"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

Brahmanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Brahmanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ocak 2016 Çarşamba

HİNDULUK, BRAHMANLIK, JAİNİSM/CAN DİNİ

HİNT KÜLTÜRÜ VE HİNDU DİNLERİNE BAKIŞ

Günümüz Afganistan, Pakistan ülkelerinden geçerek Hindistan üzerinden Hint okyanusuna dökülen İndus nehir vadisi Hindu dinine inananların büyük çoğunluğunun yaşadığı bölgedir. Avrupa ve Amerika’da yaşayan bir milyon kadar Hindu vardır. Dünyadaki Hinduların nüfusu yarım milyarın üzerindedir.
Hindu dini kökleri M.Ö. 2000’lere uzanır. Bu zaman içinde bölgede yaşamış öteki kavimlerin de dini kültürlerinden etkilenerek harman olmuş Hindu inancı farklılıkları içinde uyumlulaştırarak gelişmiştir.
İndus nehir medeniyeti
Sosyal, ekonomik ve sanat içerikli yönleri de barındıran din karmaşık görünmesine rağmen sürekliliği olan bir dindir. Mezhep olarak açıklanabilecek farklı düşünce, inanç dalları vardır.

En eski metinlerine Veda denir. Vedalar, İÖ. 1500’lerde kuzeybatıdan günümüz Keşmir ve çevresi bölgeye yerleşen Arilerin dinsel inançlarını açıklayan bu gün “ölü dil” olarak bilinen Sanskrit dilinde yazılmıştır.
Ariler çoğunluğu şimşek, ateş, su gibi doğa güçlerini temsil eden, şeytan ve cinlerden oluşan yılan- kertenkele kökenli çok sayıda tanrılara tapınmışlardır. Zamanla güçlendiklerinde işgal ettikleri kavimlerin de kültürlerini özümsemişler, kendi inançları içinde eritmişlerdir.
Hindu dininin çok sayıdaki kertenkele, yılan, fil veya başka şekilli cüce veya dev cin /şeytan tanrılarının en üstünde onlardan farklı hepsinden güçlü gerçek yaratıcı olan ama şeytan ve cin tanrıların da işlerine pek karışmayan, seyirci kalan bir ruh/ şeytan olan Brahman vardır.

Brahman her yerde, her şeyde olan, ker şeye geçebilen bir tür cin veya şeytandır. O her şeye hâkim ve ilk yaratıcı olduğundan insanın benliğinin onunla birleşebilmesinin üç yolu vardır;

1-Yaptığı işleri ona adamak,
2- Ona tapınmak ve her şeyi karşılıksız olarak sevmek ve sevgiyi her yöne yaymak,
3- Yalnız yaşamak ve günlerini ona ibadetle geçirmek, devamlı olarak yücelik içeren düşüncelerle
vaktini geçirmek. Sonuncu daha çok rahiplerin yaptığı işlerdendir ve bunu yapabilmek için meditasyona (dikkati istenilen yönde toplamak için yapılan bedeni ve akli eylemleri içerir) girmeyi kolaylaştıran Yoga’dan yararlanırlar.
Brahman

Bu inançta reenkarnasyon vardır. Yani bir Hindu’nun ruhu Brahma ile birleşinceye kadar sürekli yeniden doğar, ateş ve külden başlayarak yeryüzündeki bütün yaşam şekillerinde yaşar, hepsinden günahsız olarak geçerse en son inek olarak doğar. Bu yüzden Hindistan’da inekler “yeryüzünün günahsız yargıçları (hâkim) kabul edildiğinden kutsaldırlar. Bu yaşamında da günah işlemezlerse ruhları Nirvana’ya çıkar ve Brahma ile birleşir. Nirvana cennet değildir. Gökyüzünde sonsuz evreni içerir.
Bir insan dünya malına düşkünse öldüğünde ruhu bedenini ve malını terk etmez. Bazı mülklerdeki hayaletler bunlardır. Ruh malı ve bedeni bekler. Dünya yok olduğu gün ortaya çıkan enerji/ kuvvet ile ruh dağılır ve yok olur. Brahma ile bütünleşemez. Bu yüzden dünya malına düşkünlük yadırganır.
Ama bu inanış “kast/aristokrat” bir sınıfı da kurmuştur. Köle sınıfından doğan kişinin zengin olmak için hiçbir çabası olmaz. Kendine biçilmiş dini ibadet tarzını uygulayarak ömrünü geçirir. Zengin/ aristokrat sınıftansa herkes onun zenginliğine ve verdiği talimatlara gönüllü olarak uyar.

 Din bir yanda dünya malına düşkünlüğü yadırgarken öte yandan “sınıf ayrımını” barındırdığından kendi içinde çelişmektedir. Bu da tarih boyunca iç karışıklıklara sebep olmuştur.
Hindu tanrılarının en belirginleri Vişnu ve Şiva adlı cinlerdir. Kadın ve erkek vücudunun özelliklerini aynı anda barındıran İnsan şekilli olarak tasvir edilen bu tanrıların en sevdiği şey insanları yemek ve kanlarını içmektir. Bazen kendisine verilen kurbanları yeterli bulmaz ve saldırıya geçer. Kurbanları yeterli bulduğunda insanlara bereket bolluk verir. Vişnu ölümlü dev insan bedenine sahip bir tanrıdır. Bedeni öldüğünde yeniden bir başka bedende doğar, kötülere karşı savaşır ve insanları korur. (Aslında dünya onun çiftliği ve o çiftliğini koruyor.) Bazen yüce iyi kral Rama bazen de kutsal sığır çobanı ve yılan tanrıları eğlendirmek için dans eden bebek Krişna olarak doğar.
Şiva, “Yok edici Şiva” olarak bilinir. Doğanın bütün güçlerini temsil eder. Tevrat’ın kızgın ve kıskanç tanrısı Yahve’yi andırır. Yok edici güçlerinin olmasının yanında doğayı var eden güçlerin de temsilcisidir.

Onun sonsuz eylemlerini betimlemek için dans eden “dört kollu” insan şeklinde resmi ve heykeli yapılır. Şiva bazen belinde insan kafataslarından yapılmış bir çelenk, ağzından akan insan kanları ile resim ve heykellerde tasvir edilmiştir.
Karısı Parvati her şekle girebilen güçlere sahiptir ve her şekle bürünebilir. Şiva ve Parvati’ye tapınanlar hayvan kurban ederler.

Yok edici Şiva. Hilal, Kobra, İnek temsilleri
ile birlikte resmedilmiş.
Öne çıkan tanrılardan birisi de bilgi tanrısı Sarayswati ile kız kardeşi zenginlik tanrıçası Lakşmi’dir.

Zorlukları ve engelleri ortadan kaldıran tanrı olarak da fil başlı insan gövdeli Ganeşa’ya tapınılır. Hindistan’ın birçok yerinde bu tanrının heykellerine rastlanır.
Hindular belirli ırmakların kutsallığına da inanırlar. Bunların başında Ganj ırmağı gelir. Kıyısında bulunan Varanasi kentine hacı olmak için gelen Hindular bu ırmakta yıkanırlar. Burada ölmek ve yakılmak, küllerinin bu nehre savrulması her Hindu’nun hayalidir. Her canlının ruhu olduğu inancına sahiptirler. En kutsal hayvanları yukarıda geçtiği gibi inektir. Öteki kutsal saydıkları hayvanlar sırasıyla;  Eşek, yılan, fil, boğa, at, manda, köpek ve fare gelir.

Bu hayvanların ya bu bedene girmiş tanrı veya öteki tanrıların habercileri olduklarına inanılır. Günümüzde Avrupa’da birçok Ari kökenli Hıristiyan’ın evlerinde fare beslemelerinin nedeni inançlarının Hindu kökenlerine dayanmaktadır. Kartal, tavus kuşu, horoz, şahin gibi bazı kuş türleri de kutsal sayılmaktadır.
Hindu edebiyatının esasını eski Hindu dini kitapları oluşturur. Veda’laradan başka eski öykülerden oluşan Puranalar da vardır. İlk destanlar M.Ö. 1500’lerde ortaya çıkmıştır. Bunların başında 96.000 dizeden oluşan Ramayana  ve 220.000 dizeden oluşan Mahabbarata destanları gelir.

Dini olmayan eserler arasında en ünlüleri Paçantara masallarıdır. Tamamen “hayvanlara insan karakteri verilerek konuşturulmalarından” oluşan fabllerden oluşur. Eski İran şahları bunların bir kısmını kendi dillerine çevirterek değişik adlar altında saraylarda eğitim amacıyla kullanmışlardır. Yakın çağlarda İran şahları bu kitabı M.Ö. 200’lerde Hümayunname  (Şahname- Şah’a mektup.) adıyla yayınlamışlardır. Farsça’dan Arapçaya İslam dini esaslarına göre düzeltmeler yapılarak çevrilmiş olan kitap dilimizde  “Kel ile Dimne” adıyla yayınlanmıştır. La fontaine bu masallardan derlediklerini “kendisi uydurmuş gibi” yayınlayarak meşhur olmuştur.
Hin kültüründe Buda’nın dünyaya birçok gelişini anlatan 500 öyküden oluşan Cakatalar da çok bilinen eserlerdendir.(Kynk. Temel Britanica Ansiklopedisi.1992).

Hindu Dininde Cinler, Şeytanlar ve Kötü Ruhlar;
Hinduizm olarak da anılan Hindu dininde çeşitli sınıflara ayrılmış ruhlar, Vetalalar, Butalar ve Pişaçaslar olarak adlandırılan cinler ve şeytanlar vardır.
Aşuralar.
Rakshasas/ Rakşalalar ve Asuras/Aşuralar şeytanların en sık anılanlarıdır. Aslında Aşura Hint Rig Veda ilahilerinde iyi veya kötü olabilen insanüstü ruh demektir. Dil grubu olarak Hint dilindeki “s” harfinin eski İran dilindeki “h” harfiyle aynı kökten olması yüzünden Aşura, Ahura olarak okunur ve Zerdüştlerin göksel tek tanrısı olan Ahura Mazda’ya işaret eder.

Eski Hindu dini dininde Devalar ve Aşuralar Kasyapa adlı aynı babadan üvey kardeştirler, fakat devaların bazıları Varuna gibi olanları ise Aşura adıyla anılırlar. Ancak daha ileri dönemlerde Aşuralar ve hatta Rakşasalar “insan biçiminde çok güçlü kötü varlıklar” anlamında kullanılmaya başlanır. Aşura gibi sözlerin tümü, “Daitya (Anne Diti’nin oğulları), Rakşasa (korunana karşı zarar veren) yani şeytana karşılık gemektedir.

Vişnu, göksel inek, Parvati,
Fil kafalı çocuğu Ganişa
Aşuralar, özellikle Hindu üçlü tanrılarına ibadeti kabul ederler, Ravana ve Mahabati gibi Rakşasalar örnek dindarlardır. Aşuralar ile Devalar arasındaki anlaşmazlığın sebebi kolayca siyasidir. Devalar krallık içinde ölümsüzlük dâhil güçlerle donatılmışlardır, iktidarlarını tanrılarla birlikte sürdüreceklerdir. Asuralar, tanrılara sunularla, kefaretlerle güçlerini sürekli arttıracaklar ve devalara savaş açarak güçlerini koruyacaklardır.
61-Japon mitinde Aşuralar- Üstün yaratıklar ordusu.

Hıristiyan kavramına göre şeytan sevimsiz olsa da Aşuraların Karma çarkının dişlileri olmaları, kötülüğün kişinin kendi karmasının hareketlerine bağlanan değişmeyen gerçekliğine göre Brahman’ın sürekli bilgisizliğine yorulsa da Hindu dinine (Hinduizm) göre insanoğlundaki kötülüğü ve mutsuzluğu belirlemez.
Onlar temel olarak ne tanrılara karşıdırlar ne de insanı yoldan çıkarmaya çalışırlar. Aslında Aşuralar Devalar gibi Hindu dininin tanrılarına ibadet ederler.
Brahma, Vişnu ve Şiva gibi Hindu dininin üçlüleri kefaretlerle yatıştırıldıklarında Aşuralara rahatlık bahşedildiği söylenir. Şeytanların tanrıya karşı savaşan ordu oldukları kavramını savunan Batı geleneğinden belirgin olarak farklıdır.

Hindu mitolojisinde, Prahlada ve Vibheşana gibi Asuralar olağandışı olmayan yüksek düzeyde aydınlanmış, sofudurlar. Aşuraların soyağaçlarının başlangıcında, Prahlada’nın güvenilir derecede aydınlanmış olduğu söylenir. Aşuraların, ölümsüz olmak için çabalayan Devaları sevmedikleri söylenir. Birçok insan Aşuraların, insan aklında sembolik bir cihaz gibi aşağı düzeydeki duygularının görünmesi gibi Aşuraları yorumlarlar. Surapadman ve Narakasura gibi “güce açlık duyan” ve tanrılara meydan okuyan bazı görüntüler varsa da bunlar bozguna uğratılmış ve bağışlama dilemişlerdir.

Kötü Ruhlar;

Hindu dini kişinin kendi karmasına göre ruh göçünü ve yeniden başka bir bedende doğması teorisini savunmaktadır. Ölülerin ruhları (Atman) doğmadan önce, birçok arıtmayı sağlayan cezalandırmalardan sonra Yama tarafından yargılanırlar. Olağanüstü suç işleyen insan ruhları tekrar doğmadan önce uzun bir zaman diliminde, yalnızlığa, sıklıkla kötülük içinde dolaşmaya mahkûm edilmişlerdir. Vetalalar, Pişaçalar ve Bûtalar gibi birçok ruh sonraki Hindu metinlerinde tanınmışlardır. Bu varlıklar sınırlı duyarlılıkta olup şeytanlar olarak adlandırılabilirler.

Solda tanrı Durga şeytan Aşuralar ile savaşta.
Brahma, Vişnu ve Şiva gibi Hindu dininin üçlüleri kefaretlerle yatıştırıldıklarında Aşuralara rahatlık bahşedildiği söylenir. Şeytanların tanrıya karşı savaşan ordu oldukları kavramını savunan Batı geleneğinden belirgin olarak farklıdır.

Hindu mitolojisinde, Prahlada ve Vibheşana gibi Asuralar olağandışı olmayan yüksek düzeyde aydınlanmış, sofudurlar. Aşuraların soyağaçlarının başlangıcında, Prahlada’nın güvenilir derecede aydınlanmış olduğu söylenir. Aşuraların, ölümsüz olmak için çabalayan Devaları sevmedikleri söylenir. Birçok insan Aşuraların, insan aklında sembolik bir cihaz gibi aşağı düzeydeki duygularının görünmesi gibi Aşuraları yorumlarlar. Surapadman ve Narakasura gibi “güce açlık duyan” ve tanrılara meydan okuyan bazı görüntüler varsa da bunlar bozguna uğratılmış ve bağışlama dilemişlerdir.

Hint Evren Yaratılış Mitolojisi
Hindu Ne Demektir;

Hindu, Hint-Aryan  dili Sanskritçe Sindu kelimesinden alınmıştır. Hint yarımadasının İndus nehrinin kuzeybatı kesimi, günümüz Pakistan ve Kuzey Hindistan bölgesine verilen addır. Gerçek “Hindu” terimi, M.Ö.6.yy.da İranlılarca,  Daryus ( M.Ö.550-486) zamanında İndus Nehir bölgesini belirtmek için bir coğrafi terim olarak kullanıldığını, dini ile alakası olmadı bilinmektedir.
İran dini kitabı Avesta’da “Heptahindu” kelimesinin Rig veda’lardaki “sapta Sindhu”, kelime “Hndistan” iken Hindustan şeklinde Sasani kayıtlarında geçmektedir. Bu terimin Arap kayıtlarına Avesta’dan yayılarak ileriki yüzyıllarda geçtiği görülmektedir.

Kısaca, Hindu Dini Nedir?

Hindu dini, ruhani olarak gelenekleri içinde bölünmelere/mezheplere sahipse de yeryüzünde yaygın olan dinlerin aksine, “kilise düzeni olmayan, dini otoriteleri sorgulanamaz olmayan, yönetici bir kadrosu bulunmayan,, peygamberleri olmayan ve kutsal kitap bağlamayan bir dindir.
Hindular, politeist, panteist, monoteist, monist, agnostik, ateist veya humanist olmayı seçebilirler.
Çünkü din arzulara meydan okuyan ve onları sınıflandıran bir dindir. Hinduluk, çeşitli şekilde, bir din, dini bir gelenek, bir dini inancı kurmak ve bir yaşam şekli olarak tanımlanmaktadır.

Hint Dinlerinde Gök Ana; Aditi;

Büyük Hindu tanrıçasıdır. Horoz üstünde bütün uçsuz bucaksız gökyüzü boyunca uçan tanrıçadır. Horoz gücü ve onuru temsil eder. Güneşi giyen Güneş tanrıçası, Göklerin/Cennetin bütün ışıklarının, bütün tanrıların anasıdır(divamatar).

Aditi Gök Ana-Lajja
12 burcun ruhunu doğurandır. Göklerde var olan şekilli şekilsiz her türlü varlığı,sırlı sözleriyle doğuran göksel rahimdir.
Aditi, Sabilerin, kovulmuş, düşmüş Er Ruha dişi şeytanının sıfatlarına sahiptir.

İlk yaratılan varlıklarla ilişkilendirilen ve Brahma’nın dişili olarak görülebilir.  Rigveda’da 80 kez adı geçmiştir. Vedalarda, Surya (Güneş)nın ve Adityaların (Aditi’nin oğullarının) annesi olarak bahsedilmektedir. . Silahları  üç uçlu mızrak ve kılıçtır. Rigvedalara ilk kez M.Ö. 1700-1100 yılları arasında adı geçtiği tespit edilmiştir.
Adları, Vivasvan, Aryama, Puşa, Yvaşta, Savita, Bhaga, Dhata, Vidhata, Varuna, Mitra, Sakra ve Urukrama’nın (Vişnu, beşinci ay olan Şravana ayında, Nebi ve Meru’nun oğlu Urukrama olarak, doğmuştur.) annesidir. Vişnu’nun avatarı olan Vamana’nın da annesidir.
Bütün göksel yaratıcıların ve yaratıkların anası olarak tanımlanır.

Sadece bir ilahide, hırsızlıkla bağı olan duacıyı azad edebileceği belirtilmiştir.(Mandala 8.67.14) (Hırsızlığın yayılma sebebi bu demekki. Balık baştan kokmuş.)

Eski mitolojide,en yüksek yeri olan Sephirah in Zohar’da; Gnostik Sofya-Achamoth, Koronos ile evlenerek, Hestia, Poseidon, Hades, Demeter, Hera ve Zeus’un anası olan, sonradan yeraltı cehennemi Tartarus’ta yaşamaya mahkum edilen altı yaratıcı tanrının annesi, gök ana Rea, Büyük derin’in Bythos’u,Amba, Surarani, Kaos, Uzayın suları, ilkel ışığın ve yedi Mısır göğünün kaynağı ile ilişkilendirilebilir.

Hint Evren Yaratılış inancına göre, evren prdiyodik olarak 8,64 milyar yıllık zaman sürecinde yaratılıp yokedilecektir. Hint edebiyatının Vedaları ve Puranalarında derin kökleri olduğuna inanılan bu çağ ya da Yuga sonucu elde edecektir. 432.000 yıllık Kalki döneminde zaman sona erecektir.

Şiva, yeniden yaratılmak üzere tüm yaratılanların hepsini yok edecektir. Zaman yeniden başlayacaktır.
Hindu evrenbilimi görünüşte evrimi, yıldızbilimlerini, yıldız falcılığını ve diğerlerini tanımlamaktadır.

İslam’da “yıldızların insanların hiç birinin kaderi üzerinde etkisi olmayacağı inancı” vardır. Yıldız dini olan Sabilik’ten doğma bir din olmasına rağmen böyledir.

Rig Vedalarda evrenin aslı sorgulanmaktadır;

“Ne varlık ne de yokluk henüz oturmamıştı. Ve nerede? Ve kimin korumasında ?... Kim gerçekten biliyor? Kim onu bildirebilir? Ne zaman doğdu? Ve ne zaman meydana geldi?  Devalar (dev cinler) bu dünyanın yaratılmasından sonra doğdular, onların varoluşlarını böyle kim bilebiliyor? Hiç kimse yaratılışın nereden çıktığını bilemez,  ve onu üretip üretmediğini de. O, onu yüksek göklerde araştırdı, ölçtü biçti, yalnız  O biliyor veya bilmiyor. (Rig Veda 1*.129- Upanişad Bilginin Çıkış Kapısı S. 10)

Rig Veda’nın evren görüşüne göre evrenin ilahi yaratılış ilkesi, ilahi bir sözdür “VAAK/ DOĞUŞ” sözü, monistik (her şeyin tek bir şeyden türemesi kavramı) Hiranyagarba veya “Altın Amcık/Döl yatağı/Rahim/kaynak/Köken” den bildiğimiz evrenin doğuşudur.

Altın Amcık Aditi Gök Ana
Sanskrit dilinde Hiranyagarba, edebi olarak “altın amcık/rahim” veya “altın yumurta” olarak açıklanmış, çeviride”evrensel mikrop/bakteri/virüs/tohum” denilmiştir.  Hindu felsefesinde, kozmonun açıklanmasında, evrenin yaratılış kaynağı olarak kabul edilmiştir.
Rigveda 10.121’deki ayette geçmektedir. Hiranyagarba Sukta olarak geçmektedir. Tek Yaratıcı Tanrı olduğu sanılmaktadır. “O tanrıların tanrısıdır ve yanında kimse yoktur.” Şeklinde parajapati ilahisinde geçmektedir.”Altın Amcık/rahim” kavramı, Vişvakarman Sukta olarak rigveda 10.82’de geçmektedir.

Upanişadlarda, evrenin veya Brahman’ın ruhu olarak çağrılmaktadır.
(Philosophy of Upanishads Paul Daussen, Alfred Shenington Geden. Yayıncı-T&TClark 1906 S.198)

Ve Hiranyagarba itina ile etrafındaki boşluğu bir yılda  ve karanlığı tufanla doldurdu ve onu Svarga ve Prthvi adını verdiği iki sap olarak kırdı.
Purana Hinduluğunda Hiranyagarba Brahma’nın adıdır ve böylece o “altın yumurtadan” doğdu denilmektedir. Mahabbarata da onu (Manu smirti)” olarak anmaktadır.

Matsya Pırana 2.25-30 da, yaratılışın hesabı verilir.

“Mahapralaya- evrende büyük çözülmeden sonra her yerde sadece karanlık vardı. Her şey uyku halindeydi. Hareket eden veya duran hiç bir şey yoktu.  Sonra Svayambu bütün hislerin ötesinde şekillenerek kendini ortaya çıkardı.
O, ilkel suları yarattı ve içine yaratılışın tohumunu attı. Tohum, “Altın Amcık/Rahme Hiranyagarba” ya dönüştü.
Gök ana sembolü
Sonra, Svayambu yumurta içine girdi.

Şimdi bunu açıklamalı olarak işleyelim;

Olayı anlamak için miti kısaltalım. Evren, sınırsız küçüklükte ve sınırsız büyüklükte iken birden çözüldü. Bir şeyler vardı ama karanlık olduğundan anlaşılamıyordu. Bu yüzden her şey vardı veya yoktu. Varmış ki, bu varlıktan Svayambu kendini şekillendirdi, ilkel suları yarattı ve içine “yaşam tohumunu” attı. Yani suları mayaladı veya dölledi”. Burada, sperm yeteneğinde, her şeyin maddesi şekillendi ve kutsal Am’a dönüştü. Sonra Savayambu, bir sperm gibi kutsal Ama’a girerek oradaki dişi yumurtasını dölledi ve rahime geçerek bir yere tutundu. Kutsal rahimde ilk yaşam böyle başladı.

İBRAHİM VE BRAHMA BAĞLANTISI

İBRAHİM VE BRAHMA BAĞLANTISI

İbrahim Kimdir?

İbrahim, Aramilere gelmiş bir peygamberdir. Dinleri Sabiliktir. Sabiler, Kur’anda geçen Sebe kavmidir. Sebe kavmi, bu günkü Etiyopya, Sudan, Yemen, Umman, Hicaz, Yemame Irak, Ürdün nehri deltası bölgelerinde yaşamışlardır. Ve mitolojilerini Şit peygambere dayandırırlar. Mısır’dan çıkarak Ürdün vadisine yerleştiklerini yazarlar. Yani bunlar sık sık Mısır’a hükmeden Nubiya’lı Sebe kavmidir. Bunlar darbeler, iyileşmeyen hastalıklar sonucu cüzzamlıların sürüldüğü Sina yarımadasına sürülmüşler (M.Ö.3000’LER), orada sağlıklı olanlarının toplu halde göçerek Ürdün deltasına geldiklerini, daha sonra göler ve sürgünlerle Suriye, Urfa, Harran, Mardin ve Irak bölgesine geçtiklerini okuyoruz.

İnatçı, savaşçı kavim olduklarından bol bol sürgün yemişlerdir. Asurlar tüm mallarına el koyup dağlara sürmüşlerdir. Romalılar sürmüş, Amanoslardan Cudiye kadar dağlarda yaşamışlardır ve bu yüzden Urfa-Diyarbakır bölgesindeki eşkıyalık ettikleri dağlara “Tur Abdin Dağları yani Köle Dağları” demektedirler.
Yahudiler, de Sabi Aramilerinden en az 1.500 yıl sonra Musa önderliğinde (M.Ö.1300ler) Mısır’dan aynı gerekçeyle sürülmüş kavimlerdir. Musa da sağ eli cüzzamlıdır ve firavun adayı Heliopolis tapınağının baş rahibidir. Derin bilgisi sayesinde Yahudileri bir arada tutabilecek bir din yazmıştır. Onlar da kökenlerini Sabilere yani bu Aramilere gelmiş peygamber İbrahim’in kız kardeşi ve eşi olan Sara’dan doğan İshak’ın soyundan olduklarını, Mekke-Hicaz Arapları da İbrahim’in zenci köle karısı Hacer’den doğan İsmail’in soyundan olduklarını iddia ederler.
Bu durumda Aramiler, Yahudiler, Muhammet’in soyu Arapların hepsi aynı kökenden olmaktadır. Hepsinin soyu, Mısır’ın şeytanı olan Seth/Şit’in adını taşıyan Adem’in oğlu Şit’e bağlanmaktadır. Ondan, Nuh ve çocukları son olarak ta İbrahim'dir. Sabiler Yahudi peygamberlerini, İsa’yı ve Muhammet’i peygamber saymadıkları gibi “şeytan olmakla itham ederler. Onların peygamberleri, Adem, Şit, Nuh, İbrahim ve İsa’yı vaftiz eden Vaftizci Yahya’dır.

İbrahim İsmail'i kurban ederken
Bu kavimler kardeş kavimlerdir. Bu durumda, Mısır halkı olan gerçek Arapların dillerinden bozma kendilerine dil yaptıklarından Sabilerin dili Aramice ve İbranice(Yahudilerin dili) Arap dilinin bozulmasından üretilmiş diller olarak karşımıza çıkmaktadır. Arap milletlerinin en eski dilinin Arapça olduğunu bu nedenle rahatça söyleyebiliriz.
Hepsinin dillerinde de bol bol Türkçe kelimler vardır.
İbrahim’in kökeni Yemen’deki Arim (Sel) ile helak olan Araplardan çok Kuzey Hindistan Himalaya dağları bölgesinde yıkılan barajlarla tufana uğramış kuşi beyaz Hintlilere yani Hititlilerle daha bağlantılıdır. Dil, ırk ve dini özelliklerinin Hint mitolojisiyle bağları bu yüzdendir. Bazı iddialara göre, Sabilik, eski efsanevi Uygur İmparatorluğunun dinidir.
Bu yüzden bunlar Türklerle de akrabadır. Türklerin M.Ö. II.yy.da ve IX. Yy.da SabiliĞİN Sin Mezhebine girdiğini Tengrizme Sin gibi Keldani ve Arami tanrılarına rastladığımızdan anlıyoruz. IX.yy.da Uygur Hanının da gene Sabilikten türeme Maniheizm dinin kabul ettiğini biliyoruz. Anadolu’da Osmanlı’yı kuran Oğuzlarında kökenlerinin bu din olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkler “Öküz başlı tanrılara tapınmazlardı. Ama iran, Hint, Arap kültürlerinden etkilenen İranla iç içe yaşayan Güney Orta Asya Türklerinin İran Mihriliği, Zerdüştlüğü, Sabiliği, Maniliğine girdiği kesindir. Maniheizm dininin bir uyarlaması da Nasturi Hristiyanlığıdır ki o da Çin’e kadar gitmiştir.
Bu nedenle Hristiyan Tevrat araştırmacıları, Tevrat ayetlerine bakarak bu kökenleri araştırmaktadırlar.

İbrahim Adının Etimolojisi;

Hintlilere Göre İbrahim Adının Etimolojisi;

Şimdi Hint Vedalarında geçen İbrahim Peygamber ile eşi efsanesinin yolculuklarının Hint vedalarındaki kökenine ve İbrahim, adının etimolojik yapısı hakkında adlarını kaynakçalar bölümünde verdiğim eserlerden tercüme ettiğim bir yazıyı sunuyorum. Biraz kendi tespitlerimden de sonuna ekledim.
Brahma ve Saraysvati
a)Brahma’nın Hint dil bilimi açısından kökenini incelediğimizde,”Brah” kelimesi “İbadet etmek, seçmek, çevrelemek” anlamına gelen “Bri” kökeninden gelir. Sonuna bir “h” eklendiğinde “Briha” olur ve “artmak, büyümek” anlamına gelir. Sonuna “an “ eklenerek Hinduizm’de “en üstün Tanrı” anlamına gelen “Brahman” sözünü elde ederiz.

Brahman, cinssiz, biçimsiz ve çoğul yapılamayan bir kelimedir. Yalnızlığında Kozmo’nun meydana gelmesidir.
Brahman’ı Erkek kelime olarak düşündüğümüzde “Brahma” olarak adlandırılan “yaratılış işi” ile ilişkilidir.
Brahman dişi kelime olarak düşünüldüğünde ”Brahmani “ olarak adlandırılan onsuz yaratılış işinin gerçekleşemeyeceği enerjinin kaynağı anlamındadır.
Bu yüzden “Brahma”’nın kelime olarak Abraham ile hiçbir alakası yoktur. (Kazara biz, Abraham Brahma’dan gelir demekteyiz) fakat Brahman’dan gelir ki o da “Yaratılış’ın Tanrısı/Tanrının yaratıcılığının görüntüsü” demektir ve insan anlamında da değildir.”

İbrahim Adının Yahudi ve Hristiyanlara Göre Etimolojisi;

İbrahim= İbr.(ʼaḇ-hămôn goyim) Aşkenazi, Avrohom- Avruhom, Arp İbrahim, İsmaililerin, İsrailoğullarının, Medyanlıların (İran) ve Edomluların babasıdır. Nuh’un oğlu Sam peygamberin torunlarındandır.Tevrat Yaratılış (17:5.) Ayette  Avram (Baba) olan adı Abram( Çokların babası) olarak değiştirilir.

İbranice olarak (ʼaḇ-hămôn goyim) olarak geçmektedir. Tevrat alimlerinden Johann Friedrich Karl Keil’e göre “Ab” baba demekse de “Hamon” ikinci bir takı değildir ve “Raham” da İbranice bir kelime değildir. Burada “Hamon” yerine “Raham” kelimesi olduğu varsayılmış ve Arapça “çoklar “ anlamına gelen “Ruham” sözüyle eşanlamlı kabul edilmiştir. İkinci bir yoruma göre “Abr” baba demektir ve “Aham” sözü anlamsızdır. David Rohl ise, “Abr-Aham” sözünün Akad dilince “Baba Sever” anlamına geldiğini öne sürmüştür.

RAHMAN VE RAHİM TANRIYA TAPINAN HANİF İBRAHİM;

Ama bu adı Arap dilinde “AB=SU” ve “RAHAM” adını da çoklar anlamına gelen “Ruham” sözü ile değilde “yaşamın başladığı yer olan “Rahem-Rahim” olarak aldığımızda, “Ab-raham/Ab-Rahim/Rahim” bize “Rahim suyu” yani, spermin kadın/dişi yumurtasıyla birleşmiş hali olan “döl” ü vermektedir. Bu tespitle hiç yapılmamış olanı yapmış, “Abraham/İbrahim” adının karşılığını “döl” olarak tespit etmiş bulunuyoruz. Bu da, ilk yaşamın başladığı yer olan “Göksel Rahim/Am”ı bize vermektedir ve “Rahman ve Rahim Tanrı” kavramı ile de uyum içindedir.

Müslümanların söylediği “Bismillahirrahmanirrahim” Kur’an çevirisiyle “Rahman ve Rahim olan tanrının adıyla” anlamına uygundur.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın Fatiha Suresi birinci ayeti olan Besmele’nin etimloljisinden öğrendiğim kadarıyla Besmeleyi açtığımızda;
“B” harfi “İle” demektir.
“İsm” de “İsim” demektir.
“İlah/El Lah” ise “Tanrı” demektir.
“Rahman” da “Koruyan” demektir. Allah’ın yarattıklarını korumasını ifade etmektedir:
“Rahim” ise, “yaşamın oluştuğu ve olgunlaşıncaya kadar korunduğu yer”dir.

Toparladığımızda;
Yaşamı, içinde barındıran, koruyan (Rahim)ve yarattıklarını koruyan (Rahman) Tanrının Adı ile” ifadesine ulaşırız.

İbrahim de, Hint yaratılış metninde belirtilen puranalardaki “ilk oluşan döl”ü ifade etmektedir.
Purana’yı yani ayeti tekrar edelim;
“Mahapralaya- evrende büyük çözülmeden sonra her yerde sadece karanlık vardı. Her şey uyku halindeydi. Hareket eden veya duran hiç bir şey yoktu.  Sonra Svayambu bütün hislerin ötesinde şekillenerek kendini ortaya çıkardı.
O, ilkel suları yarattı ve içine yaratılışın tohumunu attı. Tohum/döl, “Altın Amcık/Rahme Hiranyagarba” ya dönüştü.
Sonra, Svayambu yumurta içine girdi...”

Altı çizili metin, ilk yaşamın oluşunu “İbrahim” adındaki tespitimizdeki gibi gayet kesin olarak özetlemektedir.
Böylece İbrahim’in neden Kâbe’yi onardığı, rahimin sembolü olan “Kare/küp” şeklinde inşa ettiği ve doğu köşesine neden Haceri Esved’i, “Kara Taş”ı, kadın cinsel organına benzer şekilde bir muhafaza içinde yerleştirdiği anlaşılmış olmaktadır.

İbrahim’in de, Hanif Din olan Sabilerin bir mezhebinin teme itikadı olan  Rahman ve Rahim Allah’a” tapınan biri olduğu da tescillenmiş olmaktadır. Muhammet çağında ve ondan asırlca önce, Arabistan yarımadasında Hristiyan Nasturi mezhebini yayan rahipler, Muhammet ile aynı çağda peygamberlik iddiasında bulunan Yemame’li Rahman’ın adında, gördüğümüz gibi bu adam da “Rahman ve Rahim Allah” inancını yaydığından Muhammet’e “ortak peygamberlik etme teklifinde bulunmuşsa da peygamberce ret edilmiştir.
Böylece, Kur’an’ın da doğruladığı gibi “Rahman ve rahim Allah” İbrahimden bile önce inanılan, tapınılan bir varlıktı.

İlk yaratılış, kutsal göksel Rahimde başlamış, ilk döl onda korunmuştur. İbrahim’in adı da bu “ilk dölü” ve onu “barındırıp, koruyan Rahmi” temsil etmektedir.

Kur’an Alak Suresi 96: 2- “O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı.” Bizim de bir “dölden/embriyodan” yaratıldığımız söylüyor. Çağdaş tıp bilimi de.
Bu da Rahman ve Rahim tanrı kavramının temelidir. Yaşam veren Rahim tanrı, yaşamı ve yarattıklarını koruyan/Rahmandır da.

Türk Dilinde “İbrahim-İbraam”;

Bu bilgiler ışığında, kendi düşünceme göre İbrahim peygamberin Hindikuş -Afgan kökenine biraz da Türkçe ve Türk kültürü açısından bakmakta yarar vardır.
Yar.17: 5 “Artık adın Avram* değil, İbrahim* olacak. Çünkü seni birçok ulusun babası yapacağım.” 
D Not 17:5 "Avram": "Yüce Baba" anlamına gelir. 
17:5 "İbrahim": İbranice Avraham, "Çokların babası" anlamına gelir.”

Türkiye’de yaşayan Yahudiler, II. Beyazıt döneminde, soykırımdan kurtarılarak gemilerle İstanbul’a getirildiklerinde orada geliştirdikleri “Ladino” adı ile bilinen ve “İspanyol İbranicesi” olarak bilinen, Latin kökenli Hint-Avrupa dil grubundan olan dillerini de getirdiler.
Bu dil de zaten sadece Türkiye ve İsrail’de bu ailelerden olan 100.000, 200.000 kişi tarafından konuşulmaktadır.

Tevrat’ta geçen “Avram” adı, Tevrat’ın İspanyol dili kuralına göre yazılmış olmasından yola çıkılarak İspanyol alfabesine göre okunduğunda, bu dilde ”V” harfi,”B” sesi verdiğinden ”Abram” şeklinde okunur. Yahudi Alfabesi olan İbrani alfabesinde de “B” harfinin adı “Beth’tir” ve “Bets” şeklinde “ts” peltek “s” olarak söylenir. Ve “B” harfinin karşılığında “B” ve “V” harfleri verilir. Yani tespitim doğrudur.


”Abraham” ise, hem Türkçede* hem de İspanyolcada ”h” harfi okunmadığından sadece uzatmalı olarak “Abraam” şeklinde telaffuz edilmesi gerekir.

*(Cumhuriyet döneminde Agop Dilaçar’ın yaptığı düzenlemeden önceki halk dili Türkçesinde.)

“H” harfi Arap lehçesinde güçlü telaffuz edilen bir harftir. Arap alfabesinin ilk harfi de “Elif” olduğundan “Abraham “ yaklaşık, “Ebrahem-Ebraheim- İbrahim” şeklinde söylenmektedir.
Karadeniz dolaylarında bu adın ,“Eib’ra(h)am, İb’ra(h)am” söyleyişi de yaygındır.
Osmanlı resmi dilinin de Fars-Arap-Türk dillerinden oluşmasının bir getirisi olarak İbrahim adındaki “H” harfinin bu iki dilde kuvvetli oluşu yüzünden bu ad günümüzdeki, Atatürk’ün TDK’nın başına getirdiği ve “dili bozduğu” gerekçesiyle görevden aldığı, onun ölümünden sonra İsmet İnönü tarafından tekrar  TDK’nın başına getirilip ölünceye kadar dilimize bu günkü halini veren Agop Dilaçar’ca düzenlenmiş Türkçemize “İbrahim” olarak geçmiştir.
Bizim Ege ve Trakya Türk lehçesinde de “İbrahim” adı “İbraam” şeklinde telaffuz edilmektedir.
 Bu haliyle de hem “Rahim” hem de “Am” adını vermektedir.

Bu durumda, ”Brahma” yı, seslendirerek okuduğumuzda “İbrahima” yani “Rahmin yaşam suyu, döl” adını “İbraama” adılını görmekteyiz.

Yaşam suyunun kaynağı Gök 
Ana'nın "Amı/Vajinası
Türklerin de İran üzerinden Anadolu’ya gelip, yerleştiklerini, İbrahim zamanında ve sonrasında da Hititlilerin ve İbrahim’in yurdu olan Hindu Kuş dağlarında Saka ve Kuşhan ve aralarındaki birçok devletleri kurduklarını, Müslümanlık öncesi de Güney Türkistan olarak bilinen Amu Derya nehri civarlarında yaşayan Türklerin Mecusi, Brahman, Budist, Kırım-Hazar Türklerinin 14.yy.dan beri, asırlardır Yahudi inançlarına sahip olduklarını, bütün Avrupa kavimleri gibi İspanyollarının da Anadolu’ göz önüne aldığımızda “İbraam” telaffuzunun apaçık bir gerçeği ortaya koyduğunu kim inkâr edebilir.

Aslında, suyun kaynağından gelen Türk Milleti lafın doğrusunu asırlardır doğru bildiğini bilmeden doğru bir şekilde söylemektedir;
”İbraam”.
Buna kanıt olarak da aşağıdaki ayette geçen “Hevron” adına bakalım. İngilizce olarak bu ad “Hebron” olarak yazılmaktadır.
Yani “v” harfi “b” olarak telaffuz edilip yazılmaktadır.

Örnek Tevrat ayeti;
“Yar.23: 19 İbrahim karısı Sara'yı Kenan ülkesinde Mamre'ye -Hevron'a- yakın Makpela Tarlası'ndaki mağaraya gömdü.”
Ayrıca günümüz Yahudi/ İbrani alfabesinde de bu kral geçerlidir. “B” ve “V” harfleri birbirlerinin seslerini verirler.
Eski dinlere göre her kavim kendi tanrısının soyundan üremiş, milletler böyle oluşmuşlardı. Bu yüzden her kavim çocuklarına kendi dinlerinin tanrıları ve kutsal yaratıklarının adlarını verirlerdi.

Türklerin Oğuz, Kara, Han, Kağan,Yemenlilerin Talip, Suriyelilerin Hadat, Adat, Astarte, İştar, Petralıların Uzza, Greklerin Adonis, Hıristo (İsa) , Arapların Yahya adına Türklerin Can, İngilizlerin John, Fransızların Jan- Jan Valjan roman kahramanı iyi bir örnektir. Adların hepsi Can okunur ve “Cann= Cin” anlamındadır.

Arapların İsa, İşaya hatta Endonezya ve komşusu Pasifik Okyanusu ada Müslümanları arasında Allah adı doğrudan verildiği gibi “El Allah” ve “El Lah” gibi adlarına rastlamak mümkündür. Çünkü tanrılar bütün kavimlerin “BABASI” İDİLER VE “BABALIK- BABAİLİK KÜLTÜ” nün de kaynağıydılar. Tanrıçalar da her haliyle “ANNESİ” idiler.

İbrahim’in babasının da ona “Avram” ya da “Abram/ İbram” adı vermesi köklerinin Ham peygambere dayandığını göstermektedir.
Tevrat’ta “İbrahim “ adı “Avram” olarak geçmekteydi ve “Yüce, Ulu Baba” demekti. Sonra kısır karısı Sara İshak’ı doğurma aşamasına geldiğinde tanrısı onun adını “Avraham” yani “çokların babası, ulusların babası” anlamına gelen bu adı vermişti. (Tevrat 17;5)

O zaman şu kelime oyununu hemen görelim;

“Avra(m)ham” yani “Ulu Baba- Ham(Am)”. İbrahim adı Nuh’un kardeşlerine “kölelikle” lanetlediği  en küçük oğlu Ham peygambere (Yaratılış 9;25-9;26) nesillerinin verdiği addı. Onun soyundan olanlar sağlığında ve ölümü sonrasından beri onu zaten asırlardır “Baba Ham(Am)” yani Av(b)raham olarak anmaktaydılar.

İbrani (Yahudi) alfabesinde “B” harfi “Beth, (Bets)”  okunur ve “B ile V” sesleri verir. Yukarıda Ladino Alfabesi konusunda buna değinmiştik.
İngilizler “İbrahim” adını “Abraham” şeklinde yazarlar ve “Ulu Baba” anlamına gelen kısmındaki  “Avra(m)  ya da Abra(m)  kelimesindeki “m” harfini düşürürler.

 Yukarıda tekrar ettiğim gibi Türkler de buna ek olarak  “h” harfini düşük olarak söylerler  “İbraam”  derlerdi.
Kuzey Hindistan’dan bölgeye kovularak göçen bu rahip ailesi Basra ile Lam arası bölgede yaygın olan “Babaham= İbraam= İbraham ya da Abraham (Eybrahem)” kültünün parçası olduklarından babası Kuran’a göre Azer, Tevrat’a göre Terah oğluna soylarının en büyüğünün adını vermişti. Çünkü gerçek kökleri de Ham soyuna dayanmaktaydı. Asla ve asla Yafetik veya Semitik değillerdi. Yani Yafes ve Ham peygamberlerin soylarından değillerdi.

Bu tespitim meğer benden çok önce yapılmış "bilimsel" bir tespitmiş de haberim yokmuş. Şimdi onu buyurunuz;

“ABRAHAM-İbrahim; Köken olarak aslı “abram” olup batı semitik Arap adıdır, İ.Ö. II. bin yılda ortaya çıktığı görülmektedir. Abiram (Ebiram okunur.–Ege ve Trakya Türkçe şivesi ile İbirâm şeklinde söylenilir. Kykbt) Halat 9 De Vaux 1968:11;Tevrat Krallar 16.32.Num16:1-26:9 ayet 106:17)

Ugarit (İ.Ö.2300'ler Suriye Ugarit-Ebla şehirleri kazıları tabletleri)  metinlerinde (KTU 4:352:2,4) A-bi-ra-mu/i (Eburamu-Eburami) geçmekteyken Mari tabletlerinde PRU 3.205,85:10:107:8 Cf hatta Mari H.B.Huffmon Amorite Personel Names İn The Mari Text (Baltimore 1965-5’de “brm” Elefantin’de* geçer.
*Elefantin fil gibi iri demek olup hem Mısır’da arkeolojik bir yerleşim yerinin adı hem de Mısır Yaratılış Efsanesinde yeri göklerde olan ve kırmızı toprağın getirildiği yer olarak geçer.

Tevrat’ta geçen ABRAHAM’ın gerçek kökeni belirsiz olup “abram” halinin uzatılmış şeklidir.
“Kenan  tanrıları içinde “Göksel Efsaneleri” içeren terimlerde Abraham (1), Mezopotamya Ay Kültü (Ur-Harran) ile özellikle ilişki içindedir. Sarah ay tanrıçası ile İbrahim’in babası Terah  (2)Ay (Yerah) ile ilişkilendirilmiştir.

Ugarit Şehir harabeleri
Yahudi öncesi İ.Ö.2000’li yıllarda Hebron’da oturan Kenitze-Kalib kabilesi tarafından Yahudilerle karışmadan önce İbrahim adı yüceltildi. Mamre’deki Hebron tapınağında monarşinin doğmasından önce, en azından İ.Ö.ikinci bin yılın sonunda Yahudi İsrailliler ile İsmailoğullarının İbrahim’i babalarından biri saymalarından çok önce  İbrahim birçok kavimlerin babasıydı.”  (1)(Luther 1901,Meyer 1906 cf; Weıdmann 1968, 89-94); (2)(Goldziher 1876 109,110,122,182,183)

Yahudilerin babaları olduğunu iddia ettikleri İbrahim daha doğmadan önce, İlk on emir’in verildiği Musa’nın doğmasından 1000 yıl kadar önce “İbrahim ve İsmail kültünün olduğunu yukarıdaki kaynaktan öğreniyoruz. Bu da Yahudilerin kendilerini bir yerlere yamamak için önceki kavimlerin kültürlerini “kendilerine uyarladıklarını gösterir.

Bu kaynağa dayanarak "Tevrat ve İncil'in ilahi-gerçek" olduğunun bu belgelerde geçmesine dayanarak misyonerlik kampanyalarında kullanan Yahudi ve Hıristiyanlar, ataları İbrahim’in adının etimolojisine geldiklerinde gülünç duruma da düşmektedirler.
“ÂB HAMON GOYİM” başta olmak üzere “Abraham, Eburamu,” gibi öteki adlarda açıkça görülen “Ham” veya “H” harfinin düşmesiyle oluşan “AM” ekini kasıtlı olarak görmzeden gelmişlerdir. Hel Ebla tabletlerinde geçen “Ebu-r-am-u” zaten “Ebu Talip- Talip’in oğlu” örneğinde olduğu gibi açıkça “Ham’ın oğlu” anlamına gelmektedir.

Ham” adından,“H” harfini, telaffuz nedeniyle düştüğümüzde ise karşımıza “Gök Ana’nın” kutsal “Altın Amı” çıkmaktadır. Yani “Am’ın oğlu”. Bunu bu gün küfür olarak söylemekteyiz ama aslında dinlere göre de, gerçek yaşama göre de bir gerçeği ifade ediyoruz.. Evren bile bir “Am”dan çıktıysa, biz de onu taklit ediyoruz. O halde gücenecek şey yok. Gülünç ama gerçek.


Örneğin Bakara (2.) Suresinin şu ayetlerini Tevrat’ın hiçbir yerinde bulma imkânınız yoktur;
2:127. “İbrahim'in, İsmail'le birlikte, o (Kâbe İnşaatı) evin ana duvarlarını yükselterek söyle yakardıkları zamanı da an: "Rabbimiz, bizden gelen niyazları kabul buyur; sen, evet sen, Semî'sin, her şeyi çok iyi duyarsın; Alîm'sin, her şeyi çok iyi bilirsin."

Enbiya Suresi 21.Sure
İbrahim

21:51. Yemin olsun, İbrahim'e daha önceden, doğruyu bulma gücünü vermiştik. Onu bilmekteydik biz.
21:52. Babasına ve toplumuna söyle demişti: "Su basına toplanıp durduğunuz heykeller de ne?"
Bunlardan başka Âl-i İmran ve İbrahim surelerinde İbrahim hakkında Tevrat’ta geçmeyen hükümlerin olması Yahudilerin İbrahim kültünü Babil Sürgününden dönüşte edindikleri veya Tevrat’a geçtikleri izlenimi vermektedir.

Ama gel de “soy derdine düşmüş” şaşkınlara, “Am’ın oğullarına” bunu kabul ettir ettirebilirsen! Bu konu, aslında Kur’an ile ırkçılık yapan Hicaz Araplarının sorunudur.

Sam,  Ham, Yafes
Hicaz Araplarının babaları İsmail'i de doğruladığını görmezden geldikleri gibi, kutsal kitaplarının Hz. İbrahim öncesi Arap dininden çalınma bir din olduğu gerçeğinin de üstünü örtmektedirler.
Görüldüğü gibi, ticaretin ve tüccarın dışlanıp, lanetlendiği bu asırlarda, kendilerini cahil insanlara kabul ettirmek için tüccar kavimlerin yarattıkları bütün tanrıları ve dinleri  aslında daha eski toplumlara ait dinlerin  bozulmuş hallerinden başka bir şey değildir.

Savaşlarda ve kitleleri silip süpüren salgın hastalıklarda bilgelerini yitiren kavimler, sonunda tüccar-hileci kavimlerin (Yahudi-Grek ve Hicaz Arapları) özünden saptırılmış, çarpıtılmış, ırkçı sapık inançlarına bağlanmaları da kaçınılmazdı.)
Zaman her şeyi ortaya çıkarsa da, insanlar bulup yararlanamadıkları sürece bir işe yaramamaktadır.
Kaynak;Dictionary of deities and demons in the Bible DDD- Yazar: K. van der Toorn,Bob Becking,Pieter Willem van der Horst http://books.google.com/books?id=yCkRz5pfxz0C&pg=PA141#v=onepage&q&f=false


Alaeddin Yavuz


Puranalara devam ediyoruz;

Narayana Sukta, görünür-görünmez her şey oydu, içsiz ve dışsız Narayana ile yayıldı diye açıklar.
Her şey bir “hiçlikten” başladı ve her şey de oydu denilmektedir.


İşvara Upanişadı, evren içi ve dışı olmayan (Tanrı) İşvara ile yayıldı der. O hareketli ve hareketsizdi. O uzak ve yakındı. O bütün bu şeylerin içi ve dışıydı.

Bagavata; Narayana,başlangıçta yaılnızdı,yaratılışın, yaşatmanın ilkelerine bağlıydı ve çözülmeydi (Hindu teslisinde Brahma, Vişnu ve Şiva) Üstün/Ulu Hari, çok başlı, çok gözlü, çok ayaklı, çok kollu, çok kaburgalıydı. Yaratılışın üstün tohumu buydu. Daha zeki ve en zeki, daha büyük ve en büyük, daha geniş ve en geniş, her şeyden daha muhteşem, daha güçlü, hatta bir rüzgar ve bütün tanrılardı, güneş ve aydan daha görkemliydi, akıl ve zeka olarak bile daha doğladı. O yaratıcı, Üstün/Ulu Baba’ydı demektedir.

Brahman
Brahma“Üstün Ulu Hari”, Babillere “Har” olarak geçmişti. Babilliler, fahişelerin annesi olan (Harlots)  , tanrıça Har’a tapınırlardı. Kaynakça (Roller, İn Search of The God the Mother=Roller;”Ana Tanrıçanın Araştırılması”)

Manu Smriti; Başlangıçta bütün varlıklar ayıredilemez, açıklanamaz, tanımlanamaz, tartışılamaz ve şer yönleriyle bilinemezdi. Der. Bu yüzden evrenin adı ve şekli, kendi kendini yaratan Svayambu’dan  “namarupa” olarak çıktı.

O, (Hiranya) Dünyanın rahminde (garba) oturandır. Upanişad der ki; “Bütün bunlar tanrıyla oturanlardır; Altın Evren, Sanskrit dilinde altının olduğu yani, çoşkunun ve icranın nesnelerinin olduğu yer demektir. Onların içinde oturanların hepsi Hiranyagarba’dır. Deyim, hatta ilk yaratıcıyı barındıran, bütün nesneleri içinde barındıran “rahim” Hiranyagarbadır. Vedanta/Yaratıcı demektir.

Evrenin sürekli olarak yaratılışından bu yana genişlediği ve milyarlarca yıl sonra ince bir sis halinde kaybolacağı düşünülmektedir. Diğer bir görüşe göre, evren milimetrelik ölçülerle ölçülebilecek en son yayılma sınırına eriştiğinde kasılmaya başlayacaktır. Yeni bir yaratılış milyarlarca sonu olmayan güneş yıllarından sonra başlayacaktır.

Hint edebiyatının eski bilgileri olarak bilinen Puranalardaki görüşe göre, evren periyodik olarak sonsuz zaman çemberi içinde defalarca yaratıldı ve yok edildi. Hindu evrenbiliminde, evrenin bir dönemi 4milyar320milyon yıl yani bir yaratıcı ya da bir Kalpa veya bir Brahma Günü sürmektedir ve ateş veya su elementleriyle yok edilecektir. Bu süreçte Brahma sadece bir gün veya bir gece kadar dinlenir.

Sanskrit dilinde Paralaya denilen bu süreç afet/felaket, yer kabuğunda birden aşırı değişimler, karışıklık kısaca İslami dilde kıyametin kopması olarak çevrilebilmektedir. Bu süreç 100 Brahma yılında bir tekrar etmektedir. 100 Brahma yılı, 311 trilyon40 milyar yıldır. Brahmanın geçip yeniden doğup yaratılışı başlatma süresi olan bu süreç Brahma’nın da ömrünü bildirmektedir.
Evrenin yeniden ortaya çıkması Brahma’nın 51. yılında olacaktır. Yani, Brahma’nın doğumundan 156 trilyon yıl sonra. Brahma’nın ölümünden sonra tekrar doğumuna kadar bir 100 Brahma yılının geçmesi gerekmektedir. Yaratılış bu şekilde tekrar edip durmaktadır

Brahma’nın bir günü 1000 çağa bölünmüştür. Maha Yuga (Büyük Yıl), İnsan ırkının doğup tekrar yok olacağı süreyi de içine alan süredir, 71 bölümdür. Her bölümü 1000 yıllık 14 Manvatara yılına bölünmüştür. Her Maaha Yuga 4.320.000 yıl sürmektedir.

Manvatara, insan türünü yaratan ve idare eden Manu’nun çağıdır. Her Manvataradan önce ve sonra yeryüzündeki bütün sularda krutyuga kadar uzun bir sandhika vardır. Her Maha Yuga daha kısa yugalar veya çağlar dizisinden oluşur. Yugalar ahlaki bakımdan kötüleşme ve sonra ötekine dönüşme yönünde gelişirler. Sonuç olarak her yuga çağı, öngörülen süresinden daha kısadır. Mevcut Demir Çağı, Kali Yuga, Jülyen takvimine göre M.Ö. 18 Şubat 3102 yılında gece yarısı başlamıştır (Holocene Çağının 6898.yılı) kalpa Brahma’nın ahortara’sına eşittir.

Uzay ve zaman maya (görüntü/illüzyon) olarak düşünülmektedir. Brahma’nın 100 yılı, bir diğer dünyalarda binlerce, milyonlarca, milyarlarca ve bizim güneş sistemimizde ve dünyamızda olduğu gibi 311 trilyon 40 milyar dünya yılı olabilir. Ama Brahma’nın zaman ölçümüne göre ise “100” Brahma yılıdır.

Brahma’nın “1” gününün adı “Kalpa” dır ve 4.32 milyar yıldır.
Her Kalpa bir diğerinden sonra dünyayı yaratan ve düzenleyen 14 Manus yaratır. Bu yüzden Manu’nun her Kalpa’sı 14 nesile sahiptir.
Her Manu’nun yaşamı (Manvantara) 71 Çaturyuga’dan ibarettir. (Çağların veya Yugaların dörtte biridir). Her Çaturyuga, Satya, Treta, Dwapara ve Kali olmak üzere dört çağ olarak düzenlenmiştir. Bütün Manvatara’ları eklersek (4.320.000*71*14) 4 Çaturyuga kadar uzun olacaksa da her Manvatara’dan önce ve sonra sandhikal kaybı olacaktır (15 sandhikal)

Satya Yuga’nın döngüsü 1.728.000 insan yılıdır, Treta Yuga, 1.296.000 insan yılıdır, Dwapara Yuga 864.000 şnsan yılıdır ve Kali Yuga 432.000 insan yılıdır.
Brahma yılının sonunda Manu yok eder, Manu tekrar doğar ve yaratır gene Manu yok eder, döngü böyle sürüp gider.
Gece düştüğünde Brahma 4.32milyar yıllık uykuya gider, bu onun bir gününe eşittir ve yaşam sürsi 14 Manustur. Ertesi gün güneş doğduğunda Brahma önceki günü yaptığı gibi yeniden 14 Manus yaratır bu döndü 100 Brahma yılısürer ve Brahma doğunca tekrar üretir.

Rig Vedalardan Nasadiya Sukta da evrenin aslını tanımlamaktadır. Rig vedaların görüşüne göre ilahi gerçek ilkeler üzerinde evren tasarlanmış görünür ve Hiranyagarba’dan ya da “Altın Yumurta”dan bildiğimiz “Vaak (doğuş)” sözüyle yaratılmıştır.

Mısır mitinde de durum aynıdır;
“Güneş, Geb ile günlük olarak çiftleşen bir Yumurtaydı, “Büyük, Vaaklayan” kaz şeklindeydi.”

Evren Vişnu (Koruyucu tanrı) tarafından korunur,Şiva (yıkıcı tanrı) tarafından yıkılır. Hindu dininde Kutsal Teslis (Trimurti) esası vardır.  Bir kez evren Şiva tarafından yıkılır, Brahma terkrar yaratılışı başlatır. Vişnu da yaratılmışları geçen süre içinde korur. Evren yaşam döngüsü sonsuza dek Brahma kısmında anlatıldığı gibi Manu ve Yugala çağlarıyla dünşüşüm içindedir.

Puranalar
Puranalara göre , evren Rig vedalarda anlatıldığı gibi Brahma’nın doğumu ve ölümü arasında geçen sürece göre sürekli dönüşüm halindedir.
Bunlarda farklı olarak evren yaşayan sonsuz bir varlıktır, dönüşümlü olarak doğmakta, ölmekte ve yeniden doğmaktadır,  kozmik bir yumurta olarak tanımlanır. Yayılışı ve kasılara kendini toplamasıyla adlığı ilk şekli yumurtadır.
Padma Purana, evrendeki farklı yaşam biçimlerini tartışmaktadır. Padma Purana’ya göre, 8.400.000 tür, 900.000 suda yaşayanların türleri, ağaç ve bitki türleri 2.000.000, 1.100.000 küçük böcekler ve benzerleri,1.000.000 kuş türü, 300.000 yaratıklar ve kertenkeleler ve son 400.000 memeli türlleri vardır.

Hindulukta Çoklu Evren Kuramı

Hindu Purana edebiyatında yaılmış Bagavata Puranalarda  (M.Ö.400-1000) çoklu evrenden bahsedilir.
Her evren yedi kattan oluşur;
1-Toprak/yeryüzü
2-Su
3-Ateş
4-Hava
5-Gök
6-Bütün enerji/kuvvet ve yanlış bencillik
7-Her biri, bir öncekinden on kat daha büyüktür.
Bunun yanında sayılamayan ve sınırsız genişlikte evrenler de vardır. Bunlar içimizde atomlar şeklinde hareket ederler. Bu nedenle “sınırsız” olarak adlandırıldınız. (Bagavata Purana 6:16.37)

“Evren büyüktür ama biz de içimizde evrenler barındırırız. Dış vücudumuzda bizleri kaşındıran ama göremediğimiz küçük varlıklar ile, içimizde bize rahatsızlık vermeden yaşayan, şeritler/tenyalar, bağırsak kurtları, bakteriler, al yuvarlar, ak yuvarlar ve varlığından haberimiz olmadan çalışıp duran bir yaşam sisteminin parçaları olan iç organlarımızın her birisinde, en azından bize can ve ruh veren bir kan dolaşımı mevcuttur. Yediklerimizi, sindirmek için asitler üreten safra kesesi, şekeri, mineral dengemizi sağlayan kara ciğerimiz, nefesimizi alan ak ciğerimiz, kana karışması sakıncalı olanları ayıran böbreklerimiz, yediklerimizi sindiren bağırsaklarımız her biri ayrı bir çalışma ve yaşam biçimine sahiptir. Bunlar hücreler, atomlar, nöronlar olarak ayırdığımızda içimizdeki evren daha da büyüyecektir. Bütün bunlar tüm küçüklüğümüze rağmen büyüklüğümüzü de delillendirmektedir.

Tanrının dev evrensel biçimini farklı evrenlere ayırdıktan sonra her birinin olağan bir okyanustan çıktığını ilk puruşa avatara da göründüğü yerde, her biri ayrı soyut/metafizik suların üstünde uzanır. (Bagavata Purana 2.10.10)

Puranlara göre evrenler, sayılamaz, ölçülemez, hesaplanamaz haldedirler.
“Tüm evrenin atomlarını sayabilecek olsam bile, tüm evrenleri sayabilmeme imkan yoktur. (Bagavata Purana 11.16.39)
Atomları saymakla, evrenleri saymak arasında fark yoktur diyen bir purana.

Purana edebiyatında çoklu evrenleri tanımlayan benzetmeler vardır;
Ben neyim? Kendi elimle yedi karış ölçüsünde küçük bir yaratığım. Maddi tabiat, tamamıyla maddi enerji, yanlış bencillik, gök, su ve toprakla düzenlenmiş evrende bir saksıyla çevrelenmiş çiçek gibiyim. Ve şöhretin nedir? Sınırsız evrenler senin bedeninden geçerler, bir toz sende bir pencere görüntüsü açar. (Bagavata Purana 10.14.11)

Bu purana’da, rahip, kendisini sınırsız evrenin büyüklüğüyle kıyaslayarak bir hiç olduğunu vurgularken, bu küçüklüğüne rağmen kendisinin de için evrenler barındırdığını, “bir toz sende pencere görüntüsü açar” diyerek açıklamaktadır. Aşağıdaki Purana da bunu desteklemektedir.

Çünkü sen sınırsızsın, ne göğün tanrısı ne de sen, kendi görkeminin sonuna ulaşamazsın. Sayısız evrenler bir midye kabuğu ile çevrelenmiştir, içinde gezinip duran zaman çarkı ile zorlanmakta olan sen gök yüzüne üflenmiş bir toz parçası kadarsın. Şrutis, üstün olandan her şeyi eleyen yöntemleriyle, kendilerinin nihai sonucu olarak seni başarıyla açığa çıkarmaktadır. (Bagavata purana 10.87.41)

“Çünkü, sen sınırsızsın. Ne sen ne de göğün tanrısı (Gök Tengri) kendi görkeminin sonuna ulamazsın” diyerek, evreni yaratan ile kendisini, evrenin sınırlarına ulaşma konusunda adeta eşit düzeye getirmektedir. Yani evrenin sınırsızlığı yaratıcısı tarafından bile kolay algılanabilecek bir şey değildir. Buna rağmen sayısız evrenlerin bir “midye/istiridye kabuğu” ile çevrelenmiş olmaları, bütün kavimlerde İstiridye kabuğunun geçmişte para yerine kullanılmasına kadar özelliklerini açıklarken, evreni de bir istiridye kabuğuna hapsetmiş olmaktadır. Elbette bu kabuk, evrenine göre değişmektedir. Bu küçük-büyük karışıklığına rağmen Şrutis’in eleyici/analiz yöntemiyle başarıyla kendileri açısından son neticeyi çıkarabildiğini belirtiyor.

Güncel yaşamda bunu tasavvufa uyguladığımızda, insanın bütün gururuna, saltanatına, zenginliğine rağmen göğe üfürülen bir toz olduğuna dikkat ettiğimizde, bireyin büyüklenmesi, dünya malı, geçici şan, şöhret, saltanat heveslerine kapılmaması, büyüklenmemesi gerektiğini de çıkarabiliriz. Evrenin büyüklüğünü ve ondaki nimetleri keşfedebilmek içinde göklere çıkacak büyük bir güce de insanın erişmesi gereğinden yola çıkarak, güç, zenginlik, iktidara gerek olduğunu da söylemek mümkündür.
Bu durumda çilekeş bir dindar ile bilimleri geliştirmek, göklere ulaşmak, yeryüzünde insan dahil varlıklara faydalı olabilmek için de güç ve saltanata, zenginliğe gerek olduğundan, “hizmet amaçlı şan, şöhret, zenginlik ve güce” erişmek, bunun için çalışmak ta aynı derecede faydalıdır demeyi uygun görüyorum.
Bu güç, bireysel keyif, tatmin için kesinlikle kullanılmamalıdır, ki kullanılırsa sonunda o güç kalıcı olmayacaktır. Bu tarihte sayısız kereler denenmiştir.
Ama, köleci, sömürgeci, işbirlikçi, kendi arzularını tatmin amaçlı küçük insanların yeryüzünde sürdükleri saltanat milletleri de dünya yaşamını da ileriye değil geriye taşımaktadır.

Evreni kaplayan katların elementlerinin her biri bir öncekinden 10 kez daha kalındır ve büyün evrenler atomların çok büyükleri gibi birlikte katlanmış olarak görünürler. (Bagavata purana 3.11.41)
Bu purana’nın doğruluğu hakkında astrofizikçi Carl SAGAN’ın bazı yorumları bu yazıyı aldığım sayfada yapılmışsa da konu dışı olduğundan almadım. Ancak, bu puranalar, eğer, yeni yüzyılın bilimsel verileriyle süslenmeden olduğu gibiyseler muhteşemler demek gerekir. Ama, özellikle Masonların düşkün olduğu Brahman ve Can (Jain) dinleri gerçekten olağanüstü derecede bilgiler içermektedir.

Kaynaklar;

Harry Oldmeadow (2007). Light from the East: Eastern Wisdom for the Modern West. World Wisdom. p. 273
 Sushil Mittal, Gene Thursby (2012). Hindu World. Routledge. p. 399
Andrew Zimmerman Jones (2009). String Theory For Dummies. John Wiley & Sons. p. 262.
"Upanishads: Gateways of Knowledge", p. 10, by M. P. Pandit, publisher = Lotus Press
Maharishi Mahesh Yogi on the Bhagavad Gita Translation and Commentary, Arkana, 1967 p. 254
Maharishi Mahesh Yogi on the Bhagavad Gita Translation and Commentary, Arkana, 1990 p. 254
Maharishi Mahesh Yogi on the Bhagavad Gita Translation and Commentary, Arkana, 1967 p. 253
Brodd, Jefferey (2003). World Religions. Saint Mary's Press
The Philosophy of the Upanishads, by Paul Deussen, Alfred Shenington Geden. Published by T. & T. Clark, 1906. Page 198
Hiranyagarbha.britannica.com

Yaratıcı Tanrı Brahma

Yumurta şekilli Brahma
Brahma (Brama) Hindu Teslisinin (Trimurti) baş tanrısıdır. Evren yaşamını idare eden, varoluş-yok oluş döngüsünü koruyan ve ve her yok oluştan sonra yeniden yaratan ve canlıları yaratandır. Vedalarda hitabetin tanrısıdır. Çok bedenli, çok kollu, başlıdır, her yerde aynı anda olabilir.
Yaşamı koruyan tanrı Vişnu ile yok eden tanrı Şiva ile geçinip gitmektedir. O yaratır, yaratılanı Vişnu korur, sonunda Şiva yok eder ve Brahma yeniden yaratır. Yaratılışın ve tekrar yaratılış döngüsünün güvencesidir. Bazı Puranalarda onun Vişnu’nun göbeğinden çıktığı anlatılır. Öteki puranalarda Şiva görüntüsünde doğduğundan behsedilir. Hint ilahiyatını9 çeşitlendiren tek üstün tanrıdır. Hindulukta kozmik ruh ve şekilsiz metafizik alemde farklı biçimde en üstün Brahman bazen de Şiva ve Vişnu olarak görünür. Şimdiki Hindu çağlarında da, Şiva ve Vişnu’nun tersine kendisine ibadet edilmesinden pek hoşlanmayan tanrıdır. Yukarıda hakkında yeterince bilgi verilmiştir..

Hint Koruyucu Tanrısı Vişnu;

Vişnu-Durga aşkı.
Sankrit dilinde Vişnu olarka geçer. Hint teslisinin üç tanrısından birisidir. Brahma’nın yarattığı evreni ve canlı yaşamını koruyan üstün tanrıdır. Narayana ve Hari olarak da bilinir. Samrta gelneğinde beş temel şekli tarif edilmiştir. “Koruyucu veya Muhafaza edici/koruyan” olarak kabul edilmiştir. Hindi kutsal metinleri onu genellikle karanlık sularla dolu bulutların kompleksinde dört kollu olarak tanımlamışlardır. Soluk mavi renkli varlık olarak resmedilmişştir. Reenkarnasyonunda ise Rama ve Krişna’dır.  Alt Sol Elinde bir “padma” nilüfer çiçeği (lotus), alt sağ elinde Kaumodaki gada (mızrak), sağ üst elinde bir kabuklu deniz yumuşakçası, üst sol elinde ise çok güçlü bir silah olduğuna inanılan Sudarşana Çakra tutmaktadır.

Yok Edici Hint Tanrısı Şiva

Şiva- karısı Parvati
Şiva, brahma’Nın yarattığı, Vişnunun koruduğu evren yaşamını ve b u dünya yaşamını yıkmakla görevli zalim bir tanrıdır. İşi gücü yıkmak, kırmak dökmektir.
 Adlarından birisi “anant” tır yani ne ölüsü ne de dirisi bulunmuştur. Şiva inancında üstün tanrıdır. “Smarta Geleneğinde”, tanrıların beş şeklinden birisi olandır. “yıkıcı” ve “her şekle girendir”. En üst dini seviyelerde Şiva, sınırsız, akılla algılanamayan,  değişmeyen ve şekilsiz olarak kabul edilmektedir. Sevilen görünümlerinden birisi de  Keylaş dağında çile çeken Yogi halidir. Parvati’nin eşi, Ganişa, Kartikeya’nın babasıdır. Vahşi görünümüyle şeytanları sıklıkla öldürürken görülür. Yoga ve sanatın patron tanrısıdır. Yapılan ikonlarında, biri alnında olmak üzere üç gözlü, ensesinde Vsuki adlı yılanı, boynunda koku veren Hilal ayı, saçlarından akan kutsal nehir Ganga, silahı trişula, ve müzik aleti damaru ile gösterilmiştir.
Genellikle, kadın-erkek cinsel birleşmesinin temsili olan lingam şeklinde ikonu yapılamayan olarak da görülmektedir. Hindistan, Nepal ve Sri Lanka’da Şiva inancı yaygındır.

Hint Tanrısı Agni- Ateş Tanrısı:

Sanskristça Agni (Ağ-ni), (Anyi, Türklerde Ani’dir) Hindu tanrısıdır.

Agni
Birisi ölümsüzlüğü diğeri de yaşamın bilinmeyen remzini ifade eden iki başı vardır. Dünya ile Gök yüzü ve tanrılar ile insanlar arasında aracıdır.Vedalarda geçen en önemli tanrılardan birisidir. (Hindu araştırmacısı Cavensih Richard’a göre Ateşin Tanrısıdır, adanan kurbanların kabul edicisi ve öteki tanrılara adağın geçmesini sağlayan aracıdır.Tanrılara gitmesi için kesilen kurban Agni’ye gitmesi için kesilir çünkü o insanlarla tanrılar arasında haberci/mesihtir. O, ateşi her gün tekrar yakıldığından her zaman gençtir ve ölümsüzdür.

Surya, Aditya, Prana ve Agni, tanımlanan konuşması ve aklı ile bilinen ışıktan parlak ışınların aydınlattığı nesneleri anlaşılır kılan bilginin kendisi olduğunu söyleyen  Atman anlamına gelir (Rig Veda X.135.7)
Süreyya (Büyük Köpek) takım yıldızı Agni tarfından yönetilir. Agni Vedalarda ve Brahmanların işlerinde en göze çarpan yeri işgal eder. Eski Hintliler Agni’yi ateşin ve ışığın gücü ve akılla birleşen istek gücü olduğunu, zayıf olan insanın istek gücünün Agni’ye okunan Rig Veda  ilahileriyle güçleneceğine inanırlardı.

Vedalara inananlar Agni’ye ibadeti geliştirmişler, onu kurban ateşi olarak tanrılaştımışlar, Tanrıların Rahibi, Rahiplerin tanrısı, tanrılara yapılan sunuları (yajna) taşıyan, doğanın esrarlı gücüne sahip olan, insanın şartlarının iyileştirilmesinde devamlılık sağlayan göksel denetimci olarak görmüşlerdir. 
Rig Vedalarda 200 ilahi Agni’ye övgü olarak adanmıştır. Ateşiyle, adakları kabul edip tanrılara ulaştırandır. Hindu dininde aracı koçtur.

Aryanlar (Arya=Asil) ateşe ibadeti geliştirdiler ve Tanrı Agni’yi Kurban Ateşi Tanrısı olarak kişileştirdiler.
Cennetten bir ödül olarak kabul edilen Agni’nin yaratılışı üç aşamadan oluşur. Yeryüzü, Orta uzay ve “ev ateşini”, “savunma ateşini”,” sunu ateşini” yansıtan göklerdir.
Orta uzay, yağmur sularının kaynağı olan “rahim”dir. Agni, Bhrigu’ya saldırdığında o Agni’ye “yeryüzündeki bütün varlıkları yiyip bitiren olması için” lanet etti ama Brahma,  Agni’ye yapılan laneti “dokunduğu bütün şeyleri arıtan” olarak değiştirdi. (Bhrigu, Brahma’nın akılla doğmuş oğlu Manasa Putra olarak kabul edilir. Adın sıfat hali Bhargava’dır, Bhrigu okullarının devamlılarını kast etmekte kullanılır. İnsanlığın yaratıcısı olan Manu zamanının vatandaşıdır.
Manu, Hint dini kaynaklarında evrenin ve insanlığın “14” yaratılış evresinin her birisine verilen addır.
Açıklama:
Tantra ve Tantrik;
Hint dinindeki 330 milyon tanrı ve onların üzerine kurulu Hint felsefesini yorumlayan mezheplerin her birisi adına kurulan ama temeli Şakti’ye bağlı olan tasavvuf kollarına TANTRA (DOKUMA)  denilir. Tanraya ait olan yorumlara da “tantrik” denilir.

Ani Diğer Milletlerin Dinlerine Nasıl Geçti?
Daryus'u gözleyen faravahar uçan kürsüsünde
Ani adı Mısır Ay Tanrısı Lah’ın da adlarından biridir. Ülkemiz Bitlis’in ve Horasan’da “Ani” adlı şehirler mevcuttur. Haberci melek olması bakımından Cebrail’e, Lah’a, Hürmüz’e, Faravahar’a, Hermes’e Abatur’a karşılık gelir.

“Rahim” sıfatıyla, Kur’an’ın  tanrısı Allah’ın da adına kaynaklık ettiği düşünülebilir. Arap dini edebiyatı Hint kaynaklarıyla doludur. Allah’a da kurban kesilmesi ile bir başka benzerliğine tanık oluyoruz.

İkisinin de yıldızı Şira’dır. Kur’an Necm Suresi 49 ayette Allah’ın  yerinin Şira (Büyük-Küçük Köpek takımyıldızlar) olduğu belirtilmiştir. Mısır, Grek, Arap dinlerinde de Şira/Köpek Takımyıldızları ve bu sistemin en büyük yıldızı Sirius önemli yer tutmaktadır.
Kur’an tanrısı Allah, her şeyi bilen, bir şeyi yaratması için “ol” demesi yeterli olandır. Adem’i yarattığında ilk 70 veya 100 kelimeyi öğretendir.
Tevrat tanrısı Yahweh’in adını Musa’ya “Ben” olarak Türk dilinde açıklamasının kaynağı Hint tanrısı Atman’ın efsanesine aittir.
Tevrat;Mısırdan Çıkış Kitabı;
“Çık.3:13 Musa şöyle karşılık verdi: "İsraillilere gidip, 'Beni size atalarınızın Tanrısı gönderdi' dersem, 'Adı nedir?' diye sorabilirler. O zaman ne diyeyim?"

Çık.3:14 Tanrı, "Ben Ben'im" dedi, "İsrailliler'e de ki, 'Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi.'”

Kur’an da Elohe, İlohim gibi adlarıyla Allah’a benzeyen Yahweh’in aynı tanrıs oludğunu söyler. Bu duruma Allah’ın da adlarından birisinin Türkçe “Ben” olduğu ortaya çıkmaktadır.

HİNT YARATILIŞ DESTANI

Vedalar adı verilen şiir tarzı anlatımı olan ayetlerden oluşan Hint Brahadaranyaka Upanişad’ında olay kısaca şöyle anlatılmaktadır;
“…Başlangıçta sadece Atman* vardı. Etrafına baktı, ama kendisinden başka bir şey göremedi.
-Ben varım’ Dedi.
Bundan dolayı onun adı “Ben”* oldu. Bu nedenle şimdi dahi bir adama kim olduğunu sorsanız o adam önce “Ben” der, sonra da sahip olduğu ismi söyler…

Korku duydu, çünkü yalnızlık korku yaratır.

-Benden başka bir şey yoksa niye korkayım? Diye düşündü. O zaman korkusu geçti. Korkacak bir şey yoktu. Çünkü korku ikinci bir varlık olduğu zaman gelir.
Bu yalnızlıktan dolayı mutsuzdu. Kendisine bir arkadaş istedi. Sarılmış kadın ve erkek iriliğindeydi. Kendisini ikiye böldü, böylelikle kadın ve erkek doğdu.
Bilge Yajnavalkaya’nın dediği gibi gövdesi bezelye gibi ikiye ayrıldı ve kadın böylece ortaya çıktı.

Onunla birleşti ve böylece insanlık doğdu.
Kadın düşündü;
-O beni kendisinden yarattı, benimle nasıl birleşebilir? Kendimi gizleyeceğim. Dedi.

O zaman kadın inek oldu, erkek boğa oldu, birleştiler böylece davarlar oldu. Dişi bir kısrak, erkek te bir aygır oldu, dişi eşek öteki erkeği oldu, birleştiler böylece tek tırnaklı hayvanlar oldu. Dişi keçi öteki erkeği teke oldu, dişi koyun öteki koç oldu böylece keçiler ve koyunlar oldu. Bu şekilde karıncalara kadar bütün hayvanlar yaratıldı.
Sonra düşündü.
-Gerçek yaratılış benim! Çünkü bütün her şeyi ben yarattım! Dedi
Böylece “yaratılış kavramı” doğdu. Bu gerçeği bilen kişi gerçekten yaratırken yaratıcı olur…”
(Kynk. J.Campbell- İlkel Mitoloji S.111)

Efsane öncesinde Tevrat ayetinde tanrı adının “Ben olduğunu vermiştik. Hint destanında da baş tanrı Atman’ın da adının “Ben” olduğunu gördük. Bu da bize Yahudi tanrısının Hint kökenli olduğunu gösterdi.

*“Atman= Bu efsanede geçen baş ve ilk tanrı “Atman” günümüz Türkçesinde halen yaşayan Kırım Tatarlarında da “Ataman” olarak kullanılmaktadır. Rus Kazaklarının başbuğlarına da verilen bu adı ülkemizde binlerce kişi soyadı olarak taşımaktadır.”
Öte yandan, İbrani/Yahudilerin taptıkları tanrılardan biri olan Adon’un (Tanrı) Athon (Aton, Ason) olarak söylendiğine işaret edilir.

Bu adın, “Athan” biçiminde Küçük Asyalı putperest Greklerce çok iyi bilindiğine Avrupalı Greklere böylece geldiğine dair büyük ölçüde delillerimiz vardır. Eustathius, Diyonsius’un Periergesisi üzerindeki üzerindeki notunda Leodikya (Konya Ladik) bölgesindeki yerel adları sayarken “Athan” tanrıdır diyor.
Athan’ın dişili “Tanrı” Athan’dır, “Hanımefendidir”, Türklerin ve Atinalıların söyleyişlerinde “Athena-Asena’dır”.
Minerva’nın bakire olarak temsil edildiği şüphesizdir; Girit’te Hiyerapitna’da Strabo’dan öğrendiğimize göre, Helius ya da Güneşe tapan Corybantes’in (Koribantes- hadım rahipler. ) anası olduğu söylenilmekteydi.
Böylece Hint tanrısı Atman, Ari kökenli Anadolu Greklerince “Athan (Atsan veya Assan okunur) Avrupalı Greklerce de “Athena-Asena” olmuştur. Bu da Türkleri Ergenekon’a götüren bozkurt “Asena” dan başkası değildir.

*Ben: Türkçe’nin temeli “birinci tekil şahıs kipi “Ben’dir”.
İşte 1.tekil Şahıs Kipleri; “Ben, sen o Biz, Siz, Onlar”
Atman- Ataman benzerliğinden adının da “Ben” olmasına bakarak bu tanrının zaten Türk olduğunu söylersek eksik olur. Çünkü göklerin dili Türkçedir. Bütün kavimlerin tanrıları içinde Türkçe ad taşıyan çok sayıda tanrı vardır. “El, Bir, Elibol v.b.” gibi.

Hint Tanrısı “Agni, Anyi okunur, kısası Ani’dir.” Ani, Araplarda Allah ,Yahudilerde, Yahveh/Elohe/İlohi oldu. Bir çok sıfatları atıldı veya üstüne konulup eklendi. Milletler, dillerin kolay olanı söylediler. Ama anlattıkları şey, sadece bir yaratıcıydı.

Eski Hint Tanrıçaları;
Bu Vedalarda geçen Veda tanrıçaları, tanrıları, doğanın güçleri olup Brahman’ın, Vişnu ve Şiva’nın eşiti değillerdir. Bu divalar, Yahudi, Hristiyan geleneklerinde tanrılara hizmet eden “melekler” olarak görülmektedirler.

Ananta; Hintli yılan kraliçe. Aka Sarparajni,. Uyku ve canlanma arasındaki, ölümleri sırasında bütün tanrıları kefenleyen (sarmalayan)dir.
 Banka-Mundi; Khud’un avcı tanrıçasıdır. Orman yaratıklarına karşı adının korkusuz olduğunu çoğunlukla fısıldayandır.

Bardaichila: Assamesse Fırtına tanrıçası.

Bentakumari: Assamesse Su Tanrıçası. Mevsimin ilk balığı ona sunulur.
Bhasundara: Tibetli Refah tanrıçası.
Bhavani:Adı genel olarak Hindistan’ın Ana Tanrıçasıdır. Varlığı bahşedendir. Onuruna yakılan bir kokuyla, ruhu çağrılarak uyandırılandır.

Bisal Mariamna (Baysal Meryemna): Üzüntü içinde gün ışığı Shakti’dir. “Göz aynası” veya Kunna-Kannadi de denilen, içi su dolu pirinçten bir çömlek ile tasvir edilmiştir. Bu çömleğin içine biber yaprakları, hiğndistancevizi çiçekleri, ona yaslanmış metal bir ayna konulur.

Budhi Pallien;Assamesse Orman tanrıçası. Hint ormanlarında kaplan gibi gezinen olarak görünür.

Chomo –Lunga- Ma: Evrenin anası olan tanrıça. Adının aslı Everest dağıdır. En eski Hint tanrılarındandır.
Devi; En çok sevilen tanrıçadır.
Durga: Ana kraliçedir. Çocukları olan tanrıları savunmak için savaşa kaplanları süren savaşçı tanrıçadır.

Hudigamma: Kadın kıyafetleri içinde hadım ruhban olarak hizmet edilmiştir.
İndrani: Tanrıların kraliçesidir.
İsta Devata; Kendisinin patronudur. Aydınlanmış Bilgenin şahsi koruyucu meleğidir.

Kadru; Yılan tanrıça. Nagaların (yılan türleri), kobraların anasıdır.

Ay başılı Kali
Kali: Kara, yer tanrıçasıdır. Zamanın fatihidir, Bereket tanrıçasıdır, ölümün ve yeniden dirilişin Karanlık Anasıdır. Hindu Yaratılış üçlemesinin yıkıcı ve koruyucusudur. Yaşam ve Ölüm tanrıçasıdır. Merhametin evinin hazinesidir. Yeryüzüne yaşam verendir. İlk kez söylediği sözler, varlık bulan, bedenlenendir. Yaratıcı söz ve aklın kaynağıdır. Bakire, Ana ve Yaşlı kadın üçlemesini temsil eden tanrıçadır.(Gençlik, olgunluk ve yaşlılık denilebilir)
Ölünün Hanımefendisidir. Dünyanın başlangıcında olan ve sonunda olacak olan kan okyanusudur. Jagadamba olarak ta bilinir.

Kauri: Hint-Avrupa kuğu tanrıçasıdır.Deniz salyangozu kabuğu onun kutsalıdır.
Khon ma: Toprak Ana, Toprak elemmentinden çıkmış bütün ruhların yöneticisidir.
Kundalini: Yılan tanrıça, insanın içindeki kuvveti temsil eder.

Kurukulla: Mağaraların Dravid tanrıçasıdır.

Lakşmi Bagvati
Horoz üstünde
Lakshmi: Bolluk, zenginlik ve şans tanrıçasıdır. Nilüfer çiçeği içinde oturan “Altın derili kadın” olarak resmedilmiştir.  Sembolü, Hindu tanrılarının egemenliğidir. Soma içkisinin kaynağıdır. Aka Padma, Nilüfer hanım, İyi talih ve güzellik tanrıçasıdır.

Manasa Devi: Bengal’in yılan tanrıçasıdır. Ayın sır adı Mana’ya sahip olan, Ay ile kişileştirilmiştir.

Marici: Budist elmas domuzudur, çevresi yedi domuzla sarılmış, nilüfer çiçeğine oturmuş olarak gösterilir. Güçlü Olandır. Mutluluk güneşidir.

Maya: Üçlü Hindu tanrıçaları içinde örümcekle resmedilen, sihirli örümcek ağı ören olarak sembolleştirilmiş bakiredir. Örümceğin ağı, Çarkı feleğe benzetilmiş, arabasının tekerinde oturan, ağ eğiricisi örümcek tanrıçadır. Aydınlanmış Olan Ana Buda’dır. Renkleri beyaz, kırmızı ve siyahtır. Akdiken onun ağacıdır.

Nanda Devi; Kutsanmış Tanrıçadır.  Ganj nehrini doğuran Dağ Ana’dır. Nanda Devi, Himalaya dağ zincirlerinin en kutsallarındandır.

Parvati/Kali Nepal Budizminde
cinsellik düşkünüdür.
Parvati: Kali’nin bakire görünümüdür. Dağların kızıdır. Şiva’nın gelinidir. Cennetin kızıdır. Maya Sati, Durga Shakti olarak da bilinir. Kara ve renkli işlemeleri esrarlıdır. Giyimlerindeki mücevherler kadar renkler de onun renklerinden olup gücünü ifade eder. Anapurna dağının üzerinde doğan parlayan güneşin, ve kendi güzelliğini göstermek için peçesini açandır. Kelebeğin kozasıdır, krmik altın tekerlek onun yaşam ve ölümle derin bağını, belirleyiciliğini, etkileyiciliğini biçim değiştirmesini yansıtır

Prajnaparamita: Aklın kişileşmiş halidir.

Prakriti: Doğa, kutsal Kali dişi üçlemesinin Sanskrist rütbesidir, yaratılış dizisinin kara, beyaz, kırmızı Guna’larına hükmedendir. Koruyan ve yok edendir. Geçmiş, şimdiki zaman, gelecek; toprak, deniz, gök; gençlik,olgunluk ve yaşlılık ile cisimleştirilmiştir.

Priviti; Çok eski yer Tanrıçasıdır.

SaraE Kali:Kraliçe Kali, Çingenelerin Ana Tanrıçasıdır. Anne, Kadın, Kızkardeş, Kraliçe,bütün Roman kanının kaynağıdır. Yeryüzünün ve Cennetin (göğün) Kraliçesidir.

Sarama: Vedalardaki Fahişe Tanrıçadır. Avcı köpeği Yama’nın Anasıdır. Avcı kadındır.

Saranyu: Bütün yaratıkların, hayvanları doğuran anasıdır. Vedalardaki düzlüklerin tanrıçasıdır, bütün Centaurların (çift cinsiyetli yaratıklar) anasıdır.

Saraysvati Tavuskuşunda
Saraswati: Tüm yaratıcı sanatların olduğu kadar müziğin, dansın, bilimin, şiirin Beyaz Tenli tanrıçasıdır. Sanskrit dilinin yaratıcısıdır. Kaşlarının üstünde bir Hilal Ay takar, kuğuya veya tavus kuşuna biner, nilüfer çiçeğinde oturur. Akan Bir’dir. Bütün, müzik, yazı, matematik, takvim, büyü ve Vedalarda öğrenilecek her türlü medeniyetlerin ve sanatların mucididir. Eski nehir tanrıçasıdır. Cennetin Kraliçesidir. Suların Anasıdır. Aka Ganga’dır. Gerçek Nehir tanrıçasıdır. Okyanus ile birdir. Büyük temek pişirme tanrıçasıdır. Soma’yı veya amrita’yı (mutluluk içeceği) icat edendir. Doğadan bağımsızdır. Hissi aşkın, yaratıcılığın, güzelliğin, sanatın, müziğin, öğrenme ve öğretmenin(eğitimin) tanrıçasıdır.

Savitri; Medeniyetin Hindu anasıdır. Müzik, edebiyet, ritim/uyum, zaman, ölçü, gece ve gündüz, hafıza, zafer, fetih ve yogayı getirendir.

Shakti:  Büyük rütbeli tanrıçadır, kozmik enerjidir. Tantralar (Şakti mezhep imamları), dişi ilkenin önce geldiğini ve erkek ilkeyi içerdiğini ve dişi ilkenin Üstün İlahilik olduğunu söylerler. Tantrik doktrin, ölümlü kadınlar, Şakti’nin ilkeleriyle cisimleşmiş, tanrıça benzerliğinde yaşamın kendisidir derler. Evrenin seri olarak görünüp kaybolması, gözlerin açılıp kapanması ile olur (Lalita Shasranamam’dan alıntı). Şakti ile son birleşme, tantrik metinlere göre ölümle olmaktadır.

Shasti: Bengal Kedi Tanrıçasıdır, kediye biner şekilde gösterilmiştir. Çocukların koruyucusu ve çocuk doğumu tanrıçasıdır.

Sita: Saban, Rama (Krişna)nın eşi Toprak Tanrıçasıdır.

Samashana Kali: Kali Ma, Yeryüzünü ve diğer yerleri yakan tanrıçadır. Yantrası sekiz taç yapraklı bir nilüfer ve ters çevrilmiş üçgenin bütün çoklu tekrarlarıdır. Anlamı, ölümü takip eden yeniden diriliştir. Rahiplerine “dakinil”ler denilir, cenazelerde ayarlanan ölmeye meyillilerdir.

Tara: Vedalar öncesi Koruyucu tanrıçadır. Hindistan ve İrlanda’da bilinir. Hint-Avrupa dinlerinde  Yeryüzü Tanrıçasıdır. Atinalıların onun adıyla her yıl kutladıkları bayramları vardı. Taramata, vahşi cinsel geleneklere isyan eden (Anne Tara) takma adıdır. İrlanda'da cinsellik öğreticisi olan  kutsal güvercindir. Tara, Hindistan'da veda öncesi en çok saygı duyulan tanrıçadır. Onda şarap kutsaldır. Merhametin tanrıçasıdır, Elmas Domuzdur. Elmas onun kutsal taşıdır. Tibet Budistlerinde Büyük Anadır. Bütün varlıklar yeniden dirilerek aydınlanıncaya kadar kendisini aydınlanmaya adamış Aydınlanmış olan Bodhisatva’dır. Dişi olarak yeniden canlanmaya adanmıştır. Yer altını, dünyayı, gökleri, doğumu, ölümü ve yeniden üremeyi, aşkı ve savaşı, mevsimleri, bütün yaşayan ve büyüyen varlıkları, ayın döngüsünü yönetir. Yeşil Tara onun doğal görüntüsüdür. Tip olarak ince yapılı beyaz tenli, altın saçlı, mavi gözlü güzel bir kadın olarak görünür. Kızıl, siyah, koyu mavi olarak göründüğü de olur. Hayvanları domuz, kısrak( dişi at), baykuş ve kuzgun (leş karkası)dır.
Ruhsal şekillenmenin tanrıçasıdır. Tara’ya ibadet edildiği zaman düşüncelerinin onun aklından, sözlerinizin onun ilahiliğinden işittikleriniz olduğunu ve bedeninin yeşil ışıktan olmasıyla tanırsınız. Havanın her molekülü onun ilahi enerjisidir, uzandığınızda başınız onun kucağındadır.

Uma;
Altın Tanrıça,Işık ve güzellikle kişileştirilmiştir. Dağların anası, yoga çileciliğinin patronu, Kali tacının görünüşü, aka Prişni, Karanlık Mevsimin anasıdır. Göklerin kızıdır. Ölümün anasıdır.

Amrita; Sanskritçe Iast; Amrta veya Amata şeklindedir. Edebi olarak anlamı “ölümsüzlük” demektir. Metinlerde “nektar” olarak tanımlanır. Amrita Grek dilinde “ambrosia” ile eş anlamlıdır. Kelime anlamı olarak tanrıların ölümsüzlük kazanmak için içtikleri içkidir. Kelimesinin en eski hali Rigveda’da “Soma olarak geçer. Devalarda, devlere ölümsüzlük bahşettiği için içildiği anlatılır.
Bazen, Hindu tanrılarının heykellerinin vücutlarından aşağıya mucizevi şekilde  aktığına inanılır. Bilinen ballı, şekerli su değildir ama tat veren bir sudur.

Dilimize Çeviren
Alaeddin Yavuz


CAN DİNİ, JAİNİSM

-(Jainism-
 ˈnɪzəm/' Sanskrit: जैनधर्म – Jainadharma, Tamil
: சமணம் - Samaṇam/Cincilik)-

Hindistan Mayadevi Can tapınağı
İngilizce dilinden yapılan çeviriler nedeniyle birçok çevirmen arkadaş aslına sadık kalmak için bu din hakkında Jainism kelimesi, “Caynizm” olarak okunduğundan bu adı “Caynacılık” diye yazmaktadırlar. Çünkü İngiliz dilinde dilimizdeki “A” sesi yoktur. Bu yüzden dilimizdeki ve Hindu dilindeki “A” sesini verebilmek için mecburen “İ” (Ay okunur) harfi koymaktadırlar. Aksi halde kelime “CEYNİZM” okunur o da kelimenin gerçek ses anlamını vermeyeceğinden anlamsız olur.

Oysa işin gerçeği bu kelime adını Arapça “Cım, Elif, Nun"  harfleriyle yazılan “Cann” kelimesinden alır ve Arap dilinde de “Cin” okunan bu kelime dilimizde çok bilinen cinden başka bir şey değildir.

Hintliler ve İranlılar bu varlıkları aynı Türkçedeki “A” sesiyle “Cann” olarak çift “n” ile söylemektedirler. Türkçemize de Farsçadan “Can” olarak geçmiştir. Ayrıca ruh ve sevgili anlamını taşır. İngilizce John (Can sesi verir- Yahya demektir), Fransızca Jan’dır.

Bu konuyu Elmalılı Hamdi Yazır Kuran tefsirinde, Cin, Şaffat gibi içinde cinden bahsedilen surelerde açıkça belirtmiştir. Bu nedenle bu dine “Cincilik” dememde bir sakınca görmüyorum. Öte yandan, Hindu, Brahman, İran, Sümer, Babil, Asur, Mısır, Grek dinlerinin de temelinde Cin/Şeytan tanrı kültü yatmaktadır ve bütün bu kavimlerin tanrılarının hepsi bu cinler ve şeytanlardır. Tevrat’ta da (Yaratılış/Genesis 6:4) bu göksel kavim halkına “Nefiller” denir. Bunların göksel savaşçı kahramanlar olduğu aynı ayette yazılır. Yani hepsi “Fatihtir” ve Jain/Fatih/ cindir.

70 metre boyundaki Can/Cinlerinden birisi
Şravanabelagula
Hindistan’da yaklaşık 3000 yıldır böyle bir kültür ya da din olacakta, güney Asya’dan yani Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan, Uygur/ Sincan, İran yaylaları ve Himalaya bölgelerinden Hindistan’da Babür İmparatorluğuna kadar bu toplumlarla iç içe binlerce yıl yaşadıktan sonra buralara gelen biz Anadolu Türkleri bundan haberdar olmayacak. Böyle bir şey düşünülemez bile.

Cincilik, cinci hocalardan muska yazma, büyü yapmaya kadar ruhumuza işlemiş bir kültürdür. Alevilikten Sünniliğe, Yahudilikten İslam’a bütün Ortadoğu dinlerinde bu felsefe açıkça kendisini göstermektedir.

Cincilik inancı, tabiatta yaşayan her şeye karşı tecavüzkâr olmamayı emreden bir Hint dinidir. Felsefesi, ruhsal bilince/ özgürlüğe/ tanrısal bilgiye kavuşmak için insanın kendi çabasıyla ruhunu eğitmeye, yüceltmeye sevk eden öğretiyi vurgulamaktır. Her insanın ruhu, Jina/ Cin (Fatih) adlı üstün bir varlık ve iç düşmanları tarafından işgal edilmiştir. Mükemmel hale gelmiş ruh Siddha adını alır. Caynacılık/Cincilik eski metinlere shramana dharma (Şramana Darma- Öz güven) veya niganthas (nefret veya bağlanmama) yoluna atıf yapmaktadır.

Cinci müritlere Şravaka/dinleyici denir. Dini toplum dört temel sınıftan oluşur. Bunlar, rahipler, rahibeler, mürit erkekler ve kadınlardır.

Bu inanca göre varlıklar üç sınıfa ayrılırlar;

Henüz gelişmemiş olanlar, gelişmekte olanlar ve tekrar doğuş sürecinden kurtulmuş özgür hale gelenler yani Nirvana’ya ulaşanlardır.

Evren hakkındaki gerçekleri ilk fark eden ve kavrayanın yani inancı kuranın Lord/tanrı/bey Rişabba olduğu ileri sürülür ve yaşadığı zaman hakkında bilgi yoktur. Onu Lord/bey Parşava (M.Ö.877-777) ve Vardhaman Mahavira (M.Ö.599-527) takip etmiştir. Mahavira’nın bu dinin kurucusu olduğu, Benares’te doğduğu, otuz yaşına geldiğinde evini, ailesini terk ederek kendisini dünyevi istek ve arzulardan soyutlayarak dini yaşantısına başladığı,72 yaşında Bihar’da öldüğü ileri sürülür. Onun ölümü Nirvana’ya kavuşması olarak kabul gördüğünden Cincilerin takvimi de onun ölüm günü kabul edilmiştir.

Mahavira’nın ölümünden iki yüz yıl sonra Hindistan’ın batısı ve güneyinde de yayılması ondan iki mezhebin doğmasına neden olmuştur. Bu tarikatlar, Şvetambaralar (Beyaz giyinenler) ve Digambaralar/ Göğü Giyinenler (Çıplaklar) adlarını almışlardır.

Bazı tarihçiler Cinciliğin M.Ö. 9.yy. veya 6.yy. da ortaya çıktığını savunmalarına rağmen, Cin inancı Cinciliğin daima olduğunu ve her zaman olacağını öğretir. Varsayımlara göre öncelikle, İndus Vadisi Medeniyetinin bir tufanla yıkılmasının ardından Hindistan içine yapılan Hint/Aryan göçlerinin getirdiği ruhani yansımanın ürünü olabileceği gibi çeşitli Hindu mezheplerinin bir ürünü de olması muhtemeldir. Bazı âlimlere göre de Şramana öğretisi, tarihi Vedalara dayanan dinin dindar Hint/ Aryanlarca çıkarılmış ayrı çağdaş bir uygulamasıdır. Günümüz dünyasında Cinciler, Hindistan’da 4.2. milyon gibi küçük bir azınlıktan oluşurlar. Avustralya, uzak doğu, batı Avrupa ve kuzey Amerika’da göçmen topluluklar arasında gittikçe yayılmaktadır.

Bu cinlere ibadet şekillerinden ayak ibadeti
Cinciler, ülkedeki en eski Cinci kütüphanelerine ve en yüksek derecede, en eski dini gelenekleri olan dindar topluma ve din ulemalarına sahiptirler.

a-Temel İlkeleri;

Cincilik, bireyin kendi aklı ve özgüveni ile yemin (Sanskritçe-व्रत, vrata) ederek, kişinin kendi ruhsal gelişimini tamamlayabileceğini öğütlerler.

Cinciliğin üç mükemmel (mücevher) İlkesi;

1-Doğru görüş (Samyak Derşane/Darshana)

2-Doğru Bilgi (Samyak Gyana)

3-Doğru amel (Samyak Çaritra/Charitra)

Bunlar, doğum ve ölüm çemberinden başlayarak devam eden yolu sağlarlar. Ruh dünyevi bağlarından bütünüyle sıyrıldığı zaman, ilahi bilince ulaşır.

Cinciler, evreni yaratmak, korumak ve yasalar koymakla mükellef “yaratıcı bir tanrı” olduğuna inanmazlar. Evren bir düzenleyiciye ihtiyaç duymadan kendi doğal kuralları içinde hareket eder ve değişir. Cinciler, evrenin dünyadan başka yerlerinde yaşam olabileceğine inanırlar. Cinciler, suda, havada, çamurda yaşayan mikroorganizmaları da içeren geniş bir sınıflandırmaya sahiptirler.

Beş temel ilkeye uyularak en ufak yaşam biçimine sahip canlılara en küçük zarar verilmemesinin en temel ilkeleri olduğunu öğütlerler.

Cinciler, takip eden, konuşma, davranış ve Mahavrata (Büyük yemin) ilkelerine uyularak nihai özgürlüğe/azad oluşa ve aydınlanmaya ulaşılabileceğine inanırlar.

Bunlar;

Ahimsa sembolü
1-Ahimsa (Tecavüz yok)- Hiçbir canlıya zarar vermemeyi öğretir. Öteki yeminlerden kaynaklanan en temel yemindir. En küçük bir varlığa en küçük bir zarar verecek veya zarar vermeyi düşündürecek davranıştan uzak durmayı emreder. “Tecavüz yok” ilkesi çoğunlukla, ”Öldürmeyeceksin” ilkesiyle karıştırılırsa da kelimenin anlamı bunun daha da ötesindedir.

Bu ilke, yaşayan herhangi bir varlığı doğrudan veya dolaylı olarak veya başkalarının aracılığıyla asla incitmemeyi ve zarar vermemeyi öğütler. Hatta bulunulan bir oda içinde bile başkalarını incitecek en ufak bir sözden ve düşünceden bile kaçınmayı öğütler. Öğreti, başkalarının fikirlerine saygılı olmayı, onlara hürmet göstermeyi de içerir. (Mutlakiyetçilik/Saltçılık yoktur, başkalarının da görüşleri kabul edilebilir.)

2-Satya (Doğruculuk/Gerçekçilik)- Daima doğruyu, gerçeği zarar vermeyecek bir şekilde söylemek gerekir. Doğruyu konuşan birisi bir anne, bir öğretmen gibi saygıdeğer, bir akraba gibi herkese yakındır. Karmaşa/ kargaşanın olmadığı zamanlarda bütün öteki ilkelerin bağlı olduğu “tecavüz yok” ilkesine önem verilmelidir. Örnek olarak “doğruyu söylediğinizde bir tecavüze sebep olacaksanız” sessiz kalmak mükemmeldir.

3- Asteya (Çalma!); Gönüllü olarak size verilmeyen bir şeyi almayınız. Birisine ait olan bir malı kesinlikle öbürlerinin almaması şarttır. Kişi, onuruyla kazandığına razı olmalı, onunla tatmin olmalıdır. Maddi anlamda zengin olmak için, başkalarına ait bir şeyi almak ya da onları sömürmeye yönelik veya hırsızlık olarak algılanabilecek en ufak bir teşebbüste bulunulmamalıdır. Bu ilkeye rehberlik edecek bazı kurallar;

a-İnsanlara emeğinizin veya ürününüzün en iyisini veriniz!

b-Size sunulmayan bir şeyi asla almayınız!

c-Başkaları tarafından düşürülmüş, unutulmuş bir şeyi asla almayınız!

d-Fiyatları değerinin altında tespit edilmiş kelepir görünen hiçbir şeyi satın almayınız! (Yasa dışı işlerle kazanılmış, çalıntı, dolandırıcılık sayesinde elde edilmiş olabilirler.)

Brahmacharya (Brahmaçarya- Bekarlık); Cinsel arzuların akıl yoluyla denetim altında tutulmasıdır. Bu yeminin temel ilkesi zevke dayalı zaafları denetim altında tutarak boşa zaman harcamayı önlemektir. Bu yemine göre bir insan evinde kendi eşinden başkasıyla cinsel/duygusal ilişkiden kaçınmalıdır. Cinci rahip ve rahibeleri kesinlikle her türlü cinsel ilişkiden kaçınırlar.

Beş temel ilkenin sembolü
Aparigraha (Mülkiyet/maddecilik yok); Maddi olan şeylerden ve insanlardan kopmaktır. Bir nesneye sahip olmak o nesneye sahip olmaktan çok, ona bağlanmayı, o nesneye tabi olmayı getirir.

Aile reisi için “mülkiyet yok” ilkesi o nesneye “bağlanmadan” sahip olmaktır, çünkü “sahip olmak” yanıltıcı bir kavramdır. Yaşam gerçeğinde değişim sabittir, bu gün sizin olan gelecekte başkasının malı olabilir. Aile reisi görevlerini yerine getirirken sahip olduklarına bağlanmamalı, sevmemeli ve onların bir emanetçisi olduğunu düşünmelidir.

Rahip ve rahibeler ise bütün mülkiyet, ev ve aile ilişkilerinden vazgeçmelidir.

Cinciler, ezeli ve ebedi olmayan evreni, doğanın sonsuz yasalarının tuttuğuna inanırlar. Her nasılsa o dairevi değişiklikleri üstlenir. Evrenimiz, yaşayan (Jiva) ve yaşamı olmayan (Ajiva) iki türlü varlık tarafından işgal edilmiştir. Samsarin/ruh, zaman yolculuğu sırasında çeşitli biçimlerde şekillenir. Samsarin, İnsan, yarı insan, üstün insan (super human) cehennem varlıkları olmak üzere dört ruh halindedir...

b-ÇEKİRDEK İNANÇLAR;

Her yaşayan varlığın ruhu vardır.

Her ruh, yaratılış itibarıyla tanrısaldır, algılama, mutluluk (Karma tarafından maskelidir) , kuvvet gibi sonsuz bilgilere sahiptir.

Bu yüzden yaşayan hiçbir varlığı incitmemeli, nazik olmalı ve onlara kendimize davranılmasını istediğimiz gibi davranmalıyız.

Her ruh kendi karmasına göre, insan, yarı insan, üstün insan ve cehennemi bir varlık olarak doğar.

Her ruh, burada veya ahrette kendi yaşamının mimarıdır.

Karmadan beslenen bir ruh, sonsuz bilgiyi, idraki, gücü, ve mutluluğu tecrübe edinerek ilahi bilince ulaşabilir ve özgür olabilir.

Cinciliğin üç temel mücevheri olan “Doğru görüş”, “Doğru bilgi”, “doğru amel”, gerçekçiliğin yolunu temin eder. Yok edici, koruyucu, sahip olan üstün bir ilahi yaratıcı yoktur. Evren, kendi kendisini düzenler ve her ruh kendi gayretleriyle ilahi bilinçlenmeyi (Siddha/Sidda) yerine getirecek güce sahiptir.

Namokar Mantra Cincilikte ibadetin temelidir ve günün her vaktinde ezbere okunabilir. İbadet Mantra’nın ezbere okunmasıyla ve bütün rahip ve rahibelerin, öğretmenlerin ruhlarına, ruhani önderlerin (Acharyas/Açaryalar), yeniden doğmaktan muaf olmuş (Siddha’ların) ruhların ve halen insan biçiminde olan özgür ruhların önünde eğilerek yapılır . Bu temel ibadette, Cinci inanlı kendisi için asla maddi bir çıkar, iyilik için dua edemez. Mantra, ruhi bakımdan çok ileri seviyelere gelmiş varlıklara derin saygı göstermeye ve kolay jestler yapanlara hizmet eder. Mantra bir de Moksa/Nirvana’ya (Sonsuz Evren) ulaşma amacında en üst düzeye gelmeyi inanlılarına hatırlatır.

Cinciler, kendi iç hazlarını ve ilahi bilinçliliklerini işgal etmiş olan ve kutsal kitaplarını çalışan bu özgür ruhlar olan Jinalar, Arihantlar ve Tirthankaras/ Törtankarasların ikonlarına (resimlerine) ibadet ederler.

Cincilik, Törtankara’nın sağlığına bakan /hizmet eden göksel ruhların kudretlerinin varlığını da bildirir. Bunlar, genellikle erkek (Yaksha/Yakşa) ve dişi (yakshin/yakşin) adlarıyla bilinen Cinler/Jinas adı verilen koruyucu tanrı çiftler olarak bulunmaktadırlar. Bunlar insanüstü/supernatural güçlere sahip varlıklar olsa bile öteki insan ruhları gibi doğum, ölüm çemberi içinde dolaşan varlıklardır. İnsanlar fazladan bunlara da ibadet ederler.

Cincilikte temel Karma kavramı sözel ve fizik manada ve düşüncede icra edilen (olumlu-olumsuz) faaliyetler ile sevgisizlik/ilgisizlik veya düşkünlük yüzünden tepki göstermektir.

Sıfır yerçekimi olan bir çevreye bir elma düştüğünde uzay aracının yeryüzünün etrafında dönmesi gibi dönecek, yerinde yüzecektir. Benzer olarak birisi içinde ilgisizlik veya düşkünlük olmadan bir karmaya rast geldiğinde onun ruhuna bir zararı olmayacaktır.

Karmalar, ruhun doğasını zorlayan “İmha Edici Karmalar” ve ruhun ikamet ettiği bedeni etkileyen “Yıkıcı olmayan Karmalar” olarak iki gruba ayrılırlar. Yıkıcı karmalar bedenin içine girdikçe değişik şekillerde insan acı çekmeyi tecrübe eder.

Cin cemaati ve kutsal kitapları içeri toplanmış karmalardan kurtulmayı olduğu kadar onların içeriye girmesini de durdurmanın yolunu açıklar.

c-KARMADAN (Nirjara) SIYRILMAK

Cincilik, ruh tarafından biriktirilen karmalardan (Nirjara) sıyrılmak için iki esas yöntem önerir.

Edilgen/pasif yöntem;

Zamanın akışı içinde tecrübe ettiğimiz, iyi, geçmişteki karmaları/kötü şeyleri ağırbaşlılıkla karşılayarak kemale ermeye çalışmalıyız. Geçmiş karmaların (kötü tecrübelerin) meyveleri, bağlılık, kızgınlık şeklinde alınmışsa ruh yeni karmalar almış demektir. Ruh, hangi karmanın meyvelerini vereceğini peşinen bilemez. Bu yüzden kişi her şartta ağırbaşlılığı denemelidir.

Etken/aktif yöntem;

Karmaların ürettiği etkileri azaltmak, kemale ermeyi hızlandırmak için af dileme/kefaret ödemek gibi dahili ve harici yaptırımlar uygulanmalıdır. Bu ruhu şartlara hazırlamak ve kişiye daima uyanık kalmayı hatırlatmak için önerilen en iyi yaklaşımdır.

Cincilerin terbiye yöntemleri iki gruba ayrılır. Ruhi tasarruflar ve bedeni tasarruflar.

Ruhsal/dâhili tasarruflar;

1-Günaha sokan işlerden kaçınmak,

2- Kişinin toplumdaki konumunu, gücün zenginliğini, aklını, zenginliğini kıyaslayarak bilmesine rağmen alçak gönüllü ve kibar olmayı ilke edinmesidir. Yani böbürlenmemek, aşağılamamak, kendine davranılmasını isteği gibi başkalarına davranmaktır.

Göğü giyinen Digambara. Bizde  "Çıplak" olarak bilinirler
Evliya Çelebi'nin anılarında ve İslam öncesi çağlarda
her yerde yaygındılar. 
3- Özellikler rahip ve rahibelere, yaşlılara, yapılan iyiliği geri döndürmeyecek zayıf ruhlulara da hizmet edilmelidir.

4-Özellikle, açgözlülük, aldatmak, kandırmak, bencillik ve kızgınlıktan, öfkeden ve şehevi duyguları yenmelidir.

5-Meditasyon yapılmalıdır.

Bedeni/Harici tasarruflar;

1-Oruç tutmak,

2-Olağan bir insanın yediğinden az yemek,

3-Kuvvet verici ve azdırıcı yiyeceklerden kaçınmak,

4-Bencilce duygulardan kurtulmak için yardım aramak veya arayanlara yardım etmek ile alçakgönüllülük ve şükretme daima yapılmalıdır.

5-Yalnız kalmalı ve kendi ruh halini gözden geçirmelidir.

6-Bedenin ihtiyaçları konusunda uzmanlaşmalıdır.

Heykeller Cinciliğin iki kurucusunu temsil etmektedir. Soldaki Rishabha (Rişaba) 24 törtsankara’nın ilkidir. Sağdaki Mahavira, dinin felsefi sistemini yenileyen ve sağlamlaştıran 24 Tirtsankara’nın sonuncusudur.

Yaşamın amacı, bedeni (fiziki) ve akli arınmanın sağlanabilmesi için karmanın olumsuz etkilerini yapmamaktır. Bu doğal, büyük iç huzurun sağlanmasının eşliğinde özgürlüğe gidiştir. Ruhun adının Sanskritçe Pali dilince “Jina (Cina)/ Fatih” olmasının sebebi, ruhun özgürlüğünü kendi gayreti ile elde etmesindendir. Bir Cin müridi Cinaların /fatihlerin takipçisidir. Cinalar, bütün yaşayan varlıkların yararına olduğu düşünülen yolun, sevgisizlikler ve karma ile bağlı olan engellerden bütünüyle kopmuş özgürleşmiş, dharma’yı (darma) keşfetmiş, ruhsal olarak ilerlemiş insanlardır. Cin müritleri, “kolaylaştırıcı” olarak bilinen çok özel 24 Töğtankara cinlerinin /fatihinin öğretilerini takip ederler.

Cin müritleri (Cinciler/Cinalar), gerçek yaşam darma bilgisinin, tarih boyunca dairesel olarak çöküp canlandığına inanırlar.

Töğtsankaranın gerçek edebi anlamı “geçiş yolu/geçit inşaatçısı- kolaylaştırıcı” demektir. Cinciler, arınmış olan bir ruhun dikkat ve sabırla elde edilen bir emek ile sert akan bir nehri geçme sürecini akılla kıyaslayabilirler. Geçit inşaatçısı/kolaylaştırıcı, nehri zaten geçtiği için ötekileri sadece rehber olabilirler.

Cinci geleneği, zaman çarkı (kalaçakra) içindeki ilk töğtsankaranın alçalması (avasarpini) olan Adinats da olarak bilinen Rişaba gibi tanımlamaktadır. 24. Son töğtankara olan Mahavira (M.Ö.599-527) yılları arasında yaşamıştır. 23.töğtankara olan Parşva (M.Ö. 877-777) yılları arasında yaşamıştır. Son iki töğtankara Parşva ve Mahavira varlıkları kaydedilmiş tarihi kişiliklerdir.

24 Töğtankara’nın tarihe göre (kronolojik) sıralamaları da şöyledir;

Rişaba (Rishabha), Acitnas (Ajitnath), Sambhayanath (Sambayanats), Abinandannats, Sumatinats, Padmabraba, Suparşvanats, Çandrapraba, Puşpadanta (Suvidinats), Şitalnats, Şreyansanats, Vasupucva, Vimalnats, Anantnats, Darmanats, Şantinats, Kuntunats, Aranats, Malinats, Munisuvrata, Naminats, Parşva, ve Mahavira.

Cinler, Kannada, ತೀರ್ಥಂಕರ Töğtsankara, Tamilce இறைவன, (Iraıvan) Ayrevan/ Erivan ve Hintçe Bagvan (Bhagvân) adlarıyla saygı görmektedirler

Töğtsankara Cin'i
Töğtankaralar, panteistik (tüm varlıkları tanrı sayma inancı) ya da politeistik (Çok tanrıcılık) bir duygu değil fakat hepimizin içinde uyumakta olan kalitesi tanrısal düzeyde olan uyanmış ruh olarak hürmet edilenlerdir.

Ruhlar dünyasının yollarında gidip gelen öteki ruhlara önderlik edip yardım edebilecek Arihant haline ulaşarak bir töğtankara olabilecek sadece birkaç ruh vardır. Töğtankaralardan ayrı olarak Cinciler Bahubali gibi özel Arihantlara da ibadet ederler.

Gommateşvara olarak da bilinen Bahubali metinlerine göre, Podanpur kralı ve Rişaba’nın yüzlerce oğullarından ikincisiydi. Bahubali’nin bir heykeli Karnataka devletinde Hasan bölgesindeki Şravanabelagola’daydı. Şravanabelagola Cinciler için kutsal bir hac yeridir. Heykelin ayaklarının yukarıyı gösterdiği zamanda, biri göğün geniş boşluğuna karşı sadece azizi görür. Bahubali heykeli yek pare kayadan oyulmuş, (55 feet) yaklaşık “16.5m” yüksekliğinde inşa edilmiştir. Dev heykel M.S. 981’de Ganga kralı Ramçalla’nın bakanı Çavundaraya’nın emriyle kazınmıştır.

e-Cin Kozmolojisi/ Evrendoğum/ Yaratılış Efsanesi;

Cin inancına göre evren asla yaratılmamıştır ve asla da yok olmayacaktır ne de varlığı son bulacaktır. Bunun içindir ki bir açıdan bakıldığında Şasvat (Shaswat-Ebedilik/Sonsuzluk) tır. Zaman çemberi içinde alçalan ve yükselen ruhi dönemlerden geçmektedir ama başlangıcı ve sonu yoktur.

Diğer bir deyişle, evren/kainat, zaman çarkı içinde büyük aşama evreleri içindeki hareket etmekte, değişmekte sabit değişiklikler içinde olacaktır.

Cin metinleri, evrenin sonsuz miktarda Civa (Jiva- yaşam gücü veya ruh) ve Aciva (Ajiva- yaşamsız nesneler) ile dolu olduğunu iddia eder. Evrenin şekli Cin inancında resimde gösterildiği gibi boydan boya uzanır şekilde tanımlanmaktadır. Evrenin en tepesi “Sidda” (Siddha) haline erişmiş özgür ruhlara aittir. Bu en üstteki ikamet, bir hilal ayın sınırlarının üstündedir.

Hilalin altı ise “Devalar” olarak da bilinen karmanın olumlu etkilerinden hoşlanan güçlü ruhların ikamet ettiği (Deva Loka) cennettir.

Cin inancına göre tastamam “7” YEDİ CENNET” vardır. Karmanın olumlu etkisinin tükenmesinden sonra sonuç olarak yeniden doğacak olan ruhun cennette geçireceği hoş yaşam sınırlıdır.


Can dininde Yedi katlı cehennemin temsili
Benzer olarak orta kısmın/ belin altı gibi tarif edilebilecek yer ise (Narka Loka) cehennemdir.

Karmanın olumsuz etkilerinin sonuçlarıyla etkilenmiş olan her ruhun derecesine göre gideceği ve azap çekeceği yedi cehennem vardır.

Ruhların derecelerine göre azap çekecekleri cehennemlerdeki azaplar da farklıdır ve ceza arttıkça ışık ta düşmekte olduğundan, örneğin yedinci cehennemde ışık yoktur.

Cehennemde çekilecek çileler de sınırlıdır ve günahkârlar için olan umut ışığı, sahip oldukları karmanın olumsuz etkileri üzerlerinde hiç kalmadıktan sonra evrenin bir başka yerinde yeniden doğacaklardır.

İnsan, hayvan, böcek, bitki ve mikroskopla görülebilecek küçük canlılar evrenin orta yerinde ikamet etmektedirler. En üstün özgürleşme evrenin bu bölgesinde olabilmektedir.

Cin inancında zaman çarkı Utsarpinis (gelişen, ilerleyen zaman çarkı) ve Avarsarpinis (gerileyen, düşen zaman çarkı) olarak ikiye ayrılır.

Utsarpinis ve Avasarpinis Kalaçakra (aynı zaman çarkı) içinde sürmektedir.

Her bir Utsarpinis ve Avsarpinis Aras olarak bilinen birbirine eşit olmayan altı döneme bölünmüştür.

Utsarpinis’in yarım halkasında, ırk, gelişme, mutluluk, güç, sağlık ve din konusunda “ en kötüden en iyiye” doğru gelişme gösterir ve süreç bittikçe döngü yeniden başlar.

Avasarpinis’in yarım çemberinde de insan “en iyiden en kötüye” doğru bozulmayı tecrübe eder. Cin inançlıları tamamen Avasarpinis’in beşinci Aras’ında olduklarına inanırlar.

İlk ve son ikinci Aras sırasında, bilgi ve darma uygulaması insanlık arasında çöküşe geçecek, üçüncü ve dördüncü Araslardayken ruhunu karmadan özgürlüğe ulaştırmış, aydınlanmış insanların öğretileriyle tekrar ortaya çıkacaktır.

Geleneksel olarak evrenimizde ve bu zaman çarkı içinde Rişabaya gerçeği ilk kez fark etmek için hürmet edilir. Mahavira, aydınlanmayı sürdüren (Vardhamana) son (24.) töğtankaradır. Cin inancının bu doğrultudaki ilkelerini okumak için P.S. Jaini tarafından yazılmış “The Jaina Path of Purification- Cin inancı yoluyla Arınma” kısmını okuyabilirsiniz.

f-Gelenekler ve Uygulamalar;

Cinciler vejeteryandırlar yani etyemezler, sebzecidirler. Bitkilerin köklerini, onların soylarını tüketir endişesiyle yemezler. Cin metinlerine göre bitkilerin kökleri Nigodas adı verilen sonsuz sayıda mikroorganizmaları içermektedirler. Cin darma takipçileri, gece olmadan evvel yemek yerler. İçindeki mikroorganizmaların ölmelerini önlemek için, kullanacakları suyu önce bir güzel süzdükten sonra suyu kaynatırlar veya bir şekilde kullanmaya başlarlar.



Ruhban olmayan kadın ve erkekler genellikle “tecavüz yok” ilkesine bağlı kalarak, geçimi sağlama şartlarına tecavüz etmekten kaçınmaya ve bütünüyle hayatı korumayı ve ona saygıyı gerektiren bir mesleği seçerler.

Cin ruhbanları, yalınayak yürüyerek, böcek ve daha küçük şeyleri öldürmekten kaçınarak yerleri süpürürler.

Bütün yaşam cinlerce kutsanmış olsa da insan hayatı yaşam biçimlerinin en üstün hali olduğu farz edilmektedir. Bu nedenle yaşamın kuralı olarak hiç kimseyi hayal kırıklığına uğratmama ve asla zarar vermeme kabul edilmiştir.

Beş yemin gereğince Cin inananları kötü arzulardan kaçınarak merhameti uygularlar. Onlar, Atma’nın (ruh) insanı parmatma’ya ( özgür ruh) yönelerek özgürleştireceğini ve bunun da insanın içinden geleceğine inanırlar.

Cinciler, bütün ahimsalardan (tecavüz) kendilerini alıkorlar ve günahkâr davranışlardan kaçınılmasını nasihat ederler.

Pratikraman (günahtan/haddi aşmaktan dönme) günahı itiraf etmek ve pişmanlık duymaktır. Bu günlük yaşam içinde yapılmış, işlenmiş günahları, haddi aşmaları, kötü düşünceleri bir daha yapmamayı öğrenmek için geriye bakma sürecidir. Arkadaşlık ettiğin insanla olan ilişkilerinde onun işlediği kötülüklerin bir kısmını kin tutmak için aklında saklamadan arkadaşlığı sürdürmek ve başkalarını yanlış hatalarından dolayı bağışlamayı istemek bağışlamaktır.

Bu davranış cincilere, başkalarında kusur aramaktan kurtularak kendi kendini gözlemleme, analiz etme, kedini ruhsal ilerlemesini sağlama ve kendi iç gözlemini yapma alışkanlığı kazandırır.

Cinciler, Sankritçe anlamı “eşitlik” olan Samayika’ya bağlıdırlar. Bunun uygulanmasında rahat ve sakin kalırlar. Bu onların Töğtankaraların öğretilerine uyarken günah dolu işlerden en az 48 dakikalığına uzak kalmalarına yardım eder.

Mahatma Gandi, özellikle Şrimad Racçandra’nın rehberliğindeki barışçı, yaşamı koruyucu ve dürüst Cin öğretisinden etkilendiğinden onu felsefesinin en başı yapmıştır.

Cin inancı farklı mezheplere ayrılmıştır. Tarih içinde bir mezhep ötekinin kurallarını ret etmeye yöneltilmiştir. Örnek olarak Digambaralar, Svetambaraların ilkelerini kabul etmezler. Her ne kadar aralarında bazı farklı inanç kavramları olsa da özünde ikisi de birbirinin aynısıdırlar. Her mezhep, mutlakiyetçi olmayan (Anekantvad) gerçek duygularını bir esim içinde tamamlar ve tek bir perspektif/ görünüş olarak ortaya getirir. Bu nedenle cincileri kendi inançlarına bağlı kaldıkları kadar diğer inançlara da kendi inançlarını, görüşlerini tamamlamak için saygı gösterirler.

Bütün mezhepler, Cin felsefesinin özü olan “Tecavüz etmeme, doğruculuk, çalmama, bekârlık ve sahip olmama” ilkelerine fikir birliği içinde bağlıdırlar.

Cinciler, esas olarak iki temel mezhebe bölündüler adları Svetambra ve Digambaradır. Cincilik, Töğtankara ibadetine uzanan farklı fikirler vardır. Fiziksel olarak ibadet eder görünmezler ama karakter yapıları, erdemlerine bağlılıkları, övgüleri imrenmeleriyle ibadet ederler.

Töğtankaralar rol modeli olarak kalırlar ve Stanakavasi ve Terepant mezhepleri kesinlikle idol/puta tapınmayı ret eder. Her nasılsa Murtipujak ve Digambara mezhepleri dua esnasında ruhsal yoğunlaşmayı sağlaması açısından önce idole/ puta bakarak düşünceleri yoğunlaştırmayı sağlamak için izin vermektedir. Özünde puta taparlık yoktur.

Pasifizm;

İnsan veya insan olmasın bütün yaşam şekilleri Cin inancının merkezidir. İnsan hayatı aydınlanmaya erişmek için nadir olan ve tek fırsattır. Bir insanı öldürmek, işlenilen suçun ne olduğuna bakılmaksızın tasavvaur edilemeyecek derecede iğrenç olarak tasavvur edilir. Bütün mezhep ve tarikatlarında, rahibinden ruhban olmayanına kadar herkesin vejeteryan olmasını gerektiren bir dindir. Racastan, Guacarat ve Karnataka gibi Hindistan’ın bazı bölgelerinde Cin inancından kuvvetle etkilenildiğinden yöre Hindularının büyük çoğunluğu vejeteryanlaşmıştır.

Meditasyon;

Cin Meditasyonu;

Cin metinleri, bilgiye ulaşma ve haberdar olma erdemine ulaşma tekniği olan meditasyon üzerine cin metinleri yoğun rehberlik sunmaktadırlar. Kocaman bedeni ve ruhi yararlar önermektedir.

Cin meditasyon teknikleri, Ratnatraya boyunca karmaya ait kısıtlamalardan kendini bağımsız kılmasıyla nefret ve düşkünlükten meditasyon uygulayıcısını ayrı kılarak yardım etmek olarak düzenlenmiştir.

Bunlar, “Doğru idrak”, “Doğru Bilgi” ve “Doğru davranış/ harekettir”. Cin meditasyonu ruhu bütün engellerden tamamıyla kurtulmuş hale getirmeyi amaçlar. Yani meditasyona başlayan kişi, kendini aklından geçen ve çevresinde olan olaylardan soyutlayarak, bina yıkılsa duymayacak, organı kesilse hissetmeyecek ruh haline girerek, tamamıyla yapmak istediği ibadete yöneltmeyi başardığında meditasyona girilmiş olunur.

Bu olay Hz. Ali’nin ayak bileğine sağlanan okun çıkarılması için namaza durması ve namazı bitirdiğinde ise okun çıkarılıp çıkarılmadığını sorması olayına benzemektedir. Bu olay ile de Müslümanların kıldığı namazında gerçekte bir meditasyon olduğunu görmüş oluyoruz.

Meditasyon kişinin arzularını denetlemesine ve idare etmesine büyük yardım etmektedir. Üzerinde durulması gereken en önemli nokta, meditasyon uygulayan kişi amaçlarını, eylemlerini ve davranışlarını iradesi altına alırken içinde oluşan düşüncelerinin de kontrolü üzerine yoğunlaşmalıdır.

Bunlar, meditasyon sırasında sapmadan doğru istikamette kalmaya yardım eden Anuprekhas veya Bavanaslardır. Lütfen Cin inancındakilerin, muhalif görüştekilerin farklı tespitlerini de hesaba katmayı gerektiren yedi katlı Syadvada yöntem bilimini uyguladıklarını ifade ederler.

Meditasyona dalmanın 12 şekli;

1-Geçicilik- Bu dünyada her şey dönüşüm ve değişikliğe tabiidir. Ruhun en üst düzeyde özgürlüğünü ve kararlılığını sunan ruhsal değerleri elde etmek için mücadeleye değer.

2-Koruma- Bu derin düşünceler altında biri, hastalık, ölüm ve yaşlılığa karşı ne kadar çaresiz olduğunu düşünebilir. Azizlerin uygulamaları ve Arihantlar, Siddaların yolunda tecavüzkâr olmama ilkesini takip etmeyi ihtiyaç hisseden birisi bütünüyle özgür kalabilmeyi icra edebilir ve ruh ta kendisinin kurtarıcısıdır. Güçlü ordularıyla, bilim insanlarıyla, en son ileri teknolojileriyle önderler, kaçınılmaz bir son olan çöküş ve ölümden korunmayı sağlayamazlar. Başarısızlık, aldanma gibi tecavüzkâr olmayan öteki şeylere sığınmaktan kaçınılmalıdır.

3-Dünyevi Varlık- Bir yaşam biçiminden ötekine ruhun göç etmesi acı ve ızdırap doludur. Ruhun bir beden biçiminden ötekine hareket ederken, doğum, büyüme, yaşlanma ve ölüm çemberinden bağımsız kalabilmenin yanılsamasından çıkabilmesi için daimi bir ilişkisi, bağı yoktur.

4-Ruhun Yalnızlığı- Ruh yalnızca karmanın olumlu ve olumsuz sonuçlarına sahiptir. Bnezer düşünceler, kişinin kendi çabasıyla barışa ve bir arada yaşama yönelmesi için mevcut karmalardan kurtulma çabalarını harekete geçirecektir.

5-Ruhun Ayrılığı-Bu derin düşünceler içinde birisi, ruhun öbür nesnelerden ve yaşayan varlıklardan ayrı olduğunu düşünecektir. Mevcut vücudun ruha sahip olmadığı bile düşünülebilir. Oysa o, faydalı bir yaşama sahip olabilmesi için daha ileri bir aşamaya yöneltilmesinde önemli bir araçtır. Bunun içindir ki ruh dünyevi nesnelere düşkünlük veya ilgisizliğini geliştirmemelidir.

6-Ruhun Kirliliği/Cenabetliği- Bu derin düşünceler içinde olan birisi, ruhun saflığı ile tezat oluşturacak bedeni oluşturan elementleri kıyaslamayı düşünebilir. Bu şekil yoğunlaşma, kişinin bedeninden ruhunu koparmasına yardım eder.

7-Karmanın içe akması- Ruh daima, görmezden gelme, ilgisizlik ve düşkünlüğe neden olan yeni karmaları cezbeden görme, işitme, dokunma, tatma ve koklamadan ibaret beş temel duyudan hoşlanır ya da onlardan çeker. Bu derin düşünceye dalma halini uygulamak ruha dikkatli olmayı hatırlatır.

8-Karmanın içe akmasını durdurma- Bu derin düşünce halinde olan biri, sayıklayan, başı boş gezen bir aklı denetim altına almak için gerekli doğru bilgisini geliştirmeyi, ilerletmeyi ve kötü düşünceleri durdurmayı düşünebilir.

9-Karmadan sıyrılmak- Bu düşünce halinde olan birisi, öncelikle içinde birikmiş olan karmadan sıyrılmak için bazı iç ve dış tasarrufları uygulamayı düşünebilir.

10-Evren- Evren, ruhlar, maddeler, hareketin ortası, hareketsizliğin ortası, zaman ve boşluktan ibarettir. Evrenin doğasını ve yapısını düşünmek, asla sona ermeyen değişikliklerden ruhun kurtulma amacına doğru çalışmasını, ebedi değişimleri, dinamik bir karmaşıklığı anlamasına yardım eder.

11-Cin inancının üç mücevherini geliştirmedeki zorluklar-Doğru düşünce, Doğru bilgi ve Doğru amel ilkelerini gerçekleştirmek için ruhun bu dünyada göçünü sağlaması çok zordur. Bu, doktor veya avukat olmaya can atan birisinin bu sıfata sahip olabilmesi için ilk, orta, lise, üniversite, doktora, mastır ve staj gibi bir çok aşamalardan geçmeden sahip olamayacağının bilinmesi gibidir.

İnsanın ruhi konumu ve ilerlemesine bağlı olarak karşılaşılacak zorluklar da farklı olacaktır. Yerinde çözümler üretebilmek ve zorluklar üstünde çalışmak, kişiye ruhunu en üst düzeyde bağımsızlaştırma amacına uygun yolda sürekli ilerlemesine yardımcı olacaktır.

12-Cin Darma uygulamasında zorluklar- Cin Darması aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır;

Hoşgörü ve merhamet

Alçakgönüllülük

Doğru sözlülük

Arınmışlık

Gerçekçilik

Akıl ve duyguları denetim altında tutmaya dayalı kendi kendini engelleme

Günahlar için bağışta bulunma

Feragat, el, etek çekme

Bir şeye düşkün veya ilgisiz-düşman olmama

Bekârlık (Günümüzde Katolik Rahipleri, Said-i Kürdi, Fethullah Gülen ve Devlet Bahçeli gibi “bekârlık” çekenler vardır.)

Bu derin düşünce halinde bulunan bir meditasyon uygulayıcısı, dünyanın elverişli ortamında, kendi yetenekleri ve şartlarına bağlı olarak zorluklar karşısında çalışmayı düşünebilir.

Cin inananları, yürürlükte olan açık değer sistemini veya aşağıdaki dört erdemin takip edilmesini düşünmeye teşvik edilebilir. Bunlar;

1-Huzur, sevgi ve herkesle arkadaşlık

2- Başkasının yaptıklarından zevk alma, saygı gösterme ve teşekkür etme

3-Acı çeken ruhlara karşı merhamet göstermek

4-Başkalarının yaptıkları işler, söyledikleri sözler ve düşünceler ile karşılaşıldığında hoşgörü göstermek ve eşitlikçi olmak.

g-Manastır Düzeni/ Hayatı;

Cin Manastır Düzeni/Hayatı

Hindistan’da Açarya, Upadyaya ve Muni gibi kategorilere ayrılmış çeşitli Cin rahipleri vardır.

Çileci öğrenciler, Digambara (Çıplak/Göğü giyinen) mezhebindeki Ksulaka ve Aylaka adlarıyla bilinirler. Çileciler, Sadu (rahip) ve Sadvi (rahibe) olarak iki sınıfa ayrılırlar. Mahavrataları, üç Guptisand’ı ve beş Samiti’yi uygularlar.

Başlıca beş yeminleri (Mahavrata)

Tecavüz Etme (Ahimsa); Yaşayan herhangi bir varlığa zarar vermeye neden olacak bir işi, sözü, düşünce olarak dahi aklından geçirmeme, tecavüz etmeme.

Doğruculuk (Satya) : Doğru, yararlı olan (hita), az ve öz (mita) olan ve hoşa giden (priya)dir. Bir başka deyişle “zararsız gerçeği” konuşmaktır.

Çalma (Astey) : Sahibi tarafından gönüllü olarak verilmeyen hiç bir şeyi asla almamaktır.
Svetambara /Beyaz giyen Can çilekeş rahipleri
Cin rahip ve rahibeleri, doğumdan ölüme kadar, ruhlarının göç çemberinin sanki son halkasındaymışçasına ömürlerini çilecilik /asceticism olarak bilinen ibadetle geçirirler. Rahip ve rahibe olmayan kadın ve erkekler, sahip oldukları yetenek ve şartlara bağlı olarak ettikleri beş yeminle sınırlı bir dini yaşam tarzını takip ederler.
 

İffet (Brahmaçarya) : Cinsel arzulara izin vermeksizin vücudun ve aklın mutlak saflığını/arılığını sağlamak.

Sahiplenmemek (Aparigraha): Çevremizdeki bütün nesnelerden, yerlerden, bütün insanlardan hiç birine karşı iğrenme veya düşkünlükten kaçınmaktır.

Üç Tahdit/Kısıtlama (Gupti);

Aklın denetimi (Mangupti)

Sözün denetimi (Vaçangupti)

Bedenin denetimi (Kayagupti)

Beş Dikkat Edilecek Nokta (Samiti)
 

Yürürken dikkatli olmak (İrya Samiti)

İletişimde dikkatli olmak (Başa Samiti)

Yerken dikkatli olmak (Eşana Samiti)

Süpürge, testi gibi şeyleri alırken dikkatli olmak (Adan Nikşepan Samiti)

Yararsız vücut atıklarını imha ederken dikkatli olmak (Pratistsapan Samiti)

Digambara (Göğü giyinenler) rahipleri hiçbir giysi giymezler ve çıplaktırlar. Bunlar “düşkün olmama” ilkesini uygularlar ve bu yüzden çamaşır giymezler. Kadın ve kızlarının soyunmalarına izin vermezler.

Svetambara (Beyaz giyinenler) rahipleri ve rahibeleri beyaz çamaşırlar giyerler. Svetambaralar, rahip ve rahibelerinin olabildiğince kendilerine bir bağla bağlanmamış, basit, “dikişsiz beyaz” çamaşırlar giymeleri gerektiğine inanırlar. Cin rahip ve rahibeleri yaya olarak seyahat ederler. Mekanik ulaşım araçları kullanmazlar.

Digambaralar on bir yemini tutarlar. Digambara rahipleri bir şey yerken hiçbir kap, çatal, kaşık gibi şeyler kullanmazlar ve oturarak avuçlarının içinde yerler.

Günde sadece bir kez yerler.

h-Vejeteryanlık;

Cin Vejeteryanlığı;

Cin inananları sert bir vejeteryanlık uygularlar. Vejeteryanlık uygulaması, “çalmama, birlikte yaşama ve paylaşma” ilkesine bağlı uygulamayı gerçekleştirmenin bir aracıdır. Çalma temel ilkesi, kişinin, yetenekleri ve içinde bulunduğu şartların isten ve beklentilerine bağlı olarak yerine getirilen bir ilkedir.

Cin inancı, himsa/tecavüz derecelerinden bazılarına ulaşmamış birinin görevini yerine getirmesinin imkansız olduğunu fakat, bu zafiyetini olabildiğince en aza indirmeye de teşvik etmeyi bildirir.

Cin inancında, bir hayvanın öldürülmesiyle elde edilmiş bir deri ürününü kullanmak kesinlikle yasaklanmıştır Cin inananları, patates, sarımsak, soğan, havuç, turp, cassava- manyok (havuca benzer tropikal bitki), şalgam, tatlı patates ve benzerleri olan “kök bitkilerini”, yaşam çemberlerinin sonuna geldiklerinde öldürülerek soylarının tüketilmesini engellemek için tüketmezler. İlaveten kök bitkileri toprakla birbirine bağlı olduklarından dolayı öteki bitkilere nazaran daha çok mikroorganizma barındırmaktadırlar. Ama buna rağmen, köksap/rizom, zerdeçal, zencefil gibi kurutulmuş kök bitki ürünlerini de kullanırlar. Ayrıca bir Cin inananı, balkabağı, patlıcan gibi çok tohum içeren bitkileri de yaşam biçimlerinin bir tohumu gibi algıladıklarından tüketmezler.

Ancak tohumlarının yüksek ısıda ve basınçta bile kolay ölmeyeceğine inandıkları domatesi her nasılsa tüketirler.

Cinler mikrop bulaşması yüzünden geceleri de yiyecek tüketmezler. Cin rahiplerinin çoğunun yemek tariflerinde patates ve bir tür muz olan sinir otu yer almaktadır.

Bütün bunlardan ayrı olarak, on bir günlük sıkı bir diyet takip ederler. (Şukla pakşa-yeni ayın on dördüncü gecesinde altı gün, dolunayın on dördüncü gecesinde Krişna Pakşa’da beş gün). Bu günlerde yeşillik yemezler ve mutfaklarında bu dönemde kesici, keskin nesneler bulundurmazlar.

Bu günler aşağıda sıralanmıştır;

1-Al Bij- “Samyag Darsan” ve aaradna için her iki ön dördüncü gecenin ikinci günüdür.

2-Paçam-Agyiras ve Şukla Pakşa’nın beşinci, Purve Gyan’ın 14. Aaradna’nın her iki on dördüncü, on birinci günleri,

3-Aatsam-Çaudas’ın her iki on dört gününün sekizinci günü, Punam- dolunay&Amavas-Çaritranın aaradna için yeni ayın 14.günüdür. (Anlayana aşk olsun!)

I-Oruç;

Cin Orucu;

Harici/dış tasarrufların uygulanmasında esas araçlardan birisi oruçtur. Vücudun ihtiyaçlarının denetim altına alınmasına ve ruhun yükseltilmesi merkezinde dikkati toplanmaya yardım eder. Bireyin yeteneklerini, hacmine ve direncine bağlı olarak aşağıda sıralanan çeşitli oruç türleri vardır;

Bütün oruç- Bir dönem için yemek ve suyu tamamen bırakmak

Kısmi oruç- Açlıktan korunacak kadar, ihtiyacından az yemek

Vruti Sankşepa- Yenilecek yiyecek kalemlerinin sayısını sınırlamak

Rasa Parityaga- Sevilen yiyecekleri bırakmak

Oruç sırasında birey kendisini ibadet, azizlere (rahip ve rahibelere ve yakınlarında olanlara) hizmet etmek, metinler okumak, meditasyon, doğru seçilmiş alıcılara bağışta bulunmak gibi işlere kendisini daldırabilir. Cin inananları, oruca başlamadan önce paçkaan olarak bilinen bir küçük yemin* ederler. Kişi bu yemini etmekle orucu kötü bir şekilde uygulama ve bozmaktan kaçınmak için yemin (niyet) eder.

*(İngilizce Vow, yemin etmek, aht etmek, adak, adamak demektir. Metinde de yeminin “küçük” olduğuna dikkat edersek bu İslam Kültüründe karşılığı niyet etmekle eş anlamlıdır.)

Cin inananlarının çoğu, bundan sonra bunlara kısaca “Cinler” diyelim, özel zamanları olan bayramlar, (Parva olarak bilinir. Paryuşana ve Aştanikalar yılda üç kez ortaya çıkan esas Parvaslardır.) ve kutsal (ay çemberinin 14. Ve 8. Günleri) günleri süresince oruç tutarlar. Paryuşana mason yağmurları zamanında bunların en öne çıkanlarıdır. (Svetambaralar 8 gün, Digambaralar 10 gün). Paryuşana sırasında insanları çoğu sıkıntılara sebep olan Rahu ve Ketu gezegenlerinin sakinleştiklerine, inananların kefaretlerini ödemelerine yardım ettiklerine inandıklarından dolayı oruç tutarlar. Her nasıl oluyorsa Cinler, yılın herhangi bir zamanında da oruç tutarlar. Oruç aynı zamanda Sapşta, Badda, veya Nidatta karmalarından temizlenme yollarından biridir de. Oruca teşvik etmenin çeşitlerinden birisi de Cinleri kendi iradelerini güçlendirmeye yöneltmektir.

Bu dinde, Sallekana adlı, ölüme kadar süren kutsal oruç tek bir dini ayin de vardır. Bu oruca başlayan kişi, olumsuz karmanın atılması, çıkarılması için olabildiği kadarıyla, vakarla ve serinkanlılıkla hareket eder. Ölümün yaklaştığından haberdar olan kişi dereceli olarak yemeden içmeden gönüllü olarak kesilir ve bütün görevlerini yaptığını hisseder.

Bu tür ölüm şekline Santara/Samadi adı verilir. Vücudun içine yiyecek alınması dereceli olarak düşürülerek yapılan bu oruç yaklaşık 12 yıl sürer. İnsanı çekişmelere sürükleyen fani insan doğasının tecrübe edilmesinden haberdar olma hali ile fazlaca ruhani ve güvenilir sayılır. Racastan’da bir avukat Santara’nın yasa dışı sayılması için yüksek mahkemeye başvuruda bulundu. Cinler bunun, bu dünyada işlerini bitirmiş ve ayrılmaya karar vermiş kişinin ruhsal arınmasının ilanı olduğunu görüyorlar. Halbuki, bu seçim kadar büyük bir ruhi çaba ve olgunluk gerektirmektedir.

Orucu Tamamlamanın Kuralları;

Bütün oruç tutmaya karar veren kişi, oruç dönemi süresince sadece kaynamış su içmek dışında hiçbir şey yiyip içemez. İçilecek su, içindeki yaşayan bütün mikroorganizmaların ölmesi, yeniden şekillenememesi ve oruç tutana zarar vermemesi, himsanın etkisini azaltması için en az yirmi dakika kaynatılmalıdır. Kaynatılmamış suya Saçet (hayat dolu), kaynamış suya da Turnedaçet (yaşamsız) adı verilir. Kaynamış su sadece beş saat için “açet olarak kalır. Beş saat dolmadan önce açet olan su tekrar açet kalması için oruç tutanın yararına 20 dakika kaynatılır.

Bütün orucun farklı tiplerinin tamamlanmasının kişi tarafından idare edilmesi aşağıdaki zorlayıcı adımların atılması gerekir:

Oruca Başlama; Oruç tutmaya niyet eden kişi özellikle Çauvihara niyet etmelidir. Yani, Çauvira demek, önceki günün gün batımından en az 48 dakika önce ve ertesi günün gün doğumundan 48 dakika sonraya kadar olan sürede hiçbir şey yiyip içmeyeceğine dair niyet etmektir.

Oruç SırasındaYeme; Oruçluyken hiçbir şey yenilip içilemez. Halbuki, gün doğumundan 48 dakika sonra ve gün batımından 48 dakika önce kaynamış su içebilir.

Orucun Bitişi: Naukarsi, Porsi, Saad, Porsi, Parimudi v.b ye yemin ederek orucun biteceği gün olan günde en erken gün doğumundan 48 dakika sonra orucunu bozabilir.

Çauvihar Upvas, Çavuihar Çat, Çavuihar Attam, Çavuihar Attay vb. lerinde oruçlu kişi kaynamış su dahil hiçbir şey yiyip içemez. Hiçbir şey yiyemez ve içemez. Orucun başlaması ve bitişi süreci aşağıdaki gibidir;

Cin Oruç Türleri;

Maaskşaman: Bu tür orucu tutan kişi 30 gün boyunca hiçbir şey yiyip içemez.
 

Atthay: Bu tür orucu tutan kişi sekiz gün boyunca hiçbir şey yiyip içemez. Orucun sekizinci gününde bu orucu tutan kişi düzenlenen bir törenle başarısından dolayı kutlanır. Dokuzuncu gününde oruç durdurulur. Oruç tutanın yakınları ve arkadaşları orucu açması için yardıma gelirler.

Tela Atham: Bu tür orucu tutan kişi üç günü boyunca bir şey yiyip içemez.

Çat: Bu tür orucu tutan kişi iki gün boyunca hiçbir şey yiyip içemez.

Upvas: Bu orucu tutan da bütün bir gün boyunca hiçbir şey yiyip içemez.

Çauvihar Upvas: Bu orucu tutan da bir gün boyunca bir şey yiyip içemez.

Varşitap: Bu oruç tutmanın en zor türlerinden birisidir, sıkı disiplin ve ustalık gerektirir. Tanrı Rişbab’ın “400 gün yiyip içmeme hikâyesinden kaynaklanır. Genelde, Varşitap’ın değişik şekilleri vardır ve insanlar gün içinde yiyip içebilirler. Her değişik günde iki kez yiyip içebilirler ancak takvimin bazı özel günlerinde orucu uzatmak zorundadırlar.

Ayambil: Kişi günde sadece bir tek çeşit yemek yiyebilir. Ayambil’de yeşil sebzeler, süt ve süt ürünleri, (Yak sütünden yapılan yağlı süt türü Gii), yağ, tuz (ikisi bir arada olamaz) yenilebilir.

Bu tür oruç senede iki kez gelen Mart/Nisan ve Ekim/Kasım aylarında Ayambil Olî adı verilen dokuz günlük süre içinde tutulur.

Ekaşana: Kişi genellikle öğle yemeğinde olmak üzere bir kez yer. Yemek yiyen kişi yere diz çökmüş halde, tepsi yerden yükseltilmiş (Yer sofrası dediğimiz şekil) olmalıdır. Tepsi bir başka kap içinde de olabilir. Yemeğe başlayan kişi yemeğini bitirmeden kalkamaz. Yemek sırasında tabağı yerinden oynayamaz sadece çatal- kaşık gibi araçlar hareket edebilir. Tutulan oruçların her türünde, yılın takvimindeki günlerin özelliğine göre gün batımına kadar değişen zamanlarda yemek yiyebilir ve su içebilirler.

Beyaşna: Bu orucu tutan, Ekaşna ve Beşana’da olduğu gibi sabah ve akşam olmak üzere iki kez yemek yiyebilir.

Ulunodri Tap: Bu orucu tutan kişiye günde üç kez yemek yeme hakkı verilmiştir. Ancak, en sevdiği yemeği listeden çıkarmak zorunda olduğu gibi midesinde boş yer kalacak şekilde en az bir lokmalık boş yer bırakmak zorundadır.

j-İbadet ve Ayinler;

Cin Ayin ve Bayramları;

Her gün Cinlerin çoğu , Panç Namaskar Sutra, Panç Parmesti Sutra çeşitleriyle bilinen Navakar Mantra evrensel ibadetlerini eğilip söyleyerek yaparlar. Navakar Mantra, Cin inancında en temel ibadet olup günün her vaktinde ezbere okunabilir. Bu Mantra’nın ezbere okunmasıyla yapılan ibadet, insan şeklindeki Arihantas’ların, yeniden doğmaktan muaf olmuş Siddaların, ruhani önderleri Açaryasların, öğretmenleri olan Upadyayasların ve Sarva Sadus adı verilen bütün rahiplerin ve Sadvis adı verilen bütün rahibelerin özgürleşmiş ruhlarına eğilerek saygı gösterilmesiyle yapılır.

Onları selamlarken, “Namo Namaha” denir, Cinler, onların yollarını takip etmek için onların ruhlarından esinlenirler ve ruhlarını sıkan karmalardan bütünüyle kurtulmaktan mutluluk duyarlar.

Bu ibadet, ruhi bakımdan ilerlemiş ve bütünüyle özgürleşmiş ruhlara derin saygı göstermeye yarar.

Mantra, mürite en üstün amaç olan Mokşa ya da Nirvana’ya ulaşmayı hatırlatır.

Cinler, özgürleşmiş varlıkların bu metinlerini çalışarak, ilahi bilinçlenmeyi sürdürürler, içlerini feth eden hazlara, Töğtankaraların, Arihanların ve Cin/Fatihlerin ikonlarına ibadet ederler.

Cin inancı, Töğtankaraların iyi varlıklarına bakan Yakşa ve Yakşini adlı cennet ruhlarının varlıklarını da bildirir. Çoğunlukla, koruyucu tanrılar olan erkek Cinlerin(yakşa) ve dişi cinlerin (yakşini) ikonlarının etrafında çift olarak bulunurlar.

Bu ruhların insan üstü özellikleri olsa bile doğum/ölüm çemberi içinde diğer ruhlar gibi gezip durmaktadırlar. Zaman bittiğinde insanlar bu ruhlara da ibadet ederler.

Cin ibadetinin ve duasının amacı, dünyevi değerlere insanı bağlayan bağları, arzuları kırmak ve ruhun onlardan bağımsız olmasını sağlamaktır.

Cin ibadeti ve ayinlerinin içeriği;

Panç Kalyanak Pratişta; Töğtankaraların yaşamlarındaki beş kutlu kilometre taşı sayılan olayları kutlamaktır.

Pratikramana: Günahlardan pişmanlık duymaktır.

Samayika: Düşkünlüğü veya Sevgisizliği/ilgisizliği azaltmak için meditasyon yapmaktır.

Guru Vandana: Çaytya Vandana ve öteki sutralar çilecidirler.

Çileciler esas olarak iki gruba ayrılırlar;

Dravya Puca (metal nesnelerden sembolleri olanlar)

Bav Puca: (derin his ve meditasyon yapanlar)

İbadet sırasında yapılan maddi sunular çoğunlukla semboliktir ve sunanın yararınadır. Sunun yapıldığı eylem sırasında akıl meditasyon halindedir. İbadette sembolizm çok güçlüdür ve müridin Töğtankaraların ve Arihantasların erdemleri üzerine yoğunlaşmasını kuvvetlendirir. Her şeyin ötesinde ibadet maddi bir amaç beklentisi içinde yerine getirilmemektedir. Cin inananları temizdirler, Cinler Mokşa’da, Sidda Loka’da Siddaların sürekli ikâmetgahlarında kalırlar ve dünyadan bütünüyle arınmıştırlar. Cin inananları tapınaklarını Töğtankaralara saygı gösterilen yerlerde inşa ederler. Ayinler, Töğtankaralara sembolik nesnelerle yapılan sunular ve Töğtankaraları öven ilahiler okunarak yapılır. Cin inancındaki bazı mezheplerde, felsefitartışmalar, metin okumalar ve meditasyon üstüne yoğunlaşmalar dışında hemen hemen hiç ibadet yoktur.

İbadete Hazırlanma;

Vücudun temizlenmesi; İbadet öncesinde vücut yıkanılmalıdır. Temiz bir vücut ibadet ruhuna erişmeyi kolaylaştırır. Bu kişinin karmaların sembolik yıkanmasıdır.

Dalgınlık hali sürecinde yardım etmek için alın ve parmaktaki yüzüğün altı da safran macunu veya sandal macunu konulmalıdır. Bu kulak memelerine, enseye ve vücudun diğer tesire açık yerlerinde uygulanabilir.

Çamaşırlar: Sıradan, eskimiş olsalar da temiz yıkanmış olmalıdır. Geleneksel olarak erkekler dikişsiz kumaştan (Dotis ve Kes. İslam’da İhram gibi.) yapılmış elbise giymelidirler.

Aşta Prakari Puca (İbadetin Sekiz Sembolik Sunusu/Adağı);

Bu sekiz Puca aşağıya kronolojik olarak sıralanmıştır.

Cal Puca (Su)

Su, doğumu mücadeleyi ve ölümü, yaşam okyanusunu remz eder. Her yaşayan varlık, doğum, yaşam, ölüm ve ızdırap çemberi boyunca sürekli seyahat eder. Bu ibadet mümine,dürüst yaşamayı, gerçekçiliği ve yaşayan her varlığa merhameti hatırlatır.

Çandan Puca (Kayık-Ağaç)

Sandal ağacı macunu doğru bilgiyi rem eder. Mümin, temizlikle değişik bakış açılarından gerçekliği doğru dürüst bilgiyi uygun anlayışı yansıtır.

Puşpa Puca (Çiçek)

Çiçek doğru ameli/işi remz eder. Mümin amelinin, yaşayan bütün varlıkların aralarında ayırım olmaksızın güzellikleri ve kokularını sağlayan bir çiçek gibi olması gerektiğini hatırlar.

Derin Puca (Yağ Lambası)

Yağ lambasının alevi, arınmış bilinci ya da herhangi bir karma sınırlaması olmayan bir ruhu remz eder. Mümine, özgürlüğe ulaşacakmış gibi beş esas yeminini takip etmesi hatırlatılır.

Dup Puca (Tütsü)

Tütsü çubuğu, feragat etmeyi/ el etek çekmeyi remz eder. Kendi kendine yanarken başkalarına koku verir. Bu da mümine, yaşarken başkalarına yararlı olmayı, yüksek derecede özgürlüğe yönelmeti hatırlatır.

Akşat Puca (Pirinç)

Evde her gün kullanılan pirinci ekmekle pirinç bitkisi büyütülemez. Sembolik olarak pirinç yeniden doğum demektir. Bu ibadet ile, mümin özgürlüğüne kavuşmak için bu yaşamında bütün çabaları göstermek için uğraşır.

Fal Puca (Meyve- tercihen Hindistan cevizi)

Mümine en yüce meyveye-Mokşa’ya ulaşacakmışçasına yaşayan bütün varlıklara sevgi ve merhamet göstermeyi ve hiçbir karşılık beklemeden görevini yerine getirmeyi hatırlatır.
Nayvedya Puca (Ev yapımı tatlılar, seker v.b.)

Bu ibadet ile, mümin düşkünlüklerinden kurtulmaya veya azaltmaya gayret eder.

k-Sembolizm/İşaretçilik/Remz etme

Cin Remzleri/İşaretleri;

İçinde tekerlek olan bir el resmi, Cin yemini “tecavüz yok” ilkesini, Ahimsa’yı remz etmektedir. Ahimsa sözü “ortada” demektir. Tekerlek, gerçeği takip ederek yeniden dirilmeyi durdurma hali olan Darmaçakra’yı temsil etmektedir.

Cin remzlerinin en kutsallarındandır. Bir Cin gamalı haçı, en üstteki üç noktaya tepesindeki bir nokta eşlik eder. Öteki önemli işaret, elin avuç içndeki tekerlekle birleşerek Ahimsa’yı temsil eder.

Öteki Cin İşaretleri;

24 Lançanas Töğtankaraları remz eder.

Triatna (Üç Şemsiye) ve Şrivatsa sembolü Cin dininin “üç mücevherl kuralına” işaret eder.

Bir Töğtinkar’ın veya Çakravarti’Nin anne rüyaları.

Darmaçakra ve Sidda- Çakra

Sekiz Uğurlu İşaret (Asta Mangalas). Adları resimlerin içindedir;

Svastika- Gamalı Haç: Huzura, barışa ve iyi olmaya işarettir.

Şrivatsa: Cin müridinin göğsünün ortasında bulunur ve arınmış ruha işarettir.

Nandyavartya: Dokuz köşeli geniş gamalı haç.

Vardamanaka: Lambalar için kullanılan ortası çukurlaştırılmış düzlenmiş topraktan kap, zenginliğin artmasını, Cin müridinin yapısına göre şöhrete işaret eder.

Badrasana: Taht, günahlarından arınmış bir Cin’in ayapıyla kutsanmış olduğundan uğurlu kabul edilir.

Kalaşa: Saf su ile doldurulmuş testi, akla ve bütünlüğe işarettir.

Minayıgula

Darpana: Ayna, temziliğinden dolayı karşısındakinin saf görüntüsünü yansıtır.

Cin dini Hint Vedik (Vedalara dayalı) dini olan Hindu dininin bir parçası değildir. Eski Hindistan iki ayrı felsefi akıma sahipti. Şramana felsefe okulları Cin hareketi yanlılarınca temsil edilmiştir ve Brahmana Vedik Puranik okulları Vedanta Vaişnava ve öteki hareketlerce temsil edilmişlerdir.

Her iki akım da yan yana binlerce yıl birlikte birbirlerini etkileyerek yaşadılar.

Hindu bilgini Lokmanya Tilak Cin dininin Hindu dinini etkileyerek Veda ayinlerinde hayvan kurbanının durdurulmasını sağladığını belirterek güvenini ifade etmiştir.

Bal Gangadar Tilak, Cinciliği Ahimsa’nın orjinalini yapanlar olarak tanımladı ve Bombay Samaçar’da, Mumbai 10.December 1904:”Eski zamanlarda sayısız hayvan kurban törenlerinde vahşice katledildi. Megaduta gibi kompozisyonlarda bu gibi konularda yazılmış çok çeşitli metinler bulunmaktadır.

Swami Vivekananda Cin dininin Hint kültürünü etkileyerek dini toplantılarda düzenlenen ayinlerde sayısız hayvanın vahşice katledildiği ve toplumun sırtında bir yük olan bu geleneklerden kurtulmamızda Cincilerin yaptıkları kültür devriminin çok büyük etkisi olduğunu ifade etmiştir.

Britanika Ansiklopedisinin Cincilik ve Hindu Dini Arasındaki İlişkiler, hakkında yazdığı makalede “Cin dini Hindistan’da daima bağımsız kalmış bir dindir. Halen Hindu dini Cin dininden edindiği birçok kavramları uyguladığını belirtmiştir.

Budacılık, Hindu Dini ve Cin Dini Hindistan’ın en eski ayakta kalmış üç büyük kültürüdür. Ancak Cin inancı bunların arasında bağımsız kalmayı başarabilmiş tek dindir demektedir.

Dilimize Çeviren
Alaeddin Yavuz

Başvurulan Kaynaklar;

Helmuth von Glasenapp,Shridhar B. Shrotri. 1999. Jainism
Dundas, Paul. 2002. The Jains. P.12
Varni, Jinendra; Ed. Prof. Sagarmal Jain, Translated Justice T.K. Tukol and Dr. Narendra Bhandari. Samaṇ Suttaṁ. New Delhi
Larson, Gerald James (1995) India’s Agony over religion SUNY Press
 
Joel Diederik Beversluis (2000) In: Sourcebook of the World's Religions: An Interfaith Guide to Religion and Spirituality, New World Library : Novato, CA