Tarihçilerin çoğu Lenin’in dedesinin serf (köle çiftçi) olduğunu söyler ama bu doğru değildir.
Nikolay Vasiliyeviç, Astrahan Eyaletinde, Kasabada oturan bir Rusyalıydı ve hayatını terzilikten kazanıyordu.
Evet o bir serfin oğluydu ama genç yaşta çalışmak için azat edilmiş, sosyal statü kazanıp, asil, tüccar, kasabalı olmak için  kasabaya göçmüştü.
O Lenin’in dedesiydi. Vasili Nkitich Ulyanov bir serfti. Evlenmek için para biriktirmek amacıyla ellisine kadar bekar kaldı. Gelini,ondan 20 yaş kadar küçük olan Anna Alexina Smirnova, vaftiz edilmiş bir Kalmuktu.
Çiftin dört çocuğu oldu. Lenin’in babası İlya en gençleriydi.İlya doğduğunda Vasili altmışında Anna kırküçündeydi. Vasili yetmişine geldiğinde, ikinci büyük oğul Vasili ailede göründü.  Vasili Astrahan’da Sapozhinkov Kardeşler ticarethanesinde başarılı bir satıcı oldu. İşinde gösterdiği başarı ve sadakati, onun ailesine maddi yardımda bulunmasına ve İlya’nın Kazan Üniversitesine gönderilmesine, Matematik öğretmeni olmasına sebep oldu. Böyle de devam etti.
Lenin’in annesi Mariya Blank Aleksandrova, vaftiz edilmiş Zitomir’li bir Yahudi doktor olan Aleksander Dmitriev Blank’ın dördüncü kızıydı. Sahip olduğu etkileyici adını da kendisini vaftiz eden, vaftiz babasından almıştı. Dimtri Baranov, kendi adı olan Moisheviç (Musaoğlu) olan adını düşürüp kendi adı olan Hristiyan adı Aleksander adını vermişti. Oysa gerçek adı Yiddiş dilinde İsrail’li Srul’du.

Aleksander Blank, 1847’de  Alman babadan, İsveç’li anneden olan  Anna Johannova Groschoph ile evlendi. Memur olarak devlet müşaviri olarak,Volga nehri üzerinde bulunan, Tatar kültürünün merkezi Kazan’a tayin edildi ve adını “asil” olarak yazdırdı. Burada Kokuşkinolardan bir köşk satın aldı.
Kırmızı bölge Lenin'in doğduğu Simbirsk'tir.
Kazakistan bölgesi

Anna, kendi adını verdiği Anna, Sofiya,Mariya (Lenin’in annesi) ve Yekaterina adlı kızlar doğurdu.
Anna Groschopf genç yaşta öldü ve kızkardeşi Yekaterine von Essen  onun yerine geldi ve beş çocuk da o yaptı. Çok eğitimli ve yetenkli olan bu kadından Lenin’in annesi piyano çalmayı, şarkı söylemeyi, Almanca, İngilizce ve Fransızca  öğrendi.
Bu sayede Mariya, 1863’te dışardan devam ettiği okulda yabancı dillerden sınavlarını rahatça verebilmişti.
İlya ve Mariya “her işte bir hayır vardır” inanışında olan insanlardır. Bir yıl sonra eşi ölen Aleksander Blank Perm’de ileri tıp eğitimi almaya başlamıştı ve Perm lisesinde kısa süreliğine doktor olarak da görev almıştı.
Burada en büyük kızı Anna ile evlenen Latince öğretmeni İvan Dmitrievich Veretennikov ile arkadaş olmuştu.
Veretennikov Perm Asiller Enstitüsünde müfettiş olmuştu. Onu, evli kızkardeşinin Perm’de ziyareti sırasında Mariya Blank, enstitüde, gelecekte kocası olacak olan Matematik öğretmeni İlya Ulyanov ile tanıştı.””


LENİN’İN TASFİYESİNİN NEDENLERİ İLE MUSTAFA KEMAL’İN TASFİYE NEDENLERİ AYNI, TASFİYE KARARLARI DA AYNI MERKEZDİR;


Lenin’in soyu ile ilgili çalışmayı kısaca özetlersek, Lenin’in dedesi, Nikolay Vasiliyeviç, Astrahan Eyaletinde (Oblast) köylü bir toprak ağasının kölesidir. Serftir. Astrahan eyaleti, Hazar  gölü kıyısındadır. Bu topraklar daima Türk toprakları olmuştur. Kırım, Ukrayna kökenli Türk Yahudiler Karayimleri ve daha nicelerini hatırlayalım. Lenin’in Yiddiş İbranicesi konuşması, Yahudilere Türklerden, Moğollardan daha insaflı davranılmasındandır. Bizim Arap adları kullanmamız, Türkçe Kuran okumamızın yasaklanması ile aynı mantığa dayalıdır.

Ruslar, Ortodoks Hristiyan olduklarından kendilerinden olmayan dinlere ait Müslüman, Yahudi, Şaman Türk ve diğer milletleri “serf” olarak çalıştırıyorlardı. Bizde Kürtlerin Marabalık sistemine benzer bir ağalık sistemidir.

Astrahan’nın bu günkü demografisi, Rusların yaklaşık 300 yıldır gölçlerle değiştirmesine rağmen sırasıyal Kazaklar %14, Tatarlar %7 olmak üzere, Azeri, Kalmuk, Nogay, Avar, Dargın,Türkmen ve Astrahan Tatarları adlarıyla sayılan %30 nüfusa sahiptirler.
Rusların oranı %70’tir. Bu nüfus oranı, Rusların Asya coğrayasının demografik yapısını, sosyalizm zamanında faşizm uygulayarak değiştirdiklerinin de kanıtıdır.
Bu açıdan bakıldığında, Lenin’in dedesi Çarlık Rusyasının Osmanlı, doğuda Sibirya’ya kadar uzayan fetihlerle sürekli savaşlar yaptığından halkını yıldırdığı zamanlarda, kurnaz dedesi, özgürlüğü kazanmanın yolunu bulmuş ve kısa sürede de asiller sınıfına adını kaydettirmiştir.
Baba tarafından Yahudilik dinine geçmiş bir Türk boylarından birisine ait olduğu açıktır. Hakkında yazılanlar arasında, Kazak Tatarı, Kalmuk ağırlık kazanmaktadır.

Lenin Stalin ile. Stalin bizde İsmet İnönü'ye
karşılık gelir. Lenin Kurucu, Stalin ise
tasfiyecidir. İsmet paşa gibi.

 Doğduğu yer olan Sibirsk de Hazar gölü kıyısında bulunan Astrahan’ın iki eyalet kuzeyindedir. Orada da gene %70 Rus çoğunluğundan sonra (!)Türk boylarından olan Mardiv, Kuman, Çuvaşlar çoğunluktadır.

Cengiz Han’ın ölümünden sonra dört oğlu arasında paylaşılan topraklardan Kırımdan kuzeye doğru bütün Kazakistan bölgesi Çuçi Han’a kalmıştı. Onun da ölümünden sonra oğlu Ordu/Orda han başa geçince Altın Ordu/Orda adını alan bu devlet, Tevrat kökenli dine yönelmiş, ve Yahudiliği kan içmeyi, çiğ et yemeyi yasakladığı için seçmişlerdir. Bu gün hala, Tevrat kökenli olmayan dinlerin yaşandığı ülkelerde yamyamlık, kan içiciliği yaygındır. İranlılar, Araplar da Müslümanlık ile bundan kurtulmuşlardır.
Yahudi, İbrahim, Yakup peygamber soyu olmayan, Tevrat’ı kutsal kitap kabul edenlere Musevi denilir. Yoksa Yahudilerin yayıldıkları yerler içinde başta Anadolu, İran, Hindistan, Afganistan, Hazar çevresi olsa da Avrupa devletleri daha önde gelir. 1492’lerde İspanyol ve 1940’larda Almanlara yaptırılan Yahudi soykırtımları da bu yüzdendir.

Etnik kökenlerini araştıran tarihçilerin de Musevi Kuman ve  Kazak Tatarı soylarında birleşmeleri, Lenin’in çekik gözlü olması da  Musevi Kuman/KazakTürkü olduğunu gösterir.

Ortodoks Hristiyan olan Rus çarlığı, Tevrat ve Grek İncil’i kökenli Hristiyan şeriatına göre “Hristiyan olmayan” yani “gayri Hristiyanlar”, 17. yüzyıldan itibaren Türk ve Moğolların  ve öteki kavimlerin yaşadığı Urallar ve kuzeyindeki halkların ellerindeki zenginlikleri alarak, toprak içisi serf/köle yaptıklarının en büyük delili Lenin’in hayatıdır. Yahudilerin, Müslümanların ve gayri Hristiyan kavimlerin köleleştirilmelerinin aynısı gene aynı Tevrat’ta Kuran’a geçmiş Yahudi şeriatı gereğince Osmanlı ve diğer Müslüman ülkelerinde “gayri Müslümlere” uygulanmaktaydı. 
Çuci Han, Yahudiliği Resmi Dİn ilan
eden Cengiz Han'ın oğlu.
İran Anadolu tarafında güneyde olan
Moğollar da Müslüman olmuşlardı.

Osmanlının köleleri, cariyeleri, gözdeleri, hasekileri hep gayrimüslüm halktan devşirmelerdi.
Hristiyan ve Müslüman şeriatının temeli Tevrat’tı, köleciliği aynı din emrediyordu ama, partileri ayrıydı. Bu tuhaflığın sebebi de dinlerin ırkçı mantıkla yorulmasından başka şey değildi.
Müslüman Osmanlı’da, İran’da bir Hristiyan, Yahudi köle olurken, Hristiyan dünyasında da Müslümanlar ve diğer Hristiyan olmayan milletler köle yapılıyordu.

Çevirdiğim yazının konusu da Lenin’in “Sami soyu düşmanlığı” olan antisemitizmi “devlet suçu” olarak yasalaştırdığı için, Rus feodallerince öldürüldüğü iddiasıdır.

Tevrat’ta “parlak-tüysüz/kılsız” doğduğu için Allah’ın sevgilisi olan, hile ile ikizi/ağabeyi olan Esav’dan (Kıllı/Tüylü) ağabeylik ve peygamberlik hakkını alan, sonra da Allah’ı güreşte yenip İsrail (Allah’ı güreşte yenen) adını alan Yakup (topuk tutan, hileci) efsanesi ile büyüyen Lenin’in dedesinin “Hristiyan oldum” deyip, özgürlüğünü kazanması ve asil sınıfına geçmek için verdiği özgürlük mücadelesini bilen Lenin’in, ırkçılığa karşı bir Komünist olması ve antisemitizmi yasaklaması çok doğaldır.

Ayrıca, gayri Hristiyan halka yapılan bütün soykırımlar, köleleştirmelerden sorumlu tuttuğu Rus çarı ve ailesini öldürtmesi, bir daha adlarına mezar yapılamaması için de cesetlerini sülfirik asit havuzlarında eritmesini bir intikam olarak yorumlayan sözde devrimci Rus feodalitesi Vladimir İlyanov’u öldürmüş, Lenin’i bir “heykel, fetiş” olarak bırakmıştır.
Zulmü Stalin yaptı, ceremeyi Lenin çekti.
Ukraynalılar 1992'de Lenin heykelini yıkarken

Oysa, 15.yy. başlarında Fransa kralı 4.Filip’İn katlettiği masonların önderi Jack De Molay’In “yeryüzünden feodaliteyi kaldırtacağım” yemini” gereğince Çar ve ailesinin öldürülmesi bence daha mantıklıdır. Zira, milliyetçilik, demokrasi, sosyalizm masonlarca mevcut feodaliteyi değiştirmek için üretilen ideolojilerdi ve bunda da başarılı olmuşlardı.

Evliya Çelebi’nin 1658’de Seyahatnamesinde anlattığı Tiflis anılarında yazdığı “ Ne zaman Rusların çarlarının nesilleri kesilse, Gürcistan Tiflis’e gelirler, bir Gürcü papaz bulurlar götürüp başlarına çar yaparlar” şeklinde anlattığı Rus feodal geleneği aynen tekrarlanmış, Tiflis’li papaz oklu mezunu Gürcü olan Stalin, Rusların başına Nasyonal Sosyalist (Faşist” bir çar yapılmıştır.

Özünden saptırılmış, Rus feodalitesinin eline geçmiş, nasyonal sosyalizme dönmüş Rus rejimi, sanki gerçek sosyalist devrimmişçesine, onu korumak, halk arasında devrim kahramanlarının ayrıcalıklarını kaldırmak için, ölmeleri gerektiğine nasılsa herkesi ikna eden Stalin, özellikle Türk ve Müslüman ağırlıklı, Yahudi ve diğer azınlıkları içeren devrim kahramanlarını ülkenin her yerinden toplayıp kurşuna dizmiştir. Bu konuda ülkemiz televizyonlrında onlarca belgesel yayınlandı. Bu sayede, azınlıkların feodal ve siyasi önderleri yok edildiğinden Rus faşizmi her yere hakim olmuştur. Rus nüfusunun bütün SSCB topraklarında suni artışı, demografik çoğunluğu ele geçirmesi gerçekleştirilmiştir. Sosyalizmin yıkılması da bu nedenledir.

Aynı olay, Stalin döneminden yapılan telkinle Atatürk’e uygulatılmış ve padişah yanlısı, devrim için tehlike diye bütün Türk beyleri, Kurtuluş savaşındaki bütün kahramanlıklarına, Mustafa Kemal’e bağlılıklarına rağmen öldürtülmüştür. 11 Kasım 1938’i takiben Türkiye’de devlet Sabetayist Yahudi Ermenilerin Kürtlerin, Süryanilerin, Arnavutların, Rumların elinme geçmiş, batıya sistemli Kürt göçleri gerçekleştirilmiş, Türklerin toprakları işgal edilmiştir.

Arnavutlukta yıkılan Lenin heykeli

SSCB’de, nasıl Vladimir İlyanov öldürülüp put/fetiş yapılan Leninizm ve Lenin heykellerine halk secde ettirilerek bıktırıldıysa, aynısı da cinayeti Moskova Mason locasından planlanan Mustafa Kemal’in öldürülmesini takiben Kemalizm ve adına dikilen fetiş put heykellerine halk zoraki secde ettirilerek günümüzdeki Atatürk düşmanı köktendinci Mason İslam’ının iktidar edilmesi sağlanmıştır.

1990’ların başında ülkemize bavul ticaretine gelen SSCB vatandaşlarına “neden sosyalizmi beğenmiyorsunuz, kapitalizm sizi yutar. Biz burada bunca sosyalizm mücadelesi verirken idamlarla ezilirken sizin yaptığını sosyalizme en büyük darbedir” dediğimde duyduğum cevap şuydu;
Rusya’da sosyalizm falan yok. Rus oligarklarından oluşan hakim bir zümre var. Her şey onlardan çıkıyor. Rus olmayanlar, işçi çocuğu işçi, bürokrat çocuğu bürokrat oluyor. Herkes midesine çalışıyor. Öyleyse sosyalizm adına bu faşizmi çekmenin de anlamı yok

Macaristan Budapeşte Üniversitesinde profesör olan bir bayanla, Beyazıt Beyaz Saray İş Hanında Bitlis’li, eski solcu, bu yüzden öğretmenlikten atılmış Servet adlı derici bir arkadaşımın dükkanında yaptığım sohbette bayan profesör bana şöyle demişti;
Stalin döneminde Faşist Rus
donanma arması

Keşke sosyalizm olsaydı da biz devrim düşmanı olsaydık. Bütün SSCB’de bulunan ülkelerin her şehrinde, her köyünde Rus nüfus çoğunluğu sağlanıyor, faşist bir Rus oligarşik yapılanması, Rus olmayanları eziyor, sömürüyor, köleleştiriyor. Yeryüzünde gerçek sosyalizmin yaşanabilmesi için belki, insanların midelerinin olmaması, alınması gerekiyor” demişti. İfadelerde “mide” tanımlaması SSCB’den gelen herkesin ortak ifadesiydi, farklı ülkelerden insanların aynı organı öne çıkarması bana çok ilginç gelmiştir.

Buna benzer onlarca insanla yaptığım sohbetlerde SSCB’nin gerçek bir sosyalist olmadığı fikri daha önceki tespitlerimi doğruladığından artık tartışma kabul etmez hale gelmişti.

Yani, SSCB kesinlikle sosyalist, Komünist değil, aksine faşist bir Rus rejimiydi.

Lenin’in Türkiye’yi SSCB’nin idaresine almak isteyen, bu yüzden Kurtuluş savaşımıza her türlü desteği veren, hatta, Greklerin Ankara Polatlı’ya kadar gelmelerinden duyduğu endişe ile SSCB Türkleri ve Müslümanlarından Yeşil ordu kurup, silahlandıran, Enver paşanın emrine vermesi, Lenin’in, cumhuriyet devrimlerinin gerçekleştirilmesinde gönderdiği yetişmiş uzmanlarca yardımcı olmuş, batının vermediği sanayiyi vermişti.
Onun antiemperyalist ve bağımsızlıkçı,eşitlikçi siyaseti başta Rus burjuva kalıntılarını endişelendirmiş ve ilaçlanmış, belsoğukluğu olan bir kadınla ilişklisi sağlanıp tedavi edilmeyen bu hastalığına zehirlerle ilave edilerek acılar içinde öldürülmesi altı yıl sürmüş ve 1924’te vefatı sağlanmıştı.

Yerine getirilen yeni Çar Gürcü papazı Stalin, Rusların sıcak denizlere inmesinden endişe eden İngiltere’ye Türkiye’nin idaresini vermişti.
Stalin ile değişen, İngiliz idaresine geçen Türkiye siyaseti, Atatürk’ün de İngilizlerin baskılarıyla Şefik Hüsnü ve arkadaşları gibi solcuları öldürtmesine sebep olmuştu.İki olay da 1924 sonrasında gerçekleşmişse sebebi bu satıştır.  

SSCB desteği olmadan, emperyalizmle yapılacak savaşın gereği olmadığını çok iyi bilen Mustafa Kemal Atatürk, mecburen verilen talimatları yapmak zorunda kalmıştı.
Stalin, Türkiye’yi İngilizlere satan papaz olmuştur, sosyalist devrimi faşizme çeviren, Rus oligarklarını hakim kılan faşist olmuştur.

Ruslar, bu faşist siyasetlerinin sonunda, Rus olmayan veya Rus olup da oligarşik yapılanmanın dışında kalanlar, sosyalizmden de Leninden de nefret ettirilmişlerdir.
1992’de Lenin’in ideolojisi Leninizmi ve heykellerini vinçlerle devirdiyseler bu gün de aynısı ülkemizde Atatürkçülük üzerinden yapılmaya çalışılmaktadır.

Özellikle 12 Eylül 1980 Amerikancı cunta darbesi yıllarında, artan sosyalist nüfusu eritmek için solcuların üzerinden silindir gibi geçilmiş, işkence odalarında, karanlık sokaklarda derin devlet ve onunla hareket eden dinci, ırkçı gençlik örgütlerince katledilmişlerdir.

Askerlik yıllarımda, eğitim adı altında, Türkçe bilmeyen Kürt Nurcularından seçilmiş, Atatürk düşmanı eğitim çavuş ve onbaşılarına eğitim adı altında Atatürkçülük dersi verdirilmiş ve vatan hizmetine giden gençlerin Atatürk’ten nefret etmesi sağlanmıştır. 1981-1983 yıllarında askerliğimi yaptığım zaman tanık olduğum bu olayda, hiç bir suçum olmamasına rağmen, çavuş talimgah eğitimini dört ay alıp, çavuş rütbesi takmama 15 gün kala benim gibi solculuğu tespit edilen kırk-elli kadar arkadaşım, İzmir Hacılarkırı Ulaştırma alayında, Necip Fazıl Kısakürek’in akrabası albay Ömer Kısakürek’,n emirleriyle sanki vatan hainiymişiz gibi, kırk kadar Amerikan otomatik tüfeği silahı siten ile silahlandırılmış inzibat tarafından aynı alayın Er Eğitim taburuna naklimiz yapılmıştı.

Solcu olduğunu sonradan öğrendiğim dört tane Kürt gencinin de 1981 yılının Nisan-Mayıs aylarında, eğitimci usta askerlerce, üzerlerine çıkılıp zıplanarak öldürüldükten sonra “eğitim zayiatı” olarak memleketlerine gönderilmeleri de bu gün Kürt açılımı, çözüm süreci yürüten bu Nurcuların ne kadar Kürtçü olduklarının da delilidir.

Diğer yandan 1990’lara kadar süren  cezaevi tutukluluk süreçlerinde solcu Kürtlere aşırı işkence edilerek, Türklere ve Türk devletine düşman edilip, 1984’de Suriye’de derin Nato ve TSK’nın Nurcu-Gülenci yapılanmasınca kurdurulan kampa, cezaevlerinden tahliyeleri yapılınca gönüllü katılmaları sağlanmıştır.

İşte Kürt sorunu da budur. Köktendinci, sahte Müslüman, kripto azınlıklardan seçilmiş Yahudi, Süryani, Ermeni, Rum, Çerkez, Arnavut Mason yapılanmasının işbirlikçi tezgahıdır.

Türk halkı sosyalizmi ve cumhuryet tarihini
yeniden keşfediyor

Bu pisliklerin dışında, kendi hallerine inançlarını yaşayan insanlara bir sözüm olamaz. Zira iyi niyetlilerinin hem ülkemizde hem de SSCB’de büyük fedakarlıklarla çağdaş toplumsal yaşamın kurulmasında hizmetleri inkar edilemez.

Yahudi olmayan Musevi Türk devlet adamlarımız arasında günümüzde başbakan Kırım Türklerinden Ahmet Davutoğlu, Deniz Baykal en ünlüleridir. Ülkemizdeki bütün sanatçıların çoğu Musevi Türk, Ermeni, Rum, Arnavut ve diğerlerindendir.
Yahudi soyundan olup da başka dinlere girenler ve dinsizler de çoktur. Biz neysek Yahudiler de odur.
Sorun her milletin dini, ırki soy sopçuluk yapmalarıdır. Birileri yapınca onları önelemek için sonunda istemeden bu pisliğe benim gibi bulaşanlar da olmaktadır.
Bu yazı, aşırı Yahudi düşmanlığı, Türk düşmanlığı yapılan ülkemizde, bunu kaşıyan örümcek beyinlilere kapak olsun diye yazılmıştır.

Sekiz yıl önce yazdığım Yirminci Yüzyıl Dümeni adlı şiirim, küresel mason sermayenin 100 yıl boyunca yürüttüğü küresel emperyalizmin bir özetidir. Bu şiirde, Lenin’in, Komünist Parti toplantılarını İngiltere’de yapması, İngiliz desteğiyle yükselmesine dikkat çekilmiştir.
Birinci dünya savaşı yıllarında müttefiklik gereği, İngilizler Lenin’e desteği kesmişlerdir. 
İleride tasfiyecisi olacak Gürcü papaz Stalin ile
1917'de devrim planları yapan Lenin. Stalin,
rol modeli olarak, bence  İsmet paşa'nın aynısı.

Rusların Almanlara çok sorun çıkarması üzerine Alman imparatoru II.Wilhelm, İsviçre’de sürgünde bulunan Lenin’i çağırıp para vermiş ve Finlandiya üzerinden trenle Rusya’ya sokmuştur. Almanlardan parayı bulan Lenin de 07 Kasım 1917’de devrimi gerçekleştirmiş ve Rus çarlığı 03 Mart 1918’de Brest Litovsk antlaşmasıyla savaş sahnesinden çekilmiştir. 16 Temmuz 1918’de devrimden dokuz ay sonra da Çar Nikola ve tüm ailesi öldürülmüştür. Lenin’in bundan sonra ABD bankalarından para aldığına dair iddialarını şüpheli bulduğumu söyleyeyim. Eğer alsaydı öldürülmezdi inancındayım. Almanya’ya verdikleri parayla, iki dünya savaşı çıkartan Mason küresel sermayesine Rus faşist burjuva kalıntılarının karşı olabileceklerini düşünmek akıllıca değildir.

Stalin'in, Sosyalizmden faşizme nasıl döndüğünü bizzat Atatürk'ün anılarından okuyalım;

STALİN VE GAZİ MUSTAFA KEMAL

Stalin’in Sovyetler Birliği’nin başında olduğu döneminde Sovyetlerin Ankara Büyükelçisi ünlü bir diplomat Karakan’dı. 

Sovyet Devrimi’nin yıl dönümlerinden birinin sabahında Stalin, son derece sivri, anlamsız ve onur kırıcı bir demeç veriyor. Bu demecinde aynen şunları söylüyordu:

“Herkes bilsin ki, Rus milleti; Boğazlarla, Ardahan’ı ele geçirmekten asla vazgeçmeyecektir. Çok yakın bir zamanda bu davalarımızı halletmiş olacağımızı şimdiden müjdeliyorum...”

Aynı gece Ankara’da Sovyet Büyükelçiliği’nde de ihtilalin yıl dönümü kutlamaları yapılıyor. Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal, gece yarısına doğru Stalin’in bu densiz demecinden haberdar oluyor ve emrediyor:
“Arabaları hazırlayın gidiyorum.”
“Paşamız bu saatte nereye gidecekler?”
“Sovyet Elçiliği’ne.” Ekibin etekleri tutuşur. Çünkü olayı kavrarlar, içlerinden birisi Gazi’ye:
“Paşa Hazretleri nasıl olur? Protokolsüz mü? Siz devlet başkanısınız, protokolsüz nasıl gidersiniz?”

“Ben protokol falan dinlemiyorum çocuk. Stalin vatanımın topraklarına göz dikmiş, sen bana protokolden söz ediyorsun. Hazırlayın arabaları” diye cevap verir. 
Büyük önderimiz ve arabalar hazırlanır. Gazi ve ekibi, Sovyet Elçiliğinin kapısına dayanır. Ulu önderimiz yüzü asık bir şekilde yukarı çıkar ve o sırada elçilikte büyük bir balo vardır. Gazi kendisini karşılayan Büyükelçi Karahan’ı görünce:
“Merhaba Karakan” der ve aynı sert ifadeyle devam eder:
“Rahatsız ettik ama sen benim şahsi dostumsun, kusurumuza bakmazsın. Bir hususu esasından anlamaya geldim.”

“Emredin Sayın Başkan”

“Ajanstan öğrendiğime göre, Başbakanınız Stalin, Ardahan ile Boğazlar’ı istemiş, kararı katıymış... Pek yakın bir gelecekte bu kararını uygulayacakmış. Tam böyle söyleyip söylemediğini bilemem ama buna benzer şeyler söylemiş. Tabii ki bu konuşmanın bir kopyası sende vardır. Getir bakalım şunu da işin aslını faslını iyi anlayalım.”

Stalin’in konuşması getirilir. Gazi metnin o kısmını yanındakilere kelime kelime tercüme ettirir. Konuşma ajanstan geçen metin ile aynıdır. Gazi sorar:
“Karahan, elçiliğin telsizinden derhal Stalin’i bulduracaksın. Bu beyanatından vazgeçip geçmediğini sorduracaksın. Başbakanın tükürdüğünü yalayacak, yalamazsa ben yapacağımı bilirim. Bu cevap bu gece gelecek çünkü benim senin başbakanından daha önemli kararım var. İstediğim cevabı almadan elçiliğinizden dışarı adım atmam. Eğer cevap istemediğim şekilde gelirse bil ki buradan çıkıp doğru Rus sınırına gideceğim...”

Karahan çaresizlik içinde telsizin başına koşar ve Gazi’nin söylediklerini aynen nakleder. Stalin’den gelen cevap büyük önderimizi tatmin eder çünkü cevapta aynen şöyle söylenmektedir:
“Stalin sürçü lisan eylemiştir. Boğazlar ile Ardahan’ı almak gibi bir arzusu kesinlikle yoktur...”

Gazi cevabı okuduktan sonra Rus Büyükelçisi Karahan’a hitaben:
“Karahan seni geri çağırırlar ve yaşatmazlar. Uzun süredir tanışıyoruz, istersen bize iltica et.” Karahan bu teklife olumsuz cevap verir ve cevabı telgraftan hemen sonra bir telgrafla geri çağrıldığını açıklayarak:
“Teşekkür ederim. Sizi tanımış olmam bile yeterlidir. Ancak memleketinizdeki görevim sona ermiştir. Yarın hareket edeceğim.
Gazi fazla ısrar etmez ve Çankaya’ya döner. On gün sonra şöyle bir haber gelir. Sovyetler Birliği’nin eski Ankara Büyükelçisi Karahan fırında yakılmak suretiyle idam edilmiştir.

ARIBURNU, Kemal, Atatürk’ten Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1976, s. 205-208.
Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009



Bu nedenle Atatürk'ün SSCB yanlısı sözde sosyalistlerin kendisine haksız muhalefet etmeleri yüzünden onları cezalandırdıysa bunda haksız olmadığı bir gerçektir.

Şimdi şiiri okuyalım;

YİRMİNCİ YÜZYIL DÜMENİ

Hepimiz biliriz İngiliz iyi denizcidir,
Çok uzak gider topları hem demircidir
Şeytanda biter de onda bitmez dümen
Canını alsa kızamazsın öyle siyasetçidir

Yüzyılın başında oturup yaptı bir plan
Geç uyandı ama pay ister İtalyan,Alman
Çar keser yolumu Anadolu’da Afgan’da
Bir şeyler yapıp hemen etmeli  talan

Göz kırptı hemen Japonya,Fransa’ya
Bakın düşmek üzereyiz kumpanyaya
Tedbir almazsak kısa bir zamanda
Rezil oluruz inanın bütün dünyaya

Rus Çarlığını bitiren Tsuşima Savaşıdır.
Japonlar uzun menzilli toplarıyla Rus donanmasını
Pasifiğe gömmüştür. Bu yenilgi devrim ortamını
yaratmış.tır

Beyler,Çar çok güçlendi durmalı hemen
Osmanlı iflah olmaz çekilmeli hemen
Avusturya ,Alman tehlike oldu
Dünyaya şart oldu yepyeni bir dümen

Dedi Fransız’a Çar benim,Türk senin
Elinden tutarım Rusya’da var bir Lenin
Doldur kafasını devşirmelerin gönder
Bitsin işi kısa sürede Abdülhamit’in

Çara dedi,Japon giriyor Mançurya’ya
Gizliden verdi toplarını Japonya’ya
Kendi arabuluculuk işini yaparken
Japon Rus’u gömdü derin deryaya

Çar şaşkın,hırsından dövünürken
İngiliz Londra’da tuttu Lenin elinden
Karıştı bir anda Rusya yokluk,kıtlıktan
He,dedi toprak isteyen Çara Türk’ten

Lenin başlamıştı Rusya’da çalışmaya
İşçi,köylü asker başladı bağırmaya
Petersburg’da işçileri kıyınca Rus çarı
Lenin kahraman olmuştu bu Rusya’ya

Lenin Türkiye'yi İngiliz idaresine vermeyi
asla düşünmedi, bu da öldürülme
nedenlerinden biriydi.

Uyandı Çar kovdu Lenin’i Avrupa’ya
Alman o anda giriverince Rusya’ya
Çar hükümeti verdi Menşeviklere
Karşı duramayınca onca işçiye,orduya

Paris’ten gelmişti İttihatçısı Jön Türk’ü
Tümü devşirme İslam,bulunmaz Türk’ü
Karıştırdılar şaşkın aklını halk ve ordunun
Abdülhamit’in yerine koydular bir kürklü

Kurnaz Alman hemen el attı bu çaylaklara
Para,umut ve silah da verince avanaklara
Kafkasya’dan Asya’ya Turan lafını duyunca
Kulak bile asmadılar gelen haklı çığlıklara

Çanakkale,Avrupa’da sıkışınca Alman
Hemen kurtulmaya karar verdi Çardan
İsviçre’den getirterek Lenin’i
Cebine para koyup koyuverdi sınırdan

Savaş daha bitmeden Lenin işi bitirmişti
Çar ailece asit havuzunda hemen erimişti
Çar ordusu çıkıverince savaş alanından
İngiliz,Fransız birden büyük zora girmişti

Tam umutlanmışken,Türk ile Alman
Müdahale oldu umulmadık yandan
Ufaktan İngiliz’i destekleyen Amerika
Birden çıkıvermişti savaş alanından

İngiliz durmamış Arap’ı doldurmuştu
Osmanlı İslam’ı bırakıp Türk olmuştu
Bunu bahane yapan işbirlikçi Hüseyin
Süveyş’te Osmanlı’yı içerden vurmuştu.

Alman asılmamıştı savaşa Türk yurdunda
Ne Çanakkale ne Süveyş ne de Irak’ta
İngiliz Allenby girince Süveyş’ten Kudüs’e
Alman şampanyalar patlatmıştı Gelibolu’da

Sonunda teslim olduk hep tek tek sırayla
Ödenemezdi kayıp canlar parayla pulla
Paris akıllı Jön Türk-İtttihatçı macerası
Osmanlı’ya son vermişti böyle,bu yolla

Alman İmparatoru İsviçre’ye sürülmüştü
Maceracılar Rus’a ve Alman’a göçmüştü
Emniyetli sandığı o Almanya’da
Ermeni kurşunu Cemal Paşa’yı bulmuştu

Öfkeyle kalkan zararla oturdu
Hayaller hep devleti batırdı
Gurbete pirince gidenler
Evdeki bulgurdan da oldu

Almanya, Osmanlı oldu cumhuriyet
Aç gözlü Rus çarı heyhat ne kısmet
İtalyan’ı Fransız’ı hava alırken
İngiliz de ödedi gerçekten büyük diyet

Güneşi batmayan imparatorluk da bitti
O koskoca düvel-i muazzama da gitti
Amerika’nın Willson ilkeleri ile
Dünyada birden ot gibi devletler bitti.

Willson’un şartıydı herkese hürriyet
Yeni devletler olmalıydı cumhuriyet
Özgürlük Emperyalizmin yeni yüzü
İnsan hakları diye bırakmaktı bir don ve et

Rusya’da kurulunca sosyalist cumhuriyet
Almanya’da kurdular faşist cumhuriyet
İtalya’yı da önden kattılar bu oyuna
Türkiye nasılsa oldu laik bir devlet

Türkiye’ye dediler sakın ha kıpraşma
Eski halklarınla hiç mi hiç  oynaşma
Yoksa alırız başınızdan Türk’ü
Doldururuz devlete Ermeni’yi Kürt’ü

Atatürk dahiydi,kendine tam güvenli
Oynadı biraz Hatay ve  Misak-ı Milli
Patlayıverdi ard arda isyanlar içerde
İlaçlanıp gidince,yerindeki Ermeniydi

Lenin sosyalizmde “Irkçılığa “ karşıydı,
Bu Komünizmin  Faşizmden  farkıydı
Bütün  Rusya kavimlerini eşit görür
O hep dünya kardeşliğinden yanaydı

Milliyetçi Ruslar da çok akıllıydı
Çar yanında hayatları entrikaydı
Lenin’e de frengili bir kadın ve ilaç
Yetmişti canına,onlar iktidardaydı

Amerikanı,İngiliz’i “hop” dediler
İktidarı boşa vermedik dediler
İşiniz Türk ve İslam’ı bitirmektir
Diyerek onların kulaklarını çektiler

Nurcu Deliüzzaman'ın soktuğu İngiliz-Çar
yanlısı olun, devrimcilere karşı savaşın!
nasihatına uyan Kırım Tatarları
İkinci dünya savaşında da bunu
tekrarlayınca ölümlerden ölüm beğendiler.
Stalin bunu fırsat bilip canlarına okudu.
Hala da Nurculukta ısrar ederler. Ahmet
Davutoğlu gibi.

İslam düşmanlığı dünyada bitmedi
Lenin’in bile iktidarı on yıl gitmedi
İlaçladılar o iyi antiemperyalisti
Yerine papaz  Stalin gaipten gelmedi.

Dedi,”Bunlar cehennemlik Yecüc Mecüc ya”
Komünizm sonsuza kadar gidecek değil ya
Kurulunca Rusya’da yeniden İsa’nın şeriatı
Moskova da Orak olacak  Rab Tanrı İsa’ya

Öldürdü önderlerini cümle Türk-İslam’ın,
Alfabelerini değiştirdi vallahi önce inanın
Kırımlıyı,Kafkaslıyı toptan sürdü Sibirya’ya
Ruslara verdi mallarını,dedi “buyurun alın”

Stalin Rusya’sı Çardan daha beterdi
Devlet umulandan daha da güçlendi
Sıcak denizlere inmesin Rus diye
Öbür gavurun umudu gene İslam’dı.

Pakistan’dan Türkiye’ye yeşil hat kurdular
Almanya’dan İtalya’ya Faşist hat koydular
Emperyalistlerin bitmez çıkarları uğruna
Cahil Müslümanlar duvar olup durdular

Balkanlarda kalan sahipsiz Türk ve İslamlar,
Bilemezsiniz ne çok zulümlerle karşılaştılar
Dillerini yasak ettiler,çoluk çocuk katlettiler,
Kaçabilenler kurtuldu, sınırlarda vuruldular.

İngiliz Başbakanı Winston Churchil, SSCB devlet başkanı Stalin,
ABD başkanı  Rossevelt Yalta konferansında.ABD'nin özellikle
1950 sonrası başlattığı "Soğuk Savaş=Komünizm Hayaleti"
siyasetine rağmen, İki dünya savaşında Rusların "Kazanan"
tarafta olması, Masonların "Beş Merkezden Dünya İdaresi"
tezini doğrulamaktadır.
Bu da, kime sığınırsan sığın, aynı kapıya yaslanırsın
demektir.

Atatürk’ün ardında kalan Ermeni İsmet
Bu millet onunla bulamadı hiç kısmet
Ata öldü ertesi günü dayandı İngiliz’e
Elektriği bile ondan sonra gördü millet

Dediklerini Atadan sonra aynen yaptılar
Bütün milleti bir  heykele taptırdılar
Aç millet anlayamadı ki lütfunu açlıktan
Ermeni İsmete kızıp heykeli kırdılar

Heykelin ardına saklandı hep Ermeni İsmet
Sağırdı, duymak da istemedi ne ister millet
Sıkıştıkça önledi milleti hep bu heykel ile
İsmetin yüzünden heykel de oldu bir illet

Doldurdu devletin içini hain ve asiyle
Semizledi düşmanlar millet vergisiyle
Şikayet ettikçe millet Ermeni ve Kürt’ten
Korkuttu durdu milleti bölünme derdiyle

Eğitti bölünsün diye Kürtleri devlet eliyle
Kırdı geçirdi Türk’ü hep eşkıya çetesiyle
Devletten uzak cahil bırakıldı Türkler
Heykel arkasına saklanan İsmetin dümeniyle

Sonunda ona da kalmadı bu dünya
Çocukları da yolundan gitti güya
Şimdi yeni İsmetler çıktı
Onun da ruhuna okutacaklar fatiha

Keykubat.
AlaeddinYavuz

İster siyah, ister sarı, ister beyaz, ister koyu tenli renklere sahip olsun, her insan yeryüzü gezegeninin eşit şekilde yarattığı çocuklarıdır. Hepsi de eşittir ve insanca yaşamaya hakları vardır.
Kahrolsun her türlü faşist, dinci, köktendinci ideolojiler. Yaşasın halkların kardeşliği, yaşasın gerçek adalet, yaşasın eşitlik.
Son verelim insanın insana kulluğuna. Lenin’in ve Atatürk’ün başlattıkları bağımsızlık ve demokrasi mücadelesine kaldığı yerden devam!

Dilimize çeviren ve yorumlayan

Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc


Bu yazıdan sonra boş olduğunuz bir zamanda bu yazıyı okursanız, Stain ile ABD-AB'nin nasıl ortak çalıştıklarını ve ABD emperyalizminin nasıl kanıksandığını belgeleriyle görebilirsiniz;
http://adilyargicc.blogspot.com.tr/2010/09/soguk-savasta-avrasya-da-abd-isgalleri.html

30 Mart 2015 Pazartesi

YEMEN İRAN GERGİNLİĞİNİN OLASI SONUÇLARI


Geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan’ın, Yemen’e hava saldırısı başlatması Ortadoğu’da havayı iyice ısıttı.
Yemen-Arabistan 

Yıllardır ABD- AB ve derin NATO’nun üstüne gönderdiği, AKP hükumetinin de başrol oynadığı vatansever rejimi, terör örgütleriyle devirme çabalarından bir netice çıkmayınca, Suriye’de de süren başarısızlığın kronikleşmesiyle batılı işglcilerin sabrı taştı.

Fransa’da ikinciye hükumet değişti. ABD’de Obama ve demokratları cumhuriyetle “başarısız” ilan edildiler ve yaklaşan genel seçimlere kuvvetli girmek isteyen Obama, “yumuşak emperyalizm” siyasetine mola vererek, “sert askeri yaptırımlara” yönelmeyi mecburen tercih etti.
Önce Suriye’deki ESAD rejimine karşı besledikleri sayısız örgüte 600.milyona ABD doları destek çıkan yasa onaylandı. Türkiye üzerinden desteklenen örgütler saldırılarını hızlandırdılar ve Esad’ın bazı bölgelerde toprak kaybını sağladılar.

Bu Obama’ya puan kazandırdı.
2010'da ABD seçim
tehditlerinden birisi
Bu gelişmeleri Yemen’e yaptırılan Suudi hava saldırılarını, AKP Türkiye’si, Katar, Mısır gibi ülkelerin destekleri takip etti.
Yemen’e Suudi saldırısının arkasında olduğunu açıklayan ve TBMM ile kendi partisinin hükumetinin üstünde Sultan olan Recep Tayyip Erdoğan, Libya işgalinde düştüğü gülünç durumu tekrarlamamam için erken davranıp İran’ı payladı.
Sebebi, Obama, Ukrayna ve AB ambargolarıyla sıkıştırdıkları Rusya’yı bastırmanın verdiği rahatlıkla, seçim öncesi elini kuvvetlendirmek için İran’ı da işgal kapsamına alacağını düşünmesidir.

Bu yüzden “İran, Yemen’de ve bölgede Şii yapılanması kuruyor, bu siyasetlerini bırakmalıdır” tehdidini yapıverdi.
Aynen, Kardeşim Esat’ten “Düşmanım Esed’e” dönüşen siyaseti gibi dönüşü bize şaşırtıcı gelmedi.

Dün de Slovenya’ya giderken yaptığı açıklamada “Bir arının inceliğinde çiçeklerin özünü alıyoruz” diyerek geçmişteki siyasi dönüşlerini de açıklamış oldu.
Anlayana.
Türkiye ve İran’ın bölgede hakim olmaya aday iki devlet olduğu ve yıllardır içinde bulunduğumuz her türlü terör ve ekonomik sıkıntıların ardında bu iki ülkenin hakimiyet yarışı olduğunu yıllar önce “Türk İran Yarışında Son” başlıklı yazımda yayınlamıştım.

Türkiye ve İran ne kadar iyi geçinseler de, Yavuz Sultan Selimden beri sürekli kapışmaktadır.I.Selim’in İranın Şii kartına Sünnilik kartı ile cevap vererek İran ile arasına çizgi koyması gibi, Recep Tayyip Erdoğan da aynı kartı koyarak İran’ı hedef ilan etmiştir.
Oysa Yavuz’un siyaseti ile büyüyen Osmanlı, sonunda feci şekilde batmıştır.
Suudi saldırısında yıkılan
evinin enkazında kalan Yemenli

Hem de AKP hükumetini elinde tutan dini ve ırki etnik grupların işbirlikçi isyanları ve onlardan devşirme devlet adamlarının onlarla ve batıyla sinsi işbirlikleri sayesinde olmuştu bu olay.

İran-Türkiye yarışı her ne kadar ayrı kutuplara dayalı görünse de yani İran’ın Rus, Türkiye’nin Batı destekli yürümesi sadece “cambaza bak” olayıdır.
Dünya, ABD, İngiltere, Rusya, Fransa, Çin olmak üzere  beş merkezden yönetilir ve beşi de ABD ve İngiltere’deki deşifre olmuş Şeytana tapınan Mason küresel sermayece kurulmuş, şişirilmiş güçlerdir.

Bu yüzden bu kavgadaki kutup farklılıkları sizi aldatmasın. Küresel Mason sermaye tarafından kurulmuş olan, Rusya+Çin ile ABD-AB  gibi iki kutup, sağ el ile sol elin aynı bedene bağlı olmaları ve hizmet etmelerine benzer bu olay.
Sorun, R.T.Erdoğan’ın Yemen ve İran çıkışı yerinde midir değil midir? Sorusunun cevabıdır.

Yemen işgalinin ne kadar ileri gideceğini, karşı kutubun tepkileri ile diğer devletlerin tepkileri belirleyecektir.
Bir yerlerden sert çıkış olursa, işgal her an durabilir bundan yalakalık eden kukjla hükumetler ve onların halkları zarar görebilirler.

İran konusu apayrı bir konudur. Bu gün Amerika, Avrupa halklarının din, dil, soy olarak İran ile bağları derindir. Bu yüzden İran’da Mason İslam’ın kurduğu ilk putperest şeriat rejimi, Mason sermaye açısından gurur kaynağıdır.
Türkiye henüz o aşamaya gelememiştir, gelmemelidir de. Çünkü, İran’da değiştirilmek istenen rejim değil, geçen 36 yıllık devlet tecrübesiyle, milli duyguları kabarmış İran devlet adamları ve bürokrasisidir.
Arkasından demokrasi falan geleceği yoktur. Bizim de İran’ın da toprakları bölünecek, batılı sömürgecilere askeri üs olacak yeni cici kukla devletçikler kurulacaktır.


AKP’nin durmadan, ısrarla yürüttüğü “dini, ırki ayrımcılık siyasetinin sebebi de bu bölünmeye zemin hazırlamaktır.

İtanbul ve boğazlarda, Vatikan tarzı özerk bir bölgenin, bu beş devletten seçilecek gözlemci, icracı, atanmış bür hükumet tarafından yönetileceğimiz artık kesinleşmiştir.

Ordumuz, “Haçlı Ordusu”, askerimiz “Haçlı Askeri” olmuştur.

Açılım Süreci, Çözüm Süreci denilen saçmalık da terör örgütünün, ülkemizden toprak alarak devlet kurması, geçici dönem "eyalet" kalması ardından da Haçlı Ordularına askeri üs olmasıyla sonuçlanacaktır.

Devletin bölünmesini sağlayan siyasi ortam AKP sayesinde gerçekleşmiştir. AKP'nin yanında TBMM ve meclis dışı muhalefetler de buna ortaklık etmiştir. Elbette başta ordu ve sermaye şirketlerini de saymamız gerekir.

İran’a ABD-AB ve NATO koalisyon ordularının Irak’a yaptıkları gibi, ABD seçimleri öncesi bir işgal operasyonuna geçip geçmeyecekleri hesabını doğru yapamadıysa AKP ve Türkiye bu İran çıkışından zarar edecektir ve belki de İran’dan önce işgal yememize de sebep olabilecektir.
Bence R.T.Erdoğan İran çıkışında tedbirsizlik etmiştir. Fatursa da millete kesilecektir.
Yemen işgali öyle hemen sonuç getirecek oldu değildir. Şu an 10 yalaka devlet (!) bir Arap ordusu kurmayı başarsalar da sonuç almaları uzun zaman alacak bir gelişmedir.

R.T.Erdoğan ve partisi, böyle doğrudan tavır takınmaktansa, gizliden siyaset yürütseydiler daha iyi olabilirdi.

Neyse, gizli sevişen eşkare doğurur örneğine bakarak, tavrın doğrudan konması iyidir ama, umarım ardından Menderes’e benzemezler.
Menderes’i astıran ismet paşa değil Amerika’dır. Bunu bilmeyen varsa öğrensin.

Dünya siyaset sahnesi, rolleri yaşanan bir tiyatro oyununu Adem’den u yana yaşamaktadır, bira tecrübe alınsa zararı mı olur?

Takdir okuyanlarındır.


Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

Bu konuda çok önceden yazdığım, blogumdan çalınıp, Tv programlarında kullanılan, çalındığını fark ettiğimde yeniden yayınladığım yazım;

http://adilyargic.blogspot.com.tr/2009/04/turk-iran-yarisinda-son.html#axzz3W9BVo9FD

12 Mart 2015 Perşembe

AKPKK’LI ÇERKESLERE KISA TARİHLERİ VE AÇIK ÇAĞRI


Çerkeslerin göç nedenlerini, soykırımdan kurutarılışlarını Türklere borçlu olduklarını bilmeyen bu tarihi kıssayı okusun ve yerini ona göre alsın.

Osmanlı’nın başlangıçta Kafkasya siyaseti olmamıştır. Osmanlı, Balkanlardan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Moldavya, Kırım üzerinden Karadeniz’in üst bölgesine geçmiştir.

Çünkü, Kafkaslarda Gürcüler her ne kadar Hristiyan olsalar da Süryani İncili temelli bir Hristiyanlığa sahip olduklarından İslam’a geçişleri zor olmamış ve Osmanlı idaresine girmişti. Diğer yandan Azeriler, Kafkasları idare ediyorlardı.
Çerkesler ve diğerleri de Cengiz Han’ın ölümünden sonra dört oğlu arasında bölünen imparatorluğundan Kafkaslar dahil Kırım ve yıkarısının öldüğü bölgeler Sibirya’ya kadar  Cengiz’in ilk oğlu oğlu Çoçi’nin payına düşen Altın Orda/Altın Ordu Devletinin idaresindeydiler. Kıpçak Türkleri de bölgeye hakimdiler. Çoçi’nin Yahudiliği din olarak seçmesiyle bölgede Musevilik yaygındı.
Bu durum Osmanlı için tehdit oluşturmuyordu.

Kanuni’nin ölümünden sonra Hürrem Sultan’ın oğlu II.Selim’den başka sağ kalan çocuk kalmadığından II.Selim devletin başına getirilmiş, kardeşlerinin akibetlerinden kafayı yeyip kendini içkiye veren bu padişah zamanında Hürrem’in devlet içine soktuğu Sırp kökenli sadrazamlar ve vezirlerin sinsi işbirlikçilikleriyle Osmanlı hazinesi ve toprakları Ruslara geçmeye başlamıştı.
 
Sürekli gelişen Rus Çarlığının Kafkaslarda oynadığı oyunların artması üzerine Osmanlı ilk kez 1680’lerde Kafkas seferine çıkmış ve bölgeyi Osmanlı topraklarına bağlamıştı.

Keşifler çağının bu dönemlerde büyük ölçüde tamamlanmasıyla yüzünü Osmanlı’ya çeviren batılı açlı koalisyonu (Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu 1815’e kadar sürmüştür) da Rusları desteklemekten geri kalmıyor, Rus çarları İngiliz sarayından evlenmeye de başlıyordu.
 
Bu Haçlı ve Osmanlı devşirme Sırp devlet adamları işbirlikçiliğinin sonunda 1768’de başlayan Osmanlı Rus harbi altı yıl sonunda 1774 Küçük Kaynarca Antalşmasıyla sonuçlanmış, Osmanlı ilk kez kendi ülkesindeki “gayrimüslümlerin/Müslüman olmayan azınlıkların” üzerinde Rusları söz sahibi etmeyi kabul etmişti.


Bütün haçlı ülkeleri arasında yapılan müttefiklik anlaşması gereğince, “bir Hristiyan devletin Hristiyan olmayan bir devlet üzerinde elde ettiği hakka otomatikman diğerleri de sahip olmaları ilkesi" gereğince, Osmanlı azınlıkları batılı sömürgeci, kolonist devletlerin ellerinde oyuncak haline gelmişti.
 
Hristiyan misyoner papazlarının ki çoğu rahip ajan olan bu şahısların “İslam’ın elinde ızdırap çeken din kardeşlerimize yardım edin” aldatmacalarıyla kiliselerden toplayıp getirdikleri bağışlarla birden zenginleştirilen azınlıkların feodal önderleri, silahlanmaya girişmiş ve ardı arkası gelmeyen isyanları başlatmışlardı.

İçeriden zayıflayan Osmanlı artık her cephede toprak ve asker kaybından başka bir şey yapamıyordu.
Bu şartların sayesinde II.Katerine döneminde 1783’te Ruslar Kırım’ı işgal etmişler, Kafkaslara doğru ilerlemeye başlamışlardı. Kırım’dan Ukraynaklıları Kafkaslara yerleştirerek Hristiyan nüfusunu arttırma girişimlerini de eksik etmemişlerdi.
Siyasi sınırları, demografik (nüfus) yapısı sürekli değişen Kafkaslar 1800’lerin başında Rusların eline geçmişti.

 Rusların Kafkaslar üzerinden sıcak denizlere inmesinden çekinen İngiltere’nin desteğiyle İran’ın ani bir çıkışı sonucu Kafkaslar 1813 Gülistan Antlaşmasıyla iran ve Ruslar arasına paylaşılmıştı.
Günümüz Azerbaycan’ı, Gürcistan Ruslara, Güney Azerbaycan olan günümüz İran sınırımız da İran’a kalmıştı. Ama Ruslar durdurulmuştu.

Bölgeyi tekrar eline geçirmek isteyen Osmanlı, Musevi, Zerdüşt Kafkas halklarını Sünni İslam’a çekebilmek için hocalar gönderirken İngilizler de boş durmuyordu.
Kafkasların Irk haritası

Onlar da, İstanbul’a gelerek Karslı bir imam sayesinde Müslüman olup Ahmet adını alan dah sonra İslam’da bütün mezhep ve tarikat bölünmelerini yürüten, Sabi /Arami kökenli sözde Müslüman Basra ulemalarının yaşadığı Irak Basra’ya geçmiş, kendisini kabul ettirmişti.
 
Yemen sınırında bulunan Necd çölü Bedevilerinden Sünni Müslüman bir aşiret çocuğu olan ve ailesince dini eğitim almaya gönderilmiş bulunan Abdülvehhab Mehmet’i etkilemiş, ilk Mason İslam’ı olan Vehhabilik dinini aşılamıştı. 1739’lara gelindiğinde Necd çölü Arapları Vehhabi olmuşlar, İngilizlerden aldıkları destekle “Bağımsız Arap İslam devleti kurmak için isyanlara başlamışlardı. Bu yüzden hiç bir Osmanlı Halifesi ve şeyhülislam’ı Vehhabileri Müslüman saymamıştır.

İşte Kafkasların Rus- Osmanlı-İran-İngiliz+Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunun din ve Mezhep misyonerlikleri kumpanyasında Çerkesler de Sünni Müslüman, Vehhabi Müslüman(!) olarak İslam’ın tarafında yerlerini almışlardı. Hristiyan olanları, Müslüman Yahudiliği olarak bilindiğinden Yahudi Mezhebi sayılmayan Sabetay Sevi dinine (Kızılbaş Alevilik olarak da bilinir. Oysa Kızılbaşlık daha eskidir.) girenlerine kadar da yok değildi.
 
Ama Çerkeslerin çoğunluğuna İngiliz parası tatlı gelmiş,Vehhabi dininde karar kılmıştı.
 
İngilizlerden aldıkları para, silah ve siyasi yardımlarla Ruslara karşı ciddi savaşlar vermişler, Rus ilerletmesini yavaşlatmışlardı.

Bu uzun sürmedi ve Ruslar Abdülmecir döneminde 14 Eylül 1829 Edirne Antlaşmasıyla Ahıska, Kars, Çıldır bölgelerini de Ruslara terk edince Ruslar bölgeye hakim olmuştu. O zamanlar Irak, Arap yarımadası Osmanlı topraklarına ait olduğundan, Çerkesler de kendilerine Müslüman dediklerinden dolayı Osmanlı’dan başka sığınacak yerleri yoktu.
 
Ama Ruslar işi sıkı tutuyor, Çerkes göçlerini kabul etmemesi için baskı yapıyorlardı. Zira artık Osmanlı, “hakim” değil, “güdülen” bir devlet olmuştu.

Rusların ilerlemesinden endişelenen İngilizler Fransızları da yanlarına alarak 1853-1856 Kırım savaşlarını başlatmışlar, ilk çıkışta yenildilerse sonradan başarıya ulaşarak Rusları geriletmeişlerdi.
Ruslar da Balkanları bırakıp, Asya’daki Mason İngiliz-Fransız koalisyonunu destekleyen Müslüman, Musevi Türk azınlıklara karşı soykırıma başlamışlardı. Bu da Osmanlı’ya göçleri arttırmış hatta Moğollara kadar uzanmıştı. Çok az gelen Moğolların bir Kısmı İstanbul’a yerleştirilmiş, Dolmabahçe, Çırağan saraylarını ısıtmakta kullanılan “Külhan” denilen mangalların yakılmasında çalıştırılıyorlardı. Bunların başındakilere de “Külhanbeyi” denildiğinden, sarayda çalışmanın avantajını kullanarak kabadayılık da yapan bu mangal ameleleri sayesinde dilimize “kabadayılığın” adı olarak “Külhan beyi” de yerleşmiş oluyordu.

Bu zayıflamayı iyi değerlendiren Rus Çarlığı tekrar Kafkaslara yönelmiş, 1862’de günümüzün Dağıstan’ı olan Çerkes ülkesini fethetmiş, amansız bir soykırım yapmıştı.
 
Batılılaşarak devletini toparlamaya çalışan Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecit Çerkeslerin İngilizlerle işbirliğinde olmalarından ziyade, Sünni-Alevi ayrımcılığı yüzünden dışlanan Alevi Türklerin bile aralarına katıldığı Kızılbaş isyanları (Sabetayist ve Gregoryen Ermenilerin, Ortodoks Hristiyan Süryanilerin, Karadeniz’li Ortodoks Rumların ve Yezidi Kürtlerin başını çektikleri isyanlar yüzünden Ankara’dan öteye gidemiyordu zaten. Balkanlar da ise durum daha kötüydü, isyancıları yakalayan subaylar Rus konsoloslarının baskılarıyla cezalandırılır hale gelmişti. Batılılaşarak üzerindeki baskıyı kıracağını düşünen Abdülmecit’in bütün çabalarına rağmen, azınlık isyanları durdurulamıyordu.
19. yy. Yezidi Kürt isyancılar

Bu azınlıklar aldıkları her türlü desteklerle şımarmışlar, devlete ne vergi ne asker vermedikleri gibi açıktan devlete de başkaldırmışlar, resmen Türk ve Müslüman soykırımları yapıyorlardı. Abdülmecit’in tüberkülozdan ölümü sonucu 1823’ten beri süren mücadelelerle dolu 38 yıllık padişahlık yaşamı, 1861’de ölümüyle yerini kardeşi Sultan Abdülaziz’e bırakmıştı.

Zeki bir padişah olan Abdülaziz, kardeşinin bıraktığı yerden batılılarıla ilişkilerini kuvvetlendirmiş, Fransızları, İngilizleri etkilemeyi başarmış ve sağladığı destekle içerideki isyanların Sırbistan, Bulgaristan ve Anadolu’da olanlarını kısmen bastırmıştı. Ama büyük devletlerin korumaları altında olduklarından ilk fırsatta gene isyanlar beliriyordu.

Bunları bastırmada da uzun zamandır Rusların baskısıyla göçlerine izin verilmeyen, Karadeniz’de gemilerde ölümü bekleyen, ölülerini denize atarak hastalıklardan kurtulmaya çalışanlarından kara yoluyla gelenlerine kadar Çerkezlerin göçüne izin vermiş, onlara yer verdikten sonra da orduda görevlendirmiştir.
 
Çerkezler, Marmara bölgesi (Balıkesir, Çanakkale, Bursa, Sakarya, İzmit, Bolu, İzmir, Samsun, Trabzon, Sıvas, Amasya, Elazığ, Erzurum, Malatya, Maraş, Diyarbakır, Behramköy, ağırlıklı, Ermeni isyancılarından boşalan Kayseri-Pınarbaşı, Balkanlarda Niş, Berkofça, Tırnova, Suriye Mısır’a kadar değişik yerlerde uygun arazi bulunan her yerde istihdam edilmişlerdir:
 
Rus soykırımından dolayı kinli olan Çerkesler bulundukları her cephede başarılar kazanılmasında etkili olmuşlarsa da, ço güçlenmiş Hristiyan koalisyonu karşısında Osmanlı’nın gerilemesini ve çöküşünü Türklerle birlikte olmalarına rağmen engelleyememişlerdi.
1878-93 Balkan Muhacirleri Karaköy'de

1860’larda başlayan ilk Çerkes göçünü, Abdülaziz’in uluslararası komployla tahttan indirilişi, Feriye Sarayında öldürülüşünün ardından tahta geçen Sultan II. Abdülhamit’in acemiliğinden istifade ederek, devleti İngiliz sömürgesi yapmak isteyen sahte Msülüman devşirme sadrazam ve vezirlerin çıkarttıkları Rusya seferi ile başlayan 1876-1878 Osmanlı Rus harbi yenilgisi takip etmiş, Kafkas göçleri ile Balkan göçlerine sebep olan korkunç bir Müslüman soykırımı da başlamıştı.
 
İşte bu dönemde gelen Çerkesler, Rus idaresinde olan, İngilizlerin kışkırtmalarıyla isyan Ruslara eden Dağıstan’dan gelen Vehhabilerdi. Aşırı Rus baskıları yüzünden Şeyh Şamil ile Karadeniz’de gemilerde perişan olarak bekletilen, hastalıklarla boğuşan Çerkezler kabul edilemiyorlardı. Sultan II.Abdülhamit sonunda bir yolunu bulup Çerkesleri kabul etmiş, Balkan göçmenleriyle birlikte 1882’ye kadar bekletilrerek, uygun yerler belirlendikçe yerleştirilmeleri sağlanmıştır.

Çerkeslerin gelişleri zaten uzun yıllardır aralıksız süren savaşların getirdiği kıtlık, yokluk, erkek azlığı yüzünden sıkıntı çeken yerli halkları pek memnun etmemiş, bazı saldırılar olmuş, sonunda saldırganlar cezalandırılarak iş tatlıya bağlanmışsa da Çerkezler de rahat durmamışlar, onlar da gelip geçtikleri yerlerde yerleşik halka saldırmışlar, evlerini, hayvanlarını, birikmiş paralarını yapmalamışlar canlar almışlardır. Hırsızlığa meyilli olmaları da bu geçimsizliklerin başını çekiyordu. Olayların geneline bakıldığında Çerkezlerin Ankara’dan itibaren Kürtlere, Hristiyan ahaliye karşı daha fazla yara verdiğini görmekteyiz.

30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla teslim olan Osmanlı devleti, çökmüş, halkın isyan etmesini önlemek ve işgalin sükunet içinde gerçekleştirilebilmesi için, ordudan küçük bir miktar asayiş işleri için bırakılmış, işgal güçleri konutanlarının kukla durumuna düşmüş padişaha verdikleri emirleri uygulamakla görevliydi. Diğer orduların tümü silahlarını teslim edip askerleri terhis edilmişti.

Emperyalist devletlerin kesin galibiyetine son anda savaşa girerek büyük emek vermiş Amerika Birleşik Devletleri’nin Yunan/Grek hayranlığı, Anadolu’ya uzanan bir Grek devleti kurma aruzusu yüzünden, 1919’da İzmir’e Yunan ordusunun çıkartılması da Kurtuluş savaşının ateşini yakmıştı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gelişen Kurtuluş Savaşına Çerkesler de katılmış, diğer yandan Kurtuluş savaşına karşı işgal devletlerinin güdümünde hareket eden İnzibatiye ordusundan istihbaratına kadar padişah yanında kalanları da vardı.
Her iki tarafta oynayan Çerkesler, sonunda Anadolu’da bir Çerkes devleti kurma fikrine kapılarak işgal devletleriyle işbirliğine girmişler, Mustafa Kemal Atatürk-Çerkes Ethem kapışmasında davayı kaybetmişlerdi.
AKP ile kadının hak ettiği yer budur;

Oysa, anavatanları olan Dağıstan için mücadele etmek, devletlerini orada kurmak yerine, Sünnilik yerine Mason İngiliz İslam’ı Vehhabiliği tercih ettikleri, Osmanlı’ya değil İngilizlere hizmet ettikleri için anavatanlarından sürüldükleri halde kendilerine kucak açan Türklerin yurdunda, onların zayıf hallerinden istifade ederek bunu yapmaları dürüst bir davranış değildi.
Ama, fırsatı değerlendirip, fıtratı değiştirme arzusu hem kendilerine hem de Türklere zarar vermiş, ikisinin kapışmasından her zaman emperyalizm kazançlı çıkmıştır.
 
Atatürk ile kavgalı olan Çerkesler, daha Osmanlı zamanında doğuda ayrılıkçı Yezidi Kürtler, Ermeniler, Süryaniler yanında yer almaktan da çekinmemişlerdir. Hatta Kürt İslam’ı olan Nurculuk tarikatına girerek kader birliği de yapmışlardı.

Bu gün, Balıkesir, Manisa, Çanakkale’den ülkenin her yerine, “görevi Ortadoğu’daki Müslüman devletleri ve Trükiye’yi, işgal-terör, iç çatışma-anarşi ile bölmek, rejimlerini İran’daki Yahudi-Şii rejimi ya da Suudi Arabistan’daki Yahudi-Vehhabi rejimine geçirmek, yüz yıllığına bölgede emperyalizmin bekçiliğini yapmak olan, sözde Müslüman görünen Yezidi Kürt, Orotodoks Gregoryen, Süryani, Lev Tahor, Yakubi, Şemsi Yahudileri koalisyonu olan AKP’de aktif olarak çalışmaktadırlar.

Çarşaf-peçe,Haremlik-selamlık otobüsler, Müslüman gibi namaz kılan Sabiliğe geçmiş
 Lev Tahor-Beyt-Ül Şems (Güneş Evi "Kâbe") Yahudilerinin aruzusudur.

Bu gün bir yakınımın Facebook paylaşımında gördüğüm, AKP Bandırma ilçe kadın örgütünün halkla diyaloglarını işleyen bir haberde, Bandırma AKP Kadın Kolları Başkanı Zeynep Sığırcı’nın da 1903’te yerleşen Kabartey Çerkes köyü olan, Bandırma Sığırcı köyünden olması da dikkatimi çekmiştir.

AKPKK Bandırma Kadın Kolları Başkanı Çerkez Zeynep Sığırcı

Daha geçtiğimiz hafta içinde TBMM’de kısmen özür diletilen AKP Balıkesir milletvekili Tülay Babuşçu’nun “600 yıllık imparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi” diyerek Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti aşağılaması akıllardan çıkmamışken, AKP’nin sözde imamlarının her gün kiminin anasının dizinden, kiminin dizine oturttuğu kızından, kimsinin, altı yaşında çocukla evliliği dine uygun bulmasından, kiminin, ölen eşiyle altı gün ilişki yaşamanın dinen uygun olduğunu açıklamasından, bir çok ilde AKP’li kadınların siyasetten el çektirilmesine uzanan, “kadının yeri evininin içidir, asli görevi ve en büyük rütbesi anneliktir” diyen, şimdiden çarşaf-peçe ile örtünmeyi, erkeklerde Sabi ve Keldani putperestliğinin kutsal kıyafeti olan Sarık, cübbe, şalvar kıyafetlerinden Rum Ege balıkçılarının kıyafeti olan fese kadar kıyafetlerin teşvik edilmesine ve okullarda Osmanlıca adı altında Kürtçe eğitime başlanılması gibi gelişmeler sanki hiç yokmuş gibi, Bandırma’lı AKABE/AKP İlçe Kadın Kolları Başkanı Çerkes Zeynep Sığırcı’nın “Atatürk’ün modern Türkiye ile yücelttiği kadınlar, 1934’te başlayan kazanımlarla dünyaya örnek oldular. Emekleriyle hep var olan fakat karar alma mekanizmalarında hak ettiği yeri bulamayan kadınlar 14 Ağustos 2001 tarihinde AK Parti’nin kurulmasıyla Türk kadını için yeni bir dönem başladı.” İfadesi, sanki, AKP zamanında kadınlar eve kapatma siyasetlerine maruz kalmamışlarcasına, ikiyüzlü siyasetlerini gözler önüne sermektedir.

AKP'ye göre kadının hak ettiği yer budur.
Tarikat fahişeliği

Genellikle halkı aydın, devlet bağlı, Atatürk’ü seven insanlar olan Bandırma halkına yaptıkları bu aldatmacanın iki yüz yıllık Haçlı İşbirlikçisi Çerkeslere yakışır ancak.

Bandırma’lı biri olarak Çerkeslerin tümünün AKP’li olmadıklarını bilmeme rağmen, bazılarının geçmişe dayalı hala geçmemiş yaraları yüzünden Çerkesler hakkında bu yazıyı yazmayı da gerekli bulmasaydım yazmayı düşünmüyordum.

Ama böyle işbirlikçilikleri gözler önüne sermeden insanları nasıl kazanacağız? Sorusunun da cevabı “aydınlatmak” olduğuna göre, eğer biz aydınlatamıyorsak, halkı aydınlatan birileri bulunur ve istedikleri gibi de kullanır.
 
Bu yazının da yazılma gerekçesi, Çerklesler de dahil olmak üzere, bu topraklara ayak basan herkesin bastığı toprağa sahip çıkmaları, sömürgeci Haçlı devletlerinin ayaklarını bu topraklardan uzak tutma çabalarında birleşmeleridir.
 
Takdir okuyanlarındır.


Alaeddin Yavuz/

Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

1 Mart 2015 Pazar

"YEDİ TEPE" NE İSLAM,NE DE TÜRK'TÜR.



Güneş ve Ay'ın evliliklerinden doğan ilk "beş gezegen+ güneş ve ay", göğün kutsal "ilk yedi tanrılarıydılar."

Gök yüzündeki yıldızlar onların çocukları olarak türediler.,

Sabiler, Grekler bu "yedi gök cismini" insan şekilli tanrılar olarak kutsal saydılar.

Asırlarca onların adlarına tapınaklar inşa ettiler.

Yeryüzünde "yedi tepe" üzerine kurulan ilk şehir Roma ikincisi İstanbul olarak bilinir.

AKP ve onu destekleyen Müslüman görünümlü kripto Rum cemaatlerin "yedi tepe" adını her işlerinde sembol yapmaları bundandır.

"Yedi tepe" ne Türk ne de Osmanlı'dır.

Yedi tepe, Roma'dır, Biznas'tır ve Grektir. Yani, "öküz başlı dev ve cüce tanrılara tapınan putperestliğin adıdır.

Yedi tepe derken bunu bir düşünün.

İstanbul'un kurulduğu "yedi tepe", kendilerine koloni aramak için yola çıkan Atina yakınlarındaki megara şehir kralı Byzas (Bizas) tarafından, M.Ö.667'de günümüzdeki, Sirkeci, Harem iskelesinden, Sirkeci garı kapısı önünden At meydanı/Sultanahmet meydanından, Marmara Üniversitesi merkez binasının olduğu yerden Küçük Ayasofya camisine inen çizgi ile Sarayburnu, Topkapı sarayı, Ayasofya camiisi, Cankurtaran sahili arasındadır.
İstanbul M.S. 196'da Septimus Severus tarafından yakılarak feth edildi ve "Yeni Roma /Nea Roma" olarak yeniden inşa edilmişçesine imar edildi.

M.S. 330'da Hristiyanlığı serbest bırakıp, resmi dinler arasına alan, Kontantin, Fener-Fatih-Kocamustafa paşa çizgisinde surları genişletti. İkiye ayrılan Roma imparatorluğunun "Doğu Roma İmparatorluğu"nun başkenti olarak ilan etti.
Son olarak I.Teosidiyus yeni yedi tepe tespit ederek şehri günümüz Yedikule'den Topkapı üzerinden Ayvansaraya uzanan surlarla genişletti.

O zamanın Grekleri, İran Mitra (Mihri/Güneş) dininden milliletirdikleri Grek mitracılığına dayalıydı. Bu din zamanla evrilerek, Roma, Bizans mitracılığı oldu. Grek İncil'İne göre Katolik ve Ortodoks Hristiyanlık da bu dini esaslara göre yoğruldu.

O tepeler, geçen 2000 yılda epey düzlendiler.

Genel seçimler yaklaşırken AKP, seçim şarkılarını seslendirmek üzere "Grup Yedi Tepe" adlı müzik gurbu kurmuş.

Bunların derdi Bizanstır, Osmanlı, Türk, İslam hiç değil.

Takdir sizlerindir.
Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

27 Şubat 2015 Cuma

ERGENEKON FOS,KEYKUBAT HAKLI ÇIKTI


2007 yılının son aylarında art arda meydana gelen Dağlıca baskınlarında kaybettiğimiz askerlerimizin (2012 ile karıştırmayınız-Okuduktan sonra tıkla)) şehadetinin ardından 2008 yılı başlarında zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ABD’ye gitmiş, dönüşünde de bu gün ERGENEKON adıyla bildiğimiz tutuklamaları başlatmıştı.

Ordu mensupları ağırlıklı, İşçi Partisinden ve bazı basın mensupları, Üniversite, emniyet mensuplarına uzanan bir dizi seri tutuklamalar, altı yıla yakın süre bu insanların yargısız, sonradan başlayan yargılama aşamasında da uydurma deliller, terör örgütü mensuplarından yandaşlarına uzanan kişilerden oluşan gizli tanıklar, Amerikan adalet sistemine uygun hakim ve savcıların beş, on yılda okuyamacakları kadar delil furyası ile boyanan gözler, yandaş Tv kanallarında her saniye başı süren “Ergenekon Terör Örgütü” ETÖ iftira programları 2014 yılına kadar hepimizi meşgul etti.

Emekli ve siyasetle  ilgisini kesmemiş, vatansever bir polis olarak, PKK terör örgütünün, 1980 darbesi ürünü olduğunu, devlet ve zamanın ANAP hükumeti+Derin NATO eliyle kurulduğunu zaten biliyordum.
Bu ötgüt, devlet koruması ile şımartılmış, işlediği cinayetlere göz yumulmuş, serbest bırakılan Kürt kökenli solculara ceza evlerinde sistemli işkenceler yaptırılarak devlete düşman edilmiş, içeriden demokratik harketlerin, dışarıdan ABD-AB baskıları ile yavaş yavaş salınan solculuktan başka suçları olmayan gençlerin devlet eliyle, kurulan terör örgütüne yani Ermeni APO şeytanının çiftliğine katılmaları sağlanmış, hem kendi ordumuz hem de anılan dış güçlerin orduları ve istihbarat örgütlerince levazım, mali, mühimmat,siyasi olarak desteklenmişlerdi.

Bunların hepsini zaten biliyordum da bu Ergenekon neydi?
1-Ergenekoncular Gizli Kişilikler Değildi; Devletin kendisini korumak için kurduğu gizli bir yapılanma olsaydı bu kadar kolay tasiye edilemezdi bana göre. Zira tutuklananlar daima göz önünde olan kişilerdi, hiç bir gizlilikleri de yoktu.

2-El öpmeden, ABD Onayı Almayan Genelkurmay Başkanı Olamıyordu; Kenan Evren’in cumhurbaşkanı olmasından sonra yerine geçen ve süreleri doldukça değişen genelkurmay başkanlarının hepsinin, “el öpme sırası” takip ederek mevkilere geçtiklerine tanık olmuştum. Genelkurmay başkanı adayı belirlenince, önce Kena Evren’e ziyaret yapılıyor ardından ABD gezisinde Amerikalı kurmaylarla görüşüyor, duruma göre sivil hükumetlerle de görüştükten sonra dönüşünde 30 Ağustosta rütbeyi takıyorlardı.
Bu sıra Ergenekon tahkikatına kadar bütün genelkurmay başkanı olacak paşalarca aksatılmadan takip edilmişti.

3-Bu Şartlarda, ABD’ya Sadakati Olmayan Genel Kurmay Başkanı da Yoktu.


Öyleyse bu tutuklamalar neyin nesiydi?

Benim açıklamam şuydu; 1980lerin başından sonuna on yıl boyunca süren cunta ve yarı cunta dönemlerinde, Tv’lerdeki açık oturumlarda “Ordunun elinde II.Dünya savaşı artığı ABD’nin hediyesi, işe yaramaz silah, araç gereçler geçen yıllarda yenilenmemişti. Ordunun, silah, araç, mühimmat, levazım v.b. gibi yaşamsal konularda modernize edilmesi, 21. yüzyılın savaş şartları olacağı ön görülen “gerilla tarzı savaş taktiklerinde tecrübe kazanması” gerektiği, bu tecrübenin de doğu Anadolu’da kurulacak bir terör örgütü ile çıkartılacak “danışıklı iç savaş” ile olacağını zamanın koca kafaları profesörlerden yıllarca sabahlara kadar dinlemiştim.

Geçen 25 yılda ordunun eğitimi tamamlanmış, terör örgütü de ABD-AB+NATO’nun Irak işgalinde, sil baştan silahlandırılarak kullanılmıştı.
Artık terör örgütü tasfiye edilmeyecek, diğer komşuların işgallerinde sahiplerinin askerliğini yapacak, Türkiye ve NATO yapılanması da arkasında koruyuculuk yapacaktı.

Yani, Terör örgütü ile yasal devletin ordusunun yanyana çalışacağı günler gelmişti. Şimdi yapılan, biraz da ülkenin parçalanacağından endişelenen Rusyacı, Vatansever, terör örgütüne kinli, onun hedefi olan subayların tasfiye edilerek, terör örgütü ile uyum içinde çalışacak yeni subayların iktidara getirilmesi sağlanıyordu.

Bu operasyon, ömrünü askeri darbe ve muhtıra baskılarıyla geçirmiş halkı, “cuntacı ordudan”,onun siyasal ve askeri vesayetinden kurtarıp, demokratik, sivil, özgürlükçü sivil hükumet” idaresinde yaşama devrimi olarak gösterilmekte de kullanılıyordu.
Bir taşla iki veya daha fazla kuştu bu. 

Devletimizin Ergenekon adlı derin, koruyucu yapılanması olacak ve böyle keklik gibi avlanacaktı, böyle şey olamazdı. Suçalamada kullanılan deliller, uydurma ve Amerikan yargı tarzındaydı. Bu da operasyonun hükümetçe değil, dış kaynaklı projelere göre yürütüldüğüne beni ikna etmişti.
Ayrıca, tutuklanan subayların ve kişilerin büyük çoğunluğu Alevi kimlikli, kripto Ermeni teşhisi koyduğum tiplerdi. Bunun böyle olduğu bu gün de ortadadır. Sabetaycı Müslüman/ Yahudi tarikatına girenlerin Türk Alevileri, Müslümanlığa 1915 tehciri döneminde geçmiş Anadolu Gregoryen Ermenileri olduğunu da araştırmalarımda az çok yakalamıştım. Tunceli hizmetin sırasında, bazı halktan kişilerin “Biz, Kürt değil Zazayız ve kayıp 12 Yahudi kabilesinden olduğumuza inananlarımız da var” sözü de aklımdaydı.



ERGENEKON ADININ BATI KÖKENLERİNİ ARAŞTIRMAYA BAŞLAMAM

Ama, Ergenekon adının batıdillerine ait bir adl olduğu konusunda elimde delil de yoktu, ne yazabilirdim ki?

Ergenekon konusunda en sık dile getirdiğim ifade de şuydu; "Silivri bir Koloni Hapishanesidir, içindekiler, sömürgec devletlerin mahkumlarıdır. Ergenekon,rolleri gerçek oynanan, en iyi sinema, tiyatro sanatçılarına el öptüren rollerin oynandığı bir tiyatrodur."

Ergenekon'un küresel güçlerce senaryosu yazılmış bir tiyatro olduğunu biliyordum ama bu adın "batı edebiyatındaki aynını nasıl bulacaktım?"

Araştırırken, İlk Hristiyan şehidi kabul edilen Aziz George (Corc) efsanesini bulmuş, bununla ilişkilendirmeye çalışmıştım. Kısmen gerçekten ilgisi de vardı. Aziz George’un adıyla, Müslüman ordusuna sindirme operasyonu yapıldığını işlemiştim. Bu operasyon, yazdığım amacından daha çok ordunun genelinde yılgınlığa sebep olmuştu çünkü. Malum, gizli projeler askerlere açıklanmaz, kurmayca bilinir ve takip edilirdi. İşin aslını bilmeyen ordu mensupları gerçekten umutsuzluğa kapılmıştı ve ihanete uğradıklarını düşünyorlardı. Yanlış ta değildi.

Ermenilerin, Bitlis-Ani sürgünlerinin işlendiği İngilizce yayınlanmı bir Ermeninin anıları kitabında da, yazarın 1892 Bitlis Ermeni Sürgününe “Ermenilerin Ergenekonu” adını verdiğine tanık olmuş, kitabın adı, linkiyle birlikte dilimize ilgili sayfayı çevirerek yayınlamıştım.


Bir gün,Hindistan veya İngiliz haber sitelerinden birisinde “Er George Operation in Irak” başlıklı bir makale görmüştüm.
Haberi okuduğumda, Irak’ta vatansever olduğundan şüphelenilen Iraklıların evlerine Saddam’ı veya kurmaylarını ya da askerlerini saklıyor, silahlanıyor endişesiyle, imsak vakti (Sabilerin ve Ortodoks Hristiyan olan Süryanilerin ilk sabah namazlarını kıldıkları vakittir) yapılan baskınlarla tutuklamaların yapıldığını yazıyordu ve evinde Amerikan askerine nefretle bakan, çocuğuna sarılmış Iraklı bir kadın resmini de habere eklemişlerdi. Bunu dilimize çevirip linkini verdim, sonra yerli basında da haber oldu. Bu haberi, Aziz George efsanesiyle “Hristiyan fanatizmiyle” birleştirip “Haçlı saldırısı” olarak işlemiş, Ergenekon örgütü diye bir örgütün olmadığını açıklama gayretimi sürdürmüştüm.

Sonunda madeni bulmuştum.
II.Dünya savaşı sonrası ABD idaresine giren Avrupa ve ülkemizin de dahil olduğu diğer dünya devletlerinde, “ABD karşıtı, bağımsızlık yanlısı, sağcı, solcu, milliyetçi” görüşe sahip kişi veya örgütlenmelere karşı yine “imsak vakti operasyonları” yürüten C.İ.A başkanlığına gelmiş, operasyonlara adını vermiş Er George Claire adlı şahsın hayat hikayesini yakalamıştım.
Bu da işi bitirmişti. Bunu da “Ergenekon Tezgahının Ardındaki Gerçekler” başlığıyla yuayınlayınca tabi blogum engellendiğinden yazı yazamaz hale gelmiş, yeni bir blog daha açmak zorunda kalmıştım.

Özetlersek;
1-Ergenekon, içeriden siyasi özgürlük devrimi değil, aksine dışarıdan planlanmış, orduda istenilmeyen tiplerin tasfiyeleri, yeni çalışılacak kadronun tespiti için başlatılmıştı.
2-İlk Hrisityan şehidi Aziz George, Ermenilerin 1892 Bitlis-Ani sürgününe Ergenekon adını vermeleri, Irak’ta uygulanmış “Er George” baskınları ve son olarak da C.İ.A başkanı Er George Claire’nin adını verdiği “Er George baskınları” ve buna ABD Cumhuriyetçi Partinin kurduğu "Neo Conservatism" akımının baş harflerini ekleyerek "ER GEorge NEo CONservatism(Tıkla)" kısaltmasından elde edilen adla birlikte düşünüldüğünde, Ergenekon operasyonunun “dış kaynaklı operasyon” olduğunu da görmüş , delillendirmiş oluruz.

Bu gün de Ergenekon davasını yürüten görevli savcı Sait Kunt, “Ergenekon diye bir terör örgütü olmadığını (Haber için TIKLA)” açıklayarak bu işe son vermiştir.

Ergenekon’a geçmiş olsun, yakında, değişen şartlara göre çalışacakları kadroları belirlemek için sıraya bakalım neleri koyacaklar?
Bunu yaşarsak hep birlikte, aksi halde kalanlar görecektir.
İçerden, dışardan her türlü kışkırtma, tahrikler ekarşın uyanık olup dpğru tespit yapmadıkça, halkın birbirine girmesi kadar salakça bir davranış olamaz.
Bu tezgahlar boyunca halkımızın bu özelliğine tanık olduğum için de gururluyum. İşte, bizi büyük ve saygın kılan da bu “doğruyu araştırma, sorgulama yeteneğimiz” ile “”gerçeğe, adalete” olan bağlılığımızdır.

Bu yazıyı, kendimi övmek için değil, bu güne kadar yayınladığım 2500 kadar yazımın hepsinin “aynı mantıkta, aynı hedefi gösteren yazılar olmaları” özelliklerini bildiğimden, okumayanların okuyarak bir şeyler çıkartıp, öğrenebilecekleri konular bulabileceklerine olan inancımdan dolayı yazıyorum.
Bu güne kadar okuyanlara, değer verip ülkemizi maceralardan kurtaran aklı selimlere ve  okuyarak böyle davranacak olanlara saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.
Son söz;
Ergenekon fos, “keykubat” haklı çıktı.

Benim haklı çıkmam, suçlamaların düşmesi bu tiyatroda, rolleri ölüm olanların canlarını veremese de bundan sonra benzeri tiyatrolara maruz kalmayacağımız anlamına gelmez. Zira her gün yeni tiyatrolar sahneye konulmaktadır. Bu tiyatroları deşifre edenlerin şöhretlerine değil, delillerine, samimiyetlerine bakarak ilgililerin karar vermeleri gerekir.
"Devlet işinde, samimiyet, arkadaşlık, kankanlık olmaz." Bunu herkes bilmeli ve kafasının içine de dışına da çivilemelidir.


Buraya kadar sabredip okuduğunuz için teşekkür ederim.


İlgili yazılarımın linkleri (Bunlar yeter umarım);

25 Şubat 2015 Çarşamba

SON YILLARIN OLAYLARI SAVAŞA ZORLAMA BASKILARIDIR.

Türkiye bir yerlere girmeye zorlanıyor. Yeni değil uzun zamandır bu bir gerçek.

2003 Mart teskeresiyle Irak'a girmek ve ülkeyi Amerikan üssü haline getirecek girişimler boşa çıkarılmış, 2088'de 1992'nin tekrarı olan Gürcü-Rus savaşına girmemiz, zamanın genelkurmayının çabalarıyla engellendi. 2011 Libya işgaline bira tuz atarak kurtulduk, ardından gelen Suriye işgali üstümüze yıkıldı ondan da El Nüsra, ÖSO, IŞİD, EL KAİDE örgütleri öne sürülerek kurtulundu.

Bunlar, küresel işgalci Haçlı ve Lev Tahor Yahusisi Mason sermayenin hoşuna gitmedi.

PKK'ya doğu Anadolunun peşkeş çekilmesi, şehirlerin yağmalanması, eğitim kurumlarından sokaklara anarşinin hortlatılması, öğrenci olayları, tecavüzler, insanlık dışı cinayetler hep "kaos üretim merkezlerinin" ve işbirlikçilerinin işleridir.

Kuzeyde, her ne kadar geçenlerde Rusya ve Ukrayna ateşkese razı oldularsa ola bitmemiştir. ABD, Ukrayna'ya daha iki gün önce 600 asker göndereceğini açıklamış, bu RT ve EuroNews kanallarında haber olmuştur.

Rusya'Nın Kırımda dahi kalmasına razı olmayan küresel sermaye, Rusya'yı Ukrayna, Türkiye ve Kafkaslardaki Vehhabi Çeçen, Çerkez, Yahudi Kırım Tatarları, Gürcistan ve Türkiye ile Karadenizin ötesine hapsetmek istemektedir. Aynı baskıyı doğudan Japonya, Çin, Tayvan, G.Kore gibi ülkeler ve Filipinlerle yürütmektedir.

Rusya'Nın başına getirilen Putin küresel sermayeyi ciddi olarak tehdit etmektedir.

Ukrayna sorunu, Rusya'nın Karadeniz'in
ardına hapsedilmesini hedeflemektedir.
Suriye'nin ve ABD'den korkuya düşmüş, Ortadoğu Müslüman ülkeleri ile Afrika ülkeleri de Rusya ve Çin'i alternatif, kurtarıcı bir denge unsuru olarak gördüklerinden ABD'nin hegemonyası "prestij" kaybına uğramaktadır. 

Çin'in de ABD muhalifliğine katılmasına ek olarak, ABD'nin küresel hakimiyetinden hoşnut olmayan AB ülkelerindeki bazı milliyetçi sermaye de bir meydan okuma içinde olmasa da hoşnutsuzluğunu göstermektedir.

Örneğin Almanların Libyaişgaline destek vermemeleri, bazı Avrupa ülkelerinde ABD karşıtı toplantıların yapılmaları gibi olaylar aratarak sürmektedir.

İşin kötüye gittiğini gören ABD'de üstlenmiş küresel sermaye, Obama'nın "demokratik kişiliği, yumuşak emperyalizm faaliyetlerini" korkaklık, başarısızılık olarak görmekte ve Obama'nın ABD senatosundaki çoğunluğunu elinden alarak, faşist, köktendinci Cumhuriyetçileri beslemektedir.

Bütün bu gelişmeler ışığında, ABD, Türkiye'nin bir an önce, Suriye, Ukrayna, Kafkasya, İran cephelerinde aktif askeri güç/jandarma olarak görev alması için baskı yapmaktadır.
Putin, Obama görüşmeleri
barışçıl sonuçlanmıyor.

Bunu yaşama geçirmek için de Türkiye'ye de beslettiği Irak Suriye'deki terör örgütlerini, ülkemizdeki uyuyan yapılanmalarını harekete geçirerek hükumeti ve devleti tehdit ile Jandarmalık görevine zorlamaktadır.

Sözde IŞİD tehdidi yüzünden Süleyman Şah türbesinin kaçırılmasını takiben Malatya'da iki uçağın kaza ile düşmesi pek akıllıca gelmediğinden, gerçekte, ülkemizin savaşa zorlanması amacıyla düşürülmesinin düşünülmesi akılcı olacaktır. Bu da ülkemizin savaşa zorlanmasından başka şey değildir.

Seçim öncesi de sonrası da AKP buna cesaret edemez. Savaş kan, ölüm, yağma, talan, işsizlik ve kıtlık getirir. AKP'yi ilk boğacak olan onu ayakta tutan kesim olur. 

AKPKK bunun bilincinde.

Ama bir gün kaçınılmaz son kapıyı çalacak, bundan da kaçış olmayacaktır.

Bakalım daha ne kadar idare edebilecekler.
ALMAN EKONOMİ BAKANI SİGMAR GABRİEL
ABD TİCARETİNDE KAYIP ENDİŞESİ OLDUĞUNU
AÇIKLADI VE İŞ ADAMLARINI UYARDI.
(Tıkla)


Siyaset tarihimizin gelmiş geçmiş en fırıldak siyasetçisi Recep Tayyip Erdoğan ve AKPKK'sı bu baskılara bakalım daha ne kadar dayanabilecekler?

Sevgili milletimiz ise, her şeyin hep böyle gideceği rahatlığı içinde AKP'nin kendilerine verdiği kıymet ölçüsünde sunduğu büyük-küçük nafakaların hep süreceği zannından kurtulmalı, bastıkları toprağa aktif olarak sahip çıkmalıdırlar.

Son yıllarda yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz her türlü olumsuz olayların ardında bizi savaşa zorlama siyasetleri olduğunu lütfen görelim.

Bir de AKP'li milletvekilleri Osmanlıcılık adı altında sarıklı türbanlı resimleriyle kendilerini tanıtma kampanyasına başladılar. Oysa, sarık kökeni İslam'a dayanmayan, şeytana Güneş Tanrıçasına tapınam dini olan Sabilikten ve Keldanilikten alır.

IŞIK KRALI (NUR) olarak anılan tanrı, ilk yarattığı meleklerine, kızlarına (karılarına) "nurdan hale"den bir taç yapar giydirir. Bu halenin temsili olarak da "Beyaz Sarık" örtmelerini emreder. Sabilerin kutsal kitabı "Ginza di Rba" (Öğretmen Ze Cin'i/Hazine) theogony (Tanrı yaratılış) ve Cosmogony (Evren yaratılış) yaratılış mitlerinde bu genişçe açıklanır.

2003 Gürcistan Azınlık Raporu da (A.B parlamentosuna sunulan) R.T.Erdoğan'ın Gürcistandaki kökeni olan Batum Bakata  (Asi demekmiş)kasabasının da Batum'un da 1915'de Enver paşanın tehcirinden kaçan Süryanilerin sığındığı kasaba olması, Süryanilerin de Sabilerin Ortodoks Hristiyanlığa geçmiş Sabi kavmi olması (Armiler ve Haramiler) bu bağı doğrulamaktadır.

Yani, Osmanlı adı altında Kürtçe, Aramice dil ve gelenekleri yerleştirilmekte, halkımızın dini, giyimi, günlük yaşamı dönüştürülmektedir.

Buı dönüştürmenin uzaması da savaşa girmeyi erteleme gerekçelerinden biri olarak AKPKK'yi başımıza getiren küresel güçlere sunuluyor olabilir inancındayım.
Şarkıcı Atilla Taş'ın bir Twitter paylaşımıyla da bu konuyu bağlayalım;

Osmanlılaştırma hızla sürüyor. Aslında bu Sabileştirmedir.
Sabilerin kitabında Allah beyaz sarık giyer ve Adem'e de
bundan giydirir, diğer meleklerede.
İslam'daki Sarık ise Sabilikten Yahudiliğe geçmiş Sarığın
kutsanmasıdır ama pek de üstünde durulan şey değildir.
Sarık Sabi Beyt Şems Yahudileri, Sabiler, Süryaniler,
Keldaniler kısaca "ŞEYTANA TAPINANLARIN" kıyafetidir

Takdir sizlerindir.


Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

17 Şubat 2015 Salı

2015 SEÇİMLERİ ÖNCESİ ÜLKEMİZDEKİ SİYASETİN SON ŞEKLİ!



12 Eylül 1980'den beri dğzenli, sinsi ABD projeleriyle yaratılan terör örtamı ve onun belirlediği  siyasi ortam, bulunduğumuz coğrafyamızın 21. yüzyılda sömürgeci devletlerin çıkarlarını koruyabilecekleri B.O.P projeleri gereğince işgal ve tasfiye edilmektedir.

Bu projeler yüzünden, komşularımız olan bazı devletlerin haritalarından siyasi idarecilerine kadar her şeyinin değiştirilmesine rağmen, G.W.Bush dönemi ABD'sinin aşırı tepki çekmesi, ABD Demokrat Parti iktidarını yönetime getirince, yeniden idare "sempatik, demokratik emperyal güç ABD görüntüsü vermeyi uygun buldu.

Buna rağmen, eski projesi de iptal edilmedi. Ülkemizin bu projenin zararlarından kurtarılabilmesi için de siyasi çevreler, yeni siyasi oluşumlara girdiler.
BU GÜNKÜ ELEŞTİREL SERBESTLİĞİN ARKASINDA R.T. ERDOĞAN'IN "KENDİLİĞİNDEN OLUŞAN DOĞAL MUHALEFETİ" KORUMAYA SON ÜÇ YIL İÇİNDE İKNA EDİLMESİ YATMAKTADIR. BU ÖNERİ BLOGLARIMDAN ÇIKMIŞ, MECLİS MUHALEFET PARTİLERİNCE HÜKUMETE İLETİLMİŞTİR.
Irak'ta Kürdistan düzenlemesi

Benim, kimseyi bağlamayan tespitlerime göre;

AKP, ATATÜRK REJİMİNİ TASFİYE EDİP YERİNE YAHUDİ+MASON ŞERİATI GETİRMEKLE GÖREVLİ, KRİPTO RUM, ERMENİ, YAHUDİ DİNCİ PARTİDİR.

CHP-MHP-HDP-CEMAAT KOALİSYONU, HER DİN VE MEZHEPTEN KRİPTO ERMENİ YAPILANMASI HALİNE GELMİŞTİR. AKP'NİN NURCULUK MASKELİ ŞERİATINA MUHALİF, DAHA ÖZGÜRLÜKÇÜ, KATILIMCI ŞERİATI DÜZENİNİ SAVUNMAKTADIR. Geçen yıl diyarbakır bdp kongresinde bu rejimde anlaştılar. Paralelciler olarak bilinirler.
R.T.Erdoğan'ın başkanlık
seçimlerinde kullandığı
sembol ile Anadolu Partisi
sembol benzerliği dikkat
çekicidir.

VATAN PARTİSİ, ATATÜRKÇÜ, SOLCU, SAĞCI, DİNDAR, EMPERYALİZM KARŞITI HERKESİN BİRLEŞTİĞİ BİR PARTİDİR. ERGENEKON SENARYOSU İLE, AKPSONRASI, YARIM KALAN ATATÜRK DEVRİMLERİNİ TAMAMLAYACAK AMA ASLA SOL VEYA ŞERİ OLMAYACAK DEMOKRAT TÜRKİYE TERCİHİ OLARAK OLUŞTU. ABD EMPERYALİZMNİN ÜLKEMİZDE GÖRMEK İSTEDİĞİ EN SON AMERİKAN DÜZEN PARTİ YAPILANMASIDIR. HALK TERCİH EDERSE, ABD'NİN KENDİ ÇIKARLARI ADINA EN KÖTÜ TERCİHİ GERÇEKLEŞECEKTİR.

ÖNE ÇIKAN TBMM DIŞI SİYASİ OLUŞUMLARIN SEMBOLLERİNDE BİLE ADETA "EMPERYALİZMİN MÜHRÜ" GÖRÜNMEKTEDİR.

DİĞER TBMM DIŞI PARTİLER; ETKİSİZ KURU KALABALIKLARDIR. YARIM MİLYON OY ALABİLECEK OLANI OLDUKÇA AZDIR. KİMSE DE KAAALE ALMAMAKTADIR. BENCE HEPSİNİN BİR YERLERDE TOPLANMASINDA FAYDA VARDIR.

ŞU AN VATAN PARTİSİ, CHP'DEN İYİDİR VE ANADOLU PARTİSİ DE DİĞER VATANSEVERL PARTİLERİN DE CHP-MHP YERİNE BİRLEŞECEKLERİ TEK MERKEZDİR.

BAŞKANLIĞINA SEÇİLEN DOĞU PERİNÇEK SEMBOLİKTİR, İLERİDE BEĞENİLMEZSE DEĞİŞTİRİLEBİLİR. İŞÇİ PARTİSİ ŞAHSİ MALI OLSA DA VATAN PARTİSİ DEĞİLDİR. Azınlık farkı tanımadan herkesineşit temsil edildiği bir parti olarak kuruldu.

EHVENİ ŞERDEN BU KADAR, YAKINDA ONLAR DA KILIÇDAROĞLUNA DÖNERLER AMA ŞU AN YCHP-MHP-CEMMAT-PKK KOALİSYONUNDAN İYİDİR.

Vatan Partisi-PKK'nın PYD
sembol benzerliği
DEMOKRAT OBAMA PARTİSİNİN DE G.W. BUSH DÖNEMİNİN KORKULARINI SİLEREK, ŞİRİN AMERİKA İMAJ YARATMA İSTEKLERİNİN DE EKLENDİĞİNDE, EMPERYAL GÜÇLER BU KADARINA İZİN VERMİŞKEN OLANI DEĞERLENDİRİP, SONRA, DAHA DEMOKRATİK OLUŞUMLARA GEÇME ŞANSI YAKALAYABİLİRİZ.
YOKSA YUNANİSTAN'A BİLE BAKARAK SÜMÜKLERİMİZ ÇEKER DURURUZ.
G.W.BUSH DÖNEMİNDEKİ SİYASİ BASKILARI HATIRLAYARAK,  BU KONUDA KARAR VERMEKTE YARAR VARDIR.

BU BİR ÖNERİDİR, TAKDİR SİZİNDİR.

Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc