Önce yazdığım ön bilgileri okursanız, he4 şeyi daha kolay çözeceksiniz.
1987 Mayıs ayında, kendi kendime İngilizce öğrenip, o zaman Türkiye'de TEK özel dil eğitimi veren Gök Dil Kadıköy Dershanesinden aldığım diploma ile İstanbul Emniyet müdürlüğü Personel Şube Müdürlüğüne yaptığım başvuru olumlu görülüp, Turizm Şube Müdürlüğüne tayinim yapıldı.
Buraya adres soranından her türlü mağduriyete uğramış turistler, ikamet izni almış yabancılar, iş insanları, sanatçılar, akademisyenler, basın mensupları, öğrenciler, araştırmacı yazarlar da... baş vururdu.
Bu insanlara sıcak yaklaşım göstererek, yani görevimi gereği gibi yaparak dilimi ilerletmeyi hedefliyordum.
İltica etmek için ilgi gösterdiğimi sanıp uzaklaşırlardı.
Zeki olanlar ise uyarırlardı;
Alaattin bey, 20 yıl sonra devletinizin rejimi değişecek, İran gibi olacaksınız. 40 yıl içinde iç savaşa sürükleneceksiniz. Yaşın genç, bırak polisliği bir Avrupa ülkesine kaç. Orada sosyal devlet var, kendini kurtar.
Gelecek endişesi duyma. Hiç çalışmasan alacağın işsizlik maaşın buradaki maaşının üç katı olacak.
Bu nasıl olacak derdim;
Atatürk öldükten sonra tüm devlet adamlarınızı, Osmanlı ve cumhuriyete karşı savaşan tebaalarınızdan, bize sadık olanları seçerek biz tayin ettik.
1980 darbecilerini de biz getirdik. 2000 yılına kadar bu kadro ülkenizi ŞERİAT REJİMİNE hazırlayacak. O zamanın siyasî önderlerini 50 yıldır seçip eğitiyoruz.
Sen çok vatan seversin ama, devletin başı bize çalışıyor, derlerdi.
Uyarıları şartlara bakınca yerindeydi kızamıyordum, ama gene;
Başaramayacaksınız! diyordum.
Devletin bu kadar hoyratça batının elinde oyuncak olmasını hazım edemiyordum.
Olacak Alaattin bey olacak, derlerdi.
O zamanlar Açık Öğretim Fakültesi İş İdaresi öğrencisiydim ve cumhuriyet tarihi derslerine bakınca biraz devlet varmış havası uyanıyordu, biraz da ümitsizlik basıyordu.
1990 yılı başına geldiğimizde artık herkesle tartışmaya girebikilecek kadar konuşma pratiğim gelişmişti. 2 yıldır yabancı devlet misafirlerine tercüman olarak görevlendiriliyordum.
Bazıları 45-50 gün kalan Turgut Özal'ın özel CIA ajanı Samuel Ziskind gibi misafirleri de oluyordu.
70 yaşın üzerinde olan, uzun boylu, iri yarı Fransızca dili profesörü v.b. benzeri kimlikli adamlar rakıyı içince Adnan Menderes döneminde Atatürk'ün kurduğu devlet yapısını nasıl yıktıklarını, ülkemizi sömürge yaptıklarını anlatıyordu.
Türk halkının İslâm sevgisine çok saygı duydukları için Komünistleri ülkeden kovdurduklarını, hep sağcı iktidarları desteklediklerini anlatarak övünürlerdi.
"Biz şeriat değil, demokrasi istiyoruz, din vicdanlara bırakılmalıdır, bize daha fazla kötülük etmeyin..." diyerek ağızlarının payını verince konuyu değiştirirlerdi.
Bir gün İngiltere Başkonsolosu arabasını yollayıp beni yemeğe davet etmiş. Hiç görüşmemiştim, şaşırdım.
Müdire hanım, "Alaattin hemen sivillerini giyin gidiyorsun. Bu büyük bir onur, meslek hayatımda ilk kez bir polis memurunu başkonsolos yemeğe araba gönderip davet ediyor. Seni dürüst çalıştığın ve çok kültürlü olduğun için tebrik ediyorum. Yarın ne zaman istersen gel veya dinlen" demişti.
Neyse gittim, odaya girince üç kadını görünce tanıdım.
Başkonsolos kapıya kadar gelerek buyur etti, kadınlar sarılıp teşekkür ettiler.
Yanılmıyorsam taksi ile hırsızlık yapan Kasımpaşa'lı yankesiciler çantalarını boşaltıp bir otel önüne bırakmışlar. Ben de tek tek otellere sorarak bulmuştum.
Kimlikleri, kredi kartları, belgeleri duruyordu.
Kadınların biri Başkonsolosun kayın validesi, eşi ve kızıymış.
Biraz iltifat yağmurundan sonra kadınlar eve gittiler. Başkonsolos da kendisi ile görüşmek isteyen o zamanın Refah partili, Turgut Özal yanlısı gazeteciler ve bir iki milletvekilini odasında bir tabloyu kaldırınca ortaya çıkan pencereden göstererek:
Alaattin bey, bunlar devletinizi, cumhuriyetinizi yıkmak için ilkemize gitmek istiyorlar. Benden de görüş istiyorlar.
Bırakalım vatan hainleriniz beklesin, biz yemeğe gidelim" diyerek yan kapıdan birlikte çıktık. Gece 03:00'e kadar İstiklâl caddesi Hacıbaba lokantasında kafa çektik.
Yüzyıllardır aile boyu elçilik yapan aileden geliyormuş, eşinin ailesi de öyleymiş.
Aynı bizdeki, Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'dan Katolik İncili okuyan Fener Ortodoks kilisesi öğretisine düşman oldukları için getirip, Fatih semtine Fener patrikhanesi çevresine yerleştirdiği sarıklı, cübbeli, şalvarlı Bagratuni Hıristiyan Pontus Feneryot Rumları gibi.
Osmanlıya ilk Rum isyanını Ukrayna'da çıkartan Feneryot tercümanı beylerbeyinin ihanetiyle başlayan, tüm ihanetleri de bunlar başlatmıştı.
Türklerin bu coğrafyanın cahil bırakılmış, dinle aldatılmış, en namuslu, şerefli insanları olduklarını ama devlette yerleri olmadığı için devletleri için sadece ölen, sefalet çeken bu insanlara dedelerinden kalma bir sevgi ve saygıları olduğunu anlatmıştı.
Bu yemekler 1990 Temmuzunda Tunceli şark hizmetine gidişime kadar sürmüştü.
Atatürk sonrası devletimizin tamamen düşmanlarınca yönetildiğine eski birikimlerime de dayanarak emin olmuştum.
Bu arada aynı dönemde, Avrupa Öğrenci Birliği gibi adı olan bir kurumun kanalıyla ülkemize gelmiş 10 küsür kişilik bir öğrenci grubu ile Ermeni Soykırım iddiaları hakkında tartışıyorduk.
Öğrenci grubunun başı olan Ermeni gençler başlatmıştı.
Sonunda öğrenciler "Siz, size devlet idaresini verip, sizi üstün tutan Türkleri, zayıf zamanında ihanet ederek devletlerini yıkıp, onları soykırıma uğratmışsınız, bize de aynısını yapacağınızdan şüphe etmiyoruz, defolun" diyerek kovmuşlardı.
Onlarla çay içerken terör örgütünü de AB-D Fransa, Almanya devletlerinin desteklediklerini, Almanlarla Çanakkale'de birlikte olduğumuzu, Fransızların krallarını Ingiltere'den Kanuni'nin kurtardığını, teşekkür olarak 200 yıl sonra Napolyon'un Mısır'ı işgal ettiğini, 1.Dünya savaşında bize karşı savaştığını, Ermenilerden ordu kurduklarını, ABD toprak işgaline izin vermeyince de kurtuluş savaşına yardım ettiklerini de anlatıyordum.
O arada iki kadın ve bir erkek bizi dinliyordu.
Yardım etmek isteyen arkadaşlara, benim onlara yardım etmemi söylediklerini işitmiştim.
Orta boylu, saçları sarı boyalı, düzgün fizikli ama makyajı belli olmayan bu üçlüden olan kadın Türkçe söze girmişti;
- Memur bey bu görüşleriniz devletinizin mi sizin mi? Devlet ilişkileri sadakate değil çıkarlara dayanır bilmiyor musunuz? Deyince;
- Sizde devletin görüşünü polis memurları mı açıklıyor? Diye sordum.
O da ,Hayır deyince;
-Bizde de öyle. Ama devletler arası iyilikler de sadakate dayalı olamaz mı en azından yıkma konusunda çaba göstermekten kaçınma olsa zor mudur? Deyince.
- Bunu hiç düşünmemiştim aslında olmalı demişti.
Sonra masama davet edip sorunlarını dinleyip çözmüştüm.
Bu defa da;
- Bizde bir polis memuru, siyasî düşüncesine muhalif olduğu birine yardım etmeme hakkına sahiptir. Siz yardım ettiniz, teşekkür ederiz,demişti.
Sonra çay ikram ettim. Aynı bayan, İstanbul Fransız Kültür Derneği Başkanı ve Fransa Kültür Ateşesi olduğunu, benden önce gerçek anlamda Türk Kültürünü böyle yansıtan polis tanımadığını ifade edip, arkasından, Türkiye PKK ile değil, 21.yy başında, şimdiden seçip eğittikleri bir kökten dinci siyasî lider tarafından İran gibi şeriat düzenine geçirileceğini, devletin eyaletlere bölünerek parçalanacağını, çıkacak iç savaşta 40 milyon Türk soylu insanımızın öleceğini, bunu önlemek için hiç bir şey yapılamayacağını kuvvetle ifade etmişti.
Ardından, biz solcu lider seçmedik, sen kabul edersen istersen Ortadoğu'ya komünizmi getir, bize hizmet ettikçe sorunun olmaz, önerisinde bulunmuştu.
Resmen şok yaşıyordum.
- Benimle alaya etmeyin lütfen, sizin sorununuzu çözdüm, lütfen gidin! Demiştim.
Kadın samimi olduğuna inandırmak için, o zaman bir aylık ücreti bizim maaşımızdan yüksek olan Fransız Kültür Derneği dil kursuna tüm şubeyi ücretsiz katot edeceğini söylemişti.
4 polis arkadaş öneriyi kabul edip, ücretsiz bir kaç ay gittiler ama öğrenemeyip geri döndüler.
Kadın bir kaç ay beni geleceğin TEK ADAMI yapmak için geldi. Türkiye'nin en zeki insanı olduğumu, benden zekisini bulamadıklarını dahil sayısız övgüler de yapıyordu. Bu da alay edildiğim inancını depreştirip hasta ediyordu.
Kanada, ABD'li istihbaratçılar yolladı. Kabul etmedim.
Çünkü Ortadoğu işgalinin olacağına, milyonlarca insanın öleceği iğrenç projeye batının katılması onların demokratik değerlerine de tersti.
Hepsi bir kenara KUKLA DEVLET ADAMI olma önerisini hakaret saymıştım, üstüne bunca şeye bu kadın mı karar veriyordu canım?
Akıl mantık dışı bir şeydi.
Sonunda şark hizmetine gidince hepsiyle tüm bağlar koptu.
Üç yıl sonra tekrar İstanbul'a dönüp aynı birimde görece başladım. Eskilerden kimse kalmamıştı.
1990 yılı başlarında, Sultanahmet ve çevresinde turistleri dolandıran, satış bahanesiyle yaklaşıp hırsızlık yapan, fahiş fiyatla kitap, kartpostal satan satıcıları toplayıp mallarınael koymamızı emreden valilik emirleri yüzünden şubede çalışan ben ve iki dil bilen arkadaş dışında tüm arkadaşlar, meslekten ihraç ile yargılanıyordu.
Yargıçlar "Belediye zabıtasının olduğu yerde polis vatandaşın malına el koyamaz" gerekçesiyle memurların ihracını istiyor, Valilik engel oluyor ama yargıtay kararı aleyhte olursa 40-50 polis ihraç olacaktı.
Tercümanlık yaptığım valimiz Nevzat Ayaz, Hamdi Ardalı ile first bulunca, belediyenin Turizm zabıtası kurup birlikte çalışmamızı öneriyordum. Sonunda istegim kabul edilmis, Il idare kurulu toplantısına hazırladığım birifing şube müdürümüz Dogan Gürgöze tarafından sunulmuştu.
Chp'li Büyükşehir belediyesi Turizm zabıtası kurmuş, başına da Refah partili bir zabıtayı amir yapmıştı.
Şark hizmetine gidinceye kadar tüm hırsızlık vb suçları bitirmiştik.
Devriye gezerken benden duyduklarını partide anlatırdı. RTE de Refah partisi İl Başkanı olarak bunları kendi fikri gibi söylediğini, sayemde karizma yaptıgı için teşekkür ederdi.
1993'de dönünce bu amir gitmiş yerine başkası gelmişti.
1996'da RTE büyükşehir belediye başkanı seçildiğinde hiç şaşırmamıştım.
Abd başkonsolosluğunda bir yetkili onceden söylemişti.
Malum eski bilgiler de yerine oturuyordu.
Bazen turist yoğunluğu düşünce bir arkadaş alıp Topkapı sarayı, Sultanahmet devriyesi yaparak hava alıyordum.
Böyle bir günde Topkapı sarayındayım iki yarma sivil zabıta geldi.
- Abi seni AĞA çağırıyor.
- Kimmiş lan o ağa?
- Bizim amirimiz.
- O kim?
- Tayyip beyin koruma amiri, hemen bizle geliyorsun!
- Sittirin gidin lan, salaklar, ben Tayyip'in memuru değilim, ağana öyle de. Deyip kovmuştum.
Bir kenara çekilip beklediler, ikide bir gelip rica ediyorlardı. Neyse saray kapandı şubeye yürümeye başladım.
Ayasofya önüne gelince 50 kişilik bir koruma ordusu çember şeklinde Ayasofya önünü işgal etmiş.
- Kim bu adam lan işgal etmiş meydanı?
-Seni çağıran ağa bu.
Mecburen oradan geçmek lazım, beni görünce yol açıldı, ağa ayağa kalktı, boynuma sarıldı.
- Alaattin abim, hoş geldin, geçmiş olsun.
- Yav seni bir yerden çıkartacağım ama???
- Ben Turizm zabıta müdürü filanca abi., otur ne istersen ye, iç.
Oturduk, lafladık sonunda saadete geldi.
- Abi seni Recep bey benim yerime güvenlik amiri istiyor. Hemen üstünü değiş gidelim. Ben müdüründen izin aldım senin adına.
- Teşekkür ederim. Recep beye selamlarımı, teşekkürlerimi ilet, ben polis olarak emekli olacağım.
- Abi bu devlet kuşu, kaçırma...
- Sağ ol, Tayyip bey iki sene orada kalır en fazla, alırlar onu oradan dedim.
Üzüntüyle gittiler.
Dediğim gibi oldu.
1997 Siirt konuşması yüzünden mahkûm oldu, içeri girdi.
1999 AGİT Avrupa Güvenlik ve İşbirliği (USCE) toplantısı için ABD başkanı Bill Clinton'un 200'e yakın ön heyeti geldi.
Onları ağırlama görevi de bana verildi. 45 gün kadar onlarla çalıştım.
Ankara ABD büyükelçisi Mark Parris de katılmıştı.
Istanbul başkonsolosu, New york polisinden emniyet müdürü konsolosluk güvenlik amiri ve tüm çalışanlar ile uyumlu çalışma yürüttük.
Mark Parris, hemen istifa edip Istanbul başkonsolosluğunda işten atılmama güvenceli Guard-Guide yakın koruma tercümanlık görevi önerdi.
Onu da ret ettim.
Bu arada da,Tayyip erdoğan'ın 21.yy Türkiye Şeriat devletinin devlet başkanı olarak seçildiğini öğrendim.
1999 Temmuz ayıydı sanırım Bill Clinton gelmiş AGİT toplantısına katılmıştı.
Ben de Avrupa Birliği dönem başkanı Martti Ahtisaari'nin Guard-Guide, mihmandarlığına atanmıştım.
Toplantılarda görüştüğüm ABD konsolosluk memuru arkadaşlardan Bill Clinton'un RTE'nin serbest bırakılması emrini verdiğini öğrendim.
Bir kaç hafta sonunda toplantı bitmiş, şubedeki görevime dönmüştüm.
Epey bir zaman sonra ABD Başkonsolosluğu güvenlik amiri ve guard guide olan Sabit telefon etti.
Amerika Deniz Kuvvetleri Komutanı James Mc Loy'un geleceğini, benim rehberlik etmemi, diğer rehberlerin Türk Düşmanı olduklarını, beni tercih ettiklerini söyledi.
Yazın valiliğe onay verirse çalışırım dedim.
Öyle oldu. Bir ay içinde muhterem zat geldi.
Abd başkanlığına da G.W.Bush junior'un seçileceği, bu adamın CIA başkanı olacağı söylendi.
Neyse Ayasofya müzesi gezisi sonrası at kestanesi ağaçlarına dayanan bu yaşlı general, bana;
- Atatürk'ten sonra devletinizin başına ilk kez bir Türk gelecek.
- Kim o?
- Recep Tayyip Erdoğan, hakkında ne düşünüyorsun?
- Belli bir kesim seviyor, işini yapıyor ama o TÜRK değil, Rize'li Pontus isyancılarından, ona Türk deyip beni hasta etmeyin! Dedim.
- Alaattin bey, biz idaremizdeki devletleri, o devletlerden bize sadık olanları seçerek yönetmeyi Osmanlı'dan öğrendik. Biz onlara Türk diyoruz. Size değil. Üstelik ilk kez bir Türk seni görüyorum bu ülkede.
Söyle bakalım ülken için ne istiyorsun, bunların hepsi olacak!
- İnanayım mı?
- İnan ve iste bakalım;
- Ağır sanayi, uçak fabrikaları, yapay zeka üretimi, modern tarım ve hayvancılık, işsizlik sorunu bitsin, boğaza alt geçit, bazı oto yollara tünel eklenerek yolların kısaltılması...
Oto yol, boğaza tünel, otoyollar, konut üretimi hepsi olacak ama ağır sanayi, yapay zeka, uçak fabrikaları, tarım, hayvancılık olmayacak.
-Ne yiyecek bu insanlar?
- Sizin ülkemiz kadar çiftliklerimiz var, bizden alacaksınız.
- Neyle?
- Bizim askerimiz olacaksınız.
- Bizi açlığa mahkûm ediyorsunuz Filipinler gibi yapacaksınız deyip ayrılmıştım.
O gün akşamı Rahmi Koç Maslak köşkü varmış. Orada hükümet toplanmış, ABD büyükelçisi de katılmış. Kararlar alınmış. Bir Mitçi geldi söyledi.
RTE, Çankırı cezaevinden Kirklareli Pınarhisar cezaevine nakli alındı.
Devlet Bahçeli istifa edip hükümeti yıktı. Erken seçim kararı alındı.
03 Kasım 2002 erken genel seçimlerinde kimse asılmadı, AKP seçildi. Serbest olan RTE hemen ABD'ye gitti ve Yavru G.W.Bush tarafından kabul edildi.
Yavru G.W.Bush onu "Solcuların bile takdirini kazanmış lider" diyerek karşıladı.
Basına kapalı açık görüşmeler yapıldı. Abd, A.B için Türkiye'yi destekleyeceğini söyledi. RTE döndü.
Deniz Baykal RTE'nin yasağının kaldırılma önerisine destek verdi ve RTE, eşi Emine hanımın memleketi Siirt milletvekilinin istifasıyla yerine aday olup, ara seçimle millet vekili ve başbakan oldu.
Yavru G.W.Bush gelip onu kutsadı ve Topkapı sarayını göstererek;
- Ben olsam burada otururum! diyerek padişah ilan etti.
Afganistan, Irak, Yemen, Etiyopya, Sudan, Libya, Suriye işgallerine Türkiye NATO Askeri Üssü olarak, örtülü şekilde kurulan terör örgütleri ile işgalci NATO ordularına destek vererek hizmet verdi.
Pkk da Irak ve Suriye işgalinde etkin rol oynadı ve büyükbir orduya dönüştü.
HDP 2008'de 80 milletvekili ile TBMM'ye sokuldu. Kilit parti yapıldı.
21.yy Islâm Dünyasının işgali, yağmalama, yeniden yapılandırma projesi olan BOP ve Kuzey Afrika projesine karşı olan tüm Atatürkçüler, Ulusalcı solcular Tbmm'den ve bürokrasinden, basından temizlendi.
Batıya 1745'den beri sadakatle hizmet eden Bagratuni Süryaniler ve Yezidileri iktidar ve muhalefet partilerine, bürokrasiye, basına her yere doldurdular.
17-25 Aralık 2013 çıkar savaşları ile Fetö yapılanması tasfiye edildi, BOP projesinin günahları onlara yıkıldı ve AKP-RTE vatan kurtaran aslan ilan edildi.
Ychp ve diğer TBMM muhalefeti, 1760-1938 arası Kürt İsyanları denilen Bagratuni Musevi Hıristiyan Gürcü, Rum, Ermeni, Arap, Yahudi, Yezidi isyancılarına kökleri uzanan AB-D'nin sadık devşirme kölelerinden seçilenler ile dolduruldu.
Osmanlıya ve cumhuriyete isyan eden Solcu Hınçak Taşnak partisinin devamı olan Pkk ve yan kuruluşları ile TBMM temsilcisi HEP 60-70 millet vekili ile kilit parti haline getirildi.
Dinci Ermeni partisi Ramgavar'ın devamı olan Altılı Masa partileri aralarına Hınçak, Taşnakçıları alarak RTE emriyle kurdukları Muhalefet ile PKK,yandaşı görünüm verdiler.
Pkk ile Açılım Sürecini kapatarak, Vatan partisi ve Ergenekoncuları ile birleşerek AB-D VE NATO ÇETESİ ıle milli mücadele görünümü veren RTE, kolayca "Terör Bağlantılı" ilan ettiği muhalefet sayesinde her seçimi BANKO kazanır oldu.
Türkiye Cumhuriyetinde ÇOK YAŞA PKK diyecek ilk adam, 21 yıldır sayesinde iktidarını koruyan Recep Tayyip Erdoğan'dır.
Bu " iktidar- muhalefet-pkk-Hdp ortaklığını" halkın uyanmasına imkan var mı bilmiyorum.
Ama halkı böyle aldatan muhalefet de yakında tasfiye edilecektir.
Zaten 2018 Başkanlık anayasa düzenlemesi ve seçimleri ile TBMM göstermelik hale getirildi.
Halkın seçtiği vekiller bakan olamazken, yurt dışından önerilen ve kökleri yukarıda yazdığım ihanet yapılanmalarına uzanan olur olmaz kişilerin bakan yapılması ile devlet yağmalanır oldu.
Bu 2023 seçimlerinde de anayasaya göre adaya olmaması gereken Rte'yi ve seçimden önce istifa etmesi gereken RTE ve bakanlarının seçimlere İSTİFA ETMEDEN katılmasına onay veren kukla muhalefet Altı Kol İskambil Masası koalisyonu seçimi elleriyle RTE'ye sunmuştur.
2024 yerel seçimlerinin son seçimler olması, bundan sonra yerel secimler olsa da genel seçimler iptal edilebilir.
1987'lerde bana söylenilen ne varsa 36 yılda hepsi gerçekleşti.
2004'lerden beri blog yazılarımda, daha önceleri görevin esnasında konuştuğum her yetkiliye bunları söyledim.
Tedbir almak söyle dursun, kendimi önemli göstermeye çalışan ruh hastası olarak görüldüm.
Sadece bir kaçı, "Alaattin bunlarla kendini üzme, yapacak bir şey yok, bunlarla baş edecek hiç bir gücü yok devletin, rahatına bak" dediler.
Ben halkı uyandırmayı tercih ettim. Büyük ölçüde başardım da.
Ama yeterli değil.
Benimle birlikte bu gerçeklerin duyurulmasına katkısı olan herkese teşekkür ediyorum.
Kimseyi vatan haini ilan etmiyorum.
Emperyalizm ve memurları kendi açılarından doğru olanı yaparken, sömürülen halklar bir şey yapmıyorsa veya yapamıyorsa benim gibi emekli maaşından başka geliri, yalnızlığını paylaşacak kimsesi olmayan bir yaşlı adam, 21 yılını herkese ülke gerçeklerini duyurmakla, Müslümanların Hıristiyanlaştırılmalarını önlemek için dinlerin gerçeklerini yazarak bir mücadele vermekten başka ne yapabilir?
Benden de bu kadar.
Umarım bu karanlık kalkar herkesin yüzünün güldüğü, gelecek kaygısı duymadığı bir geleceğe insanlık kavuşur.
Ister takdir edin, ister etmeyin, ister ibret alın ister almayın, size kalmış.
Alaeddin Yavuz