"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

30 Nisan 2011 Cumartesi

TARIH BOYUNCA BOGAZLARIN,KANALLARIN TARIHLERI



MİTOLOJİDEN GÜNÜMÜZE  BOĞAZLAR, KANALLAR ve İSTANBUL


Başbakan RE.T.E.’nin (RITE) son günlerde açıkladığı “Çılgın Proje” yüzünden hazırladığım bu yazı ile hem İstanbul’un hem de dünyadaki bütün kanallar ve boğazların yaratılış veya inşa gerekçelerini bulacaksınız.
Proje mi başbakan mı çılgın? Gerisine siz karar vereceksiniz!

İstanbul denince, antik çağlarda, Yahudiler gibi “tüccar” oldukları için “aşağılanan, horlanan” kavimlerden olan ve kendilerinin kafasına vuran her milleti de “kendilerinden yapan” milletin yani, Grek efsaneleri olmadan olmaz. 

İşte gene Greklerin kafasına vurmuş, Hititlilerin başlattığı demir çağının gereklerine göre demirden savaş araçları kullanan Dor’ların hikayesi ile İstanbul tarihine başlayalım.

Dorlar (Grek-Dorieis) Hint-Avrupa kökenli bir kabiledirler. İ.Ö 1200’lerde Grek yarımadasına akınlar düzenleyerek Tun çağı Miken uygarlığını yıkmışlardır. Hititlilerle başlayan demir çağı silahlarını kullanarak istilalarını gerçekleştiren Yunanistan’da Mora yarımadasında bulunan Argos şehrine yerleşmişlerdir. Argos’tan  Akdeniz’e açılarak Girit ve Rodos adalarına yerleşmişlerdir. Bölge halkları arasında kültürel bağları koparan Dor’ların ardından dört asır süren bir karanlık çağ başlamıştır.

DORLAR-DOR KRALI BİZAS'IN EFSANESİ ve BİZANSİYON'UN KURULUŞU;

Güneş Tanrısı Helios (Güneş)
Mısır kökenli tanrıları kendilerine uyarlamakla ünlü olan Greklerin millileştirdikleri Tanrı Hyperion (Hiperyon) ile Theia (Siya)’nın oğlu olan Grek güneş tanrısı Helios’a (Helyos) tapınmaktadırlar. Mısır ve Fenike ürünlerini satarak İ.Ö III. yy. da zenginliklerinin zirvesine çıkmışlardır. Makedonya Kralı Demetrios’un Rodos’u kuşatmasına karşı başarıyla direnerek onu yenmelerinin anısına İ.Ö.281-280’lerde Rodos adasına diktikleri boyu 32 metreyi aşan, liman girişinde, ayakları iki mendirek üzerine oturtulmuş, altından ticaret gemilerinin geçtiği Güneş Tanrıları Helios’un heykelini dikerler. Bu heykel tarihçi Heredot’un belirlediği dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen meşhur Rodos heykelidir. Heykeltraş lindoslu Khares tarafından tunçtan yapılmıştır. Heykel MÖ 225 veya 226`daki meydana gelen bir depremde yıkılarak bir daha onarılamadığından birkaç asır yan yatmış halde bırakılmıştır.

Dor’lar Anadolu’ya da geçerek günümüzün Muğla- Datça yarımadasının ucunda Knidos adında bir liman kenti de inşa ederler. Rodos’ta kurdukları okullarda kolonici ve tüccar olan bir kavim için en gerekli  olan, güzel konuşma (Hitabet)ve Felsefe  eğitimine ağırlık verdiler. Bu okulları Knidos’a da taşıdılar. Her yıl Helicia (Helisiya) muhtemelen Güneş Ayini anlamına gelen dini törenlerinde “dört atın” koşulu olduğu bir savaş arabasını denize bırakmanın öne çıktığı dini ayinler düzenlerlerdi. İnançlarına göre bu savaş arabasıyla uçarak dünyayı gezen- gözetleyen Güneş tanrılarına araba hediye ederek onu hoş tutmuş oluyorlardı.
Bir diğer Dor şehri olan Megara bu günkü Yunanistan’ın Attika bölgesinde bulunan antik bir kenttir. Sokrates’in zamanında yapılan Pelopenez savaşı sırasında Ispartalıların müttefikidir.
Mora Yarımadası yanında 
Megara Haritası

Denizler tanrısı İnahos’un kızı olan İo, cinsi sapık olan baş tanrı Zeus’un gönlünü kaptıracak kadar güzeldir. Eşi Hera’dan gizlice İo ile buluşmaya başlayan Zeus bir gün karısının sıkı takibi sonucu yakayı ele vermek üzereyken kendisini bir buluta İo’yu da beyaz bir boğaya çevirir. Dümeni yutmayan Hera ille de boğayı Zeus’tan ister ve alınca da anlamı “Her Şeyi Gören” demek olan Argos Panoptis adlı ve İo’nun da kız kardeşi olduğu belirtilen yüz gözlü, uykudayken bile birkaç gözü açık olan bir canavarın gözetimine bırakır. Baş tanrı Zeus ta hileci tanrı ve tanrıların habercisi olan Hermes’i  bu canavarı öldürmekle görevlendirir. 

Hermes te daha doğduğu gün ağabeyi Apollon’un öküzlerini çalarak bir mağaraya saklamış, orada bulduğu bir kaplumbağanın kabuğundan lir, barsaklarından da tellerini yapmıştır. Ağabeyinin şikayeti üzerine baş tanrı Zeus tarafından hırsızlıktan yargılanırken çaldığı lir ile Zeus’u büyülemiş, ceza alacak yerde tanrıların habercisi olarak ödüllendirilmiştir.

Böylece musikinin de tanrısı olduğundan, lir çalarak Argos’u  uyuttuktan sonra öldürür. Yeni bir taktik geliştiren Hera da boğaya bir sinek musallat ederek onu sürekli rahatsız ettirir. İstanbul boğazının vadisinde dağlara başını çarparak Sinekten kurtulmaya çabalayan boğa da Karadeniz’in sularını tutan dağı yıkarak suların aşağıya akmasına neden olur. Böylece Marmara ve Akdeniz ortaya çıkar. 
Hileci Grek tanrısı
Hermes

İstanbul boğazının bu yüzden adı da "Bosphorus"tur. Yani "Öküz-Boğa Geçidi" .
Boğaz’ın sularını yüzerek geçen boğa-İnek  (tanrı-çalar çift cinsiyetlidir) Keroessa adında bir kız çocuğu doğurur.
Kız büyüdüğünde denizler tanrısı Poseidon ile evlenerek Bizas’ı  başka bir rivayete göre de Herkül’ü doğurur. Bu karışıklık Grek mitlerinin çağlar içinde, değişik bölgelerde farklı anlatılması yüzünden birbirleriyle iç içe geçmesinden ileri gelmektedir.

Bu rivayete göre Zeus’un torunu olan Bizas, zayıflayan ticaretlerini geliştirmek için kahin Delfi’ye danışır. Delfi  yaptığı kehanetinde Bizas’a yanına denizcilerini alarak kuzeye doğru yönelmesini ve orada “Şeytanın görmeyi unuttuğu yer”  olarak tanımladığı bir bölgeye kolonisini kurmasını söyler.

Askerlerinin gemilerine yükleyen Kral Bizas İ.Ö.667’lerde İstanbul Boğazına kadar gelince, gözüne ilk çarpan bu günkü Anadolu yakasındaki Kadıköy’ün içlerinde E-5 karayolu bitişiğinde bulunan Fikirtepe’ye yerleşerek Calcedon (Kalsedon) adında bir koloni kurar. 17 yıl burada kaldıktan sonra kahin Delfinin aslında bu bölgeyi kastetmediği kanaatine vararak karşıya geçerler ve günümüz Eminönü ilçesine, surları Kumkapı- Küçük Ayasofya Kilisesi arasından başlayıp Çemberlitaş’a uzanarak oradan Yeni Cami önündeki Haliç Köprüsü yakınlarında biten ikinci şehri inşa ederler.

Bizas. İstanbul'u inşa ettrien
Megara kralı
Bu yeni şehre de krallarının adı olan “BİZAS” tan gelen BİZANTİON (Bizansiyon) adını verirler. İ.Ö 196’da İmparator Septimus Severus (193-211) Roma İmparatorluğu idaresine geçen şehrin surları Yenikapı-Aksaray- Fatih- Fener Rum Patrikhanesi çizgisine çekilmiştir. Daha sonraları İmparator II.Teosidiyus tarafından da onarılmıştır. Bu surlar günümüzde mevcut olmayıp harita üzerinde varsa da halen her iki imparatorun adıyla anılmaktadır.

İ.S. 11.Mayıs 330’da Roma İmparatoru I. Konstantin (272-337), Bizantion’u imparatorluğunun yeni başkenti olarak belirlemiş “Nova Roma- Yeni Roma) adıyla yeniden yedi tepe üzerine kurmuştur. 

Günümüz Sultanahmet Camisi önünde dikilitaşların ve Alman Çeşmesinin bulunduğu yerde, Yaklaşık 100.000 kişi alabilen Hipodrom ile birlikte o dönemde şehir adeta yeniden inşa edilmiştir. Daha sonraları şehir imparatorun adı Konstantin ile birlikte anılır olmuş ve Arap tarihçilerinin kayıtlarında da, Hz.Muhammed’in hadislerinde de şehrin adı “Kostantiniye” şeklinde geçmektedir.

Günümüzde halen restore edilmiş haliyle kalıntıları var olan Yedikule’den Topkapı- Fatih Suriçi’nden Haliç Köprüsüne uzanan büyük duvarlar da Konstantin Duvarları adıyla anılmaktadır. Topkapı Surları olarak da bilinirler.
Roma imparatorluğunun tek merkezden idaresini zorlaşması ve diğer uyuşmazlıklar sonucunda Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrılan Roma imparatorluğunun ömrünü uzatacak olan Batı Roma’nın (İ.Ö.395) başkenti ilan edilmiştir. 
Bizans'ın Kuruluştan itibaren üç kez genişleyen surlarını gösteren harita
İran kökenli Mecusiliğe, Zerdüştlüğe, Grek tanrılarına kökleri dayanan Roma Dini, halkının “Allah’ın seçtiği kutsal kavim”  olduklarına olan inançları yüzünden, İranlılara karşı ordularını sevk edememesi üzerine kendine has yeni bir din arayışına geçen Bizans İmparatorluğu, İmparator Flavius Teosidiyus (401-450) döneminden itibaren “sapıklık-ateistlik” olarak niteledikleri Hıristiyanlığa sıcak bakmaya başlamıştı. 

İ.S. 325 Nicea (İznik) Konsülünde alınan kararla, devletin dinin Hıristiyanlık olarak belirleyen İmparator Konstantin ve ardından gelen imparatorlar, Jüstinyen (İ.S.482-565) dönemine kadar diğer dinlere mensup halklarının da dini önderleri sayıldılar. 

Hıristiyanlığın resmi devlet dini kabul edilmesi ile Jüstinyen dönemine kadar özellikle Grek ve Anadolu halkları üzerinde çok ağır vergiler ve işkencelerle yeni dine halkı zorlayan Bizans, halkın çoğunluğunu Hıristiyanlığa geçirmeyi ise İ.S.532’de Jüstinyen’in tahta geçtiğinde Hıristiyanlığı imparatorluğun “tek resmi dini” ilan edeceğini öğrenen muhalifleri (Yeşiller) ile yandaşlarının (Maviler) arasında çıkan Nika İsyanını yandaşlarının kazanması sonrasında başlatacaktır. 

Nika (Grk-Kazan-Fethet) İsyanı;

İmparator Jüntinyen

İstanbul’un Grek kurucusu Bizas’ın geldiği Dor şehrinden getirilmiş güneş Tanrısına ibadet anlamına da gelen Hipodrom’da savaş arabaları ile yapılan yarışlara ve dövüşlere şehrin aristokrat aileleri katılabiliyorlardı. Bu aileler dört ayrı renkle ifade edilen dört takım kurmuşlardı. 

Jüstinyen’in Hıristiyanlığını bilen bu partiler ilk önce ona karşı birleşerek onun yerine eski imparator I.Anastasiyus’un yeğeni olan Hypatus’u (Hipatus)imparator ilan etmek için isyanları başlattılar. Daha sonra Jüstinyen Hipodrom’a giderek Kırmızı ve Mavilere altın, para dağıtarak tarafına çekmeyi başardı.

İmparator Jüstinyen’in destekçileri olan dernekler Mavi ve Kırmızı renkli dernekler olup “Maviler” adını, muhalifleri de Yeşil ve Beyaz renkli dernekler olup Yeşiller adını almışlardı. On binlerce insanın öldüğü, şehrin bütün önemli yapılarının tahrip edilip yakılıp yıkıldığı bu isyanın sonunda galip çıkan Jüstinyen yandaşlarının başarılarıyla bastırılan Yeşiller Hipodromdaki dikilitaşın dibinde toplu olarak başları kesilmek suretiyle idam edilmişlerdi. 

İdam edilen yeşillerin sayısının 40.000 kişi kadar olduklarını Mısırlı tarihçi Zahi Havas’da TRT2’de 1987’lerde yayınlanan bir arkeoloji programında açıklamıştı. Ayrıca Zahi Havas, tarihçi Heredot’un dünyanın yedi harikasından birisi olarak saydığı meşhur Zeus Heykeli’nin de Hipodrom ile adliye arasında, tam Mehmet Ağa camisinin arkasındaki bir çukur bulunduğunu, bu isyan sırasında Hıristiyanlık yanlıları olan Maviler tarafından tahrip edildiğini de belirtmiştir.

İstanbul’un tarihinde dönüm noktası olan olaylardan birisi de 1204’deki Latin istilasıdır.1189-1192 yılları arasında gerçekleştirilen III. Haçlı Seferinde haçlılar sınırlı başarılar elde ettiler.

Papa III.İnnocent
1161-1216
 1197’de Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü haçlılardan geri alması üzerine durumu kabullenemeyen Vatikan kilisesi Selçukluların Anadolu’da hakimiyetleri karşısında sürekli güç kaybeden Doğu Roma imparatorluğunun zayıflığından yararlanmak ve kafir olarak ilan ettikleri Ortodoks Hıristiyan Kilisesini de silmek üzere IV. Haçlı Seferini Roma Katolik Kilisesinin temsilcisi Papa III. İnnocentious’un 1198’de papalıkta verdiği vaazın ardından başlattılar. III. Haçlı seferinde İngiltere kralı Aslan Yürekli Rişar’ın önerisi üzerine Müslümanların “zayıf karnı” olarak tanımladıkları Mısır üzerinden sefer başlatma kararı alınmasına rağmen Venediklilerin itirazı üzerine sefer Avrupa üzerinden başlatıldı. 1204’de Latin orduları olarak da anılan Haçlı orduları İstanbul’u işgal ettiler. Orta ve Batı Marmara’dan Trakya, Selanik’ten Mora Yarımadasına kadar olan sahil bölgelerinde 1204-1261 arasında Latin İmparatorluğunu ilan ettiler.

İşgal boyunca İstanbul’u ve Bizans halklarını acımasızca yağmalayan Latinler büyük nefret uyandırdılar. Her yanda kendilerine karşı çıkan isyanlar gittikçe arttı ve İznik Rum İmparatoru Mihail Palayologos’ın 1261’de Latinleri çıkarıp kendisini Bizans İmparatoru ilan etmesiyle işgal son bulmuştur.

29 Mayıs 1453’de Fatih Sultan Mehmet’in ordularınca İstanbul’un fethinde kalın surları yıkmakta kullanılan topun “yıkılmaz” denilen Bizans surlarını yıkması üzerine şehirlere sur yapmanın bir gereği olmadığı inancı yerleştiğinden kale surları onarılmamış geçen zaman içinde yapılan inşatlarda “hazır taş kaynağı” olarak işe yaramıştır. Bu olay üzerine bütün dünyada şehirlere sur yapılması da terk edilmiştir.

Fetih Osmanlı imparatorluğunun başkenti olarak yaşamını sürdüren şehir, I.Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğunun 30.Ekim.1918 Mondros Ateşkes Antlaşması ile teslim olmasını takiben 13 Kasım 1918’de Haçlı Orduları-Galip Devletler tarafından işgal edilmiştir.

15 Mayıs 1919’da, I.Dünya Savaşına Amerikan halkını ikna etmek için “Müslümanlarca kıyılan Hıristiyan Ermenilerin haklarını koruma” mazeretine bağlı kalmak ve kendi kamuoyunu tatmin etmek isteyen, bu nedenle doğu Anadolu’da Ermenistan, batı Anadolu’da Yedi Kilise bölgesinde (Ege ve batı Akdeniz bölgeleri) bir Grek hakimiyeti kurmak isteyen Amerika’nın isteği üzerine ülkemize saldırtılan Grek ordularının, 30 Ağustos 1922’ de Başkomutanlık Meydan Savaşının (Sakarya Meydan Muharebesi) kazanılmasını 09.Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılmasıyla son bulması üzerine Türk orduları işgalci galip devletlerin ordularının idaresinde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarına dayanmıştı.
Sevr Haritası

Atatürk bundan sonrasını, yeni dünya düzeninin siyasi şartlarını belirleyen Vilson ilkelerine dayanarak savaşla değil antlaşma ile çözmek istemiş ve öyle de yapmıştır. 03 Ekim 1922’de Bursa’nın Mudanya ilçesinde İsmet paşanın başkanlığında bir heyet işgal ordularının ülkemiz topraklarından çıkarılmalarıyla ilgili olarak görüşmeye başlamıştır. Mudanya Mütarekesi olarak da bilinen bu görüşmeler İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının dışındaki diğer konuların çözülmesi geri kalan sorunların Lozan’a bırakılması ile 11 Ekim 1922’de sonuçlanmış,13 Ekim’de de antlaşma imzalanmıştır.

Bu olaydan sonra yeni devletin temellerinin atılmaya başlanmış, antlaşma gereğince 06 Ekim 1923’de işgal kuvvetleri şehri Kuvay-ı Milliye ordusuna teslim etmiştir.

13 Ekim 1923’de TBMM’nin, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olarak Ankara’yı ilan etmesiyle İstanbul İ.S.330’dan beri devam eden aralıksız 1593 yıllık başkent olma özelliğini kaybetmiştir.


Boğazların ve Kanalların Kısa Tarihçeleri;

Tarihte sulama amaçlı en eski kanalların, Irak Mezopotamya’da İ.Ö.4000’lere  ve Pakistan ve Kuzey Hindistan’da İ.Ö.2600’lere,Ahmedabad’ta Girnar havzası İ.Ö.3000’lere, Mısır Nil kıyısındaki  Asvan ise İ.Ö.2283’lere, Çin’de Hong Gou (Beyaz Kazlar Kanalı) İ.Ö.480’lere,İmp.Yang Guang’ın İ.Ö 605-609’da kazdırdığı,Pekin ile Hangzou şehirlerini bağlayan, en dar yeri 30m.olan, 1794km ile dünyanın en uzun kanalı olan Büyük Çin Kanalı’dır. 

İstanbul, Çanakkale, Cebeli Tarık Boğazları;

Aslında Grek olmayan Ama Greklerin kendilerine mal ettikleri Dor kralı Bizas’ın Grek mitleriyle harmanlanmış hikayesinde İstanbul boğazının oluşumunu anlatmıştık. 

Zinanakar Grek Tanrısı Zeus’un karısı Hera’ya suçüstü yakalanmamak için sevgilisi İo’yu beyaz boğaya çeviren Zeus’un numarasını yutmayan Hera’nın boğaya ettiği zulüm sonucu Boğazı tutan dağların boğanın boynuz darbeleriyle yıkıldığını o zamana kadar deniz seviyesinin altına yüksekliğe sahip Marmara, Ege ve Akdeniz coğrafyasının, Karadeniz’i tutan dağların yıkılmasıyla sular altında kalışını hatırlayalım. Bu tarihe kadar Mısır ve Grek halkları ve Avrupa halkları karışık olarak bu çukurda birlikte yaşarlarmış. 
İstanbul ve Çanakkale Boğazları.

Bu tufan felaketiyle bölgede sayısız insan yok olmuştur. Bu efsanenin diğer bir anlatılış şekline göre İo’dan doğan yarı tanrı Herkül’dür. Zeus ona tanrısal güçler bahşetmiştir. 

Onun da tanrılar arasına katılması istenilir ama Hera bu zina çocuğunu sevmez ve sürekli zorluklar ölümcül sınavlarla onu Tanrılar arasında girmekten alıkoymaya çalışır. Bu engellerden birisi de Cebeli Tarık Boğazıdır. Herkül’ün Avrupa ve Afrika kıtalarını ayırarak Akdeniz’den Atlantik okyanusuna geçit yapması istenir. O da devleşerek iki kıyayı ayırır. İnsanlar geçsin diye de dev sütunları denize çakarak taştan bir köprü yapar. Bu yüzden Grek efsanelerine göre tarihi yazan Avrupalılar Cebelitarık boğazını “Herkül’ün Sütunları” adıyla anmaktadırlar.

Evliya Çelebi’nin Grek kökenli Arap kaynaklarından tespit ettiğine göre de İstanbul Boğazının açılmasını İzmir Kadife Kale’yi kuşatan Büyük İskender’in burayı almakta zorlanması üzerine danışmanlarının verdiği talimatla Karadeniz’i tutan dağların kazılarak yıkılması sonucu meydana gelen tufanla bölge halkı ve Kadife Kale’nin kralının orduları yok edilir. Boğazlar, Marmara, Ege ve Akdeniz böyle oluşmuştur. Hatta Evliya Çelebi çağının yakın geçmişinde Mısır’dan Kıbrıs adasına dağların sırtlarından oluşan bir karayolu olduğunu ve zamanla Akdeniz’in dalgalarıyla yıkıldığını anlatır. Cebeli Tarık boğazına da gene “Herkül’ün Sütunları” dendiğini de yazar.

Korint Kanalı;
Korint Kanalı

Yunanistan Mora Yarımadasını Avrupa’ya bağlayan kesimin 1881 1893 yılları arasında Ege Denizini Adriyatik denizine bağlamak amacıyla inşa edilmiş 6,3 km uzunluğunda derinlikleri “8” m ile “84”m arasında değişen genişliği düzensiz, geçişlerin tehlikeli olduğu bir kanaldır. Günümüzde geliştirilen Navigasyon (yol bulma) teknolojisi sayesinde kullanışlı hale gelebilmiştir. Büyük gemilerin geçişlerine uygun olmadığından tercih edilmemektedir. Günde ortalama 30 gemi geçişi yapıldığı yazılır.

Süveyş Kanalı;

Süveyş Kanalı’nın ilk projesinin Rusya’ya kadar Avrupa’yı, Somali’ye kadar Afrika’yı ve o zamanın dünyasının fatihi olan Firavun Sesostris diğer adıyla Senusret olduğu kanalın Acı Göl ve Timsah Gölü bölgesine kadar kazıldığı hatta dar bir geçit de açıldığı Strabo, Eflatun, Herodot  kaynaklarında geçmektedir.  Senusret’in kanalı Nil’den Kızıldeniz’e bağlanan 60.km’lik bir kazıyı gerektirmekteydi.

İleriki dönemlerde 26.Mısır Hanedanının Firavunu II.Necho (Neku- İ.Ö.610 BCE – 595) döneminde Bubastis,Tumilat Vadisi ve Heroopolis (Süveyş) Körfezi arasında kazıldığı ancak Pers İmparatoru büyük Daryus’un “nehir sularının deniz suları ve toprakla karışarak kirleneceği ve tabiatın dengesini bozacağı gerekçesiyle kazıyı engellediği” Aristo’nun Meteoroloji adlı eserinde geçmektedir.

Kynk-M. J.M. Le Père, ingénieur en chef, inspecteur divisionnaire au corps impérial des ponts et chaussées, membre de l'Institut d'Égypte, p. 21 – 186
Montet, Pierre. Everyday Life In The Days Of Ramesses The Great (1981), page 184. Philadelphia: University of Pennsylvania Press.
Silver, Morris. Ancient Economies II (Apr. 6, 1998), "5c. Evidence for Earlier Canals."

1886’da Fransız Ferdinand de Lesseps’in oğlu Charles de Lesseps’in Süveyş’İn 130km  uzağında Kabret’te bulduğu çok iyi korunmuş pembe granitten yapılmış bir anıta Shaluf Stele (Şaluf Stele’si) adı verildi. Bu stele anıtta, Büyük Daryus’un (İ.Ö 522-486) Neku dönemindeki Süveyş Kanalını faaliyete soktuğunu v e kanalın İran, Kızıldeniz, Mısır ve Akdeniz arasında gemi taşımacılığını amaçladığı belirtilmektedir.Neku’nun kanalının Asur Kralı Nebukadnezar tarafından engellendiği yazılıdır.

Farsça olan anıt yazıtlarının tercümesinde;
“Kral Daryus diyor ki; Ben İran’dan yola çıkmış Mısır’ı fethetmiş bir Persim. İran’da başlayan denizin Mısır’a bağlanması için Mısır’da akan Nil adlı Nehirden bir kanal kazılmasını emrettim. Bunun için Mısır’dan İran’a gemilerin gidebilmeleri için bu kanalın kazılmasını emrettim”. Demektedir.
Kynk-William Matthew Flinders Petrie, A History of Egypt. Volume 3: From the XIXth to the XXXth Dynasties, Adamant Media Corporation-S.366
Barbara Watterson (1997), The Egyptians, Blackwell Publishing-S.186
Süveyş Kanalının sağladığı kolaylık ortada!

Hindistan Otoyolu” olarak da bilinen Süveyş kanalı projesi 1798’de Fransızların Mısır’ı işgal etmesinin ardından 1799’da Fransa’dan orduyla birlikte gelmiş olan haritacılar, coğrafyacılar, mühendisler ve bilim insanları yaptıkları araştırmalarda bölgede daha önce “kanal kazısı izlerine” rastladıklarını rapor etmişlerdir. Raporlara dayanarak Napolyon Bonapart tarafından hayata geçirilmek istenmiş ve ilk “olabilirlik (fizibilite) raporu hazırlatılmıştır.

1798-1802 arasında süren İngilizlerin Fransız donanmasını İskenderiye limanına gömmesi , Avusturya ve Rusya’nın da İngiltere-Osmanlı yanında yer alarak Fransa’ya savaş açmalarının ardından gelen yenilgilerle ile Fransa’ya zor kaçan Napolyon’un ardından Mısır, İngilizlerin Osmanlı’ya verdiği en yeni top ve silah teknolojisi ile desteklenen Osmanlı Ordusunun, koalisyona katılan Avusturya, Rusya’nın ve İngilizlerin ortak çabalarıyla 1802’de Fransızlar bölgeden temizlenmiştir.

Daha sonra “yarı Osmanlı yarı İngiliz” görünümlü bir idareye kavuşturulan Mısır zamanla İngiliz sömürgesi haline gelmiştir.  1859’larda başlatılan kazılar on yılda tamamlanmış ve kanal 164 km uzunluğu, en dar yeri 300m. Olan genişliği ile "deniz seviyesinde” inşa edilmiştir. Bu kanal sayesinde Avrupalı ticaret gemileri Asya ve Pasifik ülkeleri ile olan taşımacılık işlerinde Afrika kıtasını dolaşmaktan kurtulmuşlardır. 

Panama Kanalı;

Panama Kanalı
Kuzey ve Güney Amerika kıtalarının tam ortasında bulunan dar bir toprak parçası üzerinde bulunan Panama devleti toprakları üzerinde ABD tarafından inşa edilen kanal I.Dünya Savaşı arifesinde tamamlanmıştır. Deniz seviyesinden 28m yükseklikte bulunan kanal deniz suyu ile doldurulup boşaltılan havuzların düzenli bir şekilde çalıştırılmasıyla taşımacılık yapmaktadır. Bu kanal sayesinde ticaret gemileri bütün Güney Amerika kıtasını dolaşmaktan kurtulmuşlardır.77.km uzunluğundaki kanalın inşaatında 27.500 kişi sıtma, sarıhumma gibi hastalıklar ve iş kazaları sonucu ölmüştür. Yılda 14.000 kadar geminin geçtiği belirtilmektedir.

İlk kez 16.yy.’da  1534’de Kutsal Roma Germen İmparatoru V.Caharles tarafından kazılması düşünülen kanalın Fransızlarca kazılmaya başlanıldığı yıl 1880’dir. İnşaat sırasında 21.900 kişinin sıtma, sarıhumma ve toprak kaymaları yüzünden ölmesi üzerine kazı iptal edilmiştir. Kanaldan geçiş yaklaşık “9” ile “10” saat kadar sürmektedir.1999’dan beri Panama hükümetine ait Panama Kanal Otoritesi adlı kurum tarafından yönetilmektedir.

Nehir Taşımacılığı Merkezli Diğer Kanallar;

Fransa Kanalları (150 kadardır)

Hollanda Amsterdam Kanalları (Başlıca 10 tane kanaldan oluşur.)

Almanya Kanalları (Ülke içindeki nehirler üzerine kurulmuş 42 Kanaldan oluşur.)

İrlanda Kanalları (K.İrlanda ve İrlanda Cum.lerinde inşa edilmiş 13 kanaldan ibarettir.)

Rusya Kanalları ( Hazar Denizinden Baltık ve Beyaz Denize bir çok nehir üzerinde  21 kanaldan oluşur.)

İngiltere Kanalları (Nehirleri su kemerleri ile bağlayan sistemlerle beraber 100 adettir. İskoçya 9,Galler ,8 toplamı 117 kanaldır. Bunların dışında taşımacılık yapılamayan 52 kanal daha vardır.

Kanada Kanalları (Ontariyo Gölü,Yeni skoçya ve İngiliz Kolombiya’sında  toplanan 12 kanal vardır. Ayrıca 3 tane de kullanılmamaktadır.)

Amerika Kanalları   (Taşımacılık yapılabilen nehir kanalları ve Panama dahil 35 kanaldır. Taşımacılık dışı 75,25 tane sulama-endüstri amaçlı, 5 tane de doğal kanal vardır. Toplam 140 kanaldır)

İkinci Boğaz Projesi;

28 Nisan 2011 günü başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Çılgın Proje” adıyla açıkladığı İstanbul’a II.Boğaz”  projesi ile ilgili konuşmasından yapılan bazı alıntılara dikkat edelim;

“Ecdadımız Abdülmecid, 1856 yılında bir proje hazırladı, boğazın altından geçiyordu. O başlayamadı, projeyi tamamlamak biz torunlarına nasip oldu. Dedelerimize diyoruz ki, ruhunuz şad olsun, siz bize ışık verdiniz ve biz o izde yürüyoruz. Marmaray'la kalmadık, onun hemen güneyinde ikinci bir tüp geçidin temelini attık, araçlar için. 2013 sonunda Marmaray, 2014'te de diğer tüp geçidi bitiriyoruz. Türkiye hazır, hedef 2023.”






















“İki yarım ada ve bir ada oluşacak. Karadeniz ve Marmara arasına yaklaşık 45-50 kilometre uzunluğunda bir kanal yapıyoruz. İstanbul'a 'Kanal İstanbul'u kazandırıyoruz.
Panama, Süveyş kanalıyla kıyas dahi kabul etmeyecek yüzyılın en büyük projelerinden biri için kolları sıvıyoruz.
Kanalın su derinliği yaklaşık 25 metre, genişlik 150 metre civarında olacak. Taban genişliği ise 120 metreyi bulacak. Kanaldan bugün dünyanın en büyük gemileri geçebilecek.
Kanal üzerine inşa edeceğimiz köprülerle kara ve demiryolu ulaşımı hiçbir kesintiye uğramayacak. Üçüncü köprünün bağlantı yolları da bu kanal üzerinden geçecek.

İstanbul Boğazı'ndan günde ortalama 149 gemi geçiyor ve yeni kanal deniz trafiğini artıracak. Şu anda gemilerin Boğaz'dan geçmek için bekleme maliyeti yıllık 1.4 milyar doları buluyor, bu maliyet ortadan kalkacak.”

Oysa başbakanın bu projesinin Hürriyet Gazetesi'nin 18 Ocak 1994 tarihli sayısının birinci sayfasında "Ecevit'ten mega proje" olarak açıklandığına tanık olmaktayız.

Şimdi de 10 Ağustos 1920’de Fransa Paris’e 3. Km uzaklıkta bulunan Sevres şehrinde imzalanan meşhur “Traite de Sevres” olarak da bilinen Sevr Antlaşmasının İstanbul, Boğazlar ve Trakya ile ilgili hükümlerine bir bakalım;

1-·  Sınırlar (madde 27-36): Edirne ve Kırklareli dahil olmak üzere Trakya'nın büyük bölümü Yunanistan'a, Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre kent merkezleri Suriye'ye bırakılacak, İstanbul Osmanlı Devleti'nin başkenti olarak kalacak;
2-·  Boğazlar (madde 37-61): İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak; Boğazlar'da deniz trafiği on ülkeden oluşan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek; komisyon gerekli gördüğü zaman Müttefik Devletler'in donanmalarını yardıma çağırabilecek;

İstanbul, Boğazlar ve Marmara'nın Anadolu kıyılarının tahkim edilmemesi ve buraların Karma Boğazlar Komisyonu'nca kontrolü istenmektedir. 1936 Möntrö Antlaşmasıyla da bu sorun tam olarak çözülememiş ve uluslararası ticaret, askeri ve her türlü mal nakliyesi yapan gemilerin boğazlardan geçişleri de serbesttir. 
1920'de Sevr ile "SARI" renkle Yunanlılara verilenTrakya bölgesi-Tayyip'in Kanal kazımı da o sınırdan başlayacak!

1999 AGİT  (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) İstanbul toplantısında alınan kararlar gereğince gemilerin sintine boşaltmalarının engellenmesi ve kılavuz kaptan almaya teşvik edilmeleri sağlanmıştır. Gene de boğazdan geçen özellikle petrol veya ürünlerini taşıyan büyük tankerlerin yaratabilecekleri tehlikelerin önü alınamamıştır.
Buraya kadar ister mitolojik, ister antik, Orta Çağ ve isterse Endüstri Devrimi ve sonrası açılan kanallar olsun bunları hepsinin herkesçe kabul edilebilir önemli nedenleri vardır.

Sabah Gazetesinin yayınladığı 
"tam güzergah",Yunanistan 
SEVR-TRAKYA SINIRLARI İLE AYNI
Korint Mora yarımadasını, Süveyş Afrika kıtasını, Panama Güney Amerika kıtasını, Don-Volga Hazar Denizini Karadeniz’e ve diğerlerinin hepsinin olmazsa olmaz gerekçeleri vardır.
Başbakanımızın amacı eğer boğazlardan geçen petrol gemilerini Boğaziçi’nden uzak tutmaksa, zaten 1936 Montrö antlaşmasına göre gemileri “beleş olan Boğaziçi yolunu tercih edeceklerdir. Sonunda herkesin amacı para kazanmak değil mi?

İkinci olarak bu petrolün taşınması için Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı yetersiz kalıyorsa Karadeniz’e komşu ülkelerle görüşülerek, Kırklareli- İğneada’dan Saroz Körfezine bir boru hatta çekilir. Zaten 1970’lerden beri dünyadaki petrol rezervlerinin ömrü  üzerine uzmanlar durmadan “30” yıllık dönemlerle ömür biçmiyorlar mı?
Otuz yıllık bir kaynak için geçmişte Grek tanrılarının bile değiştirmeyi uygun bulmadığı coğrafyayı değiştirmeye değer mi hiç?


RE.T.E'nin Adası
İkinci olarak yapılan projeye bakıyoruz, yeni boğazın etrafı Dubai usulü muhteşem konutlarla doldurulmuş ve etrafı gene yerleşime açılmış, uzmanların açıklamalarına göre 48.milyon nüfuslu İstanbul.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?  Demek ki projenin petrol gemilerinin tehlikesinin uzaklaştırılması hikaye. Madem insanları korumak için yapıyorsun ikinci boğazı niye yerleşime açıyorsun?

Efendim orası kontrollü olacak. O yüzden açıyoruz. İşte gemiler yalılara falan girmeyecek.

İyi de gemilerin kazaları her zaman “kaza” değildir.1979 İndependenta olayını eğer 12 Eylül Darbesinin hazırlayıcılarının ABD işbirliği ile zamanın SSCB’sine karşı cephe aldığını hesap edersek o kazanın pek de tesadüfi bir kaza olmadığını kavramak için M.İ.T veya C.I.A  başkanı olmaya gerek yoktur.

Bu gemilerin özellikle SSCB-Rusya ve ABD siyasi dengelerinin bozulduğu ve ABD kucağını sıcak bulup Rusya’dan uzaklaşan siyasetlere geçişimiz esnasında oluşan bu kazalar, hiç merak etmeyin o kanalın tam ortasındayken de aslanlar gibi oluverirler.

Aynen Adnan Menderes’in memleketi ABD-NATO Haçlı yapılanmasına köle ettiği yıllarda meydana gelen sayısız yangın,sabotaj ve depremler gibi, ortam oluştuğunda bunların engellenmesi gene engellenemez.

Yapılması planlanan II. Boğaz ile de boğazlardan bedava geçen gemilerin bu yeni kanaldan ücret ödeyerek geçmelerinin Türkiye gibi İngiltere-ABD merkezli siyasetlerle yönetilen, ordusu gün geçtikçe tasfiye edilen, kara, hava nakil vasıtalarının ve silahlarının tamamı NATO ordusuna ait olan, kendisine ait ne silah ne savaş sanayii olan “yarı sömürge” bir ülke ile doğacak sorunların altından nasıl çıkılabileceği, yapılacak baskılara hangi orduyla direnileceği de haklı endişelere sebebiyet vermektedir.
Küçük Cekmece-II.Boğaz (Olası)

Bu projenin açıklandığı gün görsel basında yapılan tartışmalarda katılımcılar, 2023 yılına kadar İstanbul nüfusunun 48 milyona çıkarılabileceğinden bahsetmişlerdir. Bu gün 15 milyon civarlarında olduğu bilinen İstanbul’un nüfusunun bu rakamlara ulaştırılması için doğu Anadolu’daki terör örgütünün bölge halkını İstanbul’a kovalamayı sürdüreceğini çıkarmak için fal açmaya gerek yoktur.

İstanbul’a doldurulan Kürtler ve diğer işbirlikçileri, terk ettikleri topraklarını da bu gün işbirlikçiliklerini yaptıkları Yahudi, Ermeni, Arami, Süryanilere ve AB-D- NATO koalisyon ordularına ve onlarla gelecek olanlara terk etmiş olacaklardır.

İklimlere ve hava olaylarına da artık hükmedebilen AB-D koalisyonu “Ham ve Yafes peygamberlerin melezi, Yahudi Bedevi Melezi Kureyş mevalisi olan Kürtlerin de” dolduruldukları ve “kaçarı” olmayan, dört yanı suyla çevrili bu yeni  “Bizans Adasında” doğal felaketler, salgın hastalıklar ve son olarak NATO- Haçlı” operasyonlarıyla temizleneceklerdir.

Bunu nereden mi çıkarıyorum. Yeryüzünü yaklaşık 800 yıldır yönettiğini iddia eden Mason Tapınak Şövalyelerinin Tevrat ve İncil düşkünlüğünden ve 2001 İkiz Kule operasyonunun ardından ABD başkanı G.W.Bush’un “CRUSADE-Haçlı Seferi” ilan etmesinden ve ilgili kitapların ayetlerinden.
Buyurunuz;
Şimdi de İncil’e bakalım;
İsa tasviri

İSA SOY SEÇİYOR
İBRANİLERE MEKTUP-2;3-İsa İnsan doğası ile özdeş oldu:Ayet:16;Çünkü hiç kuşkusuz, meleklerle özdeşleşmeyi üstlenmedi.Bunun yerine İbrahim soyu ile özdeşleşmeyi üstlendi
17;Bu nedenle her bakımdan kardeşleri gibi olması gerekti.

TANRININ SEÇİLMİŞ HALKI

İncil-Vahiyler Bölüm-Seçilmiş halkın imansızlığı1;5-
9;4-Onlar İsraillilerdir.Onlara her şey verilmiştir:Tanrı çocukları olma yetkisi,yücelik,anlaşmalar,ruhsal yasa,ruhsal hizmet,vaatler.
5-Üstelik onlar,ataların soyundandır.
6-Beden açısından Mesih de onlardan geldi.

Vahiy 6:7
İsrailoğullarından 144.000 kişi kıyamet öncesi azap görmemek üzere mühürleniyor;
7:5;1-Yahuda soyu 2-Ruben Soyu 3-Gad Soyu, 4-Aşer Soyu 5-Naftali soyu 6-Manase soyu 7- Simeon soyu 8- Levi soyu 9-İssakar soyu 10- Zebulun soyu 11-Yusuf Soyu 12-Benyamin soyu olmak üzere 12 soydan 12’şer bin kişi toplam 144.000.kişi mühürlenir.

KURAN-ALİ İMRAN SURESİ:
33-“Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ,İmran ailesini seçti, alemlerden üstün kıldı..”
59- “Allah katında İsa’nın durumu, Adem’in durumunun aynıdır. Onu da topraktan yarattı ve “OL” dedi ve oluverdi.”

Uluslar Cezalandırılıyor, Bölüm 20;(Allah’ı görünce dünya kaçar!)

Son Yargılama Ayet 11:”Sonra büyük beyaz bir taht ile üzerinde oturanı gördüm. Yer ve gök önünden kaçtı gitti. Geride izleri bile kalmadı”.
12:Sonra küçük büyük ölülerin tahtın önünde durduğunu gördüm. Kitaplar açıldı. bDerken başka bir kitap açıldı.Bu yaşam kitabıdır. Ölüler yaptıklarına yaraşır biçimde kitaplarda yazılı olanlar uyarınca yargılandı.”
13:”Deniz kendisindeki ölüleri verdi,ölüm ve ölüler ülkesi kendilerindeki ölüleri verdiler.Herkes yaptıklarına yaraşır biçimde yargılandı.”
14:Ölüm ve ölüler ülkesi ateş gölüne fırlatıldı. Bu ikinci ölümdür. Ateş gölü.
15:Adı yaşam kitabında yazılmamış herkes ateş gölüne atıldı.”

Vahiyler Bölümü “GÖĞÜN İÇİNDEN İNEN KUDÜS (YERUŞALEM) Her şeyi yeniden yapıyorum” Bölümümde Tanrının önünden dünyanın kaçıp gitmesinden sonra, yukarıda “günahsız olarak mühürlenen 144.000 Yahudi’ye teslim edilmek üzere ” yerine denizleri olmayan yeni bir dünya koyacağını ve kutsal Kudüs’ün gökten ineceğini anlatır.

Her şeyi yeniden yapıyorum-Ayet 21:”Sonra yeni bir gök ve yeni bir yer gördüm. Çünkü gök ile ilk yer geçip gitmişti. Artık deniz de yoktu. Kutsal kentin yeni Yeruşalem (Kudüs)in göğün içinden Tanrı’dan inmekte olduğunu gördüm. Kocası için süslenmiş bir gelin gibi hazırlanmıştı. Taht’tan gür bir ses duydum. ”Şöyle diyordu; ”İşte bakın, Tanrı’nın konutu insanlarla birlikte! Tanrı insanlarla bir arada yaşayacak. Onlar, O’nun halkı olacak. Tanrı da onlarla birlikte olacak.”

Ayetlerde de görüldüğü gibi sonunda dünyaya  Yahudi  hakim kılınacaktır. Diğer kavimler temizlenecektir. Bu temizlik işine zaten birinci ve ikinci dünya savaşları ile devam edilmiş son olarak 2001’de açılan son haçlı seferi ile yeniden gaz verilmiş,Libya işgali, Suriye’nin tehditi ve Müslüman ülkelerde Bahai-Nurcu kripto Hıristiyanlarca çıkartılan karışıklıklarla da “demokrasi getirme” adı altında sürdürülmektedir.

Hirant Dink’kin de öldürülmeden önce dile getirdiği yazılıp çizilen Türk Düşmanlığı” kokan şu sözlerini hatırlayalım;
“Pis Türk kanları ile kirlenmiş bu topraklar, temiz Ermeni kanlarıyla yıkanarak temizlenecektir, böylece Haç bu topraklara hakim olacaktır….”

03 Kasım 2003 seçimleriyle iktidara gelen AKP’nin icraatlarına, açılımlarına baktığımızda sürekli Nuh peygamberin oğlu Sam peygamber soyundan geldiği Tevrat’ta iddia edilen kavimlere yönelik açılımlardır;

1-Ermeni (Arman) açılımı,

2-Kürt açılımı (Yahudi Bedevi melezi Semitik Arapların mevalileri “köleleri” oldukları Şeyh Hadi şeytanının Mushaf-ı Reş’inde yazmaktadır. Yahudi ve Hıristiyanların köleleridirler. Sünni İslam dedikleri Hz. Muhammed’in bildirdiği Kuran İslamı değil, Kuran öncesi Mecusi Yezidi İslam’ıdır.Bu yüzden Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi ve Fethullah Gülen onların tanrılarıdır. Vat edilen toprakları Yahudilere teslim edecek kölelerdir.)

3-Grek (Yunan) açılımı- Karadeniz’in Lazlarından Kıbrıs’ın Rumlarına,12 milden vazgeçilmesinden  …

4-Roman Açılımı- İ.Ö 400 ‘lerde meydana gelen kuraklık sonrası yeryüzüne dağılan Hint kabileleri.

5-Arap açılımı- Aslında Grek-Bedevi-Hint karışımı Kripto Grek olarak da nitelenebilecek Arami-Süryanileri içine alan bir açılımdır.1915’e kadar Masonların ve Vatikan’ın destekleriyle çıkartılan Ermeni isyanlarına destek verdikleri için Gürcistan’a kaçan ve Batum’a yerleştirilen İşbirlikçi gayri Müslüm Araplardır. Arkasından toprak talebi tazminat içeren bir “Süryani Soykırımı”  iddiası Avrupa Parlamentosunda hazır bekletilmektedir. Yezidi Kürtler için de aynısı hazırdır.
Eşbaşkan Başbakan'ın B.O.P Projesi Haritası

İşte, 19.yüzyılda Bakü petrollerini emniyete almak isteyen Mason Rockefeller ve Fransız Rotschild ailelerinin teşvikleriyle isyanlar çıkaran Ermeni, Arami-Süryani, Yezidi Kürt ihanetlerinin faillerinin hain nesilleri, bu yeni kanal projesi ile İstanbul Boğazı, Çatalca-Silvri çizgisinde açılan kanal arasındaki bu yeni Bizans Adasına” önce doldurulacaklardır. Ardından da “ihanetleri yani hizmetlerinin karşılığı” olarak yok edilip temizlendikten sonra bölge Semitik Yahudi- Grek- Hint- Arap kökenli küresel sermayenin üsleneceği, Avrupa borsasının taşınacağı 21.yüzyılın Bizans Adası olacağı şüphesizdir.

Başından beri İstanbul’u başkent yapmak istediğini açıklayıp duran başbakan, ilerisi karanlık, şeytani masonik semitik, sinsi Tapınak Şövalyelerinin masalarında hazırlanmış İlluminatici (Nurcu) projeleri kendisininmiş gibi yutturmayı sürdürmektedir.

Proje efendim yok Ecevit’e yok Sultan Abdülmecit dedesine (!) aitmiş. Valla boş şeyler. Osmanlı’yı yıkan, Atatürk’ü ilaçlayan da bu Tapınakçı, İlluminatici Masonların siyasetleriydi. Nereden oluyorsa Batum Süryani’si başbakanın ecdadı, dedesi Sultan Abdülaziz, Avcı Mehet’ten sonra kaldırılan “kardeş katli” sonucunda haremin altındaki dehlizlerde yaşayan bir “kafes padişahıydı”. Devşirme paşalar ve maşalar yani başbakanın asıl “dedeleri” o kafesteki padişahların hangisinin kellesinin vurulacağını, hangisinin de tahtta ne kadar kalacağını İngiliz- Vatikan emirlerine göre belirliyorlardı.

Başbakanın aradığı ne “Yeni Osmanlı” ne “Büyük Türkiye’dir?”

Başbakan’ın aradığı Haçlılara teslim edilmiş, köleleştirilmiş bir “Türk İslam Dünyasıdır”

Ezilen milletlerin “iflah olmaz şekilde”  köleleştirilmesidir.
Boğazlar ve Gemiciliğe uygun nehir kanallarının ilahi ve endüstri devrimi şartlarına göre yapılış nedenleri akla uyuyor ama başbakanın gerekçeleri hiç akla uymuyor!!!

Keykubat

Masonların ve Yahudilerin kıyamette Allah'ın yeryüzünü Yahudilere teslim edeceği inancına dayalı olarak Türk ve Müslümanlar üzerinde "soykırımı içeren "Yecüc-Mecüc" siyaseti güttüklerine delil benim çok sayıda yazımın dışında yabancı kaynaklar da önemle işaret etmektedirler.
Başbakan RE.T.E'nin (RITE) ağzına "TÜRK" adı almamasındaki işin sırrı kendisinin de Mason Rotschild'lardan aldıkları desteklerle,Türk askerini arkadan vuran sıkıyı görünce de Ermeni ve Yezidi Kürt çetecilerle birlikte Ermenistan ve Gürcistan'a 1915'de kaçan, Süryanilerin yerleştirildiği Batum'lu olması yetmez mi?;
İşte bir video ama İngilizce;"10" bölümlük videonun ilki;

27 Nisan 2011 Çarşamba

CILGIN BASBAKANIN KABUS ICRAATLARI

ÇILGIN BAŞBAKANIN KABUS İCRAATLARI

Bu gün haberleri incelemek için televizyon kanallarında şöyle bir dolaşmaya çıktım ki ne göreyim? Her kanalda bir “çılgın proje, İstanbul’a 2.boğaz” tartışmaları almış başını gitmiş.

Sanki terör bitmiş, memleketin bütün şehirlerini tehdit eden, Atatürk heykellerine kendi sözde bayraklarını asan, malum adadaki sarayında sefa süren malum şahsın resimlerini Atatürk’ün yüzüne geçiren başıboş örgüt militanları içeri tıkılmış, Kürt ayrımcılığı son bulmuş, ülkemizin işsizlik, açlık sorunları çözülmüş, ordumuzu güçlendirecek silah sanayi kurulmuş, uçaklarımızın şifreleri çözülerek kumandaları bize geçmiş de başbakan Çatalca ile boğaz arasını adaya çevirecek, kazı esnasında beklenmedik şekilde toprağın hesaplanandan fazla miktarda göçmesi ile olası doğal kazalar ile Karadeniz’den hücum eden sularla bir çok yeri sular altında bırakabilecek felaketlere çanak tutan, bir projeyi gündeme oturtmuş.

Yakışır(!) Eş başkan Başbakanımıza!

Başbakanımızın internet sitelerinde malum projeyi açıklarken yaptığı açıklamalardan bir kaçına bakalım;
“Cumhuriyet tarihinde 6 bin 100 kilometre duble yol yapılmıştı, biz 8,5 yılda 13 bin kilometreden fazla duble yol yaparak bu hayali gerçeğe dönüştürdük. Şimdi ikinci 15 bin kilometrenin de startını verdik.”
Cemal Gürsel

Evet,1960 darbesi ile Cumhurbaşkanı seçilen rahmetli Cemal Gürsel veya meşhur lakabıyla Cemal ağa, Kürt kökenli olmasına rağmen bu ülkeye bir “otomobil fabrikası” kazandırmak isteğini açıklamasından sonra İsmet İnönü’nün CHP’si başta olmak üzere ağır eleştirilere maruz kalmış ve “Çizmeli Avrupa’yı kızdırmakla “ suçlanmıştı. Ardından birden, Atatürk gibi ince bir hastalığa yakalanmış ve götürüldüğü ABD’den cenazesi Amerika’nın bilmem kaçıncı filosu ile getirilerek, Kıbrıs olayları yüzünden kopan ABD- Türkiye ilişkilerinin yumuşamış gösterilmesine alet edilmişti.
O zaman bu zaman olmuş, yeryüzünde petrol kaynaklarının ömürlerinin “on yıllarla” ifade edilmesine rağmen halen “petrole dayalı”  vasıta ve enerji sistemleri terk edilmek şöyle dursun teşvik edilmiş, ülkemiz Avrupa’nın “otomobil pazarı” olmuş ama bir tek otomobil fabrikası dahi kurulamamıştır.
Otomobil fabrikası yok mu canım Fransız Reno, İtalyan Fiat, Amerikan Ford vs.? İyi de hiç birisi yerli değil ki?
Her yağmurda, karda göçen, toprak kaymalarıyla dağılıp giden, durmadan bozulan karayolu yerine demiryolu yapsaydın daha makbuldü! Ama “hızlı tren” diye, olağan raylar üzerinde sadece “sürati arttırıldığı için” durmadan kaza yapan icraatı var ya başbakanımızın. N e de olsa o konuda da bir şeyleri var ama ben onu geliştirmekle övünsün isterdim şahsen.

Gelelim diğer beyanına;
“Ecdadımız Abdülmecid, 1856 yılında bir proje hazırladı, boğazın altından geçiyordu. O başlayamadı, projeyi tamamlamak biz torunlarına nasip oldu. Dedelerimize diyoruz ki, ruhunuz şad olsun, siz bize ışık verdiniz ve biz o izde yürüyoruz. Marmaray'la kalmadık, onun hemen güneyinde ikinci bir tüp geçidin temelini attık, araçlar için. 2013 sonunda Marmaray, 2014'te de diğer tüp geçidi bitiriyoruz. Türkiye hazır, hedef 2023.”


AKP'nin Devleti Böleceği Eyaletler;
Bu güne kadar “Türk’üm” dememiş ve sürekli Tevrat’ta belirtilen Sam peygamber soyu kabul edilen Ermeni, Grek, Semitik Araplar olan Emevi ve Süryani kökenlilere yönelik  Arap açılımı, Kıbrıs ile Grek ve Roman açılımlarını yapmış, kendi “Semitik kökenini ile övünüp “anti semtisitlere karşı olduğunu tekrarlamış, Mason Yahudi tarikatlarıyla iç içe olan Nurculuk  (asırlardır Vatikan ile işbirliği içinde olan Yezidi Kürt İslamcılığı) içinden gelen, Gürcistan Batum göçmeni Süryani kökenli bir başbakanın “ecdadımız- dedelerimiz”  dediği Abdülmecid ile alakasını halen anlayabilmiş değilim.

Gelelim Marmaray konusuna. O projenin olmasını gerçekten çok istememe rağmen, boğazın altına yerleştirilen tüp geçitlerin “kara yolları bağlantıları yapılamayacağının” ortaya çıkması yüzünden terk edildiğini herkes biliyor. Milyarlarca lira para denizin dibine gömüldü bekliyor. Yani işler palavra kandırmaca, uyutmaca. Adana yöresinde argo bir tabir vardır;

-“At yalanı s…yim inananı” Biz de bir inandık bir inandık ki sormayın!.

Şimdi şu malum “2.Boğaz” konusuna devam eden açıklamasını okuyalım;

“İki yarım ada ve bir ada oluşacak. Karadeniz ve Marmara arasına yaklaşık 45-50 kilometre uzunluğunda bir kanal yapıyoruz. İstanbul'a 'Kanal İstanbul'u kazandırıyoruz.
Panama, Süveyş kanalıyla kıyas dahi kabul etmeyecek yüzyılın en büyük projelerinden biri için kolları sıvıyoruz.
Kanalın su derinliği yaklaşık 25 metre, genişlik 150 metre civarında olacak. Taban genişliği ise 120 metreyi bulacak. Kanaldan bugün dünyanın en büyük gemileri geçebilecek.
Kanal üzerine inşa edeceğimiz köprülerle kara ve demiryolu ulaşımı hiçbir kesintiye uğramayacak. Üçüncü köprünün bağlantı yolları da bu kanal üzerinden geçecek.
İstanbul Boğazı'ndan günde ortalama 149 gemi geçiyor ve yeni kanal deniz trafiğini artıracak. Şu anda gemilerin Boğaz'dan geçmek için bekleme maliyeti yıllık 1.4 milyar doları buluyor, bu maliyet ortadan kalkacak.”

Bu proje hakkında birçok kanalda yorumlar yapıldı. AKP’nin yandaşı kanallarda bile bu proje çok eleştiri aldı. Şöyle ki 45-50 km’lik bir nehir-kanal kazılacak buradan çıkacak hafriyatın nereye döküleceği, bunların taşınma-dökülme maliyetlerinin ayrı ayrı hesaplandığında, on milyonlarca kamyon dolusu hafriyatın dökülme masrafı ile memlekete işsizlere iş aş verecek fabrika vb tesisler kurulmasının daha kolay olduğu da işlendi. Düşünün bu kazılardan çıkan hafriyatın sadece bir yere dökülme masrafı 70- 80 TL artı kazı yerinden kaç km uzağa ne şartlarda taşınacak, o da ayrı bir hesap gerektiriyor.

Buradan yaklaşık 150.000.000 kamyon hafriyat çıktığını düşünelim 70 TL dökme ücretini hesap ettiğimizde;
150.000.000*70=10,500,000,000TL yazıyla “On milyar beş yüz milyon TL.” sadece hafriyat dökme parası.
Yahu kardeşim daha bunun demiri, betonu, kazması, kırması, planı projesi, işçiliği, köprüleri, ekskavatörleri, dinamitleri, araç gereç alet edavatın satın alınması, amortismanları, yol bağlantıları, elektrik vb. giderleri hesaplandığında yüz milyarlara ulaşacak uçuk rakamlar karşımıza çıkar ki, zaten 500 milyar ABD dolar dış borç ortadayken bir de bu projeyle borçlanırsak herhalde finansör ülkelere borç yüzünden memleketi hibe etmemiz gerekse gene bu borç ödenmez gibi görünüyor.

Diğer yandan 25 m olan kanal derinliğinin de yüksek tonajlı gemiler için riskli olduğunu uzmanlar da belirtiyorlar. Benim bir başka korkum da uzak bir gelecekte kanala dökülen betonun ömrünü tükettiği vakit veya beklenen büyük bir deprem ile yeryüzü coğrafyasını değiştirecek, çevreyi bitki örtüsünden yaşayan hayvanlarına kadar katledecek sonuçları da projenin yanında getirebileceği gerçeğidir.

 Zaten AKP geldiğinden beri devletin bütün kurumları kuruluşları Yahudi’sinden Yunan’ına İngiliz’inden Amerikalısına kadar yok pahasına peşkeş çekildi. Daha geçen hafta “İDO-İstanbul Deniz Otobüsleri “ şirketi yok pahasına satıldı. Geçen yıl 3,3.milyarın üzerinde İDO’ya fiyat biçen AKP’nin belediye başkanı 860 milyon ABD Dolarına İskoçyalı ama Amerikan Mason tarikatı merkezli bir şirkete satışının gerçekleşmesi devletin tasfiyesini gündeme tekrar getirdi.

2001’den beri Afganistan, Irak ve Libya’ya ile süren “demokrasi getirme” maskeli NATO Haçlı işgalleri ve “Arap Uyanışı “ adı verilen işbirlikçi kripto Hıristiyanların ve diğer farklı etnik-dini grupların eylemleri ile dibimizdeki Suriye’nin işgalinin beklendiği ortamda böyle fuzuli böyle gereksiz böyle teslimiyetçi bir proje olamaz.

Şu durumda yapılması gereken Osmanlı’nın çöküş döneminde baskılarla Balkan, Irak, Arabistan ve Mısır’ı içine alan “inşa et- teslim et” mantığını terk edip olası bir NATO- HAÇLI işgaline karşı ordumuzu güçlendirecek sanayi yatırımlarına, işsizlere iş getirecek ve “üretim sağlayacak” tesisler kurulmasına, Amerikan Awacs uçaklarından gönderilen sinyallerle “ hareketsiz kılınan NATO kazığı” uçak, ve diğer vasıtaların elektronik sistemlerinin değiştirilmesine gerek vardır. 

Merakımı çeken bir diğer konuda şudur ki, kendi üniversitelerimizden mezun ettiğimiz öğretmen ve doktorların atamalarını yapmayan ama yurt dışından öğretmen ve doktor getirmeye kalkan AKP’nin bu inşaatlarda da amelesinden mühendisine hepsini yurt dışından getirtmesi de beklenmelidir.
Libya'nın Haçlı Nato İşgaline AKP Katkısı

Ne demişler, “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!”.

Üniversite giriş sınavlarından orta öğretim sınavlarına daima “şifreli bir Tarikat yandaşlığı” kayırmacılığı içinde olan AKP bürokrasisi,dekolte kıyafetin “tecavüz gerekçesi” oluşturulmasından tutun ilköğretim kız çocuklarına ailelerinin izni alınmaksızın okul helalarında hademelere “hamilelik testi” yaptırmaya kadar işi götürdü.

Ama,mecliste oturan feodal Kürt Şıh ve pirleri ile toprak ağalarının yaşları “8” ile 13” arasında değişen “çocuk evlilikleri” , gene bu Kürtlerin sekiz- dokuz yaşında çocuk gelinleri kıytırıktan bahanelerle “zina suçlamalarıyla recm etmeleri”  ve büyük çoğunluğu en az “üç eşli” olan Kürtlerin “tek eşliliğe, doğum kontrolüne ve pedofiliye karşı teşvikleri” konusunda “çıtı” çıkmamaktadır. Ülkemizin şehirlerini her eylemde yerle bir eden, yakıp yıkan Kürt eşkıyalara herhangi bir soruşturma yapılmamasını da ekleyelim.

Varsa yoksa Türk milletini rencide edecek, olur olmaz adı duyulmamış soykırım iddialarından tutun da boynunu bastıracak, sefilliğe itecek her türlü aşağılık, rezilliği sergilemek AKP’nin başlıca icraatlarıdır. İşte ilkokul helasında kız çocuğuna hamilelik testi olayını haberi;

“İSTANBUL - 7'nci sınıf öğrencisi kız, müdür talimatıyla dersten çıkarıldı, hademe tarafından gebelik testine tabi tutuldu.
Büyükçekmece -Güzelce- Cevdet Zebure Kotan İlköğretim Okulu'nda yaşandığı belirtilen olay iddialara göre şöyle gerçekleşti: 7. sınıf öğrencisi E.K. (13), 'erkeklerle çok geziyor' diye kadın hademe tarafından dersten çıkarıldı. Müdür talimatı olduğu gerekçesiyle tuvalete götürüldü. Kıyafeti çıkarılan kızdan gebelik testi için idrar örneği alındı….”
Devamı için Tıklayınız;http://www.ntvmsnbc.com/id/25207022/

1876-78 Osmanlı- Rus harbi sırasında Plevne ve Silistre’de Rus ordularına ve işbirlikçi Romen- Bulgar ve Sırp isyancılara karşı savaşan askerlerimize “yiyecek, mühimmat ve silah göndermek yerine sabun” gönderilirken, Saraybosna, Tiran, Selanik, Sofya, Bağdat, Şam, Mekke, Medine gibi şehirlerin güzelleştirilmesine devletin paralarının harcanmasını hatırlatan AKP siyasetleri ülkemizde yüreği vatan aşkıyla çarpanların kabusu olmaktadır.
Ahmet Erdoğan'ın Gemiciği de kanala para öder mi?

 Boğazlardan geçen gemiler 1999 AGİT İstanbul toplantısında alınan karar gereğince “kılavuz kaptan” almak zorunda bırakılmışlardı. O zamana kadar geçen gemileri denetleyemediğimiz gibi Marmara Denizine ve boğazlara sintine boşaltmalarına bile engel olamıyorduk. 

Kaldı ki zaten boğazların etrafına “asker dahi yerleştiremeyeceğimiz” Montrö Antlaşması ile belirlenmiştir. Başbakanın eş başkanı olduğu malum B.O.P projesinde İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının Sevr Antlaşmasında olduğu gibi uluslararası komisyona devredilmesi yer alırken bu proje saçmalıktan, milleti yok yere borçlandırmaktan başka bir şey değildir.

Yeni açılacak boğazların da bu antlaşma hükümlerine tabi kılınması için ABD-AB koalisyonunun başımızdaki işbirlikçi hükümetlere üflemesinin bile yeterli olacağı ortadadır.

Kıbrıs’ın geri istenildiği, Gürcistan, Ermenistan, Yunanistan gibi devletçiklerin 2012 Türkiye işgal planlarını açıkça internetten yayınladıkları, “Eş başkan Başbakan’ın” devleti “36” parçaya bölmekten bahsettiği, HAÇLI-NATO ordularının Müslüman ülkeleri tek tek işgal ettikleri bir ortamda yarın öbür gün çıkacak olası tehdit karşısında bu projelerin devletin tasfiyesinden başka işe yaramayan atıl, teslimiyetçi projeler oldukları ortadadır.

Bu saçmalama ve sayıklamalardan ibaret projeler, devleti tasfiye eden “eş başkan çılgın başbakanın kabus projeleri” olarak tarihe geçecektir.

Aç karnınız ikinci boğaz, üçüncü boğaz köprüsü projeleriyle ağaçlardan arındırılmış bir ülke ile kuraklığa mahkum edilmiş topraklar üzerinde durmadan bozulan duble yollarla doyar artık.
Takdir milletindir. 

Milletler geleceklerini kendi kararları ile kurarlar. 

Teslim edilmiş satılmış bölünmüş bir vatan istiyorsanız bu işbirlikçi partileri oylarsınız. Birkaç yıl içinde de göreceğinizi görürsünüz.

Saygılarımla!


Alıntı-Ektir;
ÇILGIN BAŞBAKANIN KABUS İCRAATLARI
AKP ve Recep Tayyip Erdoğan'ın Sattıkları:
2003 - AKP lideri Tayyip Erdoğan'ın ad...li sicilini temizleyen yasa kabul edildi.
2003 - SEKA Balıkesir İşletmesi satıldı.
2003 - Taksan Takım Tezgahları Sanayi satıldı.
2003 - TZDK Sakarya Traktör İşletmesi satıldı.
...2003 - PETKİM Standart Kimya şirketi satıldı.
2003 - TEKEL Çankırı Kaya Tuzlası satıldı.
2003 - SEKA Aksu İşletmesi satıldı.
2003 - Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası satıldı.
2003 - Ormanların satışını öngeren yasa kabul edildi.
2003 - Kuşadası Limanı satıldı.
2003 - SEKA Kastamonu İşletmesi satıldı.
2003 - Gerkonsan Gerede Çelik Konstrüksiyon Ve Teçhizat Fabrikaları satıldı. 2003 - Trabzon, Dikili Limanı satıldı. 2003 - SEKA Taşucu Tersane Alanı satıldı. 2003 - SEKA Çaycuma İşletmesi satıldı.
2003 - TCDD İzmir Limanı satıldı. 2004- SEKA Karacasu İşletmesi satıldı
2004 - EBK Manisa Et ve Tavuk Kombinası satıldı. 2004 - ETİ Bakır İşletmeleri satıldı.
2004 - TEKEL Sekili Tuzlası satıldı.
2004- Bursagaz satıldı.
2004- ETİ Elektrometalurji satıldı.
2004 - Sümer Holding Bakırköy İşletmesi satıldı.
2004 - Kütahya Şeker Fabrikası satıldı.
2004 - THY'deki kamu hisselerinin %23 'ü satıldı.
2004- ETİ Gümüş satıldı.
2004- SEKA Ardanuç İşletmesi satıldı.
2004 - Sümerbank Diyarbakır İşletmesi satıldı.
2004 - Çayeli Bakır İşletmeleri satıldı.
2004 - TÜGSAŞ'a ait Gemlik Gübre Sanayi satıldı.
2004 - TEKEL Alkollü İçkiler Sanayi satıldı. (İki yılı ödemesiz 292 milyon dolara alan şirket 2 yıl sonra 920 milyon dolara Amerikalılara sattı. Devlet yaklaşık 600 milyon dolar zarar ettirildi.)
2004 - TEKEL İçki Bölümünün satışının ardından 9 fabrika kapatıldı.
2004-ESGAZ satıldı.
2004 - ETİ Krom satıldı.
2004 - Tümosan Türk Motor sanayi satıldı. 2004- İGSAŞ (İstanbul Gübre Sanayi) satıldı.
2005 - Sümerbank Manisa Pamuklu Mensucat satıldı.
2005 - SEKA'ya ait üretim yapan 120 tesisin yıkımı tamamlandı.
2005 - Şeker Kurumu ve İdari Birimleri Bakanlar Kurulu kararıyla kaldırıldı.
2005 - Sümerbank Beykoz Deri ve Kundura satıldı.
2005 - SEKA İzmit İşletmeleri satıldı.
2005 - ETİ Seydişehir Alüminyum satıldı.
2005 - TÜGSAŞ'a ait Tekirdağ Depoları satıldı.
2005 - TÜRK TELEKOM (iki yıllık karma) yabancılara satıldı.
2005 - Adapazarı Şeker Fabrikası satıldı. 2006-TÜPRAŞ satıldı.
2006 - THY'daki kamu hisselerinin %28'i daha satıldı. 2006 - ERDEMİR satıldı.
2006 - Büyük Ankara Oteli satıldı.
2006 - TEKEL Kaldırım, Yavşan ve Kayacık Tuzlaları satıldı.
2007 - TCDD Derince Limanı satıldı.
2007 - Deveci Maden Sahası işletme hakkı satıldı.
2007 - Araç Muayene İstasyonu I ve H Bölgeleri satıldı. 2007- TCDD Mersin Limanı satıldı.
2008 - PETKİM satıldı.
2008 - TCDD Bandırma ve Samsun Limanları satıldı. 2008 - Ankara Doğaleaz Üretim'e ait 9 Santral satıldı. 2008 - TEKEL Sigara Sanayi İşletmeleri satıldı.
2008- TEKEL'in Adana, Malatya, Tokat, Bitlis ve Samsun Sigara Fabrikaları
geniş arsalarıyla birlikte yabancılara satıldı.
2008 - TEKEL'in Sigara Bölümünün satışının ardından İstanbul, Adana, Bitlis, Malatya ve Tokat Sigara Fabrikaları kapatıldı.
2008 - Türkiye genelinde 60 Yaprak Tütün İşleme Tesisi kapatıldı.
2009 - Başkent Elektrik Dağıtım satıldı.
2009- Meram Elektrik Dağıtım satıldı.
2009- Kastamonu, Kırşehir, Turhal, Yozgat, Çorum ve Çarşamba Şeker Fabrikaları
satıldı. (Bu fabrikalar da sadece iki yıllık karına yabancılara satılmıştır.) 2009 - İller Bankası'nın tasfiyesi için yasa hazırlandı.
2009 - Güneydoğu sınırındaki arazilerin yabancılara satılması için yasa çıkartılmış olup, bu topraklarm yabancılara devri için hazırlıklar devam etmektedir.
Çılgın Başbakan'ın çılgın Adası.

Not: Bu listede yer alan kurum ve işletmelerin büyük bir çoğunluğu özelleştirme adı altmda geniş arazileri ile birlikte önce AKP ve cemaat yandaşı kişilere çok ucuza satılmış, onlarda bir iki yıl sonra 4-5 katı fiyatla genellikle yabancılara satmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti bu yolla milyarlarca dolar zarara uğratılmış, AKP ve yandaşları ise devletin üzerinden milyarlarca dolar kazanmışlardır. Bu arada satılan bu kurumlardaki onbinlerce çalışan da sokağa atılmıştır.
http://keykubat.blogspot.com/2008/12/ite-eriat-ve-ocuklarmz.html#axzz1KkTWyQR1