"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

4 Şubat 2016 Perşembe

GÖK ANA İNANCI VE İSLAMA YANSIMASI

Gök Ana Kültü ve İslam'a Yansıması

Gök Ana, Tevrat merkezli Yaratılış efsanesine sahip olan Kur'anda yer almaz. Ancak, Grek İncil'i dışındaki nerdeyse tüm Hristiyan mezheplerinin İncillerinde yer alır. İslam öncesi, Sabi Yahudileri olan Ortodoks YAHUDİLER, İran Mecusiliğine inanan Kureyş Arapları dahi bütün Arap yarımadası halkı ortak adları "Yıldız Dinleri "olarak bilinen, Hint, İran, Sabi temelli dinlere ve onlardan türemiş sayısız mezheplere bağlıydılar.




Hint, Mısır, Arami dinlerinde evrenin yaratılışını anlatan kozmogoni (cosmogony) ve tanrıların yaratılmasını işleyen teogoni (theogony) kavramları vardır.

Bu dinlerden doğan dinlerde ise bu bilgiler ya değiştirilimiş ya kısaltılmış veya bir cümle ile Kur'an Hud Suresi 7.Ayeti gibi atıf yaparak bahsetmişlerdir.

Sümer dininde olduğu gibi bu dinlerde de ilk önce sular vardır, sulardan tanrıların ruhları ve çamur oluşur, onlar da maddeleşir ve madde alemini, güneşleri, gezegenleri ve aralarında bilmediklerimizi doğurmak suretiyle ve elleriyle, bakışlarıyla, dilemeleriyle yaratırlar.

Ama, sulardan sonra ortaya çıkan gök ana ile toprak baba (güneş veya ay olabilir) çiftleşir, bu ilişkiden rahimde varlıklar oluşur ve döl yolundan doğumları gerçekleşir.

Bu temel ilke "erkeklik ve dişilik organlarının kutsal sayılmasını" sağlamıştır.
Yeryüzünde bütün dinlerde bir şekilde bu kutsallığı görmek mümkündür.

Erkeklik ve dişilik, insan, hayvan ve bitkilerde üremenin, bereketin, bolluğun,zenginliğin temeli olarak görülmüştür ve kutsal sayılmıştır.
İnsan ve hayvanların çinsel ilişkileri, bitkilerin tozlaşma yoluyla üremeleri "Bereket Tanrısı Dinlerini" yaratmıştır.

Hint dininde evrende bulunan bütün güneşler (yıldızlar) ve gezegenler ile üzerlerinde yaşayan, fiziksel veya fizik ötesi varlıkları doğuran kutsal anadır.

İSLAM'IN TEMELİ BESMELE'DE RAHİM VE RAHMAN TANRI KAVRAMI;

Araplar, ölen biri için “sine-i rahme döndü” deyimini kullanıyorlardı. Yani ölenin ruhunun gittiği yer “cennet” değil, “RAHİM” di, rahmin sinesiydi.
Her şey, her tanrı da bu rahimden doğduğu içinde tek tanrı o olmalıydı.
İşte, İslamın temeli Besmeledeki “Rahman ve Rahim Tanrı” da böylece anlaşılır hale gelebilmektedir.

Bilindiği gibi Arap dilinde “B=İle”; “İsm=İsim”; “El Lah=İlah/Tanrı”;” Er Rahman=Koruyan”; “Er Rahim=yaşamı içinde barındıran ve koruyan”  anlamındadır. Gerçekten de yaşam, Rahim”, döl yatağından yapılan cinsel birleşme ile bırakılan erkek dölünün kadın yumurtasıyla birleşerek rahime geçip orada bir yere tutunması ile yaşamı başlatır. Kur’an Alak/İkra suresi bunu açıklamaktadır;

Alak Suresi 96:2;İnsanı, embriyodan/ilişip yapışan bir sudan/sevgi ve ilgiden/husûmetten yarattı.”(Y.Nuri Öztürk meali)

Embriyo’nun oluştuğu yer Rahimdir.

Rahim, her türlü mikrop, virüs, darbe gibi fiziki saldırılara karşı içindeki yaşamı korur ve beslediğinden dolayı “yaşamı barındıran ve koruyan yer”dir. İnsan veya diğer memeli varlıkların da yaşam bulduğu, yaşamlarının korunarak bağımsız yaşayabilecek canlı haline geldiği ilk yer rahimdir.

Müslümanların her işten önce söyledikleri “B’ism’el lah-er Rahman-Er Rahim” yani “Yaşamı içinde barındıran ve Koruyan Tanrının Adı ile” şeklinde Türkçe'mize Arap ırkçısı din adamlarımızın bir türlü çeviremediklerinden anlaşılabilmiş değildir. Oysa olay budur. 

Din adamlarının çevirdikleri “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” çevirisi topu Arapça kelimeler olup hiç bir Türk’ün veya Arap olmayanın anlayabileceği bir ifade değildir.

Yaşamı içinde barındıran” yani “Rahim; “Koruyan” yani "Rahman Tanrı" ifadesi kısaca “Her zaman diri, genç ve yaşlanmayan Baki Tanrı/Allah” kavramını bize vermektedir.
 Mezar taşlarına bile bir Kur’an ayetini yazarız hep “Hüvvel Baki” yani “Ezel/Ebed/Kalıcı olan Allah’tır”
 Rahman ve Rahim Tanrı da, bu Allah’ın “yaşamı içinde barındırıp koruduğundan her zaman genç ve diri” kaldığını açıklamış olmaktadır.

Alak Suresi 96:2. ayette insanın embriyodan (Alak/Yapışan sulu şeyden/Dölden) yarattığını okuduk. Aynı surenin 96:8.”Oysaki, dönüş yalnız Rabbinedir” demektedir. Yani Dönüş yeri Rahim midir?  O mu kast edilmektedir? Bakacağız.
Kur’an’ın Hac Suresinde  Alak 96:2.ayetindeki “Rahim Tanrı” sıfatını tekrarlamaktadır;

Hac Suresi 22; 5. “Ey insanlar! Ölümden sonra dirilme konusunda kuşku içinde olabilirsiniz. Ama şu bir gerçek ki, biz sizi bir topraktan, sonra bir spermden, sonra bir embriyodan/döllenmiş bir karışımdan, sonra ne olduğu kısmen belirli, kısmen belirsiz bir et parçasından yarattık ki, size açık-seçik beyanda bulunalım. Ve sizi rahimlerde, belirlenen bir süreye kadar dilediğimiz şekilde bekletiyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz. Daha sonra da tam kuvvetinize ulaşmanızı sağlıyoruz. Bununla birlikte içinizden bir kısmı öldürülüyor yine içinizden bir kısmı ilimden sonra bir şey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor. Yeryüzünü de sönmüş kül halinde görürsün. Nihayet onun üzerine suyu indirdiğimizde titrer, kabarır ve her güzel/bereketli çiftten bir şeyler bitirir.”

Hac 22:5. ayet, Alak 96:’. Ayet ile tam bir uyum içindedir. Önce insanın embriyodan yaratılışı rahimlerde saklanmamız, bir çocuk olarak çıkarılmamız, tam kuvvetimize kavuşmamız apaçık anlatılıyor.
Bu ayette “rahimlerde” ifadesi, her doğan insanın ayrı bir ananın rahminde doğmasına karşılık gelir. Ama, devam eden ayette;
“Bununla birlikte içinizden bir kısmı öldürülüyor, yine içinizden bir kısmı ilimden sonra bir şey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor. Yeryüzünü de sönmüş kül halinde görürsün
ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor” derken, adeta Hindu dininde yaşamın magmadan çıkan küllerden başlamasına işaret etmektedir. Bu durumda “ilk yaşam şekli olan küllerden başlatılan yaşam ile, yeryüzünün de bir RAHİM olarak tanımlandığına tanık oluyoruz.
Ayetin devamında da “Nihayet onun üzerine suyu indirdiğimizde titrer, kabarır ve her güzel/bereketli çiftten bir şeyler bitirir.” İfadesiyle de yaşamın tekrar “SU” ile ortaya çıkması şüphe bırakmayacak kadar açıktır.

Bu ayet, Rahim tanrı/Allah’ın, yaşamı su ile başlattığını, sonra küle kadar geriye döndürüp, üzerine su temas ettirdiğinde yeniden başlattığını bildirmektedir. Bu evrim teorisine dahi uygun bir tanımdır. Yeryüzü de bir rahimdir ve üzerinde, içinde bilim bilmediğimiz, toprağın üstünde veya içinde yürüyen, bitkiler gibi sabit olabilen yaşam biçimlerini yaratmaktadır. Üzerindeki Atmosfer tabakası ile de yaşamı sürdürmekte, korumaktadır.. Güneş ile de ısı, ışık, atmosfer olayları ile de su ve yaşam vermektedir.


Aslında Rahim ve Rahman Tanrı tabiatın kendisidir. Kabe, zigguratlar, piramitler, oturduğumuz binalar da bu RAHİM’in temsilleridir. Buralarda ibadet ile, eğitim ile, doğal felaketler ve göçler sonucu barınmakla korunuruz.

Bana bunları düşündüren mitolojik rahme geçiş yapalım artık.

Hint Dinlerinde Gök Ana; Aditi;

Gök Ana Aditi

Büyük Hindu tanrıçasıdır.
Horoz üstünde bütün uçsuz bucaksız gökyüzü boyunca uçan tanrıçadır. 
Horoz gücü ve onuru temsil eder. 

Güneşi giyen Güneş tanrıçası, 
Göklerin/Cennetin bütün ışıklarının, bütün tanrıların anasıdır(divamatar). 
12 burcun ruhunu doğurandır. 
Göklerde var olan şekilli şekilsiz her türlü varlığı,sırlı sözleriyle doğuran göksel rahimdir. 

İlk yaratılan varlıklarla ilişkilendirilen ve Brahma’nın dişili olarak görülebilir.  
Rigveda’da 80 kez adı geçmiştir. 
Vedalarda, Surya (Güneş)nın ve Adityaların (Aditi’nin oğullarının) annesi olarak bahsedilmektedir. . Silahları  üç uçlu mızrak ve kılıçtır. 
Solda "Üçlü Mızrak", Şiva-Aditi
yerde Lingam (Şiva ile Aditi cinsel
ilişkisi sembolüdür), sağda
Ganişa.

Rigvedalara ilk kez M.Ö. 1700-1100 yılları arasında adı geçtiği tespit edilmiştir.
Adları, Vivasvan, Aryama, Puşa, Yvaşta, Savita, Bhaga, Dhata, Vidhata, Varuna, Mitra, Sakra ve Urukrama’nın (Vişnu, beşinci ay olan Şravana ayında, Nebi ve Meru’nun oğlu Urukrama olarak, doğmuştur.) annesidir. 
Vişnu’nun avatarı olan Vamana’nın da annesidir.
Bütün göksel yaratıcıların ve yaratıkların anası olarak tanımlanır. 

Sadece bir ilahide, hırsızlıkla bağı olan duacıyı azad edebileceği belirtilmiştir.(Mandala 8.67.14)

Eski mitolojide,en yüksek yeri olan Sephirah in Zohar’da; Gnostik Sofya-Achamoth, Koronos ile evlenerek, Hestia, Poseidon, Hades, Demeter, Hera ve Zeus’un anası olan, sonradan yeraltı cehennemi Tartarus’ta yaşamaya mahkum edilen altı yaratıcı tanrının annesi, gök ana Rea, Büyük derin’in Bythos’u,Amba, Surarani, Kaos, Uzayın suları, ilkel ışığın ve yedi Mısır göğünün kaynağı ile ilişkilendirilebilir.

Hint Gök Ana Sembolü;



Hint dininde Gök ana remzi



Sembolün resmedilişi "yanlara açılmış kadın bacaklarının ortasındaki rahmi ve dişilik organıdır.

Gök Ana Tanrıçasının remzi, güneşleri
ve gezegenleri doğuran dış cinsel organ
olduğundan "oval" şekilde çizilmiştir.

Mısır Gök Ana’sı NUT/NUİT;

Misir mitolojisinde Nuit veya Nut, Gök tanrıçasıdır, Şu ve Tefnut’un kızıdır, Osiris’in dokuzlu tanrılar grubundandır. Güneş tanrısı Re, onun ağzından içeri girdi ve güneş battı, akşam oldu ve vulvasından (döl yatağından) doğduğunda ertesi gün oldu. ;
Hatta o gökyüzündeki yıldızları da yutandır. 

Nut, Re (Güneşi) yutması ve doğurması.
Eski Mısırlılar, Nut'un bedeninde sabaha kadar
Re'yi yok edecek tanrıların olduğu kapılardan
Re rahat geçsin de güneş doğsun diye "Dört vakit"
namaz kılarlardı.
Akşam, Gece namazı, İmsak vakti ve Tan vakti.
Öğle vakti güneş yeryüzüne hakim olduğundan, "
gücünden şüphe duyulmasın" diye namaz kılmazlardı.
İnsanın yaratıldığı vakit "ikindi vakti" olduğu inancıyla
ikindi namazı çok sonraları kılınmaya başlandı.

Ölümün tanrıçasıdır, bütün lahitlerin içinde resmi bulunmaktadır.
Öldükten sonra firavun onun bedenine girdi ve tekrar dirildi. Sanatta, elbise giymeyen, yıldızlarla kaplı bir ürtüyle örtülü olan, Şu tarafından desteklenen bir kadın olarak gösterilmektedir. Yeryüzü/Toprak olan Geb kocasıdır, çocukları Osiris, Horus, Isıs(Aysis), Set (Şit) ve Neftis’tir.

Kendisini gizlemek için giydiği yıldızlarla kaplı
siyah elbise, tapınak rahip ve rahibelerinin
dindar kadınların kıyafeti olmuştur.

Gökyüzünü tutan direkler, sütunlar olarak
kabul görmüştür.

Gündüzleri Nut ve Geb ayrıdır ama her akşam Nut aşağı iner Geb ile buluşur bu buluşma karanlığı yaratır. Gün esnasında fırtınalar olursa Nut’un kayarak toprağa yaklaştığına inanılır.
Nut, düzemli evrenin güçlerini dünyadakilerden ayıran bir engeldir.
El ve ayak parmaklarının dört baş noktaya temas ettiğine inanılır.

Güneş tanrısı Re’nin onun ağzına girerek akşamı kurduğuna, bedeni içinde seyahat ederek geceyi, dişilik organından her sabah doğarak yeniden dirildiğine ve sabahı yarattığına inanılırdı.
Mısır sanatında siyah/karanlık ve yıldız kaplı, kemer-köprü şeklinde, el ve ayak parmakları üzerinde duran, yüzü yere bakan çıplak kadın olarak gösterilmiştir.

Gök Ana Nut Geb'in (Toprak) üzerine abanmış
öteki tanrılar da güneşin doğumuna yardım ediyorlar
El ve ayaklarının evreni tutan dört sütun olduğuna, el ve ayak parmaklarının evreni tutan dört sütunun ufkuna dokunduğuna inanılırdı. Altında uzanan eşi Toprak Geb, bazen erkeklik organı ona doğrulmuş halde de “kızkardeşi ve eşine bakar şekilde resmedilmiştir.



Burada Geb/Toprak, Gök Ana'yı dölleme öncesinde.
Bu tanrıların "kardeş evlilikleri" yüzünden
hala insanlar "ensest evlilikler" yapmaktadırlar.

Nut ve Geb cinsel ilişki hazırlığında. Böylecek
evrene bereketin gelmesi sağlanıyordu.

Hathor’un şekillerinden olan İnek ile de resmedilmiştir. Piramit içindeki metinlerde Geb, Nut’un boğası olarak tanımlanmıştır.

Büyük güneş ineğinin, yeryüzündeki görevinden emekli oduktan sonra  Re’yi sırtında göklere çıkardığı düşünülürdü. Osiris, erkek kardeşi Şit tarafından öldürülüp, bedeni “14 parçaya ayrılıp dünyanın “14” ayrı bölgesine etleri dağıtılıp saklandığında, etlerini kızkardeşi/karısı Aysis bir araya getirmiş ve Osiris, annesi Nut’a  ulaşmak güvenliğinin sağlanmasını ve ölüler dünyasının kralı olmak için merdivene tırmanmıştı.

Nut, Güneş doğduğunda onu doğuran, battığında da yutandır.
Bu Lahit papirüsünde "doğum olayı" işlenmiştir.

Osiris’in cennet göklerine tırmanmakta kullandığı merdivendir. Bu resme bazı mezarlarda rastlanılmıştır ve “maket” denilmektedir. Ölünün ruhunun tanrısına yalvarması ve korunması için mezara konulurdu.

Bir tabut/lahit içi resminde
ölenin ruhu "Osiris" şeklinde Re'nin
kayığında.
Gök Ana içinde yolculukta.
 Bütün ruhları tutandır. Çünkü, gün boyunca Nut’un vücudu boyunca seyir eden güneş ve ay alacakaranlıkta yutulurlar Re kayığıyla getirdiği ölülerin ruhlarını onun içinde bırakmakta, şafakta yeniden doğmaktadır.
Nut’a bazen ölüleri koruyucu ve arkadaş görevi verilmiştir, bir çocuğun annesine yalvarması gibi yalvarılırdı; “Ey annem Nut, kendini üzerime ger, ölmemem içiniçindeki ölmemiş yıldızların arasında bana yer ver. “
Nut’un ölünün ruhunu yıldızlarının arasına çektiği, yiyecek ve şarapla onları tazelediğine de inanılırdı. Ölüler Kitabı Ani Papirüslerinde geçen bir metinde; “Ben, Nut, bütün kötülüklerden sizleri korumak için öylece geldim” ifadesi vardır.
Tabutun veya lahitin kubbesinde koyu mavi yıldızlarla tesmil edilen Nut resmine rastlanılmaktadır.

Re'nin kayığına binerek sabaha kadar cennete
gitme sırası bekleyen insan ve Tanrı ruhları.

Re, daha fazla çocuğu olursa saltanatını kaybedeceği korkusuyla, Nut’a “yılın hiç bir gününde çocuk yapmamasını” büyük bir kızgınlıkla emreder. Nut, Bilgelik tanrısı Tut ile konuşarak plan yapar. Gökyüzü boyunca seyahat eden, ışığı Re ile rekabet eden Ay Tanrısı Khonsu (Kansu okunabilir) ile kumar oynar. Her defasında Kansu kaybeder  ve ay ışıklarından bazılarını Tut’a vermek zorunda kalır. Kansu’nun kaybettikleri, “beş gün" fazladan gündüz yapmaya yetecek kadar olunca Tut, 360 günlük yıla “beş gün” eklemiştir. Bu beş günde Osiris, Büyük Horus,, Şit, Aysis ve Neftis yaratılır. Re, bunun farkına vardığında çok kızar ve Nut’u ebediyen kocası Geb’ten aralarına “havayı” koyarak ayırır. Nut ise kararından pişman olmamıştır.

Güneşin, Nut'un ağzından girmesi, tan vakti
 doğmasıyla esen seher yelinin
doğaya canlılık getirmesi işlenen bir
lahit resmi.

Dokuz ayrı kopyası olan çeşitli tarihleri,göklerin, tanrıların yaratılış efsanelerini içeren bir kitap olan “Nut’un Kitabı”, İskenderiye’de Von Lieven tarafından keşfedilmiş ve 2007’de “The Fundamentals of the Vourse of Stars” adıyla yayınlanmıştır.

Gök Ana Nut'un bu yıldızlı örtüsü, kadın
ve erkeklere örtünmenin ilk örneğidir.
Ondan doğan tanrılar, bakışlarıyla
insanlara zarar vermemek için onun gibi
giyinip örtünmüşler, insanların da
tapınakta tanrılara hizmetle görevli
rahip ve rahibelerine de örtünmek 

(göğü giymek)
farz olmuştur.

SABİ GÖK ANASI PİRA 
(RAHİM)

Bu iki dinden doğduğunu düşündüğüm ve Yahudilerin kitabı Tevrat'tan 1500 yıl kadar önce yazılmaya başlanmış Sabilerin din kitaplarındaki. yaratılışa geçelim. 
Bu kitap, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an'ın temel mitolojisidir ve Adem, Havva, Şit, Anuş/Enok, şeytan, Nuh, İbrahim, Yahya adlarının aynen bulunduğu en eski tek kitaptır.

Mısır dinlerinde yaratıcı, bereketin kaynağı Nil nehridir ve bütün nehirler "Nil"ise, Sabi dininde de Ürdün (Nehir demektir) nehri bereketin kaynağıdır ve bütün nehirlere de Ürdün adını verirler.
Nil nehri, Kızıldenize uzanan
Sina (Sin'in) yarımadası.

Bu da M.Ö. IV.yy.da yaşamış Mısırlı tarihçi Maneto'nun, Grek kökenli firavunu I.Ptolome için yazdığı Mısır Tarihi kitabında, Yahudilerin, Mısır'dan sürülmüş cüzzamlı, asi toplulukları olduğunu,

Kızıldeniz kıyısında bataklıklara sürülerek ölüme zorlandıklarını, 40 yıl da arınmışlarının Ürdün tarafına geçmeleri için çölde beklemelerini anlattığı kitabını kaynak aldığımızda,
Sina Yarımadasının apaçık bir temerküz kampı olduğu, burada, "hastalıksız, sağlıklı çocukların" Ürdün nehri tarafına geçmelerine izin verildiği anlamını çıkartmak zor değildir.

Musa'nın sağ elinin Allah tarafından  gömleğinin altına göğsüne sokulmasıyla "beyazlaması" mucizesinin de temelinin cüzzam hastalığı olduğu açıktır.

O çağlarda, günümüzdeki gibi çağdaş tedavi olanakları olmadığından, her türlü hastalığa tutulanlar, gebe kadınlar bile doğum öncesi Güneş Tapınaklarına Re'nin şefaatine nail olmak için terk edilirlerdi.
Re'nin soyundan sayılan Firavunlar, onların çocukları olan rahip ve rahibeler de şifaacıydılar.

Buna rağmen, kardeş/evlat evlilikleri yapan Mısırlılar arasında bu yüzden cüzzam ve her türlü hastalık da eksik olmuyordu. Tapınağa terk edildiği halde iyileşmeyenler önce Nil kıyısında Avaris taş ocaklarına, piramit, şehir inşaatlarına taş çıkarmak için gönderiliyorlardı.

Galile Göçlünden doğup, Ölü Deniz'e dökülen
Ürdün Nehri.
Sabilerin yaşam buldupu yer.

Kaderlerine razı olmayanlar, tanrılarının şefaatini istemek üzere isyan edince sürülüyorlardı.
Bu defa, tanrılarınca terk edilenin, şeytanın (Ay Tanrısı) askeri oldukları inancı yüzünden eski inanışlarını Şeytana tapınmaya göre değiştiriyorlardı.

Bunun da başlangıcı, Güneş'in yerini Ay'ın, Nil'in yerini Ürdün nehrinin almasıyla oluyordu. Diğer yaratılış efsaneleri de sürülen kavim içindeki cüzzamlı asillerin bilgelikleri ile orantılıydı.


Tanrıların Yaratılışı (Theogony);

Metinde geçen kelimelerin anlamları;
“Bütün işlerin üstünde olan Işık (Nur) ın sayısız dünyalarından, kavranamayan bir yaratık olan büyük Hay (Yaşam) Nukrayya’nın adıyla. Bu kitap, zaman öncesindeki, İlk Yaşam Doktrininin İlk Kitabı ve sırrıdır.”
Yaratılış efsanesinde olaylarda geçen önemli kelimeleri ve ifadeleri şöyle açıklayabiliriz;

Başlangıçta Pira (meyve/Amcık) pira içindeydi, 
Ayar (Gökyüzü) ayar içindeydi. 
Büyük Mana (Sır/Zeka/Akıl) uyandı 
ve sayısız Mana’lar üretti. 
Büyük ve sayısız Pira’lar, Şekinalar 
(Göklerde oturanlar) büyük piradan çıktı. 
Büyük Mana’nın isteğiyle 
Yardina/Jordan/Ürdün nehri meydana geldi ve 
ondan başka Yordanlar (İordan) var oldu.”

Tanrı Yaratılış metninde göze çarpan sıfatlar sırasıyla;
Nukraiia(Nukrayya)=Yaratık/Varlık (Alien-İng), tanımlanamayan (Undefinable-ing), uzak(Remote-ing), kavranamayan (unconceivable-ing)

Pira=Meyve, am/Vagina(Lat)/Matrix (rahim),Evreni her şeyiyle doğuran Gök Ana/Ak Ana.

Ayar=Gök yüzü/Ether (İng)/Sema (Arap), İlk suların üstündeki gökyüzü.

Mana=Sır, zeka, akıl (İntelligence-ing), Pira, Ayar ile aynı anda var olan yaratıcı güç, sır.

Sekina (Şekina)=Göklerde oturanlar, melekler veya göksel varlıklar, güneşler, gezegenler v.b.

Yardina/ Jordan=  Nehir demektir. Ürdün nehri. Sabilere göre yeryüzünde ve gökyüzündeki bütün nehirlerin adı Ürdün’dür.

*Büyük ağız= Evreni, güneşleri, gezegenleri, barındırdıkları görünen ve görünmeyen varlıklarıyla doğuran “Gök Ana’”nın ağzı. Sabiliğe göre, güneşin bu ağzından girmesiyle gece, döl yatağından doğup çıkmasıyla gündüz olur. Sabaha kadar geçen güneş tanrıçasının yolculuğunda, Gök Ananın ağzından döl yatağına kadar güneşi yutabilecek tanrılardan kurtularak doğması için namaz kılınır. Bu inanış İran, Hint, Mısır, Grek dinlerinde de aynıydı ve tek farkı bu dinlerde Güneş’in cinsiyetinin “Erkek” olmasıdır.
Ay Tanrısı Dinlerinde güneş “Dişi”dir.

Bu bakır heykelcik de Keltlerin
Gök anasıdır. Klet dini Sabilik temelli
veya çok akraba olan bir dindir.


Evren ve Büyük Yaratıcı Sır’ın (Mana) Yaratılışı;

“Pira, pira içindeyken,    .........(Rahim, Rahim içindeydi.)

Ayar, ayar içindeyken,   ..........(Gök, gök içindeydi)

Azametli ulu Mana oradayken,

Işınları genişliklere uzanırken,

Aydınlığı uluyken,

Büyük Pira’nın (Rahmin) içinde sınırsız,

Sayısız miktarda hiç kimse yokken ve

Işıması Büyük Ağızın sözlerinden, ......(Gök Ana’nın ağzı)

Anlatabileceğinden daha büyükken,

Büyük ve Güçlü Mana meydana geldi.
Gök Ana'nın gökj cizimlerini doğurması
temsil edilmiş.
O Pira’nın içindeyken, (Rahimdeyken)

Sınırsız sayıda binlerce ve,

Binlerce sayıda Piralar(Rahimler),

Çok defa sayısızca miktarda

Şekinalar(Gök varlıkları) onun içinden çıktılar. 

Büyük Mana’dan coşarak doğan

Ürdün nehrinin beyaz suları içinde olan

Hay’ın Ulu Gökyüzünde azametiyle var olan

Büyük Mana’nın önünde,

Hepsi durup ona şükür ederler.

Meydana gelen Büyük Ürdün’den,

Başka büyük Ürdün,

Ondan da sayısız başka

Büyük Ürdün nehirleri çıkmaya başladılar.”


"Büyük Mana" denilen şey, maddi olmayan, metafizik dünya ya da evrendir. Mana Alemi olarak İslam kültürüne de geçmiş bu cennet evreni bile Gök Ana'nın rahminde oluşuyor, sonra, doğuyor.
Bundan sonra da Gök Ana yeni evrenler doğuracak rahimleri, yani Piraları doğuruyor. Onlarda kendilerine göre evrenler, galaksiler ve yıldız kümeleri doğurup düzenliyorlar.

Sabilerin "dört aşamalı yaratılış" efsanelerine göre, dördüncü yaratılışı gerçekleştiren Ptahil adlı Mısır'dan çalıntı tanrıları, oldukça sakardır. Çünkü, yaratıldığında, doğuşunda sahip olduğu, ona güç veren elbisesi babası Abatur (Mısır'ın Thtoth/Tut/Lah'ından çalıntı) uyandırmadan sırtından alır ve ona işe yaramaz " beyaz elbiseler" verir.
Şimdi, son gök anamız Ruha şeytanının yaratılışının Ptahil tarafından gerçekleştirilmesini okuyalım;

""İlk denemede başaramasa da Ptahil elbiselerin ve yaşayan alevin gücüyle suları karıştırınca maddi yaratılışı meydana getirmeyi başardı. Ptahil, karanlık suları sertleştirdi,gökleri ölçtü ve dünyaların sınırlarını tespit etti.

Gök yüzünü ölçtü, yer yüzünün merkezini cennetin merkezine bağladı.435 Ptahil, dünyayı yaratmak için yedi qalia (Kalya)/ses kullandı;
İlk sesiyle toprak sertleşti ve göklerini ölçtü.
İkinci sesiyle Ürdünün/nehirlerin kanallarını dağıttı.
Üçüncü sesiyle denizlerin balıklarını,her türden, cinsten kuşları yarattı.
Dördüncüyle tohumları, bitkileri meydana getirdi.
Beşinciyle kertenkeleleri yarattı.
Altıncıyla karanlığın bütün yapıları meydana geldi.
Yedinciyle, Ruha ve yedi gezegen var oldu. 436

Ptahil dünyanın yaratılmasıyla uğraşırken Yedi (Gezegen) ve 12 burç takımyıldızı, Beşi (gezegenler güneşsiz ve aysızdılar) sinsice yukarı tırmandı ve kubbede yerini aldılar"

Sabi tanrıları da Mısır ve öteki milletlerin Öküzbaşlı tanrıları gibi birbirine düşman evlatlar doğurup yarattıklarından her biri ardından gelene kazık atarlar. Böyle olunca da henüz yarattığı Ruha şeytanının, yedi gök cismi ve 12 burç takım yıldızını yarattığını ark etmez bile.
İşte Ruha şeytanı, kendisini yaratan tanrısını bile işleten böyle mahir bir şeytandır.

Güneş sistemi etrafında bulunan 12 Burç takımyıldızları. Ruha'nın çocukları

Bu arada Adem de Ptahil yarafından yaratılmıştır ama, ona can verip ayağa kaldırıncaya kadar, başta Ruha bütün ilk yaratılan tanrıların topu seferber olmuşlardır.
Neyse hapşırarak ayağa kalkan Adem'e "Çok yaşa" diyen tanrıları, zavallıyı her biri sinsice kendisine köle yapmak istemektedir.
Çünkü, hepsi de Ruha şeytanının doğurduğu gök cisimlerinin nimetlerine mahkum olmuş garibanlardır.

Ruha'yı Cin Ze Rabba kitabından tanıyalım;
İştar, El Lat, Semiramis, Ruha şeytanının
değişik çağlara ve milletlere göre adlarıydı.
Allah adının da dişil haliydi.
Kâbe'nin (Güneş Evi/Beyt-ül Şems)
Güneş tanrıçsı, Cehennem'in (KUR)
Kralı Ur'un anası ve karısıydı.
12 Burç, yedi gök cismi,
Ay-Güneşi olmayan diğer beş gök cisminin
de "Gök Ana"sıydı.

""Ruha; Karanlığın Kraliçesi;
Ruha (Namrus veya Hiwat’a atfen) 63? 
Karanlığın kraliçesi, Baş Dişi Şeytandır.638 
Karanlığın hanımefendisi, üçüncü matsarta (gözlem evi) nın yöneticisi, ilk yaratılan yer altı dünyasında oturan Qin’in kızıdır.639 –640 


Ruha Karanlığın kralı Ur’un annesidir 641 yedi gezegenin, 12 burç takımyıldızının ve beş gezegenin de annesidir. 
“Düşmüş Akıl Figürü (şahsiyet)” olarak kabul edilir, diğer Gnostik dinlerdeki Sofya’ya banzer. 
642 Aynı zamanda farklı krallıklarda savaşır, acı çeker halde görünür.
643
Ruha, yeraltı dünyasının güçlerinin önderidir ve fethetmek zorunda oldukları aydınlık dünyayı fethedecek karanlık güçlerle işbirliği halindedir.644 

Kendisini tanımlarken pek dikkatliydi. Bileği bükülmeyen tanrıça varsa budur işte;

Cinze’nin altıncı kitabı Dinanukt’ta, Ruha, kendisini “ışık ve karanlık”,”yanlış ve gerçek”,”inşaa ve yıkım” gibi açık , ikilemli ifadelerle tanımlar.


Ben,ezelden beri var olan yaşamım. 
Başlangıçtan önce var olan “kuşta” gerçeğim, 
Ben, ışıyanım (nur saçan), 
Ben ışığım, 
Ben ölümüm, 
Ben yaşamım, 
Ben karanlığım, 
Ben aydınlığım, 
Ben yanlışım, 
Ben gerçeğim, 
Ben inşa eden ve yıkanım. 
Ben saldıran ve arıtanım. 
Ben, yeryüzü ve gökleri inşa edenden önce var olan, 
seçkin olanım.649

Güneş tanrıçası El Lat


İbni İshak'ın Kitabül Asnam'ında uzun uzun anlattığı gibi, Irak ve Harran Sabilerinin "Er Ruha" adıyla saydıkları "Dişi Şeytan", diğer Sabi/Arami/Sebe kavimlerinde Er Ruda (Yemen) İştar (Irak Şubbaları), Aştarte Filistin, El Uzza, El Lat ve Menat olarak değişik Arap kabilelerince tapınıldığı anlatılmaktadır.,

Her ne kadar İbni İshak, bu tanrıçaların Güneş Tanrıçası olarak tağınıldığından bahsetmese de, günümüzdeki, Sudan-Etiyopya kökenli Lev Tahor, Beyt Şemeş Yahudileri Kabe'ye "Beyt-ül Şems /Güneş Evi" adıyla tapınan, namaz kılıp Müslüman gibi ibadet eden, kara çarşaf ve peçe Yahudilerdir.Sin mezhebinde Ay tanrısı Sin, kızı Güneş Tanrıçası İnanna'dır, kovulmuş şeytandır, sayılan adlar bu kökenden gelirler.

Bu durumda, Kabe de güneş tanrıçası yani, El Lat'ın, Er Ruha'nın rahmidir.

Sayıları 180'i bulan, El Uzza'nın doğurduğu
gök cisimleriyle tanımlanmış putlarıyla Kabe
resmi. Fetih öncesi

Kabe'nin İslam döneminde bile çevresinin güneşi temsilen beyaz bir çember ile çevrelenmesi, bu çemberden yayılan ışınları temsilen rahme ulaşan yolları ile güneş tanrıçası, güneş sistemi dahil 48 takım yıldızın anası Er Ruha'nın rahmi olarak görüldüğü açıktır.
Aynen Mısır gök anası Nut'un siyah yıldızlı gök elbisesinin benzeri siyah elbise giydirilmesi, kim ne derse desin putperestliğin sürdürülmesidir.
Yoksa, "mahrem" gayrimüslümlerin girmesi yasak olan Mescid-i Haram olması, siyah örtüyle örtülmesi başka nasıl açıklanabilir.

Siyah Gök ana örtüsü ile örtülmüş, güneşi temsilen
çember ile çevrilmiş, etrafına ışınlar yayan
GÜNEŞ EVİ, GÖK ANA EL UZZA' NIN RAHMİ

Gök Ana El Uzza veya Er Ruha'nın mahrem rahmi
"Gök Elbisesi" olan siyah örtü ile örtülürken.

Sabi dini mitolojisinde de Hint mitolojisinde de ölüm sonrası ruhların dönecekleri yer "Mana Alemi" ve onu içinde barındıran "Gök Ana'nın rahmidir".
Sabilik dinin mezhebi sayılan Baal dinine göre de tanrılar arasından kovulan Baal, çöle giderek, "Gök Ana'nın Rahmini" temsilen Kâbe'yi inşa eder ve kızları El Lat, Astarte ile oturur.
Ebedi huzur, cennet, mana alemi, Alma di Nura (Nur evreni/alemi) yani cennet, gök ananın rahmindedir. Ebedi huzuru temsilen insanların tanrılara yaptıkları evler olan tapınaklar, insanlar tarafından da yapılmaktadır. Bu mantığa göre hepimizin evi bir rahimdir ve orada huzur buluruz.
Öyle olsun veya olmasın ama evimizden başka da huzur bulacak yerimiz yoktur.

Besmeledeki "Rahim=Yaşam veren, yaşamı içinde barındıran" ve "Rahman=Koruyan" adları Allah'ın adı olarak boşuna seçilmemiştir.

Gök Ananın rahminin önüne yapıştırılmış
amını öpmek için Suudi Polislerin 
izin 
vermesini bekleyen mal Müslüman güruhu.
Bir çok İslam kaynağında Eyüp peygamber gibi sabırlı bir insanın da eşinin adının "Rahmiye" olması Gök Ana Dininin İslam'ın temeli olduğunu ispatlamaktadır.

Biraz da tarihçilerden yaptığım çevirilere bakalım;

Kabe ve Kara taş;

 Mekke’de İskit Amazonlarında olduğu gibi, “Karataş”, resmi, putu yapılmayan bir ana tanrıça olarak Şeybah veya Şeba adıyla tapınıldı. Kabe, Mekke’de “dişil sembol” olarak, peçe ile örtülü eski bir ana olarak tapınıldı.
Kabe, çevresinde güneş tanrıçasının çocuklarını
temsil eden putlarıyla resmedilmiş.

Haremde duran Kara Taş, Harem’in eş anlamlısı olan mabet,

Babillerde “Kadınlar Tapınağı” olarak kullanılırdı. 
Allah'ın Üç Kızı (Kuğuları)
El Uzza, El Lat, Menat
Babilliler, fahişelerin annesi olan (Harlots)  , tanrıça Har’a tapınırlardı. Mirasyedi olarak Kureyşliler (Koreshites) Harem’in koruyucularıydılar ve Koreshite/Kureyş, Kore/Kure’nin çocukları demekti ve bu kabile Muhammed’in kabilesiydi.  Kutsal büro, adının anlamı “Yaşlı kadının çocukları” anlamına gelen adla çağıran Beni Şeyban kabilesinin erkek rahiplerince ele geçirilmeden önce
 Aslında bir kadın tarafından kurulmuştu. Bu külte göre Kara Taş, “Tanrıçanın Göbeği” ’ydi.

Üçlü Tanrılar;

İslam öncesi Kabe’de tapınılan tanrıçaların başında adı basitça “Tanrıça” anlamına gelen “El Lat”, Greklerin “Kore, Demeter, Hekate” adlarıyla bilinen üçlü Ay Tanrıçalarına benziyordu. Bu tanrıçaların adlarını n her birisi de ayın fazlarının anlamlarıydı.İnananları için El Lat’ın üç adı olduğu biliniyor Kore (Q’re) Hilal Ay ve bakire, El Uzza edebi olarak “Güçlü Olan” dolunay demekti ve görünüşü anne idi. El Menat ise gittikçe silikleşen ama kehaneti, ilahiliği temsil ediyordu.

Edward Rice’a göre, El Uzza  özellikle Kâbe’de “yedi rahibesiyle” hizmet ve ibadet edilendi, ibadetçileri kutsal taşın etrafında yedi kez “çıplak olarak” dönerlerdi.

Kâbe’nin çok yakınlarındaki, hacıların gırtlaklarını serinleten Zemzem kuyusu vardır. Yaşam (Hay) veren tanrıçanın kıyaslanamayan görüntüsünde, onun dağında , her zamanki akarsuların vahasındadır. Hint karşıtı olan “erkek-dişi üretici kuvvetler”in sembolü Lingam ve yoniye yapılan ibadetin ateşli uygulamasının sürmesidir.
Hint Lingam'ı
Kabe ve Zemzem suyunun efsanesi de zaten İbrahim’in buraya karısı Hacer ile oğlu İsmail’i terk etmeye geldiğinde, Kâbe’yi yeniden inşa etmiş, içecek su bulamadığında,Zemzem suyunun kaynağını İsmail ayağıyla bulmuştu. Kabe, gök ananın rahmini, yeniden doğumu ve güneşin de yendien doğuşunu temsil eden doğu köşesine koyduğu Kara taşı da “gök ananın vajinası” temsilen koymuştu.
Gök Analarının vajinasını
okşayan Müslümanlar.
Böylece göklerde ve yeryüzünde “üretici güç” olan Gök Ana’nın üretici timsali  Rahim (Kabe), döl yatağı (Kara Taş) yerini bulmuş, zemzem suyu ile de bereket tamamlanmıştı.
Artık, “Bereket Tanrıları ve tanrıçalarına” ibadet etmek için her şey tamamlanmıştı ve Hacer, oğlu ve gelecek nesilleri İbrahim’in dininde ibadet edebileceklerdi.

Yaşlı Kadının Çocukları“ anlamına gelen Beni Şeyba Kabilesinin de  Süleyman Peygamber zamanında  Sebe kavmi ile dostluğun işareti olarak, Sebe Melikesi Belkıs’ın ülkesinde yaşamaları emredilen 12 Yahudi Kabilesinden olan, Kâbe’ye güneş tanrıçasının (El Uzza) evi olarak Beyt-ül Şems (Güneş Evi) Yahudileriydiler.

Ba’al mitine göre, Kâbe’nin ilk Güneş tanrıçası El Lat’tır. Sonra’dan El Uzza’ya dönüşmüştür. Bazıları da en yaşlıları olarak Menat’ı saymaktadır. 


Bu ululama işi İbni İshak tarafından belirtilmişse de onun zamanında eski putperest dinine göre “Beyt-ül Şems/Güneş Evi” dini kalıntıları ya unutulduğundan ya da putperestliği unutturmak amacıyla açıklama yapılmasından kaçınılmıştır. Oysa Habeşistan (Etiyopya-Sudan) kökenli Lev Tahor-Beytül Şems Yahudileri bu dini hala uygulamaktadırlar. 

1974’te Yahudileri toplama kampanyası ile İsrail’e getirilen bu Yahudi kavmi, kendilerini “Beyt-ül Şems Yahudileri” olarak adlandırıyorlar, kara çarşaf-peçe giyiyorlar, sarığı çarığı, cübbeyi kutsuyorlar, namaz kılıyor, Kâbe’ye tazim ediyorlar, ama, ensest yaşamları ve çocuklarını cinsel ilişkiye işkenceyle zorlamaları yüzünden İsrail’den sürülüyorlar. En son iki yıl önce Kanada da bunların ellerinden çocuklarını alıp sürdü. Bu konuyu “Sabetay Sevi’den Burkalı Yahudiliğe” başlıklı yazımda, “adilyargic.blogspot.com” blogumda yayınlamıştım. Bazıları da ülkemizde Müslüman pozunda, sarık, cübbe, çarşaf-peçe ve haremlik-selamlık otobüsler (İsrail’de Mehadrin otobüsleri) istemektedirler. Milli eğitimin de içine etmişlerdir.

Tanrı demeyin, Allah deyin, Allahuakbar naraları atanlar da bunlardır. Bizim cahiller de bunları Müslüman sanmaktadırlar. Evet çok benzerler. Hele dört kitabı bir sayıp Müslümanlık edenleri Sünnilerden ayırt edemezsiniz.

Bu kaçınma hala Müslümanlar arasında “Tanrı demeyeceksin, Allah diyeceksin” yok “Allahüekber” sloganlarıyla sürmektedir. Oysa “Bismillah” derken bile “İlah=Tanrı” dediğini bilmemektedirler.
Sakınan göze çöp batar örneğindeki gibi Müslümanlar da uydurma dinlerini sakındıkça dindarlıktan hoşlanmayanları dinleri incelemeye itmişler ve dine bağlılık ve İslam değer kaybetmeye başlamıştır.
Bu yeni değil, geçen 1400 yılda dört mezhep ve birbirinin camisine girmeyen 1000 kadar tarikat bu sakınmadan doğmuştur. Bunlar da ben çıkartmadım ya. En iyisi dini insanların vicdanlarına bırakmak, zorlamadan, baskıdan kaçınmaktır.

Ama nerdeee, kim yapacak ki bunu?
Lev Tahor/Beytül Şems Yahudileri
Yedi gezegenin Gök Anası
El Uzza/Er Ruha/El Lat'ın
"gök örtüsü gece" yi
örtünmüşlerdir.
Beytülşems Yahudileri
İsrail'de bile çarşaf-peçe,sarık-cübbe-
harem-selamlık Mehadrin otobüsleri ve her türlü
şiddetve sapkınlık bunlara aittir.


El Uzza’nın eşiti olan bereket, güneş tanrıçası Fenikelilerde Astarte, Frigyalılarda Kibele, Babillerde İştar, Trakyalılarda Bendis,  Giritlilerde Rea, Efeslilerde Artemis, Kenanda Atargatis, İranlılarda Anahita, Kapadokya’da Ma, Harran Sabilerinde Ruha olarak adı her ne kadar değişse de yaptığı iş aynıydı. O daima, çocuklarının yardımına koşan, yardım eden ve bereket bahşedendi.




Lingam-Sol K^^abe,Sağ Üst Yunanistan Delfi mabedi
Orta Mısır Güneş mabedi (H.Polis)
Alt, Easter Adası Lingam
Rahim (Yaşam bulma) ve doğum organı.

Çıktığı yere girmeye meraklı bilinçsiz
Müslüman çocuğu polis yardımıyla,
herkesin kirlettiğ ve asla temizlemediği
vajina temsilinde mikroplara bulanırken.



Gök Ana'sının amını koruyan bir  Suudi Polis

Kibele adının en erken biçimi olan Gılgamış destanındaki (M.Ö.2500 Asur) ormanın koruyucu bekçisi dev Humbaba veya Kumbaba ya da Kubaba olduğu sanılmaktadır. Neolitik çağ Anadolusunda “Küp şekilli taş” ile temsil edilen tanrıça ibadeti dinleri referans kabul edildiğinde “Kubaba” adının “Küp veya “kuba” olabilir. (Tahmin edin neden?)

Kubaba, alternatif olarak, tanrıçanın üstün görüntüsü sayılan  boşluk, tekne, gemi, kap anlamına gelebilir. Hitit alfabesinde Kubaba ideogramı (sembolü) “eşkenar dörtgen, baklava şekli, küp, çift yüzlü balta, kumru kuşu, vazo, kapı veya büyük yapı kapısı şekillerinde neolitik avrupa’da görünmektedir.

Vatikan şehri Kibele tapınağının üstüne kurulmuştur.

Gök Ana'nın rahmi olarak inşa edilen Vatikan Şehri
Aziz Peter meydanı. (Peter=Taş demektir)

Afrodit’in şehri Kıbrıs Pafos şehridir. Farklı klasik yazarlar, onun onuruna yapılan ayinlerin, her ne kadar aşağılansa da da “tapınak fahişeliği” olarak tanımlarlar. Bu tapınakta kara taşa ibadetin, taşın müzeye taşınmış olmasına rağmen hala sürdüğünü işittim.

Kibele’nin başında  tac, Nuh tufanından sonra ilk peygamberliğin sahnesi Babil kulesini hatırlatmaktadır.
Anadolu'nun Gök Ana'sı Kibele

Kıbrıs’ın İslami tarafında da, Mekke ve Medine’den sonra üçüncü derecede yüksek hürmet gören “Hala Sultan Tekkesi” vardır.  Kutsal bir kadın adına yapılmıştır. Türbenin üstünde üçlü kolonun bir parçası gökten düşmüş siyah bir meteorittir.
Kara Çarşafa-peçeye girmiş
Afrodit.
Hala Sultan Tekkesi.
Meteroit
Hala Sultan, Peygamberin analığı ve halasıdır. Bu Mekke’deki gibi orjinal tanrıça türbesi olabilir mi? Ne yazık ki daha fazla bilgi elde etmek olanaklı değildir.

Varro, Bergamalılar çağında Truva İda dağı yakınlarında Ovid annesinin evini kurduğu, Bergama’da Megalesion adlı bir türbeden getirilen tanrıça olduğunu ifade eder. Livy, Romalılar ile Begama kralı I.Attalos’un Pessinous’tan elde ettiklerini taramış görünür. Özellikle Romalıların farklı kaynaklarda taş; “Herhangi bir ikon şeklinde olmayan, küçük, kara, kutsal, gökyüzünden Pessinious türbesine düşmüş bir taştır.” Şeklinde tanımlanır. (Roller, İn Search of The God the Mother=Ana Tanrıçanın Araştırılmasında Silindir)


Lingam- Erkeklik-Dişilik organı birlikteliğinin
İslam'a yanısması

Hint dilinde kutsal olan OM (solda) ve
İslamda kutsal olan "Allah" yazıları arasında da
benzerlik kuran Hintli araştırmacılar
yanılıyorlar mı?

Son olarak, Müslümanların her işe başlarken söyledikleri söz;
Bismillaherrahmanerrahim;"Rahman ve Rahim olan tanrının adıyla"
Bu ifadede geçen;
 "Rahim" Yaşam, Yaşam veren  (Hay/Hayat) ve koruyan anlamlarına gelir.
Rahman da "koruyan" demektir. İki kelime "yanyana "koruyan" olamayacağına göre, "Rahim", Türkçe dilimize de geçtiği gibi, bal gibi, insanın yaşam bulduğu üreme organıdır.
M.S. 218-222- Suriye J.Sezar parasında
KARA TAŞ'ın "Rahim"de taşınması.


Her ne kadar Müslümanlar her yemekte, her su içmede, her duada tekrar ettikleri "Rahim" adının, aslında evreni içinde yaratıp, hayat veren "kutsal gök ananın rahmi" olduğunu bilmeseler de, Hindu dininden başlayarak bütün dinleri birleştiren Masonlar bu işi sıkı takip ediyorlar.

Apple Bilgisayar şirketinin "Kabe projesi"
Rahim temsilidir. Aynen Kâbe gibi
 karedir.

Avustralya'da Rahim

Rahim Santaana'da

Rahim, Danimarka'da

Rahim New York'ta.

Eğer Rahim, am/vajina, penis/sik putperestlik kalıntısı iseler İslam gibi en son olan bir dinde nasıl kaldılar?

Neden bırakıldılar?

İslam'dan 600 yıl kadar önce inen İncil ile Hac görevi, insan ve hayvan kurbanı kaldırılmıştı. Zerdüştler, insan ve hayvan kurbanını M.Ö 600-400 yıllarında kaldırmışlardı. Ancak Hicaz Araplarına Yasin 6. ayette belirtlidiği gibi "Babaları uyarılmamış" kavimdiler ve onlar kurban kanlarıyla putlarını yıkama, hayvan ve insan kurbanını sürdürmekteydiler.
Peygamber Muhammet'İn babası Abdullah da Allah'a adanmış bir kurbandı ve annesi Fatma'nın tek çocuğu olduğundan, Kabe'nin kahini Margayın gördüğü rüyaya istinaden attığı fal okları ile  130 deve karşılığında kurban edilmekten kurtarılmıştı.
Hayvan kurbanı, Yemenli dine teni girmiş birisinin camide kurban konusu konuşulduğunda "Putperestler kanla ibadet ediyorlar, biz onlardan aşağı mı kalalım" demesine kimseden itiraz gelmeyince, inen Kurban ayetleri gibi, Hac da Kureyşlilerin "Muhammet, putlarımızı kırdın, haccı da kaldırırırsan biz aç ölürüz, kısa sürede herkes putperestliğe döner" kaygısı üzerine Hac suresi ve ayetleri gelmiştir.
1970'lı yıllarda din derslerinde öğretilen bu konu bıu gün bütün kayıtlardan kaldırılmış olsa da hafızalarda yer etmiştir.
Kimbilir belki de doğru olanı yapıyorlar

Dinin temeli sayılan ve eski şeytana tapınmayı ret eden "Euzubillahimineşşeytanirracim" yani "Huzurdan recm edilerek kovulmuş şeytanın şerrinden sana sığınırım" diyen bir Müslüman olacaksın, sonra da, yezdi gezegen, 12 burç ve güneşi-ayı olmayan diğer beş gezegenin anası olan şeytan Er Ruha/İştar/El Uzza/El Lat adlarıyla anılan güneş sistemi ve bu takımyıldızları doğuran "göksel Ana" şeytanın rahmi etrafında, "7" oğlunun hakkı için, "7" kez tavaf edip, döneceksin. Hem de rahim olan binayı da "Gök Ana'nın SİYAH ÖRTÜSÜ" ile örteceksin.



 Oradan Mina'ya gidip, El Şükra cemresi (Küçük Şeytan), El Vüsta cemresi (Ortanca şeytan) ve El Akabe cemresi (Büyük Şeytan) adlarıyla bilinen üç şeytanın her birisine, şeytanın yedi oğlu-yedi gezegen hakkı için "7"şerden "21" taş atacaksın, bunu, üç gün sürdürüp toplam "63" taş atacaksın ve şeytan ruhanın doğurduğu toplam "61" gök cismi, güneş (şeytan) ve ay ekleyerek "63"'e bağlayacaksın ve putperest olmayacaksın.
Kur'anda yüzlerce "aklını kullan" diyen ayet demek boşuna inmiş. Gerçek inanan siyasi ile rahmani olanı ayırt etmelidir.

El Şükra, El Vüsta ve El Akabe cemreleri


Şeytan heykelleri kırıldığından yerlerine enli sütunlar
dikilmiştir. Bu sütun duvarlara küçük taşlar atılır.


Şeytanın rahmini yedi kez tavafla kutsayıp, döl yatağını/amını/vajinasını öpeceksin ve purperest olmayacaksın?


Hacer-ül Esved, Gök Ana El Lat'ın
Er Ruha'nın veya El Uzza'nın

Vajina'sı na bunca hürmet, Allah'a 
şirk değil mi?
Uğraş biraz daha, girebilirsin :)



Bu yaptığın da "Euzubesmele" ile çelişmeyecek öyle mi?
Bir düşünün derim.

Eğer Allah varsa ve her gün Müslüman kanının döküldüğü ve bütün Müslüman devletlerin Hristiyan ve diğer gayrimüslümlerin kölesi olmalarında bu "riyakârlık" belki de esas sebeptir.
Kim bilir?
Bu putperestliklerden başka daha dinde bırakılmış, kurban, recm, kırbaç, kelle kesme,çocuk evlilikleri/pedofili, çok eşlilik, türbe ve yatırlardan medet umma, muska, büyü, büyü ile bağcılık,şeyh, emir, pir (rahim/am)lerden medet umma ve niceleri gibi.
Günümüzde Hindular, güneş tanrıları Şiva ve diğerlerine
kurban keserek yaklaşırlar ve putlarını islam öncesi
olduüu gibi kanla yıkarlar.
Hamile olduğuna bile bakmadan kurban
keserek Allah'a yaklaşacağına inanan
Müslümanların yaptıkları
ibadet mi zulüm mü?
Hindulardan ne farkınız var ki?
Tevrat'tan İslam'a geçmiş putperest ibadetlerinden
Recm, taşlayarak öldürme elan dinde vardır.

Günümüz Müslümanlarının aydınlarının yaşadığı Türkiye'de bu inançta olmadıklarını biliyoruz. Ama, ilk emri "İkra=Oku" olan dinin mensupları, en cahil ve köle milletler ise, bir şeylerin sorugulanma zamanı gelmemiş midir?
Geçmişte "Müslüman olduk" deyip, bu gün Haçlı ordusunun
Müslümanları ve masumları katleden, İNSAN KAFASI KAYNATAN,
Müslüman ülkelere HAÇLI SALDIRILARINA GEREKÇE
ÜRETEN VEHHABİ, NAMAZ KILAN ŞEMSİ YAHUDİ"
DÖNMESİ
IŞİD'E KATILARAK DA MÜSLÜMAN OLUNABİLİYOR.


 850 yılında Bizans'ın Abbasileri bozguna uğratarak İran'da urumumiye gölünü Müslüman cesetleriyle doldurmasıyla başlayan İslam'da değişim, tarikatların artması,16.yüzyılda 
Portekizlilerin Ümit Burnunu dolaşarak Hindistan'da koloni kurmaları ve Hint okyanusuna kıyıları olan Müslümanları köleleştirmelerinden beri devam etmektedir.

Birbirinin camisine girmeyen 600 kadar diyanetin kabul ettiği tarikattan ibaret bir "köle İslam" size bir şey düşündürmüyorsa, rahatınızı bozmayın bence.
İslam'ın Yahudileştirildiğinden endişe eden başka
Müslümanlar da bu şekilde dertlerini dile getirmişler.


Hani derler ya "girsin çıksın kalbini bozma" diye. Siz kalbinizi rahat tutun...

Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

Kabe, Haceri Esved ve şeytan taşlama ile Arapların Türk hacıları öldürüp köle olarak satmaları konuları Evliye Çelebi Seyahatnamesinden alıntılarla verilmiştir.

http://adilyargic.blogspot.com.tr/2010/11/kabe-ve-seytan-taslama-hakkinda-bazi.html

Not; (Sabilerin kutsal din kitaplarının çevirebildiğim kadarı ile çok sayıda dilimize çevirdiğim çalışmayı yakında PDF veya bu şekilde yayınlayacağım.)



1 Şubat 2016 Pazartesi

HAYATTAN MEMNUN MUSUNUZ?



Hayattan umudu kesmek, yeis içinde yaşamak kötüdür. Sakın bu duruma düşmeyin.

İntiharı aklınızdan geçirmeyin hem bu dünyada hem de öbür tarafta büyük affedilmez suçtur.

Yaşamak lazım elbette.

Ama, fuhşa, uyuşturucuya düşürülmek,
Trafik kazalarına, gasp, sokak ortasında tecavüz olaylarına kurban gitmek,

Yasal veya yasa dışı tarikat, cemaat veya suç şebekelerinin ellerine düşürülerek soyulmak, kullanılmak, uyuşturucu müptelası yapılmak serbest.

Organ mafyalarınca daha çocukken kaçırılarak parçalanıp satılmak,

Kemtraillerle havadan ilaçlanarak bilmediğin virüslerle hasta edilmek, acılar içinde iyi bir ilaç tüketicisi olarak kendini ve sevenlerini  hastalığın aracılığıyla soydurmak,

Bu ve benzer yollarla birilerinin çıkardığı salgın hastalıklara yakalanıp aynı şekilde ızdırap dolu yaşam sürmek,

Bir takım güçlerin zenginlik ve iktidar hırslarıyla çıkarttıkları, anarşi, terör olaylarında güvenlik görevlisi veya terörist ilan edilerek öldürülmek serbest,

Sana sorulmayan savaşlarda, varlığından haberin olmadığı silahlarla öldürülmek, yanarak yok edilmek serbest.

Bütün bu pislikler AKP döneminde tavan yapmış, insanlarımız sokağa çıkamaz hale gelmiş, devlete karşı sokak savaşları olağan olmuştur.

Herkesin babası, devleti tüm kurumlarıyla ele geçirip, devletin menkul ve gayrimenkullerini çocuklarının üzerine tapulayacak tiynette insan olamadıkları, sokağa 3500 korumayla çıkamadıkları için, maalesef korumasız ve savunmasızdırlar.

Ama birileri, ana okullarından üniversitelere, mason localarında hazırlanmış yapay ve ilkel bir dini pompalayarak iktidarlarını sürdürme çabasındadırlar.

Gün olur bunun hesabını başta kendi vicdanınız sizden sormaya başlar.

O zaman yıkımınız başlamıştır.

Ama bu pişmanlıklarınız, aldığınız canları, kırdığınız gönülleri, yıktığınız aileleri, yaşamdan bıkmış hayatına son vermişleri geri getirmeye yetmeyecek ve acizliğiniz sizi yok edecektir.

Haydi gel de hayata bağlan bağlanabiliyorsan?

Size dilekçe vermeden yaptığınız çocuklara vaat edeceğiniz dünya yaşamı böyle mi olmalıdır?

Da yürümeden namaz kılmayı tövbe etmeyi öğreterek, işlemedikleri günahları için bağışlanmayı dileyerek, kendisine sefil, aşağılık yaşam biçenlere karşı susup oturması, "daha beteri var" deyin şükretmesi için mi onları doğurdunuz, doğurttunuz?

Siz salak mısınız ya...

Bu resim midir çocuklarınıza vaat edeceğiniz gelecek?

Siz insan mısınız?

Takdir okuyanlarındır...






31 Ocak 2016 Pazar

PROTO SAHARA DİNLERİ VE ÖTEKİ DİNLERE ETKİLERİ


Bu yazı bir çeviri yazıdır. Aynıyla yorumsuz veriyorum. Bazı araştıran beyinlere yardımı olacağı kesindir.

PROTO SAHARA DİNLERİ

Clyde Ahmet Winters.

ABD Ohio’lu Zenci bir yazar.

Tüm kavimlerin Zencilerden türediğini iddia eder.

Gen Arkeolojisi ile uğraşır.



Asya ve Afrika tanrıları Proto Sahara kökenlidir. Bu eski tanrılarla ilgili kavramlar ya da büyük atalar 8000 yıl önce Orta Afrika’da var olan dev bir gölün etrafında şekillendiler.

Bu, Sahara kültürünün Nubiya’ya benzemesi zannedildi. Bu göl eski çağlarda Tritonis Gölü adıyla biliniyordu. Tritonis gölü Libya çölünde bulunuyordu. M.Ö.7000lerde avcı toplumdan çoban topluma geçiş süreci yaşanıyordu. Libya’daki büyük gölün tarih öncesi görünümü geçenlerde Kattara yakınlarındak kuzey batı Mısır çökeltisini de içeren bir uydu görüntüsü le de desteklenmiştir.

10000 yıl kadar önce bereketli yağışlar aldığından verimli bir bölge olan Sahara, tonlarca kumun altında kalmış çok sayıda nehir yataklarını oluşturmuştu. Derelerin, nehirlerin, göllerin bolluğu onun sularından içen, nimetlenen Sahara insanını güçlendirmişti. Bu yüzden insanları “yarı tanrılar” ve “büyük atalar” olarak bilindiler.

Örnek olarak Sümer’in Mısır’ın tanrıları ve yarı tanrıları “sazdan kayıkta seyahat edenler” olarak tanımlandılar. Bu b üyük insanlardan  olan bazı Mısır büyükleri Tut/Thoth ve Osiris’tir.



Mısır Tanrıları Isıs, Tut ve Kepri;



Bunlar Dravid ve Mısır gelenekleriyle desteklenmişlerdir. Eski Mısır dininde Ptah, Sahara’dan Mısır’ın aşağısına Kuş’a gelir. Mısır’ı sel basmış halde bulur, büyük uğraşlar vererek bentler yapar araziyi ehlileştirir ve yaşanabilir hale getirir. Bir kayık yaparak kendisini boğulmaktan kurtaran Manu olarak da gösterilen, balık olarak hürmet edilen Fravidlerin Tirumal’ı ya da ilk bilgesiydi. Tirumal Hintlilerin Sanskrit dilindeki tanrıları Vişnu ile aynıydı. Bu tanrıya ait diğer adlar Mayavon, Mayan ve Mal’dı.

Bagavata Puranalardaki kaynaklara göre balıki tanımlanan ilk bilgeydi (Avatar), yanında, kendisini boğulmaktan kurtaran bir kayıkla gösterilmişti. İlginç olarak gösterilmesi gereken bir diğer örnek de Güney Hindistan kralı Pandya’nın remzi bir balıktı.

Bundan da öte Mezopotamya tufan hikayelerinde Tamil dilinde iki kelime vardı “Nir (Su)” ve “Min (Balık)” ortaya çıkmaktadır.

Bundan başka kayda değer olanlardan biri de Dravidlerin Arivar’ı yani bilgeleri “Vellalar (Suların tanrısı/efendisi) ya da Karatar (Bulutların tanrısı)ydı.

Bu bilgeler, b u adları, suları tarımsal amaçları doğrultusunda idareleri altına alabilecek ustaca işler yaparak hak etmişlerdi.

Olimpiyalıların yaratılış efsanelerinde en erken ortaya çıkan gruplar Libya-Trakyalılardı. Libyalılar, Proto Saharalılar oldukları kadar, III. Tutmosis veya II.Ramses olması muhtemel Sesostris tarafından Trakya’ya bu coğrafyayı fethettiğinde yerleştirilmiş Kuşi ve Mısır birliklerinden olan Trakyalılardı da.

Rodos’lu Apollonius bize tanrıçaları Asena’nın Libya Tritonis gölünde doğduğunu söyler. Tanrıça Asena, Mısırlılarca Neith, eski/gerçek Girit Minoya uygarlığında da Nia olarak çağırılıyordu.

Proto Shara (Ön Sahara)nın erken dönem tanrıları, Herkül, Amon/Aman/Amma ve Kuş(Kush) veya Kun(Khon) güneşi ve yılanı da içermekteydi.

Kuşileri hintli Dravidlerin tanrısı Murugan ile benzeşen  “Dağların Tanrısı”na da ibadet ediyorlardı. Hindu tanrıları Krişna, Mal, Vişnu ve Kali siyah renkli olarak gösteriliyorlardı. Kali Şiva’nın eşi Paravati olarak da şekilleniyordu. İlave olarak, kırsal bölgelerdeki Dravidlerin tanrısı Mullay (Mullai) siyah tanrı Mayan’dı ve hayvancılıkla geçinenlerin süt sağıcı kızlarınca da seviliyordu.

En erkken tanrılar, büyük gizli en büyük tanrı ile yani Gök ile ilişkilendiriliyordu. “Ka(Ke)” veya “Ko(Ku)” adıyla görünmeyen evrensel güç olduğuna inanılıyordu. Sonuç olarak Ön Saharalılar dualarını “Ka” ya snuyorlardı. Mısır’da “Ka” evrensel bir yaşam gücüdür, Dravidlerin Manding Kani’si, Macarların Kaan’ıdır. Bu Ka aynı zamanda yağmur, Gök ve yılan ile de ilişkilendiriliyordu.



Tanrı Maa;



Bir çok ön Sahara inancı Afrika’nın sulak çağında şekillenmiştir. Sonucunda tanrıları, büyük ataları balık veya “saz kayıkta gezen”lerdi. Bu genel tanrı Maa’ydı. Mezopotamya’nın Eridusunun balık adamı ve Suriye’nin kalkmış erkeklik organlarıyla remz edilen türleri, Mısır’ın Amon/Amman’ıydı ve güney Hindistan Madura’da balık gözlü tanrıçası Minaksi’ydi, batı Dekkan sahillerininbalık getireni Malabar’dı. ,Manding dilinde Maa, eski Afrika kıtasının sakinleri ve su yataklarında oturan görünemeyen ruh anlamında kullanılıyordu. Mısırda Maat ilahi gerçek ve adaletti.

Ön Saharalılar arasında Maa adı, bir çok adlara eklenen büyük ataları, tanrılarıydı. Maa kabilesinin torunları, Maa’dan köken alıp batı Afrika’nın Manding grubunun ebeveynklerinin adlarında ortaya çıkıyordu. Mande, Ma’nde veya “Ma’nın Çocukları”demekti. Güney Hindistanlı bazı Dravidler, Telugu, Tulu ve Kannada’da gösterilen üstün kabile Mande’nin üyeleriydiler. Dravidler kendi halklarını tanımlamak için de Mande, Mandi terimlerini kullanıyorlardı. Sümerliler kendi halkları için Mah-Gar-ri (Tanrının Yücelttiği Çocukları)diyorlardı.

Ön Saharalılar, büyük Maa’nın onuruna  örneğin Manding, Magalar için “Ma”, Sümerler “Mag”, Dravidler “Ma” terimlerini kullanırlardı. “Ma” hatta yöneticilierinin adlarında da örneğin Mısır’ın Menes’i, Dravidlerin Mannan’ı ve Mandinglerin Mansa gibi yer alıyordu.

Dravidlerin Mal’ı Ma’nın bir diğer biçimidir. Mal balıktır. Tamillleirn Pandyaları arasında balık tanrısının ilk tipiydi. Ama, Uma, Amon v.b. Mal’ın eşleri olarak kabul edilmelidir.

Tanrıça Amon Ön Saharalılar arasında en eski olanıdır. Bu tanrıça, Asena, deniz tanrısı Poseidon’ın kızı Neith, kısrak başlı patroniçe Demeter adlarıyla anılıyordu. Libya’nın ana tanrıçası Amma/Ammon’un dini merkezi Siwa’nın vahalarındadır. Eski Mısır’da Amon, koç ve küre olarak gösterilirdi. Tanrı Amon Mısır’a Yeni Krallık döneminde getirilmiştir.



Tanrı Amon;



Ön Saharalılar, Mısırlılar Hathor’a tapınmadan çok önceleri, tanrılarının sembolündeki öküz boynuzları arasında güneş diski kullandılar. Bu tanrı, Manding dili konuşanların, Mısırlıların ve Dravidlerin Amon/Amma’sını temsil ediyordu. Sahara kabartmalarında Neolitik çağa uzanan zamanlara kadar güneş diski “uraei”, Tebes’li Amon’un temsil ettiği koç başını giyen Mısır’ın Ra/Re ibadeti ile alakalı olarak gösterilmektedir. Bu tanrının Sahra da, Zenoga ve Bou Alam bölgelerinde gösterilmektedir. Arkeologlar bu kabartmaların M.Ö.4000’lere dayandıklarını belirtmektedirler. Bu koç tanrının kullanımı Ön Saharalılar arasında farklı adlarla anılmaktadır. Örneğin batı Afrika’lı Dogonlar arasında tanrı Amma koçtur. Yoruba’da Amon aynı Mısır’daki gibi gizlenir.



Amon/Asena;



Gittikçe kuraklaşan Sahara’da tükenen yiyecek çeşitlerinin yerini keçi/koçların alması, koç/keçi ibadetiyle sonuçlanır. Siwa(Şiva?) bölgesinin Amon/Amma ibadet merkezi olarak tanınması ilginç bir not olarak kabul edilmelidir. Şiwa çökeltisinde arkeologlar çok sayıda konik, piramide benzeyen kumlarla kaplanmış, eski Mısır’In anıtlarına benzeyen tepeler bulmuşlardır. Bunlar arasında koç başlı dev bir sfenks de vardır. En bilgili alimlerin Siwa bölgesindeki bu kalıntıların erozyonun şekillendirdiği yardang adı verilen doğal şekiller olduklarına inanmalarına rağmen, ön Saharalıların inşa ettikleri, üzeri rüzgarın savurduğu kumla kaplanmış anıtların kalıntıları olmaları da muhtemeldir.

Ana tanrıçaya Amon ya da Asena denildi. Mısırlıların başlıca tanrısı Amon/Amun ya da Amin’ini Thebanlıların din ulemaları Theban kralı kuzeyli düşmanlarını bozguna uğrattığında M.Ö. 2500lerde tekrar dikmişlerdi. Amun, 12. hanedan döneminde Mısırlıların önemli bir tanrısı olmuştu. Amun rahipleri tanrılarını “Kralların Kralı” olarak çağırdılar ve Mısırlılar Amun’u ilkel tanrı olarak ta tanımladılar. Amun, erkeklik organı kalkmış Adam (Maa) olarak olarak bilindi.

Amun, seyahat edebildiğinden görünmeyen tanrı olarak tanındı. İmparatorluk tanrısı olarak ta hürmet edildi. I. Sesostris, Tebes yakınlarındaki Karnak’ta ona Amun tapınağını yaptırarak itimadını sundu. I.Sesostris,bütün Hindistan sahillerini, Ganj nehrinin ötesini ve Trakya’yı fetheden fatihti.



(Amon)Amun ya da (Amen)Amin’in Ön Saharalı Kuşilerin eski tanrısı olduğu açıktır, çünkü 11.hanedanı güney Ta-Seti devletinden olan I.Ammenemes veya Ameni (Ameny)nin adı “Amun öndedir” demekti. Sesostris (I.Tutmosis) Amun ibadetiniAsya ve Avrupa’da yaymış olabilir. Çünkü o fethettiği kolonilerinde askerlerini bırakmıştı. 12. Hanedanın Osiritasen (Usiritesin), Sesostrasen (Sisustresin) Tune nehri ve Karadeniz boyunca koloniler (sömürgeler) kurmuştu. Strabo (Kitap3), I.Sesostris Filistin, Suriye, mezopotamya, Ermenistan, İberya (Kafkasya) ve Gürcistan’ı (Colchis(Kulkis) Ahıska) feth etmişti demektedir.



Mısırlılar Yunanistan’ı feth etmeden önce Amun ibadeti bölgede yayılmıştı. Gramante Manding dili konuşan bir kabile Amun dinini Yunanistan’a getirmişti.

Rodoslu Apolloniyus’a göre, M.Ö.1310’da Libya’da Tritonis gölünde tanrıça Asena doğmuştu. Plato, Asena’yı-Atina’yı, Libya tanrısı Neith olarak tanımlamıştı. Asena, Mandingler ve öteki Sahara dili konuşan Girit Minoa da dahil kavimlerce ibadet edilendi. Asena daima tanrı Amun ile ilişkilendiriliyordu. Bundan başka, Mandingl N’ama kavramı, diğer Manding halkları arasında erken Amun ibadetinin dinamik ruhu gibiydi taa ki onlar İslam’ı kabul edinceye kadar. Bambara, atalarına ait tanrısı Gnia veya Nia’yı Grek terimiyle Neith olan Libya tanrısı ile akraba buluyordu. Tanrıça Nia’nın Neith olduğundan bahseden çizgisel bir metnin bulunması kayda değerdir. Böylece güney Hindistan’ın Amma ibadeti Amun’a eşit oluyordu. Bu dinin rahipleri Chom (Kum) veya Khohnini (Kuhnini), Grekler de Gymnosophist (Ciymnusufist) adlarıyla çağrılıyorlardı. Bu Kum, Dravidlerin  akrabası Khon (Kun) Kuş tanrısına götürmektedir.

Tanrıça Asena veya Neith (Neis) bir çok adla biliniyordu. Bazıları Athene ile alakalı olarak Anaitis, Nanaia, Fenikelilerin Tanit’i, Arnavutların Nama’sı ve Sümero Dravidlerin Ninni-İştar (Vahşi İnek) gibi.



Proto Dravidler ve Sümerler umumi dinlere sahiptiler. Örneğin Sümer tanrılar ailesinde Ninsun, Dumuzi, Anu ve İşkur’un sembolleri boğa ile ilişkiliyken İnanna’nın amblemi hurma ağacıydı. Dravidlerde Anu’nun eşiti veya boğa ibadetinde Anu Rupa ya da Şiva’ydı. Bu kabilenin Hindistan’daki adı Anu’ydu. Bu kabilellerin çoğu Ermenistan’a yerleştiler.

Hindistan’da “boynuzlu insanlar” buluruz.Bu terim, soylularının başlarına hayvan boynuzundan yapılmış taçlar giydiği Dravidlerdir. Bu tip boynuzlu figürler yılan şeklinde yapılmış (İndus vadisinde) Harappan mühürlerinde ortaya çıkmaktadır. Hayvan boynuzu şeklinde taçlar giyme geleneği Sesostris zamanına kadar gitmektedir. Çünkü bir çok Mısır başlığı boynuz içermektedir. Eski Sümer’de evlilik merkezi Ur’du. Tanrıça Ur, Şiva tapınağındaki Dravid dini tanrıçası Paravati ile benzeşmektedir.



Dumuzi;



Sümer tanrısı Dumuzi, Tamillerin büyük atası olabilir. Prof. Muttarayan, Tamil dilindeki sözün Sümer Ay Tanrısı Dumuzi’nin evrimi olabileceğini zannetmektedir. Köken olarak Dumuzi/Tammuz Uruk’un kralıydı. Sümer mitolojisine göre Dumuzi yer altı dünyasında yaşadı.  Harappan tanrıları mühürler üstünde hayvanlar olarak temsil edildiler. Boynuzlu Ata mühürü Mal (Vişnu veya Kataval)ı gösterir. Harappan mühürlerindeki hadım edilmiş boğa muhtemelen Kali’ydi. Bazı Harappan mühürlerinde, bir fil kır faresi veya Ganişa iken Şiva kısa boynuzlu olarak temsil ediliyordu. Dravid halkı, Harappanlıların torunlarıydılar. Ganişa’yı “küçük kırfaresi” olarak çağırıyoprlardı ve o hayvanların en kurnazıydı. Hasat zamanı, bolluk ve iyi şans ile ilişkilendiriliyordu.

Harappanlıların yer altı dünyasında Lapis Lazuli Dağları adlı bir yer vardı. Dravid konuşmacılar Harappan medeniyetini buldular ve İndus vadisi mühürlerini yazdılar. İndus vadili madenciler  Afganistan ve Badakşanın Lazurite cevherini buldular ve denetlediler. Drvaidler bu madenleri Mesopotamya’ya ihrac ettiler.

Lapis Lazuli kiraç taşı veya magnezyumlu başkalaşım kayalarında bulunur. Bu materyali eski dünyada itibarlı bir çok kalem malın yapılmasında kullanılıyordu. Lapis Lazuli’nin en zengin kaynakları Badakşan’daydı. Öteki Lazurite kaynakları da Himalaya bölgesi ile Rusya’da Baykal gölünün güney ucunda bulundu.

Dumuzi hakkındaki Sümer hikayesi, Ön Sahara kabilelerinin Mezopotamyadan Asya içlerine yayılmasından sonra Tamillileşmesinin kayıtları olabilir. Dumuzi, bu iki şehrin şeytanlarınca Sümer’in Uruk/Erek şehrinden sürülmüş olması beklenebilir. Dumuzi adının Dravid dilindeki ses kurallarının Tamil dilinde ortaya çıkmasında bir sorun yoktur.

Şiva tapınağındaki Dravid dini tanrıçası Paravati, Sümer’in ana tanrıçası İnanna ile Dumuzi’nin evlenmelerin de olduğu gibi Dravidlerin evlilik törenlerinde bereketi, bolluğu etkilemeyi temin eder.

Telugu, Dravidlerin aravallu (gürültü çıkaran) sunu çağrıştırır. Belki gürültü Tamillerin, Sümerin Dumuzi dininde olduğu gibi ağlama ayini olabilir. Eski Sümer kavimlerinin Ön Sahara kabileleri arasına sürülmeleri, Sümer-Dravid dillerinin birleşmesini açıklayabilir.

İlginç bir şekilde Sümer halkı kendilerini “Sag-gigga” (Kara başlı halk)  olarak çağırmaktadır. Tamil dilinde “gig” kara demektir. Bu da Sümerler ile Dravidler arasındaki benzerliğe işaret eder.  Hindistan’da Kral Aşoka döneminde Hintli Dravidler “Kalinka” olarak çağrılıyorlardı. Bu da Sümerin (Sag)gigga kelimesinin evrimi olabilir.

Sümerliler Harappanlı Dravidlerden Lapis Lazuli elde ediyorlardı. S. Kramer, Sümerliler kitabında, İndus vadisinin Dilmun/Tilmun olarak çağrıldığını belirtmiştir.



Tanrı Krişna;

Herkül’ün okla bağdaştırılması Kuşilerin yay kullanmalarıyla ilişkilidir. Herkül, Dravidlerin Mal’ı ve Krişnası ile kişileştirilmiştir.



Poseidon;

Grek dinlerine göre, Asena’nın babası Poseidon veya Potidan (Ağaçlı dağların içki vereni”dır. Poseidon deniz tanrısıdır, sembolü “üçlü mızraktır.”



Poseidon’un “ağaçlı dağlar” ya da “denizin üstünde bir dağ gibi gemisiyle/kayığıyla” tanımlanması, sanılan diğer adının “balık” olması da, insanlığı büyük tufandan kayığıyla/gemisiyle kurtaran Manu veya Maa olduğjunu gösterir.



Üçlü mızrağı da (Mısır’ın Ta-Seti’nin işareti serekh’e benzemektedir) ve balık amblemi de Pandyan kralının amblemini, Orta Afrika’dan Hindistan’a yapılan Maa ibadetinin yayılmasını gösterir. Poseidon’un adının Pndyan’lı Potidan olduğunda anlaşılması ile bu tanrının Ön Saharalılar arasında çok yaygın ve sevilen tanrı ile aynı olduklarını düşündürür.

Balık’ın Maa ve Manu olarak tespiti, Balık veya Poesidon’un Kayıkların/Gemilerin mucidi, Ön Saharalıların yerleştikleri bölgelerde ürünlerinin hasatlarını inşa ettikleri barajlarla suların seviyelerini ayarlayarak gerçekleştirdiklerini düşündürür.

Cyzicus’lu Euxodus’un Kuş’u ziyaretinde geçen ilginç bir notta, Strabo bölgeyi Poseidonius olarak andığını bildirir. Eski Etiyopa ve Somalide kurutulmuş balık ve ekmek yiyenlerce (icthyophagi) Poseidon’a ibadet ediliyordu denilmiştir.



Şiva;



Şiva, Tamilitti ve Kuşhana dili konuşan, güney Asya’dan Çin’e, Tibet’ten Güney Hindistan’a uçan Dravid kabilellerince Hindistana tanıtılmıştır. Şiva’nın sembolü “hepsi gören üç gözlü, kaplan derili, savaş baltası taşıyan, (hadım edilmiş boğaya) öküze binen” di. Şiva, Mal( öküze ve balığa) ibadet edenleri feth eden halkın tanrısıydı ve hatta Murugan (Kaplan ile resm edilen) dağların tanrısıydı. Şiva, öküze binen, ana tanrıçaya ibadet eden, papazlık sistemini kaldıran Hint Avrupalılara, Altay dili konuşanlara, Sino Tibnetlilere güney Asya ve Çinlilere karşı dravitlere zafer kazandırandı.

Kanakasabhai, Şiva ibadetinin Himalaya bölgesinden geldiğine inanıyordu. Dedi ki, Onun konutu (Şiva’nın), Himalayaların kuzeyinde, İndus, Brahmaputra ve büyük Ganj nehrinin kaynağına yakın karla kaplı Kailas (Keylas/Kaylas) dağındaydı.Büyük işi, Tripiura ya da “Üç Kale” yi ellerinde tutan, duygusal olan göklerdekileri kızdıran Aşuraları yok etmekti. O dağların kralının kızı Paravati ile evlendi”



Şiva bazen balık tanrı Mal ile benzeştirilir. Güney Hindistan’da “Büyük Balık” olarak ta bahsedilip, balık sembolüyle de temsil edilir. Tamilnadu üçlüsü Şiva tapınağındakiyle ilişkili bulunmuştur.



Kumara;

Dravidler arasında Purana edebiyatında Skanda veya Kumara adlarıyla anılan gençlik tanrısıdır. Kumara’nın Şiva’nın oğlu olduğusöylenilir.  Bu Kumarai Mısır tanrısı Osiris’in oğlu Horus ile benzerlik gösterir.

Yukarıdaki deliller, Diop tarafından Ön Sahara tanrıları ve gerçek ataları, (örn. Dumuzi, Mal ve diğerleri gibi) olabileceklerine dair sadece teori olarak kabul edilmiştir. Bu da, Ön Saharalıların ataları hariç , uzaktayken onları gören büyük tanrılarının olduğunu, yeryüzünde olayları kontrol ettiklerini kanıtlamaktadır.

Anta Diop, yaşamın maddi şartlarının çoğuna bağlı olarak akrabalık yapısı olduğunu göstermiştir. Bu teori, Ön Saharalılar tarafından ölçüme tabi tutulabilir.

Ön Sahralılar hakkındaki verilere göre, M.Ö.3000’lerde yaşadıkları yerlerde bol yiyecek kaynakları içinde yaşadılar.

Bu şartlar, “yarı yerleşik yaşama” geçiş aşamasının tecrübeleriydi. M.Ö.4000’lerden sonra Ön Saharalıların sürülerine ot gibi yiyecek toplama öncesi dönemdi. İlk kez başarılı bir keçi-koyun hayvancılığını başarıyla uygulamalarından sonra bu hayvanlar onların tanrıları oldular.

Ön Saharalıların sahip oldukları yiyecek bolluğu onların evren bilimlerininde barışçı olmasını sağlamıştır.



Dilimize çeviren

Alaeddin Yavuz



Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

Kaynak;


30 Ocak 2016 Cumartesi

BAŞKANLIK SİSTEMİ, ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ALDATMACADIR

Başkanlık Sistemi bu aldatmaca IŞİD haritasıdır


Tayyip Erdoğan'a verilen görev, 18. ve 19.yy.larda Ruslarla sürekli savaşmamıza sebep olan İngiltere'nin baskılarıyla çıkartılan savaşların bu yüzyıldaki tekrarını yaşatacak bir emperyalist planın şartıdır.
Osmanlı'nın paylaşımıyla sonuçlanan bu işbirlikçi çıkışlar da Tayyip'in bu gün temsil ettiği kripto devşirmelerin işbirlikçi siyasetleriydi. Rusya'nın sıcak denizlere inmesini engellemek için geçmişte olduğu gibi bu gün de insanımız kurban sunağına yatırılmıştır.


Osmanlı bu işten özellikle II.Abdülhamit döneminde çekilip, Almanya ile dostluk kurması sonucu, Osmanlının tarikat olarak bile onaylamadığı, bu yüzden İslam da sayılmayan İngiliz dini Vehhabilik başta Çerkezler, Abhazlar, Çeçenler arasında yayılmış, bu dini ilkelere göre bu kavimler Ruslarla savaştırılmıştır. Asla Osmanlı'ya faydası olmayan bu Vehhabiler, Ruslardan sopa yediklerinde İngiltere'ye değil Osmanlı'nın üstüne yük olarak yıkılmıştır.


Başkanlık-diktatörlük sistemi konusunda en son tecrübeyi Almanya ve Japonya bu güçlerin destekleriyle çıkarttıkları iki dünya savaşında yaşamışlardır. Her ikisi de bu maceralarını kafalarına yedikleri Amerikan sopasıyla sonlandırmışlardır. Japonlara fazladan iki atom bombası felaketi uygun görülmüştür.


Cumhurbaşkanının da ders alması gerekir. Adamlar, askerliği, savaşı bilmeyenlerden seçtikleri işbirlikçi memurlarına bu insan kıyımından başka şey olmayan siyasetleri kabul ettirmekte zorlanmamaktadırlar.


Önce cumhurbaşkanı kendisi gidip adam gibi askerlik yapsın, çocuklarına yaptırsın ondan sonra savaş kararı alsın da görelim. Başkanlık davası, federasyona bölünerek büyüme siyasetinin şartıdır. Bu çağda kimse Türkiye'den bir Hitler Almanya'sı veya Japonya çıkartmaz. Bu macera büyük yıkımlar getirir.

Hilafetin asla onaylamadığı, tarikat dahi saymadığı İngiliz ve Vatikan onaylı Vehhabilik dini temelli şeytan ibadeti Mecusilik, Sabilik, Yezidilik ve Ortodoks Yahudi, Hristiyan dinleri temelli Masonik bir uydurma şeriatı hedefleyen sözde Müslüman AKP iktidarı ve diğer ülkelerdeki yandaşları, 19.yy. ve 20.yy. da adlarını yazdığım Kafkas halklarının başlarına örülen çorabı bu yüzyılda tekrar başımıza örmüşlerdir.
Başkanlık Sistemi ilk önce bu harita üzerine
kurgulanmıştı. Şimdi yukarıdaki IŞİD
haritası geldi.

Bunun ikna yöntemi de "bölünerek federasyonlarla büyüme ve özgürlük" aldatmacasıdır. Bunların özgürlük dedikleri şey Şatanizm kökenli dinlerini yaşamak ve bu dinlere göre bir şeri rejim özlemidir.
Bu ne demokrasi ne hukuk ile alakalı değildir.

Anayasa değişikliği dayatmaları da bu saçma federasyon sitemine kapı açma amaçlı bir çabadır. Beğenmediğimiz, Atatürk rejiminin onun ardından içine edilmiş haline rağmen bize kazandırdığı demokratik hakları da elimizden alacak bir girişimdir.

Tamamen gerici farklı dinlerden dönme kriptoların İslam adıyla toplumları köleleştirmeleri ve saltanatlarını bunun üzerine kurma gayretleridir.
,
Ülkemizin anayasasının birey özgürlükleri, ücretsiz ve çağdaş eğitim, sağlık, sosyal güvenlik haklarına dayalı demokratik, hukuksal değişimi ihtiyacı vardır. Ama mevcut siyasi iktidarın böyle bir hedefi, özlemi ve sıkıntısı yoktur.
Herkes aklını başına alsın.
Takdir sizlerindir.
Herkes aklını başına alsın.

21 Ocak 2016 Perşembe

YEZİDİ KÜRTLER KARDEŞİNİZ DEĞİL, DÜŞMANINIZDIR.

AKP’nin din hocalarının İslam peygamberi Muhammet’e eziyet eden, güçlük çıkaran ve ona karşı savaşlar düzenleyen amcası Ebu Süfyan’a, oğlu Muaviye’ye ve torunu Yezid’e “Efendimiz” demelerini çok azı hariç bütün Müslümanlar benimsemiştir. Ve bu partiyi oylamaktadırlar ve hala bu parti 13 yıldır iktidardadır.
Oysa, 1970’li yıllarda bunu diyene “Sen peygamberin düşmanlarına nasıl efendimiz dersin” diyerek küfür ederlerdi. 1974’de Erbakan’ın İmam Hatip liselerini “arka bahçesi” ilan etmesiyle bu okullar birer Yezidi, Ortodoks Yahudi Hristiyan yetiştirme merkezleri oldular.
Geçen zaman içinde insanlar alıştırıldılar ve şimdi herkes bunu benimsedi.
İslam’a çok benzeyen Yezidilik/Ezdilik inancına göre, Allah, kendinden aşağı “7” tanrı yaratmıştır. Bunların ilki Tevrat’ta geçen ve Yahudilerin “Teke” sunduğu Keçi Tanrı Azazel’dir ve sembol hayvanı Tavus kuşudur.
Ebubekir ise haberci melek Cebrail’dir. Bu yüzden Ebubekir’i de Araplar gerçek Cebrail olarak gördüklerinden ona saldırmaya cesaret edememişlerdir.
Süfyan ve oğlu Muaviye de oğlu Yezid’in “tanrı” kabul etmesi nedeniyle kutsal kişilikler olarak Yezidilerin hürmet ettikleri ulu kişilerdir.
Yahudilerin Keçi kurbanını gösteren bir tasvir
Şimdi, M.S. 1111’lerde Şeyh Adi’nin, Emevi Yezidiliğinden Kürtler için yaptığı Kürt Yezidi din kitabı Mushaf-ı Reş’ten ayetler veriyorum. Bu yazdıklarımı bu ayetlerde göreceksiniz. Ama önce “Teke Tanrılara tapınma ve kurban kesme hakkında Tevrat ayetlerini okuyalım;
İslam öncesi peygamber Muhammet’in kavminin dini olan Yezidilikti, ki kendisi de Ezdi kabilesinden olduğunu söylediği “Hüküm Ezd’edir” hadisine bağlayarak siyer yazarları yazmaktadırlar.
Ezdiler ve diğer Çöl Araplarının “Azazel” adlı “Teke/Keçi” tanrılara tapındığını, M.Ö.VI.yy.da yani günümüzden “2.600” yıl, Hz. Muhammet’ten”1100” yıl kadar önce, Üzeyir peygamber, (Katip Ezra) tarafından yazılmış Tevrat’ın Levililer kitabında görüyoruz;
Lev.16: 10 Azazel'e düşen tekeyi ise halkın günahlarını bağışlatmak için canlı olarak RAB'be sunacak. Onu çöle salıp Azazel'e gönderecek.
Lev.17: 7 İsrail halkı taptığı teke ilahlara artık kurban kesmeyecek. Bu yasa kuşaklar boyunca geçerli olacak.
D Not 17:7 "Teke ilahlar" ya da "Teke görünümlü cinler."
Okuduğunuz ayetlerin kitabı Tevrat’ta “Teke Tanrı” ya tapınma kesindir.

Tevrat araştırmacılarınca çizilen
Azazel ve Bafomet tasvirleri.
İkisi de aynıdır. Anadolu'da
çok sevilen bir tanrıydı
İslam öncesi Kâbe’nin Hubel putu yani Allah da “Kadın memeleri  olan keçi başlı bir tanrıydı.” Anadolu Rumları buna “Bafomet” adıyla tapınıyorlardı. Paflagonya, Bafra, Bafa Gölü, Kıbrıs Baf şehirleri adını bu şeytandan alırlar. Bunlar, namaz, oruç, kurban her şeyi günümüz Müslümanları gibi yapıyorlardı. Bazılar iki, üç, bazıları beş vakit namaz kılıyorlardı.Günümüz Yezidi Kürtleri işte bu tanrıya yani Keçi Şeytan Azazel’e tapındıklarını kitaplarıyla ifade ediyorlar. Hem de , Yahudiler, Hristiyanlar ile Müslümanların tanrılarına “küfür ettiklerini” de belirtiyorlar. Burada biraz düşmanlık yok mu sizce?
Şimdi kitaplarından konu ile ilgili ayet alıntılarını okuyalım;
Başlangıçta Tanrı (Allah), kendi yüce özünden Beyaz İnci'yi yarattı ve bir kuş yarattı ki adı Angar’dı. Ve İnci'yi onun sırtına koydu, ve orada kırk bin yıl oturdu.
İlk gün, yani pazar günü, Azazil adlı meleği yarattı; işte o, hepsinin başkanı olan Ta'us Melek (Tavuskuşu Melek) 'tir.
Çarşamba günü, Cebrail adlı meleği yarattı; o da Abu Bekr'dir.”
Her bin yılda bir tanrının oturduğu yerden yedi tanrıdan biri dünyaya inerek devletler, yasalar ve kurallar koydular, sahip olduğumuz her kutsal yerde bizimle kısa süreli olarak kaldılar.
Teke Tanrı Azazel/Azazil
Yahudi din araştırmacılarınca çizilmiş.
Son kez olacak bu gelişinde, önceki gelen tanrıların kaldığından çok daha uzun süre tanrı bizimle kalacak. Azizleri takdis edecek ve Kürt diliyle konuşacak.”
“Hatta O, Muaviye adlı hizmetçisi olan İsmail oğullarının peygamberi Muhammed’i, aydınlattı, O geldiğinde Muhammed doğru biri değildi ve ona baş ağrısı ile eziyet ettiSonra peygamber, tıraş etmesini iyi bilen kölesi Muaviye’den başını tıraş etmesini istedi. O da aceleyle zorlanarak onu tıraş etti. Sonuç olarak tıraş ederken başını kesti ve kanattı, yere düşeceğinden korkan Muaviye, kanı diliyle yaladı.
Bunun üzerine Muhammed ;
“-Ne yapıyorsun Muaviye?” diye sordu. O da,”-Yere düşeceğinden korkarak kanı yaladım” dedi.
O da;
-“-Günah işledin Muaviye, senden sonra benim soyuma karşı çıkacak bir millete sahip olacaksın.”
Muaviye cevapladı;
“-Öyleyse dünya evine girmeyeceğim ve evlenmeyeceğim!”
Bir süre sonra tanrı Muaviye’ye bir akrep gönderdi ve onu ısırttı, yüzü yerinden çıkacak gibi şişti ve doktorlar ona “ölmesin” diye evlenmesini söylediler. Bunu işitince rıza gösterdi.
Ona çocuğu olmasın diye seksen yaşında bir kadın getirdiler. Muaviye karısını bildi ve sabahleyin bu kadın tanrının gücüyle yirmi beş yaşında bir kadın olarak ortaya çıktı. Sonra hamile kaldı ve tanrımız Yezid doğdu.
Fakat yabancı soylar, bu gerçekten habersiz olup, tanrımızın büyük tanrı tarafından horlanıp sürüldüğüne ve cennetten geldiğine inanırlar. Ona bu nedenle küfretmektedirler*. Bunda hatalıdırlar. Ama biz Yezidi soyu, yukarıdaki yedi tanrıdan biri olduğunu bildiğimiz için öyle olmadığına inanıyoruz. Bu kişinin görüntüsünde ve biçiminde olduğunu biliyoruz. O sahip olduğumuz bir horoz şeklindedir.”
*(Küfür, Müslümanların Euzubesmelesidir-Euzubillahimineşşeytanirracim=Huzurdan recm edilerek kovulan, gönüllere vesvese veren şeytandan sana (Allah'a) sığınırım")
Böylece Muaviye oğlu I.Yezid’in aslında “KEÇİ TANRI AZAZEL/AZAZİL” olarak hürmet edildiğini öğrendiniz.

Dikkatinizi çekmek istediğim ikinci nokta da bu çağda “son kez gelmesini bekledikleri tanrıyı işaret edelim. Bu tanrı, “Kürt dilince konuşacak ve azizleri takdis edecek” deniliyor.

Bu da, Kürt İslam’ı Nurculuğu kuran Said-i Kürdi/Nursi’den başkası değildir. Kürtçe konuştu, devlete karşı geldi; Atatürk’ün ölümüne katkıda bulundu, Kürdistan kursunlar diye 1916 başında Doğu Anadolu’yu dindaşları Ruslara teslim etti, kelepçeleri çözdü, atının çarparak öldürdüğü çocuğu suya daldırarak vaftizle diriltti, rüyasında Abdülkadir Geylani’den ve Muhammet Efgani’den vahiyler aldı. Hatta Hz. Muhammet’i de rüyasında gördüğünü söyledi ama “mehdiliği“ kabul etmedi. Hristiyanlardan şehit olur dedi, Çanakkale savaşına katılan Kürtlerin askerden kaçmaları için fetva verdi. Yunan ordusuna "esir aldığınız Kürt asıllı askerleri öldürmeyin, onları sonradan Türklere karşı savaşta kullanacağız" dedi.
Bu lafı ondan önce Osmanlı ordusuna asker vermemek, yerine para ödemek için "14" maddelik dilekçe veren Kürt aşiret reislerinin şartlarında da var. Ve diyorlar ki;

"Euzubesmele çeken bir Müslümanı bir Yezid görür, onunla kendini birlikte öldürmezse kâfir sayılır" Okuyalım şu "Kardeş Kürt kardeşlerimizin kardeşliklerini;

İşte Yezidi Kürtlerin kurtarıcısı, günümüzün AZAZİL'i Tavus

kendisini Vatikan papasına kutsatır, halkı Barzanlarla mutlu 

olur, eşi PKK bayrağı sallar, bakanı Papa önünde hazırolda

bekler.
Madde 5.

Dinimize göre kabul görmeyen ve hemen cezalandırılan olaylardan biride; bir Müslüman sabahleyin kalkıp namaza başlamadan önce De ki: “Sığınırım ben , insanların Rabbine - olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınırım”*[7] demesidir. Bizlerden biri bunu duyar, hemen onunla beraber kendi canına kıymazsa, bizden biri değil, dinsiz sayılır.

*(Bahsettiği ayet, her Müslümanın her Kur’an ve namaz suresine ve de her işe başlarken zikrettiği Euzubesmeledir. Euzubesmele çeken Müslümanı öldürmeleri gerekiyormuş. 
Zaten Euzubesmelenin aslında “Huzurdan kovulan şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım” dır.Bu cümlede “şeytan” diyemediklerinden “vesvesecilerin” ifadesini tercih etmişlerdir. Vesvese veren de şeytandır.Bu Yezidilerin ilkesi her Müslümanı gördüğü yerde öldürmektir. Gerisi size kalmıştır. )

Bu gün, Fuat Avni'nin "Yezid" adıyla andığı, Kürtlere Kürdistan kurmakla görevli olan Kimdir?
Yezidilerin Ba'alzebub
putu ardır.

Elinde Kürtçe Kur’an ile oy isteyen, 13 yıldır PKK’yı ordu haline getiren, sık sık, Barzani ile görüşen, karısının elinde PKK bayrağı ile Kürt siyasileri ve şarkıcılarıyla sıkı fıkı pozları basında yer alan, Süryani rahibesi gibi giyinen, her türlü destekle güçlendiren birisi size bir şeyler hatırlatıyor mu?

Ebu Süfyan efendimiz, Muaviye Efendimiz, Ebubekir Efendimiz, Yezid Efendimiz gibi aslen Grek dili EFENDİMOS’tan bozma Türkçeleştirilmiş bu kelimenin Arap ve Aramice karşılığı ise “RAB”tır. Rab, öğretmen ve sahip demektir.
Ama bu Rum dölleri, Grek dilindeki “EFENDİMOS” tan bozma “Efendi” kelimesini pek severler.

Karısı Siirt Süryanisi olan bu zatın eski uleması Bitlis'li Said-i Kürdi/Nursi Delüzzamandır.
1658'lerde Osmanlı'ya vergi vermediği için yapılan kuşatma esnasında Melek Ahmet paşa bir suikasttan Evliya Çelebi’nin uyanıklığı sayesinde kurtulur. Gelen bir padişah fermanında da Van’dan orduya katılan Sekban ve Sarıca askerlerinin Abdal Han yanında oldukları ve hemen “öldürülmelerini isteyen” ferman da gelir.

Savaşa başlamadan önce iki rekât namaz kılan Melek Ahmet paşanın, gözlerinden akan yaşlarla ettiği zafer duasında da Bitlislilerin Yezidi oldukları vurgulanır;


“-İlahi! Kuvvet ve kudret, yardım ve fesat senindir. Verme, koruma ve doğruluk, iyilik ve büyüklük yine senindir. Dini Mübin gayretine bir fırka Muhammed ümmetini başıma topladım. Elimi yüzüme alıp, kapına dilenmeye geldim. Onu hiç boş döndürmedin. Yine eşsiz padişahımdan dilerim ki, Ahmed’in bu ricasını da kabul edip bu kadar insanı acındırma. BU YEZİDİ HAŞERATINI SEVİNDİRME!”

Geçen hafta Diyanet’in “baba kızına cinsel arzuyla yaklaşırsa karısıyla nikah düşer mi” konusunda bir tek Sünni, Hanefi bunu bir iftira olarak değerlendirmedi.

Ben Sünni ve Hanefi bir ailede ve toplumda büyüdüm. Böyle şeyi ağzına alanın ağzını da yırtan bir toplumdu benim halkım.

Ama koskoca devletin diyaneti bunu nasıl “Hanefi fıkhında da, şöyle böyle ...” diyerek bizi işin içine sokuvermişti.
Ben dine inanmadığım için bu güne kadar seyrettim. Basına yansıyan bir tek itiraz görmedim. Sadece o fetvanın aşağılanması eleştirisi yapıldı. Ama bunun Hanefi fıkhında yeri olmadığı işlenmedi. Ben de yıllardır din araştırıp yazarım ama buna ben de rastlamadım.
Bu “toplum yaşamında karşılığı olmayan “ bir yaşam şeklidir ve Hanefi toplumuna da hakarettir, iftira dır.
Nasıl mı?
Anasını, kızını, kardeşinin karısını kaçırmak, karı yapmak bunların din kitabında Mushafı Reş adlı Keçi Tanrıları Azazil şeytanının emirlerinde vardır. Okuyalım;
Mehmet Görmez ve diyaneti Yezididir.

Bir adam komşusunun karısını,veya eski kendi karısını veya kız kardeşini veya annesini çalarsa ona başlık ödemek zorunda değildir.Çünkü o bir ganimet sayılır.”

Bunlar analarına bile uçkur çözdüklerinden, "Baba kızına cinsel arzu duyarsa..." konularını bu yüzden gündeme getiren Yezidilerdir.

Umarım kimler tarafından yönetildiğinizi, dininizin, diyanetinizin nasıl değiştirildiğini anlarsınız. Anlamazsanız felaket zaten üstünüze çökmüştür.

Ülke büyük felaketleri getirecek maceraya itilmiştir. Sorumlusu da dinine de milletine de, vatanına da sahip çıkmayan şerefini, onurunu kaybetmiş, F.Gülen’in Fuat Avni’sinin bile “Yezid” adını kasten kullandığı şeytanın kölelerine köle olmuşsuınuz demektir.

Bu durumda hiç olmazsa “Allah” yerine “Azazil, Tavus” deyin, evlerinize Keçi başlı putlar koyun belki onlar sizi kurtarır. Zira İslamı siz çoktan terk ettiniz.
"Euzubesmele" çeken Müslümanı "öldürmeyi şehitlik sayan" Yezidi Kürt kardeşleriniz, Yezidi Diyanet işleri başkanlarınız, imamlarınız, siyasetçileriniz, devlet büyükleriniz idaresinde ne güzel (!) Müslümansınız siz?

Dinine sahip çıkmayanların yazılarıma yorum yapmalarını da kınıyorum ve onlara tükürüyorum.

Takdir sizindir.

Niyetleri de ortada zaten.

Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc
Bu yazı, Müslümanlara karşı yürütülen kripto azınlıklardan olan ve Adeviye Tarikatı olarak Müslüman olduğunu açıklamış, ama Osmanlı çöküşe geçince asker vermeyi dahi ret etmiş, yüzyıllardır haçlıların hançeri olarak bağrımıza saplanmış bir dini yapılanmayı teşhir etmek için yazılmıştır. Blogumda bu konuda başka yazılar da vardır. Bir milletin sürekli kendine düşmanlık edenleri bilme, bildirme, teşhir etme hakkı vardır. Bu da "din, ırk ayrımcılığı da değildir sadece HAKtır.

18 Ocak 2016 Pazartesi

BAZI YOBAZ KAFALAR, YOBAZLIKLARINDA SINIR TANIMIYORLAR


Yorum yaparlar, "Milletin kafasını karıştırma!"

Milletin kafasından sorumlu sadece onlardır. Onların düşünceleri dışında her şey geçersizdir.
Onlar, yeryüzünde Allah'ın tahsilatçılarıdırlar, hatta Allah adına karar verdiklerinden Allah ta onlardır.

Mutlaka onlar gibi düşünmelisiniz. Yoksa işiniz kış.

Yoksa cezanız recm, kılıçla kafanız koparılır, toplu katliamlar yaparlar ve akıl almadık cezalara çarptırırlar.

Kur'an "canı veren Allah'tır, Allah alır" der.

Bunlar Allah adına camilerde, sokaklarda, okullarda, tezgahlar kurup para toplarlar, kendi kafalarına göre kadın taşlarlar, çocuklarla evlenirler, erkek çocukları kullanırlar, insanların kafalarını keserler.

Yani yeryüzünde Allah'lık ederler.

Mülk Allah'ındır derler,


Cumhurbaşkanını Allah ilan ederler, devletin tapusunu üstüne yaparlar. Resmini koyup önünde secde eder putperestler.

Dinimizi yaşayacağız, insan haklarına göre hakkımız, biz de devlete hizmet edeceğiz diye iktidar olurlar.

Bütün sapıklıkları din kılıfında işlerler, herkese sapık şatanist dini geleneklerini İslam adı altında dayatırlar, okullarda, görsel ve yazılı basında sadece onların sapıklıkları öğretilir, yazılır.

Diplomaları sahtedir, eğitimleri yoktur, üniversitelerde öğretim üyelerine de millete de olmadık tarih dersleri anlatırlar bütün dünyada alay konusu olurlar.

Kimsesizlerin kimsesi olacağız derler, kendilerinden olmayan fakir, kimsesizlerin yüzlerine bakmazlar.

Sahte Müslümanlar

Adlarının başına "Adalet" koyarlar, hiç bir yargı kararını tanımazlar, yargıyı, polisi, jandarmayı yasalarla, tayinlerle sindirirler, her türlü hırsızlığı, yolsuzluğu, cinsel sapıklıkları yaparlar.

Halın adamıyız derler, halkın içinde 3,500 korumayla gezerler, halk makam arabalarını tekmeler. Toplu işçi ölümleri onların zamanında yaşanır.

Müslümanız derler, Haçlı ordularının Müslüman ve Türk dünyasını yüz yıllığına yaptıkları işgal savaşında haçlıların yanında saf tutarlar, Müslüman ve Türk soykırımı yapan efendilerine, onların ırz düşmanı askerlerine duacı olurlar.

Terörü bitireceğiz, açılım derler, askeri kışlaya, polisi karakola hapsederler, sokaklarda ağır askeri silahlı terör timleri devriye gezer, vergi toplar, zabıta kurar, askeri polisi sokağa çıkartmaz, çıkanı öldürürler, terör hiç olmadığı kadar güçlenir, ilk defa ülke tarihinde hendekli sokak savaşlarını başlatırlar, ülke Suriye, Irak, Libya'ya döner.

Vatan, millet derler, vatanın bütün verimli yerlerini "karşılıklılık gözetmeksizin, Hristiyan batılı devletlere satarlar, devletin kurumlarını tasfiye ederler,

Kim eleştirse ya öldürürler ya tehdit ederler ya da hapse atarlar, veya çocuklarını, yakınlarını öldürürler.

Özgürlük diye bir şey bırakmazlar, her yüreğe korku,dehşet salarlar.

Say, say bitmez, saymaya sayfalar yetmez. Her yaptıkları devleti yıkmak, halkın kanını akıtmak, ekmeğini kesmektir.



Her türlü insanlık suçuna imza attılar.

Ama onlara göre yaptıkları pek matahtır.

Ne diyelim, Allah ıslah etsin.

Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

16 Ocak 2016 Cumartesi

GENÇLERE KISSALARDAN HİSSELER

Ben Alaeddin Yavuz'dan bir kaç öneri


SEVGİLİ GENÇLER!

1-İYİ BİLMEDİĞİNİZ KONULARDA TARTIŞMAYA GİRMEYİNİZ!

2-BİLGİNİZİ ARTIRMAK İÇİN KIYASLAMALI, KAYNAKLI YAZILARI TERCİH EDİNİZ!

3-UZUN VE KAYNAKLI YAZILAR DOYURUCUDUR, NE KADAR UNUTSANIZ, AKLINIZDA BİR KISMI KALIR.

4-KISA YAZILAR, SAMAN ALEVİ GİBİDİR, OKUDUKTAN SONRA HATIRLAMAZSINIZ.

5-SEVMEDİĞİNİZ MUHALİF YAZILARI DA OKURSANIZ KIYASLAMA YETENEĞİNİZ ARTAR. KAYBOLURUM DİYE KORKMAYINIZ!

6-DAİMA ŞÜPHECİ OLUNUZ VE ÖNCE KENDİNİZE SORUNUZ!

7-ASLA "BEN ANLAYAMAM" DEMEYİNİZ, GAYRET EDİNİZ!

8-İNTERNET DÜNYANIN EN BÜYÜK KÜTÜPHANESİDİR DEĞERLENDİRİNİZ.

9-GELECEK SİZSİNİZ! BİZ HER ŞEYİN YASAKLANDIĞI ZAMANLARDA BÜYÜDÜK, SİZ YASAKLARA RAĞMEN YAZAN ÇİZEN İNSANLARIN BOL OLDUĞU ÇAĞIN GENÇİ OLMANIN KEYFİNİ ÇIKARINIZ!

10-MUTLAK DOĞRU YOKTUR, DOĞRULAR ŞARTLARA GÖRE DEĞİŞKENLİK GÖSTERİRLER. ALDANMAYINIZ!

11-ÖNCE KENDİNİZE SONRA AİLENİZE, SONRA ÇEVRENİZE, HALKINIZA VE İNSANLIĞA YARARLI OLMAYI HEDEF BİLİNİZ!

12-ÖĞRENMEK İÇİN ÇABA GEREKTİĞİNİ UNUTMAYINIZ! KİMSE ANASINDAN BİLGE DOĞMAZ!

13-SİZİ EN İYİ TANIYAN SİZSİNİZ, EN İYİ ÖĞRETMENİNİZ, DOKTORUNUZ DA SİZSİNİZ!

14-SİTEMLİ OLARAK OKUYUNUZ, BİR KEREDE ÖĞRENMEYE KALKMAYINIZ. FİKİRLERİNİZİ KULUÇKAYA YATIRMANIZ GEREKEBİLİR.

15-KENDİNE HİZMET ETMEYENE HİZMET ETMEZLER, TOPLUMUN PARÇASI OLDUĞUNUZU UNUTMAYINIZ.

16-BAŞARILARINIZDA SOKAKTAKİ SEFİL İNSANLARIN BİLE PAYLARI OLDUĞUNU UNUTMAYINIZ. ASLA HAVALAR GİRMEYİNİZ

17-HER CANLI EŞİT HAKLARA SAHİPTİR, DAVRANIŞLARINA GÖRE YARGILANIRLAR. ADALET TERAZİNİZ HİLESİZ OLMALIDIR.

18-İNSANOĞLU, SONSUZ EVRENDE KALEM UCU KADAR YER ETMEYEN FANİ DÜNYADA BİR ATOM GİBİDİR. DÜNYA MALI İÇİN KENDİNİZİ TELEF ETMEYİNİZ. SOSYAL GÜVENCE ÇOK KİŞİ İÇİN İDEAL BİR GÜVENCEDİR.

19-DİN, DİL, SİYASET ÖNEMLİDİR AMA BUNLARIN FAŞİSTİ OLMAYINIZ.

20-ÖLÜM, DOĞMADAN ÖNCEKİ HALİNİZE DÖNÜŞTÜR KORKMAYINIZ! YOKTUNUZ, BİR ZAMAN TOPRAĞIN ÜSTÜNDE GEZİNDİNİZ GENE TOPRAĞA DÖNECEKSİNİZ!

21-KENDİNİZİ OLDUĞUNUZ GİBİ SEVİNİZ, SİZ SEVMEZSENİZ KİMSE SİZİ SEVMEK ZORUNDA DEĞİLDİR.

22-HER TÜRLÜ CANLIYI SEVİNİZ, SEVMEZSENİZ HOŞ GÖRÜNÜZ. O DA SİZİN GİBİ AYNI KADERE SAHİPTİR.

23-BASTIĞINIZ TOPRAĞA, SİZİNLE AYNI YERE BASANA SAHİP ÇIKINIZ! SÖMÜRGECİ KAVİMLERE İZİN VERMEYİNİZ, BİRLİK OLUNUZ!

24-YERYÜZÜNDE TÜM MİLLETLERE HÜRMETLİ OLUNUZ Kİ HÜRMET GÖRESİNİZ!
25-TACI HAİNE GİYDİREN MİLLETİN KANI DİNMEZ UNUTMAYINIZ!


Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

15 Ocak 2016 Cuma

MİLLETİN KAFASI KARIŞTI. KARIŞTIRANLAR DA AKADEMİSYEN TERÖRİSTLER

Millet AKP’ye kendini o kadar kaptırdı ki, PKK’ya özgürlük savaşçısı gözüyle bakmaya, ölen, asker, polislere, işlerinden edilip geri çekilen memurlara, terör örgütünün eline silah, bomba verip askere polise saldırttığı çocukları, kadınları bahane edip saldırır hale geldiler.

Milletin kafası gerçekten karıştı. Karışmayanlar da karıştırmayı hızlandırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bu ülkede tüm pisliklerin arkasında daima "akademisyenler olmuştur. 
Siz peşlerinden gitmeyin.
Gittiğinizde, AKP ve cici mafyaları Peker ve IŞİD devlet destekleri görsel, işitsel, yazılı medyaca kahraman ilan ediliyor halk ta bu işe bayılıyor.

Bunları haçlılara karşı cihat eden kutsal savaşçılar sayıyorlar. Biraz da çıkar olunca iman daha hızlı oluşuyor.
TERÖRÜN AKADEMİSYEN DESTEKÇİLERİ

Onları emperyalizme karşı savaşan vatansever olarak görmek böylece yaygınlaşıyor.
,
Koca koca proflar, doçentler, eğitimciler, basın mensuplarında bir PKK hayranlığı, doğuda yapılan operasyonlara bir düşmanlık aldı başını gidiyor.

İmzalar toplanıyor, tutuklamalar oluyor, ama kazanan AKP, PEKER ve IŞİD oluyor.

Sorun nedir?,

AKP Karşıtlığı tamam.

Pkk karşıtlığı tamam.
AKPKK ortaklığı tamam.
13 yıldır ortak oldukları tamam
Peki şimdi savaş neden?
2019'da Kürdistan Özerkliğini nasıl ilan edecekler?
Savaş olmadan devlet kurulur mu?
Eskiden savaşlar halkın dışında geniş ovalarda yaylalarda olurdu.
O bitti. Şimdi şehir savaşlarıyla devlet kurduracaklar.
Peki kimi destekleyeceğiz?
Ne AKP'yi ne de PKK'yı ne de onlara destek verenleri.
Sadece, zavallı asker ve polisçikleri destekleyeceğiz.
Ne AKP vatan kahramanı ne de PKK özgürlük savaşçısı.
İkisi de emperyalizmin taşeronları.
Olan ekmek parası için işlerine devam eden asker ve polisçikler ile "vatan görevi" hesabına kışladan kurtulmayı başaramamış züğürt askercikler.
Sefillik ve kader kurbanları.
Onları destekleyeceğiz.
AKP'nin Kürdistan kurmak için PKK ile savaşıyor görünmesi tezim yeni değildir. 10 yıl önceki yazılarımda bu günleri yazdım.
İktidar, muhalefet, bürokrasi, sermaye kurumları hepsi işin ortaklarıdır.
Ergenekon başladığında da, "AKP ve sonrası ABD'nin sadık hizmetçileri olacaklar dedim.
Neredeler şimdi?
Tam buradalar.
Bu dediklerimin çıkmaması için kaybetmeye şimdiden razıyım.
İtiraz edenler ile 2019'da görüşürüz.
Umarım faydalı olmuşumdur.,


Eksiğim varsa yorumlarınızı beklerim.
Saygılar.