OLASI KÜRDİSTAN’IN SİYASİ YAPISI BELİRLENDİ
Bu gün Diyarbakır’da Kürtler düzenledikleri Demokratik İslam
Kongresinde önce emperyalizmin taşeronu Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan
gönderdiği bildirisini okudular.
Bu bildiride benim dikkatimi çeken en önemli cümle şuydu;
“Çoğulcu, demokratik İslam Birliğini kuracağız.” İfadesiydi.
Yaklaşık 15 gün kadar önce bu kongreye davet edilen
Sosyalist İslamcı hareketin önderi İhsan Eliaçık’ın davet edildiğini biliyoruz.
09.5.2014 akşamı CNNTURK kanalında da konuşan İhsan Eliaçık,
bu toplantıya katılacağını, daha önceden Hikmet Kıvılcımlı ile Abdullah
Öcalan’ın kitaplarını da okuduğunu, yapılan davetten memnuniyet duyduğunu v.b.
anlatmıştı.
Bu gün de 12 yıllık AKP siyasetleri sayesinde kuruluşunu
resmen ilan etmek için gün sayan olası Kürdistan’ın siyasi rejiminin sosyalist
İslam temeli olacağı açıklandı.
Kürt siyasi hareketinin kanallarından birisinde de bu konu
yaklaşık üç saat kadar tartışıldı.
Geçtiğimiz yıllarda özellikle üç seçim dönemi boyunca geçen
AKP iktidarı boyunca Nurcuları, Zerdüştleri ve son olarak da Fethulah Gülen’in
Işıkçılarını Kürt siyasi ideolojisine dahil eden Abdullah Öcalan’ın bunları
geri itip, son zamanlarda hızla gelişen sol ve en azından Atatürk
Cumhuriyetinin getirilerini korumakta birleşen sol, Kemalist, demokratik
hareketleri dikkate alarak çağdaş bir siyasi rejimi benimsemesi dikkat
çekicidir.
20. yüzyıl başlarından beri doğu bölgelerimizde batılı
sömürgeci devletlerce desteklenerek büyütülen Işıkçı ve Deliüzzaman’ın Nurcu
hareketi nasıl olduysa başbakan Erdoğan’ın da başını çektiği Nurcular ile
Işıkçıların iktidarı olan uzun AKP hükumeti döneminde gözden düşmesine de
dikkat etmek gerekir.
Yeni yetişen gençlik ister köyde, ister şehirde isterse
Kandil dağlarında olsun Işık ve Nur cemaatlerini benimsemediğini göstermiştir.
Öcalan da, kurmay kadrosu da buna dikkat etmiş olsalar ki
“çoğulcu, demokratik İslam” da karar kıldıklarını ilan etmeye karar vermişler.
Kongre metinlerinde dikkat çeken ikinci önemli konu ise AKP
döneminde sürgünden dönen Ertuğrul
Kürkçü Kürtçüsünün idaresinde yeni kurulan siyasi partinin Türkiye’nin
genelinden oy almak için çalışırken mevcut BDP’nin de Kürdistan olarak ilan
edilecek bölgede etkin olacağı ilan edildi ve bir cümle ile ifade edildi.
“Türkiye HDP’ye, Kürdistan BDP’ye emanet”. Bu cümlenin diğer anlamı da Kürtlerin özerklik istediklerini ve mevcut devleti bölmek istemedikleridir
|
A.Öcalan |
Bu günkü kongrenin derin analizlerinin yapıldığı programda,
AKP siyasetlerinin Suriye ve Kürt hareketi üzerindeki işbirlikçi, baskıcı eylemleri
eleştirildi, kınandı. Esad rejimine destek verildi, Hatay’dan Urfa’ya her yerde
AKP ve başta ABD, Fransa, İngiltere olmak üzere 22 NATO ülkelerinin askeri,
mali, siyasi desteklerini alan kripto Hristiyan Rum Selefi çetecilerin
faaliyetlerine karşı mücadele edileceği, “yeni Kürtçülük hareketinin” bütün
Ortadoğu ve hatta bütün dünyaya örnek teşkil edeceği işlendi.
Doğrudan sosyalizme geçmenin stratejik hata olduğunu, ilk
görevimizin, Nurcu-Işıkçı cemaatlerin AKP hükumeti eliyle ilan edecekleri Yahudi-Süryani-Yezidi
harmanı Mason İslam rejimini önlemek için bütün sosyalist, demokratik, dindar,
antiemperyualist kesimin önce Atatürk cumhuriyetinin kazanımlarının
korunmasında, azınlıkların kendi dillerini konuşmasında, eğitiminde serbest ama
milli eğitimde Türkçe’nin varlığının korunmasını, sonra dini serbest bırakan
ama misyonerliği yasaklayan, kıyafet, harf, kısaca Kültür devrimini koruyan bir
çizgide “ileri demokrasi” dönemine geçmenin, silahlı mücadele yerine Gandi
tarzı pasif anarşinin daha mantıklı olduğunu yedi yıldır ben de yazmaktayım.
Bunu da bir çok demokratik internet sitesinde yazdığım
yazılarımda dile getirdim.
Bu durumda, bizim ile PKK arasında birkaç önemli vergu
dışında bir fark kalmadı denilebilir.
Buna sevinelim mi dövünelim mi dersek, Kürtlerin, mevcut
Kemalist rejimin Ulusalcı yapısı içinde “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan
herkes Türktür” ilkesine hoş bakmadığını, sosyalizmi “Kürt” adıyla uygulamaya
geçirmekten hatta bütün Ortadoğuyu “Kürdistan” olarak ilan etme hayalinden vazgeçmediklerini de bana düşündürmüşlerdir.
Bunun adı da bizim
Nasyonal Sosyalizm yani Faşizmdir.
Ha böyle olmazda bütün ülkeyi kucaklayacak yeni Kürt
partilerinin içine, idaresine Türkleri ve diğerlerini da alarak, hatta bu
partiyi lağv edip, bütün sosylaistleri, devrimcileri, demokratları, Sünni ve
Alevileri ve diğerlerinin de yer alabilecekleri “ulusal” karakterli bir
devrimci parti kurabilmeyi hesaplarına dahil etmeleri halinde işin rengi
değişebilir.
Aksi halde, ne kadar özgürlük vaat ederlerse etsinler,
“Kürtçülüğü” ön planda tuttuklarından ulusal ve hayal ettikleri gibi evrensel
bir kimlik kazanmaları zor olacaktır.
Gene de, derin NATO yapılanmasının ülkemizdeki kolunun eseri
12 Eylül 1980 askeri darbesinin darbecileri ile zamanın Nurcu-Gülenci ANAP hükmetinin
destekleriyle kurulan PKK örgütü, geçen otuz yıl içinde aslında NSK (Nato
Silahlı Kuvvetleri) olan TSK ile sokluduğu bir kayıkçı kavgasıyla büyütülmüş,
bazı Kürtleri “Kürt Bağımsızlık Hareketinin” önderi olduğuna inandırdıysa da
her alanda bunu sağlayamamış, ama NSK’yı eğitmiş, Saddam rejiminin devrilip
ülkenin batı emperyalizmine peşkeş çekilmesinde Talabani- Barzani aşiretleriyle
koordineli çalışarak emperyalizmin yıllarca taşeronluğunu yapıp, şimdi devrimci
oluvermiştir.
Olası Kürdistan’ın siyasi rejim tercihi görünüşte güzel
olmasına güzeldir. Çünkü, binlerce yıldır aşırı dini şeriat yasalarıyla
yönetilmiş bölge halklarının mevut zihniyetleri göz önüne alındığında “bundan
iyisi Şam’da kayısı” denilebilir.
Ama buna “asla Kürt devrimi” denilemez. Denilse denilse
“Küresel Mason sermayenin ikramı” denilir.
Çünkü bu kongrede her ne kadar sol siyaset ve “iyi,
demokratik yanları öne çıkarılmış İslami rejim” konuşulduysa da “asla
emperyalizm karşıtlığı” işleyen tek cümleye rastlanılmamıştır.
PKK, Iraklı Yahudi, Yezidi soydaşları, Ermeni, Süryani
işbirlikçileri ile birlikte 1000 yıldır Vatikan’ın destek ve idaresinde
yürütülen “Kripto Rum/Grek/Yunan milliyetçiliğini, her ne kadar “Kürt Devrimi”
diye savunsa da buna kendisi bile inanmamaktadır.
Dört ülkeden toprak almaya dayalı büyük Kürdistan hayaline
konu olan bölgeler, o zaman Güney Azerbaycan olarak bilinen İran sınırımız,
şimdi Güney Kürdistan ilan edilen Barzani, Talabani aşiretleri ile Süryani
vilayetinin olduğu bölgeden Hatay’a kadar Suriye sınırı olmak üzere Atatürk’e
de önerilmiş, ardından Adnan Menderes’e dayatılmıştır.
Her ikisi de komşularımıza ihanet sayılacağı endişesi başta
olmak üzere, batı emperyalizminin zulmu altında inleyen bütün doğulu kavimlerle
kader ortaklığı nedeniyle ret etmişlerdir ve “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”
ilkesine bağlı olduklarını açıklamışlardır.
Bu durumda PKK’nın ve işbirlikçilerinin yaptıkları da bütün
komşularına ve ezilen Ortadoğu-Doğu halkarına ihanettir. Bırakın sosyalizmi,
isterse Komünizmi getirsin, “antiemperyalist” olmadıkça, sömürgeci, işgalci,
adları bile “Harry=yağmacı “ olan milletlerin taşeronu oldukça
evrenselleşebileceklerini sanmıyorum.
Çünkü, Irak, Suriye’de ve ülkemizde 30 yıldır akan kanlar
hala unutulmamıştır, acıları tazedir ve AKP’ye baskı yapmak uğruna son günlerde
bu yola başvurmaktadır.
Oysa en temel demokratik ilke, “insanların doğumla
kazandıkları kimlikleri yüzünden yargılanamayacakları, bu sebeple her türlü
dini ve ırki ayrımcılığın yapılmaması” değil midir?
Ama bir tutturmuşlar, Kürt, Kürt, Kürt.
Rus tarihçinin tespitine katılarak Kürtçeyi yasaklayan Çemişkezek'li Rum Kenan Evren'in ad takmasına hak veresi geliyor insanın. “Kart,
Kurt, Kürt”.
Paranın Kürt yüzünün arkasını çevirdiğimizde, Derin Nato, Asala, Mossad, Vatikan projeleri çıkıyor.
Güzel bir deyişimiz vardır. “El şeyiyle gerdeğe
girilmez.” O halde, “emperyalizmin
icazetiyle devlet kurulmaz, kurulur da umutla bakılmaz.”
Takdir sizindir.
Alaeddin Yavuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.