2007 yılının son aylarında art arda meydana gelen Dağlıca baskınlarında kaybettiğimiz askerlerimizin
(2012 ile karıştırmayınız-Okuduktan sonra tıkla)) şehadetinin ardından 2008 yılı başlarında zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ABD’ye gitmiş, dönüşünde de bu gün ERGENEKON adıyla bildiğimiz tutuklamaları başlatmıştı.
Ordu mensupları ağırlıklı, İşçi Partisinden ve bazı basın
mensupları, Üniversite, emniyet mensuplarına uzanan bir dizi seri tutuklamalar,
altı yıla yakın süre bu insanların yargısız, sonradan başlayan yargılama
aşamasında da uydurma deliller, terör örgütü mensuplarından yandaşlarına uzanan
kişilerden oluşan gizli tanıklar, Amerikan adalet sistemine uygun hakim ve
savcıların beş, on yılda okuyamacakları kadar delil furyası ile boyanan gözler,
yandaş Tv kanallarında her saniye başı süren “Ergenekon Terör Örgütü” ETÖ
iftira programları 2014 yılına kadar hepimizi meşgul etti.
Emekli ve siyasetle
ilgisini kesmemiş, vatansever bir polis olarak, PKK terör örgütünün,
1980 darbesi ürünü olduğunu, devlet ve zamanın ANAP hükumeti+Derin NATO eliyle
kurulduğunu zaten biliyordum.
Bu ötgüt, devlet koruması ile şımartılmış, işlediği
cinayetlere göz yumulmuş, serbest bırakılan Kürt kökenli solculara ceza
evlerinde sistemli işkenceler yaptırılarak devlete düşman edilmiş, içeriden
demokratik harketlerin, dışarıdan ABD-AB baskıları ile yavaş yavaş salınan
solculuktan başka suçları olmayan gençlerin devlet eliyle, kurulan terör
örgütüne yani Ermeni APO şeytanının çiftliğine katılmaları sağlanmış, hem kendi
ordumuz hem de anılan dış güçlerin orduları ve istihbarat örgütlerince levazım,
mali, mühimmat,siyasi olarak desteklenmişlerdi.
Bunların hepsini zaten biliyordum da bu Ergenekon neydi?
1-Ergenekoncular Gizli Kişilikler Değildi; Devletin
kendisini korumak için kurduğu gizli bir yapılanma olsaydı bu kadar kolay
tasiye edilemezdi bana göre. Zira tutuklananlar daima göz önünde olan
kişilerdi, hiç bir gizlilikleri de yoktu.
2-El öpmeden, ABD Onayı Almayan Genelkurmay Başkanı
Olamıyordu; Kenan Evren’in cumhurbaşkanı olmasından sonra yerine geçen ve
süreleri doldukça değişen genelkurmay başkanlarının hepsinin, “el öpme sırası”
takip ederek mevkilere geçtiklerine tanık olmuştum. Genelkurmay başkanı adayı
belirlenince, önce Kena Evren’e ziyaret yapılıyor ardından ABD gezisinde Amerikalı
kurmaylarla görüşüyor, duruma göre sivil hükumetlerle de görüştükten sonra
dönüşünde 30 Ağustosta rütbeyi takıyorlardı.
Bu sıra Ergenekon tahkikatına kadar bütün genelkurmay
başkanı olacak paşalarca aksatılmadan takip edilmişti.
3-Bu Şartlarda, ABD’ya Sadakati Olmayan Genel Kurmay Başkanı
da Yoktu.
Öyleyse bu tutuklamalar neyin nesiydi?
Benim açıklamam şuydu; 1980lerin başından sonuna on yıl
boyunca süren cunta ve yarı cunta dönemlerinde, Tv’lerdeki açık oturumlarda
“Ordunun elinde II.Dünya savaşı artığı ABD’nin hediyesi, işe yaramaz silah,
araç gereçler geçen yıllarda yenilenmemişti. Ordunun, silah, araç, mühimmat,
levazım v.b. gibi yaşamsal konularda modernize edilmesi, 21. yüzyılın savaş
şartları olacağı ön görülen “gerilla tarzı savaş taktiklerinde tecrübe
kazanması” gerektiği, bu tecrübenin de doğu Anadolu’da kurulacak bir terör
örgütü ile çıkartılacak “danışıklı iç savaş” ile olacağını zamanın koca
kafaları profesörlerden yıllarca sabahlara kadar dinlemiştim.
Geçen 25 yılda ordunun eğitimi tamamlanmış, terör örgütü de
ABD-AB+NATO’nun Irak işgalinde, sil baştan silahlandırılarak kullanılmıştı.
Artık terör örgütü tasfiye edilmeyecek, diğer komşuların
işgallerinde sahiplerinin askerliğini yapacak, Türkiye ve NATO yapılanması da
arkasında koruyuculuk yapacaktı.
Yani, Terör örgütü ile yasal devletin ordusunun yanyana
çalışacağı günler gelmişti. Şimdi yapılan, biraz da ülkenin parçalanacağından
endişelenen Rusyacı, Vatansever, terör örgütüne kinli, onun hedefi olan
subayların tasfiye edilerek, terör örgütü ile uyum içinde çalışacak yeni
subayların iktidara getirilmesi sağlanıyordu.
Bu operasyon, ömrünü askeri darbe ve muhtıra baskılarıyla
geçirmiş halkı, “cuntacı ordudan”,onun siyasal ve askeri vesayetinden kurtarıp,
demokratik, sivil, özgürlükçü sivil hükumet” idaresinde yaşama devrimi olarak
gösterilmekte de kullanılıyordu.
Bir taşla iki veya daha fazla kuştu bu.
Devletimizin Ergenekon adlı derin, koruyucu yapılanması
olacak ve böyle keklik gibi avlanacaktı, böyle şey olamazdı. Suçalamada
kullanılan deliller, uydurma ve Amerikan yargı tarzındaydı. Bu da operasyonun
hükümetçe değil, dış kaynaklı projelere göre yürütüldüğüne beni ikna etmişti.
Ayrıca, tutuklanan subayların ve kişilerin büyük çoğunluğu
Alevi kimlikli, kripto Ermeni teşhisi koyduğum tiplerdi. Bunun böyle olduğu bu
gün de ortadadır. Sabetaycı Müslüman/ Yahudi tarikatına girenlerin Türk
Alevileri, Müslümanlığa 1915 tehciri döneminde geçmiş Anadolu Gregoryen
Ermenileri olduğunu da araştırmalarımda az çok yakalamıştım. Tunceli hizmetin
sırasında, bazı halktan kişilerin “Biz, Kürt değil Zazayız ve kayıp 12 Yahudi
kabilesinden olduğumuza inananlarımız da var” sözü de aklımdaydı.
ERGENEKON ADININ BATI KÖKENLERİNİ ARAŞTIRMAYA BAŞLAMAM
Ama, Ergenekon adının batıdillerine ait bir adl olduğu
konusunda elimde delil de yoktu, ne yazabilirdim ki?
Ergenekon konusunda en sık dile getirdiğim ifade de şuydu; "Silivri bir Koloni Hapishanesidir, içindekiler, sömürgec devletlerin mahkumlarıdır. Ergenekon,rolleri gerçek oynanan, en iyi sinema, tiyatro sanatçılarına el öptüren rollerin oynandığı bir tiyatrodur."
Ergenekon'un küresel güçlerce senaryosu yazılmış bir tiyatro olduğunu biliyordum ama bu adın "batı edebiyatındaki aynını nasıl bulacaktım?"
Araştırırken, İlk Hristiyan şehidi kabul edilen Aziz George
(Corc) efsanesini bulmuş, bununla ilişkilendirmeye çalışmıştım. Kısmen
gerçekten ilgisi de vardı. Aziz George’un adıyla, Müslüman ordusuna sindirme operasyonu
yapıldığını işlemiştim. Bu operasyon, yazdığım amacından daha çok ordunun
genelinde yılgınlığa sebep olmuştu çünkü. Malum, gizli projeler askerlere
açıklanmaz, kurmayca bilinir ve takip edilirdi. İşin aslını bilmeyen ordu
mensupları gerçekten umutsuzluğa kapılmıştı ve ihanete uğradıklarını
düşünyorlardı. Yanlış ta değildi.
Ermenilerin, Bitlis-Ani sürgünlerinin işlendiği İngilizce
yayınlanmı bir Ermeninin anıları kitabında da, yazarın 1892 Bitlis Ermeni
Sürgününe “Ermenilerin Ergenekonu” adını verdiğine tanık olmuş, kitabın adı,
linkiyle birlikte dilimize ilgili sayfayı çevirerek yayınlamıştım.
Bir gün,Hindistan veya İngiliz haber sitelerinden birisinde
“Er George Operation in Irak” başlıklı bir makale görmüştüm.
Haberi okuduğumda, Irak’ta vatansever olduğundan
şüphelenilen Iraklıların evlerine Saddam’ı veya kurmaylarını ya da askerlerini
saklıyor, silahlanıyor endişesiyle, imsak vakti (Sabilerin ve Ortodoks Hristiyan olan Süryanilerin
ilk sabah namazlarını kıldıkları vakittir) yapılan baskınlarla
tutuklamaların yapıldığını yazıyordu ve evinde Amerikan askerine nefretle
bakan, çocuğuna sarılmış Iraklı bir kadın resmini de habere eklemişlerdi. Bunu
dilimize çevirip linkini verdim, sonra yerli basında da haber oldu. Bu haberi,
Aziz George efsanesiyle “Hristiyan fanatizmiyle” birleştirip “Haçlı saldırısı”
olarak işlemiş, Ergenekon örgütü diye bir örgütün olmadığını açıklama gayretimi
sürdürmüştüm.
Sonunda madeni bulmuştum.
II.Dünya savaşı sonrası ABD idaresine giren Avrupa ve
ülkemizin de dahil olduğu diğer dünya devletlerinde, “ABD karşıtı, bağımsızlık
yanlısı, sağcı, solcu, milliyetçi” görüşe sahip kişi veya örgütlenmelere karşı
yine “imsak vakti operasyonları” yürüten C.İ.A başkanlığına gelmiş,
operasyonlara adını vermiş Er George Claire adlı şahsın hayat hikayesini yakalamıştım.
Bu da işi bitirmişti. Bunu da “Ergenekon Tezgahının
Ardındaki Gerçekler” başlığıyla yuayınlayınca tabi blogum engellendiğinden yazı
yazamaz hale gelmiş, yeni bir blog daha açmak zorunda kalmıştım.
Özetlersek;
1-Ergenekon, içeriden siyasi özgürlük devrimi değil, aksine
dışarıdan planlanmış, orduda istenilmeyen tiplerin tasfiyeleri, yeni
çalışılacak kadronun tespiti için başlatılmıştı.
2-İlk Hrisityan şehidi Aziz George, Ermenilerin 1892
Bitlis-Ani sürgününe Ergenekon adını vermeleri, Irak’ta uygulanmış “Er George”
baskınları ve son olarak da C.İ.A başkanı Er George Claire’nin adını verdiği
“Er George baskınları” ve buna ABD Cumhuriyetçi Partinin kurduğu "Neo Conservatism" akımının baş harflerini ekleyerek "
ER GEorge NEo CONservatism(Tıkla)" kısaltmasından elde edilen adla birlikte düşünüldüğünde, Ergenekon operasyonunun “dış
kaynaklı operasyon” olduğunu da görmüş , delillendirmiş oluruz.
Ergenekon’a geçmiş olsun, yakında, değişen şartlara göre
çalışacakları kadroları belirlemek için sıraya bakalım neleri koyacaklar?
Bunu yaşarsak hep birlikte, aksi halde kalanlar görecektir.
İçerden, dışardan her türlü kışkırtma, tahrikler ekarşın
uyanık olup dpğru tespit yapmadıkça, halkın birbirine girmesi kadar salakça bir
davranış olamaz.
Bu tezgahlar boyunca halkımızın bu özelliğine tanık olduğum
için de gururluyum. İşte, bizi büyük ve saygın kılan da bu “doğruyu araştırma,
sorgulama yeteneğimiz” ile “”gerçeğe, adalete” olan bağlılığımızdır.
Bu yazıyı, kendimi övmek için değil, bu güne kadar
yayınladığım 2500 kadar yazımın hepsinin “aynı mantıkta, aynı hedefi gösteren
yazılar olmaları” özelliklerini bildiğimden, okumayanların okuyarak bir şeyler
çıkartıp, öğrenebilecekleri konular bulabileceklerine olan inancımdan dolayı
yazıyorum.
Bu güne kadar okuyanlara, değer verip ülkemizi maceralardan
kurtaran aklı selimlere ve okuyarak
böyle davranacak olanlara saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.
Son söz;
Ergenekon fos, “keykubat” haklı çıktı.
Benim haklı çıkmam, suçlamaların düşmesi bu tiyatroda, rolleri ölüm olanların canlarını veremese de bundan sonra benzeri tiyatrolara maruz kalmayacağımız anlamına gelmez. Zira her gün yeni tiyatrolar sahneye konulmaktadır. Bu tiyatroları deşifre edenlerin şöhretlerine değil, delillerine, samimiyetlerine bakarak ilgililerin karar vermeleri gerekir.
"Devlet işinde, samimiyet, arkadaşlık, kankanlık olmaz." Bunu herkes bilmeli ve kafasının içine de dışına da çivilemelidir.
Buraya kadar sabredip okuduğunuz için teşekkür ederim.
İlgili yazılarımın linkleri (Bunlar yeter umarım);