"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

20 Eylül 2010 Pazartesi

ATATÜRK DE KİM OLUYOR

ATATÜRK DE KİM OLUYOR?

Devlet 18 yaşına kadar koruyor ben bunu yükselttim,son uyarı "LÜTFEN KIRK YAŞIN ALTINDA OLANLAR GİRMESİN VE OKUMASIN!!!"
Diğer yazılarım için de bu geçerlidir.

Bu yazıda,herkesi şok edecek ifadeleri bulacaksınız.Atatürkçüler bana kızacak,Atatürk karşıtları daha çok kızacak.Ama,bu konular tartışılmadıkça bu adam rahat uyuyamayacak.
Ama,Atatürk ne yazık ki aramızda değil,savunacak kimsesi de yok.Yazdıklarım ne yazık ki şu veya bu şekilde anlatıla gelen şeyler.Konuşulup tartışılması,bu işin bir yere bağlanarak bu adamcağızın artık mezarında rahat etmesi ,ettirilmesi gerekmektedir.

Öyle yazılar,söylentiler var ki,geçenlerde AKP milletvekili,doğulu Kürt birisinin videosunu bloguma koymuştum.Linki köreltilince çıkarmak zorunda kaldım.

Resmen diyorlar ki ;

-"Atatürk de kim oluyor?"

Bu yazıyı bunun için yazdım.Kendimi ötesine de gitmek zorunda hissettim ve gittim.Çünkü,Atatürk bir insandır, insani duygulara,hislere sahiptir,üstünlükleri ve zaafları da vardır.Bizler ona,bıraktığı bir Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşlarının zaferleri,devrimleri ve övünebileceğimiz daha nice değerleri için saygı ve hürmet duyuyoruz. Türk gençleri,bazı çirkin,iğrenç iftira ve karalamaları ondan darbe yiyenler olduğunun bilincine varmalı ve o iğrençlikleri de öğrenmelidir ki,genç beyni ile boş zamanında yakalanıp,tarikat,düşman oyunlarına mağlup olmasın.

Bu güne kadar,aslında asla Atatürk'çü olmayanlar,darbeler yapıp milletin çiçeklerini idam sehpalarına çıkaranlar yaptıkları Atatürkçülüklerle (!) halkı ondan nefret ettirdiler.Onların da,darbe sonrası çıktıkları televizyonlarda, resmi toplantılarda,masum Türk köylülerini,evlerine,camilere doldurup yakan,sokaklarda cesetleri üzerinde yürüyen Ermeni çetecilerine övgü olarak yazılmış "Serdarın Yürüyüşü" adlı müziklerle televizyonlara çıktığını bunu yazan gazeteleri de beş gün kapattıklarını bu millet artık öğreniyor.Bu güne kadar Atatürk,halka karşı bir "sindirme aracı" olarak kullanıldı.




Türk Marşı-Türkler evlerinden ite kaka toplanırken,(Serdarın Yürüyüşü) tasvir.

Bu yüzden,ben Türk gençlerinin,yaşadıkları devletin kurucusu olan önderlerini daima üstünlükleri ile değil kusurları ile,onu gerçek bir

insan,önder,özgürlüklerinin koruyucusu,sağlayıcısı olarak görecekler,ona karşı olan saygı ve sevgilerini koruyacaklardır.
Şimdi,iğrenç iftiraları,iddiaları,fıkraları sıralıyorum;
Halen,kurduğu “Türkiye Cumhuriyeti” adı altındaki devlette yaşayan bir insan olarak, 1938’de,vefat etmiş veya bana göre de “ilaçlanarak öldürülmüş” olan bu adam hakkında o kadar çok yazı,iftira var ki,doldursan tırlar almaz inanın.

Kim bu adam?
1881 doğumlu ve 1938’de bir şekilde aramızdan ayrılmış.Yani,ölümünde 57 yaşında bir insandı.42 yaşında da,kendisi ile birlikte ortak olan 4 devletin de yenilmesi ile ordularını,silahlarını teslim etmiş, yıkılmış, elektriksiz, yolsuz,susuz bir imparatorluktan,7 kıtayı hakimiyetlerine almış emperyalist sömürgecilerin yenilmez güçlerine,bu kadar güçlü devletlerin hükümranlıklarına rağmen “bağımsız” bir “Türkiye Cumhuriyeti “ adlı bir devlet çıkarmış bir adam mı?

Yoksa,muhalifi olan,”Saltanatçı,İslam-i Kürdistancı,mandacı-(başka devletlerin atadığı görevlilerce yönetilme yanlısı) devşirme devlet adamlarının “ dedikleri gibi bir “ingiliz ajanı”,İngiliz asilzadesi Lord Kinros’un yazdığı gibi bir “oğlancı-kulampara” mıydı?

Hatta,geçelim, özellikle Kürt İsyanları nedeniyle Atatürk'ten darbe yemiş işbirlikçilerin olduğu doğu Anadolu halkı arasında anlatılan bazı fıkralara göre;

Atatürk ile İsmet İnönü,Trablusgarp’a (Tunus’a) Enver paşa ve diğer arkadaşları ile birlikte gittikleri zaman,İsmet paşa ile Atatürk birlikte çalışırlar.

Araplar,ihtiyaçları için onlara kadın vermemeleri yüzünden aralarında cimsel ilişki olduğuna,Atatürk'ün İsmet paşanın kulağına silah sıktığına,İsmet paşanın bu yüzden sağır olduğu bu fıkrada işlenir.Oysa İsmet paşa topçu subayıdır ve top atışlarından kulağı sağır olmuştur.(Bu da başka yoruma sebep olabilir ya neyse.),

Sözde bu şekilde Atatürk yüceltilir.(!)
Kim bilir bunu uyduran ibnenin aklı Atatürk'de kalmış olabilir.(?)

Bu fıkrayı (iftirayı) ben Mardin’li bir polis arkadaştan dinlemiştim.O da memleketinden öğrenmiş.
Bunlar onu çekemeyenlerin uydurup yakıştırmalarından başka bir şey değildir ama,halkın aklında başka anlamlar içermektedirler.Bu yüzden yazılıp çizilmesi lazım bence.


Diyelim ki,Atatürk gerçekten böyle biri.
Hatta,sağlığında Antalya’ya yaptığı bir ziyarette,sahil boyundaki binaları görünce etrafında toplananlara sorar;
-Bu bina kimin?
-Solomonun (Yahudinin)
-Bu bina kimin?
-Hristo’nun (Grek-Yunanlının)
-Bu bina kimin?
-Arman’ın (Ermeni’nin)
-Peki bunlar bu binaları dikerken siz neredeydiniz?
Bu arada lafa bir ihtiyar girer ve der ki;
-Biz Galiçya’da (Polonya-Rusya sınırındaki bölge),Balkanlarda,Kafkasya’da,Irak’da, Yemen'de, Trablusgarp’daydık.

Rivayete göre bu sözden sonra Atatürk’ün;
-“Hayatımda cevap veremeyip tıkandığım tek konu buydu” dediği rivayet edilir.
Bir başka rivayete göre de Atatürk,Selanik göçmeni hemşehrilerini ;
-“Siz,niye karış karış Selanik’i savunmayıp Grek’e-Yunan’a teslim ettiniz” diye de onları suçlamıştır.

Görüldüğü gibi ,anlatılanları doğru kabul edelim,o da büyütüldüğü kadar biri değil.Sonunda etten kemikten bir insan.O da,kendisinden başka birilerinin de vatanın kurtuluşu için el atmasını istemiş.Selanik'i kurtarmak istemiş ama Selanikliler "kurtulmayı istemişler mi?"
Bazı istekler birilerinin istemeleri ile yetmiyor ve herkes isterse bir takım değerler üretilebiliyor.O bunun bilincinde olarak sormuş.Yani sitem etmiş.

Bu adam kimseye sitem etmeyecek mi canım?
Allah değil ya insan.
Oysa Allah bile Kuran Nahl suresinde "Bir atım sudan yaratıldınız,ne de yaman hasım kesiliyorsunuz?" diye insanları kendisine karşı savaşmakla suçlamıyor mu?
Atatürk sadece "hep ben mi yapacağım,biraz da onlar isteseydi daha kolay olurdu,böyle elden çıkmazdı diye düşünmüş olamaz mı?
Bunda bir sakınca yok.

Şimdi bu iftiralara rağmen Atatürk;
"Atatürk,sahipsiz değildir."Her türlü iftira,karalamaya karşı Türk Milleti onu seviyor ve yaşatacaktır. İngiliz ajanı dönme ve devşirmelerin iftiraları onu sevenleri yıldıramayacaktır.Her gecenin bir sabahı olduğu gibi her hesabın bir günü de olacaktır elbet.

“1764-68 yılları arasında olan Rus-Osmanlı Savaşının” ardından,Rusya’nın, Kapitülasyonları elde etmesinden, Osmanlı hudutlarında yaşayan Gayri-Müslüm tebaanın Rusların koruması altına” girdiklerini, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasında kabul edilen “Hıristiyanların ve gayri Müslümlerin devlet korumasına alınacağı hükmü gereğince askere alınmadıklarını,Kurtuluş Savaşında bile buna dikkat edildiğini",halen de gayrimüslümlerin askerlik yapmadıklarını,bu yüzden, 1683- II.Viyana kuşatmasının ardından gelen aralıksız yenilgilerle sonuçlanan savaşlarda resmen “Türk Soykırımı” yapıldığını,elden çıkan topraklardan güç biriktirmek amacıyla, Türk-Müslüman halkın geri çekilerek kendilerini kıyılmaktan korumak ve göçtükleri yerlerde devlete asker vererek, gelecek savaşta devlete güç verme mantığına dayalı olan,iç göçlerin hem eski bir Türk geleneği olan “Uç Beyliği” ve İslamiyetle adı değişen “Muhacirun Kültürü” olduğunu bilmediğini varsayalım.Ki, o da "muhacirun'dur."
Sonunda,yetim bir çocuk olarak,askeri orta okul-lise,Harp Okulu sıralarından sonra sıradan bir Albayken Çanakkale’de Liman Von Sanders gibi bir ordu komutanından yetkiyi devir alarak savaşı zaferle sonuçlandıran,dünya savaş tarihine geçmiş bir savaş dehası olduğunu da unutalım.

Hatta,profesör Yalçın Küçük’ün de yazdığı gibi,bu adam,Yahudi,Sırpların dedikleri gibi Sırp, Arnavutların dedikleri gibi Arnavut ve hatta yine hatta,Suriye’ye Kafkas cephesinden “şüpheli” olduğu için sürülen Ermeni aslıllı erbaşlardan olan Agop Martanyan Dilaçar’ı (Atatürk’ün sonradan vereceği soyadı ) Suriye’deki Yıldırım Orduları Komutanı iken tanıyıp,Cumhuriyet döneminde,Türkiye’ye girişi sakıncalı olduğu halde Türk Dil Kurumunun başına getiren, ve gene hatta,evlatlıklarını Ermeni göçmenlerinin yetim çocuklarından seçen birisi olduğu için de (Afet İnan gibi) “Ermeni” olsun.

Bu adamı karalamak için bütün bu yazdıklarım yazılıp çizilip anlatılmaktadır.(Bu yazı yüzünden bana dava açsalar,sadece bu yazıyı ve Atatürk düşmanlığını şöhret ederler,İnternet dahil ortalık bunlarla dolu.) Bu yüzden iftiraları sansürsüz gündeme getirme ve tartışma gereğini duydum.

Bu adam,yazıldığı gibi,kulampara,oğlancı (II.selim’in Topkapı Sarayı Harem Hamamında,ajanlıkla suçladığı cariye-gözdeleri olan kadınları saraydan kovduktan sonra,hareme doldurduğu “oğlanları” kovalarken,tahta takunyası-nalınıyla,kalleş (!) sabun kalıbına basarak düşüp nazik kafataslarını (!) hamamın mermer su havuzlarına çarparak kırması sonucu öldüğünü;Hz.Muhammed’in 6.yaşında Hz.Ayşe ile nikah kıyıp,dokuz yaşında ilişkiye girdiğini,Hz.Ayşenin her ilişkiden sonra Hz.Muhammed’in elbisesinde en az iki ve daha fazla meni lekesini yıkadığını anılarında anlattığını da;Hz.İsa’nın da tam bir eşcinsel, hayatı boyunca hiçbir kadınla ilişkisi olmadığı iddialarını bilerek), eşcinsel,serhoş, içkici, sübyancı olduğunu da kabul edelim.(!) Etmek mümkün değil ama yapılıyor.İnsanlara bir yol çizmek lazım.

Ona bu iftiraları yakıştıranların hesapları bu haritalardır.Belli olmuştur.O bu pis iftiralardan münezzehtir.Türk milleti de bunları bilmelidir.

Bu yüzden;


Bu adam,tüm ifitira ve karalamalara rağmen,inkar edilemeyecek, bence saygı duyulacak en az “iki” şey yapmıştır;
1-Emperyalizm,sömürgecilik karşıtıdır,yeryüzünde bütün bağımsızlık savaşlarının da bu yüzden sembolü (Tunus,Cezayir’den Çin’e,Küba’ya) olmuştur.Çin’de bile ilk okullardan itibaren ders kitaplarında o öğretilir.
2- 200 yıl boyunca Avrupa devletleri karşısında sürekli “yenilgi” almaya alışmış Osmanlı Ordusunda ilk kez “Zafer” coşkusunu” o yaşatmıştır.

Ve son olarak da,Osmanlı’dan çıkan topraklar üstünde batılı devletlerin kurduğu düzmece devletlerde Avrupa karşıtı bağımsızlık hareketlerinin de “örgütleyicisi” olduğu için de ilaçlanarak öldürülmüştür.
10.Kasım 1938’de aramızdan ayırılan,hak etmediği her türlü iftiraların ölümünden 70 yıl sonra bile yazılıp çizildiği veya yandaşı görünülerek büyük devletlerin bile sırtından ekmek yediği bu kahraman adam sahip çıkılması gereken bir kişiliktir.

Kahramanlarına,kendisine hizmet edenlere sahip çıkmayan her millet,tarihin derin çukurlarında kaybolup gitmeye mahkumdur.Hiç kimsenin başarıları “doğruluğu kanıtlanmamış afaki anlatılardan ibaret cinsel eğilimleri ile aşağılanarak” karalanıp silinmemelidir.Sahip çıktığınız dini karakterlerde olduğu gibi.İngiliz’lerin ünlü kurucu Kralları Arthur’un karısının başına gelenleri de Hollywood’lu sanatçı aktör Richard Gere televizyonlarda çok gösterilen bir filmi ile sergilemektedir.

Ben,Atatürk’ü,her suçlamaya,iftiraya karşı seviyorum.İlk okula başladım Atatürk,yaşım 50 oldu,torunumu kucakladığım yaşta hala bu adamı tartışıyoruz.

Yahu,bu adam,ordularını teslim etmiş,halkının köle olmasına imza atmış bir imparatorluktan 42 yaşında bağımsız bir devlet çıkarmayı bilmiş savaş-siyaset dahisi bir adamdır.

Çıkardığı devletin adı da şüpheye gerek bırakmayacak kadar açık olan “TÜRKİYE CUMHURİYETİ” dir.

Daha ne arıyorsunuz bre hayvanlar,hatta hayvanları bile salaklıkları ile sıkıntıdan kahredecek kadar hayvandan aşağı olanlar?

Onun kurduğu devletin başında olup da,insanlık tarihinin hiç bir aşamasında İstanbul'a bile sokulmamış,Bizans tarafından yüzyıllarca,Türklerin gelişine kadar soykırımlara uğratılmış olan Gürcü,Fars,Yahudi,Süryani, Ermeni Kürt kavim artıklarının onun kurduğu cumhuriyetle kölelikten kurtarılıp "vatandaş-eşit insan" sayılıp da devletli,nüfus cüzdanı sahibi olduklarını,buna rağmen Kürtlerin halen Şıh,Pir,Ağa denen feodallerine kölelik etmekte ısrar etmelerini,Hz.Yusuf'u Mısır'a baş vezir yapan Firavun örneğinden bile ders almayarak bu vatan evladına küfür eden emperyalist işbirlikçisi soysuz köle soylarının yatacak yerleri var mıdır?

Atatürk Hakkında İftiralar Devam Etmektedir;

Atatürk'ü yazarken,hakkında yurt içi ve dışında,ölümünden 72 yıl sonra bile atılan,yazılan olumsuz iftiraları görmezden gelmek doğru değildir.
Çünkü,bilinçsiz gençlerimiz atılan iftiraları da bilmelidirler.Bu onları daha da cumhuriyete, Atatürk'ün "tam bağımsızlık" değerlerine sahip çıkmaları için coşturur inancındayım.

Ancak ona "eşcinsel diyenlerin" aslında onu kendilerine benzetmek istedikleri ortadadır.Çünkü onların tanrıları bile "eşcinseldir"."İbne Amerika'nın İbne Siyasetleri" başlıklı yazım ve bu linkte bulacağınız yüzlerce yazılarım asla iftira atmadan bunu anlatmaya kafidir.

Yıllardır onu karalayanlar,"Işık Evlerindeki Nur toplantılarında"
resimlerini parçalayanlar,okul önlerindeki büstlerini kıranlar
bile siyasetlerine alet etmekte,halen arkalarına saklanmaktadırlar.

Onun Yahudi olduğunu iddia edenler de bilsinler ki,"Kızılbaş" sayılan uniteryan Gnostik Hıristiyan mezhepleri ile İslami mezheplerden olanlar Yahudi olamazlar.
Kızılbaş sayılan mezheplerden olan Müslüman kimlikli halk arasında "Mustafa" adı yaygın değildir.Yani Atatürk'ün "kızılbaş" olduğunu vurgulayanlar buradan da sınıfta kalmışlardır.

Kurtuluş Savaşında,Moskova'da,Amerika'daki ve İngiltere'deki Yahudi-Mason locaları devletin kuruluşuna çok destek vermişlerdir.

Yıkılmış bir imparatorluktan,sömürgeliği benimsemiş sayısız dönme,devşirme devlet adamları,iş adamları ve aydın geçinen okumuş-yazmış mandacılar arasında,hayalindeki "bağımsız Türkiye Cumhuriyetini" kurmak için bir hakim grubun desteğine ihtiyaç duymuş olabilir.Bu konu bir kaç kez Yalçın Küçük tarafından da "Yahudiler olarak 20.yy.da iki devlet kurduk,biri Türkiye deiğeri de İsrail'dir" ifadeleri ile dile getirildi.

Tarihçi Murat BARDAKÇI da,programına konuk ettiği bir Yahudi araştırmacının,üstü örtülü bir ifadesinde;
"Adı ENVER olan yüksek rütbeli bir Osmanlı askerinin Yahudilik müracaatı, Kızılbaş sayılan Uniteryan Hıristiyanlıktan dönme Gagavuz Türk'ü olduğu için kabul edilmemişti" demişti.
Bu zat da muhtemelen meşhur Enver Paşa'yı çağrıştırmış,hemen sorulan soruya da "geçiştirmeli" bir cevap verilmişti.

Anlayan anlamıştı.
Yahudi olmanın şartlarını geçen ay içinde İsrail Sinegogunun bu işlerden sorumlu en yetkili hahamı açıkladı ve "Yahudilik ilkelerinden taviz verilemeyeceğini" söyledi.

Acaba ülkemizden birileri Yahudi olmaya mı gitmişlerdi?

Malum 1925'de Atatürk'e yapılan İzmir Suikastının ardından İstanbul Sinegogunda ayin düzenlendiği tarihte kayıtlıdır.

Hatta Atatürk bir şekilde Yahudi de olmuş olabilir.

Diğer yandan,Yahudilerin Ermeniler gibi açık ihanetleri yoktur.O da Yahudileri devletin önemli görevlerine yerleştirmiş ve sevgisini kazanmıştır.
Unutmayalım,Çanakkale Savaşları sırasında bırakın yetişmiş insanlarımızı kaybetmeyi,Galatasaray Lisesi gibi bir çok okulun öğrencileri bile gönüllü cephelere gittiler,Sömürgeci devletlerin topları önünde parçalandılar, şehit düştüler.Cumhuriyet kurulduğunda devletin görevini yerine getirmesi için gerekli eğitime,tecrübeye sahip Türk veya Müslüman memur bile bulunamıyordu.

Atatürk bu yüzden azınlıklardan istifade etmiştir.Azınlıkların bütün savaşlarda gösterdikleri üstün  hizmetleri inkar etmek Türk Milletine de asla yakışmaz.
Köktendincilerin "Yahudi Düşmanlıklarının" arkasında,Cumhuriyetin kurulmasına yaptıkları katkılar yüzünden "İslami Kürdistan'ın Kurulmasının Engellenmesi"ne dayalı bir düşmanlık olabilr ki bence de öyledir.
Atatürk ve Yahudi Düşmanlığı =İngiliz işbirlikçisi Ermeni-Kürt,Grek,Rumların doğu Anadolu'da devlet olmalarının engellenmesidir.
Yahudilerin onun sağlığı için dini ayin düzenlemeleri bu sevgilerindendir.

Böyle olsa bile,kurduğu devleti yüceltmek için koyduğu Misak-ı Milli hedefleri uğruna emperyalizmin hedefi olmuş ve çok yakın çevresinde bulunan işbirlikçi iki yüzlü hainlerin yardımları ile ilaçlanarak zehirlenmiş,yanlış tedavi ve ilaçlarla öldürülmüştür.

Vatan uğruna öldüğü ortadadır.Eseri Türkiye Cumhuriyetini,kurduğu demokrasiyi onun kurduğu demokrasi sayesinde hükümet olan dönme köle devşirmelerden ibaret karalayanlara karşı onun devletini savunmakla meşgulüz.

İyi okumalar.

MUSTAFA KEMAL HAKİKİ BİR TÜRK MİLLİYETÇİSİ İDİ.

Mustafa Kemal 5. Orduda Arap ırkından olan askerlere daha özel muamele yapıldığını ve Anadolu çocuklarından daha üstün tutulduklarını gördükçe müteessir oluyordu.

Atatürk Derne'de,Arapları örgütlediği yıllarda 1915'ler.
Osmanlılığın telkin ettiği bu aşağılık duygudan ne zaman kurtulacağız?
diyordu. Aynı ıstırabı bende duyuyordum. Yafa'da Mustafa Kemal'in bölüğünde alaydan yetişmiş Makedonya Türkler'inden yaşlı bir yüzbaşı vardı. Yüzbaşı Anadolu'lu Kıt'a çavuşlarına karşı şiddetli davranıyor, yeni erlere karşı ise lüzumundan fazla müsamaha gösteriyordu.
Onların azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı olmuyordu.
Mustafa Kemal, başından geçen bir olayı şöyle anlattı:


- "Bir gün Makedonyalı yüzbaşı, Kıt'a çavuşlarından birini bölük kumandanlığı odasına çağırdı. Müfit'le ben de orada idik. Çavuş sağlam yapılı ve yakışıklı bir Türk delikanlısı idi. Yüzbaşı gencin onurunu kıracak şekilde azarlamaya başladı. Daha ziyade mensup olduğu ırka hücum ediyordu.

- Sen, diyordu, nasıl olur da necip Arap kavmine mensup peygamber efendimizin mübarek soyundan gelen bu çocuklara sert davranır, ağır sözler söylersin? Kendini iyi bil, sen onların ayağına su bile dökemezsin.(*)
Gibi gittikçe manasızlaşan sözlerle hakaret ediyordu. Sesi yükseldikçe yükseliyordu. Çavuşun yüzündeki ifadeye baktım. Önce bir babaya duyulan saygının samimiyeti okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen bir isyanın ateşleri gözlerinden okunmaya başladı, fakat gerçek itaatin sembolü olan Türk askeri gibi iç duygularını gemlemeye çalıştı. Göz pınarlarından tanelenen yaşlar yanaklarından döküldü.
Dayanamadım.
- "Yüzbaşı efendi susunuz!" diye bağırdım, birden şaşırdı, sözlerin bizden onay görmesini beklediği anlaşılıyordu.
- "Yoksa fena bir şey mi söyledim?"
- Evet, çok fena hareket ettiniz, buna hakkınız yok, bu erlerin bağlı bulunduğu Arap kavmi birçok bakımdan necip olabilir, fakat senin de benim de, Müfid'in de ve çavuşun da mensup olduğumuz kavmin de büyük ve asil bir millet olduğu asla inkar edilemez bir gerçektir.
Yüzbaşı başını önüne eğdi, utanmıştı.
Çok yıllar sonra, bir gün Ankara'da beni de şahit göstererek anlattığı bu hakiki olay karşısında görüşü şu idi:
Bu ve buna benzer hadiseler, Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır.
Mustafa Kemal'in, Türk Tarih Kurumu'nu kurmasının en büyük nedeni bu asil düşüncede aranmalıdır. Türk Milleti'nin asaletine, büyüklüğüne bütün Türklerin inanmasını ve bunu iftiharla savunmasını hayatı boyunca amaç edinmiştir. Milletine:
- "Ne mutlu Türküm diyene!"


Hitabıyla seslendiği zaman, buna bütün mevcudiyeti ve samimiyeti ile inanmıştı.
(*Ben Keykubat olarak bu konuda biraz Kuran ayeti vermeyi uygun buldum);

Bakalım,Hicaz Arapları seçilmiş kavim mi sapık kavim mi?
Hadislerin %90'uydurma,yakıştırmadır,bu yüzden,Kuran ne diyor.?
Çünkü değişmemiş kabul edilen sadece Kuran'dır Tanrı sözüdür.
Kuran kimlere gelmiş?
Diğer milletler Kuran ayetlerinden sadece "İBRET" almakla mı mükellef?
Kıyamet'te her millet "kendi peygamberinin bayrağı altında" mı toplanacak?


Bunları da inkâr etseler de Kuran yazmaktadır.Yalancı ve çarpıtanlara,ayetleri görmezden gelenlere,bu yüzden kendilerinden olmayan kavimleri "Kültür emperyalizmi" ile köleleştirip sömürerek sömürgecilik edenlere de Bakara Suresinde;
159"-Indirdigimiz apaçik ayetleri ve dogruyu, biz onlari insanlar için kitapta iyice açikladiktan sonra, gizleyenlere Allah da bütün lanet edebilenler de lanet eder." diye belirtir.Ama kim dinler?

Haydi okuyalım;

Önce Hz.Muhammed'in halkı hakkında Tevrat'ta geçen bir olayı anlatayım;

Hz.İbrahim'in eşi,babaları bir olan kız kardeşi Sara'dır.Kısırdır.Mısır Firavunu Totiş veya Tutmosis ile tanıştığında,firavun İbrahim'e savaşta kazanılmış bir Bedevi prensesi olan köle Hagar'ı,Kuran'daki adıyla Hacer'i hediye eder.İsmail bu kadından olur.12 yaşına geldiğinde,sünnet olması için vahiy gelir ve İbrahim çocuğu İsmail ile birlikte sünnet olur.Sonra, Hacer,kısır diye Sara'yı aşağılamayı sürdürür.

İş büyür.Bu arada Allah'in bildirmesinden sonra Sara hamile kalır ve İshak doğar.İki kadın arasında tartışmalar büyür,Hacer evden Kaçar,Allah,Hacer'i geri gönderir.Sonra,Allah İbrahimden karısı Hacer'i ve oğlunu Kabe'nin bulunduğu yere,Yani Urfa civarından Mekke'ye götürmesini ister.

Ozaman bu bölgede ne Kabe ne de Mekke diye bir şehir vardır.Tarif edilen yere vardığında Kabe'yi inşa eder ve Hacer'i çocuğu ile bırakır.İsmail soyu Yahudi tevratında anılmaz.Yoktur.Grek İncilinde yer alır.Musa peygamberden itibaren Allah onlarca yıl Yahudilere önderlik eder, başlarında bekler,çoğalmalarını temin eder.İsmail soyu hiç aranmaz.

Türklerin Göktürk,Karahan,Oğuzkağan gibi İslam öncesi kendilerine gelmiş dinleri vardır. Üstelik bu dinlerde Tanrı kendisi önderlik etmiştir.Hiç bir Türk dininde de "cennetten kovulma" olayı da yoktur.Bu Türklerin yeryüzüne boşuna binlerce yıl hükümran kılınmadığına delildir.Oysa Hicaz Arapları itilmiş,kakılmış,terk edilip lanetlenmişlerdir.Kıyamette "bize uyarıcı göndermedin" diyemesinler diye uyarılmışlardır.Ben değil ayetler ve kendi kitapları öyle söylüyor.

Gerçek araştırmaya dayalı bütün eski "kuran tefsirlerinde "Arapların uyarılmadıkları,günahkarlıkları apaçık vurgulanmaktadır.Hıristiyan ve Yahudiler,vahiy meleğinin Mikail değil de "Cebrail" olması yüzünden Hz.Muhammed'i "Şeytani" saymışlardır.Halen de bu böyledir ve Haçlı seferlerinin ardında bunlar vardır.

İşte,Hz.Muhammed, bu yüzden eşcinsel,sapık,kız çocuklarını öldüren,diri diri kuma gömen,erkek çocuk veren kadınlarını da zihar yani "anasının sırtı gibi" sayıp,kardeş ilan edip ilişkilerini keserler.Kuran Tekvir Suresinde bunun günahından dem vurulur.Ancak,eşcinsellikleri pek dile getirilmez.Başka bir olaya atfen ayet iner.

İşte bu yüzden Bakara Suresi;110- "Ya Muhammed,biz seni uyarıcı ve müjdeci olarak gönderdik. Cehennemliklerden sen sorumlu değilsin" ayetiyle,ve daha bir çok ayetle Hz. Muhammed'in "Tebliğci, bildiren,uyaran" olduğu vurgulanır.

Okuyacağınız ayetler Hicaz (Mekke,Medine,Taif bölgesi) Araplarının gerçek kimliklerini,Kuran'ın onları daha fazla günaha batmasınlar diye uyarmak için indirildiğini dile getirmektedir;

ENAM SURESİ

92-"Sana Mekke halkını ve çevresindekileri uyarmak,Tanrı azabını anlatmak ve de bu nur dolu Kur’anı onlarda bulunanı doğrulayıcı olarak indirdik.Ahirete inananlar namazlarını daima kılarak bu kitaba da inanırlar."

Şura Suresi.

7- "Ya Muhammed; Şehirlerin anası Mekke ve de çevresinde bulunanları şüphe götürmeyen o kıyamet gününün dehşetinden haber veresin diye sana Arapça okunan bir kitap vahyettik.Mahşerde toplananlardan bir kısmı da cehenneme gider."

Fussilet Suresi;
44-"Bu Kur’anı biz yabancı dilde bir kitap kılsaydık diyeceklerdi ki;ayetleri uzun uzun açıklanmalı değil miydi.?Bir Arap’a başka bir dille söylenir mi? De ki; Bu inananlara doğruluk rehberi ve gönüllere şifadır.İnanmayanların kulaklarında ağırlık vardır.Kur’an onlara göre bir körlüktür."

Zuhruf Suresi;
5-"Haddi aşan bir kavimsiniz diye sizi Kur’anla uyarmaktan vaz mı geçelim.Öncekilere nice peygamberler göndermişizdir."

6-"Oysa Biz öncekiler arasında nice peygamber gönderdik. "

7-"Kendilerine hiçbir peygamber gelmiyordu ki, onunla kesinkes eğlenmesinler."
Yusuf Suresi
2- "Anlayasınız diye biz onu Arapça Kur’an olarak indirdik"

Yasin Suresi;
6-"Babaları uyarılmamış olup gaflet içinde olan bir topluluğu uyarasın (vehameti haber veresin) diye. "
SECDE SURESİ 3-“Onu peygamber kendisi mi uydurdu” diyorlar? Hayır ya Muhammed! O senden önce peygamber gönderilmemiş olan bir milleti uyarman için sana Rabbinden gelen bir gerçektir.Belki doğru yolu bulurlar."

RAD SURESİ;
7-"İnkarcılar Ona “ Rabbinin bir mucize indirmesi gerekmez miydi” derler.Ey Resulüm, sen ancak uyarıcısın ve her milletin de kurtuluş rehberisin"

Bakara Suresi;
163-Her halde hepinizin tanrisi bir Tanridir, O'ndan baska hiç bir tanri yoktur. O, esirgeyen ve bağislayandir.


İBARAHİM SURESİ:

4-Biz de apaçık anlatmaları için her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik. Allah dilediğini saptırır veya doğru yola ulaştırır.O her şeye hakim ve hikmet sahibidir."

MÜRSELAT SURESİ:
11-"Peygamberlere ümmetleri için şahitlik vakitlerini bildirdiği zaman kıyamet kopmuş olur."

CASİYE SURESİ:
28-(Kıyamet günü ) Her ümmeti o gün diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır. Onlara denir ki;” Bu gün işlediğinizin karşılığı verilecektir.”
( Türkler Tengrizm veya şamanlıktan mı sorgulanacak?)
İşte Kuran ayetlerini yok sayanlara,gizleyenlere ve ondan gelir elde edenlere Allah'ın bildirdiği azap;

Kur an ayetlerinden işlerine geleni öne çıkarıp, gelmeyeni gizleyenlerin ve ayaetlerden para kazananların hali;
Bakara Suresi;
174-"Allah'in indirdigi kitaptan bir seyi gizleyip de bununla biraz para alanlar muhakkak ki, karinlarina atesten baska bir sey yemezler ve kiyamet günü Allah onlarla ne konusur, ne de onlari temize çikarir; onlara sadece pek elem veren bir azap vardir. "

Anlatılan metindeki Türk askerini aşağılayan Osmanlı Subayı,apaçık bir Türk düşmanı dönmenin tekidir. Türkler olmasa bu güne kadar Arapların çoktan dinlerini unutacağını bile hesaplayamayan öküzün biri olduğu kesindir.
(Kaynak alınan Kuran,1989 Sabah Gazetesi hediyesi,Elmalı'lı Hamdi Yazır tercümesidir.)

Keykubat


İşte Türk'ü aşağılayan zihniyet şimdi Atatürk'ün devletini tasfiye etmektedir;


24/1/2007 - ATATÜRK:SOYSUZLARIN ATTIĞI ÇAMURA BAKINIZ....


Kategori: ATATURK HAKKINDA


Hrant Dink olayından sonra ayyuka çıkan Atatürk ve Türk düşmanlarının yeni seferberlik ilanları ne haller almaya başladı iyi izleyiniz.Bu yazılar internet ortamında yayılmaya başlamış olması dikkat çekicidir.Şükürler olsun ki vatan hainlerinin hezeyanları arttıkça vatanseverler de bir okadar çoğalmakta ve bir o kadar birbirine bağlanmaktadır.


Bu tür iletileri yayınlamak konusunda çok düşündüm.


Lakin Güneş Balçıkla sıvanmaz.Eğer ki buna inanıyorsak dedim bu iletileri de ne türlü şerefsizliklere bulaştıklarını görmeleri açısından ,insanların Türk,Türkiye ve Atatürk'e nasıl,hangi yöntemleri kullanarak iftira attığını görmelerini de sağlamalıyız diye düşündüm.


Düşmanlarınızın silahlarının ne olduğunu bilmez iseniz onlarla savaşamazsınız.Bu konuyu da en iyi savaşçılar bilir.


İşte bu nedenle adi,haysiyet yoksunu,ar damarı çatlamış ,ihanet şebekelerinin uşaklığını yapan satılmışların nasıl bir yol izlediklerinin bilinmesi açısından bu bilgilerin de ileride şok etkisi yapmasını önlemek açısından bilinmseinde mutlak fayda olmalı diye düşünüyorum.


Aksi halde devekuşu misali kuma gömülmekle iftira ve yalanı önleyemiyeceğimiz gibi,bu tür kirli düşünceler de hazırlıklı olamayacağımızı düşünüyorum.


İşte bu gerekçelerle bu yazıya burada yer vermek durumunda olduğumu düşünüyorum.


En azından bizler bu bilgileri ne şekilde çürüteceğimizi bilmekteyiz.Arşiv bilgilerinin de desteği ile bu bilgileri çürütmek en akılcı yol olmaktadır diyorum.


Aksi halde Dınk cinayetinde olduğu gibi fikirleri değiştiremediğimiz sürece,fikir sahiplerini yok muş gibi görmek veya onların ölümüne sebep olmak ta aynı şeklide bu yazılara destek olmak anlamına gelir diye düşündüğüm için bu bilgileri karşı belgelerle çürütmenin doğruluğuna inamaktayım.Yoksa şerefsizlerin yaptıklarına sessiz kalmak ileride "sükut,ikrar dan gelir" demeye cesaret gerekitrebilecek durumlar ortaya çıkarabilecektir.


Saygı ile...


ahmet dursun


İşte size şerefsiz ve alçak saldırıların örnekleri


HRONOS GAZETESINE GORE ATATURK'UN BABASI BELLI DEGIL!


(HABER SITEMIZI BAGLAMAZ , ALINTIDIR. HABERIN KAYNAGI ACIKLANMISTIR)






Yunan Gazetesi Hronos (1 Mart 1996)


KEMAL ATATÜRK BABASI BİLİNMEYEN BİR P.ÇTİ.


SELANİK'TEKİ EVİN KENDİSİNE AİTLİĞİ DE BELİRSİZDİR.
 


Diktatör ve Türkiye'nin reformcusu Kemal Atatürk'ün babası belli değildi. Kemal'in kişisel ve yakın dostu Rıza Nur öyle diyordu. (Rıza Nur, İsmet İnönü'yle birlikte Türkiye adına 1923 Lozan Antlaşması'nı imzalamıştır.) Rıza Nur bu gerçeği ortaya çıkardıktan sonra Kemal tarafından sürgün edildi ve hakkında öldürülme emri verildi.




Ancak Rıza Nur, Paris'e kaçıp kurtuldu ve anılarını yayımladı. Hemen ardından Londra'daki bir dergi tarafından bu anılar İngilizce olarak yayımlanmaya başladığında, bu dergiye yayımını durdurmazsa bombalanacağı tehditleri (büyük olasılıkla Türk şövenistler tarafından) gelmeye başladı.


Rıza Nur'un anıları içinde, Kemal'in askeri eğitim gördüğü okul kayıtları var olup burada babası bilinmiyor olarak yer almaktadır. Türkler konunun yok edilerek unutulması amacıyla bu nüfus kayıtlarını ortadan kaldırdılar. Kemal'in annesi olan Zübeyde, Selanik'teki gümrük memuru olan ve Türklerce Mustafa'nın resmi babası olarak gösterilen Ali Rıza'yla ilk evliliğini yaptığında küçük bir bebekti. Gerçek babasıyla ilgili iki yorum vardır :


(1) Genç Zübeyde'nin ilişki içerisinde olduğu Yenişehir (Larissa) mutassarıfı Abduş Ağa,


(2) Kimliği bilinmeyen Selanik'li bir Yahudi dönmesi. (Ayrıca Hronos bir önceki sayısında Kemal'in Yahudi kökeniyle ilgili bilgi vermişti.)


(Öldüğünde camiye götürülmemişti.) Ali Rıza öldüğü zaman, Zübeyde, zengin bir aileye sahip bir Türk Paşasıyla evlendi. Bu arada Kemal reşit olduğu zaman Paşa'dan miras istediğinde " h.s...tir p.ç" yanıtını almıştır.


Kemal askeri okuldan mezun olduğunda Manastır'daki bir Yunan kızına aşık oldu. Doğal olarak bu genç kızın ailesi, kızlarının bir Türk, aynı zamanda bir askerle olan ilişkilerini benimsemedi. Araya Manastır metropoliti girerek durumu sultana şikayet etti ve Kemal, buyrukla Libya çöllerine sürüldü. Kemal'in Yunanlılara ve Ruhban sınıfına hıncı buradan kaynaklanmaktadır. Kemal'in 1923-1938 yılları arasındaki Türkiye diktatörü olarak yapmış olduğu çılgınlıklarla ilgili olarak, New York'ta 1973 yılında gazeteci Noel Barbier tarafından yayımlanmış olan "The Sultanss" adlı tarih betiğini (kitabını) okumanızı öneriyoruz. Kemal'in p.ç soyuyla ilgili Rıza Nur'un anılarını bulup okumamızın olanağı yoktur. Çünkü bu yayın Türkiye'de yasaklanmıştır.


Selanik'te Kemal'in evi olduğu öne sürülen eve gelince, Yunan Devleti'nce Türkiye denen kültürsüz, vahşi ve doyumsuz canavarın saldırganlığının bir parça önünün kesilmesi amacıyla iyi komşuluk göstergesi olarak, "Kemal'in (Anadolu'daki Helenizm'i yok eden ) doğduğu ev" denerek bir eski ev verildi. Bu armağan, komşularımız saldırgan ve obur seslerini yükseltmesinler, diye verildi. (Bununla Atina'daki hıyarlar, Şekspir'in Otello adlı eserinde "Lanetli Irk" olarak isimlendirildiği Asya canavarını durdurabileceklerini sandılar.) Doğal olarak o eski evin gerçekten Kemal'in evi olduğu ya da onunla herhangi bir ilişkisi olduğu yönünde herhangi bir gerçek kanıt yoktur.


Asagidaki haberler de Alevi forumundan alinmistir http://f27.parsimony.net/forum67480/messages/631.htm ve http://f28.parsimony.net/forum68059/messages/1706.htm den alinmadir. Kaynak gosterdigi kitap ve sayfa numaralari dahi verdigi icin yayimladik.


ATATURK - HOMOSEKSUEL
(HABER SITEMIZI BAGLAMAZ , ALINTIDIR. HABERIN KAYNAGI ACIKLANMISTIR)
MUSTAFA KEMAL'iN BABASI KiM ?..


Yukarida metnini koydugumuz ve latin harfleriyle de yazdigimiz "Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi" basligini tasiyan yazi ile Dr. Riza Nur'un "Hayat ve Hatiratim" adli eserinin üçüncü cildinin 561. sayfasindaki yazi ana hatlariyla birbirini tutmakta ve teyid eder mahiyettedir. Ilaveten sunu da söylemek gerekir: Fransiz bakanlarindan Hedyo Paris'te Türkiye üzerine verdigi ve "Conferencio" dergisinde yayinlanan konusmasinda Mustafa Kemal'in babasinin meçhul oldugunu söylemistir.

Ayrica, Mustafa Kemal'in gayr-i mesru olarak dünyaya geldigi ve bu hususta Yunanistan'da bir mahkeme karari bulundugu, güvenilir kisiler tarafindan kulaktan kulaga söylenmekte ve dolasmaktadir. Bütün bunlara ragmen; arastirma ve incelemeciler, tarihçiler, ilgililer arastirmalarini yapsinlar, sorsunlar, sorustursunlar; sahte ve yanlis bilgi ve belgeler varsa kanitli bir sekilde ortaya koysunlar.

Çünkü gaye ve maksat, sahis ve sahsiyet degil, gerçeklerin ortaya çikmasidir, tarihî gerçeklerin tam ve aslina uygun olarak yeni nesillere ulastirilmasidir.


Ayrica su husus da gözardi edilemez: 5816 sayili "Atatürk'ü Koruma Kanunu"nun arkasinda yatan sebep nedir? Bu kanunla neler getirilmek isteniyor? Dünyanin neresinde görülmüs böyle bir kanun?!. Gerçekleri gizlemek mümkün mü? "Mizrak çuvala sigmaz!" demis atalar!


Kemalistlerin gücü yetiyorsa mizragi çuvalda saklasinlar!..


Gösterdikleri hassasiyet çok yanlistir ve çok tehlikelidir. Onlarin yapacagi bir is var o da sudur; kaldirsinlar koruma kanunlarini, lagvetsinler Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ni!..


Mustafa Kemal hakkinda söylenenler ve yazilanlar yanlis ise çatir çatir cevap verirler! Yok eger dogru ise; o zaman kizmasinlar; gerçekler yazilsin da "Ata"larinin kimligi, kim oldugu ve ne mal oldugu ortaya çiksin!.. Bir Stalin'in, bir Hitler'in akibetinden ibret alsinlar da akillansinlar!..


Bir gün gelecek, o çesit kanunlari delinecektir. Hak ve hakikat bunlari dile getirecektir. Tarih, geçici bir zaman susarsa da bir gün gelir ortaya çikar, susturmak isteyenleri bir silindir gibi ezer geçer; kendilerini de, korumak istedikleri adami da rezil ve kepaze eder. Hem de dünyanin gözleri önünde!.. Kur'an öyle demiyor mu?


"... Yoksa siz, Kitab'in bir kismina inanip bir kismini inkâr mi ediyorsunuz? Sizden bunu yapanin cezasi dünya hayatinda rezil olmaktan baska nedir? Kiyamet gününde (onlar) azabin en siddetlisine atilirlar. Allah yaptiklarinizi bilmez degildir." (Bakara, 85)


Bu, degismez ilahî bir kanundur; her yerde ve her zaman hükmünü icra eder; Kemalist ordular, kemalist savcilar, kemalist Prof.'lar, kemalist ajan ve dezinformatörler, kemalist hocalar da bu ilahî kanun elinden Mustafa Kemal'i kurtaramazlar. Buna imkân ve ihtimal yoktur! Nitekim kurtaramiyorlar; adamin sahsiyetsiz bir vatan haini, din, namus ve millet düsmani oldugu ortaya çikmakta, yazilmakta ve çizilmektedir. Türkiye sinirlari içinde olmasa bile dünya nesriyatinda kendini göstermektedir.

Avrupa memleketlerinde Mustafa Kemal'in bir ingiliz casusu oldugu, Türk-Yunan savasinin sadece bir muvazaadan(anlasmali dögüsten) ibaret oldugu, Yunan askerlerinin Izmir'e çikislarinin, ingilizler'e Mustafa Kemal tarafindan telkin ve ilham edildigi, bütün bunlarin da Türkiye'yi kesin sekilde islam dünyasinin liderliginden indirmek amacina yönelik olarak planladigi anlatilmakta, hatta bu kabil kitaplari okuyanlar Türkiye'ye geldiklerinde es ve dostlarina gizlice aktarmaktadirlar.


Aradan 70-80 senelik bir zaman geçmistir. Insaf ile kabul etmek gerekir ki, gerçegin ortaya çikmasina, ne sekilde olursa olsun engel olmak sonsuza kadar sürüp gidemez. Keza yukarida da görüldügü gibi, dün korkunç bir diktatör olan Stalin'i bugün Rusya'da agzina alabilecek bir kabadayi yoktur. Almanya'da Hitler övücülügü yasal kovusturma nedenidir. Zorlamalarla, yalanlarla, yasaklarla kirli kisiliklerin sonsuza kadar ayakta tutulmasina imkân ve ihtimal yoktur.


"Selanik'te Riza Efendi adinda gümrük kolcusu birinin üvey oglu Mustafa Kemal Harbiye Mektebi'ne geliyor. Mustafa Kemal'in babasi hakkinda çok rivayet var; Kimi bir Sirp, kimi bir Bulgar'dir diyor. Güya anasi bunlarin metresi imis". Yeni çikan "20. Asir Larousse" Pomak'tir diyor.


Ihtiyar Tesalya'larin rivayeti sudur:


Mustafa Kemal'in anasi Selanik'te kerhanede imis. Yenisehir Tirnova'sindan ve oranin ileri gelen kabadayilarindan Abdos Aga Selanik'e gelir, bu kadini görür, alir götürür. Orada piç olarak Mustafa Kemal dogar. Mustafa bes yaslarinda iken Abdos ölmüs, anasi oglu ile Selanik'e gelmis.


12 yasinda iken Mustafa, Tirnova'ya gidip miras istemis ise de piçligini söylemisler, geri göndermisler. Mustafa, askeri okula girmis. Anasi gümrük kolcusu Ali Riza ile evlenmis. Çok tuhaftir; Mustafa Kemal anasindan bahseder, fakat babasindan bir defa bile bahsetmemistir.

Hasili rivayetler çok. Hangisi dogru?


Bir seydeki rivayet çoktur; o sey belli degildir. Nitekim bilimde, teknikte, tarihte hangi konu hakkinda çok varsayim veya rivayet varsa o konu mâlum degildir.

Demek Mustafa Kemal piç degilse bile babasi mâlum degildir. Benim arastirmama göre onun Riza adinda gümrük kolcusu bir üvey babasi oldugu kesindir.


Mustafa Kemal babasindan kendisi bahsetmedigi gibi diger birinin bahsettigini isitirse ona düsman olur. Buna dair bir sürü olay vardir. Nihayet Fransiz bakanlarindan Hedyo, Paris'te Türkiye üzerine iki konferans verdi. Bunlar "Conferencio" dergisinde yayinlandi. Hedyo da orada "Mustafa Kemal'in babasi meçhuldür!" diyor."


(Riza Nur, Hayat ve Hatiratim, III. cild, s. 561-562)


ATATURK - ALKOLIK BIR AHLAK DUSKUNU!
(HABER SITEMIZI BAGLAMAZ , ALINTIDIR. HABERIN KAYNAGI ACIKLANMISTIR)
ALKOLiK BiR AHLAK DÜSKÜNÜ :


Fevzi Çakmak ile.

M. Kemal sarhostur. Genç yastan beri içki içmektedir. Bu sarhoslugunu birçok yabanci devlet adamlari ve gazeteciler de kaleme almislardir.

Bunlardan birisi Armstrong adinda bir gazetecidir.

Armstrong'un Atatürk'ün içki sofralarini anlatan bir kitabi memlekete sokulmuyor. Atatürk kitabi okuttuktan sonra kendi agziyla sunlari söylüyor:


"Bunun ithalini men etmekle hükümet hataya düsmüs. Adamcagiz yaptigimiz sefahati eksik edeyim de kitaba ilave edilsin ve memlekette de okunsun buyurdular." (1)

Müslüman milletin gözü önünde içkinin kötülügünü ve haramligini bir kenara iterek büyük bir ii yapiyormus gibi kadeh kaldiran bir lideri tarih ender kaydeder. Çünkü bir baba bile çocugunun gözü önünde içki içmekten haya eder. Ama bu sarhos, bunu zevkle yapmistir.

Mahmud Esad Bozkurt anlatiyor:
"Bir aksam, birden Saray'dan kalkarak Gülhane Parki'nda Halk Parti'sinin verdigi bir açik hava toplantisina gittigimiz zaman orada toplanan onbinlerce insana harf inkîlabini müjdelemis ve bu esnada ayaga kalkarak millete hitaben: "Arkadaslarim!
Bu elimdeki rakiyi evvelce padisahlar da halifeler de içerlerdi. Fakat onlar saraylarinda, dört duvar arasinda içiyorlardi. Ben ise aziz milletimin önünde ve onun serefine içiyorum!' diye kadehini kaldirdigi zaman, halkin alkis tufani arasinda Sarayburnu dakikalarca çinlamisti." (2)

Buna alkis tutan zavallilara yaziklar olsun! M. Kemal Atatürk, gece hayatini çok seven, devamli alkol kullanan biriydi. Bu hususta S. S. Aydemir sunlari söyler:

"Atatürk normal zamanlarda, geceleri yasardi. Sofrayi, sohbeti, içmeyi elbetteki severdi. Etrafindakilerin içmelerini de isterdi. Içkiye çok genç yaslarinda alismisti. Suriye'deki sürgün yillarinda ise içki hemen hemen tek tesellisi gibiydi." 

Aydemir devamla: "Ama Selanik'te rihtim gazinolarinda, sokak meyhanelerine gidilemeyen, gelecek maaslari yahudi sarraflara kirdirmak suretiyle para tedarik edilemeyen, meyhanenin veresiyeyi kestigi günler de olmustur." (3)
Içkiyi çok kullanip parasiz kaldigi zamanların da oldugunu Aydemir söylemektedir.

Dr. Riza Nur da bu hususta sunlari söyler:
"Müthis bir ayyastir. Her gece sabaha kadar içer, körkütük olur. Bütün ömrü öyledir. Gençligi de böyle içki ve fuhus ile geçmistir. Reculiyeti yoktur, fakat sehvete pek düskündür. Fuhusun kadin, erkek, fail (eden-aktif), mef'ul (edilgen-pasif) her çesidini yapar. Bu sebepten veya anasi fahise olduğundan olacak ki, bütün milletten namus ve iffeti kaldirmaya çalisir." (4)
(1) Bir Baska Açidan Kemalizm, A. Dilipak, sf. 290
(2) Mahmud Esad Bozkurt'dan Kemal Ariburnu, Atatürk'ten Anekdotlar, Anilar
(3) Tek Adam, Sevket Süreyya Aydemir, c. 3, sf. 504-505
(4) Dr. Riza Nur, Hayat ve Hatiratim, c. 4, sf. 1517


ATATURK - HOMOSEKSUEL

(HABER SITEMIZI BAGLAMAZ , ALINTIDIR. HABERIN KAYNAGI ACIKLANMISTIR)
ESi TARAFINDAN SUÇÜSTÜ YAKALANAN EDiLGEN BiR HOMOSEKSÜEL :
"Deccaliyet ve Kemalizm" adli kitap (s.129):
... Bir Agustos gecesinde yemek dönüsü, Çankaya´nin kapisinda genç askerlerle konusurken Latife, üst katin balkonunda göründü. Ates püskürüyordu:
"Kemal! Buraya gel! Mahalle arkadaslarinla yarenlik bitti, simdi askerlerle mi içli disli oluyorsun? Buraya gel diyorum! 
Gazi sustu, Latife sustu. Hersey sustu. Pasa öfkesinden mosmor kesilmisti....."
Hayat ve Hatiralarim, Riza Nur 4. Cilt s.1357 :

"...Anlasildigina göre bosanma vak´asindan iki-üç gün evvel, Latife, kardesi Ismail ile haremi Süreyya Pasanin kizi Melahat Ankara´ya gitmislerdi. Çankaya´da misafir olmuslar. O vakit Mustafa Kemal´in yaninda katip sifatiyla Halit Ziya´nin oglu Vedad vardi. Güzel tüysüz bir çocuk.

Bir aksam üzeri karanlik çökerken Ismail, Melahat balkona çikmislar. Bakmislar Vedad Mustafa Kemal´i agacin dibinde yapiyor.

Latife´yi çagirmislar. O da görmüs. Bir kiyamettir kopmus. Latife, Mustafa Kemal´e "Herseyini gördüm, hepsine tahammül ettim. Artik buna edemem" demis. Gazi (!) susmus, Ismet´in evine gitmis. "Bu kariyi simdi bosayacagim" demis.

Ismet, sabahleyin erken Heyet-i Vekile´yi toplamis. Taalaka karar vermisler (!) Latife´yi Ismet alip, trene koymus. Trende teselli etmek istemis.

Latife ona „Sus, sus!" Ismet Pasa! Ismet Pasa! Sen ona bir gün dalkavukluk etme seni benden daha rezil eder. Her pisligine aleti sensin" demis".
Yorumun devamini (buna yer kaldi ise) okuyucuya birakiyoruz:
M. Kemal yoksa escinselmiydi ?!..
SEHVET DÜSKÜNÜ BiR SÜBYANCI (pedofili):
Zsa Zsa Gabor; 1936 yilinda Macaristan guzellik kralicesi anlatiyor;
"Açilan büyük bir kapinin ardindan içeriye girdim. Heyecandan kalbim deli gibi çarpiyordu. Mermer tasla dösenmis yoldan geçerek bahçe içindeki eve dogru yöneldim. Çok büyük bir zeytin agaci evin girisini gölgeliyordu. Hipnotize olmustum. Üst kata çiktim. Atatürk, el islemesi genis bir gürgen koltuga oturmustu, arkasi bana dönüktü. Yanindaki masa üzerinde duran nargilesini içiyordu..
Kemal Atatürk, Tanri'nin insanliga ender gönderdigi bir kurtarici, politika ustasi ve korkusuz bir savasçiydi. O, yari insan, yari Tanri'ydi.
Orta yas döneminde dahi Atatürk'ün seks aktiviteleri yakin çevresi tarafindan biliniyordu..
Bakirimsi kirmizi renkli kadife koltuga -yanina- oturmami söyledi. Büyülenmisçesine Atatürk'ün emrini yerine getirdim. Nargilesinin hortucunu bana dogru uzatti ve içmemi söyledi. Dumani içime çektim. Diger elinde tuttugu raki dolu zümrüt kakmali altin kadehi -emrivaki bir tavirla- ellerime tutusturdu.. Kadehteki Raki'yi yudumlayarak içtim..


Atatürk ile beraberligimin bundan sonrasini ilk defa acikliyorum..
Dans eden dansözlerin odadan çikmalarini istedi. Ikimiz basbasa kalmistik. Henüz 15 yasimdaydim, çocuk denecek kadar genç sayilirdim. Atatürk'se 56 yasinda olgun bir erkekti. Buna ragmen ürküntü duymuyordum. Rakinin verdigi sarhosluktan olsa gerek kendimi rüyada hissediyordum..
Kesin olarak tek hatirladigim -milyonlarca Türk kadininin hayalini süsleyen- O büyük insana, Atatürk'e bekaretimi verdim. Atatürk benim ilk erkegimdi. Seytani bir çekicilikle, benimle deliler gibi sevisti. O, genç bir kadinin nasil mutlu edilecegini çok iyi biliyordu. Atatürk aklima her geldiginde O'nun tüm kadinlari doyuma ulastiracak gücü oldugunu düsünürüm. Atatürk, profesyonelce sevisen bir Tanri, bir kraldi.!"... 1937 - Ankara, Türkiye.. (Zsa Zsa Gabor'in anilarini kaleme alan Wendy Leigh'in "One Lifetime Is Not Enough" adli kitabindan. Delacorte Yayinevi, New York, 1991. )
http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=235934 Atatürk'ü Zsa Gabor öldürdü iddiası için TIKLA

ATATURK - GAYRI MESRU EVLAT
(HABER SITEMIZI BAGLAMAZ , ALINTIDIR. HABERIN KAYNAGI ACIKLANMISTIR)
GENELEVDE DÜNYAYA GELMiS BiR GAYRi MESRU "ULUSAL ÖNDER" :

M.Kemal´in babasinin belirsiz oldugunu gösteren Selanik Mahkemesi'nin kararinin asli.
SELANiK ASLiYE HUKUK MAHKEMESi
Ilâm karar numarasi: Adet/451
Abdus'un ölümünden sonra Zübeyde Abdus'un karisi oldugunu ve oglunun da Abdus'un oglu oldugu iddiasi ile açmis oldugu miras davasinda Abdus'un kardesleri, mahkemeye vermis olduklari iddianâmede Zübeyde'nin Abdus'un karisi olmadigini ve umumhâneden (genelevinden) odalik alindigini ve oglu Mustafa'nin iki yasinda kucaginda oldugunu ve Abdus'un bilaveled (çocuksuz) öldügünü iddialari ile keyfiyetin umumhâneden sorulmasini talepleri üzerine umumhâneye yazilan tezkerenin cevabinda, "Zübeyde'nin oglu ile beraber 19 Haziran 1297'de umumhânemize dühul edip, Yenisehir'li Abdus isminde bir kabadayi ile anlasip 11 Nisan 1298'de umumhânemizden hüruc etmistir (çikmistir)!". Bu yaziya istinaden Zübeyde'nin davasinin reddine karar verilmistir.
22 Kanunî-Evvel 1298, 20 kurusluk pul, Hakim Aza Aza, Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi, Mühür Mühür Mühür

"iFTiRA iSE AKSiNi iSPAT EDiN" 


Bu belge, Türkiye´de çesitli kitap ve gazetelerde yerini aldi:
"Deccaliyet ve Kemalizm" (Hüseyin Demirel, s.147):
"ABDOS" HiKAYESi: ilk defa Yakin Tarih Ansiklopedisinde Mustafa Kaplan imzasiyla nesredilen "Abdos Aga" ile ilgili yazilar mahkemelerde dava konusu oldu. Bu belgelerde Atatürk´ün annesinin genelevden çiktigi ve Atatürk´ün gayrimesru oldugu ileri sürülüyordu. Hürriyet 21 Ocak 1990´da "Atatürk´ün gayrimesru dogdugunu iddia eden.. çirkin tezgahin belgeleri" basligi altinda bu meseleyi kamuoyuna duyurdu. Selanik´te bir mahkemenin verdigi kararin metni Osmanlica olarak gazetenin haberinde basildi.
Bu metni bir memur Milli Egitim Bakanliginda fotokopi ile çogaltirken yakalanmisti. Mesele sonradan örtbas edildi. Burhan Bozgyik´in "Türkiye üzerine oynanan oyunlar" kitabinda da bu belge tam metin Türkçe olarak basildi. (Yeni Asya Gazetesi nesriyati,1990, s.105)"
Yazar´in Ümmet-i Muhammed gazetesinin 8. sayisinda (1988 senesinde) bu belgenin yayinlandigini aktarmamasinin iki sebebi olabilir:

1- Bu belgenin yayina sunuldugundan haberdar olmamasi;
2- Türkiye´de Ümmet-i Muhammed gazetesinin yasak olmasi.
Bizim için oldukça önemli olan, bu belgenin artik -yayin hayatinda- tartisilmaz bir yerinin olmasidir.

ATATURK - VATANI SATMIS

(HABER SITEMIZI BAGLAMAZ , ALINTIDIR. HABERIN KAYNAGI ACIKLANMISTIR,
AYRICA SATMISSA OZAMAN TURKIYEYI NIYE KURMUS?)
VATAN SATMAYA ÇALISAN USAK RUHLU BiR ALÇAK :

Kasim 1938 Türkiye'nin sefi Kemal Atatürk'ün öldügü tarihtir. O, 15 yillik kati diktatörlügü döneminde Türkiye'yi, halki istemedigi halde zorla bati medeniyetine götürmeye çalismisti. O, sarik ve çarsafi yasaklamis, Islamin kuvvet ve kudretini kirip, hatta latin alfabesini bile kabul ettirmisti.

Atatürk'ün ölüm döseginde, üzerinde en fazla düsündügü mesele; kendisinden sonra programini uygulayabilecek birisini bulup yerine geçirip geçiremeyecegi hususuydu.
Bunun için zamanin Ingiliz büyükelçisi Sir Perey Loraine'i Istanbul'daki Dolmabahçe Sarayi'na çagirdi.
Ikisi arasinda geçen konusmalar yaklasik olarak otuz (30) sene gizli kaldi. Gizli konusmalar ilk olarak Piers Dixon'un babasi (Sir Perey Loraine) hakkinda hazirladigi "Double Diplomat" (Çifte Diplomat) isimli kitabinda yer aldi ve daha sonra da "Hute-Hisson Yayinevi" tarafindan yayinlandi.
Piers Dixon'un dökümanlari arasinda; Sir Perey Loraine tarafindan zamanin Ingiliz Disisleri Bakani Lord Halifax'a gönderilmis bir telgraf da vardi. Telgraf, Ingiliz tarihinin en önemli belgelerinden birisi idi. Loraine, ölüm döseginde olan diktatörle yaptigi bu mülâkati çok enteresan olarak nitelendiriyordu. Bu belgede Loraine, Lord Halifax'a sunlari yaziyordu:

"... Huzuruna vardigimda ekselanslarini yastiklara yaslanmis vaziyette, iki doktorla, hemsirenin tedavisi altinda gördüm. Ben girdigimde, Baskan, hizmetinde bulunanlarin ve hemsirelerin disari çikmalarini istedi ve ihtiyaç aninda kendilerini çagirabilecegini söyledi.

Ondan sonra, ekselanslari benimle yavas-yavas, fakat dikkatlice konusmaya basladi. Beni, hiç bir zaman bana layik olmayan makamda görmek istemedigini, "Beni daima en layik makamlarda görmek istedigini" ve beni buraya onun için çagirdigini söyledi. Hakkimda arzuladiklarini gerçeklestirmem için çok ricada bulundu. Kendisine müsbet bir cevap vermemi istiyordu.
Süphesiz ben geçmiste onunla bir arada çok bulundum ve çok mulâkatlar yaptim. Ama bu, son mulâkatim olabilirdi. O uzun ve mâcerali hayati boyunca beraber çalistigi arkadaslarindan bir çogunu (kendinden uzaklastirarak) kaybetmis ve yapilan tavsiyelerin bir çogunu da reddetmisti. Sadece benim dostluguma ve nasihatlarima güveniyor ve bu dostlugun pekismesine ehemmiyet veriyordu.


Ben sanki "Türkiye'nin basbakaniymisim" gibi benimle, çok sade ve serbest bir sekilde mesveret ediyordu.
Onun bir baskan olarak ölümünden önce, kendi makami için birisini takdim etme selahiyeti vardi. Onun en büyük arzusu kendisinden sonra "Türkiye'nin Baskani" olarak onun vazifesini üzerime almam idi. Teklifi karsisinda benim nasil bir cevap verecegimi bir an önce ögrenmeyi istiyordu.

Düsünceli bir sessizlikle geçen bir anlik bekleyisten sonra ekselanslarina; "Bütün istek ve duygularimi kelimelerle anlatmaya yetkili degilim!" seklinde cevap verdim. Gerçekten o anda çok sasirmis bir sekilde düsünüyordum. Hatirladigim kadariyla yapmis oldugum mulâkatlarin hiç birisinde bu kadar derin düsünecek derecede bir mülâkatla karsilasmamistim.

Ekselanslari yaptigi bu teklif ile sadece benzeri görülmemis bir ikramda bulunmakla kalmiyor, ayni zamanda majestelerinin (Ingiliz Krali'nin) hükümetine olan bagliligini da izhar ediyordu. 

Ekselanslari benim ömrümün büyük bir kismini majestenin hükümetinin hizmetinde geçirmis oldugumu biliyordu. Ben halihazirdaki isimde bir kaç sene daha çalismayi ümit ediyordum. Ekselanslari ise, simdi benden kesin bir cevap istemekteydi. Kendilerine su cevabi verdim: "Idarî isleri iyi yapip yapamayacagimdan süphe ediyorum. Türkiye'nin Cumhurbaskanligi'ni yüklenmek mesuliyeti ile Ingiltere Büyükelçiligi arasinda çok büyük fark vardir. Tecrübe ve kabiliyetlerimin, ancak elimdeki isi yürütmek için aranan imtiyazlar oldugunu biliyor; bunun için kesin bir sekilde ve üzülerek teklifinizi kabul edemedigimi bildiriyorum!"
Ben konusmami bitirdikten sonra ekselanslari çok heyecanlandi ve yatagina tekrar gömüldü, hizmetinde bulunan hemsireleri çagirdi (ve derin bir uykuya daldi).

Ekselanslari ikinci defa konusmaya baslayabildiginde kendisine bildirdigim kararda etkili olan hususlari idrak ettigini söyledi. Durumu henüz verdigim cevaptan çok üzüldügünü söyleyebilecek kadar iyi idi. Benden baska bir cevap alamayacagini anlayinca "Baskanlik" için Ismet Inönü'yü tavsiye etti.

Atatürk sonra dirseklerine dayanarak dogrulmaya çalisti ve ellerimi sikti, gelecekte de Britanya ve Türkiye iliskilerinde faal roller oynayacagimi belirterek tesekkür etti ve kendinden tekrar geçti.
Bu teklifi reddedisimin isabetli bir karar oldugunu düsünüyorum.
Eger yapmis oldugum teşebbüslere dair ekselanslarindan tevidli bir mesaj alabilirsem çok mütesekkir ve mesrur olurum. Lütfen Kral'a da bildiriniz!.." Martin Gilbert
NOT: Elbirligide bu haberlere yanit olarak bir yazi yayinladi linki -> http://www.elbirligidernegi.org/yayin/Ata.pdf PDF oldugundan copy paste yapamadik.


ATATURK ARNAVUTMU?

http://www.welatparez.com/tr/dep/forum/index.php?t=tree&th=16588&mid=48005&&rev=&reveal= den alinmadir.

Türklerin Atasi Atatürk Saf Kan Arnavut cikti.Ben daha önce Atatürkün Yunan oldugunu düsünüyordum degilmis diyor.

Atatürk'un Babasi Albanye (Arnavutluk)un "Diber" yakinlarinda bir köyde dogmus. Osmanli Balkanlardayken yerli halklari bir taraftan islamlastirmis diger taraftanda asker ve memur olarak devlete hizmet icin kullanmis. Atatürkün Babasi Osmanli tarafindan Selanike görevli Memur olarak gönderiliyor. Yani,selanikle baglari memurluktanmis.Ataturk saf kan bir arnavut.
Asagidaki yazi bir Aranavut tarihcinin yazisi.

Mustafa Kemal Ataturk is geboren in een klein dorpje in omgeving van Dibër. Inmiddels is Dibër een stad verdeeld in Albanie en Fyrom. Hij zou geboren zijn in omgeving van de stad Dibër in Albanie. Als klein jochie ging hij wonen in Thesaloniki met zijn familie. Zijn vader werkte in de Turkse administratie. Ik wist ook de naam van dat dorpje maar op dit moment kom ik er niet bij helaas. De Turkse mythe dat Kemal Ataturk is een turk en geboren in Thessaloniki klopt niet. Maar ja een Albanees als stichter van de Turkse Republiek kunnen ze niet aan als een historiche feit. Veel Turkse generalen die na de tweede wereld oorlog een militaire coup pleegden in Turkije en de macht naar zich trokken waren er van Albanese afkomst. Een van hen is ook Kenan Evren die in 1980 en militaire coup pleegde in Turkije. Een begrip opzich in Turkije van toen en nu.

*****

BU KONUDA AÇIKLAYICI BİR YAZI...ATA'YA SALDIRILARIN NEDENLERİ İÇİN BAKINIZ...
*****
Yekta Güngör Özden'den bir yorum için...
******

İnönü: "Sökebilirsen sök!"

Amerikalı uzmanlar, askeri ve sivil devlet kademelerine dolmuşlardı. İsmet İnönü bu konuda şunları söylüyor:

"Daha bağımsız, şahsiyetli dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden bahsediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar etraflı çalışmalarını yapacaklar, tekliflerini hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu?
Hepsinin etrafında uzman denilen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Muvaffak olamazlarsa işi sürüncemede bıraktırmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum. Neticesi bana gelmeden Washington'a gidiyor. Sonuç memurumdan önce sefirden öğreniyorum. 

Böyle mi teslim ettik biz bu devleti? Bana şimdiye kadar bunlar tarafından hazırlanmış derdimize deva tek rapor göstermediler. Hepsi yasak savma kabilinden şeyler. Ne yapıyorsak kendi elemanlarımızla yapıyoruz. Peki, bu binlerce adam "avara kasnak" gibi dolaşmıyorlar ya? Elbette kendileri için önemli marifetleri var. 

İstiklal Harbi'nden sonra sulh anlaşmasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar fiili bir durum idi. Tazminat işini iki devlet aramızda hal ederdik. Bütün mücadele idaremize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük tavizlerde bulunmaya hazırdılar.
Dayattık. Biz onların ne için ısrar ettiğini biliyorduk. Onlar bizim niçin inatla reddettiğimizi biliyorlardı. Böyledir bu işler. Peygamber edası ile size dünyaları vaad ederler, imzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Ondan sonra sökebilirsen sök… Gitmezler. Ancak bu meselenin üstüne vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa ne bağımsız dış politika, ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döğersiniz. Fakat zannetmeyinki kolay bir iştir. Savuşturulan iki üç badire bunun yanında hiç kalır. Teşebbüs ettiğinizde başımıza neler geleceğini kestiremem.
Kaynak: İlhami Yangın – Kırmızı Çizgi Dergisi – Temmuz Sayısı
Buraya kadar alıntıdır.

ATATÜRK'ÜN KENDİ AĞZINDAN ŞAHSİYETİ
Önce şunları bir okuyunuz.Resimler Cezmi Yurtsever Sitesinden alıntıdır.
Atatürk'ün Cenaze Namazı Sorunu 1 ve 2
12.Şubat 1921 Atatürk Dikmen sırtlarında savaş esnasında dinlenirken.Bu vatan masa başında kazanılmadı,ama masa başında pazarlamacılar tarafından satılıyor.
2-Dönme Ermeni Darbeci İsmet Paşa ve yandaşlarınca,Atatürk'ün Cenaze Nmazı da kılınmadı,günlerce cenazesi bekletildi.En yakın bildikleri tarafından İhanet edilen bir önderdi o.


Nisan 1921 yılında TBMM'de verdiği nutkunda kendi ağzından şahsiyetini şu sözleri ile izah eden hala bazı kafalarca anlaşılamamış olan büyük adam şöyle demektedir.Belki bazı akıl sahiplerine faydası olur diye yazıyorum.

"Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir.Ben milletimin ve en büyük ecdadımın en kıymetli mevrusatımdan olan istiklal aşkı ile meftur bir adamım.Çocukluğumdan bu güne kadar ailevi,hususi ve resmi hayatımın her safhasına yakından vakıf olanlarca bu aşkım malumdur.

Bence bir millete şerefin,haysiyetin,namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olması ile kaimdir. Ben şahsen bu saydığım evsafa çok ehemmiyet veririm.

Ve bu evsafın kendimde mevcudiyetini iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıflarla mutassıf olmasını şart-ı esas bilirim.Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım.Bu sebeple milli istiklal bence bir hayat meselesidir.

Millet ve memleketin menafii icabettirdiği takdirde beşeriyeti teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet muktezasından olan dostluk ve siyaset münasebetini büyük bir hassasiyetle takdir ederim.Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin bu arzusundan sarf-ı nazar edinceye kadar biaman (amansız) düşmanıyım

Bence bir millete şerefin,haysiyetin,namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olması ile kaimdir. Ben şahsen bu saydığım evsafa çok ehemmiyet veririm.
Ve bu evsafın kendimde mevcudiyetini iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıflarla mutassıf olmasını şart-ı esas bilirim.Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım.Bu sebeple milli istiklal bence bir hayat meselesidir.
Millet ve memleketin menafii icabettirdiği takdirde beşeriyeti teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet muktezasından olan dostluk ve siyaset münasebetini büyük bir hassasiyetle takdir ederim.Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin bu arzusundan sarf-ı nazar edinceye kadar biaman (amansız) düşmanıyım"Şevket Süreyya AYDEMİR- Tek ADAM-C-3 S.473

Atatürk'ü aşağılayarak aslında Türk Milletini aşağılıyorlar.Başımızda 72 yıldır ona,devrimlerine,getirdiği özgürlüklere ve Türk Milletine silah çekenlerin olduğunu unutmayalım.
Kimisi Kürdistan kimisi Ermenistan kimisi Pontus Rum kimisi Megalo İdea'larını gerçekleştiremediler.

Hedef Türk Milletine "kıymetli evlatlarını kötüleyerek unutturup,geçmişi ile bağlarını koparmak, kendisine saygısını ortadan kaldırmak",72 yıldır arttırdıkları nüfusları arasında asimile edip sindirmektir.

HEDEF ATATÜRK DEĞİL,o bedenen öldü.HEDEF,türk milletini kıymetli evlatlarından utandırmaktır,hizmet etmek isteyeni de yıldırmaktır.HEDEF TÜRK MİLLETİDİR.
Yazının konusuna göre hazırladığım görüntüye buyurunuz.

HEDEF ATATÜRK DEĞİL,o bedenen öldü.HEDEF,Türk milletini kıymetli evlatlarından utandırmaktır, hizmet etmek isteyeni de yıldırmaktır.HEDEF TÜRK MİLLETİDİR.

Bu ve diğer yazılarımı içeren tarafımdan hazırlanmış bu videoyu sunuyorum.Buyurunuz seyre.



KUREYSIN IKTIDARI ve TAPINMAK

KUREYŞ’İN İKTİADARA GELİŞİ VE İNSANA TAPMA KONUSU

Müslüman olduktan sonra Ebubekir Siraceddin adını alan İngiliz asıllı Müslüman ,Martin Lings adlı şahsın "Siret Ödülü" almış "Hz.Muhammed'in Hayatı" isimli kitabından bir alıntıyı aktarayım.

Sağlığında asla Hz.Muhammed’e inanmamış,ona savaşlar açmış,ölünceye kadar da güçlük çıkarmış, Müslümanlara işkence etmiş olan,Hz.Muhammed’in kendi kabilesi olan ve Kabedeki “EL LAH= HUBEL” putu ve toplam 360 tanrı heykelini korudukları için “Allah’ın Bekçileri” namıyla bilinen, Yezidi Kureyş ailesinin iktidara gelişini anlatan bir konudur.Yezid'in ardından gelen soyu devletin adını "Emevi İslam İmparatorluğu" olarak belirleyince,dine de "Emevi İslamı" adı verenler olur.Bu da okuduğunuz gibi sebepsiz de değildir.

Bazı Şii ve Alevi kaynaklarına göre Hz.Ebubekir’in “Müslümanım” dediğine rastlanmadığı da iddia edilir.
Bir de bu günkü okuduğumuz Kuran-ı Kerimin,Ebu Süfyan’ın torunu Halife Yezid (Şeytana tapan-Yezidi) zamanında derlenmiş Kuran (Ezbere okunan demektir) olduğu,Topkapı Sarayındaki Kutsal Emenetler bölümünde dahi, bırakın Hz.Muhammed zamanında yazılmış olanını,”dört halife döneminde” dahi yazılmış bir tek Kuran yoktur.

Hz.Muhammed zamanında (İ.S.571-622) kağıt olmadığı için Kuran çanak çömlek parçalarına, kiremitlere (O asırlarda Arabistan’da kiremit kullanılmaz ki?) hayvan derisine yazılmış deseler de inanmayınız.
Hz.Muhammed daha Hicret etmeden önce,kendisinden 15 yaş büyük olan ve Mekke’nin en büyük ticaret kervanlarının olan dul Hz.Hacer ile evlenir.Bu evlilikten sonra ekonomik rahatlığa ulaşınca yalnız kalıp Hira mağarasında kendisini dinlemeye başlar.
Vahiyler bu dönemden sonra gelmeye başladığında,yanında dört tane “vahiy katibi” çalıştırmaya başlar. Yanılmıyorsam bu “dört katip” olayında Müddesir Suresinde de bahsedilir. Hicret sonrası bütn Arap yarımadasını ilk kez “tek devlet” haline getirir.Yani fakirlik makirlik yoktur.Türkiye’nin üç katı kadar büyük bir coğrafyaya hükm eden bir “devletli peygamber” nasıl fakir olabilir?

Bu tür uydurmalar Hz. Muhammed sonrasında,devleti yönetmekten aciz,şımarık din bezirganı devlet ve din adamları tarafından uydurulmuş saçmalıklardır.
Bu gün kullandığımız parşömen kağıdın İzmir Bergama’daki icadı,İsa peygamberden önce “50”dir.
Bu kağıdın icadının arkasından,Roma imparatoru Antoniyus ile Kleopatra’nın İskenderiye Kütüphanesindeki tufan öncesine ait olanlara dahil 30.000 kadar kitabın, yeni icad edilen parşömen kağıtlara geçirilerek ,İzmir-Bergama’daki yeni kütüphaneye taşınması yüzünden çıkan kavgada, Kleopatra’nın kütüphaneyi yaktırdığı bilinmektedir.

Topkapı sarayında,Mısır’ın Çingene (Kıpti) sultanını İslam’a davet için Hz.Muhammedin gönderdiği “Ceylan derisi” mektup halen oradadır.Ayrıca,ipekten kağıtların da kullanıldığı 7.yy.’da,binlerce yıldır Papirüs kağıtlarının da kullanımda olduğunu unutmayalım.
Halkı uyutmakta dinin etkisini bilen devlet adamları,din adamları ile işbirliğine girerek,onlara yalan fetvalar verdirmiş ve halklarını köleleştirmişlerdir.

Din adamları da yalanlarının karşılığında,Ermiş,Derviş,ulema,alim gibi sıfatlar edinmişler,devletin "sıcak yüzü olan,şöhret,zenginlik,kadınlar,gılmanlar,cariyeler ve has behçeler ile,camilere, kütüphanelere,cadde ve sokaklara ve şehirlere adları verilerek” ödüllendirilmişlerdir.
Kuran’da din adamlığı ve ruhbanlık da yoktur.Ama,rahiplere özenen sapıklar,köleci feodaller Şıhları,pirleri hemen yaratırlar ve İslam’ı eski sapık putperest inançlarına benzetirler.Halka Kuran okumayı “tercüme sorunu bahanesi ile yasaklarlar” ve istediklerine halkı inandırırlar.

Bu sayede yeryüzünün en cahil ve ilkel toplulukları Müslümanlar olmuşlardır.Bütün pislik,kötülük göklerden “demokrasi” (!) olup yağmakta ,her gün cinsel sapıklıkları,vahşilikleri ile yeryüzünde nefret toplamaktadırlar.

Çünkü aklı terk etmiş, sapıtmışlardır.Hz.Ali,Humeyni,Fethullah Güeln,Said-i Kürdi ve diğerleri gibi insanlara bağlılıkları artmış,okumadıkları,ve adı bile KURAN ” =Ezbere okunan” olan,yani her inananı tarafından ezbere bilinmesi gereken bir kitabı sadece Hıristiyanlar gibi yemin etmek amaçlı kullanan,gemilerin seren direklerinden, şeytan girmesin,kaza olmasın diye ev,işyeri,ulaşım araçlarının oralarına buralarına asan sapıklar haline gelmişlerdir.

Arap harflerinin bir tekini bile bilmeden,macera içerikli,erotik resimsiz hikayeler yazılı Arapça kitapları bile “Kuran yazısı” deyip öptükten sonra yüksek bir yerde korumaya alan,Hacca gittiklerinde,minare hoparlöründen yapılan kayıp ilanlarına bile “Fatiha okuyup Amin” diyen,ermişlere,dervişlere inanan,mezarlara mum yakıp bezler bağlayan angutlar topluluğu olmuşlardır.

Ben Müslümanların sadece Kuran’ı okuyabilmeleri halinde bir çok sapıklıktan,cehaletten en azından ahlaksızlığın temeli olan yalan ve arkadam konuşma gibi,Allah’ın “sonsuza kadar cennetime giremez onlar” dediği bu kötülükleri yapmaktan kurtulacaklarına inanıyorum.
Ama bu amaca uygun bir toplum bile en erken 150 yılda oluşturulabilir ya da Atatürk gibi eli sopalı biri bunları erken eğitebilir.(!)

Ayetleri de Hz.Muhammed’e iniş sırasına göre değil,uzun olanından kısa olanına doğru bir sıralama içindedir.Bu sıralamayı da yazının altına bilginiz olsun diye ekledim.
Mezhep savaşlarının temeli bu olaylarda atılmıştır.Bu bilgilerin aydınlatıcı olma oranı yüksek olduğundan yayınlamayı yararlı buldum.

Yorumu,anlaşılması sizlere kalmış;
Hz.Muhammed SAV ölümünün yaklaştığı günlerde camiye giderek cemaate namaz kıldıracak kadar gücü kalmadığını hissettiğinde hanımlarına :”Ebubekir’e namazlarda imamlık etmesini söyleyin” dedi.Fakat Ayşe,Peygamber SAV’nin yerini almanın,babasını çok üzeceğinden korktu.”Ey Allah’ın Rasulu,” dedi”Ebubekir çok duygulu bir adamdır,sesi de gür değildir.Hem Kuran okurken çok ağlar.”
Peygamber SAV sanki o hiç konuşmamış gibi “Ona namazı kıldırmasını söyle” der.Hatta Hz.Ömer’i önerir ve yine aynı emri duyunca,Peygamberin diğer eşi olan Hafsa’ya yardım isteyen gözlerle bakan Aişe’ye yardım gelir ve Hafsa da Aişeyi desteklemeye başlar.

Sonunda Peygamber S.AV.,onlara şöyle dedi:”Siz Yusuf’un yanındaki kadınlar gibisiniz.Ebu Bekir R.A’ye namazlarda imamlık yapmasını söyle”Bırakın hata yapan araştırsın,haris olan da arzulasın.Yoksa Allah ve müminler buna sahip olamayacaklar” uyarısından sonra Hz.Ebubekir namazlarda imamlık yapmaya başlar.
(Halife bu kararla tespit edilmiş gibidir.)
(İbn Sad-Kitab et Tabakat el Kebir C.II.Böl.2.S.12)

Bu olaydan birkaç gün sonra Hz.Peygamber’in ateşi düşer ve Fadl ve azatlı kölesi Sevban’ın yardımları ile camiye ulaşır.Namaz kıldırmakta olan Hz.Ebubekir onun geldiğini hisseder ve bir adım geri kayarak imamlığı devretmek için yerini ona bırakır.Ama Hz.Muhammed omzuna elini koyarak “namazı sen kıldır” diyerek onu cemaatin önüne iter.Kendisi de onun sağına oturarak namazını kılar.

Daha sonra Hz.Muhammed evine döndüğünde bir daha dışarı çıkamaz ve hastalığı ilerler. Müslümanlar evinin etrafında toplanırlar ve Hz.Ömer Hz.Peygamberin ölüm haberini duyunca kabul etmek istemez ve onlara konuşmalar ilginç yapmaktadır.
Hz.Ömer;”Kuranın bir ayetini yanlış tefsir ettiği için,bu ayetin peygamber s.a.v’in onların neslinden gelecek nesillerde sürekli yaşayacağı anlamına geldiğini “ zannetmiştir.
Bu yüzden mescittekilere peygamberin sadece ruhen yok olduğunu ve bir süre sonra geri geleceğini anlatmaktadır.

Durumdan haberdar olan arkadaşı Hz.Ebubekir de gelerek kızı Ayşenin evine girer.İçeri girdiğinde Hz.Peygamber ölmüş,yüzü örtülmüştü.Hz.Ebubekir örtüyü açar ve can arkadaşı Hz.Muhammed’in yüzünü öper ve “ Ey bana annemden ve babamdan daha sevgili olan,Allah’ın senin için yazdığı ölümü tattın.

Bundan sonra sana hiçbir ölüm gelmeyecek” deyip yüzünü örttükten sonra dışarıda konuşmakta olan Hz.Ömer’in yanına çıkar.”Yavaş ol Ömer,beni dinle” dese de Ömer duymaz ve konuşmasını sürdürür.
(Sen,ben,kavgası,adeta hilafet çekişmesi başlamıştır.)
Hz.Ebubekir’in sesini duyanlar ona doğru dönünce de Hz.Ebubekir önce Allah’a hamd (teşekkür) eder ,ardından ;
Ey insanlar,Kim Muhammed’e tapıyor idiyse,gerçekten Muhammed ölmüştür,kim de Allah’a tapıyor idiyse gerçekten Allah diridir ve ölmez” dedikten sonra Uhud’da indirilen Ali İmran suresi 144.ayeti okumaya başlar.
Muhammed yalnızca bir peygamberdir.Ondan önce nice Peygamberler gelip geçmiştir.Şimdi o ölürse ya da öldürülürse siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz?İki topuğu üzerinde gerisin geriye dönen kimse,Allah’a kesinlikle zarar veremez.Allah,şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.”
Hz.Ömer dahil hiç kimse bu ayeti daha önce bilmediklerini itiraf ederler.(?) Daha sonra bu ayetin de etkisi ile olsa gerek Hz.Ömer Ebubekir’e biat edecek,yani onu “halife” kabul edecektir.

Şimdi sıra “Devlet” denen o sihirli,cazibeli gücü elde etme savaşına gelmiştir.Savaşın acıması yoktur nasıl olsa.
Hemen üç grup ortaya çıkıverir.Bu da 1500 yıl sonra günümüzde bile sürmekte olan “mezhep kavgalarının” temelini oluşturacak bir yapılanmadır.

Grup I

Hz.Muhammed’in hem evlatlığı hem de amcası Ebu Talip’in oğlu olan Hz.Ali (r.a)Zbeyr (r.a) ve Talha (r.a) bir grup oluştururlar.

Grup II

Sad bin Ubade’nin de etrafında Evs’li ve Hazreç’li ensarın çoğunluğu toplanarak 2. bir grup oluştururlar.Bunlar,devletin idaresinin Medine’lilerin (Yesrib) olmasını savunuyorlardı.

Grup III

Useyd kabilesinden bir çok kişi ile diğer gruplardan kalan muhacirler de Hz.Ebubekir’in etrafında toplanırlar.Hz.Ömer ve Ebubekir hilafeti kimin alacağı konusunda kararlar oluşturmaktadırlar.
Toplantı yerine de her gruptan seçilen birileri konuşmalarını yaparlar.
Kimi ensardan,Medineli, Mekkeli yerlilerin üstünlüklerinden dem vurur kimi de biraz muhacirleri göz önüne alır.
Son olarak Hz.Ömer konuşmak isterse de Hz.Ebubekir,nazikçe ondan izin alarak konuşmasına başlar,önce ensarın önemini kabul ettiğini vurgular fakat,İslam’ın Arabistan’da yayıldığını,Arapların Kureyş’ten başka birinin otoritesini kabul etmeyeceğini, çünkü, Kureyş’in tüm Arapların nezdinde eşsiz bir konumu olduğunu belirterek sözlerini bitirir.

Sonraki gelişmeler,Hz.Ömer ve Hz.Ebubekir’in birlikte veya birinin seçilmesi şeklinde önerilerle gelişir.
Hz.Ömer,yaptığı konuşma ile,”Hz.Peygamberin imamlık hakkını Hz.Ebubekir’e devrettiğini ve bu nedenle de halife olması gerekenin kendisi olmadığını” söyleyerek olayı sonuçlandırır.
Hz.Ali, Hz.Ebubekir’e cemaat önünde olayın gündeme Ebubekir tarafından getirilmesi ile biat eder.
Ancak,Sa’d hiçbir zaman biat etmez ve Suriye’ye göç eder.

Hz.Ebubekir’in halifeliğinde anlaşılması üzerine sabah namazında toplanan Müslümanlara Hz.Ömer’in Tevbe Suresi 40.ayeti okuyarak herkes onun halifeliğini onaylar.
Tevbe 40.ayet:”Sizin en iyiniz,Allah’ın Resulünün arkadaşı,ikisi mağarada oturduklarında ikinin ikincisi”demektedir.

Hz.Ali,daha önceden kabul ettiği için o gerek duymaz.Hz.Ali hariç tüm cemaat ona bağlılık yemini ederler.
Hz.Ebubekir de ayağa kalkarak cemaate seslenir;
Sizin en iyiniz olmadığım halde sizin üzerinize hakim oldum.Eğer doğru yaparsam bana yardım edin,eğer yanlış yaparsam beni doğrultun.Hakka samimiyetle saygı göstermek bağlılıktır,hakka saygısızlık ise ihanettir.Aranızdaki güçsüzler,inşallah onların haklarını koruyuncaya kadar benim katımda güçlü olacaklardır.Aranızdaki güçlüler ise başkalarının hakkını onlardan, inşallah alana kadar da benim katımda güçsüzdürler.
Ben Allah’a ve Resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz.Fakat ,eğer,itaat etmezsem siz de bana itaat etmeyin.Namaza kalkın.Allah size merhamet etsin

Bu hilafet olayında bilinmesi gerken iki önemli husus olduğunu belirteyim.

Birincisi,hem Hz.Ebubekir hem de Hz. Ömer,Hz. Muhammed'in kayın babasıdırlar.
Nasıl mı?
Hz. Ebubekir,Hz. Muhammed'in eşi Hz.Ayşe'nin babasıdır.Hz.Ayşe alt yaşında iken kendisi kızı ile evliliğini Hz.Muhammed'e önermiştir."9" Dokuz yaşına kadar da Hz.Ayşe,Ebubekir tarafından büyütülmüştür.Evliliğin böyle gerçekleştiği kabul edilir.
İkincisi;
Hz.Muhammed, kızı Hz.Fatmayı,amcası Ebu Talip'in oğlu Hz.Ali ile evlendirdiktem kısa bir süre sonra meydana gelen bir ölüm olayının ardından Hz.Muhammed,Hz.Ömer'in dul kalan kızı Hz.Hafsa ile evlenir.

Hz.Ömer'in damadı Huneys,Habeşistan'a ilk giden muhacirlerdendir.Dönüşünde Hz.Hafsa ile evlenmişti.İşte Hz. Ali ile Hz.Fatma'nın evlilik olayından kısa bir süre sonra ortaya çıkan bu ölüm olayının ardından Hz.Hafsa 18 yaşında dul kalır.Hz.Ebubekir'in kızı olan Hz. Ayşe ile aynı yaştadır.
Dul kadına baba evinde iyi bakılmadığından olsa gerek,Hz.Ömer kızına hatırlı bir koca arayışına girer.Daha sonra halife olacak Hz.Osman'a öneriyi götürür.Çünkü,Hz.Osman'ın eşi Rukiye de yeni vefat ettiğinden duldu.Hz.Ömer için ideal bir damat adayıydı.

Ancak,Hz.Osman öneriyi ret eder ve Hz.Öemr bu duruma fena halde içerler.Bir süre sonra Hz. Ebubekir'e teklif götürür,ondan da bir "hayır" cevabı alınca Hz.Ömer'in morali iyice bozulur.Ancak Hz.Ebubekir'in eşini çok sevdiğini bildiğinden anlayış gösterir.
Dayanamz ve durumu Hz. Muahmmed'e açar.O da "Üzülme" der ve devam eder,"-Allah sana ondan daha iyi bir damat,Osman'a da senden daha iyi bir kayınpeder verecek" deyince,Hz.Ömer bir kaç saniye düşününce problemi çözer ve gülümseyerek ayrılır.

Önce,Hz.Osman,ölen karısı Rukiye'nin kız kardeşi Ümmü Gülsüm ile evlendirilir,düğünü yapılır bir süre sonra da Hz.Muhammed'in Hafsa ile evliliği gerçekleşir.
Hz. Ayşe'nin üzülmek yerine kendine yaşıt bir arkadaş geldiğine sevindiği yazılır.Hz. Ebubekir de bu arada Hz.Ömer'e teklifini ret etmesinin ardında Hz.Muhammed'in bu niyetini önceden bildiğini anlatır ve bu nedenle kıracağını bildiği halde ret ettiğini açıklar.
Hz. Hafsa'nın ölen kocasının Suriye taraflarına yapılan bir savaş sırasında öldüğü,özellikle de ön saflarda görevlendirildiği iddiaları da vardır.Bunlar Hz.Nuhammed'i suçlamak için yapıldığı söylense de, ortada, açıklanmayan bir kalp kırıklığı vardır.
Bunu da göz önüne almak yararlıdır.

İnsan olarak,peygamber olsun,askeri veya siyasi veya dini kişilikli kim olursa olsun.Bunların tümü insandır ve kendilerini büyük yapan işleri yanında,zenginlik,cinsel düşkünlük gibi insani zaaflara sahiptir.Hele Tevrat kökenli dinlerdeki bütün peygamberlerde bu düşkünlüklere rastlamak mümkündür.
Hz.Davut'un gelini ile zinası,Hz.Yakup'un dayısını bahisle aldatarak zengin olması,Hz.Süleyman'ın, zenci Saba Melikesi ile evlenmesine karşı çıkılması,Allah'ın da izin vermemesi üzerine aşere putlarına adak adaması gibi bir çok örneği sırlamak mümkündür.
Hatta,kadın-erkek köle sahibi olduklarını da hatırlarsak,köleliğin hizmetleri arasında cinsel hizmetler de olduğuna göre,çoğunda "eşcinselliğe" de rastlamak mümkündür.
Bu yüzden;
Hz.Muhammed veda hutbesinde,kendisininin sadece "tebliğci-bildiren,haber veren" olduğunu,ölümünden sonra "mezarından şefaat beklenmemesini " özellikle dile getirmiştir.
Bu bile onun kendsini herkes gibi bir insan olarak gördüğüne işaret eder.Farkı sadece bir görev için seçilmiş olmasıdır.
İnananlar,yolunda olanlar onun görevini hakkı ile yerine getirdiğine olan ianançları için ona saygılarında kusur etmemeyi sürdürmelidirler.
Ona tapmayı değil.
Bu yanlıştır.
Tapılacak Tanrıdır,akıl hocası Tanrının emirleri olan kutsal kitaptır.
Kim olursa olsun,sonunda etten-kemikten olan herkes,şıh,pir,siyasi,askeri önder veya peygamber de olsa hata yapar.Hz.Muhammed'in bir dilenciyi sohbetini bozduğu için azarlamasının ardından gelen ayet "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme,sen ne yeri delebilir ne de boyca dağları geçebilirsin.Seni yetim bulup zengin etmedik mi..." diye devam eder ve  onu iliklerine kadar titretmeye yeter.
Bizler,onları verdikleri hizmetlerle anmalı,bıraktıkları eserleri korumalı,hizmetlerini unutmamalıyız.
Hatalarını da "Hoş Görmeliyiz."Onların bizim salaklıklarımızı,sapıklıklarımızı,acizliklerimizi hoş gördükleri gibi.
Yaşadıkları topluma,insanlığa hizmetleri geçen hiç bir kimse,ister peygamber olsun ister Atatürk gibi kişilikler veya bilim adamı,mucit ya da fedakâr bir kamu görevlisi ya da ,düşman işgalininin def edilmesinde haber taşıyan,uyaran bir çocuk olsun horlanmamalıdır,iftiraya uğratılmamalı, haklarında, gıyabalrında ileri geri atılıp tutulmamalıdır.Vatana ihanet gibi ağır suçlar dışında.O zaman bile hizmetleri gene de unutulmamalıdır,cezadan düşülmelidir.
Tartışmalarda "üstün çıkmak için" asla tapılacak kadar abartılarak övülmemeli ve  yerilmemelidirler.
Onlara TAPMAMALIYIZ.TAPMAYINIZ.İNSANA TAPILMAZ,SAYGI DUYULUR VE BU DA GÖSTERİLİR.!!!

Yoksa,topluma hizmet edecek önder çıkmamasına sebep oluruz ki bu da,köleleşmeyi,silinmeyi  getririr.
Oysa günümüzde böyle mi?
Ruhbanlık,din ticareti artık sınır tanımamakta,halk kaz gibi yolunmaktadır.

Cuma günleri,çocukluğumdan beri şahit olduğum tekerrür eden bir standart gereğince olsa gerek,söz birliği etmişçesine benzer cümlelerle yapılan,hocaların camilerde ettirdiği Türkçe yakarışlar,dualar vardır.İlmi kendinden menkul hoca efendiler kabul edilebilir dilek ve arzuları sıraladıktan sonra şöyle diyorlar:

"...Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisseselam'ın yüzü suyu hürmetine günahlarımızı affeyle ya Rabbiiii..."

İnsana yani,peygambere de tapılmayacağı hem veda hutbesinde hem de ruhbanların kaldırıldığını bildiren İsra Suresinin ilgili ayeti de görmezden gelinerek;
"Halk,yıkanmış bir insan yüzünün terini,kirini barındıran kirli bir sudan da aşağı ve ondan medet umar bir hale düşürülmektedir.Bu nasıl tapınmadır,nasıl mantıktır?"

İşte,böyle yakarışla,bağışlanma duyguları ile karıştırılmış,sinsi aşağılamalarla toplumun kendisini "kirli bir sudan" aşağı görmelerine,okuduklarını anlayamayacaklarına,din tüccarı "şeyh,pir,hacı hoca" geçinen,dinde yeri olmayan,yeryüzünde insanların,kullanabileceği,otomobil,elektrikli el matkabı gibi hiç bir icatları,toplumsal hizmetleri olmayan,kendilerine yakıştırdıklasrı,ulema,ilim adamı adı altında,sahtekârların baş tacı edilmesine sebep olmaktadır.

Oysa,din de,Kuran da ve Peygamber de insanlara hizmet için vardırlar.Aslolan insandır.

AKP döneminde çıkan rezillikler saymakla bitmez ama ben dikkat çekici iki tanesini yazayım;
1-Özellikle Kanaltürk ve Fox Tv alt yazı reklamlarında ".....47...'ye gönder BORÇ ÖDEMEK İÇİN DUA CEBİNİZE GELSİN" yazmakta,altında küçük harflerle de "6.14 TL ile ücretlendirilirsiniz" demektedir.

Yahu,madem böyle kolaylık vardı da 50 yıldır İMF'ye olan borçlarımızı niye bu dua ile ödemedik?
Aldığımız borcun on katı faiz ödüyoruz üstelik.

2-"...47..'ye gönder,Hadis yaz cebine gelsin"

Sayın okuyucular,Hz.Ömer zamanında hadis yani,belli konular üzerinde Hz.Peygamberin yol göstermek için söylediği sözlerdir bunlar.Hepsinin tespit edilen sayısı 500.000-beş yüz bin'dir.Yüz yıl sonra yazılan hadis kitaplarında bu sayı 2.000.000.-İki Milyon'a çıkmıştır.Bu hadislerin büyük çoğunluğu,şerefsiz devlet adamları ve kuranda yeri olmayan,ulema,ilim adamı adı ile gezen şahtekâr ruhbanların uydurmalarından ibarettir.Bu hizmetleri yüzünden,dinde yeri olmayan "ermiş,derviş,yatır,mezhep uleması bilmem ne gibi adlarla ödüllendirildiler ve zengin oldular.

Şimdi,iki milyon hadisi hesap edelim,6.14*2.000.0000=12.280.000TL-yazı ile On iki milyon iki yüz seksen bin TL,eski para ile,12 trilyon iki yüz seksen milyar TL.

Bu işte sermaye sıfırdır.Böyle kârlı iş nerede var?Boşuna mı dinci kanallar,yayınlar aldı başını gidiyor?

Yahu hani "Kuran'ın bir harfinden para kazanan,yüzü etten arınmış olarak kıyamet gününde rezil olmak" için yaratılacaktı?
Her gün sokakta,evde dini kitap satıcılarından millete gına geldi.
Bu aşağılık din ticaretini yapan şerefsizlerin neden telvizyon şirketleri,gazeteler,dergiler,yayın evleri işlerine girdiklerini anladınız mı?

Bu şerefsizlerin dini de tanrısı da paradır.
Sakalı uzatıp,cüppeyi geçirip,eline tespihi alıp,diline "Allah" kelamını tespih ettin mi,hükümete gelince de içkiye yasak koyup,bir kaç namaza katılıp ekranlarda göründün mü her türlü şerefsizliğin,aşğılık işlerin hoş görülür bu İslam dünyası denilen dünyada.

Bunlar bir de okullarda,büyük kurtarıcımız yüce Atatürk'ün büstü önünde sabahları ve hafta sonları tatile girerken yapılan törenleri şöyle diyerek aşağılamaktadırlar;

"Laik devlet tarafından,İnsanlar her sabah taş kafa Kemal'in heykeli önünde tapınmaya mecbur ediliyorlar"

Bu şikayeti,şerefsizliği yapanların da "İslam Kürdistanı kurmak için" İngilizlerden aldığı paraları belgelenmiş, itiraf edilmiş olan Nurculuk tarikatının kurucusu Bitlis'li dönme Ermeni Said-i Kürdi ve askeri olan çeteci, 1925'de Elazığ kışlasında uyuyan 120.000 Mehmetçiği uykuda kesen,kurşuna dizen,Elazığ Plalu'lu Şeyh Said'ten Berzencisine kadar Halidi tarikatından gelen,bu gün Nur ve Fethullah Cemaati olarak da bilinen AKP,Saadet Partisi kadrolarını oluşturan,PKK ile Kürdistan pazarlığına giren,ülkeyi bölecek ihanet açılımlarını yapan,halka tanışırken bile artık "köken sorduran", Haçlı işbirlikçisi Kürtlerdir ve dönme Karadenizli şuralı buralı Rumlardır.
Çıkardıkları isyanlarla bir milyona yakın insan ölmüştür.Bunlara asker-sivil,isyancı asiler ile Kürt olmadıkları için kıyılan masum Türk köylüleri de dahildir.

Atatürk'e karşı "kuyruk yaraları vardır.Düşmanlıklarının sebebi budur.

Oysa okullardaki bu törenlerde kimseye;
"Atatürk'ün yüzü suyu hürmetine günahlarımızı affeyle,dileklerimizi kabul eyle ya rabbiii" diye dua ettiriliyor mu?
Hayır.!!!
Peki ne oluyor?
Bağımsızlık türkümüzü söylüyoruz,ilk okul öğrencileri "Andımız" diye bir yemini tekrar ederek "idealist, okumayı, öğrenmeyi,çalışkan olmayı seçen" bir insan yapılmaya teşvik ediliyor.Kişilik aşılanıyor.
Tören ile de,"yıkılmış bir imparatorluğun,köle edilmekte olan halkını önderlik ederek başarıya ulaştırmış,inançlarını ve törelerini rahatça yaşayabileceği iyi kötü bağımsız devletlerine kavuşturmuş önderlerine "SAYGILARINI" göstermektedirler.
İşin içinde Kürdistan,Pontus Rum devleti,Ege ve Marmara bölgesinde Megalo İdea Yunanistanı kuramamanın yarattığı düşmanlık olunca,"Müslümanım" diyen bu dönmelerin halkı kökenlerinden koparmak isteyenlerden,Amerikalı ve Avrupalı dindaşlarının destekleri ile iktidar koltuklarından inmeyen "Müslüman" takiyyesi yapanlardan başka ne beklenebilir ki?
Bunların Müslümanlığına inanmayınız.İnanıyorsanız da dikkatle takip ediniz.Hepsinin derdi para.Bu blogda sayısız örnekleri var.

Adilyargic/keykubat