Bu yazıda,herkesi şok edecek ifadeleri bulacaksınız.Atatürkçüler bana kızacak,Atatürk karşıtları daha çok kızacak.Ama,bu konular tartışılmadıkça bu adam rahat uyuyamayacak.
Ama,Atatürk ne yazık ki aramızda değil,savunacak kimsesi de yok.Yazdıklarım ne yazık ki şu veya bu şekilde anlatıla gelen şeyler.Konuşulup tartışılması,bu işin bir yere bağlanarak bu adamcağızın artık mezarında rahat etmesi ,ettirilmesi gerekmektedir.
Öyle yazılar,söylentiler var ki,geçenlerde AKP milletvekili,doğulu Kürt birisinin videosunu bloguma koymuştum.Linki köreltilince çıkarmak zorunda kaldım.
Resmen diyorlar ki ;
-"Atatürk de kim oluyor?"
Bu yazıyı bunun için yazdım.Kendimi ötesine de gitmek zorunda hissettim ve gittim.Çünkü,Atatürk bir insandır, insani duygulara,hislere sahiptir,üstünlükleri ve zaafları da vardır.Bizler ona,bıraktığı bir Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşlarının zaferleri,devrimleri ve övünebileceğimiz daha nice değerleri için saygı ve hürmet duyuyoruz. Türk gençleri,bazı çirkin,iğrenç iftira ve karalamaları ondan darbe yiyenler olduğunun bilincine varmalı ve o iğrençlikleri de öğrenmelidir ki,genç beyni ile boş zamanında yakalanıp,tarikat,düşman oyunlarına mağlup olmasın.
Bu güne kadar,aslında asla Atatürk'çü olmayanlar,darbeler yapıp milletin çiçeklerini idam sehpalarına çıkaranlar yaptıkları Atatürkçülüklerle (!) halkı ondan nefret ettirdiler.Onların da,darbe sonrası çıktıkları televizyonlarda, resmi toplantılarda,masum Türk köylülerini,evlerine,camilere doldurup yakan,sokaklarda cesetleri üzerinde yürüyen Ermeni çetecilerine övgü olarak yazılmış "Serdarın Yürüyüşü" adlı müziklerle televizyonlara çıktığını bunu yazan gazeteleri de beş gün kapattıklarını bu millet artık öğreniyor.Bu güne kadar Atatürk,halka karşı bir "sindirme aracı" olarak kullanıldı.
Türk Marşı-Türkler evlerinden ite kaka toplanırken,(Serdarın Yürüyüşü) tasvir.
Bu yüzden,ben Türk gençlerinin,yaşadıkları devletin kurucusu olan önderlerini daima üstünlükleri ile değil kusurları ile,onu gerçek bir
insan,önder,özgürlüklerinin koruyucusu,sağlayıcısı olarak görecekler,ona karşı olan saygı ve sevgilerini koruyacaklardır.
Şimdi,iğrenç iftiraları,iddiaları,fıkraları sıralıyorum;
Halen,kurduğu “Türkiye Cumhuriyeti” adı altındaki devlette yaşayan bir insan olarak, 1938’de,vefat etmiş veya bana göre de “ilaçlanarak öldürülmüş” olan bu adam hakkında o kadar çok yazı,iftira var ki,doldursan tırlar almaz inanın.
Kim bu adam?
1881 doğumlu ve 1938’de bir şekilde aramızdan ayrılmış.Yani,ölümünde 57 yaşında bir insandı.42 yaşında da,kendisi ile birlikte ortak olan 4 devletin de yenilmesi ile ordularını,silahlarını teslim etmiş, yıkılmış, elektriksiz, yolsuz,susuz bir imparatorluktan,7 kıtayı hakimiyetlerine almış emperyalist sömürgecilerin yenilmez güçlerine,bu kadar güçlü devletlerin hükümranlıklarına rağmen “bağımsız” bir “Türkiye Cumhuriyeti “ adlı bir devlet çıkarmış bir adam mı?
Yoksa,muhalifi olan,”Saltanatçı,İslam-i Kürdistancı,mandacı-(başka devletlerin atadığı görevlilerce yönetilme yanlısı) devşirme devlet adamlarının “ dedikleri gibi bir “ingiliz ajanı”,İngiliz asilzadesi Lord Kinros’un yazdığı gibi bir “oğlancı-kulampara” mıydı?
Hatta,geçelim, özellikle Kürt İsyanları nedeniyle Atatürk'ten darbe yemiş işbirlikçilerin olduğu doğu Anadolu halkı arasında anlatılan bazı fıkralara göre;
Atatürk ile İsmet İnönü,Trablusgarp’a (Tunus’a) Enver paşa ve diğer arkadaşları ile birlikte gittikleri zaman,İsmet paşa ile Atatürk birlikte çalışırlar.
Araplar,ihtiyaçları için onlara kadın vermemeleri yüzünden aralarında cimsel ilişki olduğuna,Atatürk'ün İsmet paşanın kulağına silah sıktığına,İsmet paşanın bu yüzden sağır olduğu bu fıkrada işlenir.Oysa İsmet paşa topçu subayıdır ve top atışlarından kulağı sağır olmuştur.(Bu da başka yoruma sebep olabilir ya neyse.),
Sözde bu şekilde Atatürk yüceltilir.(!)
Kim bilir bunu uyduran ibnenin aklı Atatürk'de kalmış olabilir.(?)
Bu fıkrayı (iftirayı) ben Mardin’li bir polis arkadaştan dinlemiştim.O da memleketinden öğrenmiş.
Bunlar onu çekemeyenlerin uydurup yakıştırmalarından başka bir şey değildir ama,halkın aklında başka anlamlar içermektedirler.Bu yüzden yazılıp çizilmesi lazım bence.
Diyelim ki,Atatürk gerçekten böyle biri.
Hatta,sağlığında Antalya’ya yaptığı bir ziyarette,sahil boyundaki binaları görünce etrafında toplananlara sorar;
-Bu bina kimin?
-Solomonun (Yahudinin)
-Bu bina kimin?
-Hristo’nun (Grek-Yunanlının)
-Bu bina kimin?
-Arman’ın (Ermeni’nin)
-Peki bunlar bu binaları dikerken siz neredeydiniz?
Bu arada lafa bir ihtiyar girer ve der ki;
-Biz Galiçya’da (Polonya-Rusya sınırındaki bölge),Balkanlarda,Kafkasya’da,Irak’da, Yemen'de, Trablusgarp’daydık.
Rivayete göre bu sözden sonra Atatürk’ün;
-“Hayatımda cevap veremeyip tıkandığım tek konu buydu” dediği rivayet edilir.
Bir başka rivayete göre de Atatürk,Selanik göçmeni hemşehrilerini ;
-“Siz,niye karış karış Selanik’i savunmayıp Grek’e-Yunan’a teslim ettiniz” diye de onları suçlamıştır.
Görüldüğü gibi ,anlatılanları doğru kabul edelim,o da büyütüldüğü kadar biri değil.Sonunda etten kemikten bir insan.O da,kendisinden başka birilerinin de vatanın kurtuluşu için el atmasını istemiş.Selanik'i kurtarmak istemiş ama Selanikliler "kurtulmayı istemişler mi?"
Bazı istekler birilerinin istemeleri ile yetmiyor ve herkes isterse bir takım değerler üretilebiliyor.O bunun bilincinde olarak sormuş.Yani sitem etmiş.
Bu adam kimseye sitem etmeyecek mi canım?
Allah değil ya insan.
Oysa Allah bile Kuran Nahl suresinde "Bir atım sudan yaratıldınız,ne de yaman hasım kesiliyorsunuz?" diye insanları kendisine karşı savaşmakla suçlamıyor mu?
Atatürk sadece "hep ben mi yapacağım,biraz da onlar isteseydi daha kolay olurdu,böyle elden çıkmazdı diye düşünmüş olamaz mı?
Bunda bir sakınca yok.
“1764-68 yılları arasında olan Rus-Osmanlı Savaşının” ardından,Rusya’nın, Kapitülasyonları elde etmesinden, Osmanlı hudutlarında yaşayan Gayri-Müslüm tebaanın Rusların koruması altına” girdiklerini, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasında kabul edilen “Hıristiyanların ve gayri Müslümlerin devlet korumasına alınacağı hükmü gereğince askere alınmadıklarını,Kurtuluş Savaşında bile buna dikkat edildiğini",halen de gayrimüslümlerin askerlik yapmadıklarını,bu yüzden, 1683- II.Viyana kuşatmasının ardından gelen aralıksız yenilgilerle sonuçlanan savaşlarda resmen “Türk Soykırımı” yapıldığını,elden çıkan topraklardan güç biriktirmek amacıyla, Türk-Müslüman halkın geri çekilerek kendilerini kıyılmaktan korumak ve göçtükleri yerlerde devlete asker vererek, gelecek savaşta devlete güç verme mantığına dayalı olan,iç göçlerin hem eski bir Türk geleneği olan “Uç Beyliği” ve İslamiyetle adı değişen “Muhacirun Kültürü” olduğunu bilmediğini varsayalım.Ki, o da "muhacirun'dur."
Sonunda,yetim bir çocuk olarak,askeri orta okul-lise,Harp Okulu sıralarından sonra sıradan bir Albayken Çanakkale’de Liman Von Sanders gibi bir ordu komutanından yetkiyi devir alarak savaşı zaferle sonuçlandıran,dünya savaş tarihine geçmiş bir savaş dehası olduğunu da unutalım.
Hatta,profesör Yalçın Küçük’ün de yazdığı gibi,bu adam,Yahudi,Sırpların dedikleri gibi Sırp, Arnavutların dedikleri gibi Arnavut ve hatta yine hatta,Suriye’ye Kafkas cephesinden “şüpheli” olduğu için sürülen Ermeni aslıllı erbaşlardan olan Agop Martanyan Dilaçar’ı (Atatürk’ün sonradan vereceği soyadı ) Suriye’deki Yıldırım Orduları Komutanı iken tanıyıp,Cumhuriyet döneminde,Türkiye’ye girişi sakıncalı olduğu halde Türk Dil Kurumunun başına getiren, ve gene hatta,evlatlıklarını Ermeni göçmenlerinin yetim çocuklarından seçen birisi olduğu için de (Afet İnan gibi) “Ermeni” olsun.
Bu adamı karalamak için bütün bu yazdıklarım yazılıp çizilip anlatılmaktadır.(Bu yazı yüzünden bana dava açsalar,sadece bu yazıyı ve Atatürk düşmanlığını şöhret ederler,İnternet dahil ortalık bunlarla dolu.) Bu yüzden iftiraları sansürsüz gündeme getirme ve tartışma gereğini duydum.
Bu adam,yazıldığı gibi,kulampara,oğlancı (II.selim’in Topkapı Sarayı Harem Hamamında,ajanlıkla suçladığı cariye-gözdeleri olan kadınları saraydan kovduktan sonra,hareme doldurduğu “oğlanları” kovalarken,tahta takunyası-nalınıyla,kalleş (!) sabun kalıbına basarak düşüp nazik kafataslarını (!) hamamın mermer su havuzlarına çarparak kırması sonucu öldüğünü;Hz.Muhammed’in 6.yaşında Hz.Ayşe ile nikah kıyıp,dokuz yaşında ilişkiye girdiğini,Hz.Ayşenin her ilişkiden sonra Hz.Muhammed’in elbisesinde en az iki ve daha fazla meni lekesini yıkadığını anılarında anlattığını da;Hz.İsa’nın da tam bir eşcinsel, hayatı boyunca hiçbir kadınla ilişkisi olmadığı iddialarını bilerek), eşcinsel,serhoş, içkici, sübyancı olduğunu da kabul edelim.(!) Etmek mümkün değil ama yapılıyor.İnsanlara bir yol çizmek lazım.
Ona bu iftiraları yakıştıranların hesapları bu haritalardır.Belli olmuştur.O bu pis iftiralardan münezzehtir.Türk milleti de bunları bilmelidir.
Bu yüzden;
Bu adam,tüm ifitira ve karalamalara rağmen,inkar edilemeyecek, bence saygı duyulacak en az “iki” şey yapmıştır;
1-Emperyalizm,sömürgecilik karşıtıdır,yeryüzünde bütün bağımsızlık savaşlarının da bu yüzden sembolü (Tunus,Cezayir’den Çin’e,Küba’ya) olmuştur.Çin’de bile ilk okullardan itibaren ders kitaplarında o öğretilir.
2- 200 yıl boyunca Avrupa devletleri karşısında sürekli “yenilgi” almaya alışmış Osmanlı Ordusunda ilk kez “Zafer” coşkusunu” o yaşatmıştır.
Ve son olarak da,Osmanlı’dan çıkan topraklar üstünde batılı devletlerin kurduğu düzmece devletlerde Avrupa karşıtı bağımsızlık hareketlerinin de “örgütleyicisi” olduğu için de ilaçlanarak öldürülmüştür.
10.Kasım 1938’de aramızdan ayırılan,hak etmediği her türlü iftiraların ölümünden 70 yıl sonra bile yazılıp çizildiği veya yandaşı görünülerek büyük devletlerin bile sırtından ekmek yediği bu kahraman adam sahip çıkılması gereken bir kişiliktir.
Kahramanlarına,kendisine hizmet edenlere sahip çıkmayan her millet,tarihin derin çukurlarında kaybolup gitmeye mahkumdur.Hiç kimsenin başarıları “doğruluğu kanıtlanmamış afaki anlatılardan ibaret cinsel eğilimleri ile aşağılanarak” karalanıp silinmemelidir.Sahip çıktığınız dini karakterlerde olduğu gibi.İngiliz’lerin ünlü kurucu Kralları Arthur’un karısının başına gelenleri de Hollywood’lu sanatçı aktör Richard Gere televizyonlarda çok gösterilen bir filmi ile sergilemektedir.
Ben,Atatürk’ü,her suçlamaya,iftiraya karşı seviyorum.İlk okula başladım Atatürk,yaşım 50 oldu,torunumu kucakladığım yaşta hala bu adamı tartışıyoruz.
Yahu,bu adam,ordularını teslim etmiş,halkının köle olmasına imza atmış bir imparatorluktan 42 yaşında bağımsız bir devlet çıkarmayı bilmiş savaş-siyaset dahisi bir adamdır.
Çıkardığı devletin adı da şüpheye gerek bırakmayacak kadar açık olan “TÜRKİYE CUMHURİYETİ” dir.
Daha ne arıyorsunuz bre hayvanlar,hatta hayvanları bile salaklıkları ile sıkıntıdan kahredecek kadar hayvandan aşağı olanlar?
Onun kurduğu devletin başında olup da,insanlık tarihinin hiç bir aşamasında İstanbul'a bile sokulmamış,Bizans tarafından yüzyıllarca,Türklerin gelişine kadar soykırımlara uğratılmış olan Gürcü,Fars,Yahudi,Süryani, Ermeni Kürt kavim artıklarının onun kurduğu cumhuriyetle kölelikten kurtarılıp "vatandaş-eşit insan" sayılıp da devletli,nüfus cüzdanı sahibi olduklarını,buna rağmen Kürtlerin halen Şıh,Pir,Ağa denen feodallerine kölelik etmekte ısrar etmelerini,Hz.Yusuf'u Mısır'a baş vezir yapan Firavun örneğinden bile ders almayarak bu vatan evladına küfür eden emperyalist işbirlikçisi soysuz köle soylarının yatacak yerleri var mıdır?
Atatürk Hakkında İftiralar Devam Etmektedir;
Atatürk'ü yazarken,hakkında yurt içi ve dışında,ölümünden 72 yıl sonra bile atılan,yazılan olumsuz iftiraları görmezden gelmek doğru değildir.
Çünkü,bilinçsiz gençlerimiz atılan iftiraları da bilmelidirler.Bu onları daha da cumhuriyete, Atatürk'ün "tam bağımsızlık" değerlerine sahip çıkmaları için coşturur inancındayım.
Ancak ona "eşcinsel diyenlerin" aslında onu kendilerine benzetmek istedikleri ortadadır.Çünkü onların tanrıları bile "eşcinseldir"."İbne Amerika'nın İbne Siyasetleri" başlıklı yazım ve bu linkte bulacağınız yüzlerce yazılarım asla iftira atmadan bunu anlatmaya kafidir.
Mustafa Kemal 5. Orduda Arap ırkından olan askerlere daha özel muamele yapıldığını ve Anadolu çocuklarından daha üstün tutulduklarını gördükçe müteessir oluyordu.
diyordu. Aynı ıstırabı bende duyuyordum. Yafa'da Mustafa Kemal'in bölüğünde alaydan yetişmiş Makedonya Türkler'inden yaşlı bir yüzbaşı vardı. Yüzbaşı Anadolu'lu Kıt'a çavuşlarına karşı şiddetli davranıyor, yeni erlere karşı ise lüzumundan fazla müsamaha gösteriyordu.
Onların azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı olmuyordu.
Mustafa Kemal, başından geçen bir olayı şöyle anlattı:
- "Bir gün Makedonyalı yüzbaşı, Kıt'a çavuşlarından birini bölük kumandanlığı odasına çağırdı. Müfit'le ben de orada idik. Çavuş sağlam yapılı ve yakışıklı bir Türk delikanlısı idi. Yüzbaşı gencin onurunu kıracak şekilde azarlamaya başladı. Daha ziyade mensup olduğu ırka hücum ediyordu.
- Sen, diyordu, nasıl olur da necip Arap kavmine mensup peygamber efendimizin mübarek soyundan gelen bu çocuklara sert davranır, ağır sözler söylersin? Kendini iyi bil, sen onların ayağına su bile dökemezsin.(*)
Gibi gittikçe manasızlaşan sözlerle hakaret ediyordu. Sesi yükseldikçe yükseliyordu. Çavuşun yüzündeki ifadeye baktım. Önce bir babaya duyulan saygının samimiyeti okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen bir isyanın ateşleri gözlerinden okunmaya başladı, fakat gerçek itaatin sembolü olan Türk askeri gibi iç duygularını gemlemeye çalıştı. Göz pınarlarından tanelenen yaşlar yanaklarından döküldü.
Dayanamadım.
- "Yüzbaşı efendi susunuz!" diye bağırdım, birden şaşırdı, sözlerin bizden onay görmesini beklediği anlaşılıyordu.
- "Yoksa fena bir şey mi söyledim?"
- Evet, çok fena hareket ettiniz, buna hakkınız yok, bu erlerin bağlı bulunduğu Arap kavmi birçok bakımdan necip olabilir, fakat senin de benim de, Müfid'in de ve çavuşun da mensup olduğumuz kavmin de büyük ve asil bir millet olduğu asla inkar edilemez bir gerçektir.
Yüzbaşı başını önüne eğdi, utanmıştı.
Çok yıllar sonra, bir gün Ankara'da beni de şahit göstererek anlattığı bu hakiki olay karşısında görüşü şu idi:
Bu ve buna benzer hadiseler, Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır.
Mustafa Kemal'in, Türk Tarih Kurumu'nu kurmasının en büyük nedeni bu asil düşüncede aranmalıdır. Türk Milleti'nin asaletine, büyüklüğüne bütün Türklerin inanmasını ve bunu iftiharla savunmasını hayatı boyunca amaç edinmiştir. Milletine:
- "Ne mutlu Türküm diyene!"
Hitabıyla seslendiği zaman, buna bütün mevcudiyeti ve samimiyeti ile inanmıştı.
(*Ben Keykubat olarak bu konuda biraz Kuran ayeti vermeyi uygun buldum);
Bakalım,Hicaz Arapları seçilmiş kavim mi sapık kavim mi?
Hadislerin %90'uydurma,yakıştırmadır,bu yüzden,Kuran ne diyor.?
Çünkü değişmemiş kabul edilen sadece Kuran'dır Tanrı sözüdür.
Kuran kimlere gelmiş?
Diğer milletler Kuran ayetlerinden sadece "İBRET" almakla mı mükellef?
Kıyamet'te her millet "kendi peygamberinin bayrağı altında" mı toplanacak?
Bunları da inkâr etseler de Kuran yazmaktadır.Yalancı ve çarpıtanlara,ayetleri görmezden gelenlere,bu yüzden kendilerinden olmayan kavimleri "Kültür emperyalizmi" ile köleleştirip sömürerek sömürgecilik edenlere de Bakara Suresinde;
159"-Indirdigimiz apaçik ayetleri ve dogruyu, biz onlari insanlar için kitapta iyice açikladiktan sonra, gizleyenlere Allah da bütün lanet edebilenler de lanet eder." diye belirtir.Ama kim dinler?
Haydi okuyalım;
Önce Hz.Muhammed'in halkı hakkında Tevrat'ta geçen bir olayı anlatayım;
Hz.İbrahim'in eşi,babaları bir olan kız kardeşi Sara'dır.Kısırdır.Mısır Firavunu Totiş veya Tutmosis ile tanıştığında,firavun İbrahim'e savaşta kazanılmış bir Bedevi prensesi olan köle Hagar'ı,Kuran'daki adıyla Hacer'i hediye eder.İsmail bu kadından olur.12 yaşına geldiğinde,sünnet olması için vahiy gelir ve İbrahim çocuğu İsmail ile birlikte sünnet olur.Sonra, Hacer,kısır diye Sara'yı aşağılamayı sürdürür.
İş büyür.Bu arada Allah'in bildirmesinden sonra Sara hamile kalır ve İshak doğar.İki kadın arasında tartışmalar büyür,Hacer evden Kaçar,Allah,Hacer'i geri gönderir.Sonra,Allah İbrahimden karısı Hacer'i ve oğlunu Kabe'nin bulunduğu yere,Yani Urfa civarından Mekke'ye götürmesini ister.
Ozaman bu bölgede ne Kabe ne de Mekke diye bir şehir vardır.Tarif edilen yere vardığında Kabe'yi inşa eder ve Hacer'i çocuğu ile bırakır.İsmail soyu Yahudi tevratında anılmaz.Yoktur.Grek İncilinde yer alır.Musa peygamberden itibaren Allah onlarca yıl Yahudilere önderlik eder, başlarında bekler,çoğalmalarını temin eder.İsmail soyu hiç aranmaz.
Türklerin Göktürk,Karahan,Oğuzkağan gibi İslam öncesi kendilerine gelmiş dinleri vardır. Üstelik bu dinlerde Tanrı kendisi önderlik etmiştir.Hiç bir Türk dininde de "cennetten kovulma" olayı da yoktur.Bu Türklerin yeryüzüne boşuna binlerce yıl hükümran kılınmadığına delildir.Oysa Hicaz Arapları itilmiş,kakılmış,terk edilip lanetlenmişlerdir.Kıyamette "bize uyarıcı göndermedin" diyemesinler diye uyarılmışlardır.Ben değil ayetler ve kendi kitapları öyle söylüyor.
Gerçek araştırmaya dayalı bütün eski "kuran tefsirlerinde "Arapların uyarılmadıkları,günahkarlıkları apaçık vurgulanmaktadır.Hıristiyan ve Yahudiler,vahiy meleğinin Mikail değil de "Cebrail" olması yüzünden Hz.Muhammed'i "Şeytani" saymışlardır.Halen de bu böyledir ve Haçlı seferlerinin ardında bunlar vardır.
İşte,Hz.Muhammed, bu yüzden eşcinsel,sapık,kız çocuklarını öldüren,diri diri kuma gömen,erkek çocuk veren kadınlarını da zihar yani "anasının sırtı gibi" sayıp,kardeş ilan edip ilişkilerini keserler.Kuran Tekvir Suresinde bunun günahından dem vurulur.Ancak,eşcinsellikleri pek dile getirilmez.Başka bir olaya atfen ayet iner.
İşte bu yüzden Bakara Suresi;110- "Ya Muhammed,biz seni uyarıcı ve müjdeci olarak gönderdik. Cehennemliklerden sen sorumlu değilsin" ayetiyle,ve daha bir çok ayetle Hz. Muhammed'in "Tebliğci, bildiren,uyaran" olduğu vurgulanır.
Okuyacağınız ayetler Hicaz (Mekke,Medine,Taif bölgesi) Araplarının gerçek kimliklerini,Kuran'ın onları daha fazla günaha batmasınlar diye uyarmak için indirildiğini dile getirmektedir;
ENAM SURESİ
92-"Sana Mekke halkını ve çevresindekileri uyarmak,Tanrı azabını anlatmak ve de bu nur dolu Kur’anı onlarda bulunanı doğrulayıcı olarak indirdik.Ahirete inananlar namazlarını daima kılarak bu kitaba da inanırlar."
Şura Suresi.
7- "Ya Muhammed; Şehirlerin anası Mekke ve de çevresinde bulunanları şüphe götürmeyen o kıyamet gününün dehşetinden haber veresin diye sana Arapça okunan bir kitap vahyettik.Mahşerde toplananlardan bir kısmı da cehenneme gider."
Fussilet Suresi;
44-"Bu Kur’anı biz yabancı dilde bir kitap kılsaydık diyeceklerdi ki;ayetleri uzun uzun açıklanmalı değil miydi.?Bir Arap’a başka bir dille söylenir mi? De ki; Bu inananlara doğruluk rehberi ve gönüllere şifadır.İnanmayanların kulaklarında ağırlık vardır.Kur’an onlara göre bir körlüktür."
Zuhruf Suresi;
5-"Haddi aşan bir kavimsiniz diye sizi Kur’anla uyarmaktan vaz mı geçelim.Öncekilere nice peygamberler göndermişizdir."
6-"Oysa Biz öncekiler arasında nice peygamber gönderdik. "
7-"Kendilerine hiçbir peygamber gelmiyordu ki, onunla kesinkes eğlenmesinler."
Yusuf Suresi
2- "Anlayasınız diye biz onu Arapça Kur’an olarak indirdik"
Yasin Suresi;
6-"Babaları uyarılmamış olup gaflet içinde olan bir topluluğu uyarasın (vehameti haber veresin) diye. "
SECDE SURESİ 3-“Onu peygamber kendisi mi uydurdu” diyorlar? Hayır ya Muhammed! O senden önce peygamber gönderilmemiş olan bir milleti uyarman için sana Rabbinden gelen bir gerçektir.Belki doğru yolu bulurlar."
RAD SURESİ;
7-"İnkarcılar Ona “ Rabbinin bir mucize indirmesi gerekmez miydi” derler.Ey Resulüm, sen ancak uyarıcısın ve her milletin de kurtuluş rehberisin"
Bakara Suresi;
163-Her halde hepinizin tanrisi bir Tanridir, O'ndan baska hiç bir tanri yoktur. O, esirgeyen ve bağislayandir.
İBARAHİM SURESİ:
4-Biz de apaçık anlatmaları için her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik. Allah dilediğini saptırır veya doğru yola ulaştırır.O her şeye hakim ve hikmet sahibidir."
MÜRSELAT SURESİ:
11-"Peygamberlere ümmetleri için şahitlik vakitlerini bildirdiği zaman kıyamet kopmuş olur."
CASİYE SURESİ:
28-(Kıyamet günü ) Her ümmeti o gün diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır. Onlara denir ki;” Bu gün işlediğinizin karşılığı verilecektir.”
( Türkler Tengrizm veya şamanlıktan mı sorgulanacak?)
İşte Kuran ayetlerini yok sayanlara,gizleyenlere ve ondan gelir elde edenlere Allah'ın bildirdiği azap;
Kur an ayetlerinden işlerine geleni öne çıkarıp, gelmeyeni gizleyenlerin ve ayaetlerden para kazananların hali;
Bakara Suresi;
174-"Allah'in indirdigi kitaptan bir seyi gizleyip de bununla biraz para alanlar muhakkak ki, karinlarina atesten baska bir sey yemezler ve kiyamet günü Allah onlarla ne konusur, ne de onlari temize çikarir; onlara sadece pek elem veren bir azap vardir. "
Anlatılan metindeki Türk askerini aşağılayan Osmanlı Subayı,apaçık bir Türk düşmanı dönmenin tekidir. Türkler olmasa bu güne kadar Arapların çoktan dinlerini unutacağını bile hesaplayamayan öküzün biri olduğu kesindir.
(Kaynak alınan Kuran,1989 Sabah Gazetesi hediyesi,Elmalı'lı Hamdi Yazır tercümesidir.)
Keykubat
İşte Türk'ü aşağılayan zihniyet şimdi Atatürk'ün devletini tasfiye etmektedir;
Müslüman milletin gözü önünde içkinin kötülügünü ve haramligini bir kenara iterek büyük bir ii yapiyormus gibi kadeh kaldiran bir lideri tarih ender kaydeder. Çünkü bir baba bile çocugunun gözü önünde içki içmekten haya eder. Ama bu sarhos, bunu zevkle yapmistir.
Mahmud Esad Bozkurt anlatiyor:
"Bir aksam, birden Saray'dan kalkarak Gülhane Parki'nda Halk Parti'sinin verdigi bir açik hava toplantisina gittigimiz zaman orada toplanan onbinlerce insana harf inkîlabini müjdelemis ve bu esnada ayaga kalkarak millete hitaben: "Arkadaslarim!
Bu elimdeki rakiyi evvelce padisahlar da halifeler de içerlerdi. Fakat onlar saraylarinda, dört duvar arasinda içiyorlardi. Ben ise aziz milletimin önünde ve onun serefine içiyorum!' diye kadehini kaldirdigi zaman, halkin alkis tufani arasinda Sarayburnu dakikalarca çinlamisti." (2)
Buna alkis tutan zavallilara yaziklar olsun! M. Kemal Atatürk, gece hayatini çok seven, devamli alkol kullanan biriydi. Bu hususta S. S. Aydemir sunlari söyler:
"Atatürk normal zamanlarda, geceleri yasardi. Sofrayi, sohbeti, içmeyi elbetteki severdi. Etrafindakilerin içmelerini de isterdi. Içkiye çok genç yaslarinda alismisti. Suriye'deki sürgün yillarinda ise içki hemen hemen tek tesellisi gibiydi."
Aydemir devamla: "Ama Selanik'te rihtim gazinolarinda, sokak meyhanelerine gidilemeyen, gelecek maaslari yahudi sarraflara kirdirmak suretiyle para tedarik edilemeyen, meyhanenin veresiyeyi kestigi günler de olmustur." (3)
Içkiyi çok kullanip parasiz kaldigi zamanların da oldugunu Aydemir söylemektedir.
Dr. Riza Nur da bu hususta sunlari söyler:
"Müthis bir ayyastir. Her gece sabaha kadar içer, körkütük olur. Bütün ömrü öyledir. Gençligi de böyle içki ve fuhus ile geçmistir. Reculiyeti yoktur, fakat sehvete pek düskündür. Fuhusun kadin, erkek, fail (eden-aktif), mef'ul (edilgen-pasif) her çesidini yapar. Bu sebepten veya anasi fahise olduğundan olacak ki, bütün milletten namus ve iffeti kaldirmaya çalisir." (4)
(1) Bir Baska Açidan Kemalizm, A. Dilipak, sf. 290
(2) Mahmud Esad Bozkurt'dan Kemal Ariburnu, Atatürk'ten Anekdotlar, Anilar
(3) Tek Adam, Sevket Süreyya Aydemir, c. 3, sf. 504-505
(4) Dr. Riza Nur, Hayat ve Hatiratim, c. 4, sf. 1517
(HABER SITEMIZI BAGLAMAZ , ALINTIDIR. HABERIN KAYNAGI ACIKLANMISTIR)
ESi TARAFINDAN SUÇÜSTÜ YAKALANAN EDiLGEN BiR HOMOSEKSÜEL :
"Deccaliyet ve Kemalizm" adli kitap (s.129):
... Bir Agustos gecesinde yemek dönüsü, Çankaya´nin kapisinda genç askerlerle konusurken Latife, üst katin balkonunda göründü. Ates püskürüyordu:
"Kemal! Buraya gel! Mahalle arkadaslarinla yarenlik bitti, simdi askerlerle mi içli disli oluyorsun? Buraya gel diyorum!
Gazi sustu, Latife sustu. Hersey sustu. Pasa öfkesinden mosmor kesilmisti....."
Hayat ve Hatiralarim, Riza Nur 4. Cilt s.1357 :
"...Anlasildigina göre bosanma vak´asindan iki-üç gün evvel, Latife, kardesi Ismail ile haremi Süreyya Pasanin kizi Melahat Ankara´ya gitmislerdi. Çankaya´da misafir olmuslar. O vakit Mustafa Kemal´in yaninda katip sifatiyla Halit Ziya´nin oglu Vedad vardi. Güzel tüysüz bir çocuk.
Bir aksam üzeri karanlik çökerken Ismail, Melahat balkona çikmislar. Bakmislar Vedad Mustafa Kemal´i agacin dibinde yapiyor.
Latife´yi çagirmislar. O da görmüs. Bir kiyamettir kopmus. Latife, Mustafa Kemal´e "Herseyini gördüm, hepsine tahammül ettim. Artik buna edemem" demis. Gazi (!) susmus, Ismet´in evine gitmis. "Bu kariyi simdi bosayacagim" demis.
Ismet, sabahleyin erken Heyet-i Vekile´yi toplamis. Taalaka karar vermisler (!) Latife´yi Ismet alip, trene koymus. Trende teselli etmek istemis.
Latife ona „Sus, sus!" Ismet Pasa! Ismet Pasa! Sen ona bir gün dalkavukluk etme seni benden daha rezil eder. Her pisligine aleti sensin" demis".
Yorumun devamini (buna yer kaldi ise) okuyucuya birakiyoruz:
SEHVET DÜSKÜNÜ BiR SÜBYANCI (pedofili):
Zsa Zsa Gabor; 1936 yilinda Macaristan guzellik kralicesi anlatiyor;
Kemal Atatürk, Tanri'nin insanliga ender gönderdigi bir kurtarici, politika ustasi ve korkusuz bir savasçiydi. O, yari insan, yari Tanri'ydi.
Orta yas döneminde dahi Atatürk'ün seks aktiviteleri yakin çevresi tarafindan biliniyordu..
Bakirimsi kirmizi renkli kadife koltuga -yanina- oturmami söyledi. Büyülenmisçesine Atatürk'ün emrini yerine getirdim. Nargilesinin hortucunu bana dogru uzatti ve içmemi söyledi. Dumani içime çektim. Diger elinde tuttugu raki dolu zümrüt kakmali altin kadehi -emrivaki bir tavirla- ellerime tutusturdu.. Kadehteki Raki'yi yudumlayarak içtim..
Atatürk ile beraberligimin bundan sonrasini ilk defa acikliyorum..
Dans eden dansözlerin odadan çikmalarini istedi. Ikimiz basbasa kalmistik. Henüz 15 yasimdaydim, çocuk denecek kadar genç sayilirdim. Atatürk'se 56 yasinda olgun bir erkekti. Buna ragmen ürküntü duymuyordum. Rakinin verdigi sarhosluktan olsa gerek kendimi rüyada hissediyordum..
http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=235934 Atatürk'ü Zsa Gabor öldürdü iddiası için TIKLA
M.Kemal´in babasinin belirsiz oldugunu gösteren Selanik Mahkemesi'nin kararinin asli.
SELANiK ASLiYE HUKUK MAHKEMESi
Ilâm karar numarasi: Adet/451
22 Kanunî-Evvel 1298, 20 kurusluk pul, Hakim Aza Aza, Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi, Mühür Mühür Mühür
Bu belge, Türkiye´de çesitli kitap ve gazetelerde yerini aldi:
"Deccaliyet ve Kemalizm" (Hüseyin Demirel, s.147):
"ABDOS" HiKAYESi: ilk defa Yakin Tarih Ansiklopedisinde Mustafa Kaplan imzasiyla nesredilen "Abdos Aga" ile ilgili yazilar mahkemelerde dava konusu oldu. Bu belgelerde Atatürk´ün annesinin genelevden çiktigi ve Atatürk´ün gayrimesru oldugu ileri sürülüyordu. Hürriyet 21 Ocak 1990´da "Atatürk´ün gayrimesru dogdugunu iddia eden.. çirkin tezgahin belgeleri" basligi altinda bu meseleyi kamuoyuna duyurdu. Selanik´te bir mahkemenin verdigi kararin metni Osmanlica olarak gazetenin haberinde basildi.
Bu metni bir memur Milli Egitim Bakanliginda fotokopi ile çogaltirken yakalanmisti. Mesele sonradan örtbas edildi. Burhan Bozgyik´in "Türkiye üzerine oynanan oyunlar" kitabinda da bu belge tam metin Türkçe olarak basildi. (Yeni Asya Gazetesi nesriyati,1990, s.105)"
Yazar´in Ümmet-i Muhammed gazetesinin 8. sayisinda (1988 senesinde) bu belgenin yayinlandigini aktarmamasinin iki sebebi olabilir:
1- Bu belgenin yayina sunuldugundan haberdar olmamasi;
2- Türkiye´de Ümmet-i Muhammed gazetesinin yasak olmasi.
Bizim için oldukça önemli olan, bu belgenin artik -yayin hayatinda- tartisilmaz bir yerinin olmasidir.
(HABER SITEMIZI BAGLAMAZ , ALINTIDIR. HABERIN KAYNAGI ACIKLANMISTIR,
AYRICA SATMISSA OZAMAN TURKIYEYI NIYE KURMUS?)
VATAN SATMAYA ÇALISAN USAK RUHLU BiR ALÇAK :
Kasim 1938 Türkiye'nin sefi Kemal Atatürk'ün öldügü tarihtir. O, 15 yillik kati diktatörlügü döneminde Türkiye'yi, halki istemedigi halde zorla bati medeniyetine götürmeye çalismisti. O, sarik ve çarsafi yasaklamis, Islamin kuvvet ve kudretini kirip, hatta latin alfabesini bile kabul ettirmisti.
Atatürk'ün ölüm döseginde, üzerinde en fazla düsündügü mesele; kendisinden sonra programini uygulayabilecek birisini bulup yerine geçirip geçiremeyecegi hususuydu.
Bunun için zamanin Ingiliz büyükelçisi Sir Perey Loraine'i Istanbul'daki Dolmabahçe Sarayi'na çagirdi.
Ikisi arasinda geçen konusmalar yaklasik olarak otuz (30) sene gizli kaldi. Gizli konusmalar ilk olarak Piers Dixon'un babasi (Sir Perey Loraine) hakkinda hazirladigi "Double Diplomat" (Çifte Diplomat) isimli kitabinda yer aldi ve daha sonra da "Hute-Hisson Yayinevi" tarafindan yayinlandi.
Piers Dixon'un dökümanlari arasinda; Sir Perey Loraine tarafindan zamanin Ingiliz Disisleri Bakani Lord Halifax'a gönderilmis bir telgraf da vardi. Telgraf, Ingiliz tarihinin en önemli belgelerinden birisi idi. Loraine, ölüm döseginde olan diktatörle yaptigi bu mülâkati çok enteresan olarak nitelendiriyordu. Bu belgede Loraine, Lord Halifax'a sunlari yaziyordu:
"... Huzuruna vardigimda ekselanslarini yastiklara yaslanmis vaziyette, iki doktorla, hemsirenin tedavisi altinda gördüm. Ben girdigimde, Baskan, hizmetinde bulunanlarin ve hemsirelerin disari çikmalarini istedi ve ihtiyaç aninda kendilerini çagirabilecegini söyledi.
Ondan sonra, ekselanslari benimle yavas-yavas, fakat dikkatlice konusmaya basladi. Beni, hiç bir zaman bana layik olmayan makamda görmek istemedigini, "Beni daima en layik makamlarda görmek istedigini" ve beni buraya onun için çagirdigini söyledi. Hakkimda arzuladiklarini gerçeklestirmem için çok ricada bulundu. Kendisine müsbet bir cevap vermemi istiyordu.
Süphesiz ben geçmiste onunla bir arada çok bulundum ve çok mulâkatlar yaptim. Ama bu, son mulâkatim olabilirdi. O uzun ve mâcerali hayati boyunca beraber çalistigi arkadaslarindan bir çogunu (kendinden uzaklastirarak) kaybetmis ve yapilan tavsiyelerin bir çogunu da reddetmisti. Sadece benim dostluguma ve nasihatlarima güveniyor ve bu dostlugun pekismesine ehemmiyet veriyordu.
Ben sanki "Türkiye'nin basbakaniymisim" gibi benimle, çok sade ve serbest bir sekilde mesveret ediyordu.
Onun bir baskan olarak ölümünden önce, kendi makami için birisini takdim etme selahiyeti vardi. Onun en büyük arzusu kendisinden sonra "Türkiye'nin Baskani" olarak onun vazifesini üzerime almam idi. Teklifi karsisinda benim nasil bir cevap verecegimi bir an önce ögrenmeyi istiyordu.
Düsünceli bir sessizlikle geçen bir anlik bekleyisten sonra ekselanslarina; "Bütün istek ve duygularimi kelimelerle anlatmaya yetkili degilim!" seklinde cevap verdim. Gerçekten o anda çok sasirmis bir sekilde düsünüyordum. Hatirladigim kadariyla yapmis oldugum mulâkatlarin hiç birisinde bu kadar derin düsünecek derecede bir mülâkatla karsilasmamistim.
Ekselanslari yaptigi bu teklif ile sadece benzeri görülmemis bir ikramda bulunmakla kalmiyor, ayni zamanda majestelerinin (Ingiliz Krali'nin) hükümetine olan bagliligini da izhar ediyordu.
Ekselanslari benim ömrümün büyük bir kismini majestenin hükümetinin hizmetinde geçirmis oldugumu biliyordu. Ben halihazirdaki isimde bir kaç sene daha çalismayi ümit ediyordum. Ekselanslari ise, simdi benden kesin bir cevap istemekteydi. Kendilerine su cevabi verdim: "Idarî isleri iyi yapip yapamayacagimdan süphe ediyorum. Türkiye'nin Cumhurbaskanligi'ni yüklenmek mesuliyeti ile Ingiltere Büyükelçiligi arasinda çok büyük fark vardir. Tecrübe ve kabiliyetlerimin, ancak elimdeki isi yürütmek için aranan imtiyazlar oldugunu biliyor; bunun için kesin bir sekilde ve üzülerek teklifinizi kabul edemedigimi bildiriyorum!"
Ben konusmami bitirdikten sonra ekselanslari çok heyecanlandi ve yatagina tekrar gömüldü, hizmetinde bulunan hemsireleri çagirdi (ve derin bir uykuya daldi).
Ekselanslari ikinci defa konusmaya baslayabildiginde kendisine bildirdigim kararda etkili olan hususlari idrak ettigini söyledi. Durumu henüz verdigim cevaptan çok üzüldügünü söyleyebilecek kadar iyi idi. Benden baska bir cevap alamayacagini anlayinca "Baskanlik" için Ismet Inönü'yü tavsiye etti.
Atatürk sonra dirseklerine dayanarak dogrulmaya çalisti ve ellerimi sikti, gelecekte de Britanya ve Türkiye iliskilerinde faal roller oynayacagimi belirterek tesekkür etti ve kendinden tekrar geçti.
Bu teklifi reddedisimin isabetli bir karar oldugunu düsünüyorum.
Eger yapmis oldugum teşebbüslere dair ekselanslarindan tevidli bir mesaj alabilirsem çok mütesekkir ve mesrur olurum. Lütfen Kral'a da bildiriniz!.." Martin Gilbert
http://www.welatparez.com/tr/dep/forum/index.php?t=tree&th=16588&mid=48005&&rev=&reveal= den alinmadir.
Türklerin Atasi Atatürk Saf Kan Arnavut cikti.Ben daha önce Atatürkün Yunan oldugunu düsünüyordum degilmis diyor.
Atatürk'un Babasi Albanye (Arnavutluk)un "Diber" yakinlarinda bir köyde dogmus. Osmanli Balkanlardayken yerli halklari bir taraftan islamlastirmis diger taraftanda asker ve memur olarak devlete hizmet icin kullanmis. Atatürkün Babasi Osmanli tarafindan Selanike görevli Memur olarak gönderiliyor. Yani,selanikle baglari memurluktanmis.Ataturk saf kan bir arnavut.
Mustafa Kemal Ataturk is geboren in een klein dorpje in omgeving van Dibër. Inmiddels is Dibër een stad verdeeld in Albanie en Fyrom. Hij zou geboren zijn in omgeving van de stad Dibër in Albanie. Als klein jochie ging hij wonen in Thesaloniki met zijn familie. Zijn vader werkte in de Turkse administratie. Ik wist ook de naam van dat dorpje maar op dit moment kom ik er niet bij helaas. De Turkse mythe dat Kemal Ataturk is een turk en geboren in Thessaloniki klopt niet. Maar ja een Albanees als stichter van de Turkse Republiek kunnen ze niet aan als een historiche feit. Veel Turkse generalen die na de tweede wereld oorlog een militaire coup pleegden in Turkije en de macht naar zich trokken waren er van Albanese afkomst. Een van hen is ook Kenan Evren die in 1980 en militaire coup pleegde in Turkije. Een begrip opzich in Turkije van toen en nu.
*****
BU KONUDA AÇIKLAYICI BİR YAZI...ATA'YA SALDIRILARIN NEDENLERİ İÇİN BAKINIZ...
İnönü: "Sökebilirsen sök!"
Amerikalı uzmanlar, askeri ve sivil devlet kademelerine dolmuşlardı. İsmet İnönü bu konuda şunları söylüyor:"Daha bağımsız, şahsiyetli dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden bahsediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar etraflı çalışmalarını yapacaklar, tekliflerini hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu?
Hepsinin etrafında uzman denilen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Muvaffak olamazlarsa işi sürüncemede bıraktırmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum. Neticesi bana gelmeden Washington'a gidiyor. Sonuç memurumdan önce sefirden öğreniyorum.
İstiklal Harbi'nden sonra sulh anlaşmasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar fiili bir durum idi. Tazminat işini iki devlet aramızda hal ederdik. Bütün mücadele idaremize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük tavizlerde bulunmaya hazırdılar.
Dayattık. Biz onların ne için ısrar ettiğini biliyorduk. Onlar bizim niçin inatla reddettiğimizi biliyorlardı. Böyledir bu işler. Peygamber edası ile size dünyaları vaad ederler, imzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Ondan sonra sökebilirsen sök… Gitmezler. Ancak bu meselenin üstüne vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa ne bağımsız dış politika, ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döğersiniz. Fakat zannetmeyinki kolay bir iştir. Savuşturulan iki üç badire bunun yanında hiç kalır. Teşebbüs ettiğinizde başımıza neler geleceğini kestiremem.
Kaynak: İlhami Yangın – Kırmızı Çizgi Dergisi – Temmuz Sayısı
Buraya kadar alıntıdır.
Atatürk'ün Cenaze Namazı Sorunu 1 ve 2 |
2-Dönme Ermeni Darbeci İsmet Paşa ve yandaşlarınca,Atatürk'ün Cenaze Nmazı da kılınmadı,günlerce cenazesi bekletildi.En yakın bildikleri tarafından İhanet edilen bir önderdi o. |
Nisan 1921 yılında TBMM'de verdiği nutkunda kendi ağzından şahsiyetini şu sözleri ile izah eden hala bazı kafalarca anlaşılamamış olan büyük adam şöyle demektedir.Belki bazı akıl sahiplerine faydası olur diye yazıyorum.
"Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir.Ben milletimin ve en büyük ecdadımın en kıymetli mevrusatımdan olan istiklal aşkı ile meftur bir adamım.Çocukluğumdan bu güne kadar ailevi,hususi ve resmi hayatımın her safhasına yakından vakıf olanlarca bu aşkım malumdur.
Bence bir millete şerefin,haysiyetin,namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olması ile kaimdir. Ben şahsen bu saydığım evsafa çok ehemmiyet veririm.
Ve bu evsafın kendimde mevcudiyetini iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıflarla mutassıf olmasını şart-ı esas bilirim.Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım.Bu sebeple milli istiklal bence bir hayat meselesidir.
Millet ve memleketin menafii icabettirdiği takdirde beşeriyeti teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet muktezasından olan dostluk ve siyaset münasebetini büyük bir hassasiyetle takdir ederim.Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin bu arzusundan sarf-ı nazar edinceye kadar biaman (amansız) düşmanıyım
Bence bir millete şerefin,haysiyetin,namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olması ile kaimdir. Ben şahsen bu saydığım evsafa çok ehemmiyet veririm.
Ve bu evsafın kendimde mevcudiyetini iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıflarla mutassıf olmasını şart-ı esas bilirim.Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım.Bu sebeple milli istiklal bence bir hayat meselesidir.
Millet ve memleketin menafii icabettirdiği takdirde beşeriyeti teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet muktezasından olan dostluk ve siyaset münasebetini büyük bir hassasiyetle takdir ederim.Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin bu arzusundan sarf-ı nazar edinceye kadar biaman (amansız) düşmanıyım"Şevket Süreyya AYDEMİR- Tek ADAM-C-3 S.473
Kimisi Kürdistan kimisi Ermenistan kimisi Pontus Rum kimisi Megalo İdea'larını gerçekleştiremediler.
Hedef Türk Milletine "kıymetli evlatlarını kötüleyerek unutturup,geçmişi ile bağlarını koparmak, kendisine saygısını ortadan kaldırmak",72 yıldır arttırdıkları nüfusları arasında asimile edip sindirmektir.
HEDEF ATATÜRK DEĞİL,o bedenen öldü.HEDEF,türk milletini kıymetli evlatlarından utandırmaktır,hizmet etmek isteyeni de yıldırmaktır.HEDEF TÜRK MİLLETİDİR.
Yazının konusuna göre hazırladığım görüntüye buyurunuz.
HEDEF ATATÜRK DEĞİL,o bedenen öldü.HEDEF,Türk milletini kıymetli evlatlarından utandırmaktır, hizmet etmek isteyeni de yıldırmaktır.HEDEF TÜRK MİLLETİDİR.
Bu ve diğer yazılarımı içeren tarafımdan hazırlanmış bu videoyu sunuyorum.Buyurunuz seyre.
Benim çıkardığım sonuca göre Atatürk zevki sefayı seven birisiydi. Harbiye nazırı olmasının sebebi rahata kavuşup istediği gibi alem yapmaktı. Ama yapamazdı. Onun için İngilizler kolayca kullandılar. Bana neden İstanbul'u İngilizlerin o kadar orduyla işgal edip Atatürk'e karşı savaşmadan bıraktıklarını söyle. Gizli belgeler neden açılmıyor? Ayasofya neden müze yapıldı anlat dinleyelim.
YanıtlaSilİngilizlerin Said-i Kürdi'yi nasıl kullandığını anlatsana sen! O kadar yazıyı boşuna mı yazdık? Zevke safaya düşkün adam,kendisine verilen İtalya'daki malikanede ömür boyu yaşar,padişahın kızını da alır keyfine bakar, yazı bile yazamayan,ömrü boyunca "1+1=2" yazamamış,emperyalist uşağı Said-i Kürdi gibi "ulema" olarak anılırdı.Sizler art niyetli işbirlikçilersiniz.Kendinizi ne güzel ortaya koyduğunuz farketmiyor musunuz bu yorumlarınızla?
YanıtlaSilBen buradan önce size sonra Türk milletine soruyorum kısaca Atatürk olmasaydı bu ülkede Ezan okunabilir miydi?
YanıtlaSilAtatürk'e dinsiz diyenler:
Atatürk dinsiz olduğu için mi Namaz kılmıştır.(özel zamanlarda)
Atatürk dinsiz olduğuiçin mi:
''Biz ne Bolşevikiz, ne de Komünist: Ne biri, ne diğeri olamayız. Türkler milliyetperver ve dinlerine hürmetkâr bir millettir. Bizim hükümet şeklimiz tam bir demokrat hükümetidir.'' sözünü söylemiştir.
Hanımının başı kapalı değil miydi?Bu bile onun din içerisindeki görüş farklılarına sonsuz saygısını göstermez mi?
''Ne Mutlu Türküm Diyene'' sözünü söyleyen insan mı ingilizlerle işbirliği yapacakmış geçin bunları adsız efendi.