"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

Sabi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sabi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Haziran 2019 Pazartesi

İSLAMDA PEDOFİLİ VE MUFAKATAT (Çeviri Yazı)

MUFAKATAT KONUSUNUN KAYNAĞI OLAN İNTERNET SİTESİ YAZISI

Açıklama;
Mufa, Arapça Uyluk kemiği, yani diz kapağından kalçaya bacağı bağlayan kemiktir. Mufa’katat, adetli kadınlar veya Araplarda yaygın olan süt emen bebek veya ergen olmayan, gelişmemiş çocuklarla zevk evliliklerinde cinsel ve anal bölgelere giriş yapmadan sürtme yollu mastürbasyonun adıdır. Aslında bu bile çocukları korumak için getirilmiş bir çıta yükseltme olayıdır.
Talmud kitabında ve Humeyni yasalarında “üç yaş altı bebeklerle” evlilik geleneği vardır, yazılarımda bunları işledim, dilimize çevirilmiş halleriyle yayınladım.
Mufakatat dokuz yaşına kadar bebekleri ve çocukları bu yolla korumayı amaçlamaktadır. Pedofili, çocuklarla evlilik, bebek sevicilik, kulamparalık gelenekleri eski Yunanda, Anadolu'da ve bütün dünyada var olan bir sapkınlıktı ve bu gün de vardır. Aşağıdaki çeviri yazı her ne kadar İslam ve peygamberini hedef almışsa da bunun bu yazıyı yazanın ülkesinde de olduğu hakkında belge bulmak zor değildir, yazılarımda vardır.
Bu yazının yayınlanma amacı, hızla şeriat düzenine doğru yol aldığımız bu günlerde, dış dünyanın bize bakışını sergilemektir.

Bırakın ülkemizin ve siyasilerimizin dünya lideri olmasını, dünyanın en aşağı insanı ilan edilmekten öte gitmemektedirler. Yurt dışında bir Müslüman hangi ülkeden olursa kaldın sürekli kendini savunmada bulmaktradır ve herkes ne yazık ki bizleri sapık, bebek sevici, oğlancı, Lut kavmi olarak görmektedirler.

Arkası kesilmeyen ekonomik krizlerle yoksulluğa asırlardır mahkum edilen insanımız yurt dışına çıkıp kendisine hangi gözle bakıldığını öğrenme olanağı bulamamaktadır. Başka milletlerdeki gelişmeleri takip edemeyen, eğitimsiz, bırakılmakta, tekke ve cemat şeyhlerinin, imamlarının vereceği bir tas çorbaya muhtaç edilmektedirler.

Şimdi size, peygamberin Ayşe ile evliliğinin pedofili evliliğinin İslami değil, o coğrafyada binlerce yıldır değişmeyen bir gelenek olduğunu anlatan bir yazıyı veriyorum.
Bunları okuduktan sonra peygamber Muhammet üzerinden İslama ve Müslüman ülke vatandaşlarına dinsiz, ateist olsalar bile aynı nedenle saldırılmasının ne kadar saçma olduğunu göreceksiniz, bu satırdan sonra öğreneceğiniz bilgiler sizi diğer toplumlar hakkında da bilinçlendirecek ve kimse karşısında ezilmeyeceksiniz.
Bilgi en büyük silahtır.
Batılılar, bilgileriyle bizim başımıza bizden görünen kendi işbirlikçilerini getirerek, bizi bize kırdırarak ülkelerimiz rahatça sömürmektedirler, tek kursun atmadan bilgiyle bizi çaresiz bırakmaktadırlar, okuyunuz, öğreniniz, diğer yazılarımda da bu konuda yedi ceddinize yetecek bilgi vardır.

Peygamber Muhammet’in pedofilik yani küçük yaşta çocukla olan evliliğinin İslam ile hiçbir bağı yoktur. Binlerce yıllık, Sümer, Hint, Mısır, İran, Grek medeniyetlerinde sütten kesildikten sonra adet görmeyen kız çocukları, aynı şekilde bıyıkları terleyinceye kadar erkek çocukları ile cinsel ilişki gelenekleri vardır ve bu günde devam etmektedir.
Altıncı yüzyılda Roma imparatoru Jüstinyen (Ayasofya’yı yaptıran ve Hristiyanlığı TEK RESMİ DİN” ilan eden) yedi göbek akraba evliliğini ve homoseksüelliği yasaklamasına rağmen, çocuklarla cinsellik hakkında bir düzenleme yapmamıştır.
Justinyen I.
San Vitale Basilikası Ravenna İtalya
527-565 İmparator oldu.
Eşcinselleri yaktı, yedi göbek akraba evlilik
yasağı getirdi.

Tevrat ve İncilde de, Kur’anda da düzenleme yoktur.
Tevrat’ta kızlarda evlilik adet görme yaşı (9 ile 13 arası), erkeklerde ihtilam olma hali (12-14) olarak belirtilmiştir. Peygamberin de Ayşe ile olan evliliği bu geleneğe uygundur. Sadece Talak (Boşama) S. 4’de, “adet olma çağına gelmemiş kadının boşanması” ifadesi ile aybaşı öncesi kız çocukları ile evlilik geleneği ifade edilmiştir.
Ama hiçbir Kuran ayeti, ille de “peygamber altı yaşında nikah kıydı, dokuz yaşında gerdeğe girdi, siz de böyle evleneceksiniz” diye ne bir ayet ne bir hadis vardır.
Aşağıda da okuyacağınız hadisler, ayetler, tamamıyla, İslam öncesi Arapların geleneklerini ifade etmektedirler.
Bu gelenekleri “peygamber sünneti, ensar (yardımcı) sünneti, sahabe (arkadaş) sünneti" diye anlatanları araştırdığınızda kökenleri Babil Talmuduna inanan Mezopotamya Yahudilerine, Sabilere, Keldanilere ve Katolik Hristiyan toplumundaki çağdaş değişimlerden nasibini almamış, Müslüman görünen ama Tevrat-İncil Hristiyan, Yahudi geleneklerine bağlı “devşirilmemiş devşirmelere” ulaşırsınız. Bu gelenekler Rönesans çağına kadar bütün batı dünyasında, Rusya’da dahi yaşayan bir gelenekti.

Kız ve erkek çocukları, büyük, küçükbaş hayvanlar ile kümes hayvanlarını dahi “babanın köleleri ve karıları olarak kabul eden” Babil dini geleneklerine göre yapılmış Hammurabi’nin Babil yasaları, Yahudi, Hristiyan ve Müslüman gelenekleri olarak halen yürürlüktedir.
Edwin M. Yamauchi’nin yazdığı “Gnostic Ethics and Mandeans Origins” (Gnostik Ahlak ve Mandean (Sabi) Kökenleri) adlı kitapta (S.20.Prg.3) “Böhling Sabiler ve öteki Gnostiklerin Tevrat ve İncil’e bağlı kaldıklarını Tufan, Sodom ve Gomora konularına bakarak ifade etmektedir. Aynı yazar, Adem’ ve Vahiyler bölümlerinin Sabiler ile Suriye-Filistin vaftiz çemberine dayandığını ifade etmektedir.
Yazının İngilizcesi;
“In Hammurabi’s Code, “The father was acknowledged as the supreme head of this unit [family]. Codes 192, 193, and 195 are explicit regarding the harsh penalties that would befall any child who did not bestow appropriate honor and respect on the father who reared him. A son could lose a tongue, an eye, or fingers, depending on the circumstances of the offense. The father’s absolute authority extended to a right to use his children as payment of or collateral for debts. He could sell them into slavery or servitude. Still, parental power was not unbridled. Code 117, for instance, . . imposed a three-year limit to this slavery.”


A.R.Colon ile P.A COLON’un “A History of Children” adlı kitapların da Saafa 18-19’da babanın çocuklar üzerindeki vesayetleri düzenlenmiştir;
Babil kralı Hammurabi’nin Yasa tabletlerinde “Baba ailenin en üstün kişisi olarak tanımlanır”. Madde 192-193 ve 195’te Babasına karşı gelen veya onurunu zedeleyecek iş yapan çocuğa kesin en ağır cezalar verilmektedir. Bu cezalara göre çocuk, dilini, bir gözünü veya babasını incitmenin derecesine göre parmaklarını kaybedebilir. Babanın otoritesi çocuklarını ücret karşılığında veya paralel olarak borçları karşılığında kullanma hakkına kadar uzanır. Onları kölelik ve esaret için satabilir. Hala babanın gemleri dizginlenmemiştir ve madde 117’de  “üç yılla sınırlı olmak üzere köleliğe maruz bırakabilir.”
Şimdi 2500 yıl önceki  Roma 12 Tablet Yasalarında Babanın Hakları;
Tablet 4; Babanın ve Evliliğin Hakları;
 4:1; Bir baba, yasal evlilikten doğan oğlunu yaşatmaya veya öldürme hakkına sahiptir; ve hatta üç kez sattıktan sonra özgür bırakabilir.
4:2; Baba, oğlunu üç defadan fazla başkasına satmışsa, oğul babadan alınarak azad edilir.
4:3; Bir baba son doğan oğlu, bir insandan çok canavara benzer, şeklen korkunç derecede bozuksa, öldürülebilir.
Yahudi dini "3=Üç yaşında "evliliğe izin veriyor

İşte 2500 yıl ve evvelinden yakın tarihimize kadar “babanın gözünde evladın değeri” bu kadar da değil, kendi ırzına geçtiği gibi bir de başkasına satıyor o da aynısını yapıyor.
Bu gün yok mu?
ABD dizileri yayınlayan bazı kanallarda, bu şekilde çocuklarını elektrik vererek, kablo, hortum, odunla döverek cinsel ilişkiye razı eden ebevenlerini öldüren çocukları ve ergenleri konu alan “Killer Kids” adlı diziler, TLC kanalında balina insanları dinleyin ve %96’sının “benzeri tecavüz istismar mağdurları olduklarını işiteceksiniz.

Günümüz Kürt ve Arap Yezidileri (Sabiler) halen kızlarını bir dönüm arazi fiyatına satmaktadırlar. O parayı babalarına ödeyen kızlar satıştan kurtulabilmektedirler. Oysa sekiz-dokuz yaşlarında satılan çocukların bu parayı nasıl temin edebilecekleri de ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Kız çocukları bebek iken “beşik kertmesi, berdel gibi geleneklerle evlenecekleri kişi belirlenmektedir. Başlık parası ödemeyen damat ve ona kaçan kız birlikte “töre cinayeti” adı altında öldürülmekte ve devlet bunlara ceza indirimi uygulamaktadır. 
A.R.Colon ile P.A COLON’un “A History of Children” adlı kitapların da eski Sabilerin “yamyam” oldukları tespit edilmiştir. Kitabın ifadesi aynen şöyledir;
İfadenin İngilizcesi;
“During a religious festival of the Ancient Sabeans, the Sabeans pressed grapes and slaughtered a male newborn who was then "boiled and deboned; the flesh was rolled in flour, oil, saffron, raisins, and spices and then over-baked. It was eaten by the priests during the ceremony to Shemal.”
Türkçesi;
“Eski Sabilerin dini bayramlarında üzümleri ezip şıralarını çıkartırlar, yeni doğmuş erkek bebeği etleri kemiklerinden ayrılıncaya kadar kaynatırlardı. Kaynatılmış eti unla yoğurup, yağ, safran, baharat ekleyip fırına veriyorlardı. Hazırlanan yemek(!) Şemal bayramında rahip tarafından yeniliyordu.” 
Kaynak; A.R. Colón with P.A. Colón, A History of Children: A Socio-cultural Survey Across Millennia, Greenwood Press, Westport, CT (2001), pp. 42 (endnote omitted). Available through: http://www.amazon.com/exec/obidos/tg/detail/-(Bu link 12 yıldan eski olduğundan kitap bulunamamaktadır.)
Yukarıda Sabiler yani eski Babil halkı Aramilerin günümüzden dört bin yıl önce yamyam olduklarını, çekirdek aile içi ensest evlendiklerini, oğullarıyla homoseksüel ilişki yaşadıklarını, çocuklarını sütten kesildikten sonra köle olarak sattıklarını öğrendik. Bu sapkınlıklar hala yok olmamıştır. Bu gün Sabi dinleri temelli Habeş İnciline inanan Etiyopya, Sudan, Somali gibi ülkelerde keçi ile dahi evlilik haberlerine rastlıyoruz.
Mufakatat yazımı bu siteden Türkçeye çevirdim
İSLAMİ FETVA NET’TEN PEDOFİLİ YASALARI
Soru 1809             
İran Zerdüşt kitabı Avesta'da günahlardan arınmak için  "Kethüdada=Yardımcılı cinsel İlişki" geleneğinde, tapınakta kutsal ateş önünde, baba-kız-
Ana-oğul ilişkisi ibadet olarak yapılırdı. Zerdüşt mollaları bunda yardımcı olurlardı.. Kethüda=Yardımcı adının da kaynağı bu olsa gerek. Bunun aynısı Eski Yunan ve tüm Avrupa'da mevcuttu. Kynk, Baby Sacrification for Mother Goddess kitabını bulan okusun.
Geçici Bilimsel Araştırma ve Fetva Komitesi (Dini Kararlar), yüksek din alimleri komitesine gönderilen soru gözden geçirildikten sonra 3/51453 ve 7/5/1421(İslami takvim) tarih 1809 karar numarası ile yayınlanan fetvada;
“Soru; Bu günlerde özellikle evliliklerde “mufa’katat” özellikle çocuklara yaygın olarak uygulanır. (Mufa-katat edebi olarak “uylukların arasında yerleştirmek” şeklinde çevrilir, erkeklik organını çocuğun uylukları arasına yerleştirmek demektir.) Allah ondan razı olsun peygamberin Müminlerin anası Ayşe’ye mufa’katat uyguladığı konusunda alimlerin görüşü nedir?”
Cevap; Konuyu inceledikten sonra komitenin cevabı aşağıdaki gibidir;
Peygamber altı yaşında olan nişanlısı Ayşe ile yaşının küçüklüğü nedeniyle karıkocalık ilişkisi yapamadığından mufakatat yapmıştır. Bu peygamberin niçin öteki erkekler gibi cinsel organını kontrol edemeyip, onun (Ayşe) uylukları arasına erkeklik organını sürterek masaj yapmasını açıklar.
Ayetullah Ruhullah Humeyni- iran Yüksek Önderi , Ulu Şia Ayetullah,1979-89’da resmi ifadesinde şöyle demiştir;
“Bir adam, bebek kadar küçük bir çocukla cinsel arzularını dindirebilir. Ancak, içeri giriş yapmamalıdır. Bebeği anal yoldan kullanmak helaldir(Şeriatça izin verilkmiştir.) Eğer adam giriş yapar, çocuğa zarar verirse, ömrü boyunca onun geçimini sağlamak zorundadır. Ancak bu kız onun sürekli evlenebileceği dört kadından birisi olarak sayılamaz. Adamın bu kızın kız kardeşi ile evlenmesi uygun değildir. Kızın adet görme yaşına geldiğinde babasının evinden ziyade kocasının evinde evlendirilmesi uygundur. Çok küçükken kızını evlendiren babanın cennette sürekli bir yeri olacaktır.”
Humeyni, “Tahrir El Vesile 4.cilt Dar-ul Elm- Kum İran 1990”

“Ergen bir erkeğin henüz süt emme yaşında olan küçük bir kızdan hoşlanması veya penisini uylukları arasına yerleştirerek mufakatat yapması, onu öpmesi yasal değildir.”
Ayetü Allah El Humeyni’nin Tahrir el Vesile”si sayfa 241, numara 12
Genç erkeklerin veya kızların tam cinsel coşku içinde olduklarında, yasal evlilik yaşına gelmeden önce evlendirilmemelidirler. Bu ilahi yasaya karşı olmaktır. Niçin ergenlik yaşının altında kız ve erkeklerin evlenmeleri yasaktır, çünkü, radyo dinlemelerine ve cinsel arzuları coşturan müzik dinlemelerine izin verildiğinden ve yaşlarının küçüklüğündendir.
“Küçük Yeşil Kitap” “Ayetullah Humeyni’nin Deyişleri” Bantam Books
Muhammet Ayşe’yi, dinen erkek kardeş olduğu babası Ebubekir’den istemek için onu rüyasında gördüğünü, Ebubekir’in gönülsüz olduğunu görünce de bunun bir peygamberlik hakkı olduğunu söylemiştir.
Buhari, C-7Kitap 58, Numara 235; Ayşe Anlattı; Peygamber bana, “sen bana rüyamda bir parça ipek üzerinde iki kez gösterildiğinde birisi bana “bu senin eşin dedi”. Resmin örtüsünü açtığımda gördüğüm sendin. Dedim ki, Bu Allah’tan’dır ve olacaktır”
Buhari C.7. Kitap62,Mumara 18; Ursa anlattı; “Peygamber, Ayşe ile evlilik iznini Ebu bekir’den istedi. Ebubekir, “sen benim erkek kardeşimsin” dedi.
Peygamber de, “Allah’ın kitabında ve dininde sen benim kardeşimsin ama o (Ayşe) evlilik için bana helaldir, dedi”
Arap hukukunda başkasına söz verilmiş bir dişi ile evlilik yasal değildi. Daha önceden Ebu bekir, Cübeyir Mutim’e Ayşe için söz vermişti.
Allah’ın peygamberinin varlığında Ayşe, kendisine oynamaları için göndermiş olabileceğini düşündüğü oyun arkadaşlarıyla birlikte bebekleriyle oyunlar oynadığını bildirdi.
Sahih Buhari C.8 Kitap 73 Numara 151; Ayşe anlattı; Peygamberin varlığında benimle oynayan kız arkadaşlarımla birlikte bebeklerimle oynardık.
Peygamber içeri girdiğinde onlar saklanırlardı ama peygamber benimle oynamaları için onları çağırırdı.(Oyuncak bebekler ve benzeri imajlar yasaktı ama Ayşe henüz ergen kız olmadığından oynamasına izin veriliyordu) Fatih El Bari S.143 C-13)

Sahih Buhari C.7 Kitap 62 Numara 163,118; Ayşe anlattı; Peygamber, cami bahçesinde oynayan Etiyoplalılara bakarken vücudunun üst kısmını örten Rida adlı elbisesiyle örterdi. Doyuncaya kadar onları seyrettim. Böylece bu örnekten benim eğlenceye muhtaç ne kadar düşkün, küçük, ergenliğe erişmemiş bir çocuk olduğumu çıkartabilirsiniz.”


Taberi 7;7 Ayşe dedi; Allah’ın İmran kızı Meryem’e bahşetmediği özelliklere sahiptim. Kendimi abartmamak için bunu arkadaşlarıma söylemezdim. Bunlar nelerdi? Diye biri sordu. Ayşe cevapladı; Melek benim benzerliğimi indirdi; Peygamber benimle evlendiğinde yedi yaşındaydım, evlendiğinde bakireydim, evliliğim dokuz yaşımda tamamlandı, o benimle dokuz yaşımda evlendi, hiçbir adam beni onunla paylaşmadı, onunla aynı yorgan altındayken vahiy geldi.
Rus kaynaklarında bir esir erkek çocuğunu
seks kölesi olarak satan bir Osmanlı esir tüccarı

İSLAM PEYGAMBERİ MUHAMMED
BÖLÜM 1 MEKKE
Bir Arap elli yaşlarında olduğunda bir şeyh veya olgun adam olarak görülür.
Muhammet, Ayşe altı yaşındayken Mekke’de evlendi ve o ona 53 yaşındayken Medine’de katıldı. O, onunla cinsel ilişkiye başaldığında Ayşe henüz bebeklerle oynuyordu ve dokuz yaşındaydı.
Bu peygamberin hayatını ve hadislerini yazan İbni İshak, Taberi, Buhari ve Müslim hadislerinde bu orijinal hikaye anlatılmıştır. İbni Kesir ve İbni Kayyım’ın Kuran tefsir çalışmalarına da başvurulabilir.(İbni Kesir –Peygamber Muhammet’in Hayatı (Sire el Nebeviyye), Cilt 2. Profesör Trevor Le Gassick tarafından tercüme edilmiş, Garnet Publishing Limited, U.K. tarafından yayınlanmıştır. The Center for Muslim Contribuation to Civilization, 2000. Sayfalar 93-94)

(İbni El Kayyım El Cuaziye, Zad-ul Ma’ad fi Hadyi Kayri-l ‘Ibad (Allah’ın En İyi İbadetçisinden Ahret İçin Hazırlıklar) Celal Ebaulrub tarafından tercüme edildi. (Medina Publishers&Distributors, Aralık  2000) Cilt 1.Sayfalar 157-158)
Muhammed, Ayşe ile yedi yaşında bir çocukken Mekke’de evlendi, dokuz veya on yaşındayken de Medine’de onunla yaşadı. Evlendiğinde o sadece bir bakireydi. Babası Ebubekir onu, peygambere verdi ve peygamber Ayşe’ye dört yüz dirhem verdi.(İbni İshak Siret-ül Resülullah=Peygamberin Hayatı) Alfred Guillaume tarafından tercüme edildi (Oxford University Press S.792)
TaberiVII/7 “ Peygamber Hatice’nin ölümünden sonra Ayşe ile Hicretten üç yıl önce Mekke’de evlendi. Altı yaşındaydı.
Peygamber Muhammet'ten 1.200 yıl önce Tevrat ezberlemeye başlayan Yahudiler, bu ayetlere uygun olarak 3.300 yıldır
aile içi, baba-kız-ana-oğul dahil olmak üzere süte emen çocuklarıyla ilişkiye giriyorlardı.
Muhammet, pedofili olsa da çıtayı biraz yükseltmiştir işte. Ama o daistismar mağduru olduğu için başkalarından hıncını almak istemiş midir bilinmez.

Taberi IX/128 “Peygamber Ayşe ile evlendiğinde o çok gençti ve henüz karıkocalık ilişkisine hazır değildi.(El Taberi Tarihi; Toplumun Kuruluşu) M.V.McDonald tarafından tercüme edildi,W.Montgommery Watt tarafından dip not eklendi.(State Univ. Of New York Press,Albany 1990)C-9;SAYFALAR 129-130)
Buhari C.5 Kitap 58 Numara 236; Hişam’ın babası anlattı;  Peygamber Medine’ye hicret etmeden üç yıl önce Hatice öldü. Orada iki yıl kadar kaldıktan sonra Ayşe ile evlendiğinde o henüz altı yaşında bir kızdı ve onunla karıkoca olduğunda Ayşe dokuz yaşındaydı.
İslamda Pedofili ve Vahşilik
Jennifer King
18.7.2005

İslam’da Pedofili Yasaldır.

Nitelikli İslam yasası olan ve kayıtlı hadis geleneklerine uygun olarak  “mükemmel örnek” olan peygamber geleneklerine bağlı sünnete göre ‘Boşanma’ başlıklı sure 65’de yasa pedofiliyi emretmektedir.
İçerik, boşanmada ve tekrar evlenmede bekleme dönemlerini işlemektedir. Kur’an erkeklere adet dönemlerinin başlangıcından bitmesine kadar üç ay beklemeyi emretmektedir.
(4.Bu kadınların menapoz dönemlerinde iddet süresi üç aydır;VE ADET OLMAYACAKTIR. Bunlar hamileyseler yüklerini bırakıncaya kadar bekleyeceklerdir ve kim Allah’a takva ile bağlanırsa Allah ona işini kolay kılacaktır) Kuran 65;4 (Talak Suresi 4)
(5. Bu sana Allah’ın indirdiği bir emirdir, kim Allah’a takva ile bağlanırsa Allah onun günahlarını bağışlayacaktır ve onun ödülünü arttıracaktır. Kur’an 65;4
Kuran Duha Suresi 93;6 ayet tefsiri E.H.Yazır.
Buradaki rivayete göre de peygamber amcası Ebu Talip tarafından "cinsel istismar mağduru olarak büyümüştür.
Yani bu bir Sami toplum geleneğidir.

İSLAMİ HUKUK
İslami hukuk, Kur’an kurallarına ve “mükemmel örnek” olan peygamberin sünnetine, hadislerine, gelenekleri temeli üstüne kuruludur. Bütün Müslümanlar “mükemmel örnek” Muhammet’i sözde, düşüncede taklit etmek zorundadır. Örnek insan olarak Muhammet’e hürmek etmek, İslam’ın insanlık için daima en iyi düzen olduğuna, İslam hukukunun bütün dünyadaki dinleri, kültürleri ve yasaları iptal edecek şekilde düzenlenmiştir.

“Mükemmel olma” sözünün tanımı; Sahih Buhari C.7. S.64. kelimenin kökü “dakala’dır”. Hans-Wehr Arapça-İngilizce Sözlük s 273; Girmek, delmek, içine işlemek, karıkoca olmak, bir dişi ile cinsel ilişkiye girmek anlamlarına gelir.

Q&A İSLAM’DAN PEDOFİLİ YASALARI
Soru;22442; Genç kızlarla evlilik üzerine talimatlar
Soru;12708 regl olmaya başlamamış bir kızla evlenmek uygun mudur?
Cevap; Ergenlik çağına gelmemiş bir kızla evlenmek şeriate göre uygundur, bu ulemalar arasında fikirbirliğine dayanılarak anlatılmıştır.
1-      Allah der ki (Anlamın açıklanması);
Talak 65;4“ Âdetten kesilen kadınlarınızın iddet bekleme sürelerinde kuşkuya düşerseniz, onların iddetleri üç aydır. Hiç âdet görmemiş(ergenleşmemiş) kadınların süreleri de böyledir. Gebe olan kadınların süreleri ise yüklerini bırakmalarına kadardır. Kim Allah'tan sakınırsa, O ona işinde bir kolaylık nasip eder.”
Bu ayette Allah’In ”hiç adet görmemiş” yani “ergenlik/adet görme çağına erişmemiş” yaşta olmaktan bahseder. Bekleme süresini “üç ay” olarak tespit eder.  Bu açıkça gösterir ki, adet görme çağına gelmemiş küçük bir kızla evliliğe izin verilebilir”.
Soru; 27305; On üç yaşında bir kızla evliliğe izin verilebilir mi?
Peygamber (Allah’ın barışı ve duası onunla olsun) Ayşe (Allah ondan razı olsun) ile altı yaşında evlendi ve dokuz yaşında karıkoca oldu ve peygamber ellinin üstündeydi.
El Buhakri(3894) ve Müslim(1422) Ayşe’nin anlattığı söylenildi; Peygamber (SAV) BENİMLE ALTI YAŞIMDAYKEN EVLENDİ ve evlilik işini yaptığında dokuz yaşındaydım.
Ayşe (R.A) anlattı; Peygamber (SAV) onunla evlendiğinde altı yaşındaydı ve evlendiklerinde dokuz yaşındaydı, Ayşe onunla dokuz yıl kaldı.
Ergenlik yaşına erişmemiş olsaydı, babasının ona sormadan ona evlilik ayarlama hakkı vardı. Küçük kızlarla evlilik yasalarına göre kızın koruyucusu ve ve kocası arasında kıza zarar vermeyeceğine dair bir anlaşma yapılırdı. Anlaşma olmazsa, Ahmet ve Ubeyd, kız evlilik çağı olan dokuz yaşına geldiğinde, ona, evliliğin rızaya dayalı olmadığını söyleyebilirlerdi. Ama bu kimin daha genç olduğuna bakılarak uygulanamazdı. Dokuz yaşından önce bir kız olan Ayşe’nin bir yasak veya yaş sınırı koyabileceğine dair bir hadis yoktur.
Soru 8981; Henüz ergenlik çağına erişmemiş bir küçük kızın zinadan suçlu bulunmasında ceza sınırı nedir?
Cevap;El Kurtubi der ki; Bütün dinlerin takipçileri dediler ki zina yasaklanmıştır; hiçbir din buna izin veremez. Çünkü İslam’ın beş temel ilkesi, şöyle ki, yaşamı, dini,soyu,hakkı ve zenginliği koruma ilkelerinden birine karşı işlenen suçu onura ve soya dayalı olacağından cezalandırma en ağır cezalandırma olacaktır.
 Kurtubi Tefsiri 24/20,21
1-Bir kadın önceden evlenmişse örneğin, karıkocalık ilişkisine dayalı yasal bir evlilik yapmışsa onun cezası taşlanarak öldürülmektir.
2-Kadın evli olsa da henüz evlilik ilişkisi yaşamamışsa, kocası onunla karıkoca olmamışsa cezası yüz kırbaç ve bir yıllığına toplumdan atılmaktır. Eğer zinacı kadın ve erkek ergenlik yaşından küçükseler, bütün ulemalara göre cezalandırma yoktur.
Humeyni Tahriri El Vesile kitabı PDF sayfa resmi

BÖLÜM 2 MEDİNE
İshak 281; “Peygamber Medine’ye geldiğinde yaşı elli üç tü.”
M.S.Mayıs 623/Hicri 1,Allah’ın elçisi Ayşe ile karıkoca oldu. Bu, Du El Kade (Mayıs-Haziran 623), bazı hesaplamalara göre de Medine’ye gelişinden sekiz ay sonra veya yedi ay sonra Şevval (Nisan-Mayıs) ayındaydı. O, Hatice’nin ölümünden sonra, hicretten üç yıl sonra onunla evlendi. O zamanlar altı veya başkalarına göre de yedi yaşındaydı. (Taberi Tarihi; The Foundation of the Community, Volume VII, pp. 6-7]  
Peygamber Ayşe ile peygamberliğinin onuncu yılından sonra, göçten üç yıl önce Şevval ayında evlendi. Karıkoca olduğunda ise o dakuz yaşındaydı.
İbn Ümeyr el Wakıdi’ye göre; Ayşeden peygamber onunla evlendiğinde o dedi ki; Peygamber kızlarıyla bizi bıraktı ve Medine’ye göç etti. Medine’ye vardıktan sonra Zeyd bin Harise ile temsilcisi Ebu Rafi’yi birlikte bize gönderdi. Annemle bir sedyenin üstünde oturuyorduk, annem bağırmaya başladı; Vah benim gelin kızım işte Medine’ye geldik, ve Ebubekir’in çocuklarıyla kaldım ve o Muhammet’e gitti.
Sonra meşgul olduğu yer olan cami etrafında evimizi kurduk burası sonradan onun karılarına da ev olacaktı. Birkaç gün Ebu Bekirin evinde kaldık, sonra Ebubekir peygambere, “Ey Allah’In elçisi, eşinle karıkocalık işini yapmaktan seni ne alıkoymaktadır?” Dedi.
Peygamber Sadak (gelinlik hediyesi) dedi. Ebubekir ona 12,5 onsluk altın verdi ve peygamberi bizim eve gönderdi. Karıkocalık işini, o öldükten sonra yaşadığım yer olan evimde tamamlamıştık.  The History of Al-Tabari: Biographies of the Prophet’s Companions and Their Successors, Volume XXXIX, pp. 171-173  
Taberi 9;131 “ Dallara kurulmuş salıncakta sallanırken annem yanıma geldi ve beni indirdi. Hemşirem beni aldı, biraz suyla yüzümü sildi ve bana rehberlik etmeye başladı. Ben kapıdayken o durduğunda nefesimi çeviremedim. Evimizde yatağın üstünde oturan Muhammed’e getirilmiştim. Annem beni onun kucağına oturttu. Diğer kadın ve erkekler evden ayrıldılar. Peygamber benimle karıkocalığını tamamladığında ben dokuz yaşındaydım.”
Buhari, C-5Kitap 58 Nuamra 234; Ayşe anlattı; Peygamber benimle nişanlandığında altı yaşındaydım. Medine’ye gittiğimde Beni El Haris bin Hazrec’in evinde kaldık. Hastalandım ve saçlarım döküldü. Sonra saçlarım yeniden çıktı ve annem Um Ruman, ben arkadaşlarımla salıncakta sallanırken geldi. Beni çağırdı ve bana ne yapacağını bilmeden ona gittim. Beni elimden tuttu ve evin kapısında dikiltti. Nefessiz kalmıştım ve sonra nefesim açıldı, iyileştim. Biraz su ile yüzümü sildi ve onunla başımı ovaladı. Sonra beni evin içine götürdü. Evde bana, “iyi şanslar, Allah korusun” diyen Ensari kadınlarını görmüştüm. Annem beni onlara teslim etti, onlar beni evlilik için hazırladılar. Beklemediğim anda Allah’ın peygamberi bana öğleden önce gelmişti, annem elimden tuttu ve ona teslim ettiğinde dokuz yaşında bir kızdım.

Kadın Elbisesi İçinde Peygamberin Vahiy Alması Hadisleri (İki ayrı yorumu var)

Bukhari:V5B57N119  Peygamberin Ayşe ile yatma sırası geldiğinde gündüzden insanlar peygambere hediyeler gönderirlerdi. Ayşe dedi ki, diğer eşleri, ikinci eşi Ümmü Seleme’nin(Um anne demektir) dairesinde toplandılar ve dediler;”Um, Ayşe’nin sırası için insanlar günüdüzden peygambere hediyeler göndermişler, bizler de onun kadar hediylerden hoşlanıyoruz. Peygambere söyle de insanlar kim olduğumuza bakmadan sıramız geldiğinde bize de hediyeler göndersinler.
Um, peygambere bunu söyledi ve o yüzünü uzağa çevirdi. Peygamber Um’a döndü ve o isteği tekrar iletti. Peygamber tekrar yüzünü çevirdi. Üçüncü defadan sonra peygamber dedi, “Um, Ayşe’ye zarar vererek bana sıkıntı yaratma, Allah için, O HARİÇ, İLAHİ VAHİYLER BANA BAŞKA KADININ YORGANI ALTINDAYKEN ASLA GELMİYOR.

Sahih Buhari Hadis Numarası 2393 Cilt başlığı “İncelik ve Zerafet” Konu Başlığı, “Eşlerin Arkadaşlarına Neler Bahşedildi?” İsmail anlattı, erkek kardeşi anlattı, Süleyman anlattı, Urwe’nin oğlu Hişam anlattı, onun babası anlattı, Ayşe anlattı ve onunla alakalı olarak peygamberin eşleri iki gruba ayrılmışlardı.
Grubun biri Ayşe, Hafsa, Safiye ve Sevde’den oluşuyordu, Umm Seleme ve diğerleri de öteki grubu oluşturuyordu. Müslümanlar peygamberin Ayşe’ye olan aşkını öğrendiklerinden ona hediye göndermek istiyorlardı ve bazen peygamber onları Ayşe’nin evine teslim etmekte gecikiyordu.
Ummü Seleme yanlısı grup, Ümmü Seleme’ye gelerek, peygamberin insanlara kim olduğuna bakılmaksızın kendileri için de hediyeler alıp ona vermelerini söylemesini istediler
Böylece Um Seleme peygambere gitti ve arkadaşlarının isteklerini iletti. O da cevap vermedi. Peygamberin cevabını sorduklarında o da “cevap vermedi” dedi. Tekrar gidip isteklerini iletmesini söylediler ve peygamber onda dedi ki;
“Beni Ayşe ile rahatsız etmeyin, ondan başkasının elbisesi içindeyken asla vahiy gelmiyor”
Üç yaşında Fatıma sultan "2" yılda dört koca eskitiyor. Bu Osmanlı sarayı.

Bu hadisin Kuran Dehr/İnsan Suresi 21. Ayet tefsiri E.H.Yazır) cennete erkeklerin kadın gibi gözleri sürmeli, bilezikli, yeşil ipek elbiseli, küpeli, gidecekleri anlatılıyor. Elmalılı sadece ayet ifadesine yorum olarak vermiş.

Yıllar sonra şişman ve yaşlı peygamber “BİR BEBEK KIZ” istedi.
İbni İshak; Suheyli,2;9 Yunus İbni İshak’tan riyayet ve kayıt edildiğine göre peygamber onu (Um’mul Fadl)  önünde yavaş yavaş yürürken gördü ve dedi ki; “Büyüdüğünde ben de sağ olursam onunla evleneceğim”(Başvuru 10-S.311)
Abbas‘ın kızı Um Habibe’yi süt emme çağındayken gördü ve dedi; “Ben sağ iken büyürse onunla evleneceğim.” (Müsned Ahmed, Numara 25636)
Çocuklar Yoksa Bir Hayvanla Yapınız;
Bir adam, deve, koyun, inek ve benzeri hayvanlarla cinsel ilişkiye girebilir. Ancak, orgazm olduktan sonra hayvanı öldürmelidir. Kendi köyünde o hayvanın etini satamaz ceza olarak sadece komşu köyde satabilir.
Ayetullah Humeyni, Tahrir El Vesile C.4. Darul Elm Kum İran 1990
Biri, bir ineği, koyunu veya deveyi anal yoldan kullanırsa sidiği ve dışkısı kirlenmiş olacaktır ve sütü tüketilemez olacaktır. Hayvan olabildiğince c,çabuk öldürülmeli ve yakılmalıdır.
Küçük Yeşil Kitap Ayetullah Humeyni’nin Siyasi, Felsefi, Dini ve Sosyal Deyişleri. ISBN Numarası 0-553-14032-9,Sayfa 43
Türkçeleştiren
Alaedin Yavuz

PEDOPHILIA LAWS FROM ISLAMIC-FATWA.NET  
Tevrat Kral Saul kitabı
Saul'un oğlu Yonatan'ın"pasif eşcinsel" kölesi
Davut peygamberi böyle resmetmişler.

Question 1809
After the permanent committee for the scientific research and fatwahs (religious decrees) reviewed the question forwarded by the grand scholar of the committee with reference number 1809 issued on 3/5/1453 and 7/5/1421 (Islamic calendar)  
Question: ‘It has become widespread these days, and especially during weddings, the habit of mufa’khathat of the children. (mufa’khathat - literally translated, it means “placing between the thighs” which means placing the male member between the thighs of a child) What is the opinion of scholars, knowing full well that the prophet, the peace of Allah be upon him, also practiced the “thighing” of Aisha - the mother of believers - may Allah be pleased with her.’  
Answer: After studying the issue, the committee has answered as follows:
As for the prophet, thighing his fiancée Aisha when she was six years of age and not able to consummate the relationship due to her small age. That is why the Prophet used to place his male member between her thighs and massage it, as the prophet had control of his male member not like other men.  
Ayatollah Ruhollah Khomeini, The Supreme Leader of Iran, the Shia Grand Ayatollah, 1979-89 said in his official statements:
"A man can quench his sexual lusts with a child as young as a baby. However, he should not penetrate. Sodomizing the baby is halal (allowed by sharia). If the man penetrates and damages the child, then he should be responsible for her subsistence all her life. This girl, however, does not count as one of his four permanent wives. The man will not be eligible to marry the girl’s sister. It is better for a girl to marry when her menstruation starts, and at her husband's house rather than her father's home. Any father marrying his daughter so young will have a permanent place in heaven."
Khomeini, "Tahrirolvasyleh" fourth volume, Darol Elm, Gom, Iran, 1990  
 “It is not illegal for an adult male to 'thigh' or enjoy a young girl who is still in the age of weaning; meaning to place his penis between her thighs, and to kiss her.”
Ayatu Allah Al Khumaini's "Tahrir Al wasila" p. 241, issue number 12  
"Young boys or girls in full sexual effervescence are kept from getting married before they reach the legal age of majority. This is against the intention of divine laws. Why should the marriage of pubescent girls and boys be forbidden because they are still minors, when they are allowed to listen to the radio and to sexually arousing music?"
"The Little Green Book" "Sayings of the Ayatollah Khomeini", Bantam Books

MUHAMMAD, THE PROPHET OF ISLAM
PART 1 MECCA  
An Arab is regarded as an old man, a sheik, when he is fifty.
Muhammad married Aisha when she was six years old in Mecca and she joined him in Medina three years later when he was 53. He began having sex with Aisha when she was nine years old and still playing with dolls.  
This is the original story told by the ONLY valid biographers of Muhammad and Islam, Ibn Ishaq and Tabari, and the hadiths of Bukhari and Muslim. Refer also to the works of the Qur’an commentators Ibn Kathir and Ibn Qayyim. (Ibn Kathir, The Life of the Prophet Muhammad (Al-Sira al-Nabawiyya), Volume II, translated by professor Trevor Le Gassick, Garnet Publishing Limited, UK. The Center for Muslim Contribution to Civilization, 2000. pp. 93-94)
 (Ibn Qayyim Al-Juaziyyah, Zad-ul Ma’ad fi Hadyi Khairi-l ‘Ibad (Provisions for the Hereafter, From the Guidance of Allah’s Best Worshipper) translated by Jalal Abualrub, [Madinah Publishers & Distributors, December 2000] Volume I, pp. 157-158)  
Muhammad said that he had dreamed of Aisha before demanding her from her father, and his own brother in Islam, Abu Bakr, claiming special ‘prophets rights’ when Abu Bakr was reluctant to give her to him.  
Bukhari, Volume 5, Book 58, Number 235: Narrated 'Aisha: That the Prophet said to her, "You have been shown to me twice in my dreams. I saw you pictured on a piece of silk and someone said to me, 'This is your wife.' When I uncovered the picture, I saw that it was yours. I said, 'If this is from Allah, it will be done."  
Bukhari, Volume 7, Book 62, Number 18: Narrated 'Ursa: The Prophet asked Abu Bakr for 'Aisha's hand in marriage. Abu Bakr said "But I am your brother!"
The Prophet said, "You are my brother in Allah's religion and His Book, but she (Aisha) is lawful for me to marry."  
Marriage to a female already offered to another was illegal in Arab law. Abu
Bakr had already arranged for Aisha to marry Djubayr Mutim.  
Yahuydi dini "3=üç yaşında "evliliğe izin veriyor.

Muhammad married ‘A’isha in Mecca when she was a child of seven and lived with her in Medina when she was nine or ten. She was the only virgin that he married. Her father, Abu Bakr, married her to him and the apostle gave her four hundred dirhams. (Ibn Ishaq, Sirat Rasulullah (The Life of Muhammad) translated by Alfred Guillaume [Oxford University Press, p. 792)  
Tabari VII:7 “The Prophet married Aisha in Mecca three years before the Hijrah, after the death of Khadija. At the time she was six.”
Tabari IX:128  “When the Prophet married Aisha, she was very young and not yet ready for consummation.” [The History of Al-Tabari: The Foundation of the Community] translated by M.V. McDonald annotated by W. Montgomery Watt [State University of New York Press, Albany 1987], Volume VII, pp. 6-7) (The History of Al-Tabari: The Last Years of the Prophet, translated and annotated by Ismail K. Poonawala [State University of New York Press, Albany 1990], Volume IX, pp. 129-130)  
Bukhari, Volume 5, Book 58, Number 236: Narrated Hisham's father: Khadija died three years before the Prophet departed to Medina. He stayed there for two years or so and then he married 'Aisha when she was a girl of six years of age, and he consummated that marriage when she was nine years old.

Pedophilia and Bestiality In Islam


 By Jennifer King 
2005/07/18
Pedophilia is legal in Islam.
The law ordering pedophilia is in chapter 65, entitled ‘The Divorce’ and qualified by Islamic law, which is based on the sunnah, the ‘perfect example’ of Muhammad recorded in the hadiths, traditions. The context deals with the issue of the waiting period for divorce, and remarriage. The Quran orders Muslim men to wait a period of three months in the case of women who either are no longer menstruating or haven’t yet started their menstrual cycles.  
وَاللَّائِي يَئِسْنَ مِنَ الْمَحِيضِ مِن نِّسَائِكُمْ إِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلَاثَةُ أَشْهُرٍ وَاللَّائِي لَمْ يَحِضْنَ وَأُوْلَاتُ الْأَحْمَالِ أَجَلُهُنَّ أَن يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّ وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مِنْ أَمْرِهِ يُسْرًا
 (4. Those in menopause among your women, for them the `Iddah, if you have doubt, is three months; AND FOR THOSE WHO HAVE NO MENSTRUATION. And for those who are pregnant, their `Iddah is until they lay down their burden; and whosoever has Taqwa of Allah, He will make his matter easy for him.)
(5. That is the command of Allah, which He has sent down to you; and whosoever has Taqwa [fear] of Allah, He will expiate from him his sins, and will increase his reward.) Qur’an chapter 65:4
Tahrir El Vesile-İran Medeni ve Ticaret Şeri Hukuk Kitabı
Üç yaşında süt emen çocuğa cinsel taciz serbest

ISLAMIC LAW  
Islamic law is based on the rules of the Qur’an and the sunnah, the ‘perfect example’ of Muhammad, the Muslim prophet, recorded in the hadiths, traditions. All Muslims are ordered to imitate Muhammad’s ‘perfect example’ in thought, word and deed. They are ordered to regard Muhammad as the ideal human being and Islam as the best system for humanity forever, a system that Islamic law orders must rule the world and abolish all other religions, cultures and laws.  
The definition of the word consummate: In Sahih Bukhari, vol. 7, #64, the root word used is dakhala. Hans-Wehr Arabic-English Dictionary p273: it means ‘to enter, to pierce, to penetrate, to consummate, cohabit, to have sex with a female’.

PEDOPHILIA LAWS FROM ISLAM Q&A
(www.islam-qa.com)
Question #22442: The ruling on marrying young girls
Question #12708: Is it acceptable to marry a girl who has not yet started her menses?
Answer: Marriage to a young girl before she reaches puberty is permissible according to sharee’ah, and it was narrated that there was scholarly consensus on this point. 
1 – Allaah says (interpretation of the meaning): 
“And those of your women as have passed the age of monthly courses, for them the ‘Iddah (prescribed period), if you have doubt (about their periods), is three months; and for those who have no courses [(i.e. they are still immature) their ‘Iddah (prescribed period) is three months likewise” [al-Talaaq 65:4] 
In this verse we see that Allaah states that for those who do not menstruate – because they are young and have not yet reached the age of puberty – the ‘iddah in the case of divorce is three months. This clearly indicates that it is permissible for a young girl who has not started her periods to marry.   
Question #27305: Is it permissible to marry a thirteen year old girl? 
The Prophet (peace and blessings of Allaah be upon him) married ‘Aa’ishah (may Allaah be pleased with her) when she was six years old, and he consummated the marriage with her when she was nine, and at that time he was over fifty. 
Al-Bukhaari (3894) and Muslim (1422) narrated that ‘Aa’ishah said: The Prophet (peace and blessings of Allaah be upon him) married me when I was six years old and consummated the marriage with me when I was nine.    
It was narrated from ‘Aa’ishah (may Allaah be pleased with her) that the Prophet (peace and blessings of Allaah be upon him) married her when she was six years old, he consummated the marriage with her when she was nine and she stayed with him for nine years.  
If she has not reached the age of puberty, then her father has the sole right to arrange her marriage and does not have to ask her permission. With regard to the wedding-party of a young married girl at the time of consummating the marriage, if the husband and the guardian of the girl agree upon something that will not cause harm to the young girl, then that may be done. If they disagree, then Ahmad and Abu ‘Ubayd say that once a girl reaches the age of nine then the marriage may be consummated even without her consent, but that does not apply in the case of who is younger.There is nothing in the hadeeth of ‘Aa’ishah to set an age limit or to forbid that in the case of a girl who is able for it before the age of nine.  
Question #8981: What is the punishment for a girl found guilty of adultery if she has not even reached her puberty - she is still a minor?  
Answer: Al-Qurtubi said: The followers of all religions are agreed that adultery is forbidden; no religion regards it as permissible. Hence the punishment for it is one of the most severe punishments, because it is a crime against honour and lineage, which is one of the five basic principles that Islam seeks to protect, namely life, religion, lineage, reason and wealth. 
Tafseer al-Qurtubi, 24/20, 21
1 – If a woman has been previously married i.e., a legitimate marriage with her has been consummated, then her punishment is to be stoned to death.
2 – If the woman is a virgin i.e., she is not married yet or the marriage contract has been done but her husband has not yet consummated the marriage with her – then the punishment is one hundred lashes and exile from her country for a year. If the adulterer or adulteress is a minor below the age of puberty, then there is no punishment to be carried out, according to all scholars

PART 2 MEDINA
Ishaq:281  “When the Apostle came to Medina he was fifty-three.” 
“In May, 623 A.D./A.H. 1, Allah’s Messenger consummated his marriage to Aisha. This was in Dhu al-Qa‘dah (May-June 623) eight months after his arrival in Medina according to some accounts, or in Shawwal (April-May 623) seven months after his arrival according to others. He had married her in Mecca three years before the Hijrah, after the death of Khadijah. At that time she was six or according to other accounts, seven years old. [The History of Al-Tabari: The Foundation of the Community, Volume VII, pp. 6-7]  
The Prophet married ‘A’ishah in Shawwal in the tenth year after the [beginning of his] prophethood, three years before Emigration. He consummated the marriage in Shawwal, eight months after Emigration. On the day he consummated the marriage with her she was nine years old.
According to Ibn ‘Umayr al-Waqidi: ‘A’ishah was asked when the Prophet consummated his marriage with her, and she said: The Prophet left us and his daughters behind when he emigrated to Medina. Having arrived at Medina, he sent Zayd b. Harithah and his client Abu Rafi’ for us. I was sitting in the litter together with my mother, and she started exclaiming "Alas, my daughter, alas you bride!” We then arrived at Medina, and I stayed with Abu Bakr’s children, and Abu Bakr went to the Prophet.
The latter was then busy building the mosque and our homes around it, where he later housed his wives. We stayed in Abu Bakr’s house for a few days; then Abu Bakr asked the Prophet "O Messenger of Allah, what prevents you from consummating the marriage with your wife?" The Prophet said "The bridal gift (sadaq)." Abu Bakr gave him the bridal gift, twelve and a half ounces of gold, and the Prophet sent for us. He consummated our marriage in my house, the one where I live now and where he passed away.’ The History of Al-Tabari: Biographies of the Prophet’s Companions and Their Successors, Volume XXXIX, pp. 171-173  
Tabari IX:131 “My mother came to me while I was being swung on a swing between two branches and got me down. My nurse took over and wiped my face with some water and started leading me. When I was at the door she stopped so I could catch my breath. I was brought in while Muhammad was sitting on a bed in our house. My mother made me sit on his lap. The other men and women got up and left. The Prophet consummated his marriage with me in my house when I was nine years old.”  
Bukhari, Volume 5, Book 58, Number 234: Narrated Aisha: The Prophet engaged me when I was a girl of six years. We went to Medina and stayed at the home of Bani-al-Harith bin Khazraj. Then I got ill and my hair fell down. Later on my hair grew again and my mother, Um Ruman, came to me while I was playing in a swing with some of my girl friends. She called me, and I went to her, not knowing what she wanted to do to me.
She caught me by the hand and made me stand at the door of the house. I was breathless then, and when my breathing became alright, she took some water and rubbed my face and head with it. Then she took me into the house. There in the house I saw some Ansari women who said, "Best wishes and Allah's Blessing and a good luck." Then she entrusted me to them and they prepared me for the marriage. Unexpectedly Allah's Apostle came to me in the forenoon and my mother handed me over to him, and at that time I was a girl of nine years of age.  
'A'isha reported that she used to play with dolls in the presence of Allah's Messenger (may peace be upon him) and when her playmates came to her they left (the house) because they felt shy of Allah's Messenger (may peace be upon him), whereas Allah's Messenger (may peace be upon him) sent them to her. [Sahih Muslim, Book 031, Number 5981]  
Sahih Bukhari Volume 8, Book 73, Number 151: Narrated 'Aisha: I used to play with the dolls in the presence of the Prophet, and my girl friends also used to play with me. When Allah's Apostle used to enter they used to hide themselves, but the Prophet would call them to join and play with me. (The playing with the dolls and similar images is forbidden, but it was allowed for 'Aisha at that time, as she was a little girl, not yet reached the age of puberty.) (Fateh-al-Bari page 143, Vol.13)  
Sahih al-Bukhari, Volume 7, Book 62, Number 163, 118: Narrated 'Aisha: The
Prophet was screening me with his Rida' (garment covering the upper part of the body) while I was looking at the Ethiopians who were playing in the courtyard of the mosque. I continued watching till I was satisfied. So you may deduce from this event how a little girl who has not reached the age of puberty who is eager to enjoy amusement should be treated in this respect.  
Muhammad claimed that he received his revelations from Allah while he was in bed with this little girl and while he was wearing her clothes...  
Tabari VII:7  Aisha said, “There are special features in me that have not been in any woman except for what Allah bestowed on Maryam bt. Imran. I do not say this to exalt myself over any of my companions.’ ‘What are these?’ someone asked. Aisha replied, ‘The angel brought down my likeness; the Messenger married me when I was seven; my marriage was consummated when I was nine; he married me when I was a virgin, no other man having shared me with him; Inspiration came to him when he and I were in a single blanket.  
Bukhari:V5B57N119  “The people used to send presents to the Prophet on the day of Aisha’s turn [for sex]. Aisha said, ‘His other wives gathered in the apartment of Um Salama [wife number two] and said, “Um, the people send presents on the day of Aisha’s turn and we too love the good presents just as much as she does. You should tell Allah’s Apostle to order the people to send their presents to him regardless of whose turn it may be.”
Um repeated that to the Prophet and he turned away from her. When the Prophet returned to Um, she repeated the request again. The Prophet again turned away. After the third time, the Prophet said, “Um, don’t trouble me by harming Aisha, for by Allah, the Divine Inspiration never came to me while I was under the blanket of any woman among you except her.”  

Sahih Bukhari, Hadith Number: 2393 Volume Title, “Grace and its Virtues.” Chapter Title, “What was Granted to the Companions and the Wives.” Narrated by Ismail, narrated by his brother, narrated by Sulaiman,  narrated  by Hisham Ibn Urwah, narrated by his father, narrated by Aisha, who related  that the wives of the prophet were divided into two groups.
One group consisted of Aisha, Hafsa, Safiya and Sawdah while the other group consisted of Um Salamah and the rest of the women that belonged to the prophet. The Muslims had learned of the great love that the prophet had for Aisha so that if one of them had a gift he desired to give to the prophet, he would delay giving it until the prophet came to Aisha’s house.
Then the group who sided with Um Salamah came to Um Salamah and asked her to tell the prophet that he should command the people that if any of them had a gift to give to the prophet, they should give it him in whatever house of his wives the prophet was in at the time.
So Um Salamah went and talked with the prophet but he did not respond to her. When the group asked her what the prophet said she told them that he did not respond. So they asked her to go talk to him again until he responds. Then the prophet said to her, “Do not hurt me with Aisha, for the inspiration did not come upon me when I was wearing a woman’s clothes (Thowb) except that of Aisha.”  http://hadith.al-islam.com/Display/Display.asp?hnum=2393&doc=0    
Years later, fat and elderly, Muhammad wanted to claim A BABY GIRL.
Ibn Ishaq: Suhayli, 2.79: In the riwaya of Yunus Ibn Ishaq recorded that the apostle saw her (Ummu’l-Fadl) when she was baby crawling before him and said, ‘If she grows up and I am still alive I will marry her.’ (ref.10, p. 311)  
Muhammad saw Um Habiba the daughter of Abbas while she was fatim (age of nursing) and he said, "If she grows up while I am still alive, I will marry her." (Musnad Ahmad, Number 25636)  
If there are no children available, an animal will do:
A man can have sex with animals such as sheep, cows, camels and so on. However, he should kill the animal after he has his orgasm. He should not sell the meat to the people in his own village; however, selling the meat to the next door village should be fine.
Khomeini's book, "Tahrirolvasyleh" fourth volume, Darol Elm, Gom, Iran, 1990  
"If one commits the act of sodomy with a cow, a ewe, or a camel, their urine and their excrement become impure, and even their milk may no longer be consumed. The animal must then be killed and as quickly as possible and burned."
The Little Green Book, Sayings of Ayatollah Khomeini, Political,
Philosophical, Social and Religious, ISBN number 0-553-14032-9, page 47

19 Mayıs 2012 Cumartesi

ABDAL HANDAN BEDİÜZZAMANA YEZİDİ KÜRTÇÜLÜK


SABİ, YEZİDİ BİTLİS ve  BÜYÜCÜ BEDİÜZZAMAN

Bu gün bizler Bitlis ilimizi “Müslüman” biliriz. Oysa çok değil “350” üç yüz elli yıl öncesine baktığımızda Bitlis’in içinde Şafi Müslümanlar olduğunu ancak Bitlis Hanının Yezidi sihir, büyü ustası bir Kürt olduğun Bitlis’te çoğunluğun da Yezidi Kürdi, Sabi, Çileci Hint, Hıristiyan Rum ve Arap dervişleri ile dolu olduğunu görüyoruz.
Bunları bize gösteren ise Bitlis Hanının ikramları yüzünden onu göklere çıkaran ama eline esir düştüğünde canını zor kurtarmasına rağmen gene de metheden Evliya Çelebi’dir.
Komşusu Siirt’in ise Sabiyye / Sabi Arami (Süryani) Arap ve Hıristiyan Araplar olduklarına tanık oluyoruz.
İnsan sormadan edemiyor;

-Günümüzden üç yüz elli yıl öncesine kadar Yezidi Kürt, Sabi Arap, Arami, Ermeni olan bu bölge halkı ne zaman Müslüman oldu da Said-i Kürdi gibi bir Yezidi Ermeni nasıl yetişti de bu milletin başına son yüzyılda bela edilerek Türk ve Müslüman milletlerin Haçlı devletlerine “gönüllü teslim olmalarına” aracılık etti diye?
Bu yazıda Bitlis’in Yezidi olduğunu, Said- Kürdi’nin “Bediüzzaman” olan adının M.Ö. 2.000’lere uzanan kökenlerini Arami kökenlerini okuyacağız.

Önce Evliya Çelebi’nin kaleminden Bitlis tarihine bakarak bölge halkının Grekleştirilmesinin (Yunan) ve Kürt- Ermeni Grek soylarının karıştığını gösteren bilgilere bakalım. Sonra da Said-i Kürdi Bediüzzaman-ı Deliüzzaman’ın bu Grek-Yezidi Kürt kardeşliğini bildiğine tanık olalım.

Evliya Çelebi’nin (1611-?) seyahatnamesinde, Melek Ahmet paşa ve askerleri ile birlikte yaptığı doğu Anadolu ziyaretleri, “Seyahatname” kitabının dördüncü cildinde 478 ile 512 sayfaları arasında yer almaktadır.
Evliya, Şerefname’den alıntı yaparak Bitlis şehri adını Grek imparatoru Büyük İskender’in hazinedarı olan Bitlis yaptırdığından adını ondan almıştır. (M. Ö. 333-350) Gürcistan’daki Tiflis şehir de adını ondan almıştır. Tiflis’in içinden geçen Küre nehrinin sağındaki ve solundaki tepeler üzerindeki parçalarının da adları Tiflis ve Bitlis’tir.

Evliya Çelebi’nin ziyaretinde Bitlis hâkimi Abdal Han’a bağlı “70” aşiret/kabile vardır. En seçkini Mudiki beyi Ali Bey’dir. Nüfusu Rozikilerden olup “40.000” Kırk bin’dir. Diğer Kürtler gibi, yiğit, bahadır değillerdir. Elleri ve sakalları kınalı, gözleri sürmeli, temiz hüner sahibi, hoş sohbet kimselerdir.  Han’ın kaydına göre Bitlis Eyaletinde “43.000” Kırk üç bin Yakubi (Yahudi) yaşamaktadır. Şehirde Bitlis eyaletinde 110 camii vardır. Sultan Şerefüddin Camii en çok cemaat toplayan camidir. Yetmiş “70” adet mektep, Sultan Şeref, Gök Meydan, Versengi Hacıbey ve Huteybe olmak üzere dört medrese vardır. Halkın yaşam süresi  “70” yetmiş ile “100” yüz yıldır.

Evliya’ya göre, Bitlis Hâkimi Abdal Han, felsefe, kimya ve simya (büyü) bilimlerini çok iyi bilir. Seksen yaşında afyonkeş (esrarkeş), zayıflıktan lades kemiğine dönmüş birisini ilaç verip hamama sokmuş öyle bir iş eylemiştir ki adam yeniden canlanıp üç günde taptaze, kırmızı elma gibi yanaklı birisi olmuştur. Attan düşen, damdan tekerlenen, uçan kimseleri sarıp sarmalayıp yedi günde ayağa kaldırır (Büyücülük). Diyerek övmektedir.

Giyim, kürklü han kölesi çoktur. Şirvan, Maden yakınlarında Şayakı, renkli çuhadan Serhaddi ve kantuş giyerler. Fakirleri Bogasi giyerler.
19. ve 20.yy. Bitlis-Harput Kürt isyancılarının giyimleri
Kadınları çarşı pazarda gezmedikleri ve dışarı çıkmadıkları için kadınlarını bilmiyoruz.  Rabia Adviye derecesinde temiz ahlaklı, dindar, güzel hatunları pek örtülüdürler. Bazı arkadaşlarımızdan işittiğimize göre, kadınları beyaz çarşafa bürünüp (Sabi ve Hint Cin dini kadınlarının kıyafeti) yüzlerinde Bürka (Burka) başlarında altın ve gümüş takke bulunurmuş Elbiseleri de hep ipekten (İslam’da haramdır) imiş.




Bitlis, Siirt, Hakkari, Mardin, Kuzey Irak
Yezidi Kürt, Arap kadın giyimi

Evliya Çelebi’nin seyahatnamesini okuduğunuzda, kendisine ilgi ve itibar gösterenlerin kusuruna bakmayan bir kişiliği olduğunu görürsünüz. Aslında dini bilgisi oldukça yerinde olan Evliya Çelebi’nin bölge kadınlarının giyimlerindeki “örtünme” şeklinin İslami değil Yezidi, Sabi örtünme şekli olduğunu çok iyi bildiği halde bundan bahsetmemesini Bitlis Hanı Abdal Han’ın cömertliğine, ikramlarına bağlıyorum. Aşağıda anlatacağı büyü, sihir olayları Tevrat, İncil ve Kur’an’da yasaklanmıştır, büyücü Molla Mehmet bile “kendisinin bağlanabileceğini” dile getirdiği halde Melek Ahmet paşa ve Evliya Çelebi’nin “ikram bolluğu” yüzünden bölgede Sabi (her dine dönen demektir.) ve Mecüsi dinini görmezden gelmeleri tuhaftır ve dine de aykırıdır. Evliya Çelebi’nin Anadolu’nun her yerinde, Irak, Suriye, Arabistan ve Mısır’da bir çok sihir/ büyülerine tanık olur ve bunları anlatır. Bu örnekler de Osmanlı’da “İslam’ın değil de “İslam-î görünümlü Sabilik, Mecusilik, Zerdüştlük” inanışlarının yaşandığına delildir.
Bitlis Ermeni kadınlarının giyimleri 19.yy.


Bölgenin Dini Geçmişi;
Bitlis Kalesi
Büyük İskender (M.Ö.333-300) öncesi ve sonrası dönemlerde bölge halkının dinleri Sümer, Babil, Med (İran), Hint ve Mısır kaynaklı dinlerdir. Tümünün esasında, tanrı olarak taptıkları her şekle girebilen dev ve cüce Cinlere ibadet kültü yatar. Bütün bu cinlerin /şeytanların hepsi göklerdeki yıldızlardan gelmiş ve onların atalarını yaşatmış, iyi-kötü cinlerdir. Akad kökenli bir halk olduğu kabul gören Aramilerin dinleri olan Sabilik ve bunun farklı mezhepleri Yahudilik, Zerdüştlük, Hıristiyanlık, Yezidilik-Mecusilik ve İslamiyet’e kaynak olmuştur. Ezan, iki- üç- beş- yedi vakit Namaz, Tespih, “30” gün oruç, Hac, tavaf, vaftiz, çilekeşlik gibi dini ibadetler ve uygulamaların kökeni Sabilik dinidir. Baş tanrıları arasında ay tanrısı Sin, Hadad, Er Ramman, Ruda, El Ruha” vardır ve cennetten kovulan Ruda veya Ruha’dan türediklerine inanırlar. Sabi ilahi metinlerinde El Ruha’nın babasının “Allah” olduğu geçmektedir. Sabilerde “La ilâhe illallah” (Allahtan başka Allah yoktur” ilkesi İslam’dan bin beş yüz- kik bin yıl öncesine uzanır.  

Özellikle, Türkiye’de Diyarbakır, Bitlis, Siirt, Hakkâri, Mardin ve Urfa (Osmanlı’da bile adı El Ruha’dır) bölgelerinde yoğundurlar.
Ay’ın erkek Güneşin dişi tanrı-çalar olduğuna ve Merkür, Venüs, Dünya, Ay, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün güneşten doğduklarına inanırlar. Bu gök cisimlerinin tanrı ve tanrıçaların “bedenleri”  olduğuna inanırlar. Gezegenlerin güneş etrafındaki yörüngelerine istinaden “çember/daire“ Sabi ve Yezidilerde kutsaldır.
Kadınlarının örtünmeleri, çarşaf-peçe ve burka gibi kıyafetlerdir. Erkekleri sarık, cübbe, şalvar giyerler. Hindistan’daki Cin dini inananları gibi “dikişsiz elbise giyerler. 

Bazıları Tevrat ve İncil okur. Urfa’nın Harran ilçesinde yaygın büyücülük, sihir eğitimi veren üniversitelerini dört bin yıl kadar önce kurmuşlardır.  Etiyopya ve Tomas İncillerine dayalı Ermeni ve Süryani Hıristiyanlığı da İsa’yı “insan” kabul ettiklerinden İslam’a çok benzer. Bölge Hıristiyanlarını, Sabi ve Yezidileri Müslümandan ayırt etmek kolay değildir. Grek İncil’ini kabul eden Vatikan ve İstanbul Patrikhaneleri bunları “şeytani, kâfir” ilan etmiştir. Özellikle Sabi mezhepleri ile Tevrat öğretisini karıştırmış eski Yahudi kabileleri de bölgede yaşamaktadırlar. Kendi kimliklerini gizli tutarlar ve bölgeye hangi din hâkimse “ondan görünerek” tâkıyye (gizlenme) yaparlar.

Tarih Boyunca Bölge Halkları;

Tarih boyunca bölge halkları, Akad kökenli Aramiler, Asurlular, Hurriler, Azziler, Medler, Hititliler, Farslar, Grekler (Yunanlılar), Türkler, Gürcüler, Çerkezler, Ermeniler olmuşlardır. M.S. VII. ve VIII. yüzyıllarda Emevi ve Abbasi İslam imparatorlukları idaresine giren bölge halkı baskılarla Müslümanlaştırıldıysalar da Emevilerin çöküşleri olan 740’lı, Abbasileri çöküşleri olan 850’li yıllarda Bizans İmparatorluğu saldırılarına maruz kalmış ve bölgede Müslüman kimse kalmayacak şekilde soykırımlar gerçekleştirilip, Grek kökenli Hıristiyanlar yerleştirilmiştir. Yüz yıl kadar sonra Selçuklular idaresine giren bölge halkının demografik yapısı gelen Müslüman Türk, Fars, Arap ve Kürtlerle değişmiştir. XIII. Yüzyıl başlarında gelen Cengiz Han akınları, XV. Yüzyıl başında Timur akınlarıyla bölgenin nüfus yapısı Türk, Moğol ve beraberlerinde gelen kavimler lehine değişmiştir.
Yezidi Kürt kıyafeti

XVI. yüzyıl başlarında I.Selim döneminde Osmanlı idaresine giren bölgedeki Türkmenler Sünni mezhebine girmedikleri için kâfir ilân edilip İran’a sürüldüklerinde yerlerine Afganistan Himalaya yaylalarından Kürt aşiretleri getirilerek yerleştirilmişlerdir. İran’a göçe zorlanan Türkmenlerden bir kısmı “Kürt olduk” diyerek bölgede yaşamaya başlayıp zaman içinde Kürtleşmişlerdir.

Evliya Çelebi’nin Bitlis Anıları;

Kefender Kalesinden ayrıldıktan sonra Evliya anlatmaya başlar;
“Oradan yine paşa efendimizle kalkıp doğuya doğru sarp ve taşlık içindeki Bitlis nehri kenarınca gittik. Zeriki dağı taraflarında Çemende bayırı denilen yerde büyük bir dere içinden Bitlis nehri baş aşağı akıp Keyfa kalesi altında Şatt nehrine karışır.
O sarp yerde Bitlis Han’ı Abdal Han’ın askeri göründü. Baktık ki Abdal han atından inmiş, koşarak paşaya geliyor. Eteğini öpeceği esnada paşa atından indi, birbirleriyle kucaklaşıp öpüştüler. Hayli sohbet ettikten sonra Han dedi ki;
Bitlis Kale

-Sultanım, hemen ata binip ileride kahvaltı edesiniz!
Paşa yine atına binmiş sekizer, kat mehterhanesini döğerek gidiyordu. Baktık ki çimenlik bir dere. İçindeki Acem (İranlı/Farsi), Türkmen ve Kürt tarzında obalar, Osmanlı gölgelikleri ve çadırlar ile sanki lâle bahçesine dönmüş. Paşa bu iç açıcı yere varıp çadırında kaldı. Bir anda tamamen altın ve gümüş tepsiler, fağfuri (Çini), balgami () ve mertebani (Dereceli ) kâseler ile bir sofra kurulmuştu. Melek Ahmet paşa efendimizin üç bin askerine üç bin nevgerine ve karşılamaya gelen şehir ayanına etrafta olan Kürtlerin ileri gelenlerine yettikten başka, çimen üzerine binlerce sahan çeşitli yemekler dökülmüştü.

Oradan hareket edilirken Han hemen paşanın huzurunda yer öptü. On iki adamı yetmiş adet hana bağlı işret (aşiret) beyleri de saygı gösterisinde bulunup yere kapandılar. Han dedi ki;

-Efendim, bu istirahat ettiğiniz yedi aded otağ ve çadırlar sultanımın sefa etmesi içindir. Kabul buyurun. Huzurunuza gelen elli aded gümüş sahanlar ve yüz aded fağfuri mertebaniler ile bütün yemek kabları sultanımındır. Dört Çerkez, dört Gürcü ve dört Abaza köleler dahi sultanımın köleleridir.
Sonra el öptü. Paşa da kemerinden Sultan Murad Han hançerlerinden sivri uçlu ve keskin bir hançer çıkarıp hediye etti. Kendi eliyle Han’ın beline bağladı. Bir samur (Samur kürk) Han’a üç kürk de çocuklarına, yetmiş aded kuşaklık altın yaldızlara bulanmış hilatları Han’ın adamlarına giydirdi. Sonra atına binerek mehterhânesini çaldırıp yola çıktı.
Sabiyye/ Sabi Din adamları

O dere ve tepeler üzerinden Bitlis şehrine diye giderken Hanın büyün adamları bir adamın başına üşüşmüş gülüşerek, şakalar ederek gidiyorlardı.
Ben;
-Acaba bu hay-huy, anlamsız şakaların ve gülünçlüğün sebebi ne ola? Diyerek ileri vardım.

Garip kıyafetli, çirkin görünüşlü bir Kürt’ün başında kuş yuvası olacak kadar uzun bir sarık vardı. Ancak meşale topu olmaya layık sarı, kırmızı, beyaz, yeşil karışımı bir de sakal vardı ki tâ kemerine inmişti.
Zayıf bir ata binmişti, eline iri bir yılan almış altındaki fakir ata o fukaraya yılan ile kamçı gibi vuruyordu. Fakat beygirin adım atacak hali kalmamıştı. Ağzının salyaları çeşme gibi akıyordu, gözünde ise asla fer kalmamıştı. Dört ayağı sanki nane çöpü gibi (çok ince) olmuş, bütün kemikleri teker teker sayılıyor, sağa sola yalpalayarak sersem gibi yürüyordu. Elmacık kemiklerine ikişer torba asmış, o fakir at ise ahrete ayak basmıştı sanki. Yine böyle iken o fakir atı kamçılıyor, kâh inip kâh biniyor, bu çirkin herif sanki hayvanla oyun oynuyordu. Bütün halk ta bunun için gülüşüyordu.

Hanın Kurban Ali adındaki kölesi herife bir altın verip;
-Canım molla Mehmed, küheylana bir kamçıcık eyle! Dedi.
Ben;
-Hey aşık, bre ol kamçıyı vurup koşturursa o son koşusu ahrette olacak! Dedim.
Hemen yılandan kamçı ile o zayıf hayvana vurdu, dizgin düşürüp o sarp kayalara çıkıp Han ile paşanın yanından yıldırım gibi o at ile öyle bir geçti ki bütün paşalar hayrette kaldılar. Hanın askerleri ise gülüştüler. Yine öte baştan geriye doludizgin kayadan kayaya atını çökerterek şimşek gibi gelerek Hanın askerleri arasına girdi. Hemen herifin yanına vardım atı soluyor mu diye? Atının yüzüne gözüne baktım. Ne gözünde nur var ne solur ne durur. Böyle bir alamet yok.
Sabi kadınları Fırat civarı

-Sübhanallah, bu ne sırdır? Derken herif bana gülerek;
-Ne çok bakmışsın satın mı alırsın? Bu at benim büyük dedelerimden kalmıştır. Paşan dahi istese bunu vermem. Dünya halkı buna paha yetiştiremez!
Diye bir takım sözler söyledi. Hanın çaşnigirbaşısı (Yemek tadımcısı) Mustafa dedi ki;
-Evliye Çelebi, sen bu zayıf atı ne sanırsın? Bu Hanın külhanında (çok büyük ısıtma amaçlı mangal) bir tomruk kütük parçası idi. Han bu mollaya alaya binmek için bir at vermediği gibi;

-Melek Ahmet paşa alayına karşı benim alayımı küçültürsün, alaya gitme! Diye tembih etmişti. Hemen bu molla gidip külhanda bu tomruğa bir efsun etti, bu şekilde zayıf bir at oldu. İşte ona binerek burada böyle marifetlerle gösterişte bulundu. Ama Han pek gücendi. Zira sizin paşa bu atın bu şekilde meydana geldiğini öğrenirse;

-Hanın simyacıları ve kimyacıları varmış! Der.
-Bu cihetle Han sonunu düşünerek endişelenip çok üzüldü!
Bu hali öğrenince aklım başımdan gitti ve;
-Bre çaşnigirbaşı, Hazreti peygamberi seversen sen ne dersin? Dedim.

Çaşnigirbaşı;
-Hazreti sultanın temiz ruhu için böyledir. O molla, yârandan ve zevk sahibi kimsedir. Kâh bir sütun parçasına, kâh tekneye, kâh küpe, kâh posta, kâh böyle bir ağaç parçasına binip bir efsun eder. O an binip ne tarafa giderse gider. Kedi, koyun, köpek ve diğer canlı her şeye binse Hazreti Ali’nin düldülü gibi oynattırıp cirit oynatır! Diye yemin etti.
Güzel Sabi bir hanım.
Sulanmayın Müslümanlara kız vermezler.

-Ben buna inanmam. Mutlaka bu sırrı öğrenmem lâzım gerek ! Diyerek Çaşnigirbaşına rica ettim.
-N’ola, düş yanıma! (Haydi gidelim!)
Deyip molla Mehmed’in peşinden Hanın bağına vardık. Hemen molla o at ile bağın arka kapısında içeri girdi. Kimsenin görmediğini sanarak külhana doğru gidince yaya olarak üç adamımla kendisini takip ettim. Attan inip elindeki yılanı çakşırı içine koydu ve çömelerek yere oturdu. Yine çakşırından bir uçkur çıkarıp zayıf atın boğazına bağladı ve bir nara attı. Orası hemen karanlık oldu. Benim gözlerim karardı ve bir baktım ki külhan içinde dallı budaklı bir kütük meydana gelmemiş mi? Drhal çaşnigirbaşı dedi ki;
-Ey molla, rüzgâr gibi süratli atı külhana bağladın!

O da;
-Han dedikleri pis bana bir at vermedi. Ben de böyle yaptım. Vallahi billahi saray Frasi Bağdo’ya binsem gerek idi. Amma Osmanlı alayı geldi, beni bağlarla diye tomruğa binmişim!
Diye cevap vererek olanları inkâr etmedi. Sonra;
-Bunlar kimdir? Diye bizi sordu. Bizimle henüz tanışmamıştı zira! Çaşnigir;
-Allah kelâmının hafızı ve paşanın nedimi olup yanında bulunur! Dedi. Bunun üzerine son derece sevinç duyup bizimle dost oldu…”

Evliya Çelebi Molla Mehmet’in başka göz bağcılıkları konusunda başka tanıklıklarını da anlatır. Bunlardan birisi, Bitlis kalesinin kapılarını kapatıp, işeyerek bütün kaleyi sidikle doldurur, herkes anadan üryan soyunup boğulmamak için yüzmeye ve bir yerlere tutunmaya başlarlar. Uzun süren bu hikâyenin sonunda iki tası birbirine vurarak sihri bozduğunda kalenin bir yerinde bir damla ıslaklık bulunmadığına ve soyunup çıplak kalanların da alay edilerek aşağılandıklarına tanık olduğunu anlatır.

Bir başka sihir tanıklığında da çuvaldan çıkardığı bir yılanın kalenin ortasına giderek devleştiğini ve gözlerinden çıkardığı ateşlerle insanları korkuttuğunu, sonunda Molla Mehmet’in bu yılana binerek hızla şehri terk ettiğini anlatır.  Bu gösterilerine başlarken ortaya koyduğu bir çuval vardır. Çuvalı bıraktıktan sonra tamamen soyunur ve Melek Ahmet Paşa önüne gelerek, “Huzurunuzda soyunmam edep dışıdır ama bakınız ki bende uzuv yoktur der. Baktıklarında tenasül uzuvlarının olmadığı gibi dışkı deliğinin bile olmadığını görürler. Bitlis’te buna benzer daha fazla sihir olayı tanıklıkları da kitapta vardır.
Irak'lı Sabi bir gelin.

Yılanın sırtında meydanı terk edip dağlara gittiğinde bıraktığı çuvalı açarlar ve çuvalın içinde;
Koyun, deve yününden alaca ince ipler, kendir tohumları, içinde çeşitli ilaçlar bulunan kutular, karaçalı dikenleri, kâfur, balmumu, karagünlük, öd, amber, zift, katran, pelyan, zakkum, mum, eski bezler, alaca bezler, Keşan kadifesi, Şam kutnısı parçaları, hokkalar içinde yağlar, macunlar, tatlılar, kavun, karpuz, hıyar, kabak çekirdekleri, çeşitli tohumlar, kumkumalar içinde rakı, sirke, şarap, neft, tüyleri tuzlanmış koyun, keçi başları, ayakları, sandoloz, bir aslan başı, sayısız yılan, sakankur, kertenkele, akrep ve çiyan ölüleri, birer tane olmak üzere eşek, at, katır, deve, domuz ayakları, dişleri, hokkalar içinde canlı kara sümüklü böcekleri, Van gölünde yetişen çeşitli böcekler, kurumuş adam kafatası, kaplan, aslan, pars kafatasları, çeşitli hayvan derileri, samur, zerduva, kakum ve vaşak derisine varıncaya kadar çeşitli postlar vardı. Ama hiç birisi beş para etmezdi. Çuvalda bulunan ilaçlar eczacı dükkanlarında bulunmazdı.

 Ahmet paşanın; “Bu kadar anlamsız şeyleri, rakısı, şarabı, sirkesi… var! Demesi üzerine Abdal Han;
Sultanım, Billah üç yıldır bizdedir. Ömründe şarap, tütün, kahve içtiği yoktur. Gece ibadette, gündüz oruçludur. Devamlı olarak Davud orucu tutar. Ömründe bıçak ile kesilmiş, kanı akmış, canı çıkmış canlı eti yememiştir. (İslam’ın şartlarının tam tersini yapıyor)
Bir vakit namazını kazaya bırakmaz. Ancak Mağrib diyarında (Fas) Merankuş şehrinde bu simya ilmini öğrenip sultanıma göstermek için benim isteğimle biraz marifet göstermiştir. Yoksa bu uyku hayaldir, halka bir zarar vermez.

Paşa;
-Ya bu hayvan derileri ve canlı hayvanları hapsedip neyler?
Han;
-Evet, sultanım, zor bir soru sordunuz! Onun işlediği bütün işler ve simyanın aslı yine Cenab-ı Hakkın kudreti ile yaratılmış olan eşya ve varlıklardır ve görmüş olduğunuz marifetleri göstermek için araçtır. Mesela, vücuduna hokkasından bir yağ sürüp efsun etti, tenasül uzuvlarını yok olarak gösterdi. Kırağı ve çiy yağı sürüp kendisini havda gösterdi, kumkuma ve ibrik ile halkın üzerine su döküp işediğini sanmamızı sağladı, yere efsunlu suyu döktüğünde halk kendisini boğuluyor gibi gördü, bağrışarak kaçışmaya, soyunmaya, yüzerek kurtulmaya çalıştılar. Çuvaldan çıkardığı yılanı efsunlayarak ejderha şeklinde gösterdi. Sultanımın korkusundan kaçarken çuvalı burada bıraktı. Çuvalın içinde ne kadar hayvan postları varsa onların hepsini canlı olarak gösterir ki, Allah’ın ezeli kudretidir. Onun içindir ki çuvalındaki her bir parçayı canı gibi saklar! Diyerek molla Mehmet’i övdü.
Sabilerin Fırat'ta vaftiz  (Suya batırma) ayinleri

Paşa;
- Şu sihirbazın çuvalını kaldırın ben parende atan pehlivanlardan hoşlandım!
Demesi üzerine pehlivan gösterileri başlar. Pehlivanlar da akrobat, canbaz, ve biraz da simyacılık marifetlerine sahiptirler. Bunu Abdal Han’ın Melek paşaya pehlivanlarını tanıtırken kurduğu cümleden öğreniyoruz;
-“Hizmetinizde birkaç usta pehlivanımız var. Murad-ı şerifiniz olursa meydana bakar yüksek köşke teşrif buyurup seyreder misiniz? Bunların her biri simya ilminde, tayy-ı mekan ilminde (mekan değiştirme) ve pehlivanlıkta pek değerlidirler!”
Han, Elçi huzuruna çıkarken andıkları kutsal kişilikler arasında Grek kökenli filozofların da adları geçmektedir. Bitlis Hanı Abdal Han’ın izniyle Melek Ahmet paşa önünde hünerlerini sergilemeye çıkan Acem bir pehlivan, siyah derili kıspeti ile huzura geldiğinde şöyle dua ederken önce peygamber Muhammedi, dört halifeyi, on iki imamı, Osmanlı padişahını ve Melek Ahmet paşayı, Abdal Hanı ve çocuklarını saydıktan sonra yere yüz sürüp;

-“Destur ey Eflatun tedbirli vezir!” Diyerek Melek Ahmet paşadan gösterisi için izin ister. Cambazlık hareketlerini yaparken de “Ya Hay!, Ya Allah!”  şeklinde nara atar. Eflatun gene Grek filozofudur.
Yukarıda adı ilginç olayları anlatılan Molla Mehmet işlerine başlarken izin almak için;
-“Hayyealessala. Han ocağı daim ola. Melek Ahmet paşa kaim ola. Fisagor, Ebu  Ali Sinave biraderi Ebul Haris’in ruhu şad ola!” İfadelerini kullanır ve Grek bilgini Pisagorun adını anmaları Grek Kültüne de sahip olduklarını kendilerini Yunan/Rum saydıklarını, "Hay" diyerek de Sabi ve Ermeni İncillerinde geçen Allah'a inandıklarını göstermektedir.
Sabi bayramında Fırat'ta vaftiz ayini

Bu kadar “sıcak” bir ortam aslında düşünüldüğünde karşılıklı bir meydan okumadır. Abdal Han’ın sihirbazlarının marifetlerinin savaş zamanında ne şekil alabileceğini, kuvvetli cesur pehlivanlarının ağızları açık bırakan marifetlerini de hesaplamak gerekir. 

Bu aslında bir çeşit meydan okumadır ve Melek Ahmet paşa da bunu böyle anlamıştır ve Abdal Han’a şu nasihatleri vermiştir;

“…Amma ey Han kardeşim, senden ricam şudur; Biz Osmanlı vezirlerindeniz, özellikle (IV.)Murad Han’ın damadıyız. Nitekim Van Eyaletinin mutasarrıfıyım. Sen de benim eyaletimde “Serbest Hâkimsin ve devamlı ocaklık olmak üzere bu eyaletinde mutasarrıfısın!”

Paşayı hanıma kondurup bu kadar ikram ettim diye yanında olan “”hokkabaz ve maymuncuların sözlerine uyup “KÜRT DAMARLARINI” depreştirip kanuna aykırı uygunsuz bir işte bulunmayasın. Her tarafında kol gezen aşiret beyleri ile hoşça geçinip görevli bulunduğun padişah hizmetlerini yerine getiresin. Bu Melek kardeşin de doğru sözlüdür. Zerre kadar şeriat, tarikat, hakikat ve marifetten taş koparırsan senden de baş kopar! Ben Van’da bulundukça bütün halk ile dürüst geçin.
Eğer “İbşir paşa Melek Ahmed paşayı Van’a sürdü ne haysiyet ve vakarı olsa gerek? Dersen ben de derim ki;”Hala Hatt-ı Şerif ile Serdar-ı muazzam ve tuğrakeş-i düstur-ı mükerremim” Hemen sesini kesip hak yolundan ayrılma. İşte sana nasihatim budur!...”
Sabiler haçları önünde çocuk vaftizi

Buraya kadar Bitlis Hanı Abdal Hanın ve halkının Yezidi, Sabi oldukları kousunda tespitlerimi ve delillerimi yazmaya gayret ettim. Seyehatnameyi okudukça zaman içinde seyahat ettiğimde gördüm ki, yukarıda “avantayı bolca bulduğundan Abdal Hanı meth etmeye doyamayan Evliya Çelebi’nin Bitlis ve Kürtleri hakkında aslında benimle aynı fikirde olduğunu gördüm.

İşin aslı, Melek Ahmet paşanın doğuya tayini de Kürt beyleriyle ilişkileri de geçmişe dayalı bir ince hesaba dayanmaktaymış.
1634’lerde Bağdat Seferinden dönen padişah IV. Murat’a Abdal Han ve bazı Yezidi Kürt hanları “zafer kutlamasına” gelmemişler. Bu da padişaha “hakaret” anlamına geliyormuş. Savaştan çıkan ordusunu yormak istemediği için Melek Ahmet paşaya bunun öcünü alması için vasiyet etmiş. Paşa bunu Evliya Çelebiye bir güzel açıklıyor.

Bu yemekten sonra Melek Ahmet paşa Van’a gidiyor, millet de onu “Paşa Macaristan, Kırım ve Bağdat arasında nice seferlerdeki başarılarına rağmen “doğuya sürgün yemiş” olarak görmeye başlıyorlar.
Önce Mardin’de “Saçlılar” ya da halkın, kaşları, bıyıkları, burun kılları ve kulak kıllarını uzatarak bıyık gibi koruduklarından dolayı, “Sekiz bıyıklı Kürtler” dedikleri Babür İmparatorluğundan göç geldikleri için “Babürdler” olarak da bilinen, şeytana tapan, yıkanmayı, okuryazarlığı “dinden çıkmak sayan”, siyah köpeklere tapan, doğan çocuklarına ana sütünden önce köpek sütü içiren, keçe gibi saçları olan, eşkıya, isyancı Kürtlerin işini bitiriyor. Bunu yaparken de Abdal Han’a mektup yazıp onu eşkıyalıklarıyla suçlar, herkes Abdal Han’a saldıracak diye beklerken o Mardin’deki Saçlılara ani bir saldırı yaparak onların işlerini bitirir. Sonra Van’a geçer, orada kalenin imarı ve çevresinin tesviyesi ile uğraşırken Abdal Han da Erzurum’a kadar bölgede dehşet salar, yağma ve haksız vergiler toplamaya başlar. Olay tamamen bir “Yezidi Kürdistan Kurma Savaşına” dönüşür, bölge halkı Osmanlı ile Abdal Han arasında bölünür.

Melek Ahmet paşaya Vanlılar büyük destek verirler, onların yanında, Malazgirt Beyi Mahmudi Bey, Bargiri Beyi Şeref Han Bey, Erzurum sancağından Hınıs Beyi,  Tekman Beyi, Avnik, Kuzucan, Muş, Pinyaniş, Adilcevaz, Gazikıran, Ahlat kale komutanı, Diyarbakır Beyi bazı kazaları hariç, Beyi Hakkâri Beyleri de destek verenlerdendirler.
Abdal Han yanında olanlar ise, Diyarbakır’dan Çapakçur, Çemişkezek (Şimdi Tunceli ilçesi- Bu iki beyi Diyarbakır beyi yakalatır), Ceska Beyi, Hazo Beyi Murteza (Abdal Han’ın damadı), Van’dan Zeriki Beyi doğrudan Abdal Han’a katılırlar. Ayrıca bölgede, Cengiz, Timur ve Hazar Türklerinden kalan Tatarların bazıları da Abdal Han’ın yanında yer alır. Osmanlı’nın yıkılışında Vatikan ve Moskova yanında, bu gün PKK- AKP yanında yer aldıkları gibi.
1920'lerde Yezidiler

Durumun “belirginleşmesini bekleyenler, Van’dan Esbiirt, Kârkâr, Şervi, Hiron, Ağaniş, Keşan, Meksiberda, Lâdik, Erecik, Dalagrer, Çobanlı, Hakkari’den Ben-i Kutur (Yahudi), Abaguy Beyleri ise askeri yardım göndermişler ama savaşa şahsen katılmamışlar, olayların akışını seyretmektedirler.
 Ayrıca Gürcistan beylerinin de Bitlis Hanı ile pazarlık edip anlaşmalarına rağmen Osmanlı ordusuna katılmaları da şüphe uyandırmıştır. Gürcü- Bitlis işbirliğinin 1650’lerde de var olduğunu görmek bana şaşırtıcı gelmemiştir.
Kuşatma esnasında Melek Ahmet paşa bir suikasttan Evliya Çelebi’nin uyanıklığı sayesinde kurtulur. Gelen bir padişah fermanında da Van’dan orduya katılan Sekban ve Sarıca askerlerinin Abdal Han yanında oldukları ve hemen “öldürülmelerini isteyen” ferman da gelir.

Savaşa başlamadan önce iki rekât namaz kılan Melek Ahmet paşanın, gözlerinden akan yaşlarla ettiği zafer duasında da Bitlislilerin Yezidi oldukları vurgulanır;

“-İlahi! Kuvvet ve kudret, yardım ve fesat senindir. Verme, koruma ve doğruluk, iyilik ve büyüklük yine senindir. Dini Mübin gayretine bir fırka Muhammed ümmetini başıma topladım. Elimi yüzüme alıp, kapına dilenmeye geldim. Onu hiç boş döndürmedin. Yine eşsiz padişahımdan dilerim ki, Ahmed’in bu ricasını da kabul edip bu kadar insanı acındırma. BU YEZİDİ HAŞERATINI SEVİNDİRME!”

Savaş başlar, Evliya’nın anlattıkları yürekleri parçalar da ben sadece savaşın “barut kokan kısmından” bir kısmı aktarayım;
“…Her iki taraftan binlerce top ve tüfek atıldı. İki tarafın askeri de Nemrut ateşi içinde kaldılar. O an Mahşer gününe döndü. Siyah barut dumanı göğe yükselip dost düşman yerleri seçilince Dihdivan dağlarının tepelerinde olan Çaker Ağa gördü ki, Osmanlı askeri metrisler içinden kılıç vurup geliyor. Kendisi tabyasında kalıp bir hayli cenk etti ise de sonunda Malazgirt ve Mahmudi beyleri onu yerinden çıkardıklarında aşağı Bitlis şehrine kaçtı. Paşa tarafından bütün Van askerine paye verildi…”
1702 yılında Bitlis

Bu savaşta Vanlıların, Malazgirtlilerin, Cilo aşiretinden Hakkârililerin Abdal Han’a özel düşmanlıkları olduğundan çok gönüllü, cansiperane savaştıkları ve zafer sonrasında paşa tarafından da memnun kalacakları şekilde ödüllendirildikleri anlatılır. Abdal Han ise yükte hafif, pahada ağır ne varsa beş altı yüz askeriyle savaşın kızıştığı anda sinsice kaçmayı başarır.
Bitlis kalesine sıkışan Abdal Han’ın askerleri, kale önünden gelip geçen kendi halkları olan Yezidilere de top tüfek atışları ile zarar, korku verirler. Vanlıların özel teşviki ile durumun değerlendirmesini yapan paşa, kalenin fethine karar verir ve teslim olmalar için ferman gönderir. Kale içindekiler ise ;

“Kale Hanındır, Osmanlının olsa içinde Osmanlı askeri olurdu. Osmanlının kale ile ne ilgisi var? Biz hepimiz Han kuluyuz!” Cevabını gönderince, gösterilen bu asilik üzerine fetih kararı alınır.
Hazırlıklar tamamlanıp kale hisarı kuşatılıp ordular yerini aldıklarında bir alay Yezidi gece toplanıp meşaleler, çıralar yakarak kale içini aydınlatırlar ve;
Sincar Yezidileri

-“ Allah birdir, bir!*” Diye feryada başlarlar.

*(Sabilerin ve o dinden doğan Yezidilerin tanrıları arasında Allah İslam öncesi de tapınılan bir tanrıdır. Sabilerin soyundan ürediklerine inandıkları Er Ruha(Dişi Şeytan) Allah’ın kızıdır, Allah onun babasıdır. Kudüs’te bulunan M.Ö- 1000- 0 yılları arasında yazıldığı tespit edilen ve Nag Hammadi Kütüphanesinde saklanan bir Sabi dua metninde Sabi tanrıçası Er Ruha (Astarte, İştar, İnanna, Bedi), “Allah’ım beni niye kovdun, uzaklara attın” diye şikâyet etmektedir. Bu duadan da Tevrat, İncil, Kuran’da geçen “cennetten kovulmuş aşağılanmış şeytanın”  Er Ruha olduğunu öğreniyoruz. Halkının Sabi olduğu için Urfa adının da Osmanlı kayıtlarında “Er Ruha, Roha Vilayeti” olarak geçtiğine, Urfa adının da bu adın bozulmasından türetildiğine tanık oluyoruz. Urfa’nın  Harran ilçesinde dünyanın ilk Sabi üniversitesi vardır, pozitifi bilimlerin yanında simya (büyücülük) eğitimi ağırlıklıydı .Evliya Çelebi Seyahatnamesinde de bu böyledir.

Yahudilik, Yezidilik- Mecusilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık hep Sabi dininden doğmuştur. Müslümanlar namaz, oruç, hac, abdest, tespih, tavaf, kurban, zekât, fitre, sünnet geleneklerini ve kadınlarının “çoğunlukla beyaz çarşaf- peçeli, burkalı, erkeklerinin de sarıklı, çarıklı, beyaz cübbeli giyinmelerini, dillerinde Allah adını, imam, müezzin, cami, mihrap, mimber adlarını bunlardan işittiklerinde bunları kendinden sanmaktadırlar. Aralarındaki en önemli fark ise, Kur’an, Merkür, Venüs, Dünya, Ay, Mars, Jüpiter, Satürn ve Güneş’in “gök cisimleri olduklarını, Allah’ın takdiri ile gökyüzünde yüzdüklerini anlattığından Müslümanlar bunlara tapınmazlar ve medet ummazlar.

Sabiler ve Yezidiler ise bunların “tanrıların bedenlenmiş hali olduklarına” inanırlar ve onlardan medet umar, namaz kılar, kurban keserler, Muhammed’in “Şeytan Bazut, İsa’nın ise “sahte peygamber” olduğuna inanırlar. Çocuklarını Fırat nehri suyunda vaftiz ederler, bazıları çocukları ölse bile doğar doğmaz sünnet ederler, Tevrat ve İncil okurlar, İslam’ı sevmezler, Müslümanlara kız vermezler, onların helalarına girmek zorunda kalsalar taharetlenmezler ve helanın kapı ve duvarlarına necasetlerini sürerler, namazlarını gizli kılarlar ve onlardan olmayan biri namaz kılarken görürse namazları bozulur v.s.  İslam öncesi de Kâbe’de hac, tavaf, namaz, Cuma ve bayram namazları, üç aylar, kurban (insan ve hayvan), zekât, fitre gibi dini gelenekler vardı. A. Yavuz)

M. 1652(H. 1065) yılının Ramazan ayında Bitlis Kalesi Osmanlı veziri Melek Ahmet Paşa tarafından teslim alınır. Melek Ahmet paşa, Abdal Han’a yandaşlık yapanların büyük çoğunluğunu affeder, bir kısmını da Vanlılar ve savaşa destek veren öteki Kürtler ile birazını da Evliya Çelebinin aracılığı ile afları gerçekleşir. Gerçekten “Müslüman olmayan Yezidilerden Kürtçülük” yapanlar cezalandırılır.

Resim Düşmanı Kadızade Tarikatı Müridi;

Kadızade Tarikatı- M.S. 1760’da vefat etmiş Erzurum Müftülüğü yapmış olan Muhammed Arif Efendi’nin kurduğu tarikata verilen addır. Evliya Çelebi’nin çağdaşıdır. Günümüzdeki ardılları 1950’lerden sonra ezan okunması ve rahatlıkla herkesçe işitilmesi için minarelere, camilere konulan hoparlörlere karşı çıkmışlardır. Her türlü resmin haram, şeytani olduğuna inanırlar v.s. Oysa resim ve heykelin haram edilmesi, peygamberlik döneminde ve sonrasında da Müslümanların put (heykel) ve ikonlardan (resim) medet ummaları devam etmiştir. Yasaklanan sadece Araplar arasında sayıları binleri geçen Arap tanrı, tanrıçalarına ait, insan veya hayvan sıfatında cin ve şeytan resimleri yasaklanmıştır. Mantık bu yöndedir. Tanrı olarak tapınılmayan bir insan veya hayvan resminin veya heykelinin neden haram olduğu konusunda bir fikir yoktur.

Oysa kitapların, gazete ve mecmuaların resimleri olmasa okullarda nasıl eğitim verilebileceği hakkında bir fikirleri olduğunu sanmıyorum. Japonların yaptıkları insana benzeyen ve yürüyen, çay kahve ikramı yapan robotlarını, bir otomobilin motor ve öteki aksamlarının, vinçlerin v.b. araçların şekillerini resimsiz nasıl anlatabileceklerini ve anlayabileceklerini çok merak ediyorum.
Abdal Han’ın kalesinden ele geçirilenlerin kurulan mezatla halka satışı sırasında birçok kıymetli kitap da vardır. Melek Ahmet paşa bunları satarak savaşa katılan askerlerin aylıklarını, mükâfatlarını ödeyecek parayı temin etmeye çalışmaktadır. Bu işten oldukça da para toplar. Ancak bazı el yazması kıymetli kitaplar da yok pahasına açık arttırma ile satılınca “-Millet alıyor ben de alayım!” derdinde olan bilinçsiz sofu dindarların bir sanat eseri kitabı yok edişini Evliya’Nın kaleminden okuyalım;

“ Bu eşyalar hep yok bahasına satılıyordu. Kadızade fırkasından geçinen nâmerd, kötü imansız biri, eşsiz bir eser olan Şehname’yi mezadda “1.600”  kuruşa alıp üzerine yazdırır. Anlayışsız herif çadırına varıp “resim haramdır” diyerek bütün resimleri berbad edip gözlerini çıkarır. O resimlerin nergis gibi gözlerini bıçakla oyarken her sahifeyi delik deşik etmiş, bazı resimleri “boğazladım” zannıyla bıçakla boğazlarından çizmiş hele o güzel yüzleri kibar elbiseleri ağzındaki pis tükürüğü ile kirletmiş ve böyle değeri sonsuz olan bir kitabın her sahifesini üstad ancak bir ayda tamamlamış iken, böyle bir edepsiz bir anda salyasıyla berbad ediyor!
Hatta ertesi günü, dellal (tellal) kitabın parasın ı istemeye gittiğinde;
Gezegenlerin hareketlerin taklit eden "Çember Dansı" ya da Halay
Arap ve Kürt Yezidi Dansı

-Ben ne ideyim? Resimli papaz kitabını resim haramdır diye elime almayıp bütün resimlerini bozdum! Diyerek Şeyname’yi dellalın üstüne atar. Dellal kitabı açar bakar ki ne görsün? Bir resim bile kalmamış.
-Bire Ümmet-i Muhammed, bu şehname’yi görün, bu zalim neylemiş! Diye feryat eder.
Edepsiz herif der ki;
-İyi vardım, hoş ettim ki nehyi müsker eyledim. Yalnız bir resim alıkoydum, o da benim Tire’deki oğlanıma benzediği için!

Dellal baktı ki onunla dövüşmek olmaz, hemen paşaya gelip herifi şik^
-Ey vezir,şu Şehname’yi Hakkâri Beyi kethüdası Cilomerg kaleli Han Murad Bey “1400” kuruşa aldı. Kitab üç gece yanında kaldı. Meğer herif Kadızadeli imiş. Bütün resimlerin gözlerini delip bir çok resimleri pabuç sün geri ile silmiş. Bu Şehname’nin elli adet toplu resimlerini berbad edip kitabı değersiz yaptıktan başka bu kadar dellallığıma da gadretti.!” Dedi ve Şehnameyi vezirin huzuruna bıraktı.
 Paşa Şehname’yi görünce ah edip huzurdakilere gösterdi. Herkes adama lanet etti.
Dellal;
-Sultanım benim dellallığıma zarar gelmesin! Dedi. Paşa;
-Bre dellal, merak etme. Senin dellallığa zarar etmemiş, padişah malına zarar vermiş. Tez o Tire’li hacıyı getirsinler! Dedi. Etrafındakiler onu çeke çeke, sürüyerek, döverek paşanın huzuruna getirdiler. Paşa;
-Bre adam bu kitabı niye böyle ettin? Deyince herif dedi ki;
-Ya o kitap mıdır, papaz yazısıdır, iyi ettim. Nehyi münker ederek bozdum!
Paşa;
-Sen nehyi münker etmeye memur değilsin. Amma ben mezadda iki bin kuruşa çıkmış kitabı sana göstereyim. Alın şunu!
Dedi, herif her ne kadar;
 -Ben kapıkulu Yeniçerisiyim! Dediyse de cellatlar el aman vermeyip bin değnek vurarak Bitlis Kadısının kararı üzere devlet malı için “1.600” kuruş alıp dellala da “10” kuruş verdiler. Pejmürde şehnameyi de herifin eline verip ordudan kovdular.
-Hay Allah belanı versin! Diyerek herif yürüdü. Bütün askerler zavallıya hakaret ederek maymuna çevirdiler, ara sıra taşlar atılarak Diyarbekir’e gönderdiler.””

Kürtlerin Osmanlı’nın en güçlü zamanında yaptıkları asilikleri ve işbirlikçiliklerini okumaya devam edeceğiz.
Şimdi, 19. Yüzyıl sonlarında ve 20. Yüzyıl başlarında emperyalist devletlerin hesaplarına göre, yıkılacak olan Osmanlı’nın yerine kurulacak devletlerden birisi olan Kürdistan eyaleti için “Halife veya Şeyhülislâm olarak hazırlanmış”, ömrünü İslâm Kürdistan’ı için harcamış, hocası Siirtli Fethullah ve padişah Sultan II. Abdülhamit tarafından “delilik teşhisi” konulmuş, misyoner İngiliz rahip casusu Mr. Robert Frew’un destekleriyle, 20. Yüzyılda Türk ve Müslüman dünyasının en büyük belası olarak hazırlanmış Said-i Meşhur/ Kürdi/ Nursi/ Bediüzzaman’ın en son sıralamada bulunan “Bediüzzaman” adını nasıl aldığını, kâtibi Hüsrev’e  yazdırdığı “Tarihçe-i Hayatım” adlı kitabından okuyalım;
Şeytan İbadetçileri Yezidiler

Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi Van’da Kimya Kitabı Okur ve Kimyager ve Bediüzzaman Olur;
“…Van’da mâruf ulema bulunmadığından, Hasan Paşanın daveti üzerine Molla Said Van’a gitti. Van’da on beş sene kalarak, aşâirin irşadı için aralarında seyahatle tedris ve tederrüs vazifesiyle hayat geçirdi. Van’da bulunduğu müddet, vali ve memurîn ile ihtilât ederek, bu asırda, yalnız eski tarzdaki ilm-i kelâmın İslâm hakkındaki şek ve şüphelerin reddine kâfi olmadığına kanaat hasıl etmiş ve fünunun tahsiline lüzum görmüştür.HAŞİYE-1

Bu kanaati hasıl ettiği o zamanda, ulûm-u müsbete denilen bütün fenleri tetebbua başlayarak pek kısa bir zamanda tarih, coğrafya, riyaziyat, jeoloji, fizik, kimya, astronomi, felsefe gibi ilimlerin esaslarını elde etmiştir. Bu ilimleri bir hocadan ders alarak değil, yalnız kendi mütalâası sayesinde hakkıyla anlamıştır. Meselâ, bir coğrafya muallimini, mübahaseye girişmeden evvel, yirmi dört saat içerisinde eline geçirdiği bir coğrafya kitabını hıfzetmek suretiyle, ertesi gün Van Valisi merhum Tahir Paşanın konağında onu ilzam eder. Ve yine aynı surette bir muaraza neticesinde, beş gün zarfında kimya-yı gayr-ı uzvîyi elde ederek, kimya muallimiyle muarazaya girişir ve onu da ilzam eder. İşte pek genç yaşındaki mezkûr harikulâdeliklere ve bahr-i umman halinde bir ilme mâlikiyetine şahit olan ehl-i ilim, Molla Said’e “Bediüzzaman” lâkabını vermiştir…”
19. yy. Yezidi Kürt isyancılar Irak'taKalde'li Yezidi rahibi ile buluşmalarında

Bediüzzaman’ın Günümüze Göre Açıklaması;
Bedi adı Kur’an’da Allah’ın Esma-ül Hüsna’sı olan yani “99” doksan dokuz adından birisidir ve “mucize, harika” demektir. Ayrıca, Tevrat II. Krallar kitabında geçen “gök cisimlerinin tanrı olduğuna inanarak onlara tapan ve çocuklarını kurban eden Filistin- Lübnan Sabilerinin tapındıkları tanrıçaları “Astarte’nin” de adlarından birisidir. Sabi tanrıçası Asrarte aynı zamanda yüzüne ve gözüne bakılamayan “nazarcıdır” yani bakışlarıyla insanı öldürebilir, diriltebilir. Tevrat’ta çok yerde geçtiği gibi onların yüzlerine bakan veya onlara görünen yaşamaz ölür. Bu yüzden Tevrat’ta Allah ile görüşen İbrahim, Hacer ve onlardan türeyen nesilleri “tanrıyı görüp sağ kaldıklarından şükranlarını göstermek için” taş anıtlar dikerler. “Bedi” böyle tanrıya, Allah’a yakışır mucizelerdir.

Zaman Adının “Mitolojik” Açıklaması;

Aramilerin tarihi kökenlerini araştıran yazar Edward Lepinski’nin “”The Arameans: Their Ancient History, Culture, Religion”  (Aramilerin Eski Tarihleri, Kültürleri ve Dinleri) adlı kitabının “Aramaean Pre-Hıstory  and Proto Hıstory” (Tarih Öncesi ve İlk Aramilerin Tarihleri) kısmının dördüncü bölümü “135”. Sayfasında “Beyt Zamman’ın” anlamını açıklamaktadır. Türkçeye çevirisi tarafımdan yapılmıştır.
“Bölüm VI- S.135

Beyt Z- Zammâni
Beyt Zammani, Zamman adından, Arami Kabile devletine Asurluların verdiği addır. Şahıs adı olarak M.Ö.18.yüzyılda  Babil’de Amoriler arasında, Za-am-ma-a-nu-um, Za-am-ma-nu-um şeklinde ortaya çıkmıştır. Milattan once yedinci yüz yıllarda Yeni Asur döneminde “Za-am-ma-a-ni” şeklinde görünmektedir.
Kişi adı olarak “Zamman” belirsizdir ama “bağlamak” anlamına gelen ya da diğer anlamı büyü ile “bağcı, bağlayan”  anlamında Sami fiili olan “Zamm” dan türetildiği sanılmaktadır.

M.Ö.13. yüzyılın ilk üçte birlik “1/3” dönemlerine tarihlenen orta Asur dönemi Tel Billa’daki idari kayıtlarda ortaya çıkan “Beyt-Za-ma-ni” den açıkça söz edilmektedir.  Metinlerin tarihleri J.J. Finkelstein’in doğrudan ilişkişlendirdiği geç Arami devletinin “Beyt Zammani “ eyaletinin valisi/yöneticisi olan “hassihlu şa halşi   E-Za-ma-ni “ Bel-Karrad’ın oğlu Aşur Kassid’in valiliği dönemine uzanmaktadır.  Eyaletin geniş toprakları Arami kabilesinin adıyla anılmasına rağmen Metinler Arami eyaletinin baş şehrine atıf yapmamaktadır….”
“Zamman” adının “bağlayan, bağcı” anlamına gelmesi, çok eskilerden beri Türkçe’de de sihirbazlar için “göz bağcı” denilmesi , nazara inanılıp özellikle “çakır gözlülerden” kaçınılması, halk arasında halen bazı kadın ve erkeklerin bakışlarının ardından hayvanların çatlayarak, acılar içinde çığlıklar atarak ölmeleri, bilimde “hipnoz” kavramları aynı anlama gelmektedir.

 “Okur” ama “yazamayan” Said-i Kürdi’nin yazdırdığı küçük broşürler halindeki yazılarına “Risaleler, Lahikalar, Lemalar, Şualar” adları verilir. Bu yazılarının ne yaşadığı dönemin dili olan Osmanlı Türkçesi ne de yeni Türkiye Türkçesine, ne Farsçaya ne  de Arapçaya uymadığını kendisi de Kabul etmektedir. Nurcular, 1950 Adnan Menderes hükûmetiyle iktidar  edildikten sonra güçlendiler ve 2002’den beri ülkenin idaresine sahip oldular. Hatta 1950’den beri değişik adlar ve yapılanmalarda daima iktidarda yer almışlardır.
İki yüzden fazla  devlette üniversiteleri ve özel tarikat ilk-ortaöğrenim okulları vardır. Said’in bu yazılarını günümüz diline “sadeleştirerek çevrilme” çalışmalarına hep karşı çıkılmış, kendiliğinden bunu yapan tarikat mensupları ya tarikattan kovulmuş ya da çok ağır şekilde cezalandırılmıştır.
Bunun nedeninin de Said’in yazılarının Cifr İlmi” denen Yahudi Kabala düzeninde “büyülü” yazıldığına dair iddialar ve itiraflar vardır. Eğer yazıları tam Türkçe’ye veya başka dile çevrildiğinde “büyü bozulacak” ve Kürdistan” kurulması gerçekleşemeyecektir.
Bu konuyu gene kendi kitabından görelim;

Said eserlerini kendi anlayacağı şekilde yazdığını söylüyor;

Ayet-ül Kübra;
Ben kendi müşahedatımı (gözlemlerimi) kendi fehmime (anlayışıma)göre ve kendim için yazdım. Sair (Diğer) kitaplar gibi başkalarının fehmine (anlayışına) ve telakkisine göre yazmadım

Kürt Said diyor ki; ”Ben yazılarımdaki tespitlerimi kendi anlayacağım şekilde yazdım. Başkaları gibi başkaları anlasın diye yazmadım”

“Yazı yazmayı” bilmediğine başka örnek;
26.İhtiyarlar Lemasında ;”Üçüncüsü;Yanımda devamlı yazıcı bulunmadığından katibin Risale-i Nur’a ait dört beş vazifesi olmakla düzeltme yapmaya tam vakit bulamadığımızdan yazı düzensiz kaldı.” Demektedir.
İstanbul Marmara Üniversitesi  İlahiyat Fakültesi profesörlerinden Zekeriya Beyaz, Profesör  Yaşar Nuri Öztürk ve daha bir çok din adamınca bu olay dile getirilmiştir.
Evliya Çelebi’nin yukarıdaki Bitlis hakkındaki anılarıyla tarihçi Edward Lepinski’nin “zamman-zaman” hakkındaki verdiği bilgiler ışığında Said-I Kürdi’nin özellikle 1926 yılı Şubatında Şeyh Said isyanıyla ilgili olduğu tespit edildiğinden o zamanın İstiklal Mahkemesi kararıyla Isparta’nın Barla ilçesine “zorunlu ikâmete” gönderilmesinden sonra “Bediüzzaman” adını alması boşuna olmasa gerekir.

Edward Lepinski’nin verdiği bilgilere göre “Zaman=bağcı, bağlayan” demek olunca buna “Bedî=Mucize” kelimesini eklediğimizde “Mucize bağcı” veya “mucizevi bağlayan” büyücü anlamına ulaşırız. Herkesin diliyle “Mucize Büyücü” ifadesi tam yakışmaktadır.
“Rüyalarında Allah’ı, peygamberi gördüğünü, İslam’da olmayan “vaftizle (suya daldırarak)” ölü dirilttiğini ifade ederek bir çeşit “yaşayan tanrı olduğunu kanıtlamaya çalışan bu sapığı gene kendi kitabından gene bir kaç örnekle ,“din uleması” olarak yutturulmaya çalışılan bu “Yezidi /Sabi” şatanistinin gerçek kimliğini görelim;

Sabilerin ve Yezidilerin bazılarının Tevrat ve İncil okuduklarını belirtmiştim. Elmalı’lı Hamdi Yazır da Kur’an Tafsirinde bunları Maide Suresinin “60.” Ayetinin tefsirinde olduğu gibi çok yerde işlemiştir.
Şimdi “Bediüzzaman” büyücüsünün” Hıristiyan ve Misyoner düşkünlüğünü görelim;
Said- Kürdi Yahudi ve Hıristiyanların Ortağıdır. Müslümanların Değil;

Müslümanlık – Hristiyanlık ittifakını bozmaya çalışanlara karşı üç zümre; Nurcular, Hristiyan ruhaniler ve misyonerler uyanık olmalıdır.” (Kynk=Emirdağ Lahikası I, s. 1712, Tarihçe–i Hayat, s.434’den nakleden Prof. Dr. Yumni Sezen, Dinlerarası Diyalog İhaneti, Kelam Yayınları)

Misyonerler ve Hristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etme fikriyle İslam ve misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışacak.” (Kaynak-Lem’alar,111,141)

Said-Kürdi Allah’tan görümler görmektedir. Yani peygamber veya tanrıdır;

“30.Lema;Eskişehir Hapishanesinin bir meyvesi, altı nüktedir.(Nükte, derin anlamlı söz anlamında)
Birinci Nükte;
İsm-i Kudüs’ün bir nüktesine dairdir.  Bu Kudüs nüktesi Otuzuncu sözün zeylinin (ekinin) zeyli olması münasiptir (uygundur).
Zâriyât Sûresi, 51:48.“Yeri de döşeyip düzenledik. Biz ne güzel donatıcıyız!” ayetinin bir nüktesi ve bir ism-i azam (Adı büyük olan Allah) veyahut ismi azamın altı nurundan bir nuru olan Kudüs isminin bir cilvesi (yansıması) Şaban-ı Şerif (Yezidi Arapların İslam’a geçmiş “Haram aylar” diye bilinen kutsal üç ayından biri) ahirinde (sonunda) Eskişehir Hapishanesinde bana göründü. Şöyle ki gördüm;
Bu kainat (evren) ve bu küre-i arz (yer küre)daim (sürekli) işler bir büyük fabrika ve her vakit dolar boşalır bir han.”

(Kudüs adı Sümer tanrılarısı Enki/ Ea’nın oğlu Marduk’un oturduğu, Babil’in kâtip tanrısı Marduk’un oğlu Nabu’nun büyüdüğü “E-zida- Büyük İkamet” adından türetilmedir.  Ea, şeytan’dır ve aynı zamanda da her şeye geçebilen bir ruhtur. Torunu olan Sin’in kızı İnanna da Kudüs’te yaşayan Nabetiler, Sabilerce “ Astarte- İştar, El Ruda- El Ruha” adlarıyla tapınılan “kutsal ruhtur”. İnanna/ Astarte (Bedî) , “övülmüş ve aşağılanmış olan dişi şeytandır”( Nag Hamadi papirüsleri Kudüs). Kudüs’e “Ruh-ül Kudüs (Kudüs’ün Ruhu)” adı da bu inanıştan gelmektedir. İslam’a kadar bu dinlerden geçmiştir. Kudüs’ün kutsallığı şeytan/ cinlere tapınılan dönemlerde de kutsaldır. Sabilik de İranlıların Mihr (Güneş), Sümerlerin, Akadların dinlerinden türetilmedir.)

Said-i Kürdi “Ölü Diriltiyor! ;

Rüyasında da Abdülkadir Ceylani’den vahiyler alıp Kürt Hamidiye paşası Vali Mustafa’yı öldürmeye de gidiyor.
“…Molla Said’e binmek için verir. (Allah-u a’lem, attan düşüp ölmesini istemiş.) On altı yaşında bulunan Molla Said, serkeş atı biraz dolaştırdıktan sonra koşturmayı arzu eder. At, onun verdiği istikametten çıkarak başka bir istikamete doğru koşar. Var kuvvetiyle durdurmak isterse de muvaffak olamaz. Nihayet çocukların bulunduğu yere gider.
Cezire* ağalarından birisinin oğlu yol üstündeyken hayvan iki ayağını kaldırıp çocuğun omuzları arasına vurunca çocuk yere düşerek hayvanın ayakları altında çırpınmaya başlar.
Nihayet etraftan imdada ulaşırlar.

Vaftizci Yezidi Said


Çocuğu hareketsiz, ölü suretinde görünce Molla Said’i öldürmek isterler. Ağanın hizmetçileri hançerlerini çekince, Molla Said hemen rovelverine  (Toplu tabanca) el atar ve adamlara hitaben:
Hakikate bakılırsa, çocuğu Allah öldürmüş. Zâhire bakılırsa, at öldürmüş. Sebebe bakılırsa,
Kel Mustafa öldürmüş; çünkü bu atı bana o verdi. Durunuz, ben gelip çocuğa bakayım; ölmüşse sonra muharebe edelim” diyerek attan inerek çocuğu kucaklar. Çocukta hareket göremeyince soğuk suyun içine batırıp çıkarır.* Çocuk gülerek gözünü açar…” (Tarihçe-i Hayatım)
*(Günümüz Mardin Cizre)

Her Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanın bilmesi gereken şudur;  Böyle rüyalar gören, vahiyler söyleyen, Cifr/Kabala ilmiyle uğraşıp bağlar bağlayanların Yahudi, Grek Tevratında cezası “yakılarak ölüm”dür.
Kur’anda da buna bir itiraz yoktur ve büyücülük, bağcılık, muskacılık yasaktır. Hatta bunları görenlerin bildirdikleri doğru çıksa bile” Der Tevrat.
Ömrü boyunca “1+1=2” yazamamış birisinin bu kadar karışık “cifr İlmi veya Kabala İlmi ile büyüler yapması da akıl işi değildir.

Eğer bunları yaptıysa bu adamın Yezidi Kürtler’in ve Sabilerin dinlerinde olan “Ölen Tanrı Kültü” gereğince “Büyücü Bediüzzaman’ın bedeninde şeytan Yezdan/Tavus/ El Ruha insanlara görünmüştür!” Analmı çıkarılabilir. Said-i Kürdi’nin de yukarıda anlatmaya çalıştığı “mucizeleri” ve “okuryazar” olmamakta direnmesi de “böyle biri olduğunu ispat etmek içindir”.
Başka hiç bir açıklaması da yoktur.

İstanbul’da Said-i Kürdi’nin İngiltere yanlısı Volkan Gazetesine makalelerini hazırlayıp veren, yapacağı her işi emreden, öğreten, bu yüzden Atatürk tarafından “mektupla uyarılan”  İngiliz rahip ajanı Mr. Robert Frew, Said’in kişiliğinde Sabi ve Yezidi inançlarına göre bir “yaşayan tanrı” yaratmıştır. Günümüzde Fethullahçılık adını alan bu saçma şeytani inanış bütün Müslüman dünyasına Kabul ettirilmek üzeredir.

Şimdi “Emperyalist Haçlı dünyasının casusluğunu yapmak”  gibi “aşağılık” işlerle uğraşan Kürt  Tanrısı Şeytan Said’in Rus Casusluğuna bakalım;
Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi İstanbul’dan Rus Çarlığı İşgalindeki Gürcistan’a Gider. Rus Polisiyle Görüşür.Rusların Bitlis’i İşgallerinden Kısa Bir Sür Öncesi 1916 Başlarıdır.Tarih Vermediyse de Olaylardan Bu Sonuç Çıkmaktadır.
Rus Ajanlığına Başlıyor;

Said Hiç Gereği Yokken, İngiliz Mandacılığını Savunan Volkan Gazetesine Yazı  Yetiştirmek Yerine,Veya Doğruca Van ya da Bitlis’e Gitmek Yerine, İstanbul’dan Doğruca Gittiği, Sadece Süryanilerin ve Yezidi Kürtlerin Çoğunlukla Yaşadığı Tiflis Dağlarında, Halktan Birileri Yerine Rus Polisiyle Görüşür. Burada “Ha Bitlis ha Tiflis” İfadesiyle de Bitlis Yezidi Kürtleri ile Grek akrabalığının bilincinde olduğunu da öğrenmiş olacağız.

 “”…Bundan sonra İstanbul’da fazla kalmaz, Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır, Batum yoluyla Van’a giderken Tiflis’e uğrar. Tiflis’te, Şeyh San’an Tepesine çıkar. Dikkale etrafı temaşa ederken yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:
“Niye böyle dikkat ediyorsun?”
Bediüzzaman der: “Medresemin plânını yapıyorum.”
O der: “Nerelisin?”
Bediüzzaman: “Bitlisliyim.”
Rus polisi: “Bu Tiflis’dir!”
Bediüzzaman: “Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir.”
Rus polisi: “Ne demek?”
(Said’in Rus ajanı olduğunu yıllar sonra şoförü açıklamıştır.)
(Kaynak-Tarihçe-i Hayat 87/918)
(Said-i Kürdi hakkındaki “tırnak içindeki” alıntı yazılar, onun takipçilerinin kurduğu internet sitesinden “imla hatalarıyla” birlikte kopyalanmıştır.)

Bu olay Bitlis’i kurduran Büyük İskender’in hazinedarı Bitlis’e kurdurduğu “iki şehir”  den birisi olan Tiflis’te bu işbirliğinin kurulmasında gene bir “Simya/ büyücülük” izi görünmektedir.
Evliya Çelebi zamanındaki Bitlis Hanı Abdal Han’ın “simya” ilmine düşkünlüğü, Molla Mehmet’in sihir/ büyü örneklerine baktığımızda Bitlis’li Said-i Kürdi’nin “ öğretmenlerinden birisinin de adının “Molla Mehmet” olduğunu hatırlayalım ki, Abdal Han’dan  Said’e Yezidi Kürt Miliiyetçiliğinin akamadan sürdüğünü daha kolay anlayalım. Ve Said’i Bediüzzaman’ın (Mucizeyle Bağlayan, Büyüleyen’in) simyacılığı, kimyacılığı (Kimya Simya’dan türetilmedir) ve “Bediüzzaman” ’lığına baktığımızda bölgenin “Müslümanmış gibi yapan Sabi/ Yezidi” inancına sahip olduğunu görüyoruz.

 Kürdistan isteyenlerin ırkçılığı dışlayan Komünist ve Müslüman değil Şeytana tapınanYezidi Kürtler olduklarının ispatıdır bu bayraklar! (Linkler canlıdır.)

Güneşli PKK bayrağı

Büyük İskender’in annesinin Zeus’un hallerinden birisi ya da Zeus’un düşmanı olan siyah piton yılanı Tiphon (Tayfun-şeytan) olduğuna inanılan, odasına giren siyah bir “piton yılanından” hamileliği sonrası doğduğu iddiasına bütün tarihçiler katılmaktadır. Son yıllarda çekilen filmlerinde de bu konu genişçe anlatıldı.
Eski Grek dininin tanrıları Sabilik/Mihri dini kaynaklı “ölen yılan tanrı kültüne” aittir.

Doğu Anadolu’ya İskender zamanı (M.Ö.333-50), (M.S. 740,850, 950) yıllarında Bizanslıların Grekleri yerleştirdiklerine, Sabi, Yezidi, Mecusi, Yahudi, Hıristiyan, İslam inanç kökenlerin baktığımızda, Harran’dan Bağdat, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Dakar, Umman, Yemen, Necd ve Hicaz Araplarının da İskender zamanında “Grekleştirildiklerini” hesap ettiğimizde Said-i Kürdi’nin bu bağları hiç de tuhaf değildir.
İslam diye sapık Yezidi gelenekleri "yasalarla" dayatılıyor!

Said-i Kürdi Bediüzzaman’ın (Mucize bağcı/büyücünün), Tiflis- Bitlis bağlantısı, “iki şehrin kardeşliğini anması, onun Grek-Yahudi kökenlerine ve eski dinleri içlerinde yaşattıklarına vurgu yapmaktadır. Buradan yola çıktığımızda onun neden “Hıristiyanları ve misyonerleri” kıymetli bulduğunu, Kürt, Ermeni, Yunan, Vatikan, Fener Patrikhanesi bağlarına neden düşkün olduklarını kavrayabiliriz.

İngiltere, Amerika, Fransa, Almanya’ya yerleşmiş Mason sermayesinin ürünü olan “Etnik Milliyetçilik” ile 19. Yy. da ve 20. Yy. başlarında bütün feodal imparatorluklar yıkılmıştır. Bunu, feodal imparatorluklar üzerinde kurulan yeni devlet yapılanmalarında “çoğunluk ırkın hakimiyeti’ne” dayalı “ulusalcı devlet düzeni”  takip etti.
Rus Çarlığı topraklarında kurulması teşvik edilen “oligarşik demokratik düzen” yani “sahte Sosyalizm” ile, Şamanlar, henüz Budist, Hıristiyan ve Müslüman olmamış kavimler Hıristiyanlaştırıldı, Müslümanlar dinsizleştirildi. 1992’de bu rejimin yıkılmasıyla geleneklerinden koparılmış kavimler yeni dünya düzeninin dinine açık hale getirildiler.
Asırlardır süren "azınlık ihanetleri" 12 Eylül 1980 darbesi ile zirve yaptı.

21. yüzyıl düzeni olarak, Mason küresel sermayenin “Yezidi/ Sabi/ Mason İslam Bizans’ını” yeniden kurmaya olan uygulamalarına tanık olmaktan başka yapacak başka şey yok mudur?
Halklar, geçmiş değerlerine, özgürlüklerine sahip dayatmalara karşı çıkmayacaklar mıdır?

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc


Bir ay sonra Yezidiler savaş tamtamlarını çaldılar!