Ey Türk Milleti! Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz
Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar. Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır. İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz! Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir. Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat-
ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN
YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat
İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR.
VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat
Bir insanın üniforma giyip kışlada asker tayini yemesiyle
ya da vatan evlatları cephelerde bilmedikleri silahlarla kıyılırken, askeri
hastanede torpille ağırlanarak arazi olanların, savaş bitince iyileşip yiğitlik
taslayanların “asker kaçağı” olmadıklarını kimse iddia edemez.
Bize yıllardır “kahraman” olarak tanıtılan iki
siyasimizin aslında nasıl bir “asker kaçağı “olduklarını ve her ikisinin de
devleti çekinmeden savaşa soktuklarını okumak isteyenler buyursunlar!
Asker Kaçağı Adnan Menderes;
I.Dünya Savaşı Haritası- Kırmızılar Osmanlı, Almanya,
Avustuırya- Macaristan ve Bulgaristan! Yeşiller ise rakiplerimiz
Yıllar
1914-1916’lardır. I.Dünya Savaşı- Osmanlı üzerine yönelmiş bir “Haçlı Seferine”
dönmüştür. Osmanlı İmparatorluğu son nefesini tükettiği savaşlarda bütün
gençlerini tüketiyor, lise öğrencileri bile gönüllü askere yazılıyorlar,
köylerden “kilosu “40 kg’yi” geçen delikanlılar tek tek toplanıp cephelere
sürülüyor. Bu kararlılık nedeniyle sıkıyı görünce hastalanan nane molla Adnan
Menderes bey (!) güç bela askere yollanıyor.
Adnan bey gene
hasta raporlarıyla eğitimden kaytarıyor, onun kışlaya dönemsinin ardından
nineciği otel odasında “torunu askere gidip ölecek” diye kahrından ölüyor.
Sonunda Suriye
Yıldırım Ordularına tayini çıkıyor, Atatürk gibi bir komutanın emrinde savaşma
şansını kara talih(!), “dümenden hastalığı” önlüyor.
Adnan Menderes’e askere
gitme şansı ömründe “iki kez” gelir. Birincisi, I.Dünya Savaşında Suriye
Yıldırım Orduları Komutanlığına “yedek subay” olarak tayini çıkan,
çocukluğundan beri “hastalıklı” olduğu yazılıp beyinlere işlenilen, 1950-60
yıllarının merhum başbakanı, o zamanki “yedek subay adayı” nanemolla-
çıtkırıldım Adnan Menderes nasıl oluyorsa Pozantı’ya tren geldiğinde birden
hastalanıverir. Beyefendi için asker treni durdurulur, 17. Kolordu Kışlasına
haberler salınır, görevli askerler gelir ve kışlada “savaş bitinceye kadar
tedavi” görür. Şansın da böylesi olmaz demeyin Pozantı’daki Kolordunun komutanı
da Adnan Menderes’in eniştesi Filibeli Nihad Anılmış Paşa değil midir?
Ve hastalandığı
yer de tamı tamına eniştesinin kolordusunun bulunduğu yer.
Hadi buna “Yahudi
Şansı” diyelim! Bu seferlik olsun.
İkincisi, İzmir
İtalyan- Yunan işgali altındadır, onlarca efeler köylü vatanseverlerden çeteler
kurmuşlar, yok yoksul halleriyle, çakaralmaz av tüfekleriyle, üstün nitelikli
silahlarla teçhiz edilmiş işgal ordularına karşı çatır çatır savaşırken, Celal
Bayar (Küçük Ağa) Ege- Marmara bölgesinde bu örgütlenmeleri yürütüp dağlarda
ölüm kalım savaşı verirken Adnan Menderes piyasada yoktur. Bölgeyi 1921’de
İtalyan kuvvetleri terk edince, Atatürk oraya bir subay gönderir ve askere
toplamaya başlar, katılmayanlara verilecek ceza “ölüm” veya daha beteridir.
Haliyle bizim
Adnan Menderes te naçizane katılmak zorunda kalır ve o ne?
Adnan gene
hastalanır!
Altay takımında
santrfor oynarken, çiftlikte çapkınlık yaparken bir şeyi olmayan Adnan, savaşa
katılma durumu kesinleşince gene hastalanıverir?
Bu hastalık ta
hep savaş kokusunu alınca beliriyor nemenem hastalıksa işte öyle!
Önce, arasının
iyi olduğu bölgeden ayrılmakta olan İtalyan askerlerinin komutanına
başvururlar, adam her şeyi seferber eder ama, doktorlar Adnan beye “hastalık
teşhisi” koyamazlar!
Bana sorarsanız
“hastalığı “askerlik korkusudur” ve buna hiçbir doktor kolay teşhis koyamaz.
Neyse dümenden
tedaviler falan derken;
O ne?
Gene bir tanıdık Binbaşı Adil veya Akif Bey isminde bir Türk
doktoru subay peydah oluverir ve bizim Adnan Menderes’i acilen hastaneye
yatırır ve gene Savaş sonuna kadar “tedavi görür” ve ne hikmetse İzmir
kurtarıldıktan sonra bizim Adnan iyileşiverir!
İzmir’in
kurtuluşuna sevincinden olabilir mi sizce? (!)
İki büyük savaş
düşünün, ilki, I.Dünya Savaşı, Osmanlı’nın, Rus Çarlığı, Avusturya- Macaristan
İmparatorluğu, Alman İmparatorluğunun tarihe karıştığı, İngiltere dâhil bütün
Avrupa ülkelerinin yerle bir olduğu bir savaşta ülkenize “Haçlı Seferi”
yapılıyor, vatan evlatları üstün düşman silahları karşısında tarladaki hububat
gibi biçiliyor ve siz birliğinize sevkiyatınız esnasında hastalanıyorsunuz ve
tesadüf, hasta olduğunuz için sizi tedaviye alan ordunun komutanı da enişteniz!
Savaş sonuna
kadar tedavi görüyorsunuz! Suriye’ye nakledilen tren dolusu binlerce askerden
bir tek Adnan Menderes’te böyle bal var.
Osmanlı teslim
oluyor, devlet tarihe karışıyor ama bizim Adnan hemen iyileşiveriyor!
Şaşırtıcı değil
mi?
Bunun adı açıkça
“askerlik görevinden adam kaçırmadır!”
Ha bu tesadüf
oldu diyelim!
Bu da mı tesadüf?
Nane molla Adnan’ın
İkinci askerlik şansı kurtuluş savaşının en azgın, vatan evlatlarının her
cephede su gibi harcanıp, toplar, mitralyözler ile buğday gibi biçildiği, kurşun
delikleriyle kevkire çevrildikleri, vatansever çetelerin kadınlı erkekli
dağlarda yatıp düşmana kök söktürdükleri zamanda siz çiftliğinizde İtalyan ordu
komutanıyla yiyip içip eğleniyor, keyif çatıyorsunuz. Askere çağırılınca hemen
İtalyan komutandan “yardım dilenip” sığınacak yer arıyorsunuz.
İtalyanlar bile
kızıp “teşhis koyamadık” diyorlar. Yani “-adam, kalk halkın kurtuluş savaşı
veriyor sen de katıl hain adam!” Demek istiyorlar ama Adnan’da kızaracak yüz
yok tabi ki.
Artık orduya
katılmaktan başka çare kalmadığı bir anda gene bir doktor subay peydah olup,
İzmir’in kurtuluşuna, yani savaşın bitişine kadar sizi tedavi altında tutuyor.
Siz bunlara
“tesadüf” diyorsanız ben hiç askerlik yapmadım, hiçbir şey bilmiyorum demektir.
Ama, 14. Mayıs
1950’de hükümet olur olmaz ve Amerika “NATO Müracaatımızı” askıya almış
bekletirken, Müslüman ve Türk evlatlarını hiç adını duymadıkları “Kore
Yarımadasına”, Asya’nın en doğu noktasına “Komünistlere” karşı savaşa gönderen
kararı şak diye imzalar. Boynuna idam sicimi geçinceye kadar Adnan beyimizin
“gayri meşru cinsel ilişkilerinden” doğan çocukları hala konuşulmaktadır!
“Savaş kararını
korkaklar verir!” Dersem bana kızar mısınız?
1-Kore’ye izin vermiştir.
İngiltere’nin emridir. Kaçarı yoktur. Devleti İngiliz mandası (sömürgesi) o
yapmıştır
2-Kıbrıs konusunda Adnan
Menderes’e kesinlikle “uzak durmasını” tembihlemişse de dinletememiştir.
3-Asla, ölünceye kadar
Kıbrıs’a çıkarma yapılmasını onaylamamıştır. Bunun emperyalist bir oyun
olduğunu çok iyi görmüştür. Ancak, bir senaryo il CHP başına getirilen Bülent
Ecevit ile, Hürriyet ve İtilaf Partisi kökenli Necmettin Erbakan zihniyeti bu
derdi milletin başına sardırmışlardır.
4-Amerika ve İngiltere’nin
bize “koruma sağlaması” dışında onlarla ilişkiye girilmemesini ve Marşal,
Truman doktrinlerinden uzak durulmasını tavsiye ettiyse de dinletememiştir.
5-“Savaştan kaçan Adnan
Menderes’in “Kore Savaşı” ile “Kıbrıs Çetrefiline” milleti bulaştırması tuhaf
değildir. Çünkü adam “asker kaçağıdır” ve ölecekse “Türk evlatları” ölecektir,
Sabetayist Yahudi Adnan ise viskisini yudumlayacaktır? Savaş ona sadece “şöhret getiren” bir
araçtır.
Vatan Evlatları, Kore’de, Kıbrıs’ta ölüm kalım savaşı verirken, bakın Adnan
Menderes ve Celal Bayar ne yapıyorlardı?
“Yirmi bir
yaşındaki Fransız striptizci Colette
Jerry, Bayar'ın, Menderes'in bulunduğu özel gecelere davet ediliyordu.Fransız striptizci Colette Jerry. Ankara'dan sonra Beyrut'a gitti.
Cumhurbaşkanı el Huri'nin oğluyla aşk yaşadı. Ve bir gün otel odasında
zehirlenmiş olarak bulundu! (Efendi -S.464)
2002 Model Menderes RE.T.E’nin Özellikleri;
RE.T.E, 03 Kasım
2002’de hükümete geçtiği için bu deyimi kullandım.
Adnan
MENDERES’ten 42 yıl sonra ülkemizin başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın da
askerliği tartışma konusudur. Bir iki kişi dışında onunla askerlik yaptığını
hatırlayan insanın olmaması, başbakanın kendisinin fotoğraf albümlerinde birisi
Tek Tip denilen çarşı elbisesi bir de eğitim elbisesi ile çekilmiş iki
fotoğrafı dışında resminin olmaması hayli ilginçtir.
26 Şubat 1954
doğumlu Recep Tayyip Erdoğan’ın olağan haliyle 1974’de askerlik yapması
gerekirken 1982’de askerlik yapması daha da ilginçtir.
Benim bildiğim
üniversite nedeniyle en fazla “26” yaşına kadar askerlik ertelenebilmekteydi,
doktora ve mastır eğitimlerine katılan Üniversite öğrencileri ise 28 yaşına
kadar erteleyebiliyorlardı.
Başbakanın
herhangi bir mastır ve doktorası olmadığına göre 1982’de “28” yaşında askere
alınması da hayli ilginçtir.
Ektir;
"Bu konuyu 11 Eylül 2012 günü Ulusal Kananl'da Teoman Alili ile birlikte program yapan eski Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olan Zekeriya Beyaz Hoca açıkladı.
Durum şöyleymiş;
Fatih İmam Hatip Lisesini "futbol düşkünlüğü" nedeniyle çift dikiş le veya çok zayıf karneyle bitirmiş ve Fatih Belediyesine topçu olarak girmiş ama "Muhasebeci" olarak maaş almaya başlamış.
1954 doğumlu olan RE.T.E efendi, 1974'de Kıbrıs Savaşının patlayacağını gören Yahudi yakınlarının telkinleriyle olsa gerek, 1973 yılında İstanbul Eminönü ilçesinde bulunan İstanbul Üniversitesi'nin arka taraflarında bulunan Soğanağa mahallesinde günümüzün açık öğretimini (A.Ö.F.1983'de açıldı. Ben 1984'te girmiştim.) andıran İktisadi İdari İlimler Yüksek okulu adlı devam mecburiyeti olmayan bir "Yüksek Okul" a girmiş ve bu okuldan sekiz yılda yani 1981 yılında mezun olmuştur.
EKTİR; Aşağıdaki diploam örneğinde1980-1981 döneminde mezun olduğu yazılı. Marmara Üniversitesi 1982'de kuruldu. Oysa beyefendi 1973'ten beri bu okula devam eden bir üstün zeka örneğidir.
Bu yüzden Cumhurbaşkanlıuğına aday olan bu zatın halen onu tanıyan bir asker arkadaşı olmadığı gibi ne Üniversite sınıf arkadaşı ne öğretmeni olduğun u söyleyen çıkmamıştır. Sınıf arkadaşı olduğunu söyleyen İsrail'li bir Yahudi olduğunu Zekeriya hoca söylemiştir. Eh artık gerisine siz karar veriniz."
Diğer yandan
çocuklarını da askerden kaçırmıştır. Küçük oğlu Burak “testis kanseri” teşhisi
konularak İstanbul Deniz Hastanesinden aldığı “çürük” raporuyla askerlikten
yırtmıştır. Bunun askerliğini engelleyici bir özelliği varsa bu genç babasının
başbakanlığı döneminde kendisine aldığı yük gemileriyle deniz ticaret filosunda
taşımacılık yapmaktadır. 1998 yılında da ses sanatçısı Sevim Tanürek adlı
kadını arabasıyla çarparak ölümüne neden olmuştur. Demek ki, araba, karı kız
işleri yerinde olan bu gencin sağlığı yerindedir ama askerliğe gelince aynı
Menderes gibi” çürüğe çıkmaktadırlar”.
Büyük oğlu Bilal
Erdoğan da özel “dövizle askerlik” yasası çıkarılarak kışla içinde yanında “40”
tane koruma polisi eşliğinde “40” gün askerlik yaptı.
Adnan Menderes
ile Recep Tayyip Erdoğan’ın futbolculuklarından askerliklerine, tarikatlarından
Amerika hayranlıklarına ve başbakanlıklarına olan benzerliklerinden birisi de
ikisinin de ülkenin başına sorun olan “savaş kararlarına” imza atan
kişilikleridir.
Savaş kararını korkakların verdiği bir dünya!
"Türkiye cumhuriyetini kendi malıymış gibi yedi düvele satan, devleti
bütün komşularıyla savaş ortamına iten kendisini ve evlatlarını,
yandaşlarını askerlikten yırtmaları için durmadan "paralı askerlik
yasası" çıkartan, tek bir Üniversite sınıf arkadaşı, öğretmeni olmayan,
seki yılda bir yüksek okulu ittire kaktıra ancak bitirebilen bir adam
devleti yönetirse, yurt i,çinde ve dışında çok meşhur üniversitlere
bitirip oralarda doktoralar yapmış nam salmış dallamalar de buna
"yağdanlıklık" ederlerse adamın kabahati mi yani?"
Menderes Kore’ye yok yere asker gönderip
kıydırmaktan çekinmediği gibi RE.T.E’de, Kızıldeniz Somali Hint okyanusuna, Libya’nın
işgaline çekinmeden asker göndermiş halen de Suriye’nin işgaline destek olmak
için isyancılara silah, cephane, para ve barınma sağlamaktadır.
Kendileri
askerlikten “it gibi korkanlar” vatan evlatlarının yok yere kıyılmalarına neden
olan “savaş kararlarına” imzayı şak diye basmaktadırlar.
Elli yıl arayla
başbakan olan her iki kişinin de futbolculuklarından “askerlik korkularına”
kadar benzemeleri ilginç değil midir?
Asker
kaçaklarının “savaşa karar vermeleri” ne kadar yersiz ve yanlışsa böyle
insanları umut görüp oy vermek te o kadar akıl fakirliğidir. Bunun da
sorumluları bu adamları halka kurtarıcı olarak pompalayan en başta askeri,
sivil kişiliklerdir.
Yazımı inandırıcı
bulmayanlar, olayları Soner YALÇIN’IN Efendi adlı kitabından yaptığım
alıntıları okuyabilirler.
Adnan Menderes’in Hayatı;
Altay da,
Karşıyaka gibi İttihatçıların takımıydı. Bunun en belirgin göstergesi,
İttihatçıların Maarif nazın Mustafa Necati Bey'in kendine ait odasını Altay'a
tahsis etmesiydi.
Daha sonra
İttihat ve Terakki Cemiyeti İzmir Kâtibi Umumîsi Mahmud Celal (Bayar)
aracılığıyla Altay'a kulüp binası verdi.
Altay İzmir'de
fırtına gibi esti. Kurulduğu yıl, Karşıyaka, Midil-Trablusgarp takımları
arasında yapılan turnuvanın şampiyodu. Bu zafer İzmir sokaklarında, caddelerinde
davul zurna ırak kutlandı. Aynı yıl Altay, Ermeni takımı Armenion'u yenince benzer
sevinç gösterilerine sahne oldu. İngiliz gençlerinden kurulu Pakser'i 4-3, bir
maçı hiçbir zaman unutmadılar: Evliyazade Nejad'ın oynadığı maçta İtalyan
Levantenlerin takımı Garibaldi'yi 10-0 yenince, İtalyan konsolosu,
"İtalyan millî kahramanı Garibaldi küçük düşürüldü" diye kulübü
kapattı!
O yıllarda
Altay'ın kalesini koruyan isim Ali Adnan'dı (Menderes)...
Kaleciler futbol
sahalarının en yalnız futbolcusudur.
Gelecekte
Evliyazadelerin damadı olacak Ali Adnan, çocukluğundan başbakanlığa uzanan
yolda hep yalnız olacaktı.
Son yolculuğuna
çıkarken bile...
Tevfika'nın
ağabeyi Sadık Bey'in Aydın Sarayiçi Mahallesi'ndeki konağında ikinci çocukları
dünyaya geldi: Ali Paşazade Adnan (Menderes)!
Burada iki
ayrıntıya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Ali Adnan'ın
doğum tarihi 1899.
Adnan Menderes'le
ilgili kitaplar, makaleler, yazı dizileri, belgeseller hep bu yukarıdaki
cümleye yer veriyor.
Gelin şu cümleyi
biraz açalım...
Ali Adnan'a neden
sadece babaannesi Fitnat Hanım sahip çıkmıştı?
Anne tarafı Ali
Adnan'la niçin ilgilenmemişti? Ya da bu yargı yanlış mıydı?
Yanıtı bulmak
için Ali Adnan'ın anne tarafına yani Hacı Ali Paşa ailesine tekrar dönelim.
Anne tarafından
Hacı Ali Paşa ailesine akraba olan Osman Evliyazade'nin, Hacı Ali Paşa'nın
öldürülmesine ilişkin bu kitabın yazarına yaptığı açıklama da hayli ilginçtir:
Menderes her şeyiyle Amerikancıdır!
İşaretlerine kadar
Tire'den Bayındır'a
kaplıcaya giderken Rum arabacısı tarafından öldürülüyor. Arabacı yolda arabayı
durduruyor, silahını çekiyor. Hacı Ali Paşa cebinden bir kese altın çıkarıp
arabacıya uzatıyor. Arabacı "Malını değil canını istiyoruz" diyerek
Hacı Ali Paşa'yı öldürüyor.
Amerikan Ordusu için "Seni istiyorum!"
Diyorum ya bu
hayat hikâyesi hep gizemlerle dolu...
Bu cinayet, Hacı
Ali Paşa'nın kişiliğiyle ilgili "çizilen tablolara" pek yakışmıyor
doğrusu!
Dr. Mükerrem
Sarol Bilinmeyen Menderes adlı kitabında, Hacı Ali Paşa'yı bakın nasıl
yazıyor:
Hacı Ali Paşa
sert, mütehakkim mizaçlı bir aile reisidir. Az konuşan, ağırbaşlı, çok cesur,
korkusuz yaradılışlı bir insandır. Ali Paşa'nın sürdürdüğü aile düzeni
pederşahî bir düzendir. Son derece muttehakkim olan paşadan yalnız
ailesi değil uzak yakın çevresi de korkmaktadır.(1983, s. 7)
O "astığı
astık, kestiği kestik" Hacı Ali Paşa, canını kurtarmak için arabacıya bir
kese altın teklif ediyor, ama kurtulamıyor!
Neyse, ayrıntıya
girmeyelim.
Fani Ali
Adnan'ın, adını taşıdığı dedesi öldürülmüştü.
Peki ya dayıları?
O yıllarda verem
uğradığı evden kolay kolay çıkmıyordu.
Ali Adnan giderek
zayıflamaya başladı. Fitnat Hanım ne yapsa bu zayıflığın çaresini bulamıyordu.
Sonunda İzmir Gureba Hastanesi hekimlerinden Dr. Şehrî Bey küçük Ali Adnan'a
verem teşhisi koydu.
Fitnat Hanım
uğursuz vereme biricik torununu kurban vermemek için çırpındı. Önce oturdukları
evi değiştirdi, Karşıyaka semtine taşındı. Temiz havası ve ferah bir bahçesi
olan bu evde Ali Adnan
biraz kilo aldı,
sağlığına kavuşmaya başladı.
Üstelik ele avuca
sığmayan afacan bir çocuk olmuştu. Disipline sığmayan mizacı yüzünden sık sık
babaannesini üzüyordu.
Babaannesi çok
disiplinliydi; ilk önceleri Ali Adnan'ın sokağa çıkmasına bile izin vermiyordu.
Hastalık kapmasından endişe ediyordu.
Ali Adnan çok
nadir, dayısı Refik'in ziyaretlerine geldiğinde yanında getirdiği kızı, Sabiha
ile Mesude ablaları ve Sami ağabeyiyle oynuyordu.
Küçük Adnan(!) onun
dışında akranlarını hep evden seyrediyordu.
Sonra yasak
kalktı. Ama yine kurallar vardı: hava kararmadan eve gelinecekti, terli terli
gezilmeyecekti...
Hastalıkla
mücadele yıllarında küçük Ali Adnan okula gidemedi.
Özel hocalardan ders
alıp, okuma yazmayı öğrendi.
İkinci Meşrutiyet
ilan edilir edilmez Uşakîzade Muammerin Arap fırının ilerisindeki konağını okul
binası olması için hibe etti.
Memlekete
"uyanık bir nesil yetiştirmek" amacıyla kurulan okula, "Leylî
(yatılı) ve Neharî (gündüzlü) Merkez İttihat ve Terakki Mektebi" adı
verildi. Okul, iptidaî (ilk), rüştiye (orta) ve idadî (lise) kısımlarından
oluşuyordu.
Göğsünde
kurtuluşu simgeleyen rozeti ve elinde bayrağıyla Âli Adnan bu okulun orta
kısmına gitti.
En sevdiği ders
Ateşoğlu Hayri Bey'in öğretmenliğini yaptığı jimnastik dersiydi.
Bir de salı ve
perşembe günleri öğle sonrası tatillerinden faydalanıp öğretmenler eşliğinde
şarkılar söyleyerek kır gezilerine gitmekten hoşlanıyordu.
Bu arada, Ali
Adnan, okulun orta bölümünü bitirmeden İzmir Kızılçullu'daki Amerikan kolejinin
yatılı bölümüne geçti. Neden böyle bir tercihte bulunmuştu?
O dönemde,
Amerikalı Protestan misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu sınırlan içinde 430
okulu vardı.
Bunlardan biri de
1904 yılında açılan İzmir'deki International American College'di.
Amerikalı
Protestan misyonerlerin Anadolu'daki okullarında!
3 465 öğrenci
öğrenim görüyordu. Bu öğrencilerden biri de artık Ali Adnan olmuştu.
Okulun amacı,
diğer Amerikan misyoner okullarından farklı eğildi: erkek çocuklara ve gençlere,
Hıristiyanlık ilkelerine dair dil, sanat ve bilim eğitimi vermek.
Mahmud Celal
(Bayar) ile Ali Adnan'ın ilk karşılaşmaları Ali Adnan'ın Amerikan koleji
günlerine dayanıyor.
Kolejden üç genç,
ittihat ve Terakki'nin İzmir'deki önemli ismi Mahmud Celalle görüşmek için
yanına gidiyorlar. Temiz giyimli bu üç gençten biri, okullarında misyoner
rahipler olduğunu ve bunların, Müslüman öğrencileri Hıristiyan yapmak için
haddinden fazla çaba sarf ettiklerini söylüyor. Üstelik bazı Türk öğrenciler Hıristiyan
olmuşlardı bile.
Bu üç öğrenciden
biri Ali Adnan'dı.
Mahmud Celal,
öğrencilerin sorunlarıyla ilgilenmiş, okul idaresiyle ve Maarif Müdürlüğü'yle
temasa geçip, tahkikat açtırmıştı.
Bu konu İzmir
basınında bir hafta süren haberlere konu olmuştu...
Hıristiyanlık
propagandası dışında Ali Adnan koleji sevmişti.
İttihat ve
Terakki Mektebi'ndeki durgunluğunu Amerikan kolejinde üzerinden atmıştı.
Hastalıkla Savaştan Kurtulan Asker Menderes
1916 Ekiminde
Harbiye Nezareti'nin askere çağırdığı 1315 (1899) doğumlular arasında,
Kızılçullu Amerikan Koleji son smıf öğrencisi Ali Adnan da (Menderes) vardı.
On yedi
yaşındaydı. Bulunduğu öğrenim düzeyi nedeniyle askerliğini yedek subay olarak
yapacaktı.
Babaannesi Fitnat
Hanım'ın elini öptü ve İstanbul'a doğru yola çıktı. İkisi de ağlıyordu,
birbirlerinden saklayarak.
İstanbul
Erenköy'deki İhtiyat Zabiti Talimgâhı'na katıldı.
Sicil numarası 20
737'ydi.
Anadolu'nun
çeşitli yerlerinden gelmiş yedek subay adaylarıyla birlikte hızlandırılmış bir
askerî eğitimden geçecekti.
Sporcu olduğu
için talimlerde zorlanmıyordu. Tek sorun yemeklerdeydi.
Bir türlü
alışamamıştı asker tayınına.
Haftalık tatili
olan cuma günlerinde İstanbul'a inip geceyi, başkentin en pahalı otellerinden
Meserret Oteli'nde geçiriyordu.
"Savaşın devamı sadece sizin ölümünüz demektir!" Yazılı
Savaşa Giderken Hastalanıp Askerlikten Yırtan TORPİLLİ Menderes;
1917 yılında Ali
Adnan (Menderes), 19. mürettebat devresinden zabit namzedi (asteğmen) olarak
çıktı.
On dokuz
yaşındaydı.
Bu devrenin tüm
diğer mezunları gibi o da, Suriye'deki Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı
emrine verildi.
Ali Adnan
yüzlerce askerle birlikte, 4. Ordu Komutanı Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın
emrine girmek için trenle Suriye cephesine doğru yola çıktı. Mustafa Kemal
Paşa'dan İsmet (İnönü) Paşa'ya, Ali Fuad (Cebesoy) Paşa'dan Fevzi (Çakmak)
Paşa'ya kadar bir dönemin ünlü isimleri bu cephede görev yapıyorlardı...
Ünlü yazar Falih
Rıfkı (Atay), Cemal Paşa'nın emir subayıydı.
Sivil yaşamında
bir ara Dahiliye Nazın Talat Paşa'nın özel kalem müdürlüğünü de yapan Falih
Rıfkı Zeytindağı adlı kitabında Suriye cephesindeki olayları bir
edebiyatçı gözüyle anlatmaktadır.
Trenin ilk durağı
Pozantı'da, menzil komutanlığı Ali Adnan'ı trenden aldı. Seyyar hastaneye
yatırıldı.
Adnan Menderes'in
biyografisini yazan kitaplara bakılırsa, burada 40 kiloya kadar düştü!
Sonra.
Sonra, İzmir'deki
17. Kolordu Komutanlığı'nın emrine verildi.
Tesadüf! Bu
kolordunun komutanı eniştesi Filibeli Nihad (Anılmış)
Paşa'ydı!
Nihad Paşa, Ali
Adnan'ın halasının kızı Güzide'nin kocasıydı.
Torpilci Paşa Kendisini Savaştan Kurtaramaz;
İlginçtir: Ali
Adnan'ın gidemediği Suriye cephesine, 7 Kasım 1918'de Nihad Paşa 7. Ordu
komutanı olarak atanacaktı!
Menderes’in İtalyan Sevgisi;
Çakırbeyli
Çiftliği'nin doğusunda, Bataköy Köprüsü başındaki italyan Bersaglieri Çekista
Birliği Anadolu'yu terk etmek için son hazırlıklarını yapıyordu. Yirmi iki gün
önce Londra'da yapılan
antlaşmaya göre,
İtalyanlar Anadolu'dan çekiliyordu.
Birliğin komutanı
Kapitan A. Moro'nun konuklan vardı:
Ali Adnan
(Menderes) ve Edhem (Menderes)!
İki yakın
arkadaş, İtalyan askerlere veda ziyaretine gelmişti.
Ali Adnan,
Mondros Müterakesi sonrasında terhis edilince, yalan arkadaşı Edhem'le, Yahudi
mahallesi Kestelli'deki evlerinden ayrılıp birlikte Çakırbeyli Çiftliği'ne
yerleşti.
Ali Adnan
tropikaya, yani zehirli sıtmaya yakalandı. Durumu ağırlaşınca, ilaç ve doktor
bulmak için Edhem, İtalyan komutan Kapitan A. Moro'nun yanına gitti. İtalyan
komutanın emrinde doktor yoktu ama çiftliğe eczacı kalfasını gönderdi.
Ali Adnan'ın
durumu her geçen saat ağırlaşıyordu. İtalyan sağlık görevlisi önce kinin verdi.
Ama ateş düşmedi. Acilen Çine'deki İtalyan Enfermeriya Birliği'ne götürülmesini
tavsiye etti.
Bir katır arabası
bulundu; yatak serildi; Ali Adnan arabaya yatırılarak Çine'ye götürüldü.
Sıcak dayanılacak
gibi değildi. Sivrisinekler aman vermiyordu.
Çine'deki İtalyanlar
Ali Adnan'la yakından ilgilendiler. Emrine Kamaço adında bir İtalyan asker
verdiler. Hastalığın teşhisinden emin olmak için Antalya'daki karargâhtan
uzman bir doktor bile getirdiler. (Olan
hastalığa teşhis konulur. Menderes’te hastalık yok ki teşhis konulsun. Olay
gayet açıktır.”Çürük Raporu”. A.Yavuz)
İtalyan doktor
binbaşıydı. Ve hiç de umutlu konuşmadı. Ali Adnan'ın durumu ağırdı. Rodos'a
giderse belki kurtulabilirdi.
Şevket Süreyya
Aydemir Menderes'in Dramı adlı kitabında, "Fakat beklenmeyen bir şey olur. Bir yerlerden Binbaşı Adil
veya Akif Bey isminde bir Türk doktoru peyda olur. İşe el koyar" diye yazmaktadır.
(2000, s. 57)
Türk doktoru Ali
Adnan'ı alıp Çine'deki Nuri Efendi'nin hanına nakleder, iğneler,
gıdalar ve Türklerin arasında olmak Ali
Adnan'ı iyileştirir!
(Savaş bitince
hemen iyileşiyor. Sabetayistlerin tarikat üyelerini askere göndermemek için
aralarında para topladıklarını Soner yalçın önceki konularda yazmıştı. Adnan
Menderes Kırım göçmeni Yahudi Tatarı “Türk (!)” olduğu için İşgal güçleriyle
arası iyidir. O dönemde, Said-i Kürdi, Kürtlere “askerden kaçmalarını mümkünse
Yunanlılara esir düşmelerini emretmiştir. Yunanlılar esir Kürtleri eğitim,
doğudaki Kürt isyanlarına yolluyorlardı. Kırım Tatarları da, mandacıydılar, Anadolu’da bağımsız Tatar
Devleti düşlüyorlardı. Yunanlılar işgal ettikleri yerlerde Tatarları gece ve
kır bekçisi olarak görevlendiriyor, Kuvayı Milliye’cilerin, çetecilerin ihbar
edilmesinde onlardan yararlanıyorlardı”. Ege ve Marmara bölgesinde bu yaygın
olarak bilinen bir gerçektir. Çetelerin öldürdükleri Tatarlar hiç de az
değildir.
Adnan Menderes
aynı zamanda “İslam Kürdistanı peşinde koşan İngiliz- Vatikan ödüllü Said-i
Kürdi Deliüzzaman’ın Nakşibendi tarikatını “Kürtleştirmesiyle” oluşturduğu yeni
mason dinine girmiş bir Nurcudur. Orduya onun döneminde Nurcular doldurulur.
Amerikancı derin NATO- Gladyo örgütlenmesi hep bu Ermeni kökenli Kürtçü- Nurcu
subayların işidir. A.Yavuz )
Ali Adnan'ın
hayata dönüşünün "Yeşilçam senaryolarım" aratmayacak düzeyde yazıldığı
bir gerçek!
Soru: Ali
Adnan'ın yaşamöyküsünde neden hep "senaryoya" ihtiyaç duyuluyor?
Bu konuda örnek
çok: Ali Adnan'ın yaşamöyküsünü kaleme alan bir avuç yazar, Ulusal Kurtuluş
Savaşı günlerinde Ali Adnan ve Edhem'in "Ay-yıldız Çetesi"ni
kurduğunu yazmaktadır.
Ege'deki Millî
Mücadele dönemini yazan, gazeteci Haydar Rüşdü Öktem'den komutan Rahmi Apak'a,
Çerkez Edhem'den, "Galib Hoca" Celal Bayar'a, komutan Ali
Çetinkaya'dan Vali İbrahim Edhem Akıncı'ya, Kâzım Özalp Paşa'dan Hacim Muhiddin
Çarıklı'ya kadar, dönemi kaleme alanlar anılarında ne Ali Adnan'dan ne de
"Ay-Yıldız Çetesi"nden bahsediyorlar!
"Ay-Yıldız
Çetesi"ni bilen sadece iki kişidir. Ali Adnan ve Edhem! Bir kişi daha var:
çiftliğin kâhyası Mehmed!
Geçelim...
Ali Adnan, daha
İzmir işgal edilmeden önce, 23 Kasım 1918'de kurulan "Müdafaai Hukuki
Osmaniye Cemiyeti"ne katılmamıştı.
Halbuki dayısı
Hacı Ali Paşazade Refik bu toplantılara önce katılmış sonra vazgeçmişti.
Keza işgalden
hemen sonra kurulan "Reddi İlhak Heyeti Milliyesi" üyeleri
arasında da Ali Adnan adı yoktu.
Yörük Ali Efe,
Hüseyin Efe, Kara Durmuş Efe, Kozaklı Mehmed Efe, Mesutlulu Mestan Efe,
Dokuzuncu Hasan Hüseyin Efe, Cafer Efe, Sancaktar'ın Ali Efe gibi Çakırbeyli
Çiftliği'nin bulunduğu bölgede direniş komiteleri kuran milislerin adlan tek
tek yazılıyor ama nedense "Ay-Yıldız
Çetesi"nden kimse bahsetmiyor!
Yine o bölgede
mücadele veren Albay Salaheddin Bey, Binbaşı Saib Bey, Binbaşı Hacı Şükrü,
Yüzbaşı Ahmed, Teğmen Zekâi, Teğmen Şerafeddin, Teğmen Mahmud, Yedek Teğmen
Necmi, Bakırköylü
Teğmen Kadri,
Kütahyalı Receb Çavuş gibi askerlerin adlan yazılıyor ama, yedek subay Ali Adnan'ın hiç adı geçmiyor!
"Ay-Yıldız
Çetesi"nin görev alanı herhalde Çakırbeyli Çiftliği'yle sınırlıydı...
Adnan Menderes Gene Hastalık Dümeniyle Kurtuluş Savaşından
Kaçıyor!
Peki Ali Adnan
Millî Mücadele'ye katılmamış mıydı ?
Katıldı. Hatta
İstiklal Madalyası aldı. Peki ama ne zaman?
Sakarya'da zafer
kazanılıp, Yunan ordusunun ilerleyişi durdurulunca, Mustafa Kemal Büyük
Taarruz'un çalışmalarına başladı ve seferberlik ilan edildi. Subay, er, silah,
yiyecek, içecek miktarını artırmak için kollar sıvandı.
Ankara bu konuda
çok kararlıydı; aksi davranışta bulunanların cezasını İstiklal Mahkemeleri
verecekti!
Ve Ankara'nın
kararlılığı sayesinde Sakarya Savaşı'nda 6 629 olan subay sayısı 8 659'a çıktı.
Er sayısı ise 133 079'dan, 199 283'e fırladı!
Askere
gitmeyenlere ağır cezalarının verileceğinin duyulması asker sayısının artmasına
neden olmuştu. Ankara Hükümeti Osman Bey adında bir topçu yarbayı Söke'ye
gönderdi.
Yarbay Osman,
bölgedeki yedek subayları göreve çağırdı.
İşte bu davete
Ali Adnan ve Edhem de riayet etti.
Ali Adnan,
Yenipazar ile Baltaköy arasındaki Dalama'ya "Süvari Müzaheret
Bölüğü"ne gönderildi. Daha sonra Koçarlı inzibat komutanı Binbaşı Besim
Bey'in emrine atandı.
Evet, orduya yeni
katılan 2 030 subaydan biri de Ali Adnan'dı...
Ali Adnan'ın
başından beri Millî Mücadele'ye katıldığını ispat etmek isteyenler hep Ali
İhsan (Sabis) Paşa'nm 1951'de yayımladığı beş ciltlik Harp Hatıralarım adlı
çalışmasına atıfta bulunuyor.
Kitabın
yayımlandığı tarihe dikkatinizi çekerim: 1951, yani Ali Adnan başbakan; Ali
İhsan Sabis Paşa DP Afyon milletvekili!
Ali İhsan Sabis
Paşa aynca inanılmaz bir İsmet İnönü düşmanıdır;
ona karşı
"ulusal bir kahraman" yaratmayı amaçlamaktadır!
Peki Ali İhsan
Sabis Paşa anılannda ne yazmıştı?
Anlattığı, Malta
sürgünü dönüşü Koçarlı'da gördüğü yedek subay Ali Adnan'ın ne kadar zeki ve
enerji dolu olduğu.
Hepsi bu.
Adnan Menderes'in
hayatını "hamaset destanı" haline getirenler, bu anılardan yola
çıkarak onu, elinde silahı, düşmana karşı cepheden cepheye koşmuş bir
"millî kahraman" yapıvermişler!
Ayıp...
Ali İhsan Sabis
Paşa, sürgünde bulunduğu Malta'dan ne zaman yurda dönmüştü: 27 Eylül 1921.
Biz de aynı
konunun altım çiziyoruz:
Ali Adnan Millî
Mücadele'ye başlangıcından iki yıl sonra, yani İtalyanların bölgeden ayrılmasının
ardından katıldı.
Bu tespit, Ali
Adnan'ın ne kişisel, ne de siyasal yaşamını küçük düşürmez. İsmet (İnönü) Paşa,
Fevzi (Çakmak) Paşa da Ankara'ya gelmekte tereddüt geçirmişlerdir. Hatta
Mustafa Kemal bile İstanbul'daki
girişimlerinden
sonuç alamayınca son çare olarak Anadolu'ya çıkmıştır. Ama bu ne Mustafa
Kemal'i, ne de onun onurlu mücadelesini ufaltır.
İki Büyük Savaşta Askerden Kaçan Adnan Menderes,
Başkalarının Çocuklarını Kore’ye Göndermek veya “Vatansever Solcuları” İçeri
Tıkmak İçin “ANINDA” Karar Veriyor;
DP hükümeti, 15
general ve 150 albayı tasfiye ettiği tam da o günlerde -hem de TBMM'ye bile
sorma ihtiyacı hissetmeden Kore'ye asker gönderme kararı aldı!..
Soğuk Savaş
döneminde, yerini "Batı Bloku" olarak belirleyen Türkiye, NATO'ya
girebilmek için topraklarından binlerce kilometre uzaklıktaki bir savaşa Mehmetçik'i
gönderdi. DP çevreleri, "Milleti harbe sokmamakla erkekliğini
öldürdüler" diye propaganda yaptı. Üniversite öğrencilerinin en büyük
örgütü Millî Türk Talebe Birliği Başkanı (geleceğin büyük işadamı) Can Kıraç,
hükümetin aldığı karardan dolayı şükran bildirisi yayınladı.
Karşı çıkan Doç.
Bellice Boran başkanlığındaki Türk Barışseverler Cemiyeti üyeleri ise
tutuklanıp cezaevine kondu!..8
8. Behice Boran'ın komünist olduğu her halinden belliydi;
saçları kızıldı ve üstelik öğrencilerinin sınav kâğıtlarını kırmızı kalemle
tashih ediyordu! inanın bunlar şaka değil, gerçek.
Ve ne yazık ki Türkiye daha ileri yıllarda,
"Kızılcıklar oldu mu, selelere doldu mu" türküsünün bile komünizm
propagandası yapılıyor diye radyoda söylenmesini yasaklayacaktı.
Ortada tehlike
olunca “çıtkırıldım, yataklara düşen ölümcül hasta olan” Adnan Menderes, iş
başbakanlık olunca hastalık nedir bilmiyor, başkaları hakkında “savaş, ölüm ve
sürgün kararlarını” anında uyguluyordu.
Verdiği kararla
binlerce vatan evladı Kore’de varlığından haberdar olmadığı silahların, Napalm
bombalarının ateşinde gerçekten kızararak öldürülmüşlerdi. Ya Kıbrıs
macerasında Yunanlıların bombaları, evlere doldurarak yakmalarıyla
öldürülenler?
9. 2002 yılında Güney Kore'de Türk Şehitleri Mezarlığı'nı
ziyaret ettim. Anıtmezarlıkta beni en çok duygulandıran, meçhul asker sayısının
fazlalığı oldu. Mehmetçik binlerce kilometre uzaklıkta öyle bir savaşa
gönderilmişti ki, cesedi tanınmayacak hale gelmişti!
Ve sanıyorum Kore Savaşı'nda şehit düşenlerin duygularını
Nâzım Hikmet yazdı: "Benim gözlerimin ikisi de yok / Benim ellerimin ikisi
de yok / Benim bacaklarımın ikisi de yok / Ben yokum / Beni, üniversiteli yedek
subayı, Kore'de harcadınız, Adnan Bey / Elleriniz itti beni ölüme / vıcık vıcık
terli, tombul elleriniz / Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan / ve ben kan
içinde ölürken çığlığımı duymamanız için / kaçırdı sizi bacaklarınız '
arabanıza bindirip..."
Aslında sanık
sayısı 187'ydi. Ancak 20 kişi "pişmanlık yasası"ndan yararlanarak
itirafçı oldu. Bu nedenle bu dava 167 kişi olarak bilinmektedir. İşkenceli
sorgular sonucu" okul öğretmeni Hasan Basri Alp öldürüldü. Haberi alan
öğretmen eşi denize atlayarak intihara teşebbüs etti. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü son sınıf öğrencisi Kemalettin Özerdem aklını
kaybetti; aynı fakülteden Şafak Yurdanur, işkencelere dayanamayarak iki kez
kendini öldürmek istedi. Ressam Nuri iyem sinir krizleri geçirdi. Ama Türkiye NATO’ya
girmişti...
Bu yazıdan 22 gün sonra Malatya Erhaç'tan kalkan bir keşif uçağımız Kandil yerine Suriye Hatay üzerinde sınır ihlali yapar Lazkiye Limanındaki Rus donanmasının resimlerini çeker endişesiyle Suriye tarafından Akdeniz'e düşürüldü. Savaş tamtamlarını cumhuriyet döneminde asker kaçağı sivil başbakanlar vermiştir tespitim bir kez daha onaylandı. Vatandaş karikatürü güzel çizmiş ben de konuşturdum. Konuşma metinlerine itiraz edenler sayfaların altında "En Çok Okunanlar" listesinden istedikleri yazıyı seçip gerçekleri öğrenebilirler.
Küresel emperyalist Yahudi şatanist sermaye İncil ve Tevrat'ın Kıyamette Çıkacak Olan Deccal ayetleri gereğince Türk ve Müslüman soylarını kurutmak ve yeryüzünü Yahudilere teslim etmek için bu savaşı çıkarmaktadırlar! İlgili yazılarım; http://keykubat.blogcu.com/g-w-bush-t-erdogan-ve-yecuc-mecuc-1_19394861.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.