"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

25 Temmuz 2015 Cumartesi

IŞİD GERÇEK İSLAM’I MI UYGULUYOR. (Yenilendi)



IŞİD yani Irak Şam İslam Devleti terör örgütünün El Kaide terör örgütünün Afganistan’dan Irak’a kayan kolunun bölünmesinden ortaya çıkan ve ABD’nin istihbarat örgütü C.I.A tarafından kurulup örgütlendiğini bilmeyen kaldıysa öğrensin.
Bunun en açık delili de Irak Sincar dağlarındaki IŞİD merkezlerinden birisine ABD’nin yaptğı operasyonda elde edilen IŞİD belgelerinin Amerikan Harp Akademisince internette yayınladığı dökümanlarda görmek mümkündür. Bunu Türkçemize çevirerek de yayınlamış bulunmaktayım.
Kurucusu Ebubekir Bağdadi’nin (Bağdatlı Ebubekir) de aslen Yahudi olduğunun belgeleri kendisinin ölmesine rağmen hala internette You Tube videolarında yer almaktadır.

Askeri örgütlemesini de Fransız Lejyoner ordusundan ayrılmış bu örgütte görevlendirilmiş bir Fransız Lejyoner generali olduğu da bilinen bir gerçektir.
Onun evveli El Kaide örgütü de, bizzat ABD devlet başkanı George Walker Bush’un (Yavru Buş) Suud ailesinden olan petrol ortağı Ladin ailesinin küçük çocuğu Usame Bin Ladin (Dinsiz) tarafından kurulmuştu.
"Afyon Gelinleri" Haberinde Afganistan'da Taliban

için çalıştırılan çocuk gelinler işlenmiş yabancı 
haberde.İşte şeri rejim bu yaşta çocukları 
gelin edecektir. IŞİD'in Taliban ile benzeri
olan El Kaide'den doğduğunu unutmayalım.
21. yüzyılda yeni dünya düzenine göre Müslüman ülkeleri  şekillendirmek, Amerikan mezhebi olan Protestan ve Ortodoks Hristiyan-Yahudi mezheplerine göre değiştirilmiş Ilımlı İslam denilen yeni İslami yani Hristiyan ve Yahudi dini temellerine göre bir şeriat devleti kurma hedefiyle bu örgüt piyasaya sürüldü. Adını verdiğim Hristiyan ve Yahudi mezhepleri aynı Müslümanlar gibi namaz, oruç, hac, kurban gibi geleneklere sahip gayrimüslüm inanışlarıdır. Hele Süryani ve Irak Sabi Hristiyanlığını Sünni İslam’dan ayırmak olanaksızdır. Bu konuyu Sabiler konusundaki çok sayıdaki yazımda işledim.

Amerika New York’taki İkiz Kuleler operasyonu ile meşhur edilip, Hristiyan dünyasına Cihat ilan ettirildi ve bu bahaneyle de Amerika müttefiki olan 22 NATO ülkesiyle Afganistan ve Irak’tan başlayarak Müslüman coğrafyasını işgal etti ve doğal kaynaklarına 100 yıllığına el koydu.Muhafazakar Hristiyan Demokrat Amerikan siyasi partisi olan Muhafazakar Demokrat Parti yani Bush’un partisinin kısaltılmış adı olan Neo-con hareketi ile kan deryasına dönüşen Müslüman ülkelerinde ve diğer dünya milletlerinde hızla gelişen Amerikan karşıtlığını yatıştırmak için ABD, Demokrat Partiyi, yani Obama iktidarını başa getirdi. 2010’dan itibaren bölgeden çekilmeye başladı ve “yumuşak emperyalizm” siyasetine geçti.
Başta Irak’ta kendi kurdukları hükumette Amerikan muhalifliğinin gelişmesi, bu tarihlerde de çökmüş SSCB’nin üstüne kurulan yeni Rus Çarlığı da Putin ile tekrar “çift kutuplu dünya düzenini” başlatınca, Amerika çıktığı ülkelere tekrar müdahale gereğini duydu.
Bu müdahaleyei yapabilmesi için ona siyasi gerekçe verecek bir terör örgütü kurdu.
Bu IŞİD’ti.

Başta ABD, İngiltere ve toplam 22 NATO ülkesinden el altından verilen her türlü askeri, levazım, lojistik, eğitim destekleri ve siyasi himaye ile bu örgüt kısa sürede Irak, Suriye, Libya, Nijerya gibi ülkelerde geniş topraklara hükmeder hale getirildi.

Bütün bunlar El Kaide ve ondan türeyen IŞİD örgütü sayesinde gerçekleştirildi.
IŞİD, ele geçirdiği köy, kasaba, şehirlerde Kur’an ayetlerini gerekçe göstererek kelle kesme, kırbaçlama, recm (taşlayarak öldürme), el kesme, köle edinme ve satma işlerine girişti.
Yarattığı dehşet işgal ettiği yerlerdeki insanları sindirdi, bütün dünya devletlerinde de İslam düşmanlığını körükledi.

Oysa, İslam dini ilk önce Emeviler, Abbasiler, Persler (İran), Eyyübiler, Selçuklular,Osmanlılar tarafından devlet rejimi olarak uygulanmasına rağmen, asla yalnız Kur’an ayetlerine dayalı bir hukuk sistemi kurmadılar.

Bütün Müslüman devletler İslam Hukuku denilen bir hukuk düzeni kurdular. Bunda ilk önce peygamber döneminin uygulamaları temel alındı ve Emevileri, Abbasileri de peygamber dönemi ile kıyaslayarak, o günün şartlarına göre yeni ortaya çıkmış hukuki sorunlara çözümler ürettiler.
Buna göre eğitim sistemleri kurdular. Tekkeler, camiler ile başlayan ilk halk eğitimi Sıbyan (çocuk) Mektepleri, medreseler ile sürdü ve gelişti.
IŞİD zulmune uğramış bir masum yavrucuk
Bu eğitim yerlerinde kız-erkek ayırmadan Arap alfabesi veya bunun o ülkenin diline göre değiştirilmiş alfabesinden oluşan bir alfabe ile okuryazarlık, Kur’an okuma, meal (ayetlerin kendi diline çevrilmesi), tefsir (ayetlerin iniş sebepleri ve açıklamaları), fıkıh (tasavvuf), kelam (İlmi Kelam= imanı akli delillerle güçlendirme, ispat yeteneği kazandırma) gibi dersler verilirdi.
Büyük şehir merkezlerinde kurulan yüksek eğitim veren Medreselerde de İslam Hukuku, Mantık gibi dersler de matematik, kimya, fizik gibi pozitif bilimlerle destekleniyordu.
Fıkıh ve kelam eğitimi almış olanlar dini fetvalar verebiliyorlardı. Bunu yaparken de kendilerinden önceki İslam ulemalarının vermiş olduğu kararları inceliyor yine kendi bilgisine göre kıyaslıyordu. Bu kıyaslama da ayrı bir fetva ilkesiydi ve eğitimi vardı. “Kıyas” adıyla bilinirdi. Kıyas yaparken hadislere de başvurulurdu. Menra Şerhi de denilirdi. Kıyas yapabilen alimlere “müctehid” adı verilirdi. Bunların kurdukları yönteme de “mezhep” adı verilirdi. Buhari’den aktarılan bir hadise göre de “Bir alim, kıyasında hata ederse bir sevap, isabet ederse iki sevap alır” gibi, alim yanlışta doğru da karar verse sevap alır gibi saçmalıkları da barındırmaktaydı.
Kıyas, Nahl 44.ayetindeki “Allah’ın kitabına ve resulün hadislerine müracaat edin” ayetine göre yapılmaktaydı.Kıyası inkarın sapıklı olduğuna dair inanışlar vardı.

Hz. Muhammet, Yemen’e vali tayin ettiği Muaz Bin Cebel’e gitmeden önce sorar;
-Orada ne ile hükmedeceksin?
-Allah’ın kitabı ile
-Allah’ın kitabında bulamazsan?
-Allah’ın resulünün sünneti ile.
-Onda da bulamazsan?
-İctihad ederek, anladığımla hüküm veririm. (Kynk-Tırmizi, Darimi, Ebu Davud.)

Oysa bu gün çağdaş felsefenin getirdiği bunlara gerek bırakmayacak kadar adaletli hukuki yasalar vardır. Müslüman ülkelerdeki dini bağnazlık, işbirlikçi feodal veya cumhuri sistemlerdeki işbirlikçi sözde seçilmiş siyasi hükumetler kendi saltanatlarını korumak, halkın bunlardan habersizliğini de kullanarak, buna iç siyasi karışıklıkları da bahane ederek bu güzel hukuk yasalarını uygulamak yerine, zorbalıkla, hırsızlıkla, soygunla, zulümle halklarını yönetmekte ve köleleştirmektedirler.
IŞİD örgütü ve ona benzer dini rejim yanlısı hareketler de Müslüman devletlerin gelişmelerini istemeyen, ebedi sömürge tutmak isteyen Amerika (ABD) ve Avrupa Birliği ülkelerince desteklenmekte, güçlendirilmektedirler.
13 yıldır ülkemizi yöneten AKP hükumeti de bu gruba dahildir.
Suriye'de IŞİD Zulmü

Buraya kadar, yalnız Kur’an ayetleri “böyle yazıyor” denilerek bir yasa uygulamasının İslam’da olmadığını, akla, bilime açık olduğunu gördük.

IŞİD örgütünün yaptığ gibi Suudi Arabistan’da da uygulanagelen “el kesme” olayı, ilk kez Velid bin Muğire’nin uyguladığını Hayretin Karaman hoca yazmaktadır.
Kur’an Maide Suresi 5:38 ve 5:39 ayetlerde geçmektedir;
5: 38- Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'dan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.
5:39- Kim yaptığı haksızlıktan sonra tevbe eder, halini düzeltirse, şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir.
38-SİRKAT, lugatta "başkasının malını gizli olarak almaktır" ki, dilimizde hırsızlık denir. Hırsızın çoğunlukla göz diktiği, çalmak istediği mal, rağbet edilen mallardan olur. Yoksa alınması âdet olarak normal karşılanan şeylerin alınıverilmesini örf tam mânâsıyla bir hırsızlık saymaz. Hırsızlığın mahiyetinde mal sahibinin koruma ve gözetimini çalmaya kalkışmak mânâsı vardır. Bunun için hırsızlık fiilinin cezayı gerektirecek derecede tam anlamıyla oluşması iki şarta bağlıdır ki, birisi alınan malın az çok beğenilebilecek bir ölçüye ulaşması, diğeri de bir mekanda veya muhafızlı bir yerde saklanmış olmasıdır. 

Ancak İbnü Abbas, İbnü Zübeyr, Hasenü'l-Basri ne miktarın, ne de sa k lamanın, şart olmadığına ve azın, çoğun hırsızlık olup ceza lazım geleceğine kâni olmuşlardır ki, Zâhiriye mezhebinden Dâvûd-u İsfahâni'nin ve Hâricîlerin görüşleri de budur. Gerçi az veya bekçisiz, açıktaki bir malı alıvermek de hırsızlık kabilinden ise de, bu genellemenin tam bir hakikat olduğu şüphelidir. Zira örfün müsaade ettiği miktarı alıvermek bir terbiyesizlik olmakla beraber ne açığına gasb, ne de habersiz alınmasına hırsızlık denilivermediği de bilinmektedir.
Halbuki cezalar her yönden kesin ve yakînî ve şüphe ile düştüklerinden, eli kesilecek hırsıza tam mânâsıyla ve şüphesiz olarak sârik (hırsız erkek) veya sârika (hırsız kadın) denilebilmek için nisab (belli miktar) ve hırz (saklama) her halde şart olmalıdır. Ve bunu isbat için rivayet edilen haberler hiç dikkat nazarına alınmasa bile, hırsızlık kelimesinin tam örfi mânâsı bunu gerektirir. Ve fıkıhçıların çoğunluğu bunda ittifak etmişlerdi.
39- Yani hırsızlık yapıp kendi elinin kesilmesine sebep olarak kendine zulmetmiş olan hırsız erkek veya hırsız kadından herhangi birisi eli kesildikten sonra tevbe edip hâlini düzeltirse Allah affedici ve merhametli olduğu için tevbesini -her halde- kabul eder. Ve ahirette ona başka azab yapmaz, rahmet ve mağfiret eder. Şu halde eli kesilmiş ve tevbekâr olmuş olanlara daha önce hırsızlık etmiş diye kötü gözle bakmamalı, acıyıp yardım d a bulunmalıdır.
Bu tevbe, cezanın tatbikinden önce olursa ceza düşer mi, düşmez mi? Çoğunluk ve Hanefiler, "mal sahibi affetmedikçe olmaz", İmam Şâfiî ise, bir görüşünde "olur" demiştir.

Adamın elini kestikten sonra tevbe etse ne olur? Bu adam nasıl geri kalan yaşamını sürdürecek, toplumda kim ona iş verecek ve verilse de işi ne ile yapacaktır? Elsiz insan çalışabilir mi?
Ayetin açık olmasına rağmen, hırsızlık fiilinin, gerçekleştiği de şüphe götürmüyecek kadar kesin ispatlıysa dahi İslam ulemalarının geçen zaman içinde çelişkiye düştüklerine Elmalılı Hamdi Yazır hocanın tespitlerinde rastladık.
Ayrıca hızrsızlık veya herhangi bir suçun, örgütlü olarak yapılan bir iftira, karalama da olması söz konusudur. Hele köleci, feodal toplumlarda bu tür aşağılık işler çok kolay yapılabilmektedir. Bu durumda karar veren yargıç da suçluyu getiren de, suçu soruşturan da ayrı ayrı sorumluluk sahibidir.
Oysa Kur’an’ın böyle bir derdi yoktur.Sebebi de, Kureyşliler dahil bütün Arap, Fars/İran, Rum topluluklarında ve Yahudilerde de peygamberden 4000 yıl öncesine uzanan Sabilerin, Greklerin, Hintlilerin şeytana tapınma dini geleneklerinin izleri vardı.
Bunlar her türlü hırsızlığı işlerler sonra Kabe’ye gelir umre yapar günahlarından bağışlanırlardı.
Mekke’nin fethinden sonra amcası Ebu Süfyan’ın karısı Hind’in de bulunduğu kadınlar topluluğuna hitap ederken peygamber Muhammet’in onlara ilk öğüdü “Hırsızlık yapmayın”dır.
Oysa Sabiliğin Hanif kolu hariç bütün mezhepleri, bunlara girmiş Ortodoks Yahudiler, Grek Hermetizminin de etkisiyle hırsızlık yapıyorlardı.
1180’lerde Şeyh Hadi’ninin Kürtler için Emevi Yezidiliği (Mecusiliği) inancına göre yazdığı Mushaf-ı Reş ve Cilvename adlı Yezidi Kürt din kitaplarında hala hırsızlık makbul iştir ve Bir adam komşusunun veya kendi öz erkek kardeşinin karısını dahi kandırıp kaçırsa, alsa, bu ganimet sayılmaktadır.
Oysa Kur’an’da Allah, peygamberine aşağıdaki ayetlerde, Tevrat ve İncil’in doğrulayan Furkan’ı (Kur’an’ı) indirdiğini, Müslümanların da Tevrat ve İncil peygamberlerini kabul ettiklerini emretmektedir;
Ali İmran Suresi 3:
"O, sana kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat'ı ve İncil'i de yine O indirmişti. Evet bu Furkan'ı da O indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah çok güçlüdür, intikamını alır."

Bakara 2:136 - Deyiniz ki, "Biz, Allah'a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse ve bütün peygamberlere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız."

Şura Suresi 42: 13- Allah dinden Nuh'a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir kanun yaptı ve (Ey Muhammed!) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye buyurduğumuzu da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.”
Şura suresi 13. ayet ile Kur’an’ın Nuhtan İbrahim’e ondan İsa’ya kadar bütün emirlerini “tek din” olarak vermekte ve ayrılığa yani “mezhepçiliğe düşmeyin” demektedir. Oysa, maaşallah bu gün dört mezhep, 600 ile 1000 arası tarikat ve son 250 yılda çıkan Vehhabilik ile birlikte dört yeni din vardır. Bu da Müslümanların Allah’ın emirlerinin ırzına geçtiklerinin delilidir.
Gene Bakara suresinin 106 ayeti de indirilmiş geçmiş kitaplarda düzeltme yaptığını açıklamaktadır;
Bakara 2:106 - "Biz bir âyetten her neyi nesheder veya unutturursak, ondan daha hayırlısını yahut mislini getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kâdirdir."

Hırsızlık, zina ve diğer el kesme, recm gibi ayetler de köklerini Kur’an’dan değil Tevrat ve İncil’den almaktadır.
Musa’ya indirilen On Emirden birisi “Çalmayacaksın” ayetidir. Kur’an bu emri sadece tekrar etmiş, geçerli kılmıştır.
Zira, yazdığım gibi Arap ve İran toplumlarında Grek Hermetizminin etkisi nedeniyle hırsızlık iyi bir iştir. Bunun kaldırılması için Kur’an bu Tevrat ayetini tekrar etmiştir.

Oysa Yahudiler daha Muhammet zamanında “el kesme” cezasını da “recm’i “ yani taşlayarak öldürmeyi de kaldırmışlardır;
Okuyalım;

Osmanlı’da fidyeye dönüştürülmüştür. Zira, öldürmeye karşın bile “kan bedeli” geleneği Araplarda İslam öncesi de vardı. Peygamber Muhammet’in dedesi Abdülmutallip’in başlangıçta çocuğu olmuyordu. 10-12 çocuklu kardeşlerine özeniyordu. Bir gün Allah’tan yalvararak çocuk istedi. Kısa süre sonra 10’u erkek olmak üzere çocukları oldu. Sözünü unuttu. Bir gün rüyasında Allah ondan adağını istedi ve mecburen çocuklarını alıp Kabe’de Hubel putunun önüne götürdü. Margay denilen Kabe’nin Mecusi rahibesi eline bir fal oku aldı, çocukları daire şeklinde dizdi. Okun ortasında top gibi yovarlak bir cisim vardı. Oku bu cisim üzerinde çevirdi. Ok üç defa  en sevdiği Abdullah’ı gösterdi.
Margay oradan Medine’ye geçti. Abdullah’ın annesi Fatma’nın tek oğlu olan Muhammet’in babası olacak Abdullah’ın kurban edilmesine karşı çıktı. Kabilesini topladı ve tehditte bulundu. Abdullah’ı korudu.
Çaresi kalan Abdulmutallip, Abdullah’ı alıp yollara düştü, sonunda Taif’te bulduğu kahin rahibeye derdini anlattı. O istişareye yattı ve kararını sabahleyin açıkladı.
-Sizde kan bedeli nedir? Diye sordu.
Abdulmutallip;
-10 devedir. Dedi.
10 deve bir tarafa, Abdullah bir tarafa konuldu., fal oku çevrildi, ok on kez Abdullah’ı gösterdi, 100 deve gitmesine rağmen Abdülmutallip ısrar etti. Son üç ok develeri gösterince yettiğine kanat getirildi ve Abdullah kurban edilmekten kurtarıldı. 130 Deve de kurban edildi.
İşte Osmanlı’da ve diğer Müslüman ülkeleri de bu kan bedeline karşın “el kesmeye karşın fidye ödetme” ile vahşilik olan bu Yahudi, Sabi geleneğinden kurtulmuş oldular.

Ama Recm konusu, Kur’an’ın Yahudiler gibi Nur Suresinde “celde” değnek vurma” cezasına dönüştürmesine rağmen kaldı. Okuyalım;

Zinaya Recm Uygulamak Tevrat Geleneğidir. Muhammet de Bunu Çok Sevmiştir.

Tevrat, Mişna'da rec ayetleri;


TEVRAT RECM AYETLERİ,

Mısırdan Çıkış 19:13-21:28
Şabbat Sayılar 15:32-36
Levililer 20:13 Homoseksüel ilişki hakkında
Levililer 20:2-5 Molek’e çocuk adayanlar
Levililer 20:27 Büyücülük ve peygamberlik iddialarında bulunanlar
Musanın Kitapları (Deutoronomy) 13:7-11 Çok tanrıcılığa dönme ve döndürme
Levililer 24:10-16 Tanrıya küfür etme
Musanın Kitapları 17:2-7 Zina Deutoronomy 13:7-12 Baştan çıkarma
Deuter: 21:18-21 Anne babaya karşı gelme uyarılara aldırmama
Deuter: 22:!3-21 Bekaretini kaybetmiş biriyle bakire diye evlenmek
Deuter 22:23-24 Kadın recmi çıülık atıp yardım istemeyen Evli kadınla evlilik dışı ilişki, kadın recmi
Deuter:22:25-27 Kimsenin yardım edemeyeceği yerde zorşa tecavüzde erkek recmi
Deuter 13:6-10 Evlat, ana- baba, kardeş, ikinci derece akrabalar dahil din değiştirme halinde recm emreder.

Talmud, boğma, kelle kesme, ölüme mahkum edilenin boğazına kurşun dökme, recm/taşlayarak öldürme gibi  öldürme yöntemlerini tanımlar.
Mişna da recm edileceklerin listesini verir;
Anasıyla cinsel ilişkiye girme
Analığı ile ilişkiye girme
Üvey kızıyla ilişkiye girme
Erkek erkeğe eşcinsel ilişki
Büyük baş hayvanla cinsel ilişki
Kadının hayvanla ilşkiye girmesi
Tanrıya küfür etme
Putperestlik
Çocuklarından birin Molek’e kurban etme
Ruhlarla ilişki kurduğunu açıklama (vahiy alma, bir şeyler öğrenme gibi)
Büyücülük
Şabbat (cumartesi) tatilini uygulamamak
Anne veya babaya küfür etme
Nişanlı genç kıza saldırmak
Birini putlara ibadete ikna etmek, yoldan çıkarmak
Bütün kasabayı yanlışa sürükleme
Diş-erkek büyücü olma
İnatçı ve asi oğul olma"
Tevrat ve gizli kitap Mişna'ya göre recm ayetleri ve hangi konularda uygulanacağını okuduk. Şimdi Kur'an'a geçelim;

Kur’anda Yahudi Recmi Konusu;
Maide Suresi 5:40 Meali ;5: 40- “Göklerin ve yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu, dilediğine azap edip dilediğini de bağışladığını bilmedin mi? Allah herşeye kâdirdir.”
40-NÜZUL(İniş) SEBEBİ: Ebu Hureyre, Berâ b. Âzib, İbnü Abbas ve daha birçoklarından gelen rivayetlerin özetine göre Tevrat'ta İsrailoğulları'ndan zina edenlere recm (taşlanmak suretiyle öldürülme) emredilmişti ve bunu tatbik ediyorlardı.

Nihayet bir gün büyüklerinden birisi zina etmiş, recm için toplanmışlar, fakat ileri gelen seçkinler ve memleketin saygın kişileri kalkmışlar, yasaklamışlar.
Sonra zayıflardan birisi zina etmiş, bunu recm etmek için toplanmışlar. Bu defa da düşkünler gürûhu kalkmış, "Arkadaşınızı recm etmedikçe bunu da etmeyin, ikisini de recm edin" demişler. Bunun üzerine, " mesele zorlaştı, geliniz bir çaresine bakalım" demişler.
Recmi bırakıp tahmime karar vermişler ki, yünden örülmüş, zifte bulanmış bir kamçı ile kırk kamçı vururlar, yüzünü karalarlar, ters yüzüne bir eşeğe bindirip dolaştırır teşhir ederlermiş.
Peygamberimiz Medine'ye şeref verinceye kadar böyle yapıyorlarmış. Berâ b. Âzib (r.a.) den rivayet edildiği üzere birgün Resulullah Medine'de böyle bir yahudinin dolaştırıldığına bizzat rastlamış, âlimlerinden birini çağırmış, "Sizde zina eden kimsenin cezası böyle midir?" diye sormuş, "evet" demiş. "Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah için söyle, kitabınızda zina edenin cezasını böyle mi buluyorsunuz?" deyince, "Böyle yemin vermeseydin söylemezdim, doğrusu recimdir" demiş ve kıssayı nakletmiştir.
Sonra yahudi ileri gelenlerinden Yüsre adında bir kadın Hayber ileri gelenlerinden bir yahudi ile zina yapmış, tutmuşlar, Kureyza oğullarından bir takımlarını Resulullah'a göndermişler, "Sorunuz bakalım zina hakkında ona indirilen hüküm nedir? Korkarız ki bizi rüsvay eder, şayet celd (deynekle vurma cezası) derse tutunuz, recim (taşlamayla öldürme cezası) derse sakınınız" demişler.

Gelmişler, sormuşlar. Ebu Hureyre (r.a.)'ın rivayetine göre: "Şu adam ihsanından (namuslu yaşamasından) sonra nam uslu bir kadın ile zina etti, seni hakem yapıyoruz, hüküm ver" demişler. Bunun üzerine Peygamberimiz kalkmış yahudilerin dershanelerine gitmiş, "Ey yahudi toplumu, bana en bilgininizi çıkarınız" buyurmuş, onlar da Abdullah b. Sûriya'yı çıkarmışlar, Kureyza oğullarından bazılarının rivayetine göre o gün İbnü Sûriya ile beraber Ebu Yasir b. Ahtab'ı ve Vehb b. Yehûdâ'yı da çıkarmışlar ve "İşte bunlar bizim bilginlerimiz" demişler.
Pakistan'da bu yıl recm edilen Ferzan İkbal

Resulullah biraz konuşmuş, nihayet "Kalanlar içinde Tevrat'ı en iyi bilen budur" diye İbnü Sûriya'yı göstermişlerdir ki, henüz genç ve yaşça diğerlerinden küçük ve tek gözlü imiş, Resulullah bununla tenha kalmış ve meseleyi açmış, "Ey İbnü Sûriya Allah'a ve Allah'ın İsrailoğulları'na olan nimetlerine ant vererek söylüyorum. Namuslu hayatından sonra zina eden kimse hakkında Allah'ın Tevrat'ta recm ile hükmettiğini bilmiyor musun?" buyurmuş, o da: "Allah için evet, ey Kasım'ın babası (Muhammed)! Bunlar senin Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu kesin bir şekilde bilirle r ve fakat haset ediyor (kıskanıyor) lar" demiş.

Resulullah da oradan çıkmış, gelip hükmünü vermiş, zina eden erkek ve zina eden kadının ikisinin de recmini emretmiş. Beni Osman b. Galip, b. Neccâr mescidinin kapısı önünde recmedilmişler.
Fakat İbnü Sûriya böyle dediği halde, sonradan düşük karekterli yahudilerin saldırısıyle inkâr etmiş ve işte âyeti ve tahrif olayı bunları hatırlatarak nazil olmuştur. Bir de İkrime ve Katâde ve daha bazılarının rivayetine göre Beni Nadir yahudileri Beni Kureyza'dan daha haysiyetli ve şerefli imiş. Bunun için Beni Kureyza'dan biri Beni Nadir'den birini öldürürse öldürülür. Fakat Beni Kureyza'dan birini öldürürse yüz vesak (1 vesak = 200 kg) hurma diyet alınırmış.
İbnü Zeyd'in rivayetine göre Huyey b. Ahtebî, Nadir'li için iki diyet, Kureyzalı için bir diyet hükmedermiş. Sonra Benî Nadir'den biri, Beni Kureyza'dan birini öldürmüş, Beni Kureyza da Peygamberimizin hükmüne müracaat etmişler. Buna işaret olarak inmiştir. Hasılı bu âyetler müslüman olmayanların, İslâmın hükmüne müracaatı hakkında nazil olmuştur. Ve bu arada onların ahlâkı ve müracaattan maksatları da bildirilmiştir. Fakat bu âyetlerin siyakında zinaya dair açıklık bulunmadığına göre asıl nüzul sebebi olan hadise ikinci rivayet dolayısıyla bir öldürme olayı olmak üzere daha uygun görünüyor...””
Yahudi şeriatı uygulayan İran'da adı
hatıurlanmayan recm mağdurlarından birisi

Hakim Müsterdek VI-363-İbni Hanbel V.217 hadis kayıtlarında geçtiği bleirtilen bir de Yahudi Maiz bin Malik el Eslemi adlı şahıs kendiliğinden peygamber Muhammmet’e gelerek zina işlediğini “dört defa”itiraf etmiş ve kendisini huzura kavuşturmasını söylemiştir.
Peygamber bu samimi itirafın aklı başında yapılıp yapılmadığını, şahsın akli durumunun yerinde olup olmadığını iyice tetkik ettikten sonra bu şahsın recmine hüküm vermiştir.
Taşlama olayı sırasında kaçmaya başlayan Maiz yakalanarak tekrar taşlanmış ve öldürülmüştür.
Bu duruma üzülen Muhammet, “keşke bıraksaydınız belki tövbe eder, Allah ta bağışlardı” demiş.

Bu tefsir yazısında dikkat çekici önemli bazı tespitler yapmak gerekmektedir. Yahudilerin dini kitabı Tevrat’ta “Allah” adı asla geçmez. Tevrat’ın tanrısı Yahweh’tir. Bir kaç yerde de “Elohe ve elohi” adları geçmektedir. Bu yüzden “Allah’a edilen yemine değer veren Yahudi olmaz.
Olanları vardır ama bunlar, Süleyman peygamber zamanında Habeşistan’a (Etiyopya-Sudan’a) Sebe melikesi Belkıs ile dostluğuna nişane olarak yerleştirdiği ve Sabi dinine girmiş olan, Müslümanlar gibi ibadet eden, “Hayya/Hayy/Hayyül-Kayyüm” olan Ay Tanrısı “Allah’a” ibadet eden Şemsi, Yakubi, Lev Tahor Yahudileridir.
Bunlardan Mekke ve Medine şehirlerinin bulunduğu Hicaz bölgesine deniz yoluyla geçmiş olmaları doğaldır. Bu Yahudilerin Sudan, Etiyopya’da yaşayanları 1974 yılında İsrail’a getirilmişlerdi. Sapkınlıkları, çarşaf-peçe dayatmaları, sapık ensest yaşamları yüzünden diğerr Yahudiler onlara Tevrat Krallar I. ve I.. kitapta geçtiği üzere“Tapınak Fahişeleri” diye hakaret ediyorlardı.
Bu olaylar yüzünden ve geçen yıllarda İsrail’den sürülen Kanada’ya yerleşenleri geçen yıl Kanada hükumeti, kendi kız ve erkek çocuklarıyla ensest ilişkileri, çocukları işkenceyle cinsel ilişkiye zorladıkları için önce çocuklarını devlet korumasına aldı. Sonra da sınır dışı etme kararı aldı. Hiç bir ülke bunları kabul etmedi ve bir güney Amerika ülkesi olan Guatemala acıyarak bunları kabul edeceğini bildirdi. Bunlar Müslümanlar gibi namaz kılan, diğer ibadetlerini benzer yapan, siyah çarşaf-peçe giyen, erkekleri zülüflerini pelik gibi ören siyahlar giyen Yahudilerdir ve Şeytana taparlar.

Muhammet’in kabilesi de Allah’ın üç kızından Güneş tanrıçası olarak El Uzza’ya bazıları da aynı tanrıça olarak El Lat’a tapınırlardı. Bu güneş tanrıçası, dünya gezegeni hariç yedi gök cismini, 12 burcu, büyük-küçük Köpek Takım yıldızlarını ve toplam 63 gök cismini doğuran güneş tanrıçası GÖK ANA olarak ona ibadet ederlerdi. Süryani İncil’i de İsa’yı Allah değil, “kılık değiştirmiş Gök Ana Er Ruha dişi şeytanı olarak tanımlamaktadır.
Kanda'da Lev Tahor Yahudileri
Kâbe onun rahmini, Hacer-ül esved taşı da cinsel dişilik organını temsil ederdi. Ölenlerin ruhları Hacerülesved taşından girerek Kâbe’nin içine yani rahme dönerlerdi. Tanrılar da böyleydi. Bu yüzden ölüm “sine-i rahime dönüş” olarak da söylenmekteydi. Kabe etrafında tavaf, gezegenlerin güneş etrafında dönmesini, Gö Ana’nın kadınlık organı Hacer ül esvedi öpmek te doğdukları ve dönecekleri “giriş-çıkış kapısına” hürmetti.
Sabilerin din kitabı Cinze di Rabba’nın yaratılış bölümünde bu evrendoğum efsanesi işlendiğinden, Hanif Sabiler Allah’a ya da Hayy’a “Rahman ve Rahim adıyla da hürmet ediyorlardı. Kabe’deki rahip ve rahibeler para karşılığpı fuhuş yaparlar, etrafında da tapınağa gelir getirmek için genelevler bulunurdu.
Araplar, kölelerini, gözden düşmüş karılarını burada satardı. Kendi çocuklarıyla evlenen Arap geleneği yüzünden bu geneleve düşme korkusuyla Arap kadınları kızlarını diri diri çöle gömerlerdi.Bu yüzden Kur’an Nisa suresinde “karılarınızı, köleleriniz satmayın, kızlarınız öldürmeyin” diyerek ve Tekvir Suresi 8.9 ayetlerde de diri diri öldürülen kız çocuğuna ağıt yakılarak bu gelenek lanetlenmiştir.
Muhammet’in kavmi de şeytana tapındığından, Allah da içki içen büyük tanrıları olduğundan Yahudiler ile inanışları benziyordu. Bu nedenle bu Yahudi Rabbi’si “Allah” adını yeminde kutsal saymış olmalıdır.
İkinci konu, peygamberin Cebrail’den Hira mağarasında aldığı “İKRA=OKU” emrinden bu yana geçen zamanda peygamberin okumayı öğrenemediğine tanık oluyoruz.
Onun peygamberliğini tasdik eden ilk kişi eşi Hz. Hatice, onun peygamberliğinden emin olmak için amcası Mekke’nin baş papazı olan Varaka bin Nevfel’e götürmüştü. Bu adamdan başka etrafında dört tane daha Hristiyan din adamı onunla sürekli irtibat halindeydi.Bunlar Tevrat’ı İncil ile birlikte okuduklarından iyi bilenlerdi ve Arap dilinde Tevrat da vardı.
Yahudi Rabbileri ile  “kitabınızda zina suçuna recm var mı?” diye sorgulayıp polemiğe gireceğine bu Hristiyanlardan veya girdiği Yahudi mabedinden Arapça bir Tevrat alıp Levililer kitabındaki 20. bölümdeki 10-26. arasındaki 16 zina ayetini okuması yeterliydi. Bu ayetlerde komşu, akraba, gelin, eçcinsel vesair zina türlerinin cezaları ayrı ayrı belirtilmiştir. Çoğu da recm ve yakılarak öldürülmedir.
İncil’de de Yuhanna kitabında 8. bölüm 3-7 ayetlerde İsa’ya getirilen zina suçlularına İsa’nın emri sorulduğunda herkes “recm” kararı beklerken İsa’nın;”
-“İçinizde günahsız olan ilk taşı atsın” ayeti ile “recmin kaldırıldığına tanık olmaktayız.
Zira, İsa, “içinizde günahsız olan ilk taşı atsın” diyerek, Yahudilerin kendilerini sorgulamasını istemiştir. Yahudilerden birisi de “günahsız olduğunu” iddia etmemiştir ve recm olmamıştır.
Orada bekleyen kadına “yargılanıp yargılanmadığını” sormuş, kadın “yargılanmadığını” söylemiştir. Yani “yargısız infaz”ı İsa önlemiştir.

İsrail2de Lev Tahor Yahudileri terörü

Ve, aynı bölümde 17-18-19.ayetlerde “kendisinin kutsal yasayı değiştirmeye gelmediğini, ilk emirlerden bir harfin değişmediğini, kendisinin de “tamamlayıcı” olduğunu, buyrukları çiğneyenlerin de göklerce aşağılanacağını ifade etmiştir.
Bu durumda İncil kitabı recm cezasını kaldırmışken, yukarıda Tevrati İncil’in doğrulayıcısı, eksiklerinini tamamlayıcısı olduğu belirtilen Kur’anın bu görevi Maide Suresi 68/2. ayette de “Tevrati İncil ve hak peygamber Muhammet’i indirilen Kur’anı birlikte okumadıkça bir temeliniz olmaz” diyen Allah’ın emirlerine rağmen Muhammet’in “recm cezasında diretmesi” akıl işi değildir. Zira İncil’de Tevrat’ın doğrulayıcısı ve düzelticisidir.

Buna rağmen, Kur’anda recm cezası ayetlerinin, sağlığında kadınlar aleyhine tek ayet inmeyen  Hz. Hatice’nin ölümünden sonra inmesinin, peygamberin başta Hz. Ayşe’nin zina iddiası olmak üzere kadınlarıyla olan nafaka, mal, karıkocalık ilişkisinden kaçıp Ayşe’ye sırasını veren eşleri yüzünden yaşadığı sıkıntılar olmalıdır.
Ki, o Müslümanlar da Ayşe’nin “masum olduğunu bildiren Nur ve Necm suresi ayetlerinin ilahi olmadığını, Ebubekir’in korkusundan “vahiy inmiş numarası yaptığı kanaatine varmışlar ve bir çok kişi dinden dönmüştür. Bu konuları Elmalılı Nur suresi tefsirinde kaynaklarıyla işlemiştir.

Zaten içki konusunda da Nahl 67’de “içkiyi öven ve mucizelerinden bahseden Allah’ın daha sonra üç ayetle içkiyi kınaması, kötülemesindeki kafa karışıklığı da Ayşe’nin zina isnadıyla tekrar etmiştir.

Daha Kur’an’da “recm” ayetleri inmeden önce Yahudi Tevrat’ına göre recmi uygulatmaya başlamış, Yahudi’den Yahudi bir Muhammet protresi gerçekten insanın tüylerini diken diken etmektedir.

Daha bu konuda Allah sana hiç bir tebliğde bulunmadan sen Yahudilerin bile değiştirmeye başladığı ilkel Yahudi Tevratının şeriatını uygula, insanları taşlat, öldür, sonra da kendi karın, hayatını borçlu olduğun, parasıyla, askeri gücüyle seni koruyup kol kanat geren ve altı yaşında iken sana emanet ettiği kızı Ayşe aynı olayla suçlanınca, onun zine ettiğine inan, yatağını ayır, sonra babasının evine gönder, sonra da “Allah ayet indirdi ve senin masumiyetini açıkladı dön” deyip kadını al.
Türklerin çok güzel bir öz deyişi bu olayı ne güzel açıklar;
“Allah bilir işini, muhallebi yerken kırar adamın dişini” Bu öz deyişin doğruluğundan peygamberlerin hepsinin nasiplendiği Tevrat’ta da açıkça görülür.Buraya onları da eklersem yazı bitmez. Davut’un Hitili askerinin karısına aşık olup, kocasını savaşta ön safa sürüp öldürtmesini takip eden olaylardan sonra başına gelenler hiç de hoş değildir.

Bu ne demektir?
Garip gureba, fakir fukarayı ezebildiğin kadar ez, bela kendi kapını çaldığında Allah’ı dedektif yap.
Ohhh, suyundan da koy.
Bu gün diyoruz ya “Hukuk herkese lazımdır!” Eh, çok sevdiği recm ile ilgili tek bir ayet inmeden, iş kendi başına gelince “Hukuk lazım oldu” ve Allah dedektif olarak araya girdi.
Gerisini Allah bilir diyelim.

Okuyalım bakalım şu Nur Suresini;
Nur Suresi 24;2-3-4-5
24:2- Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah dini(ni tatbik) hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın! Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.
24:3- Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.
24:4- Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu ispat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkardırlar.
24:5- Ancak bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.”

Nur 24.4 ayetteki “namuslu kadına iftira konusu, Hz. Ayeş’ye atılan iftira için inmiştir. Aynı sure 11’den 20’ye kadar ayetleri Ayşe’nin masumiyetini Allah’a ispat ettrimekltedir.
Onu da tefsirden okuyalım;

24:11- Haberiniz olsun ki (Muhammed'in eşine) bu ağır ifki (iftirayı) uyduranlar sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük saymayın; aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan herbir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. (Elebaşlılık yapan, bu yüzden de) bu günahın büyüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır.
24:12- Erkek ve kadın müminlerin, bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da, "bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi?
24:13- (Bu iddiayı ortaya atanların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitler getirip ispat edemediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler.”

Yahudi Rabbilerini recm uygulamaya zorlayan Muhammet, bu ayetler ne ne oldu da değişti? Ebubekir’i geçemedin, başına gelen ile rezil rüsva oldun değil mi?

Şimdi tefsire geçelim;

Nur 24:11 ayetin tefsiri;
“”11- Şunlar ki ifk ile geldiler, İFK: Asıl ve esasından çevrilmiş, gerçeği değiştirilmiş söz, yani yalan, iftira, bühtan demektir,
BÜHTAN da ansızın atılıp insanı hayrette bırakan iftira demektir. Genellikle tefsir ve hadis kitaplarında rivayet edildiği üzere bu âyetlerin nüzul sebebi şöyledir:

Hz. Aişe (r.anhâ) dedi ki, Resulullah (s.a.v) sefere çıkmak istediği zaman, kadınları arasında kura çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla giderdi. Benî Mustalik gazasından önce yaptığı gazada da aramızda kura çekti, benim ismim çıktı, bundan dolayı Resulullah ile beraber çıktım ve bu, hicab (örtünme) âyetinin indirilmesinden sonra idi. Onun için bir hevdec e (deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya) konuldum, dönüşte Resulullah Medine'ye yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da yola çıkmaya nida ettirdi. Yola çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp ordugahı geçtim, tuvalete gittim, yerime dönerk e n göğsümü yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir dizim vardı, kopmuş düşmüş, bunun üzerine döndüm, kaybolan dizimi aradım, bunu aramak beni alıkoydu.

Benim yol nakliyemi yapmakta olan grup varmışlar, hevdeci yüklenmişler ve beni içinde zannetmişler. Çünkü hafif idim, henüz küçük yaşta bir taze idim; beni hevdecte sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman orada kimseyi bulamadım, bundan dolayı belki beni aramak için dönerler dedim, oturdum. Derken uyumuşum, Safvân b. Muattal ordunun arkasına kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için diğer konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış "Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyandım, hemen feracemle yüzümü örttüm, dev e sinden indi, ben bininceye kadar çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni bulamadıklarından insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine varıverdim, artık herkes be n i konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helak olan helak olmuş.

Resulullah Medine'ye ayak bastı ve bana bir ağrı, sızı meydana geldi. Fakat rahatsız olduğum zamanlar Peygamber (s.a.v) den tanıyageldiğim alaka ve lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, "nasıl o?" diyordu. Bu beni işkillendirdi, henüz söylenen sözlerden haberim yoktu, nihayet nekahet dönemine geldim. Bir gece Mıstah'ın annesi ile hacetimiz için dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstah'ın annesi ile odama doğru döndük. Derken Mıstah'ın annesi mırtı, yani yün çarşafı içinde sürçtü dedi. Ben buna itiraz ettim. "Bedir'de bulunmuş bir zata sövüyor musun?" dedim, "Haberin yok mu" dedi, "ne var" dedim. "Ben dedi, şehadet ederim ki, sen hakikaten "Habersiz mümin hanımlar" dansın . Sonra ifk'çilerin dediklerini anlattı. Derhal hastalık üstüne hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm.

Arapların kadınlarını taşıdığı HEVDEC

Sonra Resulullah girdi ve "nasıl o?" dedi. "Bana izin ver ,ana babamın yanına gideyim" dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim. Anneme: "Ey anne, dedim, insanlar neler söylüyorlar?" "Kızcağızım! dedi, kendini üzme, vallahi bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları bulunsun da aleyhinde çok laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu ana kadar söylenilen sana malum olmadı mı?"
Ben ağlamaya başladım ve bütün gece sabahı ettim, yine ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi, anneme, "bu niye ağlıyor" dedi. "Bu ana kadar söylenilenden bilgisi yokmuş" dedi. Babam da ağladı. "sus kızım" dedi. O gün durdum, göz yaşım dinmiyordu, ana babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi geliyordu. İkisi de yanımda oturmuş, ben ağlıyorken Resulullah (s.a.v) üzerimize geliverdi, selam verdi, sonra oturdu. Hakkımda söylenilen söylenileliden beri yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allah Teâlâ ona benim bu işimle ilgili vahiy indirmemişti.
Sonra dedi ki: "Ey Aişe! Hal önemli, senden bana şöyle şöyle söz yetişti, şimdi sen bu durumdan temiz ve beri isen Allah, muhakkak seni aklayacak ve eğer bir günaha düştünse Allah'a istiğfar ile tevbe et. Çünkü kul tevbe edince Allah Teâlâ tevbeyi kabul eder."
Ne zaman ki Peygamber (s.a.v) konuşmasını bitirdi, göz yaşlarım boşandı, sonra babama "Tarafımdan Resulullah'a cevap ver" dedim. "Vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Bunun üzerine anneme, dedim, " Tarafımdan Resulullah'a cevap ver." O da "Vallahi ne diyeyim, bilmiyorum, dedi. Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur'ân'dan çok okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek halde değildim.

Dedim ki: "Vallahi ben anladım. Siz bunu işitmişsiniz, hatta gönü l lerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size beriyim desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah bilip dururken size kötü bir itirafta bulunsam hemen tasdik edeceksiniz .Vallahi benimle size başka bir mesel bulamıyorum, anca k Yusuf'un babası o salih kulun ki ismini zikretmemiştim dediği gibi "Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak ancak Allah'tır" (Yusuf, 12/18) dedim, sonra dönüp yatağıma yattım.

O halde ben vallahi biliyordum ki, Allah Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat vallahi, hakkımda vahy-i metlüvu (Kur'ân âyet) indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre, Allah Teâlâ'nın öyle okunup tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok hakir idi. Ve fakat umuyordum ki, Resulullah uykuda bir rüya görür de Allah, beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Resulullah yerinden kalkmamıştı, ehl-i beyit'ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ, Peygamberine vahyi indiriverdi, ona vahyedilirken olagelen hal hemen geliverdi ki, kış günüde bile vahyin ağırlığından dolu danesi gibi ter dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık konuldu. Vallahi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü beraatimi, suçsuzluğumu biliyordum. Fakat Resulullah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim.
Ne zaman ki Resulullah açıldı, gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu: "Müjde ey Aişe! Rahat ol, vallahi Allah, seni kat'î olarak akladı" dedi.
"Hamd, Allah'a; ne sana, ne de ashabına" dedim.
Annem, dedi "Kalk ona!"
Ben, "Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim" dedim. ...”


Sonra Ahzap suresindeki recm ayetlerini de Allah’ın keçi şekline girip yediğine inanılır. Peygamber ölüm döşeğindeyken, Hz. Ömer’in “Ayşe’yi recm ettireceğim” yeminini bilen Ayşe’nin bu korkuyla Kur’anın recm ayetlerini yok ettiği da kabul gören olasılıklardandır.

Hz. Ayşe’nin Ağzından Muhammet’in “Biseksüel” Yaşamı;

Muhammet’in “azad kabul etmez kölesi Zeyd bin Harise için çıkan söylentiler üzerine inen Ahzap Suresi 33:37. ayeti okuyalım;
33:37- “Hem hatırla o vakti ki, o kendisine Allah'ın nimet verdiği ve senin de ikramda bulunduğun kimseye: "Hanımını kendine sıkı tut ve Allah'tan kork" diyordun da nefsinde Allah'ın açacağı şeyi gizliyordun. İnsanlardan çekiniyordun. Halbuki Allah kendisini saymana daha lâyıktı. Sonra Zeyd o kadından ilişiğini kestiği zaman, biz onu sana eş yaptık ki, oğulluklarının ilişkilerini kestikleri hanımlarını nikâhlamada müminlere bir darlık olmasın. Allah'ın emri de yerine getirilmiştir.”

33:37 Tefisri; “Hatırla o zamanı ki, diyordun ona, o kendisine Allah'ı nimet verdiği, Allah ona zeka ve kabiliyet vermiş, senin nezdine sevketmiş, İslam nimeti ile nimetlendirmişti. Senin de nimet verdiğin kimseye -Allah'ın yardımı ile kendisine türlü bağışlarda bulunduğun, kısaca azad edip hürriyet nimetine erdirdiğin kimseye- ki şimdi ismi gelecek olan Zeyd'dir. Yani Zeyd b. Hârise b. Şurahbîl, annesi Su'da binti Sa'lebe b. Abdi Âmirî, Benî Ma'n b. Tay'dendir.

Zeyd’in Hayat Hikayesi;

"El-İsabe fî Marifeti's-Sahabe" isimli eserde hayat hikayesi şöyle yazılıdır: Zeyd b. Harise'nin annesi Su'dâ kendi kavmini ziyarete gitmişti. Zeyd de beraberinde idi. Cahil i ye devrinde Benî Kayn b. Cisir süvarileri, Benî Ma'n evlerine baskın yaptılar. Zeydi kapıp aldılar, anlayışlı bir çocuk idi, Ukaz panayırına getirdiler, satılığa çıkardılar. Hakîm b. Huzam, halası Hatice hesabına dört yüz dirheme onu satın aldı. Hz. Hatic e de Resulullah kendisi ile evlendiği zaman, onu Resulullah'a hibe etti, onu kaybetmiş olan babası Harise:
"Zeyd'e ağladım, bilmem ne yaptı. Sağ mı, ümid olunur mu? Yoksa ecel önüne mi geçti?" diye başlayan acıklı beytler söylemiş, sonra Harise'nin kabilesi olan Kelb kabilesinden birtakım kimseler hacca gelmişler Zeyd'i görmüşler. Zeyd onlara kendisini tanıtmış, onlar da tanımışlar ve şu beyti aileme götürün demiş:
"Kavmime özlemlerimi bildiririm. Gerçi uzağım, çünkü Meşair'in yanında beytin civarında kalanlardanım."
Gitmişler babasına bildirmişler ve yerini tarif etmişler. Bunun üzrine Harise ve kardeşi Ka'b onu kurtarmak için fidyesini alıp yola çıktılar. Mekke'ye geldiler. Peygamber (s.a.v.)'i sordular, Mescid'de olduğu söylendi. Yanına gittiler "Ey Muttalib'in oğlu, ey kavminin efendisinin oğlu! Siz Allah'ın şerefli Harem'inin civarında kalan kimselersiniz. Siz sıkıntı içinde olanları kurtarır, esirleri doyurursunuz. Biz sana senin yanındaki çocuğumuz için geldik. Bize lutfet v e ihsan et. Takdim edeceğimiz fidyesini kabul eyle. Serbest kalmasına yardım buyur" dediler.
Resulullah "O kim" buyurdu. "Zeyd. b. Harise" dediler, bunun üzerine (yahut da başkası), "Haydin çağırın onu da muhayyer bırakın, eğer sizi tercih ederse, fidyesiz sizin olsun; yok eğer beni tercih ederse, vallahi ben, beni tercih edene karşı fidyeyi tercih etmem" buyurdu.
Bunun üzerine Zeyd b. Harise'yi çağırdılar. Resulullah (s.a.v.) "Bunları tanıyor musun?" buyurdu. Zeyd: "Evet şu babam, şu amcam" dedi. Resulullah: "Ben de bildiğinim, sana olan davranışımı ve arkadaşlığımı gördün. Şimdi ya beni tercih et, ya onları."

O zaman Zeyd dedi ki: "Ben sana karşı kimseyi tercih edemem. Sen benim hem babam, hem amcam yerinesin."
Buna karşı babası ve amcası: "Yazık sana ey Zeyd, köleliği hürriyete, babana, amcana ve ehli beytine tercih mi ediyorsun?" dediler.
Zeyd de: "Ben bu zattan öyle şeyler gördüm ki, ona karşı hiçbir kimseyi tercih edemem." diye cevap verdi.
Resulullah bunu görünce, onu Hıcr'e çıkardı. Ve buyurdu ki: "Şahid olun Zeyd benim oğlumdur, bana varis olacak, ben de ona varis olacağım." Bunu görünce babası ile amcasının da gönülleri hoş oldu, memnun olarak dönüp gittiler."

Bundan böyle ta İslam'a gelene kadar "Zeyd b. Muhammed" diye çağırılırdı. Resulullah onu böyle oğul edindiği zaman halası Ümeyme binti Abdulmuttalib'in kızı Zeyneb binti Cahş'ı de daha sonra ona nikah etmişti. Ondan önce de azadlı cariyesi Ümmü Eymen'i onunla evlendirmiş, ondan oğlu Üsame doğmuştu. Sonra Zeyneb'i boşadığı zaman, onu, U k be b. Ebi Muayt'ın kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi ki, bu da anası tarafından Abdulmuttalib'in torunundan, yani Peygamberin hala çocuklarındandı. Bundan da Zeyd b. Zeyd ve Rukuyye doğmuştu, sonra Ümmü Gülsüm'ü de boşadı. Ebu Leheb'in kızı Dürey ile evlend i. Sonra onu da boşadı. Hz. Zübeyr'in kızkardeşi Hind binti Avvam ile evlendi. Buharî'de yer aldığı üzere İbn Ömer (r.anhüma) "Onları öz babalarına nisbet ederek çağırın" (Ahzab, 33/5) âyeti ininceye kadar Zeyd b. Harise'ye "Zeyd b. Muhammed" derdik diye haber vermiştir.
Zührî, "Biz Zeyd b. Harise'den önce müslüman olan bilmiyoruz" demiştir.

Zeyd b. Harise "Bedr" ve ondan sonraki savaşlarda Resulullah (s.a.v.) ile birlikte bulunmuş ve nihayet Mute savaşında emîr, yani kumandan olarak şehit olmuştur. Resulullah (s.a.v.) onu seferlerinin bazısında Medine'de yerine bırakmıştır. Bera b. Azib'den rivayet olunduğuna göre, Zeyd b. Harise: "Ya Resulullah Hamza ile aramızda kadeşlik sözleşmesi yaptık." demiştir. Hz. Aişe'den rivayet olunur ki "Resulullah (s. a.v.) Zeyd b. Harise'yi herhangi bir seriyyede (düşman üzerine gönderilen küçük süvari müfrezesi) gönderdiği zaman mutlaka onu kumandan yapardı. Ve eğer sağ kalmış olsaydı, onu halife bırakırdı." Buharî'de rivayet olunduğu üzere Seleme b. Ekvâ (r.a.) demiştir ki: "Peygamberle birlikte yedi gazâ ettim. Resulullah, onu bize kumandan yapardı."
Zeyd'in katıldığı seriyyeler: Önce Karede, sonra Hamum, sonra, Iys, sonra Mutrıf, daha sonra sırasıyla, Hısma, Kurza seriyyeleri olmuş, daha sonra Mute savaşında kumandan olmuş ve bu savaşta ellibeş yaşında iken şehid olmuştur. Kur'ân'da ondan başka hiçbir sahabi ismiyle söylenmemiştir. Yine Buharî'de İbn Ömer (r.anhüma)dan rivayet olunduğu üzere, Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "O, yani Zeyd, gerçekten kumandanlığa layıktır. Ve gerçekten en çok sevdiklerimdendir."
Tirmizî ve başka muhaddislerin rivayeti ile Hz. Aişe demiştir ki: "Bir sefer Zeyb b. Harise Medine'ye geldi, Resulullah benim odamdaydı, geldi kapıyı çaldı, Resulullah kalktı, ona sarıldı ve öptü."

En genç ve en taze karısı Ayşe ile odasındayken, Zeyd’in teklifsizce peygamberin yatak odasına girmesi aralarında olağan olmayan bir ilişkiye delildir. Ayşe’nin yanında kalkıp ona sarılıp “ÖPMESİ” ise eşcinselliğine delildir. Başka şeyler de söylenebilir de kalsın.

Bu hikaye’de Zeyd’in özgür olmak istediğini “"Kavmime özlemlerimi bildiririm. Gerçi uzağım, çünkü Meşair'in yanında beytin civarında kalanlardanım." Beyitinde okuduk. Ancak peygamberin “ya ben ya ailen” dayatmasını tehdit olarak gören Zeyd’in haber yolladığı halde ailesine katılmaktan vaz geçmesi düşüdürücüdür.
Zeyd gitmek istemiş, peygamber usule uygun hitabeti ile onu bağlamıştır.

Evlenme teklifini ret eden Zeynep bin Cahş’ı onunla evlendirmeyi Ahzap suresindeki “Peygamberin sizin hakkınızda verdiği karara uyun, buna uymamak sapıklıktır” ayetini tahip eden ayetleri sayesinde başarmış, sonunda da Zeynep’i ondan almıştır.
Okuyalım;
Aynı ayet tefsirinden;
“Güya Resulullah (s.a.v.) Zeyneb'i Zeyd'e nikâhladıktan bir zaman sonra, tesadüfen gözü ona ilişmiş, birdenbire güzelliği gönlünde yer etmiş de "Gönülleri çeviren Allah'ı tesbih ederim" demiş. Zeyneb de tesbihi işitmiş Zeyd'e söylemiş, Zeyd intikal et m iş ve bunun üzerine Zeyneb'le beraberliği uygun görmeyerek Resulullah'a gelmiş: "Ben eşimden ayrılmak istiyorum" demiş. Resulullah (s.a.v.)de: "Ne var, ondan seni şüpheye düşürecek bir şey mi oldu?" buyurmuş. Zeyd: "Yok. Vallahi ben ondan hayırdan başka b i r şey görmedim. Fakat şerefli bir aileden gelmesi dolayısıyla kendisini benden büyük görüyor." demiş.
Ve o zaman Resulullah "Hanımını kendine sıkı tut" buyurmuş. Ansızın görülen bir güzelin güzelliğini son derece temiz ve ince bir biçimde duyup takdir ederek yaratanın yaratıcılık gücünü tesbih ve tenzih ile ilan etmekte peygamberlerin ismet (günah işlememe) özelliğine aykırı hiçbir durum olmadığından, bu hikayenin gerçekten olmuş olmasını varsaymakta aslında bir sakınca yoktur...
... Zeyneb Resulullah'ın yakın akrabasından olmakla, ta çocukluğundan beri görüp bildiği ve özellikle tesettür edilmemiş bulunduğu için vücud güzelliğini yakından tanıyageldiği bir kadın iken, bunu ilk olarak bu defa görülmüş beğenilivermiş diye anlatmak kendi kendini yalanlayan bir hikayedir. Doğrusu Resulullah Zeyneb'i önceden biliyordu ve bildiği için onu evlat gibi sevdiği Zeyd'e nikah etmiş idi.
Fakat Zeyneb onurlu bir kadındı. Zeyd'i kölelikten azad edilmiş olduğundan dolayı kendine denk sayamamış, ona varmak istememişti. Sırf Resulullahın emrine itaatla ona varmış, fakat gereği gibi ısınamamıştı. Ara sıra Peygamber'e akrabalığından dolayı şerefli olması ve asaletiyle övünerek Zeyd'e karşı büyüklenmek istiyordu. Gerçekten kumandanlığa layık olarak yaradılmış olan Zeyd buna bir süre sabretti ise de Resulullaha varıp Zeyneb'den ayrılmak istediğini arz eyledi. Resulllah (s.a.v.)da bunu nefsinde uygun gördüğü halde, birdenbire müsade etmeyip dedi ki: "Hanımını kendine sıkı tut." Ve Allah'tan kork. Yani kadını boşamanın, önemsiz bir mesele olmadığını, Allah katında sorumluluk getiren bir iş olduğunu düşün, çünkü "Yani Allah katında helallerin en çirkini boşamadır." Bu nasihatlar güzel, fakat böyle derken İçinde de Allah'ın meydana çıkaracağı bir şey gizliyordun. Boşamasını uygun görüyordun, yahut onu nikahlamayı düşünüyordun da söylemiyordun. Taberî'de Süfyan b. Uyeyne kanalıyla Ali b. Hüsey n 'den rivayet edildiğine göre, Allah, peygamberine bildirmişti, Zeyneb ilerde Resulullah'ın hanımlarından birisi olacaktı...””


Katolik Grek İncil’inin tek eşliliği önerip, recmi yasaklamasına rağmen bunların İslam'da kalmasına baktığımızda, Muhammet’in bu İncil’i benimsemediğini, Ortodoks Nasturi, Kıpti, Hristiyanların “dişi şeytan Ruha’ya tapınan” İncillerini esas aldığı sonucu çıkmaktadır. Bunlarda sarık, çarık, cübbe, pelerin, çarşaf-peçe, türban,recm hepsi vardır.
Oysa Kartaca’lı Aziz Agustin’in “günahkar doğum” konusunda Vatikan’a meydan okuyan Ortodoks Nasturi Hristiyan öğretisini benimsemiş olan Varaka Bin Nevfel şeytan ibadetinden, çok eşlilikten uzaktı. Nevfel öldü, Muhammet’in İslam’ında akılcılık da öldü denilebilir.

Bu tespitler, Cebrail’in Muhammet’e okuryazarlığı iyice pekiştirerek öğretip  benimsetemediğini, bu yüzden o zamanda bu gün kullanageldiğimiz sayfalı kitapları mümkün kılan  her türlü parşömen kağıda yazılı Tevrat ve İnciller bol miktarda vardı.
Bizans’a bağlı Mekke ve çevresi Hicaz, Yemen Arabistan’ında binlerce misyoner cizvit rahibi harıl harıl Tevrat İncil dağıtırken Muhammet’in almaması düşünülemez. Hele eşi Hatice’nin amca oğu Nevfel’in Mekke Hristiyan kilisesinin rahibi olduğu da düşünülürse bu imkansızdır.
Her an başının üstünde bulut içindeki uçan kürsüden onu koruyan ve vahiyler bildiren, arada bir inbeyazı bulunmayan kısa sakalıyla, yıpranmamış, tozsuz elbiseleriyle 40 yaşlarında erkek insan kılığında gelip Kur’an’ı ezberden tekrar ettiren haberci melek Cebrail’in de bu konuda sessiz kalması ise çok daha tuhaftır. Resmen Cebrail’in cahil ve aciz olduğunu ya da bilgilerini Muhammet ile paylaşmaktan kaçındığını düşünmemize sebep olmaktadır.

Bunlara rağmen Yahudi ve Hristiyan din adamlarına ille de bir şeyi itiraf ettirebilmek için polemiğe girmesi onun, ne cebrailden vahiy alan peygamber, ne de okuryazar olmadığının açıkça delilidir.

Muhammet peygamber iken, Allah ona recm ile ilgili ayet indirmemişken, çok hevesli olarak Yahudi ve gariplere uygulamaktan çekinmediği Tevrat’a ait ayetlerle garip gurebayı recm ettirmiştir. Bundan vicdan azabı da duymamıştır.
El kesmeyi aynı gerekçe ile dine sokmuştur, Tevrat ve İncil’i doğrulamak, Hristiyan ve Yahudileri kendine çekmek, peygamberliğini onlara tasdikletmek istemiştir. Oysa İncil’de bunlar kaldırılmıştır ama, o kadar İncil bolluğunda Muhammet’in isteklerine cevap veren İnciller Hicaz ,Yemen, Suriye, Mısır, Irak coğrafyasında bir o kadar boldur.
Sonuçta Allah, Hz. Hatice’den sonra en sevdiği karısı olduğunu söylediği Ebubekir’in kızı Ayşe’ye musibeti musallat edince, recm ettirse Ebubekir’in ne yapacağı belli değildir biricik kızı oldukça değerlidir. Recm ettirmese karizma çizilmiştir kimse “savaş alanında karısını unutan bir peygamberi” dinlemeyeceketir.
Eh, tek çare Allah’ın dedektifiliğine baş vurulmuş, konuşan ağızlar değnek cezaları ve ölümle susturulmuştur.

Peygamber de olsan hukuk herkese lazımdır. Adamı peygamberliğine rağmen, “bu iftiradır, yok dört şahit bilmem ne ayetlerini indirtir adama böyle.
Tabii öyle ayet indiyse.

Bazen sormadan edemiyorum, hem “Rahman ve Rahim” olan Allah’a inanan, Hanif Sabilerden olan, peygamberin ölümünden sonra Ebubekir’in zamanında Hamza’yı öldüren zenci köle Vahşi tarafından öldürülen, kendisinin aynı Allah’ın peygamberi olduğunu iddia eden Yemame’li Rahman ya da Müslümanların aşağılamak için taktığı lakap ile Müseylemetü’l Kezzap mı gerçek peygamberdi diye.
Zira Sabilerin 5.500 yıldır tutula gelen din kitapları Cinze di Rabba’da Sabiliğim mezhepleri sayılırken Yahudilik, Hristiyanlık, İslam “şeytani mezhepler olarak sayılmaktadır.
Bunu “Sabilerin kutsal kitabı, dinleri ve herşey” başlıklı çalışmamla “wordpress.com’da yayınladım.
Şimdi İslami tanım ile *Yemame’li Rahman’ı tanıtalım;
(*Yemame, peygamber zamanında, Hürmüz körfezine kıyısı olan tam Mekke’nin doğusunda kalan bölgenin adıydı.)

Maide 5:53 tefsirinden alıntı.
Müseylemetü'l-Kezzâb'ın kavmi olan Benî Hanife (Hanife oğulları)nin dinden dönüşüdür. Bu yalancı da peygamberlik iddia etmiş, Resulullah'a şöyle yazmıştı: "Allah'ın elçisi Müseylime'den, Allah'ın Resulü Muhammed'e: Şimdi, yeryüzünün yarısı benim, yarısı senindir".
Peygamberimiz de şöyle cevap vermişti: Muhammed Resulullah'dan Museylemetü'l-Kezzâb'a: "Bundan sonra şimdi, muhakkak yeryüzü Allah'ındır, onu kullarında n dilediğine verir, sonuç Allah'tan layıkıyle korkanlarındır". (Arâf, 7/128) sonra buna Hz. Ebu Bekir halife olduğu zaman asker gönderip harp etti ve Hz. Hamza'nın katili Vahşi eliyle öldürüldü. Vahşi: "Ben cahiliye zamanında insanların hayırlısını, müslüm a nlığım zamanında da insanların en şerlisini öldürdüm" derdi.

Şimdi, kökenleri M.Ö. IV.Bin Yıla kadar uzanan Cinze, Tevrat, muhtelif İnciller ve Kur’an harmanı bir şeriat uygulayan, sözde Selefi Mason İslam’ı Vehhabili görünümlü, Yahudi Rabbileri gibi sakal bırakan, putperest Sabilerin kara çarşaf-peçelerini, sarıklarını, cübbelerini, şalvarlarını sembol yapan IŞİD’e dönelim.
Bu kadar örneğe rağmen hala bir parça insanlık dersi almadıysanız, hala İslam diye içine düştüğünüz sapıklıkları hiç bir dini veya çağdaş adalet kuralına dikkat etmeden kara düzen uygulayarak “Şeriat getirdiğiniz” iddiasıyla insanları aldatıp asker ediyor, soyup, öldürüp, köleleştiriyorsanız, sizi mazlumların ahı ve lanetleri, peygamberleri yoldan çıktıklarında rezil rüsva eden, ölümlerinden sonra da buna devam eden O Allah, sizleri de temizlemeye yeter de artar bile.
O Allah ki sizleri de oralarda tutanları, görevlendirip koruyanları da sizden önce daha beter azaba sokar umarım.
Dinlerde bozulmalar olabilir ama tanrı bakarsın vardır. Adı, Rahman, Rahim, Allah, Yahweh, Hristo, Krist, Tengri her ne ise bu insanların bir koruyucusu muhakkak ki vardır. Siz Arapların cin ve şeytanlarından olmayabilir. 
O koruyucu, savaşlarla bize dayatılmış bu adların hiç birine de sahip olmayabilir de. 
Biz bilmiyoruz ama o biliyordur ve yapacağını da biliyordur.

Bakarsın milletleri uyandırır, tek cepheye sokar ve bütün şeytanilerin üzerine yollar, muhallebi yerken dişlerini de kafalarını da kırar mı kırar.

Adalet herkese lazımdır asla unutmayın. Örnekleri tekrar aklınızdan geçiriniz.

Peygamberlerin ıslahını da hatırlayınız, hatta aklınızdan çıkarmayınız.
04 Ocak 2016 günlü ektir;
İran cumhurbaşkanı Ayetullah Hamaney'in
Suud ailesinin din anlayışını ifade eden karikatürü
Buraya kadar yapılan tespitlere rağmen İslam'ın hak din, IŞİD'in Müslüman olduğunda ısrar edenlere de İslam'ın düşmanlarını örnek verelim. Bu gün IŞİD/ISIS/DEAŞ/BOKO HARAM gibi adlarla görülen Muhammet çağının Roma imparatorluğunun temsilcisi olan Amerika Birleşik Devletleri+Avrupa Birliği ülkeleridir. Necd çölünden 1739'da çıkmış "1850'lerde İngiliz para ve silahlarıyla güçlendirilmiş Vehhabi dininin temsilcileri olan Suud ailesi, Suudi Arabistan'ı yönetmekte ve bu Roma İmparatorluğu ile ortak çalışmakta, IŞİD örgütünü de finanse etmektedir.
Kafkas Çerkezleri, Çeçenleri, Abhazları da onlara katılmışlardır.

Ortağı da ülkemizin hükumeti olan AKP hükumeti ve onun Cumhur başkanı 1915'te Enver paşanın Ermeni tehcirinden korkup Gürcistan'a sığınan, Rus Çarının emriyle Batum'a yerleştirilen Süryani İsyancılarından olan dedesi Teeyiüp'un Rize Rus işgalindeyken Batum Bagata'dan gelip Rize Güneysu (Potomya) ilçesi, Pilhoz köyüne yerleşen ve 1919'da Osmanlı teslim olunca, Ermeni çetecilere destek için gönderildiği Adana'da vatan evladı bir Mehmetçiğin kurşunuyla nalları diken hain, Müslüman maskeli Süryani Recep Tayyip Erdoğan dönmesidir.
Recep Tayyip Erdoğan Süryani'sinin ortağı Arabistan'ı elinde bulunduran Necd kabilesinin peygamber Muhammet'e ettikleri ihanet ve kendilerine İslam'ı öğretmek için "kendi sitekleriyle" gönderilen "70" Yetmiş Müslümanın katilleri olduğunu okuyunuz;

"2-Şimdi de Bi’ri Maune Olayı;

İran tarafından ret edilen Süryani R.T.Erdoğan
Hicret’in üçüncü yılı yani M.S.625’te, günümüz Yahudi Vehhabilik mezhebini kuran Necdli Mehmet Abdülvehhab’ın kabilesi olan Necd Çölünde yaşayan Necd’li Mülâıb-ül Esinne” lakaplı Amir bin Melik Muhammet’ten İslam’ı öğretecek öğretmenler ister. Şahsı tanıyan Muhammet endişesini “Göndereceğim kişler hakkında Necd ahalisinden korkarım” diye belirtince Amir bin Melik’in kendisine “Sakın kuşkun olmasın. Onları benim himayemde gönder ve halkı İslamiyet’e davet etsinler” diyerek  güvence verilmesi üzerine yetmiş (70) kişiyi görevlendirir. Bu görevliler yolda Maune kuyusu çevresinde pusuya düşürülerek okçular tarafından öldürülürler. Olay adını bu kuyunun adından alır.

Bu olaydan sonra peygamber hain Necdlilere sefer düzenler;
3-Zatü’r Rıka Gazası;

Necdlilerin öldürdükleri öğretmenlerin öcünü almak için Beni Nadir Yahudilerinin sürgün edilmesinden bir buçuk ay kadar sonra, Hicretin dördüncü yılında (625-626) Muhammet ordusunu toplayarak Nah adlı yerde ordusuna karargah kurdurmuştur. Durumu gören Necdliler kaçarak bölgeyi terk etmişlerdir. Bölge savaşsız ele geçirilmiştir. Ancak kin bitmemiş, muhtelif olaylarda peygambere ve Müslümanlara suikastlerde bulundukları Buhari kayıtlarında yer almaktadır.

Peygamberin lanetini o zaman kazanan bu kavim, peygamberden 1100 yıl kadar sonra,1739’da İngiliz ajanı Hemper’in yazdığı Vehhabilik dinini benimsemiş, Mecüc (Arapların tapındıkları Cüce cin veya şeytanlar) soyu dedikleri Türklerden hilafeti alma bahanesiyle isyan etmişler, 

İslam’ın Haçlılara esir düşmesinde büyük hizmetler vermişlerdir. 1917 Süveyş Kanal yenilgisinde de Necdli Mekke Emiri Şeyh Hüseyin’in askerleri yardıma gelip ordumuzu içeriden vurmuşlardır. Hala da Türkleri putperest gördüklerinden hacılarımıza kötü davranmakta, aşağılamaktadırlar. Hacca veya umreye giden insanlarımızın kıldıkları namazdan kabir ziyaretlerine kadar her türlü ibadetleriyle alay etmektedirler.
Bu gün de İngiliz ve Amerikan sömürgeciliinin en büyük ortakları olup Otodoks Yahudi, 

Hristiyanlar ile Vehhabi Araplarından oluşturulmuş IŞİD haçlı ordusunun finansmanından kadın dahil her türlü ihtiyacına yardım etmekte, Irak, Libya, Mısır, Bahreyn, Suriye ve Yemen’de kan akıtmaya devam etmektedirler.
İslam milletlerini çatır çatır her gün kırdıra
Takdir okuyanlarındır.
Ermeni üniformalı Teyyip dedenin öcünü almak
için Tayyip'in Adana'ya gönderdiği vali H.Avni COŞ

Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

Sabilerin din  kitaplarının ilgili konularını içeren bölümlerini ve Sabiler hakkında arkeolog dilbilimci, Arami dilleri uzamanlarından İslam ulemalarına kadar, Nebatılerden Sebe kavmine kadar yapılan tespitlerin yer aldığı çalışmam için;

6 Temmuz 2015 Pazartesi

RAMAZANDA ERKEN OKUNAN SABAH NAMAZININ VERDİĞİ ENDİŞELER



AKP hükumetinin 03 Kasım 2002’de hükumet oluşundan bu güne kadar geçen 13 yıllık tek parti döneminde, Türk Sünnilerin kıldığı “sabah namazı” vakti Kur’anda açık ayet olmasına rağmen sadece “ramazan ayında değiştirilmiştir.

Tanınmış ilahiyatçılardan Abdülaziz Bayındır’ın da kutuplara kadar giderek yaptığı araştırmalar sonunda AKP hükumeti, bize ramazanda sabah namazını “”1 saat 8 dakika” erkene alarak, bu kadar süre de fazla oruç tutturmaktadır.

Bu doğru mudur?

Namaz ve oruç yalnız Müslümanlara özel bir ibadet olmayıp diğer dinlerde de olan bir ibadettir. Hindularda, Brahmanlarda, Canlar olan Jainistlerde, Budistlerde, Zerdüştlerde, Zervanilerde, Keldanilerde, Manilerde, Sabilerde, Yahudilerde, Gregoryen Ermenilerde, Ortodoks Hristiyanlığın bütün mezheplerinde, Süryanilerde Ortodoks Yahudiler olan Şemsiler ve Yakubilerde, Lev Tahor Yahudilerinde, Kıptilerde, Nasturilerde, Derezilerde ve hatta Grek/Yunan Ortodoks Hristiyanlarında (ruhbanlara), Sibirya şamanlarında, Kızılderililerde namaz ve oruç ibadetleri farklılıklarıyla beraber vardır.

Şeytana  dişil olarak İştar, İnanna, Aşera, Er Ruha, Er Ruda; Afrodit, Anahita, İsis (Aysis) adlarıyla, eril olarak Arman/Ehriman/Erman adlarıyla tapınan Zervanilerde namaz, oruç ibadetleri vardır.
Kökenleri, Sümer, Mısır, Hint, İran dinlerine dayanan en eski dinlerin ibadetlerinde bu gün dahi yapılmaktadır.

Ortodoks Hristiyan olan Süryanilerin ibadetlerinin Sünni Müslüman ibadetinden ayırt edilemeyeceğini Elmalılı Hamdi Yazır Bakara Suresi 62. ayetinde, kendinen önceki İslam ulemalarının da tespitlerini kaynak göstererek yazmıştır.

Bu dinlerin inananlarının çoğu ülkemizde uzak ve yakın geçmişte bir şekilde İslam’a girmişler ve dini yaşantımıza da eski dinlerinin alışkanlıklarını sokmakta mahir davranmışardır. Bu nedenle her Müslümanın dinini sorgulaması için de mecburiyet doğmuştur.

Süryaniler, çıkarlarının elverdiği duruma göre kökenlerini bir İran, iki Yahudi, üç Rum/Grek/Yunan, dört Arami/Sebe kavmine kadar kökenlerini bağlayabilmektedirler. Ancak ibadetlerinin temeli Sabilerden de kökenleri önceye dayanan Irak’lı Keldanilerin (Ay’a Tapınanlar) ibadetlerine uygun görmekteyim.
Putperestlik döneminden kalma heykellerde namaz (Alt)
Günümüz Müslümanlarında namaz. 
Bu "el bağlama Süryanilerde "Haç Oluşturma"dır.

Kendilerini, Yahudiler, Ermeniler, Yezidiler gibi gizleyen bu inanç mensuplarının, başımızda ilahiyatçı, siyasetçi, asker, ekonomist, sanayici, sermayedar olarak, Müslüman kılığında bizi ince ince kendi inançlarına devşirdikleri günlerde bu mecburiyet Müslümanların birinci görevidir. Aksi halde kendileri sonucundan sorumlu olacaklardır. Bu değiştirme ve dönüştürme de yeni değildir. Kökenleri peygamber zamanına kadar ulaşmaktadır.

Şimdi konuyu deşmeye başlayalım;

Müslümanlara namazı bildiren ilk sure İsra Suresi 17:78. ayettir.
Bu sure peygamberin miraca çıkışını ve Müslümanlara Allah’ın emirlerini getirdiği gecedir. Namazın da beş vakit olarak bu olayda emredildiği genel kabul görmektedir.
Taha 20:130’un daha sonra indiği kabul edilmektedir.
Oysa İsra Suresinin iniş sırası “54”, Taha Suresinin ise “49” dur. Buna rağmen tespit sizi aldatmasın, zira Kur’an ayetleri, Yevrat, İncil gibi sırayla metin halinde değil, karışık olarak inmiştir. Vahiy katipleri butun ayetleri kayıt ederken peygambere daima “Bu ayeti hangi sureye ve hangi sıraya koyalım” diye sorduklarına bir çok kaynakta rastlamaktayız.
Şimdi isra suresinin ilgili ayetini ve tefsirini okuyalım;

17:78- Namazı devamlı kıl ve kıldır. Güneşin zevali (batıya kayması) dolayısıyla gece karanlığına kadar ki öğle, ikindi, akşam, yatsı vakitlerini içine alır."
Tefsiri E.H.Yazır;
"Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber buyurmuştur ki: "Güneşin batıya kayacağı vakitte Cebrail geldi, bana öğle namazını kıldırdı" Sabah Kur'ân'ını da, yani kırâeti özellikle önemli olan sabah namazını da dosdoğru kıl. Muhakkak sabah Kur'ân'ı şahitlendirilmiştir. Ona gece melekleri de gündüz melekleri de hazır ve şahid olur ve bütün kâinat uyanır, insanın gözle görme zevki yükselir."

Kur’an’da sabah namazı ile imsak vakti birdir;

Bakara Suresi 2.

2:187- “”Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikden size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde îtikaf halinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar.“

Tefsiri;

“...Bu "fecirden ibaret" kaydının, sonradan nazil olduğu rivayet edilmiştir. Şöyle ki: Bundan önce bazı kimseler biri beyaz, biri siyah iki iplik alır; bunlar birbirinden seçilinceye kadar imsak yapmazlarmış. Bu hadise üzerine "fecirden ibaret" açıklaması nazil olarak, kastedilen mânâ açıklanmış; beyaz iplik hakikat olmayıp, bilinen bir mecaz olan fecrin başlangıcı olduğu ve şer'î günün buradan başladığı anlaşılmıştır...”

Aynı ayet hakkında bir diğer kaynakta da benzer açıklama yapılmıştır. Hem de beş profesör bir doçent doktordan oluşan altı kişilik heyetçe hazırlanan bir meal kitabında.
Okuyalım;
“”İslamın ilk zamanlarında farz olan ramazan orucunu tutarken,sahur yemeği yoktu.Oruç tutan kimse akşam orucunu açınca, Yatsı namazını kılıp uyuyuncaya kadar yer içerdi. Bundan sonra yemek içmek, kadınlara yaklaşmak haramdı.
Bazı Müslümanlar dayanamayıp kadınlarına yaklaştı, bazıları yorgunlukları sebebiyle iftardan sonra uyudukları için, ertesi gün açlık ve susuzluktan baygınlık geçirdiler. Cenabı Allah müminlere acıdı ve bir olaylık olmak üzere bu ayeti indirdi.
Beyaz iplik ve siyah iplik”  ifadelerinin maksadı “min-el fecr : tan yerinin ağarmasından” ifadesi açıklığa kavuşturmuştur.

Buna göre, orucun başlaması gereken imsak vakti, güneşin doğmasına değil, Fecr’in doğmasına,yani tan yerinin ağarmaya başlamasına bağlıdır. İplik tabir de tanyerinin ağarmasının başlangıcını ifade etmektedir. Aydınlık yayılıp yükselince artık ona  beyaz iplik denilemez.
Aydınlığın başladığı an,sahurun bittiği ve imsakın başladığı, aynı zamanda sabah namazının da girdiği andır. “”Kaynak Kur’an-ı Kerim ve Trükçe Açıklamalı Meali – Hazırlayanlar; Prf.Dr. Hayrettin Karaman-Prf.Dr. Ali Özek-Prf.Dr.İbrahim Kafi Dönmez-Prf.Dr. Mustafa Çağrıcı-Prf.Dr.Sadrettin Gümüş-DoçDr. Ali Turgut. Türkiye Diyanet Vakfı yayınları 86/D İstanbul 2010

Yukarıda verdiğim iki kaynakta da, “sabah namazının ve imsak vaktinin” aynı olduğu, yani “tan yerinin ağarması”  anı olduğu açıktır.
Şu yorumu dikkatle okuyalım;
Aydınlığın başladığı an,sahurun bittiği ve imsakın başladığı, aynı zamanda sabah namazının da girdiği andır.

Durum buysa neden imsak ile sabah namazı arasında bir saatlik bir aralık vardı?
Ve;
AKP hükumeti gelinceye kadar neden sabah namazı ramazanda, Abdülaziz Bayıdır hocanın yaptığı tespitlere göre de “1saat 8 dakika” geç kılınırdı yani, ramazan ayı dışındaki aylardaki olağan zamanında?
Bu konuda bir çok İslami internet sitesinde yaptığım araştırmalarda imsak vaktinin, sabah namazı vakti olduğu, yemenin içmenin kesildiği vakit olduğu belirtiliyor. Hatta bazı sitelerde bunu yaıramayanlara da aptallar deniliyor.
Bu aklı evvellere(!) göre, ben ve Abdülaziz hoca gibiler “aptallar oluyoruz. Oysa Kur’an, açıkça imsak ve sabah namazı vaktinin “min-el fecr=tan yerinin ağarması” olarak belirtirken, ramazandaokunan imsak vakti sabah namazından bir saat sekiz dakika sonra hava aydınlanmaktadır.

Bu olay kafaları karıştırmaktadır.
Neden mi?

Eğer, bazı çakma ilahiyatçıların dedikleri gibi “Müslümanlardan başkası namaz kılmaz” inancınız varsa önce “namaz” kelimesinin kökeninin Hintçe “Namas=Selam=Dua” olduğunu hatırlatırım. Hindular, Brahmanlar, Jainistler (Cancılar) da bilinen altı bin yıldır namaz kılarlar ve bunun kökenlerinin tufan öncesine dayandığını yazarlar.

Araplarda “ Salat” bizdeki “Namaz” kelimesinin karşılığıdır. İranlı Zerdüştler, Mihriler, Zervaniler, Maniler de namaz kılarlar. Türkler de Hintlilerden “Namas”, iranlılardan da “namaz” olarak bu ibadeti almışlar, İslamdan önce de uygularlardı.

Hint Brahmanları, Hinduları sabah, akşam, Jainisler (Cancılar) beş vakit, Zerdüştler beş vakit, İran Sabileri beş vakit, bazı Sabi mezhepleri üç ile beş vakit, Süryaniler (Ortodoks Hrisityanlar) yedi vakit, Kürt ve İran Yezidileri iki vakit, İslam öncesi Emevi Yezidileri, Kureyşliler de Mecusi yani Zerdüştlükten çıkan şeytan Arman/Ehriman’a ibadet edilen Mecusi (cüce şeytan ve cinlere tapınılan) dinindeydiler ve sabah-akşam olmak üzere iki vakit kılarlardı. Peygambere yasaklanan ise “orta namazları denilen “öğle ve ikindiydi.

Mecusiler, Güneş tanrıçası,olarak Allah’In kızı olan El Uzza, bazı Arap kabileleri de El Lat’a tapınırlardı. Öğle ve ikindi vakti, Güneşi’n yeryüzüne hakim olduğundan, bu vakitlerde namaz kılmayı “tanrıçanın gücünden şüphe duymak “olarak gördüklerinden namaz kılmazlar, kılanı da öldürmek dahil her şekilde engellerlerdi.
Bu gün de "namaz kılmayanı, oruç tutmayanı öldürün" diyen sapkın Müslümanlar veya Vehhabi-Ortodoks Yahudi dinleri harmanı yeni Selefiler bunlardan çıkmaktadır.

Bu yüzden amcası Ebu cehil onun için “bir daha namazda yani orta namazlarında görürsem boynunu kıracağım” demiştir.
Muhammet, peygamberlik öncesi kervanlarda çalıştığından, o zamanın turist kafileleri de bu kervanları olduğundan, kendilerine katılan Sabi din adamlarından etkilenip Sabi olmuş, onların “Ahnaf koluna” geçmiş ve günde beş vakit ve artı gece namazı da kılmaktaydı.
Bu yüzden, Kureyşliler ona “sabiyye=dönek” diyorlar, Sabilerin gök cisimlerine tapınmaları yüzünden de onu gördüklerinde “sebat et nücum=Yıldız göründü” diyerek alaya alıyorlardı. (kynk-E.H.Yazır Kuran tefsiri Bakara 62. ayet tefsiri)
Günde yedi vakit namaz kılan Süryaniler ile bazı Sabi mezheplerinde “iki vakit sabah namazı” vardır.
İlki, bu gün imsak vakti olarak ramazanda okunan AKP döneminde başlamış sabah namazı, diğerinde de AKP öncesinde ve ramazan dışındaki sair zamanlarda kılınan sabah namazı vaktidir.
Süryanilerin kendi kiliselerine ait İnternet sitelerinde olsun gerekse onlar hakkında çalışma yapan Zeynep Gül Küçük’ün “Mardin ve Çevresinde Süryaniler” adlı 2008 yılında yayınladığı araştırma çalışmasında Süryani namazlar aşağıdaki gibi sıralanmıştır.

“...Süryanilerde namaz,

Sabah Namazı, Kuşluk Namazı, Öğle Namazı,İkindi Namazı, Akşam Namazı,Yatsı Namazı ve Gece Yarısı Namazı olmak üzere yedi vakittir.
Bu namazlardan dördü ( sabah, öğle, akşam, gece yarısı ) mecburi (farz); üçü (kuşluk, yatsı, ikindi) mecburi değildir(sünnet). Sabah, öğle, ikindi kilisede topluca kılınır. Diğer namazlar kişisel olup, evde veya işyerinde kılınabilir. Kıble doğu’dur, namazlar Pazar ve bayram günleri dışında secdelidir....”
Habeş İncil’ine bağlı Gregoryen Ermeni Hristiyanları da Müslümanlar gibi günde BEŞ VAKİT namaz kılmaktadırlar.
Benim dikkatimi çeken olay, Ramazanda sabah namazının “imsak vakti” bahanesiyle bir saat seki dakika erken okunması ve kılınmasıdır. Bu da Süryanilerin kıldıkları bizim imsak vaktine gelen “teheccüd/gece namazlarının” vakti olmasıdır.
Zira, Süryaniler de bizim gibi oruç tutmaktadırlar “üç aylar” tanımına uygun olarak Şubat, Marti Nisan aylarında “40” gün olan oruçları vardır.ve hatta başka ilave oruçlarla bizden de fazla tutmaktadırlar. Aynı kaynaktan okuyalım;



1.2.2.2. Oruç

Bedensel arzu ve istekleri zayıflatarak, ruhsal yapıyı güçlendirmeyi hedefleyen bir ibadet olan oruç; belirli zamanlarda yeme, içme ve cinsellik gibi istek ve duyguları terk etmek, ruhsal ve zihinsel yapıya ağırlık vermektir. Oruç yeme ve içmeden tamamen uzak durmak şeklinde olabileceği gibi, et ve diğer hayvansal gıdalar gibi belirli yiyecekleri yememek şeklinde de olabilir.

Süryanilerde çeşitli zorluk ve uzunlukta birçok oruç vardır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
Büyük Oruç: Şubat, Mart, Nisan aylarında tutulan Büyük Oruç kırk gündür.

Elem Haftasının yedi günü eklenir toplam kırk sekiz gün olur . Hafif yemek yemeye cumartesi Pazar bile dikkat edilir. Bu sıkı oruç öğleye kadar sürer. Herhangi bir şey yemek hatta sigara içmek yasaktır.
Havariler Orucu: Haziran başında perhiz olarak üç gün tutulur. 1946 yılına kadar süresi on gün olan bu orucun, 1946 yılında toplanan III. Humus Konsili yalnızca üç gün olmasını kararlaştırmıştır.
Ninova Orucu: İlkbaharda, Şubat ayında tutulan üç günlük oruçtur. Sadece bu oruç, büyük oruç gibi, hem öğleye kadar orucu hem de perhizi ihtiva etmektedir. 
Meryem Ana Orucu: Ağustos ayının onundan on beşine kadar devam eden beş günlük perhizdir. 1946 yılına kadar süresi on beş gün tutulan bu oruç, 1946 yılında toplanan III. Humus Konsili’nde beş güne indirilmiştir.
Noel Orucu: İsa’nın doğuş bayramı orucu olan Noel Orucu, Aralık ayının on beşinden yirmi beşine kadar on gündür. 1946 yılına kadar yirmi beş gün idi. 1946 yılındaki III. Humus Konsili on gün olmasını kararlaştırmıştır.
Bu oruçlardan Büyük Oruç ve Ninova Orucu hem perhiz hem de oruç olarak tutulur, diğerleri sadece perhizdir “

Esenler Otogar Camii minaresi Yunan Hileci tanrısı
Hermes'in sembolü olan "erkeklik organı"nı andırır
şekilde inşa edilmiştir.
Verilen bu bilgiler ışığında, sabah namazının bir saat sekiz dakika erkene alınması dinin dönüştürülmesiyle bağlantılıdır. Çünkü, AKP hükumeti 2002 yılından beri, Hristiyan, Yahudi ve Müslüman ibadethanelerini bir yerde inşa etmekten, Dinler Arası Diyalog, Ilımlı İslam gibi batı kaynakjlaı dini dönüştüren, değiştiren icaraatlarda en önde gitmiştir.
1071’de Alpaslan zamanında camii yapılmış kilise vakıflarının mallarını iade etmiş, cemaati olmayan kiliseleri onarmış hizmete açmış en sonunda Atatürk Orman Çiftliğinde kaçak olarak inşa edilen Ak Saray adlı yeni Başkanlık konutuna da ilk yabancı misafir olarak Vatikan’da Katolik Hristiyanların ruhani önderi Papa Francis çağırılmış, adeta hem saray hem da cumhurbaşkanı papaya alnından öptürerek birlikte vaftiz edilmişlerdir.

Bu kadar az görülen olayların yaşandığı günümüzde bu endişelerin duyulmaması olağandışıdır. Endişelenmek ise olağandır.

Son olarak, AKP hükumetinin resmi kanalı sayılan Ülke Tv’nin, sıradışı konularını tartışan Celal Bayar Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Mehmet Çelik’in ikendi beyanından, Hrisityanlarda namaz vakitleri ve rekatlarını verelim. Bu namazlarda sadece “akşam namazı ALTI rekat olarak Sünnilerin namazından farklıdır;


“Pazar günleri yaptıkları ayinleri bizim mevlüt törenlerimize benzetebiliriz. Onların inancına göre İsa a.’ın öldükten sonraki dirilişini sembolize etmek ve onu ayinle kutlama mantığı vardır Pazar ayinlerinde. Şimdi size tüm Ortodoks manastırlarındaki ibadetten bahsedeyim. Bu ibadeti bugün sadece ruhbanlar yapıyorlar.

Ruslarda, Yunanlılarda, Kıbtilerde, Nasturilerde, Süryanilerde, Sırplarda, Ermenilerde, Bulgarlarda, Maronilerde, Keldanilerde manastırda günde beş vakit farz namaz kılınır. Sabah namazları 4 rekattır ve güneş doğmadan önce kılınır. Öğle namazı 10 rekattır ve güneş zevaldeyken kılınır, akşam namazı 6 rekattır ve güneş battıktan sonra kılınır. Ben Süryani manastırında kaldığım 5 yıl boyunca onların topluca kıldıkları bu namazlara şahitlik ettim.

Hoca da bunu, benim yıllardır Süryaniler, Sabiler başta olmak üzere “Namaz kılan gayrimüslümler” ile ilgili çalışmalarımdan sonra yani 2013 yılında yazmak zorunda kalmıştır.
Benim bu çalışmalarım ortada yokken, bu konuda yazılmış bir tek satır yazıyı bu dini gruplar ile İslam uleması geçinen sayısız imam, prof., şıh, şey, mir, emir, pirden duyma veya öğrenme olanağı yoktu.
Dokuz yıllık çabalarım ile kripto azınlıkların kendilerini ifşa etmelerini sağladım. Ermeniler kendilerini açıkladılar, Sabetayist Yahudiler ve Museviler deşifre edildiler ama kripto Rumlar hala kendilerini saklamaktadırlar.
İbadetleriniz, İslam ile ters düşerse sorumlusu sizsiniz. Sizi değiştirp dönüştürenler değil. Zira dininizi öğrenmeme suçu işliyorsunuz, Allah’ın ilk emri olan “İKRA=OKU” emrini uygulamıyorsunuz.

Takdir sizlerindir.

İşte Profesör Mehmet Çelik'in Hristiyanlarda namazı anlatan videosu;




Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

Yazıya kaynakçalar;
1-http://keykubat.blogspot.com.tr/2012/12/suryanileri-kendi-kalemlerinden.html
2-http://keykubat.blogspot.com.tr/2013/11/kripto-ermeniler-kendilerini-ifsa.html#axzz3f3u3wwKQ
3-http://adilyargicc.blogspot.com/2011/05/namaz-tespih-ve-tavafin-budist.html?spref=fb
4-http://adilyargicc.blogspot.com.tr/2014/02/aramilerden-haramilere.html
5-http://keykubat.blogspot.com.tr/2011/02/yezitler-suryaniler-ve-nurcularin.html#axzz3f3u3wwKQ
6-http://adilyargicc.blogspot.com.tr/2012/02/sumerden-islama-cin-ve-seytan-kultu.html

3 Temmuz 2015 Cuma

DERİN DEVLET AKP'YE EL ATTI MI?



AKP'de değişimler önce 17-25 Aralık operasyonlarıyla başladı.
Cemaat -AKP kavgası dedik.
Acaba...

Buna paralel Ergenekoncuların, Balyozcuların neredeyse tümü aklandı serbest bırakıldı.
Yanlıştan dönüldü dedik.

Seçimlere bir ay kala cumhurbaşkanı Kürt sorununu inkar etti, Davutoğlu ise sahiplenmeye kalktı. Cumhurbaşkanı sahaya indi.
Saray seçime müdahale etti dedik. Ama çelişkiyi örttük.

Gülen'in imamı olarak bilinen Devlet Bahçeli, CHP, MHP-HDP-cemaat brilikte muhalefete geçtiler.
Dinler ve mezhepler arası Ermeni koalisyonu dedik.

Cumhurbaşkanı, Kürt sorununu inkar etti, Kürt oyları çekilince çoğunluğu kaybetti ama HDP, TBMM'de terör örgütünün resmen yasal temsilcisi oldu.
Çözülme sürecinin senaryosu dedik.

Genel seçimler oldu, AKP çoğunluğu kaybetti, MHP-Bahçeli, "anamuıhalefetiz, hiç bir koalisyon olasılığında yokuz dedi.
Ortalığı karıştırıyor dedik.

TBMM başknaı seçimleri yapıldı. MHP desteğiyle başkan AKP'den çıkartıldı.
Bahçeli'yi suçladık.

Hükümet boşluğundan istifade PYD,Suriye sınırında Kürt koridorunu neredeyse Hatay'a dayadı. Müdahale gerekli,
Orası bataklık, çıfıt çarşısı bulaşırsan çıkamazsın dedik.

AKp Turancılık başlattı, Uygur Türklerine yönelik beyanlar verdi.
ABD'nin Rusya-Çin'i Kore çizgisinde tutma çabalarına hizmet ediyor dedik.

Bunların hepsi de doğru ve inkar edilemeyecek tespitlerdir.
Ama Suriye ve Doğu Türkistan'da kanlar akmaya devam ediyor.

Her iki tarafta da Türk soykırımı hızla sürüyor.
PYD Kürt koridorunu uzatıyor.
Amerika ve Rusya Türkiye'nin müdahalesine olumsuz cevaplar veriyor. Rusya Putin'in ağzından doğalgaz silahını ortaya koydu.

İçeri girilirse başkaları da bir şeyler koyacak.
Seyretsek, olanlar olacak.

Peki ne yapılacak?

Derin devlet hükumete el koyduysa da çok geç kaldı. Bu saatten sonra şartları kabul etmekten başka çare görünmese de mutlaka bir tepki konmalı, teslim olunmamalıdır.

Ama, AKP+MHP bu işin yapacak doğru tercih midir?

CHP-HDP kesinlikle güven vermiyor.
Yollar da zaten ayrıldı.
CHP, Y-CHP olduğundan beri HDP'den farkı kalmadı.

Geriye tek hükumet alternatifi kalıyor o da AKP+MHP.

Bu saatten sonra AKP+MHP'yi savunmak hiç de cazip değil.
Peki, şu an devletin elinde bunlar var.

Ulusal kanalda pazarları program yapan gazeteci Sabahattin Önkibar, "devlet AKP'ye el koydu, bundan sonra iyi şeyler olacak" demişti.

Buna rağmen açıklamayı ben bile inandırıcı yeterli  bulmamıştım.

İstediğim gibi olabilmesi için ortada istediğim gibi hareket edeceğine güvendiğim bir parti olması gerekiyordu.

O da olmayınca ne yapacağız.
Yok işte.

Bizim derin devletin derinliği de Amerika-Rusya-Avrupa dengesinde siyaset yürüten dışa bağımlı bir derin devlet.
Başka seçeneğimiz de yok ki.
Ne güçlü bir ekonomi ne sanayi ne güçlü uluslararası ticaret ağımız var.

Bunlara takılırsak, ortada devlet mevlet kalmayacak

Hamam müşterisi gibi bir tasımız ve nalınlarımız var diyelim.
Havlu bile hamamcıdan.

Böyle şartlarda daha nasıl derin devlet olacak ki?

Elde en uygunu AKP+MHP kartı kalmış bir devlet var.

Başka kartı olan buyursun...

Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

29 Haziran 2015 Pazartesi

EMİNE ERDOĞAN’IN MÜCEVHERİNİ PAKİSTAN İADE EDİYOR

Haber aynen şöyle;
“İnternational The News com internet haber sitesinde, 26 Haziran 2015 tarihli İslamabad kaynaklı habere göre, Pakistan eski başbakanı Yusuf Gilani, Türkiye’nin First Lady’sinin elmas kolyesini iade ediyor.

Emine Erdoğan'ın  kolyesi

Kolye, kabine toplantısından sonra, Bay Gilani’nin memurları ile NADRA yetkililerince ve Dış İşleri bürosunca kabul edildi.

FIA, Pazar günü yayınladığı bildiride Türk baş hanımefendisinin kolyesini iade edeceğini açıkladı.
Bir soruşturma yetkilisi Gilani’yi uyararak, “eğer kolye üç gün içinde iade edilmezse kendisine karşı dava açılacağına dair uyarıda bulundu.
Kolye, 2010 yılında Bayan Erdoğan tarafından, Pakistan sel felaketzedelerine bağışlanmıştı.”

Bu kolyenin hediye edildiğinden bizim de basının da haberi var mı bilmiyorum. Her gün gini internette olmama rağmen bu haberi kaçırmış olmamız imkansız.

Demek ki, bu konuların aleyhlerine kullanılmasını önlemek, aşırı zenginleşmenin kayanağını açıklayamamak korkularıyla olsa gerek bu haber yerli basına yansımadı.
Ama yabancı basın ise biliyor ve yazıyor.
ABD İHA saldırılarında ölen
Müslüman Pakistanlılar

Peki, Pakistan’ın bu kolyeyi neden kabul etti ve neden iade ediyor?
Haram olduğundan mı?
Tayyip Erdoğan’ın geleceğini gördüklerinden, ileride yolsuzluk soruşturmalarından dolayı istenebileceğinden dolayı mı?

Yoksa, Suriye’de Japon gazetecilerin kurtarılması öncesinde Bilal oğlanı Japonya başbakanına gönderdiği gibi, kolyenin ardından iş bağalamak için Bilal oğlanı gönderip mide bulandırdığı için midir?

Yoksa, Pakistan’ın siyaset değiştirerek Şangay beşlisi ile birlikte hareket etmesi yüzünden İHA uçaklarıyla ABD tarafından bombalanmasına ses çıkartılmadığından mı?
Artık bir açıklama yapılırsa seviniriz her halde.

Son kanaatim, son beş yıldır Pakistan Şangay beşlisi-NATO arasında gidip geliyor ve GTaliban, El Kaide ve Amerikan İHA'larınca bombalanıyor. Türkiye'nin desteğinin bunca zamandır olmaması, Pakistan'ı haklı olarak küstürdü. İade, "Müslüman'ın Müslüman'ı yalnız bırakmasıdır" ve Müsşüman bilinen Türkiye'nin "Haçlılarla birlik olmasıdır."
Pakistanlılar, "İHA SALDIRILARINI DURDURUN
ÇOCUKLARI ÖLÜYOR" pankartı açmışlar.
Bir ABD İHA'sı Pakistan'a füze yağdırırken

Takdir okuyanlarındır.