YASAKLAR CUMHURİYETİNDE AKP PROJELERİ
Kendimi bildim bileli
yasaklar daima yaşamımızın bir parçası oldu. Evde, yemeği bitirme babana da
bırak, paranın hepsini harcama, elbiseni kirletme, eve erken gel, yalnız
uzaklara gitme, erken yat elektrik faturası az gelsin, sokakta oynama dersine
çalış şeklinde faydalı-faydasız sayısız yasaklar vardı.
Devletin varlığını
sürdürmesi ve halkına adil hizmet verebilmesi için de “iyi niyetle yapılan
yasalar” ile “halkı vergi ile soymak, hükümetin başarısız bütçe açıklarını
kapatmak” adına abartılı yapılmış art niyetli adları “zam ve hapis cezası” ya
da dış güçlerle işbirliği yapan hain odaklara engel olamayan veya kasten
olmayan hükûmetler yüzünden artan anarşi, terör, kaçakçılık, cinayet,
hırsızlık, soygun, grev, miting gibi olumsuz olayları da engellemek için
çıkartılan, adları “sokağa çıkma yasağı, Google yasağı, internet yasağı, silah
bulundurma ve taşıma yasağı, basın açıklaması yapma ve protesto yasağı, miting,
grev yasağı” olan çok sayıda yasaklar vardır.
Cumhuriyet tarihimize
bakıyorum, sadece Atatürk döneminde 26 Kürt, bir o kadar da gerici ve ayrılıkçı
isyan çıkmış ve bunlara karışmak, yeni kurulan devletin varlığını sürdürmesi
için yasaklanmış.
1924’te Lenin ilaçlanarak
öldürülmüş, 1927’lere gelindiğinde emperyalist ülkeler, “tehdit” olarak
yarattıkları SSCB’nin sıcak sulara inmesini engellemek için ülkemizi “İngiliz
idare bölgesine” almışlar”
|
Bölgemizde savaşlara neden olan "Enerji Hatları" haritası |
Bunun dayatması da
kurtuluş savaşına en büyük kültürel ve askeri katkıyı yapan “solculuğun”
yasaklanması ve solcuların önderlerinin imhası şeklinde alınmış.
İyi kötü, yarım yamalak
bir bağımsızlık üzerine kurulan devletimizin “tam bağımsız ve Atatürk’ün
antiemperyalist siyasetlerini” engellemek için, Atatürk’e de muhalifleri
kullanılarak Lenin benzeri bir ölüm layık görülmüş ve öyle de olmuş.
Atatürk’ün sinsi
komplolar ve işbirlikçilikler sonucu sağlanan ölümü ile bu işte hizmeti en
büyük olanlar devletin başına geçmişler.
Ülke tam bir Sabetay’cı Yahudi
ve dönme Gnostik Ermeni ülkesi olmuşsa da terazinin “sağ kefesi” ve emperyalizmin en büyük işbirlikçisi olan
Kürt İslamcıları Nurcular ve yandaşları olan Arap, Tatar, Süryani, Yezidi
tayfası “Sünni Müslüman” kimliğine büründürülmüş, sahte baskılarla “yasaklarla”
mağdur edilmiş. Bu arada muhtelif yasaklar arasında “sol” ideoloji, SSCB- Alman
savaşlarının sonuçlarına göre gene bir yasaklanmış bir serbest bırakılmış.
1943’te İngiltere,
işbirlikçisi İsmet paşayı Adana Yence Tren istasyonunda ziyaret etmiş ve Savaş
sonrası talimatlarını vermiş.
Savaşı ABD
sonuçlandırmış, Rockefeller sermayesiyle iki dünya savaşı çıkarttığı Almanların
kafasına ikinci kez sopayı vurmuş. (AKP günümüzün Müslüman Almanya’sı olmaya
soyunmuştur)
Talimatlar gelmiş, NATO’ya
çağrılmadan başvurmuşuz ama ret edilmişiz. Oysa, ABD’nin SSCB-Rusya siyaseti
yüzünden bize muhtaçlığı o kadar açıktır ki, biz NATO’ya girmesek, 1948’de
Yunanistan ve Arnavutluk’u İngiliz ordusuyla birlikte işgal etmiştir. Bu yüzden biraz dirensek daha fazla ekonomik
çıkar sağlama imkânımız varken, siyasilerin iktidar hırsları ve körlükleri
yüzünden bedavaya NATO kölesi olmuş olduk.
“28” yıl önce bizim
düşmanımız olan bu Haçlı Koalisyonuna girmek için İsmet paşa sözde dışlanmış,
1946 Pembeköşk şikesiyle “Dörtlü Takrir” dümeniyle” DP kurulmuş ve 1950’de
Celal Bayar’lı Menderes’li iktidar kurulmuş ve kurtuluş savaşımızda en büyük
desteği veren SSCB’ye karşı savaşan Haçlı Ordularına katılmak üzere Kore’ye
sayısı halen açıklanmayan asker göndermişiz. Oysa 28 yıl önce milyonlarca
dedemizi korkunç silahları ile yakıp yok eden, toprağa gömecek parçalarını
bulamayacak ölçüde yok eden emperyalizme hizmet için Kürt, Yezidi, Süryani
isyanlarını çıkaran işbirlikçilerin iktidarı döneminde “kurtarıcımız” ilan
edilmiş. (Teslimatçı demek lazımdır)
Askerlerimiz,
askerkaçağı Menderes gibi Kırım Yahudi dönmelerince yok yere Nemrut ateşlerine Kore’de
atılmıştır. Çıkartılan yasa ile “Solcuyum” diyenler ya yurt dışına sürülmüş ya
da idam edilmişler. TSK’nın emperyalist sömürge koloni ordusu olmasına karşı
çıkan Fevzi Çakmak paşanın istifası kimseye bir şey anlatmamış, sözü olanlar
sindirilmiştir, siyasi, sivil yasaklarla insanlarımız her şeye razı hale
getirilmiştir.
Sonunda Menderes gibi bir
emperyalizm dalkavuğu nasıl olduysa isyan etmiş, kendisine kızan dalkavuğunu
denize atan Osmanlı dönme paşası gibi emperyalizm de örgütlediği cuntaya bir
darbe yaptırıp Menderes’in boynuna ipi Yassıada’da geçirivermiş.
Eski mutemet işbirlikçi
İsmet paşa iktidarı gene geri gelmiş, demokratik sayılabilecek bir anayasa
yapılmış ama, bazı yerleri işlerlik kazanamamış, sonucunda inatçı, solcu,
antiemperyalist bir iki subay da İsmet’in hükümeti döneminde idam edilmiş.
Bunu 1950’lerde başlayan ve
İsmet zamanında geliştirilen ABD Derin Nato kumandalı sağ-sol oluşumlar
izlemiş. Sol gene ABD çıkarlarını tehdit edince gene ABD’ci cunta darbeyi
çakmış, 12 Mart 1971 olayıyla solcular bastırılmış, son zamanlarda Türkiye’nin
yeni NATO Güvenlik düzenlemesinde Türkiye’nin öneminin sıfırlandığını görünce
ABD karşıtlığına başlayan ve “Menderesleşen” İsmet’i CHP’nin başından alıp, Bülent Ecevit’e teslim
etmişler. Devlet Kıbrıs batağına iyice sokulmuş, İsmet’in desteklediği solcular
idam edilmiş, halk tahrik edilmiş, anarşi hortlamış, günde 20 kişiyi geçen
ölümler, sıkıyönetimler, kitap, dergi, gazete toplamalar, ev, parti, dernek
baskınları artmış, Derin NATO sayısız cinayetler işlemiş, şartlar olgunlaşınca
12 Eylül 1980 darbesi gelmiştir.
Darbe ile ülkede
sıkıyönetim ilan edilmiş, sokağa çıkmak, işe gitmek yasaklanmış, milyonlarca
insan fişlenmiş tutuklanmış, binlerce hapis kararı, işkenceler sürmüş ve Osmanlı
Yezidi isyanlarında hep birlikte hareket eden Bitlis- Çemişkezek-Rum, Süryani
üçgeni olan ANAP iktidarı getirilmiş ve devletin bölünmesi, Kürdistan kurulması
siyasetler ileme konulmuş, askeri darbe öncesi Suriye’ye kaçırılan APO’ya
çiftlik kurdurulmuş, zaman içinde işkenceden çıkan Solcu Kürtler bu çiftliğe
gönüllü olarak doldurulmuştur. Her türlü yasaklar 30 yıl boyunca “hafifleyerek
sürmüş” ve 1997 28 Şubat dümeniyle iyice “Din Düşmanı” gösterilen ordu ve
emperyalizm uşaklığını, AB üyeliğini “Atatürkçülük ve Laiklik” gösteren
siyasetleri de gözden düşmüş, şiir dümeniyle içeri tıkılan ve
Menderes gibi “askerkaçağı” olan
RE.T.E (RITE=Mason Ayini) kahraman ilan edilmiş, hapisteyken
yandaşlarına AKP kurdurulmuş, yaratılan sahte ekonomik krizlerle gözden
düşürülen siyasi iktidarlar kötülenmiş sonucunda 03.Kasım.2002 seçimleriyle
tasfiye hükümeti kahraman ilan edilerek başımıza getirilmiştir.
Bütün bu olayları yazacak
her kesimden dürüst sabotajlar, suikastlar ve hukuk suistimalleriyle insanlar
susturulmuş ve millet “yasaklar ve din gazları” içinde körleştirilmiştir.
2003’ten beri yüzyılların
işbirlikçi hainlerin soylarından oluşan AKP hükümeti yaklaşık “10” yıldır “özgürlük”
dedikçe yasaklar koymuş, birinci derece tehlike arz edenleri Silivri Koloni
Toplama Merkezine doldurmuş ve darbe dönemlerindeki yasakları geride
bırakmıştır.
Bütün basını satın alıp
yandaşlarına teslim eden AKP, muhalif olanları, vergi denetimlerinden basın
özgürlüğünü suiistimal etmeye gerekçelerine kadar her türlü devlet tehdidini
kullanarak yasaklarını sürdürmektedir.
2010 referandumundan önce
600 kadar internet sitesi ya silinmiş (“
http://adilyargic.blogspot.com/” bloğum gibi)
ya kapatılmış ya da ötekileri gibi engellenmiştir. Bunun yanında memurlara hatta emeklilere bile
“Toplu Sözleşme, grev” hakkı vaadinde bulunmuş ve oyları toplamıştır.
Bu gün ilk defa bu
haklarını kullanan THY çalışanlarının grevleri meclis kararıyla iptal edilmiş,
öteki memurlar ise “greve katılmalarının yasal olmadığı” tehdidiyle korkutulmuş,
polis ve yargı baskılarıyla sindirilmektedir.
Bunlar yetmemekte, şeriat
düzeninin temel ilkelerini oluşturan hukuk düzenlemeleri her gün meclisten
geçirilmektedir. İnternette Facebook sitesinde çet yaparken başbakana küfür
etti diye bir lise öğrencisi Balıkesir’de polisçe tutuklanıp yargılanmış,
ülkenin bütün akarsularını “HES” adlı dümenlerle hapsedilmesiyle dere
yataklarının kuruyacağı, doğal hayatın bozulacağı endişesiyle karşı çıkan
insanlarımıza devletin askeri polisi saldırtılmıştır. Bu tepkiler boşuna olmayıp
Karadeniz bölgesinde köy ve şehirlere her türlü yabanıl hayvanların girmeye,
saldırmaya başladıklarını duymaktayız.
Toprağını, suyunu, doğal
yaşamını, emeğinin hakkını kullanmak, bunları anmak ve yaymak artık büyük suç
olmuştur.
Yetmedi hükümet, verdiği
kıytırık maaşlara bakmadan, kendi yandaşlarına hükûmet bütçesinden ve ballı
ihale, banka kredileriyle verdiği trilyonlara bakıp utanmadan aç vatandaşa “Üç
çocuk yap” demektedir.
Devleti Irak ile savaşa
sokacak, ayrılıkçılık taleplerini körükleyecek gelişme olan Uludere’nin Irak
sınırındaki 35 kadar kaçakçıyı imha ettiren başbakan bunu savunmayı
beceremeyince ortaya bir kapsız iddia attı ve bunu yasalaştırma yoluna gitti.
Kimsenin bir şey demediği
ortamda, “Uludere olayı şöyle, Uludere olayı böyle derken birden;
-Her kürtaj bir Uludere’dir,
kürtaja da sezeryan ile doğuma da karşıyım! Deyiverdi.
İşkembeden, gündem
değiştirmek için atılan bir kapsız cümle büyüdü ve “kürtaj ve sezeryan yasağına”
dönüştü ve bunları yapanından yaptıranına takibat başlattığı basına yansıdı.
Yasaklar, yasaklar,
yasaklar, doğdum yasaklar, ölüp gideceğim gene yasaklar olacak ve sürecek.
Çünkü insanlar daima “kötünün
iyisine” razı olmaya zorlandıklarından, siyasi ve zenginlik hırsları yüzünden
halkını, ülke çıkarlarını düşünmeyen siyasetçi ve devlet adamları ve kitle
önderleri başarısızlıklarına daima “yasak” kelimesi ile çözüm buldular.
Üstüne bir de din maskesi
geçirip “günah, haram” gibi kavramlar da ekleyince işleri daha sağlama
almaktadırlar.
Bunlara prim veren, “bir
gün özgür yaşa, hür yaşa” fikrine değer vermeyen, köleleşmiş, hedonist yaşamın büyüsüne
kapılmış, dünya ve ülkesindeki siyasi, kültürel gelişmelere kapanmış halklar da
bu tutumlarının cezalarını ilelebet ödemekle mükelleftirler!
Yasaklar, yasaklar,
yasaklar! Alkol’den, trafiğe, yazı yazmak, eleştirmekten konuşmaya, çocuk
yapmaktan doğurup doğurmamaya kadar her türlü yasaklar günlerimizi,
geleceğimizi daha çok etkileyeceklerdir.
Halkın son on yılda
evlilik, Surviver, Kürtler Vadisi ve bilmem hangi orospunun suçu ne, gibi
televizyon dizileriyle beyinlerinin esir alındığı bir ülkede bile bunca yasağın
çıkartılması ve her gün uygulamaya sokulması halkımızın bu kadar da “mal
olmadığının” mı yoksa “her şeyi hazmeder hale geldiğinin mi” işaretidir?
Bence her ikisi de
doğrudur. Böyle cevaplar akilâne olmasa da bu cevap doğrudur.
ABD’nin Ortadoğu ve dünya
hâkimiyeti hırslarına hizmet eden B.O.P projesi ürünü iktidar edilen AKP’nin
izlediği siyasetlere baktığımızda her an çok sayıda evladımızı kaybedecek bir
topyekûn ülkenin savaşa sokulması an meselesidir.
Böylece de ülkemizin her
an çıkacak ve belki yüzyıllar sürecek bir savaşta gerekli “asker ihtiyacı” da
apaçık ortada olduğundan, AKP hükümetinin erkekliği olan her erkeğe birden
fazla kadın temin ederek, devlet zoruyla
cinsel ilişki kurdurup çocuk doğurtacağı kanaati bende oluşmuştur.
Olmaz olmaz demeyin!
Takdir okuyucunun dur!