IŞİD yani Irak Şam İslam Devleti
terör örgütünün El Kaide terör örgütünün Afganistan’dan Irak’a kayan kolunun
bölünmesinden ortaya çıkan ve ABD’nin istihbarat örgütü C.I.A tarafından kurulup
örgütlendiğini bilmeyen kaldıysa öğrensin.
Bunun en açık delili de Irak
Sincar dağlarındaki IŞİD merkezlerinden birisine ABD’nin yaptğı operasyonda
elde edilen IŞİD belgelerinin Amerikan Harp Akademisince internette yayınladığı
dökümanlarda görmek mümkündür. Bunu Türkçemize çevirerek de yayınlamış
bulunmaktayım.
Kurucusu Ebubekir Bağdadi’nin
(Bağdatlı Ebubekir) de aslen Yahudi olduğunun belgeleri kendisinin ölmesine
rağmen hala internette You Tube videolarında yer almaktadır.
Askeri örgütlemesini de Fransız
Lejyoner ordusundan ayrılmış bu örgütte görevlendirilmiş bir Fransız Lejyoner
generali olduğu da bilinen bir gerçektir.
Onun evveli El Kaide örgütü de,
bizzat ABD devlet başkanı George Walker Bush’un (Yavru Buş) Suud ailesinden
olan petrol ortağı Ladin ailesinin küçük çocuğu Usame Bin Ladin (Dinsiz)
tarafından kurulmuştu.
|
"Afyon Gelinleri" Haberinde Afganistan'da Taliban
için çalıştırılan çocuk gelinler işlenmiş yabancı
haberde.İşte şeri rejim bu yaşta çocukları
gelin edecektir. IŞİD'in Taliban ile benzeri
olan El Kaide'den doğduğunu unutmayalım.
|
21. yüzyılda yeni dünya düzenine
göre Müslüman ülkeleri şekillendirmek,
Amerikan mezhebi olan Protestan ve Ortodoks Hristiyan-Yahudi mezheplerine göre
değiştirilmiş Ilımlı İslam denilen yeni İslami yani Hristiyan ve Yahudi dini
temellerine göre bir şeriat devleti kurma hedefiyle bu örgüt piyasaya sürüldü.
Adını verdiğim Hristiyan ve Yahudi mezhepleri aynı Müslümanlar gibi namaz,
oruç, hac, kurban gibi geleneklere sahip gayrimüslüm inanışlarıdır. Hele
Süryani ve Irak Sabi Hristiyanlığını Sünni İslam’dan ayırmak olanaksızdır. Bu
konuyu Sabiler konusundaki çok sayıdaki yazımda işledim.
Amerika New York’taki İkiz Kuleler
operasyonu ile meşhur edilip, Hristiyan dünyasına Cihat ilan ettirildi ve bu
bahaneyle de Amerika müttefiki olan 22 NATO ülkesiyle Afganistan ve Irak’tan
başlayarak Müslüman coğrafyasını işgal etti ve doğal kaynaklarına 100 yıllığına
el koydu.Muhafazakar Hristiyan Demokrat Amerikan siyasi partisi olan
Muhafazakar Demokrat Parti yani Bush’un partisinin kısaltılmış adı olan Neo-con
hareketi ile kan deryasına dönüşen Müslüman ülkelerinde ve diğer dünya
milletlerinde hızla gelişen Amerikan karşıtlığını yatıştırmak için ABD,
Demokrat Partiyi, yani Obama iktidarını başa getirdi. 2010’dan itibaren
bölgeden çekilmeye başladı ve “yumuşak emperyalizm” siyasetine geçti.
Başta Irak’ta kendi kurdukları
hükumette Amerikan muhalifliğinin gelişmesi, bu tarihlerde de çökmüş SSCB’nin
üstüne kurulan yeni Rus Çarlığı da Putin ile tekrar “çift kutuplu dünya
düzenini” başlatınca, Amerika çıktığı ülkelere tekrar müdahale gereğini duydu.
Bu müdahaleyei yapabilmesi için
ona siyasi gerekçe verecek bir terör örgütü kurdu.
Bu IŞİD’ti.
Başta ABD, İngiltere ve toplam 22
NATO ülkesinden el altından verilen her türlü askeri, levazım, lojistik, eğitim
destekleri ve siyasi himaye ile bu örgüt kısa sürede Irak, Suriye, Libya,
Nijerya gibi ülkelerde geniş topraklara hükmeder hale getirildi.
Bütün bunlar El Kaide ve ondan
türeyen IŞİD örgütü sayesinde gerçekleştirildi.
IŞİD, ele geçirdiği köy, kasaba,
şehirlerde Kur’an ayetlerini gerekçe göstererek kelle kesme, kırbaçlama, recm
(taşlayarak öldürme), el kesme, köle edinme ve satma işlerine girişti.
Yarattığı dehşet işgal ettiği
yerlerdeki insanları sindirdi, bütün dünya devletlerinde de İslam düşmanlığını
körükledi.
Oysa, İslam dini ilk önce
Emeviler, Abbasiler, Persler (İran), Eyyübiler, Selçuklular,Osmanlılar
tarafından devlet rejimi olarak uygulanmasına rağmen, asla yalnız Kur’an
ayetlerine dayalı bir hukuk sistemi kurmadılar.
Bütün Müslüman devletler İslam
Hukuku denilen bir hukuk düzeni kurdular. Bunda ilk önce peygamber döneminin
uygulamaları temel alındı ve Emevileri, Abbasileri de peygamber dönemi ile
kıyaslayarak, o günün şartlarına göre yeni ortaya çıkmış hukuki sorunlara
çözümler ürettiler.
Buna göre eğitim sistemleri
kurdular. Tekkeler, camiler ile başlayan ilk halk eğitimi Sıbyan (çocuk)
Mektepleri, medreseler ile sürdü ve gelişti.
|
IŞİD zulmune uğramış bir masum yavrucuk |
Bu eğitim yerlerinde kız-erkek
ayırmadan Arap alfabesi veya bunun o ülkenin diline göre değiştirilmiş alfabesinden
oluşan bir alfabe ile okuryazarlık, Kur’an okuma, meal (ayetlerin kendi diline
çevrilmesi), tefsir (ayetlerin iniş sebepleri ve açıklamaları), fıkıh
(tasavvuf), kelam (İlmi Kelam= imanı akli delillerle güçlendirme, ispat
yeteneği kazandırma) gibi dersler verilirdi.
Büyük şehir merkezlerinde kurulan
yüksek eğitim veren Medreselerde de İslam Hukuku, Mantık gibi dersler de
matematik, kimya, fizik gibi pozitif bilimlerle destekleniyordu.
Fıkıh ve kelam eğitimi almış
olanlar dini fetvalar verebiliyorlardı. Bunu yaparken de kendilerinden önceki
İslam ulemalarının vermiş olduğu kararları inceliyor yine kendi bilgisine göre
kıyaslıyordu. Bu kıyaslama da ayrı bir fetva ilkesiydi ve eğitimi vardı.
“Kıyas” adıyla bilinirdi. Kıyas yaparken hadislere de başvurulurdu. Menra Şerhi
de denilirdi. Kıyas yapabilen alimlere “müctehid” adı verilirdi. Bunların
kurdukları yönteme de “mezhep” adı verilirdi. Buhari’den aktarılan bir hadise
göre de “Bir alim, kıyasında hata ederse bir sevap, isabet ederse iki sevap
alır” gibi, alim yanlışta doğru da karar verse sevap alır gibi saçmalıkları da
barındırmaktaydı.
Kıyas, Nahl 44.ayetindeki
“Allah’ın kitabına ve resulün hadislerine müracaat edin” ayetine göre
yapılmaktaydı.Kıyası inkarın sapıklı olduğuna dair inanışlar vardı.
Hz. Muhammet, Yemen’e vali tayin
ettiği Muaz Bin Cebel’e gitmeden önce sorar;
-Orada ne ile hükmedeceksin?
-Allah’ın kitabı ile
-Allah’ın kitabında bulamazsan?
-Allah’ın resulünün sünneti ile.
-Onda da bulamazsan?
-İctihad ederek, anladığımla hüküm
veririm. (Kynk-Tırmizi, Darimi, Ebu Davud.)
Oysa bu gün çağdaş felsefenin
getirdiği bunlara gerek bırakmayacak kadar adaletli hukuki yasalar vardır.
Müslüman ülkelerdeki dini bağnazlık, işbirlikçi feodal veya cumhuri
sistemlerdeki işbirlikçi sözde seçilmiş siyasi hükumetler kendi saltanatlarını
korumak, halkın bunlardan habersizliğini de kullanarak, buna iç siyasi
karışıklıkları da bahane ederek bu güzel hukuk yasalarını uygulamak yerine,
zorbalıkla, hırsızlıkla, soygunla, zulümle halklarını yönetmekte ve köleleştirmektedirler.
IŞİD örgütü ve ona benzer dini
rejim yanlısı hareketler de Müslüman devletlerin gelişmelerini istemeyen, ebedi
sömürge tutmak isteyen Amerika (ABD) ve Avrupa Birliği ülkelerince
desteklenmekte, güçlendirilmektedirler.
13 yıldır ülkemizi yöneten AKP
hükumeti de bu gruba dahildir.
|
Suriye'de IŞİD Zulmü |
Buraya kadar, yalnız Kur’an
ayetleri “böyle yazıyor” denilerek bir yasa uygulamasının İslam’da olmadığını,
akla, bilime açık olduğunu gördük.
IŞİD örgütünün yaptığ gibi Suudi
Arabistan’da da uygulanagelen “el kesme” olayı, ilk kez Velid bin Muğire’nin
uyguladığını Hayretin Karaman hoca yazmaktadır.
Kur’an Maide Suresi 5:38 ve 5:39
ayetlerde geçmektedir;
5:
38- Hırsızlık
eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'dan bir ceza olarak ellerini
kesin. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.
5:39- Kim yaptığı
haksızlıktan sonra tevbe eder, halini düzeltirse, şüphesiz Allah, onun
tevbesini kabul eder. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir.
38-SİRKAT, lugatta
"başkasının malını gizli olarak almaktır" ki, dilimizde hırsızlık
denir. Hırsızın çoğunlukla göz diktiği, çalmak istediği mal, rağbet edilen
mallardan olur. Yoksa alınması âdet olarak normal karşılanan şeylerin
alınıverilmesini örf tam mânâsıyla bir hırsızlık saymaz. Hırsızlığın
mahiyetinde mal sahibinin koruma ve gözetimini çalmaya kalkışmak mânâsı vardır.
Bunun için hırsızlık fiilinin cezayı gerektirecek derecede tam anlamıyla
oluşması iki şarta bağlıdır ki, birisi alınan malın az çok beğenilebilecek bir
ölçüye ulaşması, diğeri de bir mekanda veya muhafızlı bir yerde saklanmış
olmasıdır.
Ancak İbnü Abbas, İbnü Zübeyr, Hasenü'l-Basri ne miktarın, ne de sa
k lamanın, şart olmadığına ve azın, çoğun hırsızlık olup ceza lazım geleceğine
kâni olmuşlardır ki, Zâhiriye mezhebinden Dâvûd-u İsfahâni'nin ve Hâricîlerin görüşleri
de budur. Gerçi az veya bekçisiz, açıktaki bir malı alıvermek de hırsızlık
kabilinden ise de, bu genellemenin tam bir hakikat olduğu şüphelidir. Zira
örfün müsaade ettiği miktarı alıvermek bir terbiyesizlik olmakla beraber ne
açığına gasb, ne de habersiz alınmasına hırsızlık denilivermediği de
bilinmektedir.
Halbuki cezalar her
yönden kesin ve yakînî ve şüphe ile düştüklerinden, eli kesilecek hırsıza
tam mânâsıyla ve şüphesiz olarak sârik (hırsız erkek) veya sârika
(hırsız kadın) denilebilmek için nisab (belli miktar) ve hırz
(saklama) her halde şart olmalıdır. Ve bunu isbat için rivayet edilen
haberler hiç dikkat nazarına alınmasa bile, hırsızlık kelimesinin tam örfi
mânâsı bunu gerektirir. Ve fıkıhçıların çoğunluğu bunda ittifak etmişlerdi.
39- Yani hırsızlık yapıp
kendi elinin kesilmesine sebep olarak kendine zulmetmiş olan hırsız erkek
veya hırsız kadından herhangi birisi eli kesildikten sonra tevbe edip hâlini
düzeltirse Allah affedici ve merhametli olduğu için tevbesini -her halde- kabul
eder. Ve ahirette ona başka azab yapmaz, rahmet ve mağfiret eder. Şu halde
eli kesilmiş ve tevbekâr olmuş olanlara daha önce hırsızlık etmiş diye kötü
gözle bakmamalı, acıyıp yardım d a bulunmalıdır.
Bu tevbe, cezanın
tatbikinden önce olursa ceza düşer mi, düşmez mi? Çoğunluk ve Hanefiler, "mal
sahibi affetmedikçe olmaz", İmam Şâfiî ise, bir görüşünde "olur"
demiştir. “
Adamın elini kestikten sonra tevbe
etse ne olur? Bu adam nasıl geri kalan yaşamını sürdürecek, toplumda kim ona iş
verecek ve verilse de işi ne ile yapacaktır? Elsiz insan çalışabilir mi?
Ayetin açık olmasına rağmen,
hırsızlık fiilinin, gerçekleştiği de şüphe götürmüyecek kadar kesin ispatlıysa
dahi İslam ulemalarının geçen zaman içinde çelişkiye düştüklerine Elmalılı
Hamdi Yazır hocanın tespitlerinde rastladık.
Ayrıca hızrsızlık veya herhangi
bir suçun, örgütlü olarak yapılan bir iftira, karalama da olması söz konusudur.
Hele köleci, feodal toplumlarda bu tür aşağılık işler çok kolay
yapılabilmektedir. Bu durumda karar veren yargıç da suçluyu getiren de, suçu
soruşturan da ayrı ayrı sorumluluk sahibidir.
Oysa Kur’an’ın böyle bir derdi yoktur.Sebebi de,
Kureyşliler dahil bütün Arap, Fars/İran, Rum topluluklarında ve Yahudilerde de
peygamberden 4000 yıl öncesine uzanan Sabilerin, Greklerin, Hintlilerin şeytana
tapınma dini geleneklerinin izleri vardı.
Bunlar her türlü hırsızlığı işlerler sonra Kabe’ye
gelir umre yapar günahlarından bağışlanırlardı.
Mekke’nin fethinden sonra amcası Ebu Süfyan’ın
karısı Hind’in de bulunduğu kadınlar topluluğuna hitap ederken peygamber
Muhammet’in onlara ilk öğüdü “Hırsızlık yapmayın”dır.
Oysa Sabiliğin Hanif kolu hariç bütün mezhepleri,
bunlara girmiş Ortodoks Yahudiler, Grek Hermetizminin de etkisiyle hırsızlık
yapıyorlardı.
1180’lerde Şeyh Hadi’ninin Kürtler
için Emevi Yezidiliği (Mecusiliği) inancına göre yazdığı Mushaf-ı Reş ve
Cilvename adlı Yezidi Kürt din kitaplarında hala hırsızlık makbul iştir ve Bir
adam komşusunun veya kendi öz erkek kardeşinin karısını dahi kandırıp kaçırsa,
alsa, bu ganimet sayılmaktadır.
Oysa Kur’an’da Allah, peygamberine aşağıdaki
ayetlerde, Tevrat ve İncil’in doğrulayan Furkan’ı (Kur’an’ı) indirdiğini,
Müslümanların da Tevrat ve İncil peygamberlerini kabul ettiklerini
emretmektedir;
Ali İmran Suresi 3:
"O, sana kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat'ı ve İncil'i de yine O indirmişti. Evet bu Furkan'ı da O indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah çok güçlüdür, intikamını alır."
Bakara 2:136 - Deyiniz ki, "Biz, Allah'a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse ve bütün peygamberlere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız."
Şura Suresi 42: 13- Allah
dinden Nuh'a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir kanun yaptı ve (Ey
Muhammed!) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye buyurduğumuzu
da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.
Fakat senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah
dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.”
Şura suresi 13. ayet ile Kur’an’ın
Nuhtan İbrahim’e ondan İsa’ya kadar bütün emirlerini “tek din” olarak vermekte
ve ayrılığa yani “mezhepçiliğe düşmeyin” demektedir. Oysa, maaşallah bu gün
dört mezhep, 600 ile 1000 arası tarikat ve son 250 yılda çıkan Vehhabilik ile
birlikte dört yeni din vardır. Bu da Müslümanların Allah’ın emirlerinin ırzına
geçtiklerinin delilidir.
Gene Bakara suresinin 106 ayeti de
indirilmiş geçmiş kitaplarda düzeltme yaptığını açıklamaktadır;
Bakara 2:106 - "
Biz bir âyetten her neyi nesheder veya unutturursak, ondan daha hayırlısını yahut mislini getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kâdirdir."
Hırsızlık, zina ve diğer el kesme,
recm gibi ayetler de köklerini Kur’an’dan değil Tevrat ve İncil’den almaktadır.
Musa’ya indirilen On Emirden
birisi “Çalmayacaksın” ayetidir. Kur’an bu emri sadece tekrar etmiş, geçerli
kılmıştır.
Zira, yazdığım gibi Arap ve İran
toplumlarında Grek Hermetizminin etkisi nedeniyle hırsızlık iyi bir iştir.
Bunun kaldırılması için Kur’an bu Tevrat ayetini tekrar etmiştir.
Oysa Yahudiler daha Muhammet
zamanında “el kesme” cezasını da “recm’i “ yani taşlayarak öldürmeyi de
kaldırmışlardır;
Okuyalım;
Osmanlı’da fidyeye
dönüştürülmüştür. Zira, öldürmeye karşın bile “kan bedeli” geleneği Araplarda
İslam öncesi de vardı. Peygamber Muhammet’in dedesi Abdülmutallip’in
başlangıçta çocuğu olmuyordu. 10-12 çocuklu kardeşlerine özeniyordu. Bir gün
Allah’tan yalvararak çocuk istedi. Kısa süre sonra 10’u erkek olmak üzere
çocukları oldu. Sözünü unuttu. Bir gün rüyasında Allah ondan adağını istedi ve
mecburen çocuklarını alıp Kabe’de Hubel putunun önüne götürdü. Margay denilen
Kabe’nin Mecusi rahibesi eline bir fal oku aldı, çocukları daire şeklinde
dizdi. Okun ortasında top gibi yovarlak bir cisim vardı. Oku bu cisim üzerinde
çevirdi. Ok üç defa en sevdiği
Abdullah’ı gösterdi.
Margay oradan Medine’ye geçti.
Abdullah’ın annesi Fatma’nın tek oğlu olan Muhammet’in babası olacak
Abdullah’ın kurban edilmesine karşı çıktı. Kabilesini topladı ve tehditte
bulundu. Abdullah’ı korudu.
Çaresi kalan Abdulmutallip, Abdullah’ı
alıp yollara düştü, sonunda Taif’te bulduğu kahin rahibeye derdini anlattı. O
istişareye yattı ve kararını sabahleyin açıkladı.
-Sizde kan bedeli nedir? Diye
sordu.
Abdulmutallip;
-10 devedir. Dedi.
10 deve bir tarafa, Abdullah bir tarafa konuldu.,
fal oku çevrildi, ok on kez Abdullah’ı gösterdi, 100 deve gitmesine rağmen
Abdülmutallip ısrar etti. Son üç ok develeri gösterince yettiğine kanat
getirildi ve Abdullah kurban edilmekten kurtarıldı. 130 Deve de kurban edildi.
İşte Osmanlı’da ve diğer Müslüman
ülkeleri de bu kan bedeline karşın “el kesmeye karşın fidye ödetme” ile
vahşilik olan bu Yahudi, Sabi geleneğinden kurtulmuş oldular.
Ama Recm konusu, Kur’an’ın
Yahudiler gibi Nur Suresinde “celde” değnek vurma” cezasına dönüştürmesine
rağmen kaldı. Okuyalım;
Zinaya Recm Uygulamak Tevrat
Geleneğidir. Muhammet de Bunu Çok Sevmiştir.
Tevrat, Mişna'da rec ayetleri;
TEVRAT RECM AYETLERİ,
Mısırdan Çıkış 19:13-21:28
Şabbat Sayılar 15:32-36
Levililer 20:13 Homoseksüel ilişki hakkında
Levililer 20:2-5 Molek’e çocuk adayanlar
Levililer 20:27 Büyücülük ve peygamberlik
iddialarında bulunanlar
Musanın Kitapları (Deutoronomy) 13:7-11 Çok
tanrıcılığa dönme ve döndürme
Levililer 24:10-16 Tanrıya küfür etme
Musanın Kitapları 17:2-7 Zina Deutoronomy 13:7-12
Baştan çıkarma
Deuter: 21:18-21 Anne babaya karşı gelme uyarılara
aldırmama
Deuter: 22:!3-21 Bekaretini kaybetmiş biriyle bakire
diye evlenmek
Deuter 22:23-24 Kadın recmi çıülık atıp yardım
istemeyen Evli kadınla evlilik dışı ilişki, kadın recmi
Deuter:22:25-27 Kimsenin yardım edemeyeceği yerde
zorşa tecavüzde erkek recmi
Deuter 13:6-10 Evlat, ana- baba, kardeş, ikinci
derece akrabalar dahil din değiştirme halinde recm emreder.
Talmud, boğma, kelle kesme, ölüme mahkum edilenin
boğazına kurşun dökme, recm/taşlayarak öldürme gibi öldürme yöntemlerini tanımlar.
Mişna da recm edileceklerin listesini verir;
Anasıyla cinsel ilişkiye girme
Analığı ile ilişkiye girme
Üvey kızıyla ilişkiye girme
Erkek erkeğe eşcinsel ilişki
Büyük baş hayvanla cinsel ilişki
Kadının hayvanla ilşkiye girmesi
Tanrıya küfür etme
Putperestlik
Çocuklarından birin Molek’e kurban etme
Ruhlarla ilişki kurduğunu açıklama (vahiy alma, bir
şeyler öğrenme gibi)
Büyücülük
Şabbat (cumartesi) tatilini uygulamamak
Anne veya babaya küfür etme
Nişanlı genç kıza saldırmak
Birini putlara ibadete ikna etmek, yoldan çıkarmak
Bütün kasabayı yanlışa sürükleme
Diş-erkek büyücü olma
İnatçı ve asi oğul olma"
Tevrat ve gizli kitap Mişna'ya göre recm ayetleri ve hangi konularda uygulanacağını okuduk. Şimdi Kur'an'a geçelim;
Kur’anda Yahudi Recmi Konusu;
Maide Suresi 5:40 Meali ;5: 40- “Göklerin ve yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu,
dilediğine azap edip dilediğini de bağışladığını bilmedin mi? Allah herşeye
kâdirdir.”
40-NÜZUL(İniş)
SEBEBİ: Ebu Hureyre, Berâ b. Âzib, İbnü Abbas ve daha birçoklarından gelen
rivayetlerin özetine göre Tevrat'ta İsrailoğulları'ndan zina edenlere recm
(taşlanmak suretiyle öldürülme) emredilmişti ve bunu tatbik ediyorlardı.
Nihayet
bir gün büyüklerinden birisi zina etmiş, recm için toplanmışlar, fakat ileri
gelen seçkinler ve memleketin saygın kişileri kalkmışlar, yasaklamışlar.
Sonra
zayıflardan birisi zina etmiş, bunu recm etmek için toplanmışlar. Bu
defa da düşkünler gürûhu kalkmış, "Arkadaşınızı recm etmedikçe bunu da
etmeyin, ikisini de recm edin" demişler. Bunun üzerine, " mesele
zorlaştı, geliniz bir çaresine bakalım" demişler.
Recmi
bırakıp tahmime
karar vermişler ki, yünden örülmüş, zifte bulanmış bir kamçı ile kırk kamçı
vururlar, yüzünü karalarlar, ters yüzüne bir eşeğe bindirip dolaştırır teşhir
ederlermiş.
Peygamberimiz
Medine'ye şeref verinceye kadar böyle yapıyorlarmış. Berâ b. Âzib (r.a.) den rivayet
edildiği üzere birgün Resulullah Medine'de böyle bir yahudinin dolaştırıldığına
bizzat rastlamış, âlimlerinden birini çağırmış, "Sizde zina eden
kimsenin cezası böyle midir?" diye sormuş, "evet" demiş.
"Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah için söyle, kitabınızda zina edenin
cezasını böyle mi buluyorsunuz?" deyince, "Böyle yemin vermeseydin
söylemezdim, doğrusu recimdir" demiş ve kıssayı nakletmiştir.
Sonra yahudi ileri gelenlerinden
Yüsre adında bir kadın Hayber ileri gelenlerinden bir yahudi ile zina yapmış,
tutmuşlar, Kureyza oğullarından bir takımlarını Resulullah'a göndermişler,
"Sorunuz bakalım zina hakkında ona indirilen hüküm nedir? Korkarız ki
bizi rüsvay eder, şayet celd (deynekle vurma cezası) derse tutunuz, recim
(taşlamayla öldürme cezası) derse sakınınız" demişler.
Gelmişler, sormuşlar. Ebu Hureyre
(r.a.)'ın rivayetine göre: "Şu adam ihsanından (namuslu yaşamasından)
sonra nam uslu bir kadın ile zina etti, seni hakem yapıyoruz, hüküm
ver" demişler. Bunun üzerine Peygamberimiz kalkmış yahudilerin
dershanelerine gitmiş, "Ey yahudi toplumu, bana en bilgininizi
çıkarınız" buyurmuş, onlar da Abdullah b. Sûriya'yı çıkarmışlar,
Kureyza oğullarından bazılarının rivayetine göre o gün İbnü Sûriya ile beraber
Ebu Yasir b. Ahtab'ı ve Vehb b. Yehûdâ'yı da çıkarmışlar ve "İşte
bunlar bizim bilginlerimiz" demişler.
|
Pakistan'da bu yıl recm edilen Ferzan İkbal |
Resulullah biraz konuşmuş, nihayet
"Kalanlar içinde Tevrat'ı en iyi bilen budur" diye İbnü
Sûriya'yı göstermişlerdir ki, henüz genç ve yaşça diğerlerinden küçük ve tek
gözlü imiş, Resulullah bununla tenha kalmış ve meseleyi açmış, "Ey
İbnü Sûriya Allah'a ve Allah'ın İsrailoğulları'na olan nimetlerine ant vererek
söylüyorum. Namuslu hayatından sonra zina eden kimse hakkında Allah'ın
Tevrat'ta recm ile hükmettiğini bilmiyor musun?" buyurmuş, o da:
"Allah için evet, ey Kasım'ın babası (Muhammed)! Bunlar senin Allah
tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu kesin bir şekilde bilirle r ve
fakat haset ediyor (kıskanıyor) lar" demiş.
Resulullah da oradan çıkmış,
gelip hükmünü vermiş, zina eden erkek ve zina eden kadının ikisinin de recmini
emretmiş. Beni Osman b. Galip, b. Neccâr mescidinin kapısı önünde
recmedilmişler.
Fakat İbnü Sûriya böyle dediği
halde, sonradan düşük karekterli yahudilerin saldırısıyle inkâr etmiş ve işte
âyeti ve tahrif olayı bunları hatırlatarak nazil olmuştur. Bir de İkrime ve Katâde
ve daha bazılarının rivayetine göre Beni Nadir yahudileri Beni Kureyza'dan daha
haysiyetli ve şerefli imiş. Bunun için Beni Kureyza'dan biri Beni
Nadir'den birini öldürürse öldürülür. Fakat Beni Kureyza'dan birini öldürürse
yüz vesak (1 vesak = 200 kg) hurma diyet alınırmış.
İbnü Zeyd'in rivayetine göre Huyey
b. Ahtebî, Nadir'li için iki diyet, Kureyzalı için bir diyet hükmedermiş. Sonra
Benî Nadir'den biri, Beni Kureyza'dan birini öldürmüş, Beni Kureyza da
Peygamberimizin hükmüne müracaat etmişler. Buna işaret olarak inmiştir. Hasılı
bu âyetler müslüman olmayanların, İslâmın hükmüne müracaatı hakkında nazil
olmuştur. Ve bu arada onların ahlâkı ve müracaattan maksatları da
bildirilmiştir. Fakat bu âyetlerin siyakında zinaya dair açıklık bulunmadığına göre
asıl nüzul sebebi olan hadise ikinci rivayet dolayısıyla bir öldürme olayı
olmak üzere daha uygun görünüyor...””
|
Yahudi şeriatı uygulayan İran'da adı hatıurlanmayan recm mağdurlarından birisi |
Hakim Müsterdek VI-363-İbni Hanbel
V.217 hadis kayıtlarında geçtiği bleirtilen bir de Yahudi Maiz bin Malik el
Eslemi adlı şahıs kendiliğinden peygamber Muhammmet’e gelerek zina işlediğini
“dört defa”itiraf etmiş ve kendisini huzura kavuşturmasını söylemiştir.
Peygamber bu samimi itirafın aklı
başında yapılıp yapılmadığını, şahsın akli durumunun yerinde olup olmadığını
iyice tetkik ettikten sonra bu şahsın recmine hüküm vermiştir.
Taşlama olayı sırasında kaçmaya
başlayan Maiz yakalanarak tekrar taşlanmış ve öldürülmüştür.
Bu duruma üzülen Muhammet, “keşke
bıraksaydınız belki tövbe eder, Allah ta bağışlardı” demiş.
Bu tefsir yazısında dikkat çekici
önemli bazı tespitler yapmak gerekmektedir. Yahudilerin dini kitabı Tevrat’ta
“Allah” adı asla geçmez. Tevrat’ın tanrısı Yahweh’tir. Bir kaç yerde de “Elohe
ve elohi” adları geçmektedir. Bu yüzden “Allah’a edilen yemine değer veren
Yahudi olmaz.
Olanları vardır ama bunlar,
Süleyman peygamber zamanında Habeşistan’a (Etiyopya-Sudan’a) Sebe melikesi
Belkıs ile dostluğuna nişane olarak yerleştirdiği ve Sabi dinine girmiş olan,
Müslümanlar gibi ibadet eden, “Hayya/Hayy/Hayyül-Kayyüm” olan Ay Tanrısı “Allah’a”
ibadet eden Şemsi, Yakubi, Lev Tahor Yahudileridir.
Bunlardan Mekke ve Medine
şehirlerinin bulunduğu Hicaz bölgesine deniz yoluyla geçmiş olmaları doğaldır.
Bu Yahudilerin Sudan, Etiyopya’da yaşayanları 1974 yılında İsrail’a
getirilmişlerdi. Sapkınlıkları, çarşaf-peçe dayatmaları, sapık ensest yaşamları
yüzünden diğerr Yahudiler onlara Tevrat Krallar I. ve I.. kitapta geçtiği
üzere“Tapınak Fahişeleri” diye hakaret ediyorlardı.
Bu olaylar yüzünden ve geçen
yıllarda İsrail’den sürülen Kanada’ya yerleşenleri geçen yıl Kanada hükumeti,
kendi kız ve erkek çocuklarıyla ensest ilişkileri, çocukları işkenceyle cinsel
ilişkiye zorladıkları için önce çocuklarını devlet korumasına aldı. Sonra da
sınır dışı etme kararı aldı. Hiç bir ülke bunları kabul etmedi ve bir güney
Amerika ülkesi olan Guatemala acıyarak bunları kabul edeceğini bildirdi. Bunlar
Müslümanlar gibi namaz kılan, diğer ibadetlerini benzer yapan, siyah
çarşaf-peçe giyen, erkekleri zülüflerini pelik gibi ören siyahlar giyen
Yahudilerdir ve Şeytana taparlar.
Muhammet’in kabilesi de Allah’ın üç kızından Güneş tanrıçası
olarak El Uzza’ya bazıları da aynı tanrıça olarak El Lat’a tapınırlardı. Bu
güneş tanrıçası, dünya gezegeni hariç yedi gök cismini, 12 burcu, büyük-küçük
Köpek Takım yıldızlarını ve toplam 63 gök cismini doğuran güneş tanrıçası GÖK
ANA olarak ona ibadet ederlerdi. Süryani İncil’i de İsa’yı Allah değil, “kılık
değiştirmiş Gök Ana Er Ruha dişi şeytanı olarak tanımlamaktadır.
|
Kanda'da Lev Tahor Yahudileri |
Kâbe onun rahmini, Hacer-ül esved taşı da cinsel dişilik
organını temsil ederdi. Ölenlerin ruhları Hacerülesved taşından girerek
Kâbe’nin içine yani rahme dönerlerdi. Tanrılar da böyleydi. Bu yüzden ölüm “sine-i
rahime dönüş” olarak da söylenmekteydi. Kabe etrafında tavaf, gezegenlerin
güneş etrafında dönmesini, Gö Ana’nın kadınlık organı Hacer ül esvedi öpmek te
doğdukları ve dönecekleri “giriş-çıkış kapısına” hürmetti.
Sabilerin din kitabı Cinze di Rabba’nın yaratılış bölümünde
bu evrendoğum efsanesi işlendiğinden, Hanif Sabiler Allah’a ya da Hayy’a
“Rahman ve Rahim adıyla da hürmet ediyorlardı. Kabe’deki rahip ve rahibeler
para karşılığpı fuhuş yaparlar, etrafında da tapınağa gelir getirmek için
genelevler bulunurdu.
Araplar, kölelerini, gözden düşmüş karılarını burada
satardı. Kendi çocuklarıyla evlenen Arap geleneği yüzünden bu geneleve düşme
korkusuyla Arap kadınları kızlarını diri diri çöle gömerlerdi.Bu yüzden Kur’an
Nisa suresinde “karılarınızı, köleleriniz satmayın, kızlarınız öldürmeyin”
diyerek ve Tekvir Suresi 8.9 ayetlerde de diri diri öldürülen kız çocuğuna ağıt
yakılarak bu gelenek lanetlenmiştir.
Muhammet’in kavmi de şeytana tapındığından, Allah da içki
içen büyük tanrıları olduğundan Yahudiler ile inanışları benziyordu. Bu nedenle
bu Yahudi Rabbi’si “Allah” adını yeminde kutsal saymış olmalıdır.
İkinci konu, peygamberin Cebrail’den Hira mağarasında aldığı
“İKRA=OKU” emrinden bu yana geçen zamanda peygamberin okumayı öğrenemediğine
tanık oluyoruz.
Onun peygamberliğini tasdik eden ilk kişi eşi Hz. Hatice,
onun peygamberliğinden emin olmak için amcası Mekke’nin baş papazı olan Varaka
bin Nevfel’e götürmüştü. Bu adamdan başka etrafında dört tane daha Hristiyan
din adamı onunla sürekli irtibat halindeydi.Bunlar Tevrat’ı İncil ile birlikte
okuduklarından iyi bilenlerdi ve Arap dilinde Tevrat da vardı.
Yahudi Rabbileri ile
“kitabınızda zina suçuna recm var mı?” diye sorgulayıp polemiğe
gireceğine bu Hristiyanlardan veya girdiği Yahudi mabedinden Arapça bir Tevrat
alıp Levililer kitabındaki 20. bölümdeki 10-26. arasındaki 16 zina ayetini
okuması yeterliydi. Bu ayetlerde komşu, akraba, gelin, eçcinsel vesair zina
türlerinin cezaları ayrı ayrı belirtilmiştir. Çoğu da recm ve yakılarak
öldürülmedir.
İncil’de de Yuhanna kitabında 8. bölüm 3-7 ayetlerde
İsa’ya getirilen zina suçlularına İsa’nın emri sorulduğunda herkes “recm”
kararı beklerken İsa’nın;”
-“İçinizde günahsız olan ilk
taşı atsın” ayeti ile “recmin kaldırıldığına tanık olmaktayız.
Zira, İsa, “içinizde günahsız
olan ilk taşı atsın” diyerek, Yahudilerin kendilerini sorgulamasını
istemiştir. Yahudilerden birisi de “günahsız olduğunu” iddia etmemiştir
ve recm olmamıştır.
Orada bekleyen kadına “yargılanıp
yargılanmadığını” sormuş, kadın “yargılanmadığını” söylemiştir. Yani “yargısız
infaz”ı İsa önlemiştir.
|
İsrail2de Lev Tahor Yahudileri terörü |
Ve, aynı bölümde
17-18-19.ayetlerde “kendisinin kutsal yasayı değiştirmeye gelmediğini, ilk
emirlerden bir harfin değişmediğini, kendisinin de “tamamlayıcı” olduğunu,
buyrukları çiğneyenlerin de göklerce aşağılanacağını ifade etmiştir.
Bu durumda İncil kitabı recm
cezasını kaldırmışken, yukarıda Tevrati İncil’in doğrulayıcısı, eksiklerinini
tamamlayıcısı olduğu belirtilen Kur’anın bu görevi Maide Suresi 68/2. ayette de
“Tevrati İncil ve hak peygamber Muhammet’i indirilen Kur’anı birlikte
okumadıkça bir temeliniz olmaz” diyen Allah’ın emirlerine rağmen Muhammet’in “recm
cezasında diretmesi” akıl işi değildir. Zira İncil’de Tevrat’ın doğrulayıcısı
ve düzelticisidir.
Buna rağmen, Kur’anda recm cezası
ayetlerinin, sağlığında kadınlar aleyhine tek ayet inmeyen Hz. Hatice’nin ölümünden sonra inmesinin,
peygamberin başta Hz. Ayşe’nin zina iddiası olmak üzere kadınlarıyla olan
nafaka, mal, karıkocalık ilişkisinden kaçıp Ayşe’ye sırasını veren eşleri
yüzünden yaşadığı sıkıntılar olmalıdır.
Ki, o Müslümanlar da Ayşe’nin
“masum olduğunu bildiren Nur ve Necm suresi ayetlerinin ilahi olmadığını,
Ebubekir’in korkusundan “vahiy inmiş numarası yaptığı kanaatine varmışlar ve
bir çok kişi dinden dönmüştür. Bu konuları Elmalılı Nur suresi tefsirinde
kaynaklarıyla işlemiştir.
Zaten içki konusunda da Nahl 67’de
“içkiyi öven ve mucizelerinden bahseden Allah’ın daha sonra üç ayetle içkiyi
kınaması, kötülemesindeki kafa karışıklığı da Ayşe’nin zina isnadıyla tekrar
etmiştir.
Daha Kur’an’da “recm” ayetleri
inmeden önce Yahudi Tevrat’ına göre recmi uygulatmaya başlamış, Yahudi’den
Yahudi bir Muhammet protresi gerçekten insanın tüylerini diken diken
etmektedir.
Daha bu konuda Allah sana hiç bir tebliğde
bulunmadan sen Yahudilerin bile değiştirmeye başladığı ilkel Yahudi Tevratının
şeriatını uygula, insanları taşlat, öldür, sonra da kendi karın, hayatını
borçlu olduğun, parasıyla, askeri gücüyle seni koruyup kol kanat geren ve altı
yaşında iken sana emanet ettiği kızı Ayşe aynı olayla suçlanınca, onun zine
ettiğine inan, yatağını ayır, sonra babasının evine gönder, sonra da “Allah
ayet indirdi ve senin masumiyetini açıkladı dön” deyip kadını al.
Türklerin çok güzel bir öz deyişi bu olayı ne güzel
açıklar;
“Allah bilir işini, muhallebi yerken kırar adamın
dişini” Bu öz deyişin doğruluğundan peygamberlerin hepsinin nasiplendiği
Tevrat’ta da açıkça görülür.Buraya onları da eklersem yazı bitmez. Davut’un
Hitili askerinin karısına aşık olup, kocasını savaşta ön safa sürüp
öldürtmesini takip eden olaylardan sonra başına gelenler hiç de hoş değildir.
Bu ne demektir?
Garip gureba, fakir fukarayı ezebildiğin kadar ez,
bela kendi kapını çaldığında Allah’ı dedektif yap.
Ohhh, suyundan da koy.
Bu gün diyoruz ya “Hukuk herkese lazımdır!” Eh, çok
sevdiği recm ile ilgili tek bir ayet inmeden, iş kendi başına gelince “Hukuk
lazım oldu” ve Allah dedektif olarak araya girdi.
Gerisini Allah bilir diyelim.
Okuyalım bakalım şu Nur Suresini;
Nur Suresi 24;2-3-4-5
24:2- Zina eden kadın ve zina
eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe
inanıyorsanız, Allah dini(ni tatbik) hususunda sizi sakın acıma duygusu
kaplamasın! Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.
24:3- Zina eden erkek, zina eden
veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zina eden bir
kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu,
müminlere haram kılınmıştır.
24:4- Namuslu kadınlara zina
isnadında bulunup, sonra (bunu ispat için) dört şahit getiremeyenlere seksener
sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar
tamamen günahkardırlar.
24:5- Ancak bundan sonra tevbe
edip ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.”
Nur 24.4 ayetteki “namuslu kadına iftira konusu, Hz.
Ayeş’ye atılan iftira için inmiştir. Aynı sure 11’den 20’ye kadar ayetleri
Ayşe’nin masumiyetini Allah’a ispat ettrimekltedir.
Onu da tefsirden okuyalım;
24:11- Haberiniz olsun
ki (Muhammed'in eşine) bu ağır ifki (iftirayı) uyduranlar sizin içinizden bir
gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük saymayın; aksine o, sizin için bir
iyiliktir. Onlardan herbir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı
ceza) vardır. (Elebaşlılık yapan, bu yüzden de) bu günahın büyüğünü yüklenen
kimse için de çok büyük bir azap vardır.
24:12- Erkek ve kadın müminlerin,
bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da, "bu
apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi?
24:13- (Bu iddiayı ortaya
atanların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki
şahitler getirip ispat edemediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların
ta kendisidirler.”
Yahudi Rabbilerini recm uygulamaya
zorlayan Muhammet, bu ayetler ne ne oldu da değişti? Ebubekir’i geçemedin,
başına gelen ile rezil rüsva oldun değil mi?
Şimdi tefsire geçelim;
Nur 24:11 ayetin tefsiri;
“”11- Şunlar ki ifk ile geldiler,
İFK: Asıl ve esasından çevrilmiş, gerçeği değiştirilmiş söz, yani yalan,
iftira, bühtan demektir,
BÜHTAN da ansızın atılıp insanı hayrette bırakan
iftira demektir. Genellikle tefsir ve hadis kitaplarında rivayet edildiği üzere
bu âyetlerin nüzul sebebi şöyledir:
Hz. Aişe (r.anhâ) dedi ki, Resulullah (s.a.v) sefere
çıkmak istediği zaman, kadınları arasında kura çeker, hangisinin ismi çıkarsa
onunla giderdi. Benî Mustalik gazasından önce yaptığı gazada da aramızda kura
çekti, benim ismim çıktı, bundan dolayı Resulullah ile beraber çıktım ve bu,
hicab (örtünme) âyetinin indirilmesinden sonra idi. Onun için bir hevdec e
(deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya) konuldum, dönüşte Resulullah Medine'ye
yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da yola çıkmaya nida ettirdi. Yola
çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp ordugahı geçtim, tuvalete
gittim, yerime dönerk e n göğsümü yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir
dizim vardı, kopmuş düşmüş, bunun üzerine döndüm, kaybolan dizimi aradım, bunu
aramak beni alıkoydu.
Benim yol nakliyemi yapmakta olan
grup varmışlar, hevdeci yüklenmişler ve beni içinde zannetmişler. Çünkü hafif
idim, henüz küçük yaşta bir taze idim; beni hevdecte sanmışlar, deveyi
çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman orada kimseyi bulamadım, bundan dolayı
belki beni aramak için dönerler dedim, oturdum. Derken uyumuşum, Safvân b.
Muattal ordunun arkasına kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey
kalmış ise kaybolmaması için diğer konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış
"Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz" (Bakara, 2/156)
demesiyle uyandım, hemen feracemle yüzümü örttüm, dev e sinden indi, ben
bininceye kadar çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında
orduya yetiştik; inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni
bulamadıklarından insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine
varıverdim, artık herkes be n i konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helak olan
helak olmuş.
Resulullah Medine'ye ayak bastı ve bana bir ağrı,
sızı meydana geldi. Fakat rahatsız olduğum zamanlar Peygamber (s.a.v) den
tanıyageldiğim alaka ve lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, "nasıl
o?" diyordu. Bu beni işkillendirdi, henüz söylenen sözlerden haberim
yoktu, nihayet nekahet dönemine geldim. Bir gece Mıstah'ın annesi ile hacetimiz
için dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstah'ın annesi ile odama doğru
döndük. Derken Mıstah'ın annesi mırtı, yani yün çarşafı içinde sürçtü dedi. Ben
buna itiraz ettim. "Bedir'de bulunmuş bir zata sövüyor musun?"
dedim, "Haberin yok mu" dedi, "ne var" dedim. "Ben
dedi, şehadet ederim ki, sen hakikaten "Habersiz mümin hanımlar"
dansın . Sonra ifk'çilerin dediklerini anlattı. Derhal hastalık üstüne
hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm.
|
Arapların kadınlarını taşıdığı HEVDEC |
Sonra Resulullah girdi ve "nasıl
o?" dedi. "Bana izin ver ,ana babamın yanına gideyim"
dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim. Anneme: "Ey anne, dedim,
insanlar neler söylüyorlar?" "Kızcağızım! dedi, kendini üzme,
vallahi bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları
bulunsun da aleyhinde çok laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu ana kadar
söylenilen sana malum olmadı mı?"
Ben ağlamaya başladım ve bütün gece sabahı ettim,
yine ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi, anneme, "bu niye
ağlıyor" dedi. "Bu ana kadar söylenilenden bilgisi yokmuş"
dedi. Babam da ağladı. "sus kızım" dedi. O gün durdum, göz
yaşım dinmiyordu, ana babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi geliyordu.
İkisi de yanımda oturmuş, ben ağlıyorken Resulullah (s.a.v) üzerimize
geliverdi, selam verdi, sonra oturdu. Hakkımda söylenilen söylenileliden beri
yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allah Teâlâ ona benim bu işimle ilgili
vahiy indirmemişti.
Sonra dedi ki: "Ey Aişe! Hal önemli, senden
bana şöyle şöyle söz yetişti, şimdi sen bu durumdan temiz ve beri isen Allah,
muhakkak seni aklayacak ve eğer bir günaha düştünse Allah'a istiğfar ile tevbe
et. Çünkü kul tevbe edince Allah Teâlâ tevbeyi kabul eder."
Ne zaman ki Peygamber (s.a.v) konuşmasını bitirdi,
göz yaşlarım boşandı, sonra babama "Tarafımdan Resulullah'a cevap ver"
dedim. "Vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Bunun üzerine
anneme, dedim, " Tarafımdan Resulullah'a cevap ver." O da "Vallahi
ne diyeyim, bilmiyorum, dedi. Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur'ân'dan
çok okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek halde değildim.
Dedim ki: "Vallahi ben anladım. Siz bunu
işitmişsiniz, hatta gönü l lerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size
beriyim desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah
bilip dururken size kötü bir itirafta bulunsam hemen tasdik edeceksiniz .Vallahi
benimle size başka bir mesel bulamıyorum, anca k Yusuf'un babası o salih kulun
ki ismini zikretmemiştim dediği gibi "Artık (bana düşen) güzel bir
sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak ancak Allah'tır"
(Yusuf, 12/18) dedim, sonra dönüp yatağıma yattım.
O halde ben vallahi biliyordum ki,
Allah Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat vallahi, hakkımda vahy-i
metlüvu (Kur'ân âyet) indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre,
Allah Teâlâ'nın öyle okunup tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden
çok hakir idi. Ve fakat umuyordum ki, Resulullah uykuda bir rüya görür de
Allah, beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Resulullah yerinden
kalkmamıştı, ehl-i beyit'ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ,
Peygamberine vahyi indiriverdi, ona vahyedilirken olagelen hal hemen geliverdi
ki, kış günüde bile vahyin ağırlığından dolu danesi gibi ter dökülürdü. Bunun
üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık konuldu. Vallahi ben
telaş etmedim, aldırmadım, çünkü beraatimi, suçsuzluğumu biliyordum. Fakat
Resulullah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy
gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim.
Ne zaman ki Resulullah
açıldı, gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu: "Müjde ey Aişe! Rahat ol,
vallahi Allah, seni kat'î olarak akladı" dedi.
"Hamd, Allah'a; ne
sana, ne de ashabına" dedim.
Annem, dedi "Kalk
ona!"
Ben, "Vallahi ne ona
kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim"
dedim. ...”
Sonra Ahzap suresindeki recm
ayetlerini de Allah’ın keçi şekline girip yediğine inanılır. Peygamber ölüm
döşeğindeyken, Hz. Ömer’in “Ayşe’yi recm ettireceğim” yeminini bilen Ayşe’nin
bu korkuyla Kur’anın recm ayetlerini yok ettiği da kabul gören olasılıklardandır.
Hz. Ayşe’nin Ağzından
Muhammet’in “Biseksüel” Yaşamı;
Muhammet’in “azad kabul etmez kölesi Zeyd bin Harise
için çıkan söylentiler üzerine inen Ahzap Suresi 33:37. ayeti okuyalım;
33:37- “Hem hatırla o vakti ki, o kendisine Allah'ın nimet verdiği
ve senin de ikramda bulunduğun kimseye: "Hanımını kendine sıkı tut ve
Allah'tan kork" diyordun da nefsinde Allah'ın açacağı şeyi gizliyordun.
İnsanlardan çekiniyordun. Halbuki Allah kendisini saymana daha lâyıktı. Sonra
Zeyd o kadından ilişiğini kestiği zaman, biz onu sana eş yaptık ki,
oğulluklarının ilişkilerini kestikleri hanımlarını nikâhlamada müminlere bir
darlık olmasın. Allah'ın emri de yerine getirilmiştir.”
33:37
Tefisri; “Hatırla o zamanı ki, diyordun ona, o kendisine Allah'ı nimet verdiği,
Allah ona zeka ve kabiliyet vermiş, senin nezdine sevketmiş, İslam nimeti ile
nimetlendirmişti. Senin de nimet verdiğin kimseye -Allah'ın yardımı ile
kendisine türlü bağışlarda bulunduğun, kısaca azad edip hürriyet nimetine
erdirdiğin kimseye- ki şimdi ismi gelecek olan Zeyd'dir. Yani Zeyd b. Hârise b.
Şurahbîl, annesi Su'da binti Sa'lebe b. Abdi Âmirî, Benî Ma'n b. Tay'dendir.
Zeyd’in
Hayat Hikayesi;
"El-İsabe
fî Marifeti's-Sahabe" isimli eserde hayat hikayesi şöyle yazılıdır: Zeyd b. Harise'nin annesi Su'dâ kendi
kavmini ziyarete gitmişti. Zeyd de beraberinde idi. Cahil i ye devrinde Benî
Kayn b. Cisir süvarileri, Benî Ma'n evlerine baskın yaptılar. Zeydi kapıp
aldılar, anlayışlı bir çocuk idi, Ukaz panayırına getirdiler, satılığa
çıkardılar. Hakîm b. Huzam, halası Hatice hesabına dört yüz dirheme onu
satın aldı. Hz. Hatic e de Resulullah kendisi ile evlendiği zaman, onu
Resulullah'a hibe etti, onu kaybetmiş olan babası Harise:
"Zeyd'e ağladım, bilmem ne
yaptı. Sağ mı, ümid olunur mu? Yoksa ecel önüne mi geçti?" diye
başlayan acıklı beytler söylemiş, sonra Harise'nin kabilesi olan Kelb
kabilesinden birtakım kimseler hacca gelmişler Zeyd'i görmüşler. Zeyd onlara
kendisini tanıtmış, onlar da tanımışlar ve şu beyti aileme götürün demiş:
"Kavmime özlemlerimi bildiririm.
Gerçi uzağım, çünkü Meşair'in yanında beytin civarında kalanlardanım."
Gitmişler babasına bildirmişler ve yerini tarif
etmişler. Bunun üzrine Harise ve kardeşi Ka'b onu kurtarmak için fidyesini alıp
yola çıktılar. Mekke'ye geldiler. Peygamber (s.a.v.)'i sordular, Mescid'de
olduğu söylendi. Yanına gittiler "Ey Muttalib'in oğlu, ey kavminin
efendisinin oğlu! Siz Allah'ın şerefli Harem'inin civarında kalan
kimselersiniz. Siz sıkıntı içinde olanları kurtarır, esirleri doyurursunuz. Biz
sana senin yanındaki çocuğumuz için geldik. Bize lutfet v e ihsan et. Takdim
edeceğimiz fidyesini kabul eyle. Serbest kalmasına yardım buyur" dediler.
Resulullah "O kim" buyurdu. "Zeyd. b.
Harise" dediler, bunun üzerine (yahut da başkası), "Haydin çağırın
onu da muhayyer bırakın, eğer sizi tercih ederse, fidyesiz sizin olsun; yok
eğer beni tercih ederse, vallahi ben, beni tercih edene karşı fidyeyi tercih
etmem" buyurdu.
Bunun üzerine Zeyd b. Harise'yi çağırdılar.
Resulullah (s.a.v.) "Bunları tanıyor musun?" buyurdu. Zeyd:
"Evet şu babam, şu amcam" dedi. Resulullah: "Ben de bildiğinim,
sana olan davranışımı ve arkadaşlığımı gördün. Şimdi ya beni tercih et, ya
onları."
O zaman Zeyd dedi ki: "Ben sana karşı
kimseyi tercih edemem. Sen benim hem babam, hem amcam yerinesin."
Buna karşı babası ve amcası: "Yazık sana ey
Zeyd, köleliği hürriyete, babana, amcana ve ehli beytine tercih mi
ediyorsun?" dediler.
Zeyd de: "Ben bu zattan öyle şeyler gördüm
ki, ona karşı hiçbir kimseyi tercih edemem." diye cevap verdi.
Resulullah bunu görünce, onu Hıcr'e çıkardı. Ve
buyurdu ki: "Şahid olun Zeyd benim oğlumdur, bana varis olacak, ben de
ona varis olacağım." Bunu görünce babası ile amcasının da gönülleri
hoş oldu, memnun olarak dönüp gittiler."
Bundan böyle ta İslam'a gelene kadar "Zeyd
b. Muhammed" diye çağırılırdı. Resulullah onu böyle oğul edindiği
zaman halası Ümeyme binti Abdulmuttalib'in kızı Zeyneb binti Cahş'ı de daha
sonra ona nikah etmişti. Ondan önce de azadlı cariyesi Ümmü Eymen'i onunla
evlendirmiş, ondan oğlu Üsame doğmuştu. Sonra Zeyneb'i boşadığı zaman, onu,
U k be b. Ebi Muayt'ın kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi ki, bu da anası
tarafından Abdulmuttalib'in torunundan, yani Peygamberin hala çocuklarındandı.
Bundan da Zeyd b. Zeyd ve Rukuyye doğmuştu, sonra Ümmü Gülsüm'ü de boşadı.
Ebu Leheb'in kızı Dürey ile evlend i. Sonra onu da boşadı. Hz. Zübeyr'in
kızkardeşi Hind binti Avvam ile evlendi. Buharî'de yer aldığı üzere İbn Ömer
(r.anhüma) "Onları öz babalarına nisbet ederek çağırın" (Ahzab, 33/5)
âyeti ininceye kadar Zeyd b. Harise'ye "Zeyd b. Muhammed" derdik diye
haber vermiştir.
Zührî, "Biz Zeyd b.
Harise'den önce müslüman olan bilmiyoruz" demiştir.
Zeyd b. Harise "Bedr" ve
ondan sonraki savaşlarda Resulullah (s.a.v.) ile birlikte bulunmuş ve nihayet Mute
savaşında emîr, yani kumandan olarak şehit olmuştur. Resulullah (s.a.v.)
onu seferlerinin bazısında Medine'de yerine bırakmıştır. Bera b. Azib'den
rivayet olunduğuna göre, Zeyd b. Harise: "Ya Resulullah Hamza ile aramızda
kadeşlik sözleşmesi yaptık." demiştir. Hz. Aişe'den rivayet olunur ki
"Resulullah (s. a.v.) Zeyd b. Harise'yi herhangi bir seriyyede (düşman
üzerine gönderilen küçük süvari müfrezesi) gönderdiği zaman mutlaka onu
kumandan yapardı. Ve eğer sağ kalmış olsaydı, onu halife bırakırdı."
Buharî'de rivayet olunduğu üzere Seleme b. Ekvâ (r.a.) demiştir ki: "Peygamberle
birlikte yedi gazâ ettim. Resulullah, onu bize kumandan yapardı."
Zeyd'in katıldığı seriyyeler: Önce
Karede, sonra Hamum, sonra, Iys, sonra Mutrıf, daha sonra sırasıyla, Hısma,
Kurza seriyyeleri olmuş, daha sonra Mute savaşında kumandan olmuş ve bu savaşta
ellibeş yaşında iken şehid olmuştur. Kur'ân'da ondan başka hiçbir sahabi
ismiyle söylenmemiştir. Yine Buharî'de İbn Ömer (r.anhüma)dan rivayet olunduğu
üzere, Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "O, yani Zeyd, gerçekten
kumandanlığa layıktır. Ve gerçekten en çok sevdiklerimdendir."
Tirmizî ve başka muhaddislerin
rivayeti ile Hz. Aişe demiştir ki: "Bir sefer Zeyb b. Harise
Medine'ye geldi, Resulullah benim odamdaydı, geldi kapıyı çaldı, Resulullah kalktı,
ona sarıldı ve öptü."
En genç ve en taze karısı Ayşe ile
odasındayken, Zeyd’in teklifsizce peygamberin yatak odasına girmesi aralarında
olağan olmayan bir ilişkiye delildir. Ayşe’nin yanında kalkıp ona sarılıp
“ÖPMESİ” ise eşcinselliğine delildir. Başka şeyler de söylenebilir de kalsın.
Bu hikaye’de Zeyd’in özgür olmak
istediğini “"Kavmime özlemlerimi bildiririm. Gerçi uzağım, çünkü
Meşair'in yanında beytin civarında kalanlardanım." Beyitinde okuduk.
Ancak peygamberin “ya ben ya ailen” dayatmasını tehdit olarak gören
Zeyd’in haber yolladığı halde ailesine katılmaktan vaz geçmesi düşüdürücüdür.
Zeyd gitmek istemiş, peygamber
usule uygun hitabeti ile onu bağlamıştır.
Evlenme teklifini ret eden Zeynep
bin Cahş’ı onunla evlendirmeyi Ahzap suresindeki “Peygamberin sizin hakkınızda
verdiği karara uyun, buna uymamak sapıklıktır” ayetini tahip eden ayetleri
sayesinde başarmış, sonunda da Zeynep’i ondan almıştır.
Okuyalım;
Aynı ayet tefsirinden;
“Güya Resulullah (s.a.v.) Zeyneb'i
Zeyd'e nikâhladıktan bir zaman sonra, tesadüfen gözü ona ilişmiş, birdenbire
güzelliği gönlünde yer etmiş de "Gönülleri çeviren Allah'ı tesbih
ederim" demiş. Zeyneb de tesbihi işitmiş Zeyd'e söylemiş, Zeyd intikal et
m iş ve bunun üzerine Zeyneb'le beraberliği uygun görmeyerek Resulullah'a
gelmiş: "Ben eşimden ayrılmak istiyorum" demiş. Resulullah
(s.a.v.)de: "Ne var, ondan seni şüpheye düşürecek bir şey mi oldu?"
buyurmuş. Zeyd: "Yok. Vallahi ben ondan hayırdan başka b i r şey görmedim.
Fakat şerefli bir aileden gelmesi dolayısıyla kendisini benden büyük
görüyor." demiş.
Ve o zaman Resulullah "Hanımını
kendine sıkı tut" buyurmuş. Ansızın görülen bir güzelin güzelliğini
son derece temiz ve ince bir biçimde duyup takdir ederek yaratanın yaratıcılık
gücünü tesbih ve tenzih ile ilan etmekte peygamberlerin ismet (günah işlememe)
özelliğine aykırı hiçbir durum olmadığından, bu hikayenin gerçekten olmuş
olmasını varsaymakta aslında bir sakınca yoktur...
... Zeyneb Resulullah'ın
yakın akrabasından olmakla, ta çocukluğundan beri görüp bildiği ve özellikle
tesettür edilmemiş bulunduğu için vücud güzelliğini yakından tanıyageldiği bir
kadın iken, bunu ilk olarak bu defa görülmüş beğenilivermiş diye anlatmak
kendi kendini yalanlayan bir hikayedir. Doğrusu Resulullah Zeyneb'i önceden
biliyordu ve bildiği için onu evlat gibi sevdiği Zeyd'e nikah etmiş idi.
Fakat Zeyneb onurlu bir kadındı.
Zeyd'i kölelikten azad edilmiş olduğundan dolayı kendine denk sayamamış, ona
varmak istememişti. Sırf Resulullahın emrine itaatla ona varmış, fakat
gereği gibi ısınamamıştı. Ara sıra Peygamber'e akrabalığından dolayı
şerefli olması ve asaletiyle övünerek Zeyd'e karşı büyüklenmek istiyordu.
Gerçekten kumandanlığa layık olarak yaradılmış olan Zeyd buna bir süre
sabretti ise de Resulullaha varıp Zeyneb'den ayrılmak istediğini arz eyledi.
Resulllah (s.a.v.)da bunu nefsinde uygun gördüğü halde, birdenbire müsade
etmeyip dedi ki: "Hanımını kendine sıkı tut." Ve
Allah'tan kork. Yani kadını boşamanın, önemsiz bir mesele olmadığını, Allah
katında sorumluluk getiren bir iş olduğunu düşün, çünkü "Yani Allah
katında helallerin en çirkini boşamadır." Bu nasihatlar güzel, fakat
böyle derken İçinde de Allah'ın meydana çıkaracağı bir şey gizliyordun.
Boşamasını uygun görüyordun, yahut onu nikahlamayı düşünüyordun da
söylemiyordun. Taberî'de Süfyan b. Uyeyne kanalıyla Ali b. Hüsey n 'den
rivayet edildiğine göre, Allah, peygamberine bildirmişti, Zeyneb
ilerde Resulullah'ın hanımlarından birisi olacaktı...””
Katolik Grek İncil’inin tek
eşliliği önerip, recmi yasaklamasına rağmen bunların İslam'da kalmasına
baktığımızda, Muhammet’in bu İncil’i benimsemediğini, Ortodoks Nasturi, Kıpti,
Hristiyanların “dişi şeytan Ruha’ya tapınan” İncillerini esas aldığı sonucu
çıkmaktadır. Bunlarda sarık, çarık, cübbe, pelerin, çarşaf-peçe, türban,recm
hepsi vardır.
Oysa Kartaca’lı Aziz Agustin’in
“günahkar doğum” konusunda Vatikan’a meydan okuyan Ortodoks Nasturi Hristiyan
öğretisini benimsemiş olan Varaka Bin Nevfel şeytan ibadetinden, çok eşlilikten
uzaktı. Nevfel öldü, Muhammet’in İslam’ında akılcılık da öldü denilebilir.
Bu tespitler, Cebrail’in
Muhammet’e okuryazarlığı iyice pekiştirerek öğretip benimsetemediğini, bu yüzden o zamanda bu gün kullanageldiğimiz
sayfalı kitapları mümkün kılan her
türlü parşömen kağıda yazılı Tevrat ve İnciller bol miktarda vardı.
Bizans’a bağlı Mekke ve çevresi
Hicaz, Yemen Arabistan’ında binlerce misyoner cizvit rahibi harıl harıl Tevrat
İncil dağıtırken Muhammet’in almaması düşünülemez. Hele eşi Hatice’nin amca oğu
Nevfel’in Mekke Hristiyan kilisesinin rahibi olduğu da düşünülürse bu
imkansızdır.
Her an başının üstünde bulut
içindeki uçan kürsüden onu koruyan ve vahiyler bildiren, arada bir inbeyazı
bulunmayan kısa sakalıyla, yıpranmamış, tozsuz elbiseleriyle 40 yaşlarında
erkek insan kılığında gelip Kur’an’ı ezberden tekrar ettiren haberci melek
Cebrail’in de bu konuda sessiz kalması ise çok daha tuhaftır. Resmen Cebrail’in
cahil ve aciz olduğunu ya da bilgilerini Muhammet ile paylaşmaktan kaçındığını
düşünmemize sebep olmaktadır.
Bunlara rağmen Yahudi ve Hristiyan
din adamlarına ille de bir şeyi itiraf ettirebilmek için polemiğe girmesi onun,
ne cebrailden vahiy alan peygamber, ne de okuryazar olmadığının açıkça
delilidir.
Muhammet peygamber iken, Allah ona
recm ile ilgili ayet indirmemişken, çok hevesli olarak Yahudi ve gariplere
uygulamaktan çekinmediği Tevrat’a ait ayetlerle garip gurebayı recm
ettirmiştir. Bundan vicdan azabı da duymamıştır.
El kesmeyi aynı gerekçe ile dine
sokmuştur, Tevrat ve İncil’i doğrulamak, Hristiyan ve Yahudileri kendine
çekmek, peygamberliğini onlara tasdikletmek istemiştir. Oysa İncil’de bunlar
kaldırılmıştır ama, o kadar İncil bolluğunda Muhammet’in isteklerine cevap
veren İnciller Hicaz ,Yemen, Suriye, Mısır, Irak coğrafyasında bir o kadar
boldur.
Sonuçta Allah, Hz. Hatice’den
sonra en sevdiği karısı olduğunu söylediği Ebubekir’in kızı Ayşe’ye musibeti
musallat edince, recm ettirse Ebubekir’in ne yapacağı belli değildir biricik
kızı oldukça değerlidir. Recm ettirmese karizma çizilmiştir kimse “savaş
alanında karısını unutan bir peygamberi” dinlemeyeceketir.
Eh, tek çare Allah’ın
dedektifiliğine baş vurulmuş, konuşan ağızlar değnek cezaları ve ölümle
susturulmuştur.
Peygamber de olsan hukuk herkese
lazımdır. Adamı peygamberliğine rağmen, “bu iftiradır, yok dört şahit bilmem ne
ayetlerini indirtir adama böyle.
Tabii öyle ayet indiyse.
Bazen sormadan edemiyorum, hem “Rahman ve Rahim”
olan Allah’a inanan, Hanif Sabilerden olan, peygamberin ölümünden sonra
Ebubekir’in zamanında Hamza’yı öldüren zenci köle Vahşi tarafından öldürülen,
kendisinin aynı Allah’ın peygamberi olduğunu iddia eden Yemame’li Rahman ya da
Müslümanların aşağılamak için taktığı lakap ile Müseylemetü’l Kezzap mı gerçek
peygamberdi diye.
Zira Sabilerin 5.500 yıldır tutula
gelen din kitapları Cinze di Rabba’da Sabiliğim mezhepleri sayılırken
Yahudilik, Hristiyanlık, İslam “şeytani mezhepler olarak sayılmaktadır.
Bunu “Sabilerin kutsal kitabı,
dinleri ve herşey” başlıklı çalışmamla “wordpress.com’da yayınladım.
Şimdi İslami tanım ile *Yemame’li
Rahman’ı tanıtalım;
(*Yemame, peygamber zamanında,
Hürmüz körfezine kıyısı olan tam Mekke’nin doğusunda kalan bölgenin adıydı.)
Maide 5:53 tefsirinden alıntı.
Müseylemetü'l-Kezzâb'ın
kavmi olan Benî Hanife (Hanife oğulları)nin dinden dönüşüdür. Bu
yalancı da peygamberlik iddia etmiş, Resulullah'a şöyle yazmıştı: "Allah'ın
elçisi Müseylime'den, Allah'ın Resulü Muhammed'e: Şimdi, yeryüzünün yarısı
benim, yarısı senindir".
Peygamberimiz de şöyle cevap vermişti: Muhammed Resulullah'dan
Museylemetü'l-Kezzâb'a: "Bundan sonra şimdi, muhakkak yeryüzü Allah'ındır,
onu kullarında n dilediğine verir, sonuç Allah'tan layıkıyle
korkanlarındır". (Arâf, 7/128) sonra buna Hz. Ebu Bekir halife olduğu
zaman asker gönderip harp etti ve Hz. Hamza'nın katili Vahşi eliyle öldürüldü. Vahşi:
"Ben cahiliye zamanında insanların hayırlısını, müslüm a nlığım zamanında
da insanların en şerlisini öldürdüm" derdi.
Şimdi, kökenleri M.Ö. IV.Bin Yıla
kadar uzanan Cinze, Tevrat, muhtelif İnciller ve Kur’an harmanı bir şeriat
uygulayan, sözde Selefi Mason İslam’ı Vehhabili görünümlü, Yahudi Rabbileri
gibi sakal bırakan, putperest Sabilerin kara çarşaf-peçelerini, sarıklarını,
cübbelerini, şalvarlarını sembol yapan IŞİD’e dönelim.
Bu kadar örneğe rağmen hala bir
parça insanlık dersi almadıysanız, hala İslam diye içine düştüğünüz
sapıklıkları hiç bir dini veya çağdaş adalet kuralına dikkat etmeden kara düzen
uygulayarak “Şeriat getirdiğiniz” iddiasıyla insanları aldatıp asker ediyor,
soyup, öldürüp, köleleştiriyorsanız, sizi mazlumların ahı ve lanetleri,
peygamberleri yoldan çıktıklarında rezil rüsva eden, ölümlerinden sonra da buna
devam eden O Allah, sizleri de temizlemeye yeter de artar bile.
O Allah ki sizleri de oralarda
tutanları, görevlendirip koruyanları da sizden önce daha beter azaba sokar
umarım.
Dinlerde bozulmalar olabilir ama
tanrı bakarsın vardır. Adı, Rahman, Rahim, Allah, Yahweh, Hristo, Krist, Tengri
her ne ise bu insanların bir koruyucusu muhakkak ki vardır. Siz Arapların cin ve şeytanlarından olmayabilir.
O koruyucu,
savaşlarla bize dayatılmış bu adların hiç birine de sahip olmayabilir de.
Biz
bilmiyoruz ama o biliyordur ve yapacağını da biliyordur.
Bakarsın milletleri uyandırır, tek
cepheye sokar ve bütün şeytanilerin üzerine yollar, muhallebi yerken dişlerini
de kafalarını da kırar mı kırar.
Adalet herkese lazımdır asla
unutmayın. Örnekleri tekrar aklınızdan geçiriniz.
Peygamberlerin ıslahını da hatırlayınız, hatta aklınızdan çıkarmayınız.
04 Ocak 2016 günlü ektir;
|
İran cumhurbaşkanı Ayetullah Hamaney'in Suud ailesinin din anlayışını ifade eden karikatürü |
Buraya kadar yapılan tespitlere rağmen İslam'ın hak din, IŞİD'in Müslüman olduğunda ısrar edenlere de İslam'ın düşmanlarını örnek verelim. Bu gün IŞİD/ISIS/DEAŞ/BOKO HARAM gibi adlarla görülen Muhammet çağının Roma imparatorluğunun temsilcisi olan Amerika Birleşik Devletleri+Avrupa Birliği ülkeleridir. Necd çölünden 1739'da çıkmış "1850'lerde İngiliz para ve silahlarıyla güçlendirilmiş Vehhabi dininin temsilcileri olan Suud ailesi, Suudi Arabistan'ı yönetmekte ve bu Roma İmparatorluğu ile ortak çalışmakta, IŞİD örgütünü de finanse etmektedir.
Kafkas Çerkezleri, Çeçenleri, Abhazları da onlara katılmışlardır.
Ortağı da ülkemizin hükumeti olan AKP hükumeti ve onun Cumhur başkanı 1915'te Enver paşanın Ermeni tehcirinden korkup Gürcistan'a sığınan, Rus Çarının emriyle Batum'a yerleştirilen Süryani İsyancılarından olan dedesi Teeyiüp'un Rize Rus işgalindeyken Batum Bagata'dan gelip Rize Güneysu (Potomya) ilçesi, Pilhoz köyüne yerleşen ve 1919'da Osmanlı teslim olunca, Ermeni çetecilere destek için gönderildiği Adana'da vatan evladı bir Mehmetçiğin kurşunuyla nalları diken hain, Müslüman maskeli Süryani Recep Tayyip Erdoğan dönmesidir.
Recep Tayyip Erdoğan Süryani'sinin ortağı Arabistan'ı elinde bulunduran Necd kabilesinin peygamber Muhammet'e ettikleri ihanet ve kendilerine İslam'ı öğretmek için "kendi sitekleriyle" gönderilen "70" Yetmiş Müslümanın katilleri olduğunu okuyunuz;
"
2-Şimdi
de Bi’ri Maune Olayı;
|
İran tarafından ret edilen Süryani R.T.Erdoğan |
Hicret’in
üçüncü yılı yani M.S.625’te, günümüz Yahudi Vehhabilik mezhebini kuran Necdli
Mehmet Abdülvehhab’ın kabilesi olan Necd Çölünde yaşayan Necd’li Mülâıb-ül
Esinne” lakaplı Amir bin Melik Muhammet’ten İslam’ı öğretecek öğretmenler
ister. Şahsı tanıyan Muhammet endişesini “Göndereceğim kişler hakkında Necd
ahalisinden korkarım” diye belirtince Amir bin Melik’in kendisine “Sakın kuşkun
olmasın. Onları benim himayemde gönder ve halkı İslamiyet’e davet etsinler”
diyerek güvence verilmesi üzerine
yetmiş (70) kişiyi görevlendirir. Bu görevliler yolda Maune kuyusu çevresinde
pusuya düşürülerek okçular tarafından öldürülürler. Olay adını bu kuyunun adından
alır.
Bu
olaydan sonra peygamber hain Necdlilere sefer düzenler;
3-Zatü’r
Rıka Gazası;
Necdlilerin
öldürdükleri öğretmenlerin öcünü almak için Beni Nadir Yahudilerinin sürgün
edilmesinden bir buçuk ay kadar sonra, Hicretin dördüncü yılında (625-626)
Muhammet ordusunu toplayarak Nah adlı yerde ordusuna karargah kurdurmuştur.
Durumu gören Necdliler kaçarak bölgeyi terk etmişlerdir. Bölge savaşsız ele
geçirilmiştir. Ancak kin bitmemiş, muhtelif olaylarda peygambere ve
Müslümanlara suikastlerde bulundukları Buhari kayıtlarında yer almaktadır.
Peygamberin
lanetini o zaman kazanan bu kavim, peygamberden 1100 yıl kadar sonra,1739’da
İngiliz ajanı Hemper’in yazdığı Vehhabilik dinini benimsemiş, Mecüc (Arapların
tapındıkları Cüce cin veya şeytanlar) soyu dedikleri Türklerden hilafeti alma
bahanesiyle isyan etmişler,
İslam’ın Haçlılara esir düşmesinde büyük hizmetler
vermişlerdir. 1917 Süveyş Kanal yenilgisinde de Necdli Mekke Emiri Şeyh
Hüseyin’in askerleri yardıma gelip ordumuzu içeriden vurmuşlardır. Hala da
Türkleri putperest gördüklerinden hacılarımıza kötü davranmakta, aşağılamaktadırlar.
Hacca veya umreye giden insanlarımızın kıldıkları namazdan kabir ziyaretlerine
kadar her türlü ibadetleriyle alay etmektedirler.
Bu
gün de İngiliz ve Amerikan sömürgeciliinin en büyük ortakları olup Otodoks
Yahudi,
Hristiyanlar ile Vehhabi Araplarından oluşturulmuş IŞİD haçlı ordusunun
finansmanından kadın dahil her türlü ihtiyacına yardım etmekte, Irak, Libya,
Mısır, Bahreyn, Suriye ve Yemen’de kan akıtmaya devam etmektedirler.
İslam milletlerini çatır çatır her gün kırdıra
Takdir okuyanlarındır.
|
Ermeni üniformalı Teyyip dedenin öcünü almak için Tayyip'in Adana'ya gönderdiği vali H.Avni COŞ |
Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/
adilyargic
/ adilyargicc
Sabilerin din kitaplarının ilgili konularını içeren
bölümlerini ve Sabiler hakkında arkeolog dilbilimci, Arami dilleri
uzamanlarından İslam ulemalarına kadar, Nebatılerden Sebe kavmine kadar yapılan
tespitlerin yer aldığı çalışmam için;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.