DİN VE HUKUK AYRI OLMALIDIR.
Dinler,
günümüzden sekiz, on bin yıl önce erken bakır çağı dönemlerinde küçük, ilkel,
kabile devletlerini bir arada tutan rejimlerdir.
Devlet erkini
elinde bulunduran erken devletlerin kralları veya padişahları, o çağlara yakın
zamanlarda yeryüzünde yaşamış göksel kavimler olan tanrılarının özelliklerini
yazarak, onların yaşamlarına göre kendi soylarını ve egemenliklerini
belirlemişlerdir.
Devlet erkini hem
yaratan tanrı ile hem de haşkıyla bütünleştiren bu rejimler, zaman içinde
yerlerini yeni devletlere ve onların egemenliklerine terk ettiyseler de yeni
oluşumlar eskinin bu mirasını kendilerine uydurarak sürdürmüşlerdir.
Bu yüzden dinler
ve dini rejimler varlıklarını güçlü şekilde hala sürdürebilmektedirler. Ama
bunların adaletli olduklarını iddia etmek olanaksızdır.
Çünkü, devlet
erkine egemen olan aristokrat ve dini ruhban sınıflar her zaman sorumsuz
olmuşlar, kendi soylarını üstün kılıp, kendi dini ve ırki kökten olmayan
azınlıkları önceleri tümden yok etmişler, Asur monarkı II. Tiglat Plaser
çağlarında zamanla onları ağır vergiler ile varlıklarına izin verir
olmuşlardır.
Ancak her insanı
eşit sayan, eşit haklarla ticaret, eğitim, istihdam, sosyal güvenlik
haklarından yararlandırmak ise son iki yüzyıl içinde düşünülmeye
başlanılmıştır.
Örneğin, hala devlet memurlarında şu
anlayış tam olarak yerleşmemiştir;
Görev Kavramı :
Asker, polis başta hiç bir memur,
hükumet görevlisinin işi gereği tanıştığı insanlarla hemşehricilik, ask,
samimiyet, hoşlanma, akrabalık, veya herhangi bir nedenle düşmanlık, nefret
gibi duygusal, siyasi, dini, maddi çıkar ilişkileri olamaz. Böyle ilişkiler
yasaktır ve yanlıştır.
Bu tür görevlilerin derhal isleriyle
ilişkileri kesilmelidir. Çünkü görevini adaletli şekilde yerine getiremez ve
devlete halkın güvenini sarsar, yıkar. Bu adaletsizlikler devletin sonunu
getirir.
Kimsenin buna hakkı olamaz.
Göreve bağlılık konusunda;
Asker veya polis veya öteki kamu
görevlileri, görevleri esnasında anne, baba, kardeş, es, evlatlarından birinin
olum haberini alabilir veya ölümlerine tanık olabilir. Bu durumda yapacağı tek
iş, durumu sıralı amirine bildirip mesai sonuna kadar görevini sürdürmektir.
Biz, böyle çalıştık. Bu görevler duygusallık kaldırmaz.
Kimse, “ben yıkıldım, gerisi ne isterse onu yapsın” diye görevini terk edip
gidemez. Kamu hizmeti vermek bakkal dükkanı işletmek değildir. Sorumluluğu
ağırdır.
Kısasa Kısas Adalet:
Kur'an ayeti olarak da bildiğimiz
İslam Şeriat hukunun bu ilkesi, İslamdan 2500 yıl önce yasamış Hammurabi'nin
hukuk metinlerine aittir. İslam hukukunu yapan Araplar, azınlıklara karşı bunu
da hadım etmişlerdir.
Şöyle ki, azınlık gayrimüslümlerin
haklarını Müslümanların yarısı seklinde düzenleyerek. Örneğin vergide
gayrimüslümlerden Müslümanların ödediği verginin iki katı alınması gibi. Meşhur
Karakuşi kadı fıkrasında, Müslüman fırıncının küreği ile kavgayı ayırmaya gelen
gayrimüslim vatandaşın istemeden gözünü çıkarması yüzünden adalet aradığında,
Karakuşi kadının "gayrimüslümün öteki gözünün de çıkarıldıktan sonra,
Müslümanın bir gözünün çıkarılmasına" hükmetmesi örneği bu ayrımcılığa ve
adaletsizliğe delildir.
Ama, o çağlarda Hristiyan şeriatının
geçerli olduğu batıda da daha adil yasalar yoktu. Buna rağmen , Osmanlı olmakla
övünen gayrimüslimler çoktu. Hammurabi çağında "cana can, göze göz, dişe
diş" diye tanımlanmış bu kısas hukuku, azınlıkları da eşit şekilde görme
ilkesine bağlı uygulansaydı, günümüzde de çağdaş batı hukukunun insancıl
yasalarıyla yenilenseydi, güzel bir eğitim sistemiyle devletin adaletinin,
diğer devletlerin hukuklarına göre daha adaletli olduğu öğretilerek azınlıkların
devlete sadık bireyler olması sağlansaydı milyonlarca insan, azınlıklara
yapılan haksızlıklar yüzünden isyan edip ölür müydü, öldürür müydü, öldürülür
müydü?
Adalet, ekmek, su kadar gereklidir.
Susuz, ekmeksiz nasıl yaşayamıyorsak,
adaletsiz de yaşayamayız.
Dinimi Yaşamak İstiyorum;
1990’lı
yıllarda, devlet eliyle desteklenmiş, devletin bütün kurumlarına doldurulmuş
cemaat mensuplarının ortak söyledikleri şuydu;”Atatürk rejimi, dini yaşamamızı
engelliyor, biz sadece dinini yaşamak isteyen insanlarız”, bu isteklerini de
“örtünme özgürlüğü” adı altında toplandıkları “türban mitingleri” ile siyasi
hareketlerinin bayrağı yatıkları, türban, çarşaf peçe kıyafetlerini giyerek
genç kızları, öğrencileri, kadınları öne sürerek çoğalmışlardı.
Bizler,
her türlü sapıklıktan arındırılmış, çağdaş yaşam ile uyumlu hale getirilmiş,
Atatürk rejiminin bize kazandırdığı, dini ve ahlaki değerlere bakarak, bu
harketin içide yer alanları hor görüyorduk. Çünkü ne örtünme yasağı ne de
ibadet yasağı vardı ülkede. Bu nedenle onlara “köktendinci” adını vermiştik.
8000 yıl önceki Sümer, Kalde, Babil, Asur, Hint, Arap kıyafetleri olan sarık,
cübbe, kadınlarda kara çarşaf ve peçe günümüz dini olan ne Hristiyanlığın ne de
Müslümanlığın kendilerine ait gelenekleri değildi. Bu dinlerin mirasıydı.
Cahil,mitoloji
ve tarih bilgisi yoksunu, ilk orta okul eğitimleri bile olmayan bazı şeyh, pir,
imam, hacı, hocaların bu kıyafetleri İslam diye dayatması dini değil, cehalet
ürünüydü.
Buna
rağmen, onların ibadetlerini bu kıyafetlerle yapmak istdekilerini
düşündüğümüzden, onlara aşağılayıcı sıfatlar yakıştıramıyorduk.
Her
şey 2002 genel seçimleriyle iktidar olan AKP hükumeti içinde ortak değerlerde
birleşmiş çeşitli tarikatların, cemaatlerin işlettikleri öğrenci yurtlarından,
tarikat ayinlerinden, tekkelerinden polis karakollarına ve mahkeme salonlarına
fışkıran, çocuk tecavüzleri, Münevver Karabulut olayında olduğu gibi insan
kurbanı ayinleri bize, “yaşanılmak istenilen dinin” sadece bir ibadet ve
örtünme özgürlüğü olmadığını kanıtlamıştır.
Eğitim sistemi, 4+4+4 şeklinde düzenlenerek, erkeklerde, 12,kızlarda
adet görme yaşı olan 9 yaşında evliliklere izin veren eğitim sistemi herkesi
endişeye sevk etmiş ve “nereye gidiyoruz?” sorusunu soranların sayılarının
artmasına neden olmuştur.
Dinler
sadece ibadet ve örtünme değildi, insan yaşamının her aşamasından, helada
taharetlenmesine, hangi eliyle yemek yiyeceğine, gerdeğe nasıl gireceğine,
kimlerle evleneceğine ve daha ötelere uzanan her şeyi düzenlemektedir.
Davut
peygamber EŞCİNSEL;
Tevrat 2 Saul’un Ölümü 18:1
1:Saul’la Davut’un konuşması sona erdiğinde, Saul oğlu Yonatan’ın yüreği Davut’a
bağlandı. Yonatan onu canı gibi sevdi. “
Davut
Peygambere “kadınla ilişkiye girmenin “kirlilik=cenabetlik” olduğu ve
kaçınılması söyleniyor;
4Tevrat, Samuel 21;4 Kâhin, “Taze ekmeğim yok” diye
karşılık verdi, “Ama adamların kadından uzak kaldılarsa kutsanmış ekmek var.”
Tevrat Ensest aile içi İlişkiye İzin veriyor;
2 Samuel 18:20 Kardeşi Avşalom ona,
“Seninle birlikte olan kardeşin Amnon muydu?” diye sordu, “Haydi, kızkardeşim, sesini
çıkarma. O senin üvey kardeşindir. Bu
olayın üzerinde durma.”
Yahudilik,
Talmud, Sütten kesilmiş on sekiz aylık ile üç yaşa arasında çocukla cinsel
ilişkiye, pedofilik evliliğe, kulamparalığa izin veriyor. İşte ayetleri;
Talmud
Sanhedrin 55b R.Joseph said:Gel ve işit, üç yaşında bir bakire,
istenildiğinde bir günlüğüne cinsel ilişki gerektiren bir evliliği yapacak, ve
kocası ölmüş ise ölenin erkek kardeşi onunla karı koca olacak ve kız onun
olacak.”
Yebamut
57b: Üç yaşında bir kız bir günlüğüne cinsel ilişkiyle
nişanlanacak....,
Kulamparalık, Oğlancılık Etmek;
Rabbilerimiz öğrettiler ki;
Rabbi dedi ki; Dokuz yaşın altında bir çocukla yapılan
oğlancılık, oğlancılık olarak görülmez.
Samuel dedi ki; Üç yaşın altında bir çocukla
oğlancılık etmek, yukarıda anlatılan çocuğa yapılan
muamele değildir.”
Bu sapkınlıklar sadece Yahudilere ait değildir. Bu
sapıklıklar, Hinduluk, Zerdüştlik, Zervanilik, Sabilik dinleri ile onlardan
doğan Yahudi ve Hristiyan ve de Müslüman tarikatları içinde hala gizlice
yaşanmaktadır.
Bunun yanında şeytana tapınan
Yezidilik, Zervanilik, Sabilik dinlerinde gizli mason ve İlluminati ayinlerinde
insan kurbanı yapıldığı bütün dünyanın gündemini de işgal etmektedir.
Bu durumda bir devlet bu
sapkınlıkları “dini
yaşama hürmet, dini yaşamın özgürce yaşanmasını sağlamak” adına koruması düşünülemez.
Bu sapıklıklar Roma döneminden beri
yasaklanmaya başlamış, batıda Rönesans, bizde Atatürk cumhuriyeti, yasalarıyla
da böyle sapıklıklar yasaklanmıştır.
Yukarıda okuduğumuz, Tevrat ve onun
gizli kitaplarından olan Talmud içinde bulunan bu sapık öğretiler, geçmiş
çağların sapıklıklarıdır ve geçmişe teslim edilmelidir.
“Dinimi yaşamak istiyorum” gibi masum bir slogan ile
yaşanmalarına izin verilmesi düşünülemez. Devletler, toplum yaşamını tehdit
eden böyle gelenekleri en ağır şekilde yasaklamalıdır.
Öyle mi olmaktadır?
İran Şeriat Cumhuriyetinin kurucusu
ve medeni hukukunun belirleyicisi Ayetullah Humeyni sapığının “Tahrir el
Vesile” adlı dört ciltlik medeni ve borçlar hukuku düzenlemesinde bu
sapıklıklar aynen yer almaktadır.
Humeyni evliliği Talmud ayetlerinde
olduğu gibi, saatlik, günlük ve daha uzun süreli olarak düzenlemiştir;
Türkçesi;
C:II:19
Evlilik Üzerine, Zina ve Karıkocalık ilişkileri
Bir kadın iki şekilde bir erkeğe ait olur; sürekli
evlilik ve geçici evlilik. Resmiyette,
evliliğin süresi belirtilmelidir;sonradan, örneğin,bir günlük, bir saatlik, bir yıllık
veya daha fazla süre belirtilmelidir.
Evlilik,sürekli veya geçici olsun, tarafların
temsilcileri önünde konuşulup anlaşılmalı, resmi bir form ile
mühürlenmelidir."
Eşcinsellik;
C:
II:19
Evlilik Üzerine, Zina ve Karıkocalık ilişkileri
Sayfa 56
Ensest Homoseksüellik
If a man sodomizes the son, brother, or father of his wife after
their marriage, the marriage remains valid.”
Eğer, bir adam, oğlu,erkek kardeşi veya evlendikten sonra eşinin babası
ile homoseksüel ilişkiye girerse evlilik geçerlidir.” Yani boşanma nedeni
sayılmaz.
Ve
Sütten Kesilmiş, Üç yaş altı Bebekle Cinsel İlişki;
Tahrir El Vesile C. IV
“Bir erkek,cinsel arzularını
bir bebek kadar körpe çocukla dindirebilir. Herhangi bir şekilde giremez,
bebeğe arkadan giriş helal olandır. (Şeriata göre). Eğer erkek, çocuğun
içine girer,ona zarar verirse,ömrü boyunca onun geçimini sağlamak zorundadır.
Kız çocuğu onun, dört devamlı karısından birisi de sayılmaz. Erkeğin, kızın kız
kardeşiyle evlenmesi uygun değildir. Kızın aybaşı heli olarak reşit olmasıyla
evlendirilmesi babasından ziyade kocasının evinde olması uygundur. Hangi
baba kız çocuğunu böyle çok genç evlendirirse, cennette sürekli bir yeri
olacaktır.”
Bu kadar
zalimliği ancak “cennet vaadi” uğruna yaptırabilirler.Cennet vaadi de olsa
henüz konuşmayı, yürümeyi, bağımsız yemek yemeyi beceremeyen bir çocuğuna,
evladına kıyan bir ana babaya ki bunların da topuna lanet olsun.
Ayrıca dinen kendilerinden
olmayanların soyulmalarına, öldürülmelerine izin veren öteki sapıklıkları, ırk
ve din düşmanlıklarını öğütleyen ayetler de olduğunu belirtelim.
Şimdi, yukarıdaki bilgiler ışığında kendinize
sorunuzu ve cevaplayınız;
“Dinimi yaşamak istiyorum” isteği
masum bir istek midir? Devletler bunları denetlememeli midir?
Elbetteki hayır, taş devrinin son aşaması olan erken
bronz, tunç, demir çağları olarak bilinen günümüzden 8000-10.000 yıl önce
ilkeleri o çağların ilkel yaşa koşulları şartlarında yazılmış dinler ile
günümüzde insanların yaşamlarını sürdürmesi, tabiatın, gelişim ilkesine,
insanlığın iyiyi arama ve daha iyisine sahip olma ilkelerine, çocuk, insan
haklarına aykırıdır.
Böyle din özgürlüğü olamaz bunlara hiç bir şekilde izin
verilemez.
Adaletin sağlanması eğer din ile
mümkün olsaydı ayni zamanda hem kral hem din adamı olan Hammurabi meşhur hukuk
düzenini kurmaya gerek duymazdı. Geçmişin tek devlet rejimi dinlerdi, kralları,
padişahları en yüksek rütbeli din adamlarıydı ama hepsi, dinin içermediği
adaletli hukuki yasalar yapmak zorunda kalmışlardır.
Batının rönesansı da ağır Hristiyan
şeriatına tepkiden doğmuştur. Bunu da Martin Luther gibi din adamları
başlatmıştır. İmam Gazali gibi bir din adamı bile, "insanlar dinsiz
yaşayabilirler ama adaletsiz asla" diyebilmiştir. Adalet, siyasi parti adi
olmaktan öte gidemediyse, ülkemizde ciddi bir adalet kavramı yozlaşması vardır.
Sebebi de ihanetlerini, hırsızlıklarını din ve adalet adlarının arkasına
saklanmış askeri, siyasi kişilikler ile yobaz tarikat ve cemaat önderleridir.
Adaletli olmak kolay değildir. Akrabası olmadığı halde kendisini okutup büyüten
memuriyete girmesinde büyük hakları olan bir büyüğünü, işlediği suç yüzünden
adalet önüne çıkaran güvenlik güçlerimiz içinde çok insan vardır.
Toplum ve devlet yaşamını tümüyle
dini ve ırki ilkelerden oluşturmak isteyenlere asla fırsat verilmemelidir,
çünkü bunların değerleriyle ne adaletin, ne de uzun ömürlü devlet yaşamının
sağlanamayacağı umarım anlaşılmıştır.
Devletler ve milletler ancak adaletle
yücelirler.
“Kendine yapılmasını istemediğini,
başkasına yapma” anlayışıyla yetiştirilen toplumlar büyür, gelişir, adaleti, en
ileri hukuk devleti şartlarını tercih ederler.
Ama, ölüm sonrası ahret
korkutmacalarıyla, doğru davranmaya zorlanan, ama doğru hiç bir değeri olmayan
dini sapkınlıklar içinde boğulan kitleler ise sadece ileri toplumların kölesi
olurlar. Bu gün, elli yedi Müslüman ülkeden bir tek bağımsız devlet olmaması,
bu toplumlarda aşırı dinciliğin pompalanması, çağdaş değerlerin aşağılanması
sayesindedir.
Bu hükumetler, geçen on beş yıl içinde çalışanların tüm kazanılmış özgürlüklerini ellerinden almışlardır.Ülkede uluslararası saygınlığı olan ne sendika, ne işçi örgütlenmesi ne de esnaf örgütlenmesi bırakılmamıştır. Din ve vicdan özgürlüğü, bağımsız yargı, özgür basın değerleri hiç edilmiştir.
İşte bu yüzden;
İnsanlarda Tek din olmalıdır o da ADALETtir. Onu sağladıktan
sonra insanlar kendilerine vicdani dini değerler oluşturabilirler. Takdir
sizindir.
Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/
adilyargic
/ adilyargicc