HİNT KÜLTÜRÜ VE HİNDU DİNLERİNE BAKIŞ
Günümüz Afganistan, Pakistan ülkelerinden geçerek Hindistan
üzerinden Hint okyanusuna dökülen İndus nehir vadisi Hindu dinine inananların
büyük çoğunluğunun yaşadığı bölgedir. Avrupa ve Amerika’da yaşayan bir milyon kadar
Hindu vardır. Dünyadaki Hinduların nüfusu yarım milyarın üzerindedir.
Hindu dini kökleri M.Ö. 2000’lere uzanır. Bu zaman içinde
bölgede yaşamış öteki kavimlerin de dini kültürlerinden etkilenerek harman olmuş Hindu inancı farklılıkları içinde
uyumlulaştırarak gelişmiştir.
|
İndus nehir medeniyeti |
Sosyal, ekonomik ve sanat içerikli yönleri de barındıran din
karmaşık görünmesine rağmen sürekliliği olan bir dindir. Mezhep olarak
açıklanabilecek farklı düşünce, inanç dalları vardır.
En eski metinlerine Veda denir. Vedalar, İÖ. 1500’lerde kuzeybatıdan
günümüz Keşmir ve çevresi bölgeye yerleşen Arilerin dinsel inançlarını
açıklayan bu gün “ölü dil” olarak bilinen Sanskrit dilinde yazılmıştır.
Ariler çoğunluğu şimşek, ateş, su gibi doğa güçlerini temsil
eden, şeytan ve cinlerden oluşan
yılan- kertenkele kökenli çok
sayıda tanrılara tapınmışlardır. Zamanla güçlendiklerinde işgal ettikleri
kavimlerin de kültürlerini özümsemişler, kendi inançları içinde eritmişlerdir.
Hindu dininin çok sayıdaki kertenkele, yılan, fil veya başka
şekilli cüce veya dev cin /şeytan tanrılarının en üstünde onlardan farklı
hepsinden güçlü gerçek yaratıcı olan ama şeytan ve cin tanrıların da işlerine
pek karışmayan, seyirci kalan bir ruh/ şeytan olan Brahman vardır.
Brahman her yerde, her şeyde olan, ker şeye geçebilen bir
tür cin veya şeytandır. O her şeye hâkim ve ilk yaratıcı olduğundan insanın
benliğinin onunla birleşebilmesinin üç yolu vardır;
1-Yaptığı işleri ona adamak,
2- Ona tapınmak ve her şeyi karşılıksız olarak sevmek ve
sevgiyi her yöne yaymak,
3- Yalnız yaşamak ve günlerini ona ibadetle geçirmek,
devamlı olarak yücelik içeren düşüncelerle
vaktini geçirmek. Sonuncu daha çok rahiplerin yaptığı
işlerdendir ve bunu yapabilmek için meditasyona (dikkati istenilen yönde
toplamak için yapılan bedeni ve akli eylemleri içerir) girmeyi
kolaylaştıran Yoga’dan yararlanırlar.
|
Brahman |
Bu inançta reenkarnasyon vardır. Yani bir Hindu’nun ruhu
Brahma ile birleşinceye kadar sürekli yeniden doğar, ateş ve külden başlayarak
yeryüzündeki bütün yaşam şekillerinde yaşar, hepsinden günahsız olarak geçerse
en son inek olarak doğar. Bu yüzden Hindistan’da inekler “yeryüzünün günahsız
yargıçları (hâkim) kabul edildiğinden kutsaldırlar. Bu yaşamında da günah
işlemezlerse ruhları Nirvana’ya çıkar ve Brahma ile birleşir. Nirvana cennet değildir.
Gökyüzünde sonsuz evreni içerir.
Bir insan dünya malına düşkünse öldüğünde ruhu bedenini ve
malını terk etmez. Bazı mülklerdeki hayaletler bunlardır. Ruh malı ve bedeni
bekler. Dünya yok olduğu gün ortaya çıkan enerji/ kuvvet ile ruh dağılır ve yok
olur. Brahma ile bütünleşemez. Bu yüzden dünya malına düşkünlük yadırganır.
Ama bu inanış “kast/aristokrat” bir sınıfı da kurmuştur.
Köle sınıfından doğan kişinin zengin olmak için hiçbir çabası olmaz. Kendine
biçilmiş dini ibadet tarzını uygulayarak ömrünü geçirir. Zengin/ aristokrat
sınıftansa herkes onun zenginliğine ve verdiği talimatlara gönüllü olarak uyar.
Din bir yanda dünya malına düşkünlüğü yadırgarken öte
yandan “sınıf ayrımını” barındırdığından kendi içinde çelişmektedir. Bu da
tarih boyunca iç karışıklıklara sebep olmuştur.
Hindu tanrılarının en belirginleri Vişnu ve Şiva
adlı cinlerdir. Kadın ve erkek vücudunun
özelliklerini aynı anda barındıran İnsan şekilli olarak tasvir edilen bu
tanrıların en sevdiği şey insanları yemek ve kanlarını içmektir. Bazen
kendisine verilen kurbanları yeterli bulmaz ve saldırıya geçer. Kurbanları
yeterli bulduğunda insanlara bereket bolluk verir. Vişnu ölümlü dev insan
bedenine sahip bir tanrıdır. Bedeni öldüğünde yeniden bir başka bedende doğar,
kötülere karşı savaşır ve insanları korur. (Aslında dünya onun çiftliği ve o
çiftliğini koruyor.) Bazen yüce iyi kral Rama bazen de kutsal sığır çobanı
ve yılan tanrıları eğlendirmek için dans eden bebek Krişna olarak doğar.
Şiva, “Yok edici Şiva” olarak bilinir. Doğanın bütün
güçlerini temsil eder. Tevrat’ın kızgın
ve kıskanç tanrısı Yahve’yi andırır. Yok
edici güçlerinin olmasının yanında doğayı
var eden güçlerin de temsilcisidir.
Onun sonsuz eylemlerini betimlemek için dans eden “dört
kollu” insan şeklinde resmi ve heykeli yapılır. Şiva bazen belinde insan
kafataslarından yapılmış bir çelenk, ağzından akan insan kanları ile resim ve
heykellerde tasvir edilmiştir.
Karısı Parvati her
şekle girebilen güçlere sahiptir
ve her şekle bürünebilir. Şiva ve Parvati’ye tapınanlar hayvan kurban ederler.
|
Yok edici Şiva. Hilal, Kobra, İnek temsilleri
ile birlikte resmedilmiş.
|
Öne çıkan tanrılardan birisi de bilgi tanrısı Sarayswati ile
kız kardeşi zenginlik tanrıçası Lakşmi’dir.
Zorlukları ve engelleri ortadan kaldıran tanrı olarak da fil
başlı insan gövdeli Ganeşa’ya tapınılır. Hindistan’ın birçok yerinde bu
tanrının heykellerine rastlanır.
Hindular belirli ırmakların kutsallığına da inanırlar.
Bunların başında Ganj ırmağı gelir. Kıyısında bulunan Varanasi kentine hacı
olmak için gelen Hindular bu ırmakta yıkanırlar. Burada ölmek ve yakılmak,
küllerinin bu nehre savrulması her Hindu’nun hayalidir. Her canlının ruhu
olduğu inancına sahiptirler. En kutsal hayvanları yukarıda geçtiği gibi
inektir. Öteki kutsal saydıkları hayvanlar sırasıyla; Eşek, yılan, fil,
boğa, at, manda, köpek ve fare gelir.
Bu hayvanların ya bu bedene girmiş tanrı veya öteki
tanrıların habercileri olduklarına inanılır. Günümüzde Avrupa’da birçok Ari
kökenli Hıristiyan’ın evlerinde fare beslemelerinin nedeni inançlarının Hindu
kökenlerine dayanmaktadır. Kartal, tavus kuşu, horoz, şahin gibi bazı kuş
türleri de kutsal sayılmaktadır.
Hindu edebiyatının esasını eski Hindu dini kitapları
oluşturur. Veda’laradan başka eski
öykülerden oluşan Puranalar da vardır. İlk
destanlar M.Ö. 1500’lerde ortaya çıkmıştır. Bunların başında 96.000 dizeden oluşan Ramayana ve 220.000 dizeden oluşan Mahabbarata destanları gelir.
Dini olmayan eserler arasında en ünlüleri Paçantara
masallarıdır. Tamamen “hayvanlara insan karakteri verilerek
konuşturulmalarından” oluşan fabllerden oluşur. Eski İran şahları bunların bir
kısmını kendi dillerine çevirterek değişik adlar altında saraylarda eğitim
amacıyla kullanmışlardır. Yakın çağlarda İran şahları bu kitabı M.Ö. 200’lerde
Hümayunname (Şahname- Şah’a mektup.) adıyla yayınlamışlardır.
Farsça’dan Arapçaya İslam dini esaslarına göre düzeltmeler yapılarak çevrilmiş
olan kitap dilimizde “Kel ile Dimne” adıyla yayınlanmıştır. La fontaine
bu masallardan derlediklerini “kendisi uydurmuş gibi” yayınlayarak meşhur
olmuştur.
Hin kültüründe Buda’nın dünyaya birçok gelişini anlatan 500
öyküden oluşan Cakatalar da çok bilinen eserlerdendir.(Kynk. Temel
Britanica Ansiklopedisi.1992).
Hindu Dininde Cinler, Şeytanlar ve Kötü Ruhlar;
Hinduizm olarak da anılan Hindu dininde çeşitli sınıflara
ayrılmış ruhlar, Vetalalar, Butalar ve Pişaçaslar olarak adlandırılan cinler ve
şeytanlar vardır.
Aşuralar.
Rakshasas/ Rakşalalar ve Asuras/Aşuralar şeytanların en sık anılanlarıdır. Aslında Aşura
Hint Rig Veda ilahilerinde iyi
veya kötü olabilen insanüstü ruh demektir.
Dil grubu olarak Hint dilindeki “s” harfinin eski İran dilindeki “h” harfiyle
aynı kökten olması yüzünden Aşura, Ahura olarak okunur ve Zerdüştlerin göksel
tek tanrısı olan Ahura Mazda’ya işaret eder.
Eski Hindu dini dininde Devalar ve Aşuralar Kasyapa adlı
aynı babadan üvey kardeştirler, fakat devaların bazıları Varuna gibi olanları
ise Aşura adıyla anılırlar. Ancak daha ileri dönemlerde Aşuralar ve hatta
Rakşasalar “insan biçiminde çok güçlü kötü varlıklar” anlamında
kullanılmaya başlanır. Aşura gibi sözlerin tümü, “Daitya (Anne Diti’nin
oğulları), Rakşasa (korunana karşı zarar veren) yani şeytana karşılık
gemektedir.
|
Vişnu, göksel inek, Parvati,
Fil kafalı çocuğu Ganişa
|
Aşuralar, özellikle Hindu
üçlü
tanrılarına ibadeti kabul ederler,
Ravana ve Mahabati gibi Rakşasalar örnek dindarlardır. Aşuralar ile Devalar arasındaki
anlaşmazlığın sebebi kolayca siyasidir. Devalar krallık içinde ölümsüzlük dâhil
güçlerle donatılmışlardır, iktidarlarını tanrılarla birlikte sürdüreceklerdir.
Asuralar, tanrılara sunularla, kefaretlerle güçlerini sürekli arttıracaklar ve
devalara savaş açarak güçlerini koruyacaklardır.
61-Japon mitinde Aşuralar- Üstün yaratıklar ordusu.
|
Hıristiyan kavramına göre şeytan sevimsiz olsa da Aşuraların
Karma çarkının dişlileri olmaları, kötülüğün kişinin kendi karmasının
hareketlerine bağlanan değişmeyen gerçekliğine göre Brahman’ın sürekli
bilgisizliğine yorulsa da Hindu dinine (Hinduizm) göre insanoğlundaki kötülüğü
ve mutsuzluğu belirlemez.
Onlar temel olarak ne tanrılara karşıdırlar ne de insanı
yoldan çıkarmaya çalışırlar. Aslında Aşuralar Devalar gibi Hindu dininin tanrılarına
ibadet ederler.
Brahma, Vişnu ve Şiva gibi Hindu dininin üçlüleri kefaretlerle
yatıştırıldıklarında Aşuralara rahatlık bahşedildiği söylenir. Şeytanların tanrıya karşı savaşan ordu oldukları kavramını savunan Batı geleneğinden belirgin olarak
farklıdır.
Hindu mitolojisinde, Prahlada ve Vibheşana gibi Asuralar
olağandışı olmayan yüksek düzeyde aydınlanmış, sofudurlar. Aşuraların
soyağaçlarının başlangıcında, Prahlada’nın güvenilir derecede aydınlanmış
olduğu söylenir. Aşuraların, ölümsüz olmak için çabalayan Devaları sevmedikleri
söylenir. Birçok insan Aşuraların, insan aklında sembolik bir cihaz gibi aşağı
düzeydeki duygularının görünmesi gibi Aşuraları yorumlarlar. Surapadman ve Narakasura gibi “güce açlık duyan”
ve tanrılara meydan okuyan bazı görüntüler varsa da bunlar bozguna uğratılmış ve bağışlama dilemişlerdir.
Kötü Ruhlar;
Hindu dini kişinin kendi karmasına göre ruh göçünü ve
yeniden başka bir bedende doğması teorisini savunmaktadır. Ölülerin ruhları (Atman) doğmadan önce, birçok arıtmayı
sağlayan cezalandırmalardan sonra Yama tarafından yargılanırlar. Olağanüstü suç
işleyen insan ruhları tekrar doğmadan önce uzun bir zaman diliminde,
yalnızlığa, sıklıkla kötülük içinde dolaşmaya mahkûm edilmişlerdir. Vetalalar,
Pişaçalar ve Bûtalar gibi birçok ruh sonraki Hindu metinlerinde tanınmışlardır.
Bu varlıklar sınırlı duyarlılıkta olup şeytanlar olarak adlandırılabilirler.
|
Solda tanrı Durga şeytan Aşuralar ile savaşta. |
Brahma, Vişnu ve Şiva gibi Hindu dininin üçlüleri kefaretlerle
yatıştırıldıklarında Aşuralara rahatlık bahşedildiği söylenir.
Şeytanların tanrıya karşı savaşan ordu oldukları kavramını savunan Batı geleneğinden belirgin olarak
farklıdır.
Hindu mitolojisinde, Prahlada ve Vibheşana gibi Asuralar
olağandışı olmayan yüksek düzeyde aydınlanmış, sofudurlar. Aşuraların
soyağaçlarının başlangıcında, Prahlada’nın güvenilir derecede aydınlanmış
olduğu söylenir. Aşuraların, ölümsüz olmak için çabalayan Devaları sevmedikleri
söylenir. Birçok insan Aşuraların, insan aklında sembolik bir cihaz gibi aşağı
düzeydeki duygularının görünmesi gibi Aşuraları yorumlarlar. Surapadman ve Narakasura gibi “güce açlık duyan”
ve tanrılara meydan okuyan bazı görüntüler varsa da bunlar bozguna uğratılmış ve bağışlama dilemişlerdir.
Hint Evren Yaratılış Mitolojisi
Hindu Ne Demektir;
Hindu, Hint-Aryan
dili Sanskritçe Sindu kelimesinden alınmıştır. Hint yarımadasının İndus
nehrinin kuzeybatı kesimi, günümüz Pakistan ve Kuzey Hindistan bölgesine
verilen addır. Gerçek “Hindu” terimi, M.Ö.6.yy.da İranlılarca, Daryus ( M.Ö.550-486) zamanında İndus Nehir
bölgesini belirtmek için bir coğrafi terim olarak kullanıldığını, dini ile
alakası olmadı bilinmektedir.
İran dini kitabı Avesta’da “Heptahindu” kelimesinin Rig
veda’lardaki “sapta Sindhu”, kelime “Hndistan” iken Hindustan şeklinde Sasani
kayıtlarında geçmektedir. Bu terimin Arap kayıtlarına Avesta’dan yayılarak
ileriki yüzyıllarda geçtiği görülmektedir.
Kısaca, Hindu Dini Nedir?
Hindu dini, ruhani olarak gelenekleri içinde
bölünmelere/mezheplere sahipse de yeryüzünde yaygın olan dinlerin aksine,
“kilise düzeni olmayan, dini otoriteleri sorgulanamaz olmayan, yönetici bir
kadrosu bulunmayan,, peygamberleri olmayan ve kutsal kitap bağlamayan bir
dindir.
Hindular, politeist, panteist, monoteist, monist, agnostik,
ateist veya humanist olmayı seçebilirler.
Çünkü din arzulara meydan okuyan ve onları sınıflandıran bir
dindir. Hinduluk, çeşitli şekilde, bir din, dini bir gelenek, bir dini inancı
kurmak ve bir yaşam şekli olarak tanımlanmaktadır.
Hint Dinlerinde Gök Ana; Aditi;
Büyük Hindu tanrıçasıdır. Horoz üstünde bütün uçsuz bucaksız
gökyüzü boyunca uçan tanrıçadır. Horoz gücü ve onuru temsil eder. Güneşi
giyen Güneş tanrıçası, Göklerin/Cennetin bütün ışıklarının, bütün tanrıların
anasıdır(divamatar).
|
Aditi Gök Ana-Lajja |
12 burcun ruhunu doğurandır. Göklerde var olan şekilli
şekilsiz her türlü varlığı,sırlı sözleriyle doğuran göksel rahimdir.
Aditi, Sabilerin, kovulmuş, düşmüş Er Ruha dişi şeytanının
sıfatlarına sahiptir.
İlk yaratılan varlıklarla ilişkilendirilen ve Brahma’nın
dişili olarak görülebilir. Rigveda’da
80 kez adı geçmiştir. Vedalarda, Surya (Güneş)nın ve Adityaların (Aditi’nin
oğullarının) annesi olarak bahsedilmektedir. . Silahları üç uçlu mızrak ve kılıçtır. Rigvedalara ilk
kez M.Ö. 1700-1100 yılları arasında adı geçtiği tespit edilmiştir.
Adları, Vivasvan, Aryama, Puşa, Yvaşta, Savita, Bhaga,
Dhata, Vidhata, Varuna, Mitra, Sakra ve Urukrama’nın (Vişnu, beşinci ay olan
Şravana ayında, Nebi ve Meru’nun oğlu Urukrama olarak, doğmuştur.) annesidir.
Vişnu’nun avatarı olan Vamana’nın da annesidir.
Bütün göksel yaratıcıların ve yaratıkların anası olarak
tanımlanır.
Sadece bir ilahide, hırsızlıkla bağı olan duacıyı azad
edebileceği belirtilmiştir.(Mandala 8.67.14) (Hırsızlığın yayılma sebebi
bu demekki. Balık baştan kokmuş.)
Eski mitolojide,en yüksek yeri olan Sephirah in Zohar’da;
Gnostik Sofya-Achamoth, Koronos ile evlenerek, Hestia, Poseidon, Hades,
Demeter, Hera ve Zeus’un anası olan, sonradan yeraltı cehennemi Tartarus’ta
yaşamaya mahkum edilen altı yaratıcı tanrının annesi, gök ana Rea, Büyük
derin’in Bythos’u,Amba, Surarani, Kaos, Uzayın suları, ilkel ışığın ve yedi
Mısır göğünün kaynağı ile ilişkilendirilebilir.
Hint Evren Yaratılış inancına göre, evren prdiyodik olarak
8,64 milyar yıllık zaman sürecinde yaratılıp yokedilecektir. Hint edebiyatının
Vedaları ve Puranalarında derin kökleri olduğuna inanılan bu çağ ya da Yuga
sonucu elde edecektir. 432.000 yıllık Kalki döneminde zaman sona erecektir.
Şiva, yeniden yaratılmak üzere tüm yaratılanların hepsini
yok edecektir. Zaman yeniden başlayacaktır.
Hindu evrenbilimi görünüşte evrimi, yıldızbilimlerini,
yıldız falcılığını ve diğerlerini tanımlamaktadır.
İslam’da “yıldızların insanların hiç birinin kaderi üzerinde
etkisi olmayacağı inancı” vardır. Yıldız dini olan Sabilik’ten doğma bir din
olmasına rağmen böyledir.
Rig Vedalarda evrenin aslı sorgulanmaktadır;
“Ne varlık ne de yokluk henüz oturmamıştı. Ve nerede? Ve
kimin korumasında ?... Kim gerçekten biliyor? Kim onu bildirebilir? Ne zaman
doğdu? Ve ne zaman meydana geldi? Devalar
(dev cinler) bu dünyanın yaratılmasından sonra doğdular, onların varoluşlarını
böyle kim bilebiliyor? Hiç kimse yaratılışın nereden çıktığını bilemez, ve onu üretip üretmediğini de. O, onu yüksek
göklerde araştırdı, ölçtü biçti, yalnız
O biliyor veya bilmiyor. (Rig Veda 1*.129- Upanişad Bilginin Çıkış
Kapısı S. 10)
Rig Veda’nın evren görüşüne göre evrenin ilahi yaratılış
ilkesi, ilahi bir sözdür “VAAK/ DOĞUŞ” sözü, monistik (her şeyin tek bir şeyden
türemesi kavramı) Hiranyagarba veya “Altın Amcık/Döl
yatağı/Rahim/kaynak/Köken” den bildiğimiz evrenin doğuşudur.
|
Altın Amcık Aditi Gök Ana |
Sanskrit dilinde Hiranyagarba, edebi olarak “
altın
amcık/rahim” veya “
altın yumurta” olarak açıklanmış, çeviride”
evrensel
mikrop/bakteri/virüs/tohum” denilmiştir.
Hindu felsefesinde, kozmonun açıklanmasında, evrenin yaratılış kaynağı
olarak kabul edilmiştir.
Rigveda 10.121’deki ayette geçmektedir.
Hiranyagarba
Sukta olarak geçmektedir.
Tek Yaratıcı Tanrı olduğu sanılmaktadır. “
O
tanrıların tanrısıdır ve yanında kimse yoktur.” Şeklinde parajapati
ilahisinde geçmektedir
.”Altın Amcık/rahim” kavramı, Vişvakarman Sukta
olarak rigveda 10.82’de geçmektedir.
Upanişadlarda, evrenin veya Brahman’ın ruhu olarak
çağrılmaktadır.
(Philosophy of Upanishads Paul Daussen, Alfred Shenington
Geden. Yayıncı-T&TClark 1906 S.198)
Ve Hiranyagarba itina ile etrafındaki boşluğu bir yılda ve karanlığı tufanla doldurdu ve onu Svarga
ve Prthvi adını verdiği iki sap olarak kırdı.
Purana Hinduluğunda Hiranyagarba Brahma’nın adıdır ve
böylece o “altın yumurtadan” doğdu denilmektedir. Mahabbarata da onu
(Manu smirti)” olarak anmaktadır.
Matsya Pırana 2.25-30 da, yaratılışın hesabı verilir.
“Mahapralaya- evrende büyük çözülmeden sonra her yerde
sadece karanlık vardı. Her şey uyku halindeydi. Hareket eden veya duran hiç bir
şey yoktu. Sonra Svayambu bütün
hislerin ötesinde şekillenerek kendini ortaya çıkardı.
O, ilkel suları yarattı ve içine yaratılışın tohumunu
attı. Tohum, “Altın Amcık/Rahme Hiranyagarba” ya dönüştü.
|
Gök ana sembolü
|
Sonra, Svayambu yumurta içine girdi.
Şimdi bunu açıklamalı olarak işleyelim;
Olayı anlamak için miti kısaltalım. Evren, sınırsız
küçüklükte ve sınırsız büyüklükte iken birden çözüldü. Bir şeyler vardı ama
karanlık olduğundan anlaşılamıyordu. Bu yüzden her şey vardı veya yoktu. Varmış
ki, bu varlıktan Svayambu kendini şekillendirdi, ilkel suları yarattı ve içine
“yaşam tohumunu” attı. Yani suları mayaladı veya dölledi”. Burada, sperm
yeteneğinde, her şeyin maddesi şekillendi ve kutsal Am’a dönüştü. Sonra
Savayambu, bir sperm gibi kutsal Ama’a girerek oradaki dişi yumurtasını dölledi
ve rahime geçerek bir yere tutundu. Kutsal rahimde ilk yaşam böyle başladı.
İBRAHİM VE BRAHMA BAĞLANTISI
İBRAHİM VE BRAHMA BAĞLANTISI
İbrahim Kimdir?
İbrahim, Aramilere gelmiş bir peygamberdir. Dinleri
Sabiliktir. Sabiler, Kur’anda geçen Sebe kavmidir. Sebe kavmi, bu günkü
Etiyopya, Sudan, Yemen, Umman, Hicaz, Yemame Irak, Ürdün nehri deltası
bölgelerinde yaşamışlardır. Ve mitolojilerini Şit peygambere dayandırırlar.
Mısır’dan çıkarak Ürdün vadisine yerleştiklerini yazarlar. Yani bunlar sık sık
Mısır’a hükmeden Nubiya’lı Sebe kavmidir. Bunlar darbeler, iyileşmeyen
hastalıklar sonucu cüzzamlıların sürüldüğü Sina yarımadasına sürülmüşler
(M.Ö.3000’LER), orada sağlıklı olanlarının toplu halde göçerek Ürdün deltasına
geldiklerini, daha sonra göler ve sürgünlerle Suriye, Urfa, Harran, Mardin ve
Irak bölgesine geçtiklerini okuyoruz.
İnatçı, savaşçı kavim olduklarından bol
bol sürgün yemişlerdir. Asurlar tüm mallarına el koyup dağlara sürmüşlerdir.
Romalılar sürmüş, Amanoslardan Cudiye kadar dağlarda yaşamışlardır ve bu yüzden
Urfa-Diyarbakır bölgesindeki eşkıyalık ettikleri dağlara “Tur Abdin Dağları
yani Köle Dağları” demektedirler.
Yahudiler, de Sabi Aramilerinden en az 1.500 yıl sonra Musa
önderliğinde (M.Ö.1300ler) Mısır’dan aynı gerekçeyle sürülmüş kavimlerdir. Musa
da sağ eli cüzzamlıdır ve firavun adayı Heliopolis tapınağının baş rahibidir.
Derin bilgisi sayesinde Yahudileri bir arada tutabilecek bir din yazmıştır.
Onlar da kökenlerini Sabilere yani bu Aramilere gelmiş peygamber İbrahim’in
kız kardeşi ve eşi olan Sara’dan doğan İshak’ın soyundan olduklarını,
Mekke-Hicaz Arapları da İbrahim’in zenci köle karısı Hacer’den doğan İsmail’in
soyundan olduklarını iddia ederler.
Bu durumda Aramiler, Yahudiler, Muhammet’in soyu Arapların hepsi
aynı kökenden olmaktadır. Hepsinin soyu, Mısır’ın şeytanı olan Seth/Şit’in
adını taşıyan Adem’in oğlu Şit’e bağlanmaktadır. Ondan, Nuh ve çocukları son
olarak ta İbrahim'dir. Sabiler Yahudi peygamberlerini, İsa’yı ve Muhammet’i
peygamber saymadıkları gibi “şeytan olmakla itham ederler. Onların
peygamberleri, Adem, Şit, Nuh, İbrahim ve İsa’yı vaftiz eden Vaftizci
Yahya’dır.
|
İbrahim İsmail'i kurban ederken |
Bu kavimler kardeş kavimlerdir. Bu durumda, Mısır halkı olan
gerçek Arapların dillerinden bozma kendilerine dil yaptıklarından Sabilerin
dili Aramice ve İbranice(Yahudilerin dili) Arap dilinin bozulmasından üretilmiş
diller olarak karşımıza çıkmaktadır. Arap milletlerinin en eski dilinin Arapça
olduğunu bu nedenle rahatça söyleyebiliriz.
Hepsinin dillerinde de bol bol Türkçe kelimler vardır.
İbrahim’in kökeni Yemen’deki Arim (Sel) ile helak olan
Araplardan çok Kuzey Hindistan Himalaya dağları bölgesinde yıkılan barajlarla
tufana uğramış kuşi beyaz Hintlilere yani Hititlilerle daha bağlantılıdır. Dil,
ırk ve dini özelliklerinin Hint mitolojisiyle bağları bu yüzdendir. Bazı
iddialara göre, Sabilik, eski efsanevi Uygur İmparatorluğunun dinidir.
Bu
yüzden bunlar Türklerle de akrabadır. Türklerin M.Ö. II.yy.da ve IX. Yy.da
SabiliĞİN Sin Mezhebine girdiğini Tengrizme Sin gibi Keldani ve Arami tanrılarına
rastladığımızdan anlıyoruz. IX.yy.da Uygur Hanının da gene Sabilikten türeme
Maniheizm dinin kabul ettiğini biliyoruz. Anadolu’da Osmanlı’yı kuran
Oğuzlarında kökenlerinin bu din olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkler “Öküz başlı
tanrılara tapınmazlardı. Ama iran, Hint, Arap kültürlerinden etkilenen İranla
iç içe yaşayan Güney Orta Asya Türklerinin İran Mihriliği, Zerdüştlüğü,
Sabiliği, Maniliğine girdiği kesindir. Maniheizm dininin bir uyarlaması da
Nasturi Hristiyanlığıdır ki o da Çin’e kadar gitmiştir.
Bu nedenle Hristiyan Tevrat araştırmacıları, Tevrat
ayetlerine bakarak bu kökenleri araştırmaktadırlar.
İbrahim Adının Etimolojisi;
Hintlilere Göre İbrahim Adının Etimolojisi;
Şimdi Hint Vedalarında geçen İbrahim Peygamber ile eşi efsanesinin yolculuklarının
Hint vedalarındaki kökenine ve İbrahim, adının etimolojik yapısı hakkında
adlarını kaynakçalar bölümünde verdiğim eserlerden tercüme ettiğim bir yazıyı
sunuyorum. Biraz kendi tespitlerimden de sonuna ekledim.
|
Brahma ve Saraysvati |
a)Brahma’nın Hint dil bilimi açısından kökenini
incelediğimizde,”
Brah” kelimesi “İbadet etmek, seçmek, çevrelemek”
anlamına gelen “
Bri” kökeninden
gelir. Sonuna bir “
h” eklendiğinde “
Briha” olur ve “artmak,
büyümek” anlamına gelir. Sonuna “
an “
eklenerek Hinduizm’de “
en üstün Tanrı” anlamına gelen “
Brahman”
sözünü elde ederiz.
Brahman, cinssiz,
biçimsiz ve çoğul yapılamayan bir
kelimedir. Yalnızlığında Kozmo’nun meydana gelmesidir.
Brahman’ı Erkek kelime
olarak düşündüğümüzde “Brahma” olarak adlandırılan “yaratılış işi”
ile ilişkilidir.
Brahman dişi kelime olarak düşünüldüğünde ”Brahmani “ olarak adlandırılan onsuz yaratılış işinin gerçekleşemeyeceği
enerjinin kaynağı anlamındadır.
Bu yüzden “Brahma”’nın kelime olarak Abraham ile hiçbir alakası yoktur. (Kazara biz, Abraham Brahma’dan gelir
demekteyiz) fakat Brahman’dan gelir ki o da “Yaratılış’ın
Tanrısı/Tanrının yaratıcılığının görüntüsü” demektir ve insan anlamında da
değildir.”
İbrahim Adının Yahudi ve Hristiyanlara Göre Etimolojisi;
İbrahim= İbr.(ʼaḇ-hămôn goyim) Aşkenazi, Avrohom- Avruhom,
Arp İbrahim, İsmaililerin, İsrailoğullarının,
Medyanlıların (İran) ve Edomluların babasıdır. Nuh’un oğlu Sam peygamberin
torunlarındandır.Tevrat Yaratılış (17:5.) Ayette Avram (Baba) olan adı
Abram( Çokların babası) olarak değiştirilir.
İbranice olarak (ʼaḇ-hămôn goyim) olarak geçmektedir. Tevrat
alimlerinden Johann
Friedrich Karl Keil’e
göre “Ab” baba demekse
de “Hamon” ikinci bir takı değildir ve “Raham” da İbranice bir
kelime değildir. Burada “Hamon” yerine
“Raham” kelimesi olduğu varsayılmış ve Arapça “çoklar “ anlamına gelen “Ruham” sözüyle
eşanlamlı kabul edilmiştir. İkinci bir yoruma göre “Abr” baba demektir ve “Aham” sözü
anlamsızdır. David Rohl ise, “Abr-Aham” sözünün Akad dilince “Baba
Sever” anlamına geldiğini öne sürmüştür.
RAHMAN VE RAHİM TANRIYA TAPINAN HANİF İBRAHİM;
Ama bu adı Arap dilinde “AB=SU” ve “RAHAM” adını da çoklar
anlamına gelen “Ruham” sözü ile değilde “yaşamın başladığı yer olan
“Rahem-Rahim” olarak aldığımızda, “Ab-raham/Ab-Rahim/Rahim” bize “Rahim suyu”
yani, spermin kadın/dişi yumurtasıyla birleşmiş hali olan “döl” ü vermektedir.
Bu tespitle hiç yapılmamış olanı yapmış, “Abraham/İbrahim” adının karşılığını
“döl” olarak tespit etmiş bulunuyoruz. Bu da, ilk yaşamın başladığı yer olan
“Göksel Rahim/Am”ı bize vermektedir ve “Rahman ve Rahim Tanrı” kavramı ile de
uyum içindedir.
Müslümanların söylediği “Bismillahirrahmanirrahim” Kur’an
çevirisiyle “Rahman ve Rahim olan tanrının adıyla” anlamına uygundur.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın Fatiha Suresi birinci ayeti olan
Besmele’nin etimloljisinden öğrendiğim kadarıyla Besmeleyi açtığımızda;
“B” harfi “İle” demektir.
“İsm” de “İsim” demektir.
“İlah/El Lah” ise “Tanrı” demektir.
“Rahman” da “Koruyan” demektir. Allah’ın yarattıklarını
korumasını ifade etmektedir:
“Rahim” ise, “yaşamın oluştuğu ve olgunlaşıncaya kadar
korunduğu yer”dir.
Toparladığımızda;
“Yaşamı, içinde barındıran, koruyan (Rahim)ve yarattıklarını
koruyan (Rahman) Tanrının Adı ile” ifadesine ulaşırız.
İbrahim de, Hint yaratılış metninde belirtilen puranalardaki
“ilk oluşan döl”ü ifade etmektedir.
Purana’yı yani ayeti tekrar edelim;
“Mahapralaya- evrende büyük çözülmeden sonra her yerde
sadece karanlık vardı. Her şey uyku halindeydi. Hareket eden veya duran hiç bir
şey yoktu. Sonra Svayambu bütün
hislerin ötesinde şekillenerek kendini ortaya çıkardı.
O, ilkel suları yarattı ve içine yaratılışın tohumunu
attı. Tohum/döl, “Altın Amcık/Rahme Hiranyagarba” ya dönüştü.
Sonra, Svayambu yumurta içine girdi...”
Altı çizili metin, ilk yaşamın oluşunu “İbrahim” adındaki
tespitimizdeki gibi gayet kesin olarak özetlemektedir.
Böylece İbrahim’in neden Kâbe’yi onardığı, rahimin sembolü
olan “Kare/küp” şeklinde inşa ettiği ve doğu köşesine neden Haceri
Esved’i, “Kara Taş”ı, kadın cinsel organına benzer şekilde bir muhafaza içinde
yerleştirdiği anlaşılmış olmaktadır.
İbrahim’in de, Hanif Din olan Sabilerin bir mezhebinin teme
itikadı olan
“
Rahman ve Rahim
Allah’a” tapınan biri olduğu da tescillenmiş olmaktadır. Muhammet çağında
ve ondan asırlca önce, Arabistan yarımadasında Hristiyan Nasturi mezhebini
yayan rahipler, Muhammet ile aynı çağda peygamberlik iddiasında bulunan
Yemame’li Rahman’ın adında, gördüğümüz gibi bu adam da “Rahman ve Rahim Allah”
inancını yaydığından Muhammet’e “ortak peygamberlik etme teklifinde bulunmuşsa
da peygamberce ret edilmiştir.
Böylece, Kur’an’ın da doğruladığı gibi “Rahman ve rahim
Allah” İbrahimden bile önce inanılan, tapınılan bir varlıktı.
İlk yaratılış, kutsal göksel Rahimde başlamış, ilk döl onda
korunmuştur. İbrahim’in adı da bu “ilk dölü” ve onu “barındırıp, koruyan Rahmi”
temsil etmektedir.
Kur’an Alak Suresi 96:
2- “O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı.” Bizim de bir “dölden/embriyodan”
yaratıldığımız söylüyor. Çağdaş tıp bilimi de.
Bu da Rahman ve Rahim tanrı kavramının temelidir. Yaşam
veren Rahim tanrı, yaşamı ve yarattıklarını koruyan/Rahmandır da.
Türk Dilinde “İbrahim-İbraam”;
Bu bilgiler ışığında, kendi
düşünceme göre İbrahim peygamberin Hindikuş -Afgan kökenine biraz da Türkçe ve Türk kültürü açısından
bakmakta yarar vardır.
Yar.17: 5 “Artık adın Avram* değil, İbrahim* olacak. Çünkü
seni birçok ulusun babası yapacağım.”
D Not 17:5 "Avram": "Yüce Baba" anlamına gelir.
17:5 "İbrahim": İbranice Avraham, "Çokların babası"
anlamına gelir.”
Türkiye’de yaşayan Yahudiler, II. Beyazıt döneminde,
soykırımdan kurtarılarak gemilerle İstanbul’a getirildiklerinde orada
geliştirdikleri “Ladino” adı ile bilinen ve “İspanyol İbranicesi” olarak
bilinen, Latin kökenli Hint-Avrupa dil grubundan olan dillerini de getirdiler.
Bu dil de zaten sadece Türkiye ve İsrail’de bu ailelerden
olan 100.000, 200.000 kişi tarafından konuşulmaktadır.
Tevrat’ta geçen “Avram” adı, Tevrat’ın İspanyol dili
kuralına göre yazılmış olmasından yola çıkılarak İspanyol alfabesine göre
okunduğunda, bu dilde ”V” harfi,”B” sesi verdiğinden ”Abram” şeklinde okunur.
Yahudi Alfabesi olan İbrani alfabesinde de “B” harfinin adı “Beth’tir” ve “Bets” şeklinde
“ts” peltek “s” olarak söylenir. Ve “B” harfinin karşılığında “B” ve “V”
harfleri verilir. Yani tespitim doğrudur.
”Abraham” ise, hem Türkçede* hem de İspanyolcada ”h” harfi
okunmadığından sadece uzatmalı olarak “Abraam” şeklinde telaffuz edilmesi
gerekir.
*(Cumhuriyet döneminde Agop Dilaçar’ın yaptığı
düzenlemeden önceki halk dili Türkçesinde.)
“H” harfi Arap lehçesinde güçlü telaffuz edilen bir
harftir. Arap alfabesinin ilk harfi de “Elif” olduğundan “Abraham “
yaklaşık, “Ebrahem-Ebraheim- İbrahim” şeklinde söylenmektedir.
Karadeniz dolaylarında bu adın ,“Eib’ra(h)am,
İb’ra(h)am” söyleyişi de yaygındır.
Osmanlı resmi dilinin de Fars-Arap-Türk dillerinden
oluşmasının bir getirisi olarak İbrahim adındaki “H” harfinin bu iki dilde
kuvvetli oluşu yüzünden bu ad günümüzdeki, Atatürk’ün TDK’nın başına getirdiği
ve “dili bozduğu” gerekçesiyle görevden aldığı, onun ölümünden sonra İsmet İnönü
tarafından tekrar TDK’nın başına
getirilip ölünceye kadar dilimize bu günkü halini veren Agop Dilaçar’ca
düzenlenmiş Türkçemize “İbrahim” olarak geçmiştir.
Bizim Ege ve Trakya Türk lehçesinde de “İbrahim” adı
“İbraam” şeklinde telaffuz edilmektedir.
Bu haliyle de hem “Rahim”
hem de “Am” adını vermektedir.
Bu durumda, ”Brahma” yı, seslendirerek okuduğumuzda
“İbrahima” yani “Rahmin yaşam suyu, döl” adını “İbraama” adılını
görmekteyiz.
|
Yaşam suyunun kaynağı Gök
Ana'nın "Amı/Vajinası
|
Türklerin de İran üzerinden Anadolu’ya gelip,
yerleştiklerini, İbrahim zamanında ve sonrasında da Hititlilerin ve İbrahim’in
yurdu olan Hindu Kuş dağlarında Saka ve Kuşhan ve aralarındaki birçok
devletleri kurduklarını, Müslümanlık öncesi de Güney Türkistan olarak bilinen
Amu Derya nehri civarlarında yaşayan Türklerin Mecusi, Brahman, Budist,
Kırım-Hazar Türklerinin 14.yy.dan beri, asırlardır Yahudi inançlarına sahip
olduklarını, bütün Avrupa kavimleri gibi İspanyollarının da Anadolu’ göz önüne
aldığımızda “İbraam” telaffuzunun apaçık bir gerçeği ortaya koyduğunu kim inkâr
edebilir.
Aslında, suyun
kaynağından gelen Türk Milleti lafın
doğrusunu asırlardır doğru bildiğini bilmeden doğru bir şekilde söylemektedir;
”İbraam”.
Buna kanıt olarak da aşağıdaki ayette geçen “Hevron” adına
bakalım. İngilizce olarak bu ad “Hebron” olarak yazılmaktadır.
Yani “v” harfi “b” olarak telaffuz edilip yazılmaktadır.
Örnek Tevrat ayeti;
“Yar.23: 19 İbrahim karısı Sara'yı Kenan ülkesinde Mamre'ye
-Hevron'a- yakın Makpela Tarlası'ndaki mağaraya gömdü.”
Ayrıca günümüz Yahudi/ İbrani alfabesinde de bu kral
geçerlidir. “B” ve “V” harfleri birbirlerinin seslerini verirler.
Eski dinlere göre her kavim kendi tanrısının soyundan
üremiş, milletler böyle oluşmuşlardı. Bu yüzden her kavim çocuklarına kendi dinlerinin tanrıları
ve kutsal yaratıklarının adlarını
verirlerdi.
Türklerin Oğuz, Kara, Han, Kağan,Yemenlilerin Talip,
Suriyelilerin Hadat, Adat, Astarte, İştar, Petralıların Uzza, Greklerin Adonis,
Hıristo (İsa) , Arapların Yahya adına Türklerin Can, İngilizlerin John,
Fransızların Jan- Jan Valjan roman kahramanı iyi bir örnektir. Adların hepsi Can okunur
ve “Cann= Cin” anlamındadır.
Arapların İsa, İşaya hatta Endonezya ve komşusu Pasifik
Okyanusu ada Müslümanları arasında Allah adı doğrudan verildiği gibi “El Allah”
ve “El Lah” gibi adlarına rastlamak mümkündür. Çünkü tanrılar bütün kavimlerin
“BABASI” İDİLER VE “BABALIK- BABAİLİK KÜLTÜ” nün de kaynağıydılar. Tanrıçalar
da her haliyle “ANNESİ” idiler.
İbrahim’in babasının da ona “Avram” ya da “Abram/ İbram” adı
vermesi köklerinin Ham peygambere dayandığını göstermektedir.
Tevrat’ta “İbrahim “ adı
“Avram” olarak geçmekteydi ve “Yüce, Ulu Baba” demekti. Sonra kısır karısı Sara
İshak’ı doğurma aşamasına geldiğinde tanrısı onun adını “Avraham” yani
“çokların babası, ulusların babası” anlamına gelen bu adı vermişti. (Tevrat
17;5)
O zaman şu kelime oyununu hemen görelim;
“Avra(m)ham” yani “Ulu Baba- Ham(Am)”. İbrahim adı Nuh’un kardeşlerine “kölelikle”
lanetlediği en küçük oğlu Ham peygambere (Yaratılış 9;25-9;26) nesillerinin verdiği addı. Onun soyundan olanlar
sağlığında ve ölümü sonrasından beri onu zaten asırlardır “Baba Ham(Am)” yani
Av(b)raham olarak anmaktaydılar.
İbrani (Yahudi) alfabesinde “B” harfi “Beth, (Bets)”
okunur ve “B ile V” sesleri verir. Yukarıda Ladino Alfabesi konusunda buna
değinmiştik.
İngilizler “İbrahim” adını “Abraham” şeklinde yazarlar ve “Ulu Baba”
anlamına gelen kısmındaki “Avra(m) ya da Abra(m)
kelimesindeki “m” harfini düşürürler.
Yukarıda tekrar ettiğim gibi Türkler de buna ek
olarak “h” harfini düşük olarak söylerler “İbraam” derlerdi.
Kuzey Hindistan’dan bölgeye kovularak göçen bu rahip ailesi
Basra ile Lam arası bölgede yaygın olan “Babaham= İbraam= İbraham ya da Abraham
(Eybrahem)” kültünün parçası olduklarından babası Kuran’a göre Azer, Tevrat’a
göre Terah oğluna soylarının en büyüğünün adını vermişti. Çünkü gerçek kökleri
de Ham soyuna dayanmaktaydı. Asla ve asla Yafetik veya Semitik değillerdi. Yani
Yafes ve Ham peygamberlerin soylarından değillerdi.
Bu tespitim meğer benden çok önce yapılmış
"bilimsel" bir tespitmiş de haberim yokmuş. Şimdi onu buyurunuz;
“ABRAHAM-İbrahim; Köken olarak aslı “abram” olup batı
semitik Arap adıdır, İ.Ö. II. bin yılda ortaya çıktığı görülmektedir. Abiram
(Ebiram okunur.–Ege ve Trakya Türkçe şivesi ile İbirâm şeklinde söylenilir.
Kykbt) Halat 9 De Vaux 1968:11;Tevrat Krallar 16.32.Num16:1-26:9 ayet 106:17)
Ugarit (
İ.Ö.2300'ler
Suriye Ugarit-Ebla şehirleri kazıları tabletleri)
metinlerinde (KTU 4:352:2,4) A-bi-ra-mu/i (Eburamu-Eburami) geçmekteyken Mari
tabletlerinde PRU 3.205,85:10:107:8 Cf hatta Mari H.B.Huffmon Amorite Personel
Names İn The Mari Text (Baltimore 1965-5’de “brm”
Elefantin’de*
geçer.
*Elefantin fil gibi iri demek olup hem Mısır’da arkeolojik
bir yerleşim yerinin adı hem de
Mısır Yaratılış Efsanesinde yeri göklerde olan ve kırmızı
toprağın getirildiği yer olarak geçer.
Tevrat’ta geçen ABRAHAM’ın gerçek kökeni belirsiz olup
“abram” halinin uzatılmış şeklidir.
“Kenan tanrıları içinde “Göksel Efsaneleri” içeren
terimlerde Abraham (1), Mezopotamya Ay Kültü (Ur-Harran) ile özellikle ilişki
içindedir. Sarah ay tanrıçası ile İbrahim’in babası Terah (2)Ay
(Yerah) ile ilişkilendirilmiştir.
|
Ugarit Şehir harabeleri |
Yahudi öncesi İ.Ö.2000’li yıllarda Hebron’da oturan
Kenitze-Kalib
kabilesi tarafından Yahudilerle karışmadan önce
İbrahim adı yüceltildi.
Mamre’deki Hebron tapınağında monarşinin
doğmasından önce, en azından İ.Ö.ikinci bin yılın sonunda
Yahudi İsrailliler ile İsmailoğullarının İbrahim’i babalarından biri saymalarından çok
önce
İbrahim birçok kavimlerin babasıydı.”
(1)(Luther 1901,Meyer 1906 cf; Weıdmann
1968, 89-94); (2)(Goldziher 1876 109,110,122,182,183)
Yahudilerin babaları olduğunu iddia ettikleri İbrahim daha
doğmadan önce, İlk on emir’in verildiği Musa’nın doğmasından 1000 yıl kadar
önce “İbrahim ve İsmail kültünün olduğunu yukarıdaki kaynaktan öğreniyoruz. Bu
da Yahudilerin kendilerini bir yerlere yamamak için önceki kavimlerin
kültürlerini “kendilerine uyarladıklarını gösterir.
Bu kaynağa dayanarak "Tevrat ve İncil'in
ilahi-gerçek" olduğunun bu belgelerde geçmesine dayanarak misyonerlik
kampanyalarında kullanan Yahudi ve Hıristiyanlar, ataları İbrahim’in adının
etimolojisine geldiklerinde gülünç duruma da düşmektedirler.
“ÂB HAMON GOYİM” başta olmak üzere “Abraham, Eburamu,”
gibi öteki adlarda açıkça görülen “Ham” veya “H” harfinin
düşmesiyle oluşan “AM” ekini kasıtlı olarak görmzeden gelmişlerdir. Hel
Ebla tabletlerinde geçen “Ebu-r-am-u” zaten “Ebu Talip-
Talip’in oğlu” örneğinde olduğu gibi açıkça “Ham’ın oğlu” anlamına
gelmektedir.
“Ham” adından,“H” harfini, telaffuz nedeniyle
düştüğümüzde ise karşımıza “Gök Ana’nın” kutsal “Altın Amı” çıkmaktadır.
Yani “Am’ın oğlu”. Bunu bu gün küfür olarak söylemekteyiz ama aslında
dinlere göre de, gerçek yaşama göre de bir gerçeği ifade ediyoruz.. Evren bile
bir “Am”dan çıktıysa, biz de onu taklit ediyoruz. O halde gücenecek şey yok.
Gülünç ama gerçek.
Örneğin Bakara
(2.) Suresinin şu ayetlerini Tevrat’ın hiçbir
yerinde bulma imkânınız yoktur;
2:127. “İbrahim'in, İsmail'le birlikte, o (Kâbe İnşaatı) evin
ana duvarlarını yükselterek söyle yakardıkları zamanı da an: "Rabbimiz,
bizden gelen niyazları kabul buyur; sen, evet sen, Semî'sin, her şeyi çok iyi
duyarsın; Alîm'sin, her şeyi çok iyi bilirsin."
Enbiya Suresi 21.Sure
İbrahim
21:51. Yemin olsun, İbrahim'e daha önceden, doğruyu
bulma gücünü vermiştik. Onu bilmekteydik biz.
21:52. Babasına ve toplumuna söyle demişti: "Su basına
toplanıp durduğunuz heykeller de ne?"
Bunlardan başka Âl-i İmran ve İbrahim surelerinde İbrahim
hakkında Tevrat’ta geçmeyen hükümlerin olması Yahudilerin İbrahim kültünü Babil
Sürgününden dönüşte edindikleri veya Tevrat’a geçtikleri izlenimi vermektedir.
Ama gel de “soy derdine düşmüş” şaşkınlara, “Am’ın
oğullarına” bunu kabul ettir ettirebilirsen! Bu konu, aslında Kur’an ile
ırkçılık yapan Hicaz Araplarının sorunudur.
|
Sam, Ham, Yafes |
Hicaz Araplarının babaları İsmail'i de doğruladığını
görmezden geldikleri gibi, kutsal kitaplarının Hz. İbrahim öncesi Arap dininden
çalınma bir din olduğu gerçeğinin de üstünü örtmektedirler.
Görüldüğü gibi, ticaretin ve tüccarın dışlanıp, lanetlendiği
bu asırlarda, kendilerini cahil insanlara kabul ettirmek için tüccar kavimlerin
yarattıkları bütün tanrıları ve dinleri aslında daha eski toplumlara ait
dinlerin bozulmuş hallerinden başka bir şey değildir.
Savaşlarda ve kitleleri silip süpüren salgın hastalıklarda
bilgelerini yitiren kavimler, sonunda t
üccar-hileci kavimlerin
(Yahudi-Grek ve
Hicaz Arapları) özünden saptırılmış, çarpıtılmış, ırkçı sapık inançlarına
bağlanmaları da kaçınılmazdı.)
Zaman her şeyi ortaya çıkarsa da, insanlar bulup
yararlanamadıkları sürece bir işe yaramamaktadır.
Alaeddin Yavuz
Puranalara devam ediyoruz;
Narayana Sukta, görünür-görünmez her şey oydu, içsiz ve
dışsız Narayana ile yayıldı diye açıklar.
Her şey bir “hiçlikten” başladı ve her şey de oydu
denilmektedir.
İşvara Upanişadı, evren içi ve dışı olmayan (Tanrı)
İşvara ile yayıldı der. O hareketli ve hareketsizdi. O uzak ve yakındı. O
bütün bu şeylerin içi ve dışıydı.
Bagavata; Narayana,başlangıçta yaılnızdı,yaratılışın,
yaşatmanın ilkelerine bağlıydı ve çözülmeydi (Hindu teslisinde Brahma, Vişnu ve
Şiva) Üstün/Ulu Hari, çok başlı, çok gözlü, çok ayaklı, çok kollu, çok
kaburgalıydı. Yaratılışın üstün tohumu buydu. Daha zeki ve en zeki, daha
büyük ve en büyük, daha geniş ve en geniş, her şeyden daha muhteşem, daha
güçlü, hatta bir rüzgar ve bütün tanrılardı, güneş ve aydan daha görkemliydi,
akıl ve zeka olarak bile daha doğladı. O yaratıcı, Üstün/Ulu Baba’ydı
demektedir.
|
Brahman |
Brahma“Üstün Ulu Hari”, Babillere “Har” olarak geçmişti.
Babilliler, fahişelerin annesi olan (
Harlots)
, tanrıça
Har’a tapınırlardı.
Kaynakça (Roller, İn
Search of The God the Mother=Roller;”Ana Tanrıçanın Araştırılması”)
Manu Smriti; Başlangıçta bütün varlıklar ayıredilemez,
açıklanamaz, tanımlanamaz, tartışılamaz ve şer yönleriyle bilinemezdi. Der. Bu
yüzden evrenin adı ve şekli, kendi kendini yaratan Svayambu’dan “namarupa” olarak çıktı.
O, (Hiranya) Dünyanın rahminde (garba) oturandır.
Upanişad der ki; “Bütün bunlar tanrıyla oturanlardır; Altın Evren, Sanskrit
dilinde altının olduğu yani, çoşkunun ve icranın nesnelerinin olduğu yer
demektir. Onların içinde oturanların hepsi Hiranyagarba’dır. Deyim, hatta ilk
yaratıcıyı barındıran, bütün nesneleri içinde barındıran “rahim” Hiranyagarbadır.
Vedanta/Yaratıcı demektir.
Evrenin sürekli olarak yaratılışından bu yana genişlediği ve
milyarlarca yıl sonra ince bir sis halinde kaybolacağı düşünülmektedir. Diğer
bir görüşe göre, evren milimetrelik ölçülerle ölçülebilecek en son yayılma
sınırına eriştiğinde kasılmaya başlayacaktır. Yeni bir yaratılış milyarlarca
sonu olmayan güneş yıllarından sonra başlayacaktır.
Hint edebiyatının eski bilgileri olarak bilinen
Puranalardaki görüşe göre, evren periyodik olarak sonsuz zaman çemberi içinde
defalarca yaratıldı ve yok edildi. Hindu evrenbiliminde, evrenin bir dönemi
4milyar320milyon yıl yani bir yaratıcı ya da bir Kalpa veya bir Brahma Günü
sürmektedir ve ateş veya su elementleriyle yok edilecektir. Bu süreçte Brahma
sadece bir gün veya bir gece kadar dinlenir.
Sanskrit dilinde Paralaya denilen bu süreç afet/felaket, yer
kabuğunda birden aşırı değişimler, karışıklık kısaca İslami dilde kıyametin
kopması olarak çevrilebilmektedir. Bu süreç 100 Brahma yılında bir tekrar
etmektedir. 100 Brahma yılı, 311 trilyon40 milyar yıldır. Brahmanın geçip
yeniden doğup yaratılışı başlatma süresi olan bu süreç Brahma’nın da ömrünü
bildirmektedir.
Evrenin yeniden ortaya çıkması Brahma’nın 51. yılında
olacaktır. Yani, Brahma’nın doğumundan 156 trilyon yıl sonra. Brahma’nın ölümünden
sonra tekrar doğumuna kadar bir 100 Brahma yılının geçmesi gerekmektedir.
Yaratılış bu şekilde tekrar edip durmaktadır
Brahma’nın bir günü 1000 çağa bölünmüştür. Maha Yuga (Büyük
Yıl), İnsan ırkının doğup tekrar yok olacağı süreyi de içine alan süredir, 71
bölümdür. Her bölümü 1000 yıllık 14 Manvatara yılına bölünmüştür. Her Maaha
Yuga 4.320.000 yıl sürmektedir.
Manvatara, insan türünü yaratan ve idare eden Manu’nun
çağıdır. Her Manvataradan önce ve sonra yeryüzündeki bütün sularda krutyuga
kadar uzun bir sandhika vardır. Her Maha Yuga daha kısa yugalar veya çağlar
dizisinden oluşur. Yugalar ahlaki bakımdan kötüleşme ve sonra ötekine dönüşme
yönünde gelişirler. Sonuç olarak her yuga çağı, öngörülen süresinden daha
kısadır. Mevcut Demir Çağı, Kali Yuga, Jülyen takvimine göre M.Ö. 18 Şubat 3102
yılında gece yarısı başlamıştır (Holocene Çağının 6898.yılı) kalpa Brahma’nın
ahortara’sına eşittir.
Uzay ve zaman maya (görüntü/illüzyon) olarak
düşünülmektedir. Brahma’nın 100 yılı, bir diğer dünyalarda binlerce,
milyonlarca, milyarlarca ve bizim güneş sistemimizde ve dünyamızda olduğu gibi
311 trilyon 40 milyar dünya yılı olabilir. Ama Brahma’nın zaman ölçümüne göre
ise “100” Brahma yılıdır.
Brahma’nın “1” gününün adı “Kalpa” dır ve 4.32 milyar
yıldır.
Her Kalpa bir diğerinden sonra dünyayı yaratan ve düzenleyen
14 Manus yaratır. Bu yüzden Manu’nun her Kalpa’sı 14 nesile sahiptir.
Her Manu’nun yaşamı (Manvantara) 71 Çaturyuga’dan ibarettir.
(Çağların veya Yugaların dörtte biridir). Her Çaturyuga, Satya, Treta, Dwapara
ve Kali olmak üzere dört çağ olarak düzenlenmiştir. Bütün Manvatara’ları
eklersek (4.320.000*71*14) 4 Çaturyuga kadar uzun olacaksa da her Manvatara’dan
önce ve sonra sandhikal kaybı olacaktır (15 sandhikal)
Satya Yuga’nın döngüsü 1.728.000 insan yılıdır, Treta Yuga,
1.296.000 insan yılıdır, Dwapara Yuga 864.000 şnsan yılıdır ve Kali Yuga
432.000 insan yılıdır.
Brahma yılının sonunda Manu yok eder, Manu tekrar doğar ve
yaratır gene Manu yok eder, döngü böyle sürüp gider.
Gece düştüğünde Brahma 4.32milyar yıllık uykuya gider, bu
onun bir gününe eşittir ve yaşam sürsi 14 Manustur. Ertesi gün güneş doğduğunda
Brahma önceki günü yaptığı gibi yeniden 14 Manus yaratır bu döndü 100 Brahma
yılısürer ve Brahma doğunca tekrar üretir.
Rig Vedalardan Nasadiya Sukta da evrenin aslını
tanımlamaktadır. Rig vedaların görüşüne göre ilahi gerçek ilkeler üzerinde
evren tasarlanmış görünür ve Hiranyagarba’dan ya da “Altın Yumurta”dan
bildiğimiz “Vaak (doğuş)” sözüyle yaratılmıştır.
Mısır mitinde de durum aynıdır;
“Güneş, Geb ile günlük olarak çiftleşen bir Yumurtaydı,
“Büyük, Vaaklayan” kaz şeklindeydi.”
Evren Vişnu (Koruyucu tanrı) tarafından korunur,Şiva
(yıkıcı tanrı) tarafından yıkılır. Hindu dininde Kutsal Teslis
(Trimurti) esası vardır. Bir kez evren
Şiva tarafından yıkılır, Brahma terkrar yaratılışı başlatır. Vişnu da
yaratılmışları geçen süre içinde korur. Evren yaşam döngüsü sonsuza dek Brahma
kısmında anlatıldığı gibi Manu ve Yugala çağlarıyla dünşüşüm içindedir.
Puranalar
Puranalara göre , evren Rig vedalarda anlatıldığı gibi
Brahma’nın doğumu ve ölümü arasında geçen sürece göre sürekli dönüşüm
halindedir.
Bunlarda farklı olarak evren yaşayan sonsuz bir varlıktır,
dönüşümlü olarak doğmakta, ölmekte ve yeniden doğmaktadır, kozmik bir yumurta olarak tanımlanır.
Yayılışı ve kasılara kendini toplamasıyla adlığı ilk şekli yumurtadır.
Padma Purana, evrendeki farklı yaşam biçimlerini
tartışmaktadır. Padma Purana’ya göre, 8.400.000 tür, 900.000 suda yaşayanların
türleri, ağaç ve bitki türleri 2.000.000, 1.100.000 küçük böcekler ve
benzerleri,1.000.000 kuş türü, 300.000 yaratıklar ve kertenkeleler ve son
400.000 memeli türlleri vardır.
Hindulukta Çoklu Evren Kuramı
Hindu Purana edebiyatında yaılmış Bagavata Puranalarda (M.Ö.400-1000) çoklu evrenden bahsedilir.
Her evren yedi kattan oluşur;
1-Toprak/yeryüzü
2-Su
3-Ateş
4-Hava
5-Gök
6-Bütün enerji/kuvvet ve yanlış bencillik
7-Her biri, bir öncekinden on kat daha büyüktür.
Bunun yanında sayılamayan ve sınırsız genişlikte evrenler
de vardır. Bunlar içimizde atomlar şeklinde hareket ederler. Bu nedenle
“sınırsız” olarak adlandırıldınız. (Bagavata Purana 6:16.37)
“Evren büyüktür ama biz de içimizde evrenler barındırırız.
Dış vücudumuzda bizleri kaşındıran ama göremediğimiz küçük varlıklar ile,
içimizde bize rahatsızlık vermeden yaşayan, şeritler/tenyalar, bağırsak
kurtları, bakteriler, al yuvarlar, ak yuvarlar ve varlığından haberimiz olmadan
çalışıp duran bir yaşam sisteminin parçaları olan iç organlarımızın her
birisinde, en azından bize can ve ruh veren bir kan dolaşımı mevcuttur.
Yediklerimizi, sindirmek için asitler üreten safra kesesi, şekeri, mineral
dengemizi sağlayan kara ciğerimiz, nefesimizi alan ak ciğerimiz, kana karışması
sakıncalı olanları ayıran böbreklerimiz, yediklerimizi sindiren bağırsaklarımız
her biri ayrı bir çalışma ve yaşam biçimine sahiptir. Bunlar hücreler, atomlar,
nöronlar olarak ayırdığımızda içimizdeki evren daha da büyüyecektir. Bütün
bunlar tüm küçüklüğümüze rağmen büyüklüğümüzü de delillendirmektedir.
Tanrının dev evrensel biçimini farklı evrenlere
ayırdıktan sonra her birinin olağan bir okyanustan çıktığını ilk puruşa
avatara da göründüğü yerde, her biri ayrı soyut/metafizik suların üstünde uzanır.
(Bagavata Purana 2.10.10)
Puranlara göre evrenler, sayılamaz, ölçülemez, hesaplanamaz
haldedirler.
“Tüm evrenin atomlarını sayabilecek olsam bile, tüm
evrenleri sayabilmeme imkan yoktur. (Bagavata Purana 11.16.39)
Atomları saymakla, evrenleri saymak arasında fark yoktur
diyen bir purana.
Purana edebiyatında çoklu evrenleri tanımlayan benzetmeler
vardır;
Ben neyim? Kendi elimle yedi karış ölçüsünde küçük bir
yaratığım. Maddi tabiat, tamamıyla maddi enerji, yanlış bencillik, gök, su ve
toprakla düzenlenmiş evrende bir saksıyla çevrelenmiş çiçek gibiyim. Ve
şöhretin nedir? Sınırsız evrenler senin bedeninden geçerler, bir toz sende bir
pencere görüntüsü açar. (Bagavata Purana 10.14.11)
Bu purana’da, rahip, kendisini sınırsız evrenin büyüklüğüyle
kıyaslayarak bir hiç olduğunu vurgularken, bu küçüklüğüne rağmen kendisinin de
için evrenler barındırdığını, “bir toz sende pencere görüntüsü açar” diyerek
açıklamaktadır. Aşağıdaki Purana da bunu desteklemektedir.
Çünkü sen sınırsızsın, ne göğün tanrısı ne de sen, kendi
görkeminin sonuna ulaşamazsın. Sayısız evrenler bir midye kabuğu ile
çevrelenmiştir, içinde gezinip duran zaman çarkı ile zorlanmakta olan sen gök
yüzüne üflenmiş bir toz parçası kadarsın. Şrutis, üstün olandan her şeyi eleyen
yöntemleriyle, kendilerinin nihai sonucu olarak seni başarıyla açığa
çıkarmaktadır. (Bagavata purana 10.87.41)
“Çünkü, sen sınırsızsın. Ne sen ne de göğün tanrısı (Gök
Tengri) kendi görkeminin sonuna ulamazsın” diyerek, evreni yaratan ile
kendisini, evrenin sınırlarına ulaşma konusunda adeta eşit düzeye
getirmektedir. Yani evrenin sınırsızlığı yaratıcısı tarafından bile kolay
algılanabilecek bir şey değildir. Buna rağmen sayısız evrenlerin bir
“midye/istiridye kabuğu” ile çevrelenmiş olmaları, bütün kavimlerde İstiridye
kabuğunun geçmişte para yerine kullanılmasına kadar özelliklerini açıklarken,
evreni de bir istiridye kabuğuna hapsetmiş olmaktadır. Elbette bu kabuk,
evrenine göre değişmektedir. Bu küçük-büyük karışıklığına rağmen Şrutis’in
eleyici/analiz yöntemiyle başarıyla kendileri açısından son neticeyi
çıkarabildiğini belirtiyor.
Güncel yaşamda bunu tasavvufa uyguladığımızda, insanın bütün
gururuna, saltanatına, zenginliğine rağmen göğe üfürülen bir toz olduğuna
dikkat ettiğimizde, bireyin büyüklenmesi, dünya malı, geçici şan, şöhret,
saltanat heveslerine kapılmaması, büyüklenmemesi gerektiğini de çıkarabiliriz. Evrenin
büyüklüğünü ve ondaki nimetleri keşfedebilmek içinde göklere çıkacak büyük bir
güce de insanın erişmesi gereğinden yola çıkarak, güç, zenginlik, iktidara
gerek olduğunu da söylemek mümkündür.
Bu durumda çilekeş bir dindar ile bilimleri geliştirmek, göklere
ulaşmak, yeryüzünde insan dahil varlıklara faydalı olabilmek için de güç ve
saltanata, zenginliğe gerek olduğundan, “hizmet amaçlı şan, şöhret, zenginlik
ve güce” erişmek, bunun için çalışmak ta aynı derecede faydalıdır demeyi uygun
görüyorum.
Bu güç, bireysel keyif, tatmin için kesinlikle
kullanılmamalıdır, ki kullanılırsa sonunda o güç kalıcı olmayacaktır. Bu
tarihte sayısız kereler denenmiştir.
Ama, köleci, sömürgeci, işbirlikçi, kendi arzularını tatmin
amaçlı küçük insanların yeryüzünde sürdükleri saltanat milletleri de dünya
yaşamını da ileriye değil geriye taşımaktadır.
Evreni kaplayan katların elementlerinin her biri bir
öncekinden 10 kez daha kalındır ve büyün evrenler atomların çok büyükleri gibi
birlikte katlanmış olarak görünürler. (Bagavata purana 3.11.41)
Bu purana’nın doğruluğu hakkında astrofizikçi Carl SAGAN’ın
bazı yorumları bu yazıyı aldığım sayfada yapılmışsa da konu dışı olduğundan
almadım. Ancak, bu puranalar, eğer, yeni yüzyılın bilimsel verileriyle
süslenmeden olduğu gibiyseler muhteşemler demek gerekir. Ama, özellikle
Masonların düşkün olduğu Brahman ve Can (Jain) dinleri gerçekten olağanüstü
derecede bilgiler içermektedir.
Kaynaklar;
Harry Oldmeadow (2007). Light from the
East: Eastern Wisdom for the Modern West. World Wisdom. p. 273
Sushil
Mittal, Gene Thursby (2012). Hindu
World. Routledge. p. 399
Andrew Zimmerman Jones (2009). String Theory
For Dummies. John Wiley & Sons. p. 262.
"Upanishads: Gateways of Knowledge", p. 10, by M.
P. Pandit, publisher = Lotus Press
Maharishi Mahesh Yogi on the Bhagavad Gita Translation and
Commentary, Arkana, 1967 p. 254
Maharishi Mahesh Yogi on the Bhagavad Gita Translation and
Commentary, Arkana, 1990 p. 254
Maharishi Mahesh Yogi on the Bhagavad Gita Translation and
Commentary, Arkana, 1967 p. 253
Brodd, Jefferey (2003). World Religions. Saint Mary's
Press
The Philosophy of the Upanishads, by Paul
Deussen, Alfred Shenington Geden. Published by T. & T. Clark, 1906. Page 198
Hiranyagarbha.britannica.com
Yaratıcı Tanrı Brahma
|
Yumurta şekilli Brahma |
Brahma (Brama) Hindu Teslisinin (Trimurti) baş tanrısıdır.
Evren yaşamını idare eden, varoluş-yok oluş döngüsünü koruyan ve ve her yok
oluştan sonra yeniden yaratan ve canlıları yaratandır. Vedalarda hitabetin
tanrısıdır. Çok bedenli, çok kollu, başlıdır, her yerde aynı anda olabilir.
Yaşamı koruyan tanrı Vişnu ile yok eden tanrı Şiva ile
geçinip gitmektedir. O yaratır, yaratılanı Vişnu korur, sonunda Şiva yok eder
ve Brahma yeniden yaratır. Yaratılışın ve tekrar yaratılış döngüsünün
güvencesidir. Bazı Puranalarda onun Vişnu’nun göbeğinden çıktığı anlatılır.
Öteki puranalarda Şiva görüntüsünde doğduğundan behsedilir. Hint ilahiyatını9
çeşitlendiren tek üstün tanrıdır. Hindulukta kozmik ruh ve şekilsiz metafizik
alemde farklı biçimde en üstün Brahman bazen de Şiva ve Vişnu olarak görünür.
Şimdiki Hindu çağlarında da, Şiva ve Vişnu’nun tersine kendisine ibadet
edilmesinden pek hoşlanmayan tanrıdır. Yukarıda hakkında yeterince bilgi
verilmiştir..
Hint Koruyucu Tanrısı Vişnu;
|
Vişnu-Durga aşkı. |
Sankrit dilinde Vişnu olarka geçer. Hint teslisinin üç
tanrısından birisidir. Brahma’nın yarattığı evreni ve canlı yaşamını koruyan
üstün tanrıdır. Narayana ve Hari olarak da bilinir. Samrta gelneğinde beş temel
şekli tarif edilmiştir. “Koruyucu veya Muhafaza edici/koruyan” olarak kabul
edilmiştir. Hindi kutsal metinleri onu genellikle karanlık sularla dolu
bulutların kompleksinde dört kollu olarak tanımlamışlardır. Soluk mavi renkli
varlık olarak resmedilmişştir. Reenkarnasyonunda ise Rama ve Krişna’dır.
Alt Sol Elinde bir “padma” nilüfer çiçeği
(lotus), alt sağ elinde Kaumodaki gada (mızrak), sağ üst elinde bir kabuklu
deniz yumuşakçası, üst sol elinde ise çok güçlü bir silah olduğuna inanılan
Sudarşana Çakra tutmaktadır.
Yok Edici Hint Tanrısı Şiva
|
Şiva- karısı Parvati |
Şiva, brahma’Nın yarattığı, Vişnunun koruduğu evren yaşamını
ve b u dünya yaşamını yıkmakla görevli zalim bir tanrıdır. İşi gücü yıkmak,
kırmak dökmektir.
Adlarından birisi
“anant” tır yani ne ölüsü ne de dirisi bulunmuştur. Şiva inancında üstün
tanrıdır. “Smarta Geleneğinde”, tanrıların beş şeklinden birisi olandır.
“yıkıcı” ve “her şekle girendir”. En üst dini seviyelerde Şiva, sınırsız,
akılla algılanamayan, değişmeyen ve
şekilsiz olarak kabul edilmektedir. Sevilen görünümlerinden birisi de Keylaş dağında çile çeken Yogi halidir.
Parvati’nin eşi, Ganişa, Kartikeya’nın babasıdır. Vahşi görünümüyle şeytanları
sıklıkla öldürürken görülür. Yoga ve sanatın patron tanrısıdır. Yapılan
ikonlarında, biri alnında olmak üzere üç gözlü, ensesinde Vsuki adlı yılanı,
boynunda koku veren Hilal ayı, saçlarından akan kutsal nehir Ganga, silahı
trişula, ve müzik aleti damaru ile gösterilmiştir.
Genellikle, kadın-erkek cinsel birleşmesinin temsili olan
lingam şeklinde ikonu yapılamayan olarak da görülmektedir. Hindistan, Nepal ve
Sri Lanka’da Şiva inancı yaygındır.
Hint Tanrısı Agni- Ateş Tanrısı:
Sanskristça Agni (Ağ-ni), (Anyi, Türklerde Ani’dir) Hindu
tanrısıdır.
|
Agni |
Birisi ölümsüzlüğü diğeri de yaşamın bilinmeyen remzini
ifade eden iki başı vardır. Dünya ile
Gök yüzü ve tanrılar ile insanlar
arasında aracıdır.Vedalarda geçen en önemli tanrılardan birisidir. (Hindu
araştırmacısı Cavensih Richard’a göre Ateşin Tanrısıdır,
adanan kurbanların
kabul edicisi ve öteki tanrılara adağın geçmesini sağlayan aracıdır.Tanrılara
gitmesi için
kesilen kurban Agni’ye gitmesi için kesilir çünkü o insanlarla
tanrılar arasında haberci/mesihtir. O, ateşi her gün tekrar yakıldığından
her
zaman gençtir ve ölümsüzdür.
Surya, Aditya, Prana ve Agni, tanımlanan konuşması ve aklı
ile bilinen ışıktan parlak ışınların aydınlattığı nesneleri anlaşılır kılan bilginin
kendisi olduğunu söyleyen Atman
anlamına gelir (Rig Veda X.135.7)
Süreyya (Büyük Köpek) takım yıldızı Agni tarfından
yönetilir. Agni Vedalarda ve Brahmanların işlerinde en göze çarpan yeri
işgal eder. Eski Hintliler Agni’yi ateşin ve ışığın gücü ve akılla birleşen
istek gücü olduğunu, zayıf olan insanın istek gücünün Agni’ye okunan Rig
Veda ilahileriyle güçleneceğine
inanırlardı.
Vedalara inananlar Agni’ye ibadeti geliştirmişler, onu
kurban ateşi olarak tanrılaştımışlar, Tanrıların Rahibi, Rahiplerin tanrısı,
tanrılara yapılan sunuları (yajna) taşıyan, doğanın esrarlı gücüne sahip olan,
insanın şartlarının iyileştirilmesinde devamlılık sağlayan göksel denetimci
olarak görmüşlerdir.
Rig Vedalarda 200 ilahi Agni’ye övgü olarak adanmıştır. Ateşiyle,
adakları kabul edip tanrılara ulaştırandır. Hindu dininde aracı koçtur.
Aryanlar (Arya=Asil) ateşe ibadeti geliştirdiler ve Tanrı
Agni’yi Kurban Ateşi Tanrısı olarak kişileştirdiler.
Cennetten bir ödül olarak kabul edilen Agni’nin
yaratılışı üç aşamadan oluşur. Yeryüzü, Orta uzay ve “ev
ateşini”, “savunma ateşini”,” sunu ateşini” yansıtan göklerdir.
Orta uzay, yağmur sularının kaynağı olan “rahim”dir.
Agni, Bhrigu’ya saldırdığında o Agni’ye “yeryüzündeki bütün varlıkları yiyip
bitiren olması için” lanet etti ama Brahma,
Agni’ye yapılan laneti “dokunduğu bütün şeyleri arıtan” olarak
değiştirdi. (Bhrigu, Brahma’nın akılla doğmuş oğlu Manasa Putra olarak
kabul edilir. Adın sıfat hali Bhargava’dır, Bhrigu okullarının devamlılarını
kast etmekte kullanılır. İnsanlığın yaratıcısı olan Manu zamanının
vatandaşıdır.
Manu, Hint dini kaynaklarında evrenin ve insanlığın “14”
yaratılış evresinin her birisine verilen addır.
Açıklama:
Tantra ve Tantrik;
Hint dinindeki 330 milyon tanrı ve onların üzerine kurulu Hint
felsefesini yorumlayan mezheplerin her birisi adına kurulan ama temeli Şakti’ye
bağlı olan tasavvuf kollarına TANTRA (DOKUMA)
denilir. Tanraya ait olan yorumlara da “tantrik” denilir.
Ani Diğer Milletlerin Dinlerine Nasıl Geçti?
|
Daryus'u gözleyen faravahar uçan kürsüsünde |
Ani adı Mısır Ay Tanrısı Lah’ın da adlarından biridir.
Ülkemiz Bitlis’in ve Horasan’da “Ani” adlı şehirler mevcuttur. Haberci melek
olması bakımından Cebrail’e, Lah’a, Hürmüz’e, Faravahar’a, Hermes’e Abatur’a
karşılık gelir.
“Rahim” sıfatıyla, Kur’an’ın tanrısı Allah’ın da adına kaynaklık ettiği düşünülebilir. Arap
dini edebiyatı Hint kaynaklarıyla doludur. Allah’a da kurban kesilmesi ile bir
başka benzerliğine tanık oluyoruz.
İkisinin de yıldızı Şira’dır. Kur’an Necm Suresi 49 ayette
Allah’ın yerinin Şira (Büyük-Küçük
Köpek takımyıldızlar) olduğu belirtilmiştir. Mısır, Grek, Arap dinlerinde de
Şira/Köpek Takımyıldızları ve bu sistemin en büyük yıldızı Sirius önemli yer
tutmaktadır.
Kur’an tanrısı Allah, her şeyi bilen, bir şeyi yaratması
için “ol” demesi yeterli olandır. Adem’i yarattığında ilk 70 veya 100 kelimeyi
öğretendir.
Tevrat tanrısı Yahweh’in adını Musa’ya “Ben” olarak Türk
dilinde açıklamasının kaynağı Hint tanrısı Atman’ın efsanesine aittir.
Tevrat;Mısırdan Çıkış Kitabı;
“Çık.3:13 Musa şöyle karşılık verdi: "İsraillilere
gidip, 'Beni size atalarınızın Tanrısı gönderdi' dersem, 'Adı nedir?'
diye sorabilirler. O zaman ne diyeyim?"
Çık.3:14 Tanrı, "Ben Ben'im" dedi,
"İsrailliler'e de ki, 'Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi.'”
Kur’an da Elohe, İlohim gibi adlarıyla Allah’a benzeyen
Yahweh’in aynı tanrıs oludğunu söyler. Bu duruma Allah’ın da adlarından
birisinin Türkçe “Ben” olduğu ortaya çıkmaktadır.
HİNT YARATILIŞ DESTANI
Vedalar adı verilen şiir tarzı anlatımı olan ayetlerden
oluşan Hint Brahadaranyaka Upanişad’ında
olay kısaca şöyle anlatılmaktadır;
“…Başlangıçta sadece Atman* vardı. Etrafına baktı, ama kendisinden başka bir
şey göremedi.
-Ben varım’
Dedi.
Bundan dolayı onun adı “Ben”* oldu. Bu nedenle şimdi dahi
bir adama kim olduğunu sorsanız o adam önce “Ben” der, sonra da sahip
olduğu ismi söyler…
Korku duydu, çünkü yalnızlık korku yaratır.
-Benden başka bir şey yoksa niye korkayım? Diye
düşündü. O zaman korkusu geçti. Korkacak bir şey yoktu. Çünkü korku ikinci bir varlık olduğu zaman gelir.
Bu yalnızlıktan dolayı mutsuzdu. Kendisine bir arkadaş istedi. Sarılmış
kadın ve erkek iriliğindeydi. Kendisini
ikiye böldü, böylelikle kadın ve erkek doğdu.
Bilge Yajnavalkaya’nın dediği gibi gövdesi bezelye gibi ikiye ayrıldı ve kadın böylece ortaya çıktı.
Onunla birleşti ve böylece insanlık doğdu.
Kadın düşündü;
-O beni kendisinden yarattı, benimle nasıl
birleşebilir? Kendimi gizleyeceğim. Dedi.
O zaman kadın inek oldu, erkek boğa oldu,
birleştiler böylece davarlar oldu. Dişi bir kısrak, erkek te bir aygır oldu,
dişi eşek öteki erkeği oldu, birleştiler böylece tek tırnaklı hayvanlar oldu.
Dişi keçi öteki erkeği teke oldu, dişi koyun öteki koç oldu böylece keçiler ve
koyunlar oldu. Bu şekilde karıncalara kadar bütün hayvanlar yaratıldı.
Sonra düşündü.
-Gerçek yaratılış benim! Çünkü bütün her şeyi ben yarattım!
Dedi
Böylece “yaratılış kavramı” doğdu. Bu gerçeği bilen
kişi gerçekten yaratırken yaratıcı olur…”
(Kynk. J.Campbell- İlkel Mitoloji S.111)
Efsane öncesinde Tevrat ayetinde tanrı adının “Ben olduğunu
vermiştik. Hint destanında da baş tanrı Atman’ın da adının “Ben”
olduğunu gördük. Bu da bize Yahudi tanrısının Hint kökenli olduğunu gösterdi.
*“Atman= Bu efsanede geçen baş ve ilk tanrı “Atman” günümüz
Türkçesinde halen yaşayan Kırım Tatarlarında da “Ataman” olarak kullanılmaktadır. Rus Kazaklarının
başbuğlarına da verilen bu adı ülkemizde binlerce kişi soyadı olarak
taşımaktadır.”
Öte yandan, İbrani/Yahudilerin taptıkları tanrılardan biri
olan Adon’un (Tanrı) Athon (Aton, Ason) olarak söylendiğine işaret edilir.
Bu adın, “Athan” biçiminde Küçük Asyalı putperest Greklerce
çok iyi bilindiğine Avrupalı Greklere böylece geldiğine dair büyük ölçüde
delillerimiz vardır. Eustathius, Diyonsius’un Periergesisi üzerindeki üzerindeki
notunda Leodikya (Konya Ladik) bölgesindeki yerel adları sayarken “Athan”
tanrıdır diyor.
Athan’ın dişili “Tanrı” Athan’dır, “Hanımefendidir”,
Türklerin ve Atinalıların söyleyişlerinde “Athena-Asena’dır”.
Minerva’nın bakire olarak temsil edildiği şüphesizdir;
Girit’te Hiyerapitna’da Strabo’dan öğrendiğimize göre, Helius ya da Güneşe
tapan Corybantes’in (Koribantes- hadım rahipler. ) anası olduğu
söylenilmekteydi.
Böylece Hint tanrısı Atman, Ari kökenli Anadolu Greklerince
“Athan (Atsan veya Assan okunur) Avrupalı Greklerce de “Athena-Asena”
olmuştur. Bu da Türkleri Ergenekon’a götüren bozkurt “Asena” dan başkası
değildir.
*Ben: Türkçe’nin
temeli “birinci tekil şahıs kipi “Ben’dir”.
İşte 1.tekil Şahıs Kipleri; “Ben, sen o Biz, Siz,
Onlar”
Atman- Ataman benzerliğinden adının da “Ben” olmasına bakarak bu tanrının zaten Türk olduğunu
söylersek eksik olur. Çünkü göklerin dili Türkçedir. Bütün kavimlerin tanrıları
içinde Türkçe ad taşıyan çok sayıda tanrı vardır. “El, Bir, Elibol v.b.” gibi.
Hint Tanrısı “Agni, Anyi okunur, kısası Ani’dir.” Ani,
Araplarda Allah ,Yahudilerde, Yahveh/Elohe/İlohi oldu. Bir çok sıfatları atıldı
veya üstüne konulup eklendi. Milletler, dillerin kolay olanı söylediler. Ama
anlattıkları şey, sadece bir yaratıcıydı.
Eski Hint Tanrıçaları;
Bu Vedalarda geçen Veda tanrıçaları, tanrıları, doğanın
güçleri olup Brahman’ın, Vişnu ve Şiva’nın eşiti değillerdir. Bu divalar,
Yahudi, Hristiyan geleneklerinde tanrılara hizmet eden “melekler” olarak
görülmektedirler.
Ananta; Hintli yılan kraliçe. Aka Sarparajni,. Uyku ve
canlanma arasındaki, ölümleri sırasında bütün tanrıları kefenleyen
(sarmalayan)dir.
Banka-Mundi; Khud’un
avcı tanrıçasıdır. Orman yaratıklarına karşı adının korkusuz olduğunu
çoğunlukla fısıldayandır.
Bardaichila: Assamesse Fırtına tanrıçası.
Bentakumari: Assamesse Su Tanrıçası. Mevsimin ilk balığı ona
sunulur.
Bhasundara: Tibetli Refah tanrıçası.
Bhavani:Adı genel olarak Hindistan’ın Ana Tanrıçasıdır.
Varlığı bahşedendir. Onuruna yakılan bir kokuyla, ruhu çağrılarak
uyandırılandır.
Bisal Mariamna (Baysal Meryemna): Üzüntü içinde gün ışığı
Shakti’dir. “Göz aynası” veya Kunna-Kannadi de denilen, içi su dolu pirinçten
bir çömlek ile tasvir edilmiştir. Bu çömleğin içine biber yaprakları,
hiğndistancevizi çiçekleri, ona yaslanmış metal bir ayna konulur.
Budhi Pallien;Assamesse Orman tanrıçası. Hint ormanlarında
kaplan gibi gezinen olarak görünür.
Chomo –Lunga- Ma: Evrenin anası olan tanrıça. Adının aslı
Everest dağıdır. En eski Hint tanrılarındandır.
Devi; En çok sevilen tanrıçadır.
Durga: Ana kraliçedir. Çocukları olan tanrıları savunmak
için savaşa kaplanları süren savaşçı tanrıçadır.
Hudigamma: Kadın kıyafetleri içinde hadım ruhban olarak
hizmet edilmiştir.
İndrani: Tanrıların kraliçesidir.
İsta Devata; Kendisinin patronudur. Aydınlanmış Bilgenin
şahsi koruyucu meleğidir.
Kadru; Yılan tanrıça. Nagaların (yılan türleri), kobraların
anasıdır.
|
Ay başılı Kali |
Kali: Kara, yer tanrıçasıdır. Zamanın fatihidir,
Bereket tanrıçasıdır, ölümün ve yeniden dirilişin Karanlık Anasıdır. Hindu
Yaratılış üçlemesinin yıkıcı ve koruyucusudur. Yaşam ve Ölüm tanrıçasıdır.
Merhametin evinin hazinesidir. Yeryüzüne yaşam verendir. İlk kez söylediği
sözler, varlık bulan, bedenlenendir. Yaratıcı söz ve aklın kaynağıdır. Bakire,
Ana ve Yaşlı kadın üçlemesini temsil eden tanrıçadır.(Gençlik, olgunluk ve
yaşlılık denilebilir)
Ölünün Hanımefendisidir. Dünyanın başlangıcında olan ve
sonunda olacak olan kan okyanusudur. Jagadamba olarak ta bilinir.
Kauri: Hint-Avrupa kuğu tanrıçasıdır.Deniz salyangozu
kabuğu onun kutsalıdır.
Khon ma: Toprak Ana, Toprak elemmentinden çıkmış bütün
ruhların yöneticisidir.
Kundalini: Yılan tanrıça, insanın içindeki kuvveti temsil
eder.
Kurukulla: Mağaraların Dravid tanrıçasıdır.
|
Lakşmi Bagvati
Horoz üstünde
|
Lakshmi: Bolluk, zenginlik ve şans tanrıçasıdır.
Nilüfer çiçeği içinde oturan “Altın derili kadın” olarak resmedilmiştir.
Sembolü, Hindu tanrılarının
egemenliğidir. Soma içkisinin kaynağıdır. Aka Padma, Nilüfer hanım, İyi talih ve
güzellik tanrıçasıdır.
Manasa Devi: Bengal’in yılan tanrıçasıdır. Ayın sır adı
Mana’ya sahip olan, Ay ile kişileştirilmiştir.
Marici: Budist elmas domuzudur, çevresi yedi domuzla
sarılmış, nilüfer çiçeğine oturmuş olarak gösterilir. Güçlü Olandır. Mutluluk
güneşidir.
Maya: Üçlü Hindu tanrıçaları içinde örümcekle resmedilen,
sihirli örümcek ağı ören olarak sembolleştirilmiş bakiredir. Örümceğin ağı,
Çarkı feleğe benzetilmiş, arabasının tekerinde oturan, ağ eğiricisi örümcek
tanrıçadır. Aydınlanmış Olan Ana Buda’dır. Renkleri beyaz, kırmızı ve siyahtır.
Akdiken onun ağacıdır.
Nanda Devi; Kutsanmış Tanrıçadır. Ganj nehrini doğuran Dağ Ana’dır. Nanda Devi, Himalaya dağ
zincirlerinin en kutsallarındandır.
|
Parvati/Kali Nepal Budizminde
cinsellik düşkünüdür.
|
Parvati: Kali’nin bakire görünümüdür. Dağların kızıdır.
Şiva’nın gelinidir. Cennetin kızıdır. Maya Sati, Durga Shakti olarak da bilinir.
Kara ve renkli işlemeleri esrarlıdır. Giyimlerindeki mücevherler kadar renkler
de onun renklerinden olup gücünü ifade eder. Anapurna dağının üzerinde doğan
parlayan güneşin, ve kendi güzelliğini göstermek için peçesini açandır.
Kelebeğin kozasıdır, krmik altın tekerlek onun yaşam ve ölümle derin bağını,
belirleyiciliğini, etkileyiciliğini biçim değiştirmesini yansıtır
Prajnaparamita: Aklın kişileşmiş halidir.
Prakriti: Doğa, kutsal Kali dişi üçlemesinin Sanskrist
rütbesidir, yaratılış dizisinin kara, beyaz, kırmızı Guna’larına hükmedendir.
Koruyan ve yok edendir. Geçmiş, şimdiki zaman, gelecek; toprak, deniz, gök;
gençlik,olgunluk ve yaşlılık ile cisimleştirilmiştir.
Priviti; Çok eski yer Tanrıçasıdır.
SaraE Kali:Kraliçe Kali, Çingenelerin Ana Tanrıçasıdır.
Anne, Kadın, Kızkardeş, Kraliçe,bütün Roman kanının kaynağıdır. Yeryüzünün ve
Cennetin (göğün) Kraliçesidir.
Sarama: Vedalardaki Fahişe Tanrıçadır. Avcı köpeği Yama’nın
Anasıdır. Avcı kadındır.
Saranyu: Bütün yaratıkların, hayvanları doğuran
anasıdır. Vedalardaki düzlüklerin tanrıçasıdır, bütün Centaurların (çift
cinsiyetli yaratıklar) anasıdır.
|
Saraysvati Tavuskuşunda |
Saraswati: Tüm yaratıcı sanatların olduğu kadar müziğin,
dansın, bilimin, şiirin Beyaz Tenli tanrıçasıdır. Sanskrit dilinin
yaratıcısıdır. Kaşlarının üstünde bir
Hilal Ay takar, kuğuya veya
tavus kuşuna biner, nilüfer çiçeğinde oturur. Akan Bir’dir. Bütün, müzik, yazı,
matematik, takvim, büyü ve Vedalarda öğrenilecek her türlü medeniyetlerin ve
sanatların mucididir. Eski nehir tanrıçasıdır. Cennetin Kraliçesidir. Suların
Anasıdır. Aka Ganga’dır. Gerçek Nehir tanrıçasıdır. Okyanus ile birdir. Büyük
temek pişirme tanrıçasıdır. Soma’yı veya amrita’yı (mutluluk içeceği) icat
edendir. Doğadan bağımsızdır. Hissi aşkın, yaratıcılığın, güzelliğin, sanatın,
müziğin, öğrenme ve öğretmenin(eğitimin) tanrıçasıdır.
Savitri; Medeniyetin Hindu anasıdır. Müzik, edebiyet,
ritim/uyum, zaman, ölçü, gece ve gündüz, hafıza, zafer, fetih ve yogayı
getirendir.
Shakti: Büyük
rütbeli tanrıçadır, kozmik enerjidir. Tantralar (Şakti mezhep imamları), dişi
ilkenin önce geldiğini ve erkek ilkeyi içerdiğini ve dişi ilkenin Üstün
İlahilik olduğunu söylerler. Tantrik doktrin, ölümlü kadınlar, Şakti’nin
ilkeleriyle cisimleşmiş, tanrıça benzerliğinde yaşamın kendisidir derler.
Evrenin seri olarak görünüp kaybolması, gözlerin açılıp kapanması ile olur (Lalita
Shasranamam’dan alıntı). Şakti ile son birleşme, tantrik metinlere göre ölümle
olmaktadır.
Shasti: Bengal Kedi Tanrıçasıdır, kediye biner şekilde
gösterilmiştir. Çocukların koruyucusu ve çocuk doğumu tanrıçasıdır.
Sita: Saban, Rama (Krişna)nın eşi Toprak Tanrıçasıdır.
Samashana Kali: Kali Ma, Yeryüzünü ve diğer yerleri yakan
tanrıçadır. Yantrası sekiz taç yapraklı bir nilüfer ve ters çevrilmiş üçgenin
bütün çoklu tekrarlarıdır. Anlamı, ölümü takip eden yeniden diriliştir.
Rahiplerine “dakinil”ler denilir, cenazelerde ayarlanan ölmeye meyillilerdir.
Tara: Vedalar öncesi Koruyucu tanrıçadır. Hindistan ve
İrlanda’da bilinir. Hint-Avrupa dinlerinde
Yeryüzü Tanrıçasıdır. Atinalıların onun adıyla her yıl kutladıkları
bayramları vardı. Taramata, vahşi cinsel geleneklere isyan eden (Anne Tara)
takma adıdır. İrlanda'da cinsellik öğreticisi olan kutsal güvercindir. Tara, Hindistan'da veda öncesi en çok saygı
duyulan tanrıçadır. Onda şarap kutsaldır. Merhametin tanrıçasıdır, Elmas
Domuzdur. Elmas onun kutsal taşıdır. Tibet Budistlerinde Büyük Anadır. Bütün
varlıklar yeniden dirilerek aydınlanıncaya kadar kendisini aydınlanmaya adamış
Aydınlanmış olan Bodhisatva’dır. Dişi olarak yeniden canlanmaya adanmıştır. Yer
altını, dünyayı, gökleri, doğumu, ölümü ve yeniden üremeyi, aşkı ve savaşı,
mevsimleri, bütün yaşayan ve büyüyen varlıkları, ayın döngüsünü yönetir. Yeşil
Tara onun doğal görüntüsüdür. Tip olarak ince yapılı beyaz tenli, altın saçlı,
mavi gözlü güzel bir kadın olarak görünür. Kızıl, siyah, koyu mavi olarak göründüğü
de olur. Hayvanları domuz, kısrak( dişi at), baykuş ve kuzgun (leş karkası)dır.
Ruhsal şekillenmenin tanrıçasıdır. Tara’ya ibadet edildiği
zaman düşüncelerinin onun aklından, sözlerinizin onun ilahiliğinden
işittikleriniz olduğunu ve bedeninin yeşil ışıktan olmasıyla tanırsınız.
Havanın her molekülü onun ilahi enerjisidir, uzandığınızda başınız onun
kucağındadır.
Uma;
Altın Tanrıça,Işık ve güzellikle kişileştirilmiştir.
Dağların anası, yoga çileciliğinin patronu, Kali tacının görünüşü, aka Prişni, Karanlık
Mevsimin anasıdır. Göklerin kızıdır. Ölümün anasıdır.
Amrita; Sanskritçe Iast; Amrta veya Amata
şeklindedir. Edebi olarak anlamı “ölümsüzlük” demektir. Metinlerde “nektar”
olarak tanımlanır. Amrita Grek dilinde “ambrosia” ile eş anlamlıdır. Kelime
anlamı olarak tanrıların ölümsüzlük kazanmak için içtikleri içkidir. Kelimesinin
en eski hali Rigveda’da “Soma olarak geçer. Devalarda, devlere ölümsüzlük
bahşettiği için içildiği anlatılır.
Bazen, Hindu tanrılarının heykellerinin vücutlarından
aşağıya mucizevi şekilde aktığına
inanılır. Bilinen ballı, şekerli su değildir ama tat veren bir sudur.
Dilimize Çeviren
Alaeddin Yavuz
CAN DİNİ, JAİNİSM
-(Jainism- ˈdʒeɪnɪzəm/' Sanskrit: जैनधर्म – Jainadharma, Tamil
: சமணம் - Samaṇam/Cincilik)-
|
Hindistan Mayadevi Can tapınağı |
İngilizce dilinden yapılan çeviriler nedeniyle birçok çevirmen arkadaş aslına
sadık kalmak için bu din hakkında Jainism kelimesi, “Caynizm” olarak
okunduğundan bu adı “Caynacılık” diye yazmaktadırlar. Çünkü İngiliz dilinde
dilimizdeki “A” sesi yoktur. Bu yüzden dilimizdeki ve Hindu dilindeki “A”
sesini verebilmek için mecburen “İ” (Ay okunur) harfi koymaktadırlar. Aksi
halde kelime “CEYNİZM” okunur o da kelimenin gerçek ses anlamını
vermeyeceğinden anlamsız olur.
Oysa işin gerçeği bu kelime adını Arapça “Cım, Elif, Nun" harfleriyle
yazılan “Cann” kelimesinden alır ve Arap dilinde de “Cin” okunan bu kelime
dilimizde çok bilinen cinden başka bir şey değildir.
Hintliler ve İranlılar bu varlıkları aynı Türkçedeki “A” sesiyle “Cann” olarak
çift “n” ile söylemektedirler. Türkçemize de Farsçadan “Can” olarak geçmiştir.
Ayrıca ruh ve sevgili anlamını taşır. İngilizce John (Can sesi verir- Yahya
demektir), Fransızca Jan’dır.
Bu konuyu Elmalılı Hamdi Yazır Kuran tefsirinde, Cin, Şaffat gibi içinde cinden
bahsedilen surelerde açıkça belirtmiştir. Bu nedenle bu dine “Cincilik” dememde
bir sakınca görmüyorum. Öte yandan, Hindu, Brahman, İran, Sümer, Babil, Asur,
Mısır, Grek dinlerinin de temelinde Cin/Şeytan tanrı kültü yatmaktadır ve bütün
bu kavimlerin tanrılarının hepsi bu cinler ve şeytanlardır. Tevrat’ta da
(Yaratılış/Genesis 6:4) bu göksel kavim halkına “Nefiller” denir. Bunların
göksel savaşçı kahramanlar olduğu aynı ayette yazılır. Yani hepsi “Fatihtir” ve
Jain/Fatih/ cindir.
|
70 metre boyundaki Can/Cinlerinden birisi
Şravanabelagula
|
Hindistan’da yaklaşık 3000 yıldır böyle bir kültür ya da din olacakta, güney
Asya’dan yani Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan, Uygur/ Sincan, İran
yaylaları ve Himalaya bölgelerinden Hindistan’da Babür İmparatorluğuna kadar bu
toplumlarla iç içe binlerce yıl yaşadıktan sonra buralara gelen biz Anadolu
Türkleri bundan haberdar olmayacak. Böyle bir şey düşünülemez bile.
Cincilik, cinci hocalardan muska yazma, büyü yapmaya kadar ruhumuza işlemiş bir
kültürdür. Alevilikten Sünniliğe, Yahudilikten İslam’a bütün Ortadoğu
dinlerinde bu felsefe açıkça kendisini göstermektedir.
Cincilik inancı, tabiatta yaşayan her şeye karşı tecavüzkâr olmamayı emreden
bir Hint dinidir. Felsefesi, ruhsal bilince/ özgürlüğe/ tanrısal bilgiye
kavuşmak için insanın kendi çabasıyla ruhunu eğitmeye, yüceltmeye sevk eden
öğretiyi vurgulamaktır. Her insanın ruhu, Jina/ Cin (Fatih) adlı üstün bir
varlık ve iç düşmanları tarafından işgal edilmiştir. Mükemmel hale gelmiş ruh
Siddha adını alır. Caynacılık/Cincilik eski metinlere shramana dharma (Şramana
Darma- Öz güven) veya niganthas (nefret veya bağlanmama) yoluna atıf
yapmaktadır.
Cinci müritlere Şravaka/dinleyici denir. Dini toplum dört temel sınıftan
oluşur. Bunlar, rahipler, rahibeler, mürit erkekler ve kadınlardır.
Bu inanca göre varlıklar üç sınıfa ayrılırlar;
Henüz gelişmemiş olanlar, gelişmekte olanlar ve tekrar doğuş sürecinden
kurtulmuş özgür hale gelenler yani Nirvana’ya ulaşanlardır.
Evren hakkındaki gerçekleri ilk fark eden ve kavrayanın yani inancı kuranın
Lord/tanrı/bey Rişabba olduğu ileri sürülür ve yaşadığı zaman hakkında bilgi
yoktur. Onu Lord/bey Parşava (M.Ö.877-777) ve Vardhaman Mahavira (M.Ö.599-527)
takip etmiştir. Mahavira’nın bu dinin kurucusu olduğu, Benares’te doğduğu, otuz
yaşına geldiğinde evini, ailesini terk ederek kendisini dünyevi istek ve
arzulardan soyutlayarak dini yaşantısına başladığı,72 yaşında Bihar’da öldüğü
ileri sürülür. Onun ölümü Nirvana’ya kavuşması olarak kabul gördüğünden
Cincilerin takvimi de onun ölüm günü kabul edilmiştir.
Mahavira’nın ölümünden iki yüz yıl sonra Hindistan’ın batısı ve güneyinde de
yayılması ondan iki mezhebin doğmasına neden olmuştur. Bu tarikatlar,
Şvetambaralar (Beyaz giyinenler) ve Digambaralar/ Göğü Giyinenler (Çıplaklar)
adlarını almışlardır.
Bazı tarihçiler Cinciliğin M.Ö. 9.yy. veya 6.yy. da ortaya çıktığını
savunmalarına rağmen, Cin inancı Cinciliğin daima olduğunu ve her zaman
olacağını öğretir. Varsayımlara göre öncelikle, İndus Vadisi Medeniyetinin bir
tufanla yıkılmasının ardından Hindistan içine yapılan Hint/Aryan göçlerinin
getirdiği ruhani yansımanın ürünü olabileceği gibi çeşitli Hindu mezheplerinin
bir ürünü de olması muhtemeldir. Bazı âlimlere göre de Şramana öğretisi, tarihi
Vedalara dayanan dinin dindar Hint/ Aryanlarca çıkarılmış ayrı çağdaş bir
uygulamasıdır. Günümüz dünyasında Cinciler, Hindistan’da 4.2. milyon gibi küçük
bir azınlıktan oluşurlar. Avustralya, uzak doğu, batı Avrupa ve kuzey
Amerika’da göçmen topluluklar arasında gittikçe yayılmaktadır.
|
Bu cinlere ibadet şekillerinden ayak ibadeti |
Cinciler, ülkedeki en eski Cinci kütüphanelerine ve en yüksek derecede, en eski
dini gelenekleri olan dindar topluma ve din ulemalarına sahiptirler.
a-Temel İlkeleri;
Cincilik, bireyin kendi aklı ve özgüveni ile yemin (Sanskritçe-व्रत, vrata)
ederek, kişinin kendi ruhsal gelişimini tamamlayabileceğini öğütlerler.
Cinciliğin üç mükemmel (mücevher) İlkesi;
1-Doğru görüş (Samyak Derşane/Darshana)
2-Doğru Bilgi (Samyak Gyana)
3-Doğru amel (Samyak Çaritra/Charitra)
Bunlar, doğum ve ölüm çemberinden başlayarak devam eden yolu sağlarlar. Ruh
dünyevi bağlarından bütünüyle sıyrıldığı zaman, ilahi bilince ulaşır.
Cinciler, evreni yaratmak, korumak ve yasalar koymakla mükellef “yaratıcı bir
tanrı” olduğuna inanmazlar. Evren bir düzenleyiciye ihtiyaç duymadan kendi
doğal kuralları içinde hareket eder ve değişir. Cinciler, evrenin dünyadan
başka yerlerinde yaşam olabileceğine inanırlar. Cinciler, suda, havada, çamurda
yaşayan mikroorganizmaları da içeren geniş bir sınıflandırmaya sahiptirler.
Beş temel ilkeye uyularak en ufak yaşam biçimine sahip canlılara en küçük zarar
verilmemesinin en temel ilkeleri olduğunu öğütlerler.
Cinciler, takip eden, konuşma, davranış ve Mahavrata (Büyük yemin) ilkelerine
uyularak nihai özgürlüğe/azad oluşa ve aydınlanmaya ulaşılabileceğine
inanırlar.
Bunlar;
|
Ahimsa sembolü |
1-Ahimsa (Tecavüz yok)- Hiçbir canlıya zarar vermemeyi öğretir. Öteki yeminlerden
kaynaklanan en temel yemindir. En küçük bir varlığa en küçük bir zarar verecek
veya zarar vermeyi düşündürecek davranıştan uzak durmayı emreder. “Tecavüz yok”
ilkesi çoğunlukla, ”Öldürmeyeceksin” ilkesiyle karıştırılırsa da kelimenin
anlamı bunun daha da ötesindedir.
Bu ilke, yaşayan herhangi bir varlığı doğrudan veya dolaylı olarak veya
başkalarının aracılığıyla asla incitmemeyi ve zarar vermemeyi öğütler. Hatta
bulunulan bir oda içinde bile başkalarını incitecek en ufak bir sözden ve
düşünceden bile kaçınmayı öğütler. Öğreti, başkalarının fikirlerine saygılı
olmayı, onlara hürmet göstermeyi de içerir. (Mutlakiyetçilik/Saltçılık yoktur,
başkalarının da görüşleri kabul edilebilir.)
2-Satya (Doğruculuk/Gerçekçilik)- Daima doğruyu, gerçeği zarar vermeyecek bir
şekilde söylemek gerekir. Doğruyu konuşan birisi bir anne, bir öğretmen gibi
saygıdeğer, bir akraba gibi herkese yakındır. Karmaşa/ kargaşanın olmadığı
zamanlarda bütün öteki ilkelerin bağlı olduğu “tecavüz yok” ilkesine önem
verilmelidir. Örnek olarak “doğruyu söylediğinizde bir tecavüze sebep
olacaksanız” sessiz kalmak mükemmeldir.
3- Asteya (Çalma!); Gönüllü olarak size verilmeyen bir şeyi almayınız. Birisine
ait olan bir malı kesinlikle öbürlerinin almaması şarttır. Kişi, onuruyla
kazandığına razı olmalı, onunla tatmin olmalıdır. Maddi anlamda zengin olmak
için, başkalarına ait bir şeyi almak ya da onları sömürmeye yönelik veya
hırsızlık olarak algılanabilecek en ufak bir teşebbüste bulunulmamalıdır. Bu
ilkeye rehberlik edecek bazı kurallar;
a-İnsanlara emeğinizin veya ürününüzün en iyisini veriniz!
b-Size sunulmayan bir şeyi asla almayınız!
c-Başkaları tarafından düşürülmüş, unutulmuş bir şeyi asla almayınız!
d-Fiyatları değerinin altında tespit edilmiş kelepir görünen hiçbir şeyi satın
almayınız! (Yasa dışı işlerle kazanılmış, çalıntı, dolandırıcılık sayesinde
elde edilmiş olabilirler.)
Brahmacharya (Brahmaçarya- Bekarlık); Cinsel arzuların akıl yoluyla denetim
altında tutulmasıdır. Bu yeminin temel ilkesi zevke dayalı zaafları denetim
altında tutarak boşa zaman harcamayı önlemektir. Bu yemine göre bir insan
evinde kendi eşinden başkasıyla cinsel/duygusal ilişkiden kaçınmalıdır. Cinci
rahip ve rahibeleri kesinlikle her türlü cinsel ilişkiden kaçınırlar.
|
Beş temel ilkenin sembolü |
Aparigraha (Mülkiyet/maddecilik yok); Maddi olan şeylerden ve insanlardan
kopmaktır. Bir nesneye sahip olmak o nesneye sahip olmaktan çok, ona
bağlanmayı, o nesneye tabi olmayı getirir.
Aile reisi için “mülkiyet yok” ilkesi o nesneye “bağlanmadan” sahip olmaktır,
çünkü “sahip olmak” yanıltıcı bir kavramdır. Yaşam gerçeğinde değişim sabittir,
bu gün sizin olan gelecekte başkasının malı olabilir. Aile reisi görevlerini
yerine getirirken sahip olduklarına bağlanmamalı, sevmemeli ve onların bir
emanetçisi olduğunu düşünmelidir.
Rahip ve rahibeler ise bütün mülkiyet, ev ve aile ilişkilerinden vazgeçmelidir.
Cinciler, ezeli ve ebedi olmayan evreni, doğanın sonsuz yasalarının tuttuğuna
inanırlar. Her nasılsa o dairevi değişiklikleri üstlenir. Evrenimiz, yaşayan
(Jiva) ve yaşamı olmayan (Ajiva) iki türlü varlık tarafından işgal edilmiştir.
Samsarin/ruh, zaman yolculuğu sırasında çeşitli biçimlerde şekillenir.
Samsarin, İnsan, yarı insan, üstün insan (super human) cehennem varlıkları
olmak üzere dört ruh halindedir...
b-ÇEKİRDEK İNANÇLAR;
Her yaşayan varlığın ruhu vardır.
Her ruh, yaratılış itibarıyla tanrısaldır, algılama, mutluluk (Karma tarafından
maskelidir) , kuvvet gibi sonsuz bilgilere sahiptir.
Bu yüzden yaşayan hiçbir varlığı incitmemeli, nazik olmalı ve onlara kendimize
davranılmasını istediğimiz gibi davranmalıyız.
Her ruh kendi karmasına göre, insan, yarı insan, üstün insan ve cehennemi bir
varlık olarak doğar.
Her ruh, burada veya ahrette kendi yaşamının mimarıdır.
Karmadan beslenen bir ruh, sonsuz bilgiyi, idraki, gücü, ve mutluluğu tecrübe
edinerek ilahi bilince ulaşabilir ve özgür olabilir.
Cinciliğin üç temel mücevheri olan “Doğru görüş”, “Doğru bilgi”, “doğru amel”,
gerçekçiliğin yolunu temin eder. Yok edici, koruyucu, sahip olan üstün bir
ilahi yaratıcı yoktur. Evren, kendi kendisini düzenler ve her ruh kendi
gayretleriyle ilahi bilinçlenmeyi (Siddha/Sidda) yerine getirecek güce
sahiptir.
Namokar Mantra Cincilikte ibadetin temelidir ve günün her vaktinde ezbere
okunabilir. İbadet Mantra’nın ezbere okunmasıyla ve bütün rahip ve rahibelerin,
öğretmenlerin ruhlarına, ruhani önderlerin (Acharyas/Açaryalar), yeniden
doğmaktan muaf olmuş (Siddha’ların) ruhların ve halen insan biçiminde olan
özgür ruhların önünde eğilerek yapılır . Bu temel ibadette, Cinci inanlı
kendisi için asla maddi bir çıkar, iyilik için dua edemez. Mantra, ruhi
bakımdan çok ileri seviyelere gelmiş varlıklara derin saygı göstermeye ve kolay
jestler yapanlara hizmet eder. Mantra bir de Moksa/Nirvana’ya (Sonsuz Evren)
ulaşma amacında en üst düzeye gelmeyi inanlılarına hatırlatır.
Cinciler, kendi iç hazlarını ve ilahi bilinçliliklerini işgal etmiş olan ve
kutsal kitaplarını çalışan bu özgür ruhlar olan Jinalar, Arihantlar ve
Tirthankaras/ Törtankarasların ikonlarına (resimlerine) ibadet ederler.
Cincilik, Törtankara’nın sağlığına bakan /hizmet eden göksel ruhların
kudretlerinin varlığını da bildirir. Bunlar, genellikle erkek (Yaksha/Yakşa) ve
dişi (yakshin/yakşin) adlarıyla bilinen Cinler/Jinas adı verilen koruyucu tanrı
çiftler olarak bulunmaktadırlar. Bunlar insanüstü/supernatural güçlere sahip
varlıklar olsa bile öteki insan ruhları gibi doğum, ölüm çemberi içinde dolaşan
varlıklardır. İnsanlar fazladan bunlara da ibadet ederler.
Cincilikte temel Karma kavramı sözel ve fizik manada ve düşüncede icra edilen
(olumlu-olumsuz) faaliyetler ile sevgisizlik/ilgisizlik veya düşkünlük yüzünden
tepki göstermektir.
Sıfır yerçekimi olan bir çevreye bir elma düştüğünde uzay aracının yeryüzünün
etrafında dönmesi gibi dönecek, yerinde yüzecektir. Benzer olarak birisi içinde
ilgisizlik veya düşkünlük olmadan bir karmaya rast geldiğinde onun ruhuna bir
zararı olmayacaktır.
Karmalar, ruhun doğasını zorlayan “İmha Edici Karmalar” ve ruhun ikamet ettiği
bedeni etkileyen “Yıkıcı olmayan Karmalar” olarak iki gruba ayrılırlar. Yıkıcı
karmalar bedenin içine girdikçe değişik şekillerde insan acı çekmeyi tecrübe
eder.
Cin cemaati ve kutsal kitapları içeri toplanmış karmalardan kurtulmayı olduğu
kadar onların içeriye girmesini de durdurmanın yolunu açıklar.
c-KARMADAN (Nirjara) SIYRILMAK
Cincilik, ruh tarafından biriktirilen karmalardan (Nirjara) sıyrılmak için iki
esas yöntem önerir.
Edilgen/pasif yöntem;
Zamanın akışı içinde tecrübe ettiğimiz, iyi, geçmişteki karmaları/kötü şeyleri
ağırbaşlılıkla karşılayarak kemale ermeye çalışmalıyız. Geçmiş karmaların (kötü
tecrübelerin) meyveleri, bağlılık, kızgınlık şeklinde alınmışsa ruh yeni
karmalar almış demektir. Ruh, hangi karmanın meyvelerini vereceğini peşinen
bilemez. Bu yüzden kişi her şartta ağırbaşlılığı denemelidir.
Etken/aktif yöntem;
Karmaların ürettiği etkileri azaltmak, kemale ermeyi hızlandırmak için af
dileme/kefaret ödemek gibi dahili ve harici yaptırımlar uygulanmalıdır. Bu ruhu
şartlara hazırlamak ve kişiye daima uyanık kalmayı hatırlatmak için önerilen en
iyi yaklaşımdır.
Cincilerin terbiye yöntemleri iki gruba ayrılır. Ruhi tasarruflar ve bedeni
tasarruflar.
Ruhsal/dâhili tasarruflar;
1-Günaha sokan işlerden kaçınmak,
2- Kişinin toplumdaki konumunu, gücün zenginliğini, aklını, zenginliğini
kıyaslayarak bilmesine rağmen alçak gönüllü ve kibar olmayı ilke edinmesidir.
Yani böbürlenmemek, aşağılamamak, kendine davranılmasını isteği gibi
başkalarına davranmaktır.
|
Göğü giyinen Digambara. Bizde "Çıplak" olarak bilinirler
Evliya Çelebi'nin anılarında ve İslam öncesi çağlarda
her yerde yaygındılar.
|
3- Özellikler rahip ve rahibelere, yaşlılara, yapılan iyiliği geri
döndürmeyecek zayıf ruhlulara da hizmet edilmelidir.
4-Özellikle, açgözlülük, aldatmak, kandırmak, bencillik ve kızgınlıktan,
öfkeden ve şehevi duyguları yenmelidir.
5-Meditasyon yapılmalıdır.
Bedeni/Harici tasarruflar;
1-Oruç tutmak,
2-Olağan bir insanın yediğinden az yemek,
3-Kuvvet verici ve azdırıcı yiyeceklerden kaçınmak,
4-Bencilce duygulardan kurtulmak için yardım aramak veya arayanlara yardım
etmek ile alçakgönüllülük ve şükretme daima yapılmalıdır.
5-Yalnız kalmalı ve kendi ruh halini gözden geçirmelidir.
6-Bedenin ihtiyaçları konusunda uzmanlaşmalıdır.
Heykeller Cinciliğin iki kurucusunu temsil etmektedir. Soldaki Rishabha
(Rişaba) 24 törtsankara’nın ilkidir. Sağdaki Mahavira, dinin felsefi sistemini
yenileyen ve sağlamlaştıran 24 Tirtsankara’nın sonuncusudur.
Yaşamın amacı, bedeni (fiziki) ve akli arınmanın sağlanabilmesi için karmanın
olumsuz etkilerini yapmamaktır. Bu doğal, büyük iç huzurun sağlanmasının
eşliğinde özgürlüğe gidiştir. Ruhun adının Sanskritçe Pali dilince “Jina
(Cina)/ Fatih” olmasının sebebi, ruhun özgürlüğünü kendi gayreti ile elde
etmesindendir. Bir Cin müridi Cinaların /fatihlerin takipçisidir. Cinalar,
bütün yaşayan varlıkların yararına olduğu düşünülen yolun, sevgisizlikler ve
karma ile bağlı olan engellerden bütünüyle kopmuş özgürleşmiş, dharma’yı
(darma) keşfetmiş, ruhsal olarak ilerlemiş insanlardır. Cin müritleri,
“kolaylaştırıcı” olarak bilinen çok özel 24 Töğtankara cinlerinin /fatihinin
öğretilerini takip ederler.
Cin müritleri (Cinciler/Cinalar), gerçek yaşam darma bilgisinin, tarih boyunca
dairesel olarak çöküp canlandığına inanırlar.
Töğtsankaranın gerçek edebi anlamı “geçiş yolu/geçit inşaatçısı-
kolaylaştırıcı” demektir. Cinciler, arınmış olan bir ruhun dikkat ve sabırla
elde edilen bir emek ile sert akan bir nehri geçme sürecini akılla
kıyaslayabilirler. Geçit inşaatçısı/kolaylaştırıcı, nehri zaten geçtiği için
ötekileri sadece rehber olabilirler.
Cinci geleneği, zaman çarkı (kalaçakra) içindeki ilk töğtsankaranın alçalması
(avasarpini) olan Adinats da olarak bilinen Rişaba gibi tanımlamaktadır. 24.
Son töğtankara olan Mahavira (M.Ö.599-527) yılları arasında yaşamıştır.
23.töğtankara olan Parşva (M.Ö. 877-777) yılları arasında yaşamıştır. Son iki
töğtankara Parşva ve Mahavira varlıkları kaydedilmiş tarihi kişiliklerdir.
24 Töğtankara’nın tarihe göre (kronolojik) sıralamaları da şöyledir;
Rişaba (Rishabha), Acitnas (Ajitnath), Sambhayanath (Sambayanats),
Abinandannats, Sumatinats, Padmabraba, Suparşvanats, Çandrapraba, Puşpadanta
(Suvidinats), Şitalnats, Şreyansanats, Vasupucva, Vimalnats, Anantnats,
Darmanats, Şantinats, Kuntunats, Aranats, Malinats, Munisuvrata, Naminats,
Parşva, ve Mahavira.
Cinler, Kannada, ತೀರ್ಥಂಕರ Töğtsankara, Tamilce இறைவன, (Iraıvan) Ayrevan/ Erivan
ve Hintçe Bagvan (Bhagvân) adlarıyla saygı görmektedirler
|
Töğtsankara Cin'i |
Töğtankaralar, panteistik (tüm varlıkları tanrı sayma inancı) ya da politeistik
(Çok tanrıcılık) bir duygu değil fakat hepimizin içinde uyumakta olan kalitesi
tanrısal düzeyde olan uyanmış ruh olarak hürmet edilenlerdir.
Ruhlar dünyasının yollarında gidip gelen öteki ruhlara önderlik edip yardım
edebilecek Arihant haline ulaşarak bir töğtankara olabilecek sadece birkaç ruh
vardır. Töğtankaralardan ayrı olarak Cinciler Bahubali gibi özel Arihantlara da
ibadet ederler.
Gommateşvara olarak da bilinen Bahubali metinlerine göre, Podanpur kralı ve
Rişaba’nın yüzlerce oğullarından ikincisiydi. Bahubali’nin bir heykeli
Karnataka devletinde Hasan bölgesindeki Şravanabelagola’daydı. Şravanabelagola
Cinciler için kutsal bir hac yeridir. Heykelin ayaklarının yukarıyı gösterdiği
zamanda, biri göğün geniş boşluğuna karşı sadece azizi görür. Bahubali heykeli
yek pare kayadan oyulmuş, (55 feet) yaklaşık “16.5m” yüksekliğinde inşa
edilmiştir. Dev heykel M.S. 981’de Ganga kralı Ramçalla’nın bakanı
Çavundaraya’nın emriyle kazınmıştır.
e-Cin Kozmolojisi/ Evrendoğum/ Yaratılış Efsanesi;
Cin inancına göre evren asla yaratılmamıştır ve asla da yok olmayacaktır ne
de varlığı son bulacaktır. Bunun içindir ki bir açıdan bakıldığında Şasvat
(Shaswat-Ebedilik/Sonsuzluk) tır. Zaman çemberi içinde alçalan ve yükselen ruhi
dönemlerden geçmektedir ama başlangıcı ve sonu yoktur.
Diğer bir deyişle, evren/kainat, zaman çarkı içinde büyük aşama evreleri
içindeki hareket etmekte, değişmekte sabit değişiklikler içinde olacaktır.
Cin metinleri, evrenin sonsuz miktarda Civa (Jiva- yaşam gücü veya ruh) ve
Aciva (Ajiva- yaşamsız nesneler) ile dolu olduğunu iddia eder. Evrenin şekli
Cin inancında resimde gösterildiği gibi boydan boya uzanır şekilde
tanımlanmaktadır. Evrenin en tepesi “Sidda” (Siddha) haline erişmiş özgür
ruhlara aittir. Bu en üstteki ikamet, bir hilal ayın sınırlarının üstündedir.
Hilalin altı ise “Devalar” olarak da bilinen karmanın olumlu etkilerinden
hoşlanan güçlü ruhların ikamet ettiği (Deva Loka) cennettir.
Cin inancına göre tastamam “7” YEDİ CENNET” vardır. Karmanın olumlu etkisinin
tükenmesinden sonra sonuç olarak yeniden doğacak olan ruhun cennette geçireceği
hoş yaşam sınırlıdır.
|
Can dininde Yedi katlı cehennemin temsili |
Benzer olarak orta kısmın/ belin altı gibi tarif edilebilecek yer ise (Narka
Loka) cehennemdir.
Karmanın olumsuz etkilerinin sonuçlarıyla etkilenmiş olan her ruhun derecesine
göre gideceği ve azap çekeceği yedi cehennem vardır.
Ruhların derecelerine göre azap çekecekleri cehennemlerdeki azaplar da
farklıdır ve ceza arttıkça ışık ta düşmekte olduğundan, örneğin yedinci
cehennemde ışık yoktur.
Cehennemde çekilecek çileler de sınırlıdır ve günahkârlar için olan umut ışığı,
sahip oldukları karmanın olumsuz etkileri üzerlerinde hiç kalmadıktan sonra
evrenin bir başka yerinde yeniden doğacaklardır.
İnsan, hayvan, böcek, bitki ve mikroskopla görülebilecek küçük canlılar evrenin
orta yerinde ikamet etmektedirler. En üstün özgürleşme evrenin bu bölgesinde
olabilmektedir.
Cin inancında zaman çarkı Utsarpinis (gelişen, ilerleyen zaman çarkı) ve
Avarsarpinis (gerileyen, düşen zaman çarkı) olarak ikiye ayrılır.
Utsarpinis ve Avasarpinis Kalaçakra (aynı zaman çarkı) içinde sürmektedir.
Her bir Utsarpinis ve Avsarpinis Aras olarak bilinen birbirine eşit olmayan
altı döneme bölünmüştür.
Utsarpinis’in yarım halkasında, ırk, gelişme, mutluluk, güç, sağlık ve din
konusunda “ en kötüden en iyiye” doğru gelişme gösterir ve süreç bittikçe döngü
yeniden başlar.
Avasarpinis’in yarım çemberinde de insan “en iyiden en kötüye” doğru bozulmayı
tecrübe eder. Cin inançlıları tamamen Avasarpinis’in beşinci Aras’ında
olduklarına inanırlar.
İlk ve son ikinci Aras sırasında, bilgi ve darma uygulaması insanlık arasında
çöküşe geçecek, üçüncü ve dördüncü Araslardayken ruhunu karmadan özgürlüğe
ulaştırmış, aydınlanmış insanların öğretileriyle tekrar ortaya çıkacaktır.
Geleneksel olarak evrenimizde ve bu zaman çarkı içinde Rişabaya gerçeği ilk kez
fark etmek için hürmet edilir. Mahavira, aydınlanmayı sürdüren (Vardhamana) son
(24.) töğtankaradır. Cin inancının bu doğrultudaki ilkelerini okumak için P.S.
Jaini tarafından yazılmış “The Jaina Path of Purification- Cin inancı yoluyla
Arınma” kısmını okuyabilirsiniz.
f-Gelenekler ve Uygulamalar;
Cinciler vejeteryandırlar yani etyemezler, sebzecidirler. Bitkilerin köklerini,
onların soylarını tüketir endişesiyle yemezler. Cin metinlerine göre bitkilerin
kökleri Nigodas adı verilen sonsuz sayıda mikroorganizmaları içermektedirler.
Cin darma takipçileri, gece olmadan evvel yemek yerler. İçindeki
mikroorganizmaların ölmelerini önlemek için, kullanacakları suyu önce bir güzel
süzdükten sonra suyu kaynatırlar veya bir şekilde kullanmaya başlarlar.
Ruhban olmayan kadın ve erkekler genellikle “tecavüz yok” ilkesine bağlı
kalarak, geçimi sağlama şartlarına tecavüz etmekten kaçınmaya ve bütünüyle
hayatı korumayı ve ona saygıyı gerektiren bir mesleği seçerler.
Cin ruhbanları, yalınayak yürüyerek, böcek ve daha küçük şeyleri öldürmekten
kaçınarak yerleri süpürürler.
Bütün yaşam cinlerce kutsanmış olsa da insan hayatı yaşam biçimlerinin en üstün
hali olduğu farz edilmektedir. Bu nedenle yaşamın kuralı olarak hiç kimseyi
hayal kırıklığına uğratmama ve asla zarar vermeme kabul edilmiştir.
Beş yemin gereğince Cin inananları kötü arzulardan kaçınarak merhameti
uygularlar. Onlar, Atma’nın (ruh) insanı parmatma’ya ( özgür ruh) yönelerek
özgürleştireceğini ve bunun da insanın içinden geleceğine inanırlar.
Cinciler, bütün ahimsalardan (tecavüz) kendilerini alıkorlar ve günahkâr
davranışlardan kaçınılmasını nasihat ederler.
Pratikraman (günahtan/haddi aşmaktan dönme) günahı itiraf etmek ve pişmanlık
duymaktır. Bu günlük yaşam içinde yapılmış, işlenmiş günahları, haddi aşmaları,
kötü düşünceleri bir daha yapmamayı öğrenmek için geriye bakma sürecidir.
Arkadaşlık ettiğin insanla olan ilişkilerinde onun işlediği kötülüklerin bir
kısmını kin tutmak için aklında saklamadan arkadaşlığı sürdürmek ve başkalarını
yanlış hatalarından dolayı bağışlamayı istemek bağışlamaktır.
Bu davranış cincilere, başkalarında kusur aramaktan kurtularak kendi kendini
gözlemleme, analiz etme, kedini ruhsal ilerlemesini sağlama ve kendi iç
gözlemini yapma alışkanlığı kazandırır.
Cinciler, Sankritçe anlamı “eşitlik” olan Samayika’ya bağlıdırlar. Bunun
uygulanmasında rahat ve sakin kalırlar. Bu onların Töğtankaraların öğretilerine
uyarken günah dolu işlerden en az 48 dakikalığına uzak kalmalarına yardım eder.
Mahatma Gandi, özellikle Şrimad Racçandra’nın rehberliğindeki barışçı, yaşamı
koruyucu ve dürüst Cin öğretisinden etkilendiğinden onu felsefesinin en başı
yapmıştır.
Cin inancı farklı mezheplere ayrılmıştır. Tarih içinde bir mezhep ötekinin
kurallarını ret etmeye yöneltilmiştir. Örnek olarak Digambaralar,
Svetambaraların ilkelerini kabul etmezler. Her ne kadar aralarında bazı farklı
inanç kavramları olsa da özünde ikisi de birbirinin aynısıdırlar. Her mezhep,
mutlakiyetçi olmayan (Anekantvad) gerçek duygularını bir esim içinde tamamlar
ve tek bir perspektif/ görünüş olarak ortaya getirir. Bu nedenle cincileri
kendi inançlarına bağlı kaldıkları kadar diğer inançlara da kendi inançlarını,
görüşlerini tamamlamak için saygı gösterirler.
Bütün mezhepler, Cin felsefesinin özü olan “Tecavüz etmeme, doğruculuk,
çalmama, bekârlık ve sahip olmama” ilkelerine fikir birliği içinde bağlıdırlar.
Cinciler, esas olarak iki temel mezhebe bölündüler adları Svetambra ve
Digambaradır. Cincilik, Töğtankara ibadetine uzanan farklı fikirler vardır.
Fiziksel olarak ibadet eder görünmezler ama karakter yapıları, erdemlerine
bağlılıkları, övgüleri imrenmeleriyle ibadet ederler.
Töğtankaralar rol modeli olarak kalırlar ve Stanakavasi ve Terepant mezhepleri
kesinlikle idol/puta tapınmayı ret eder. Her nasılsa Murtipujak ve Digambara
mezhepleri dua esnasında ruhsal yoğunlaşmayı sağlaması açısından önce idole/
puta bakarak düşünceleri yoğunlaştırmayı sağlamak için izin vermektedir. Özünde
puta taparlık yoktur.
Pasifizm;
İnsan veya insan olmasın bütün yaşam şekilleri Cin inancının merkezidir. İnsan
hayatı aydınlanmaya erişmek için nadir olan ve tek fırsattır. Bir insanı
öldürmek, işlenilen suçun ne olduğuna bakılmaksızın tasavvaur edilemeyecek
derecede iğrenç olarak tasavvur edilir. Bütün mezhep ve tarikatlarında,
rahibinden ruhban olmayanına kadar herkesin vejeteryan olmasını gerektiren bir
dindir. Racastan, Guacarat ve Karnataka gibi Hindistan’ın bazı bölgelerinde Cin
inancından kuvvetle etkilenildiğinden yöre Hindularının büyük çoğunluğu
vejeteryanlaşmıştır.
Meditasyon;
Cin Meditasyonu;
Cin metinleri, bilgiye ulaşma ve haberdar olma erdemine ulaşma tekniği olan
meditasyon üzerine cin metinleri yoğun rehberlik sunmaktadırlar. Kocaman bedeni
ve ruhi yararlar önermektedir.
Cin meditasyon teknikleri, Ratnatraya boyunca karmaya ait kısıtlamalardan
kendini bağımsız kılmasıyla nefret ve düşkünlükten meditasyon uygulayıcısını
ayrı kılarak yardım etmek olarak düzenlenmiştir.
Bunlar, “Doğru idrak”, “Doğru Bilgi” ve “Doğru davranış/ harekettir”. Cin
meditasyonu ruhu bütün engellerden tamamıyla kurtulmuş hale getirmeyi amaçlar.
Yani meditasyona başlayan kişi, kendini aklından geçen ve çevresinde olan
olaylardan soyutlayarak, bina yıkılsa duymayacak, organı kesilse hissetmeyecek
ruh haline girerek, tamamıyla yapmak istediği ibadete yöneltmeyi başardığında
meditasyona girilmiş olunur.
Bu olay Hz. Ali’nin ayak bileğine sağlanan okun çıkarılması için namaza durması
ve namazı bitirdiğinde ise okun çıkarılıp çıkarılmadığını sorması olayına
benzemektedir. Bu olay ile de Müslümanların kıldığı namazında gerçekte bir
meditasyon olduğunu görmüş oluyoruz.
Meditasyon kişinin arzularını denetlemesine ve idare etmesine büyük yardım
etmektedir. Üzerinde durulması gereken en önemli nokta, meditasyon uygulayan
kişi amaçlarını, eylemlerini ve davranışlarını iradesi altına alırken içinde
oluşan düşüncelerinin de kontrolü üzerine yoğunlaşmalıdır.
Bunlar, meditasyon sırasında sapmadan doğru istikamette kalmaya yardım eden
Anuprekhas veya Bavanaslardır. Lütfen Cin inancındakilerin, muhalif
görüştekilerin farklı tespitlerini de hesaba katmayı gerektiren yedi katlı
Syadvada yöntem bilimini uyguladıklarını ifade ederler.
Meditasyona dalmanın 12 şekli;
1-Geçicilik- Bu dünyada her şey dönüşüm ve değişikliğe tabiidir. Ruhun en üst
düzeyde özgürlüğünü ve kararlılığını sunan ruhsal değerleri elde etmek için
mücadeleye değer.
2-Koruma- Bu derin düşünceler altında biri, hastalık, ölüm ve yaşlılığa karşı
ne kadar çaresiz olduğunu düşünebilir. Azizlerin uygulamaları ve Arihantlar,
Siddaların yolunda tecavüzkâr olmama ilkesini takip etmeyi ihtiyaç hisseden
birisi bütünüyle özgür kalabilmeyi icra edebilir ve ruh ta kendisinin
kurtarıcısıdır. Güçlü ordularıyla, bilim insanlarıyla, en son ileri
teknolojileriyle önderler, kaçınılmaz bir son olan çöküş ve ölümden korunmayı
sağlayamazlar. Başarısızlık, aldanma gibi tecavüzkâr olmayan öteki şeylere sığınmaktan
kaçınılmalıdır.
3-Dünyevi Varlık- Bir yaşam biçiminden ötekine ruhun göç etmesi acı ve ızdırap
doludur. Ruhun bir beden biçiminden ötekine hareket ederken, doğum, büyüme,
yaşlanma ve ölüm çemberinden bağımsız kalabilmenin yanılsamasından çıkabilmesi
için daimi bir ilişkisi, bağı yoktur.
4-Ruhun Yalnızlığı- Ruh yalnızca karmanın olumlu ve olumsuz sonuçlarına
sahiptir. Bnezer düşünceler, kişinin kendi çabasıyla barışa ve bir arada yaşama
yönelmesi için mevcut karmalardan kurtulma çabalarını harekete geçirecektir.
5-Ruhun Ayrılığı-Bu derin düşünceler içinde birisi, ruhun öbür nesnelerden ve
yaşayan varlıklardan ayrı olduğunu düşünecektir. Mevcut vücudun ruha sahip
olmadığı bile düşünülebilir. Oysa o, faydalı bir yaşama sahip olabilmesi için
daha ileri bir aşamaya yöneltilmesinde önemli bir araçtır. Bunun içindir ki ruh
dünyevi nesnelere düşkünlük veya ilgisizliğini geliştirmemelidir.
6-Ruhun Kirliliği/Cenabetliği- Bu derin düşünceler içinde olan birisi, ruhun
saflığı ile tezat oluşturacak bedeni oluşturan elementleri kıyaslamayı
düşünebilir. Bu şekil yoğunlaşma, kişinin bedeninden ruhunu koparmasına yardım
eder.
7-Karmanın içe akması- Ruh daima, görmezden gelme, ilgisizlik ve düşkünlüğe
neden olan yeni karmaları cezbeden görme, işitme, dokunma, tatma ve koklamadan
ibaret beş temel duyudan hoşlanır ya da onlardan çeker. Bu derin düşünceye
dalma halini uygulamak ruha dikkatli olmayı hatırlatır.
8-Karmanın içe akmasını durdurma- Bu derin düşünce halinde olan biri,
sayıklayan, başı boş gezen bir aklı denetim altına almak için gerekli doğru
bilgisini geliştirmeyi, ilerletmeyi ve kötü düşünceleri durdurmayı düşünebilir.
9-Karmadan sıyrılmak- Bu düşünce halinde olan birisi, öncelikle içinde birikmiş
olan karmadan sıyrılmak için bazı iç ve dış tasarrufları uygulamayı
düşünebilir.
10-Evren- Evren, ruhlar, maddeler, hareketin ortası, hareketsizliğin ortası,
zaman ve boşluktan ibarettir. Evrenin doğasını ve yapısını düşünmek, asla sona
ermeyen değişikliklerden ruhun kurtulma amacına doğru çalışmasını, ebedi değişimleri,
dinamik bir karmaşıklığı anlamasına yardım eder.
11-Cin inancının üç mücevherini geliştirmedeki zorluklar-Doğru düşünce, Doğru
bilgi ve Doğru amel ilkelerini gerçekleştirmek için ruhun bu dünyada göçünü
sağlaması çok zordur. Bu, doktor veya avukat olmaya can atan birisinin bu
sıfata sahip olabilmesi için ilk, orta, lise, üniversite, doktora, mastır ve
staj gibi bir çok aşamalardan geçmeden sahip olamayacağının bilinmesi gibidir.
İnsanın ruhi konumu ve ilerlemesine bağlı olarak karşılaşılacak zorluklar da
farklı olacaktır. Yerinde çözümler üretebilmek ve zorluklar üstünde çalışmak,
kişiye ruhunu en üst düzeyde bağımsızlaştırma amacına uygun yolda sürekli
ilerlemesine yardımcı olacaktır.
12-Cin Darma uygulamasında zorluklar- Cin Darması aşağıdaki şekilde
tanımlanmıştır;
Hoşgörü ve merhamet
Alçakgönüllülük
Doğru sözlülük
Arınmışlık
Gerçekçilik
Akıl ve duyguları denetim altında tutmaya dayalı kendi kendini engelleme
Günahlar için bağışta bulunma
Feragat, el, etek çekme
Bir şeye düşkün veya ilgisiz-düşman olmama
Bekârlık (Günümüzde Katolik Rahipleri, Said-i Kürdi, Fethullah Gülen ve Devlet
Bahçeli gibi “bekârlık” çekenler vardır.)
Bu derin düşünce halinde bulunan bir meditasyon uygulayıcısı, dünyanın
elverişli ortamında, kendi yetenekleri ve şartlarına bağlı olarak zorluklar
karşısında çalışmayı düşünebilir.
Cin inananları, yürürlükte olan açık değer sistemini veya aşağıdaki dört
erdemin takip edilmesini düşünmeye teşvik edilebilir. Bunlar;
1-Huzur, sevgi ve herkesle arkadaşlık
2- Başkasının yaptıklarından zevk alma, saygı gösterme ve teşekkür etme
3-Acı çeken ruhlara karşı merhamet göstermek
4-Başkalarının yaptıkları işler, söyledikleri sözler ve düşünceler ile
karşılaşıldığında hoşgörü göstermek ve eşitlikçi olmak.
g-Manastır Düzeni/ Hayatı;
Cin Manastır Düzeni/Hayatı
Hindistan’da Açarya, Upadyaya ve Muni gibi kategorilere ayrılmış çeşitli Cin
rahipleri vardır.
Çileci öğrenciler, Digambara (Çıplak/Göğü giyinen) mezhebindeki Ksulaka ve
Aylaka adlarıyla bilinirler. Çileciler, Sadu (rahip) ve Sadvi (rahibe) olarak
iki sınıfa ayrılırlar. Mahavrataları, üç Guptisand’ı ve beş Samiti’yi
uygularlar.
Başlıca beş yeminleri (Mahavrata)
Tecavüz Etme (Ahimsa); Yaşayan herhangi bir varlığa zarar vermeye neden olacak
bir işi, sözü, düşünce olarak dahi aklından geçirmeme, tecavüz etmeme.
Doğruculuk (Satya) : Doğru, yararlı olan (hita), az ve öz (mita) olan ve hoşa
giden (priya)dir. Bir başka deyişle “zararsız gerçeği” konuşmaktır.
Çalma (Astey) : Sahibi tarafından gönüllü olarak verilmeyen hiç bir şeyi asla
almamaktır.
|
Svetambara /Beyaz giyen Can çilekeş rahipleri |
Cin rahip ve rahibeleri, doğumdan ölüme kadar, ruhlarının göç çemberinin sanki
son halkasındaymışçasına ömürlerini çilecilik /asceticism olarak bilinen
ibadetle geçirirler. Rahip ve rahibe olmayan kadın ve erkekler, sahip oldukları
yetenek ve şartlara bağlı olarak ettikleri beş yeminle sınırlı bir dini yaşam
tarzını takip ederler.
İffet (Brahmaçarya) : Cinsel arzulara izin vermeksizin vücudun ve aklın mutlak
saflığını/arılığını sağlamak.
Sahiplenmemek (Aparigraha): Çevremizdeki bütün nesnelerden, yerlerden, bütün
insanlardan hiç birine karşı iğrenme veya düşkünlükten kaçınmaktır.
Üç Tahdit/Kısıtlama (Gupti);
Aklın denetimi (Mangupti)
Sözün denetimi (Vaçangupti)
Bedenin denetimi (Kayagupti)
Beş Dikkat Edilecek Nokta (Samiti)
Yürürken dikkatli olmak (İrya Samiti)
İletişimde dikkatli olmak (Başa Samiti)
Yerken dikkatli olmak (Eşana Samiti)
Süpürge, testi gibi şeyleri alırken dikkatli olmak (Adan Nikşepan Samiti)
Yararsız vücut atıklarını imha ederken dikkatli olmak (Pratistsapan Samiti)
Digambara (Göğü giyinenler) rahipleri hiçbir giysi giymezler ve çıplaktırlar.
Bunlar “düşkün olmama” ilkesini uygularlar ve bu yüzden çamaşır giymezler.
Kadın ve kızlarının soyunmalarına izin vermezler.
Svetambara (Beyaz giyinenler) rahipleri ve rahibeleri beyaz çamaşırlar
giyerler. Svetambaralar, rahip ve rahibelerinin olabildiğince kendilerine bir
bağla bağlanmamış, basit, “dikişsiz beyaz” çamaşırlar giymeleri gerektiğine
inanırlar. Cin rahip ve rahibeleri yaya olarak seyahat ederler. Mekanik ulaşım
araçları kullanmazlar.
Digambaralar on bir yemini tutarlar. Digambara rahipleri bir şey yerken hiçbir
kap, çatal, kaşık gibi şeyler kullanmazlar ve oturarak avuçlarının içinde
yerler.
Günde sadece bir kez yerler.
h-Vejeteryanlık;
Cin Vejeteryanlığı;
Cin inananları sert bir vejeteryanlık uygularlar. Vejeteryanlık uygulaması,
“çalmama, birlikte yaşama ve paylaşma” ilkesine bağlı uygulamayı
gerçekleştirmenin bir aracıdır. Çalma temel ilkesi, kişinin, yetenekleri ve
içinde bulunduğu şartların isten ve beklentilerine bağlı olarak yerine
getirilen bir ilkedir.
Cin inancı, himsa/tecavüz derecelerinden bazılarına ulaşmamış birinin görevini
yerine getirmesinin imkansız olduğunu fakat, bu zafiyetini olabildiğince en aza
indirmeye de teşvik etmeyi bildirir.
Cin inancında, bir hayvanın öldürülmesiyle elde edilmiş bir deri ürününü
kullanmak kesinlikle yasaklanmıştır Cin inananları, patates, sarımsak, soğan,
havuç, turp, cassava- manyok (havuca benzer tropikal bitki), şalgam, tatlı
patates ve benzerleri olan “kök bitkilerini”, yaşam çemberlerinin sonuna
geldiklerinde öldürülerek soylarının tüketilmesini engellemek için tüketmezler.
İlaveten kök bitkileri toprakla birbirine bağlı olduklarından dolayı öteki
bitkilere nazaran daha çok mikroorganizma barındırmaktadırlar. Ama buna rağmen,
köksap/rizom, zerdeçal, zencefil gibi kurutulmuş kök bitki ürünlerini de
kullanırlar. Ayrıca bir Cin inananı, balkabağı, patlıcan gibi çok tohum içeren
bitkileri de yaşam biçimlerinin bir tohumu gibi algıladıklarından tüketmezler.
Ancak tohumlarının yüksek ısıda ve basınçta bile kolay ölmeyeceğine inandıkları
domatesi her nasılsa tüketirler.
Cinler mikrop bulaşması yüzünden geceleri de yiyecek tüketmezler. Cin
rahiplerinin çoğunun yemek tariflerinde patates ve bir tür muz olan sinir otu
yer almaktadır.
Bütün bunlardan ayrı olarak, on bir günlük sıkı bir diyet takip ederler. (Şukla
pakşa-yeni ayın on dördüncü gecesinde altı gün, dolunayın on dördüncü gecesinde
Krişna Pakşa’da beş gün). Bu günlerde yeşillik yemezler ve mutfaklarında bu
dönemde kesici, keskin nesneler bulundurmazlar.
Bu günler aşağıda sıralanmıştır;
1-Al Bij- “Samyag Darsan” ve aaradna için her iki ön dördüncü gecenin ikinci
günüdür.
2-Paçam-Agyiras ve Şukla Pakşa’nın beşinci, Purve Gyan’ın 14. Aaradna’nın her
iki on dördüncü, on birinci günleri,
3-Aatsam-Çaudas’ın her iki on dört gününün sekizinci günü, Punam-
dolunay&Amavas-Çaritranın aaradna için yeni ayın 14.günüdür. (Anlayana aşk
olsun!)
I-Oruç;
Cin Orucu;
Harici/dış tasarrufların uygulanmasında esas araçlardan birisi oruçtur. Vücudun
ihtiyaçlarının denetim altına alınmasına ve ruhun yükseltilmesi merkezinde
dikkati toplanmaya yardım eder. Bireyin yeteneklerini, hacmine ve direncine
bağlı olarak aşağıda sıralanan çeşitli oruç türleri vardır;
Bütün oruç- Bir dönem için yemek ve suyu tamamen bırakmak
Kısmi oruç- Açlıktan korunacak kadar, ihtiyacından az yemek
Vruti Sankşepa- Yenilecek yiyecek kalemlerinin sayısını sınırlamak
Rasa Parityaga- Sevilen yiyecekleri bırakmak
Oruç sırasında birey kendisini ibadet, azizlere (rahip ve rahibelere ve
yakınlarında olanlara) hizmet etmek, metinler okumak, meditasyon, doğru
seçilmiş alıcılara bağışta bulunmak gibi işlere kendisini daldırabilir. Cin
inananları, oruca başlamadan önce paçkaan olarak bilinen bir küçük yemin*
ederler. Kişi bu yemini etmekle orucu kötü bir şekilde uygulama ve bozmaktan
kaçınmak için yemin (niyet) eder.
*(İngilizce Vow, yemin etmek, aht etmek, adak, adamak demektir. Metinde de
yeminin “küçük” olduğuna dikkat edersek bu İslam Kültüründe karşılığı niyet
etmekle eş anlamlıdır.)
Cin inananlarının çoğu, bundan sonra bunlara kısaca “Cinler” diyelim, özel
zamanları olan bayramlar, (Parva olarak bilinir. Paryuşana ve Aştanikalar yılda
üç kez ortaya çıkan esas Parvaslardır.) ve kutsal (ay çemberinin 14. Ve 8.
Günleri) günleri süresince oruç tutarlar. Paryuşana mason yağmurları zamanında
bunların en öne çıkanlarıdır. (Svetambaralar 8 gün, Digambaralar 10 gün).
Paryuşana sırasında insanları çoğu sıkıntılara sebep olan Rahu ve Ketu
gezegenlerinin sakinleştiklerine, inananların kefaretlerini ödemelerine yardım
ettiklerine inandıklarından dolayı oruç tutarlar. Her nasıl oluyorsa Cinler,
yılın herhangi bir zamanında da oruç tutarlar. Oruç aynı zamanda Sapşta, Badda,
veya Nidatta karmalarından temizlenme yollarından biridir de. Oruca teşvik
etmenin çeşitlerinden birisi de Cinleri kendi iradelerini güçlendirmeye
yöneltmektir.
Bu dinde, Sallekana adlı, ölüme kadar süren kutsal oruç tek bir dini ayin de
vardır. Bu oruca başlayan kişi, olumsuz karmanın atılması, çıkarılması için
olabildiği kadarıyla, vakarla ve serinkanlılıkla hareket eder. Ölümün
yaklaştığından haberdar olan kişi dereceli olarak yemeden içmeden gönüllü
olarak kesilir ve bütün görevlerini yaptığını hisseder.
Bu tür ölüm şekline Santara/Samadi adı verilir. Vücudun içine yiyecek alınması
dereceli olarak düşürülerek yapılan bu oruç yaklaşık 12 yıl sürer. İnsanı
çekişmelere sürükleyen fani insan doğasının tecrübe edilmesinden haberdar olma
hali ile fazlaca ruhani ve güvenilir sayılır. Racastan’da bir avukat
Santara’nın yasa dışı sayılması için yüksek mahkemeye başvuruda bulundu. Cinler
bunun, bu dünyada işlerini bitirmiş ve ayrılmaya karar vermiş kişinin ruhsal
arınmasının ilanı olduğunu görüyorlar. Halbuki, bu seçim kadar büyük bir ruhi
çaba ve olgunluk gerektirmektedir.
Orucu Tamamlamanın Kuralları;
Bütün oruç tutmaya karar veren kişi, oruç dönemi süresince sadece kaynamış su
içmek dışında hiçbir şey yiyip içemez. İçilecek su, içindeki yaşayan bütün
mikroorganizmaların ölmesi, yeniden şekillenememesi ve oruç tutana zarar
vermemesi, himsanın etkisini azaltması için en az yirmi dakika kaynatılmalıdır.
Kaynatılmamış suya Saçet (hayat dolu), kaynamış suya da Turnedaçet (yaşamsız)
adı verilir. Kaynamış su sadece beş saat için “açet olarak kalır. Beş saat
dolmadan önce açet olan su tekrar açet kalması için oruç tutanın yararına 20 dakika
kaynatılır.
Bütün orucun farklı tiplerinin tamamlanmasının kişi tarafından idare edilmesi
aşağıdaki zorlayıcı adımların atılması gerekir:
Oruca Başlama; Oruç tutmaya niyet eden kişi özellikle Çauvihara niyet
etmelidir. Yani, Çauvira demek, önceki günün gün batımından en az 48 dakika
önce ve ertesi günün gün doğumundan 48 dakika sonraya kadar olan sürede hiçbir
şey yiyip içmeyeceğine dair niyet etmektir.
Oruç SırasındaYeme; Oruçluyken hiçbir şey yenilip içilemez. Halbuki, gün
doğumundan 48 dakika sonra ve gün batımından 48 dakika önce kaynamış su
içebilir.
Orucun Bitişi: Naukarsi, Porsi, Saad, Porsi, Parimudi v.b ye yemin ederek
orucun biteceği gün olan günde en erken gün doğumundan 48 dakika sonra orucunu
bozabilir.
Çauvihar Upvas, Çavuihar Çat, Çavuihar Attam, Çavuihar Attay vb. lerinde oruçlu
kişi kaynamış su dahil hiçbir şey yiyip içemez. Hiçbir şey yiyemez ve içemez.
Orucun başlaması ve bitişi süreci aşağıdaki gibidir;
Cin Oruç Türleri;
Maaskşaman: Bu tür orucu tutan kişi 30 gün boyunca hiçbir şey yiyip içemez.
Atthay: Bu tür orucu tutan kişi sekiz gün boyunca hiçbir şey yiyip içemez.
Orucun sekizinci gününde bu orucu tutan kişi düzenlenen bir törenle
başarısından dolayı kutlanır. Dokuzuncu gününde oruç durdurulur. Oruç tutanın
yakınları ve arkadaşları orucu açması için yardıma gelirler.
Tela Atham: Bu tür orucu tutan kişi üç günü boyunca bir şey yiyip içemez.
Çat: Bu tür orucu tutan kişi iki gün boyunca hiçbir şey yiyip içemez.
Upvas: Bu orucu tutan da bütün bir gün boyunca hiçbir şey yiyip içemez.
Çauvihar Upvas: Bu orucu tutan da bir gün boyunca bir şey yiyip içemez.
Varşitap: Bu oruç tutmanın en zor türlerinden birisidir, sıkı disiplin ve
ustalık gerektirir. Tanrı Rişbab’ın “400 gün yiyip içmeme hikâyesinden
kaynaklanır. Genelde, Varşitap’ın değişik şekilleri vardır ve insanlar gün
içinde yiyip içebilirler. Her değişik günde iki kez yiyip içebilirler ancak
takvimin bazı özel günlerinde orucu uzatmak zorundadırlar.
Ayambil: Kişi günde sadece bir tek çeşit yemek yiyebilir. Ayambil’de yeşil
sebzeler, süt ve süt ürünleri, (Yak sütünden yapılan yağlı süt türü Gii), yağ,
tuz (ikisi bir arada olamaz) yenilebilir.
Bu tür oruç senede iki kez gelen Mart/Nisan ve Ekim/Kasım aylarında Ayambil Olî
adı verilen dokuz günlük süre içinde tutulur.
Ekaşana: Kişi genellikle öğle yemeğinde olmak üzere bir kez yer. Yemek yiyen
kişi yere diz çökmüş halde, tepsi yerden yükseltilmiş (Yer sofrası dediğimiz
şekil) olmalıdır. Tepsi bir başka kap içinde de olabilir. Yemeğe başlayan kişi
yemeğini bitirmeden kalkamaz. Yemek sırasında tabağı yerinden oynayamaz sadece
çatal- kaşık gibi araçlar hareket edebilir. Tutulan oruçların her türünde,
yılın takvimindeki günlerin özelliğine göre gün batımına kadar değişen
zamanlarda yemek yiyebilir ve su içebilirler.
Beyaşna: Bu orucu
tutan, Ekaşna ve Beşana’da olduğu gibi sabah ve akşam olmak üzere iki kez yemek
yiyebilir.
Ulunodri Tap: Bu orucu tutan kişiye günde üç kez yemek yeme hakkı verilmiştir.
Ancak, en sevdiği yemeği listeden çıkarmak zorunda olduğu gibi midesinde boş yer
kalacak şekilde en az bir lokmalık boş yer bırakmak zorundadır.
j-İbadet ve Ayinler;
Cin Ayin ve Bayramları;
Her gün Cinlerin çoğu , Panç Namaskar Sutra, Panç Parmesti Sutra çeşitleriyle
bilinen Navakar Mantra evrensel ibadetlerini eğilip söyleyerek yaparlar.
Navakar Mantra, Cin inancında en temel ibadet olup günün her vaktinde ezbere
okunabilir. Bu Mantra’nın ezbere okunmasıyla yapılan ibadet, insan şeklindeki
Arihantas’ların, yeniden doğmaktan muaf olmuş Siddaların, ruhani önderleri
Açaryasların, öğretmenleri olan Upadyayasların ve Sarva Sadus adı verilen bütün
rahiplerin ve Sadvis adı verilen bütün rahibelerin özgürleşmiş ruhlarına
eğilerek saygı gösterilmesiyle yapılır.
Onları selamlarken, “Namo Namaha” denir, Cinler, onların yollarını takip etmek
için onların ruhlarından esinlenirler ve ruhlarını sıkan karmalardan bütünüyle
kurtulmaktan mutluluk duyarlar.
Bu ibadet, ruhi bakımdan ilerlemiş ve bütünüyle özgürleşmiş ruhlara derin saygı
göstermeye yarar.
Mantra, mürite en üstün amaç olan Mokşa ya da Nirvana’ya ulaşmayı hatırlatır.
Cinler, özgürleşmiş varlıkların bu metinlerini çalışarak, ilahi bilinçlenmeyi
sürdürürler, içlerini feth eden hazlara, Töğtankaraların, Arihanların ve
Cin/Fatihlerin ikonlarına ibadet ederler.
Cin inancı, Töğtankaraların iyi varlıklarına bakan Yakşa ve Yakşini adlı cennet
ruhlarının varlıklarını da bildirir. Çoğunlukla, koruyucu tanrılar olan erkek
Cinlerin(yakşa) ve dişi cinlerin (yakşini) ikonlarının etrafında çift olarak
bulunurlar.
Bu ruhların insan üstü özellikleri olsa bile doğum/ölüm çemberi içinde diğer
ruhlar gibi gezip durmaktadırlar. Zaman bittiğinde insanlar bu ruhlara da
ibadet ederler.
Cin ibadetinin ve duasının amacı, dünyevi değerlere insanı bağlayan bağları,
arzuları kırmak ve ruhun onlardan bağımsız olmasını sağlamaktır.
Cin ibadeti ve ayinlerinin içeriği;
Panç Kalyanak Pratişta; Töğtankaraların yaşamlarındaki beş kutlu kilometre taşı
sayılan olayları kutlamaktır.
Pratikramana: Günahlardan pişmanlık duymaktır.
Samayika: Düşkünlüğü veya Sevgisizliği/ilgisizliği azaltmak için meditasyon
yapmaktır.
Guru Vandana: Çaytya Vandana ve öteki sutralar çilecidirler.
Çileciler esas olarak iki gruba ayrılırlar;
Dravya Puca (metal nesnelerden sembolleri olanlar)
Bav Puca: (derin his ve meditasyon yapanlar)
İbadet sırasında yapılan maddi sunular çoğunlukla semboliktir ve sunanın
yararınadır. Sunun yapıldığı eylem sırasında akıl meditasyon halindedir.
İbadette sembolizm çok güçlüdür ve müridin Töğtankaraların ve Arihantasların
erdemleri üzerine yoğunlaşmasını kuvvetlendirir. Her şeyin ötesinde ibadet
maddi bir amaç beklentisi içinde yerine getirilmemektedir. Cin inananları
temizdirler, Cinler Mokşa’da, Sidda Loka’da Siddaların sürekli ikâmetgahlarında
kalırlar ve dünyadan bütünüyle arınmıştırlar. Cin inananları tapınaklarını
Töğtankaralara saygı gösterilen yerlerde inşa ederler. Ayinler, Töğtankaralara
sembolik nesnelerle yapılan sunular ve Töğtankaraları öven ilahiler okunarak
yapılır. Cin inancındaki bazı mezheplerde, felsefitartışmalar, metin okumalar
ve meditasyon üstüne yoğunlaşmalar dışında hemen hemen hiç ibadet yoktur.
İbadete Hazırlanma;
Vücudun temizlenmesi; İbadet öncesinde vücut yıkanılmalıdır. Temiz bir vücut
ibadet ruhuna erişmeyi kolaylaştırır. Bu kişinin karmaların sembolik
yıkanmasıdır.
Dalgınlık hali sürecinde yardım etmek için alın ve parmaktaki yüzüğün altı da
safran macunu veya sandal macunu konulmalıdır. Bu kulak memelerine, enseye ve
vücudun diğer tesire açık yerlerinde uygulanabilir.
Çamaşırlar: Sıradan, eskimiş olsalar da temiz yıkanmış olmalıdır. Geleneksel
olarak erkekler dikişsiz kumaştan (Dotis ve Kes. İslam’da İhram gibi.) yapılmış
elbise giymelidirler.
Aşta Prakari Puca (İbadetin Sekiz Sembolik Sunusu/Adağı);
Bu sekiz Puca aşağıya kronolojik olarak sıralanmıştır.
Cal Puca (Su)
Su, doğumu mücadeleyi ve ölümü, yaşam okyanusunu remz eder. Her yaşayan varlık,
doğum, yaşam, ölüm ve ızdırap çemberi boyunca sürekli seyahat eder. Bu ibadet
mümine,dürüst yaşamayı, gerçekçiliği ve yaşayan her varlığa merhameti
hatırlatır.
Çandan Puca (Kayık-Ağaç)
Sandal ağacı macunu doğru bilgiyi rem eder. Mümin, temizlikle değişik bakış
açılarından gerçekliği doğru dürüst bilgiyi uygun anlayışı yansıtır.
Puşpa Puca (Çiçek)
Çiçek doğru ameli/işi remz eder. Mümin amelinin, yaşayan bütün varlıkların
aralarında ayırım olmaksızın güzellikleri ve kokularını sağlayan bir çiçek gibi
olması gerektiğini hatırlar.
Derin Puca (Yağ Lambası)
Yağ lambasının alevi, arınmış bilinci ya da herhangi bir karma sınırlaması
olmayan bir ruhu remz eder. Mümine, özgürlüğe ulaşacakmış gibi beş esas
yeminini takip etmesi hatırlatılır.
Dup Puca (Tütsü)
Tütsü çubuğu, feragat etmeyi/ el etek çekmeyi remz eder. Kendi kendine yanarken
başkalarına koku verir. Bu da mümine, yaşarken başkalarına yararlı olmayı,
yüksek derecede özgürlüğe yönelmeti hatırlatır.
Akşat Puca (Pirinç)
Evde her gün kullanılan pirinci ekmekle pirinç bitkisi büyütülemez. Sembolik
olarak pirinç yeniden doğum demektir. Bu ibadet ile, mümin özgürlüğüne kavuşmak
için bu yaşamında bütün çabaları göstermek için uğraşır.
Fal Puca (Meyve-
tercihen Hindistan cevizi)
Mümine en yüce meyveye-Mokşa’ya ulaşacakmışçasına yaşayan bütün varlıklara
sevgi ve merhamet göstermeyi ve hiçbir karşılık beklemeden görevini yerine
getirmeyi hatırlatır.
Nayvedya Puca (Ev yapımı tatlılar, seker v.b.)
Bu ibadet ile, mümin düşkünlüklerinden kurtulmaya veya azaltmaya gayret eder.
k-Sembolizm/İşaretçilik/Remz etme
Cin Remzleri/İşaretleri;
İçinde tekerlek olan bir el resmi, Cin yemini “tecavüz yok” ilkesini, Ahimsa’yı
remz etmektedir. Ahimsa sözü “ortada” demektir. Tekerlek, gerçeği takip ederek
yeniden dirilmeyi durdurma hali olan Darmaçakra’yı temsil etmektedir.
Cin remzlerinin en kutsallarındandır. Bir Cin gamalı haçı, en üstteki üç
noktaya tepesindeki bir nokta eşlik eder. Öteki önemli işaret, elin avuç
içndeki tekerlekle birleşerek Ahimsa’yı temsil eder.
Öteki Cin İşaretleri;
24 Lançanas Töğtankaraları remz eder.
Triatna (Üç Şemsiye) ve Şrivatsa sembolü Cin dininin “üç mücevherl kuralına”
işaret eder.
Bir Töğtinkar’ın veya Çakravarti’Nin anne rüyaları.
Darmaçakra ve Sidda- Çakra
Sekiz Uğurlu İşaret (Asta Mangalas). Adları resimlerin içindedir;
Svastika- Gamalı Haç: Huzura, barışa ve iyi olmaya işarettir.
Şrivatsa: Cin müridinin göğsünün ortasında bulunur ve arınmış ruha işarettir.
Nandyavartya: Dokuz köşeli geniş gamalı haç.
Vardamanaka: Lambalar için kullanılan ortası çukurlaştırılmış düzlenmiş
topraktan kap, zenginliğin artmasını, Cin müridinin yapısına göre şöhrete
işaret eder.
Badrasana: Taht, günahlarından arınmış bir Cin’in ayapıyla kutsanmış olduğundan
uğurlu kabul edilir.
Kalaşa: Saf su ile doldurulmuş testi, akla ve bütünlüğe işarettir.
Minayıgula
Darpana: Ayna, temziliğinden dolayı karşısındakinin saf görüntüsünü yansıtır.
Cin dini Hint Vedik (Vedalara dayalı) dini olan Hindu dininin bir parçası
değildir. Eski Hindistan iki ayrı felsefi akıma sahipti. Şramana felsefe
okulları Cin hareketi yanlılarınca temsil edilmiştir ve Brahmana Vedik Puranik
okulları Vedanta Vaişnava ve öteki hareketlerce temsil edilmişlerdir.
Her iki akım da yan yana binlerce yıl birlikte birbirlerini etkileyerek
yaşadılar.
Hindu bilgini Lokmanya Tilak Cin dininin Hindu dinini etkileyerek Veda
ayinlerinde hayvan kurbanının durdurulmasını sağladığını belirterek güvenini
ifade etmiştir.
Bal Gangadar Tilak, Cinciliği Ahimsa’nın orjinalini yapanlar olarak tanımladı
ve Bombay Samaçar’da, Mumbai 10.December 1904:”Eski zamanlarda sayısız hayvan
kurban törenlerinde vahşice katledildi. Megaduta gibi kompozisyonlarda bu gibi
konularda yazılmış çok çeşitli metinler bulunmaktadır.
Swami Vivekananda Cin dininin Hint kültürünü etkileyerek dini toplantılarda
düzenlenen ayinlerde sayısız hayvanın vahşice katledildiği ve toplumun sırtında
bir yük olan bu geleneklerden kurtulmamızda Cincilerin yaptıkları kültür devriminin
çok büyük etkisi olduğunu ifade etmiştir.
Britanika Ansiklopedisinin Cincilik ve Hindu Dini Arasındaki İlişkiler,
hakkında yazdığı makalede “Cin dini Hindistan’da daima bağımsız kalmış bir
dindir. Halen Hindu dini Cin dininden edindiği birçok kavramları uyguladığını
belirtmiştir.
Budacılık, Hindu Dini ve Cin Dini Hindistan’ın en eski ayakta kalmış üç büyük
kültürüdür. Ancak Cin inancı bunların arasında bağımsız kalmayı başarabilmiş
tek dindir demektedir.
Dilimize Çeviren
Alaeddin Yavuz
Başvurulan Kaynaklar;
Helmuth von Glasenapp,Shridhar B. Shrotri. 1999. Jainism
Dundas, Paul. 2002. The Jains. P.12
Varni, Jinendra; Ed. Prof. Sagarmal Jain, Translated Justice T.K. Tukol and Dr.
Narendra Bhandari. Samaṇ Suttaṁ. New Delhi
Larson, Gerald James (1995) India’s Agony over religion SUNY Press
Joel Diederik Beversluis (2000) In: Sourcebook of the World's Religions: An
Interfaith Guide to Religion and Spirituality, New World Library : Novato, CA