KÜRTLERİN SİNSİ İŞBİRLİKLERİ
Korkut Özal’ın aşağıda yazılı açıklamaları ile İsmet İnönü’nün de Adnan Menderes’in de bu sinsi projenin parçaları olduğunu tarih bize öğretmektedir.
Bu haftaki Siyaset Meydanı programına katılan merhum C.Başkanı Turgut ÖZAL’ın kardeşi Korkut ÖZAL’ın görevde iken, Türkiye’nin adının “Anadolu Cumhuriyeti” olarak değiştirilmesinden söz ettiğini,kendisinin de Malatya’nın %40’ının Ermeni nüfusa sahip olduğunu,geçmiş Cumhurbaşkanlarının Kürt kökenlerini açıklaması,Can Dündar’ın Mustafa belgeselinin arkasından bu güne kadar devlet içinde örgütlenmiş sinsiliği de gün ışığına çıkarmıştır.
1828-29 Osmanlı Rus Harbi ile elden çıkan Balkanların ve Kafkasların,İngiliz-Fransız ve Osmanlı kuvvetlerinden oluşan ordularla 1854-56 II.Kırım Savaşının ardından geri kazanılmıştır.
1876-78 Osmanlı-Rus savaşı ile aynı toprakları tamamen eline geçiren Çarlık Rusyası, Brüksel’se satın aldığı Le Nord gazetesini Avrupa’da Rusya’nın tehlike değil Balkanlardan,Helenpont’tan Türklerin kovulması, Osmanlı sınırları içindeki,Balkanlar-Anadolu ve Kafkaslarda yaşayan Hıristiyan halklarının koruyucusu olduğunu anlatarak kendi yayılmacı siyasetine haklılık kazandırma yolunu seçmişti.
12 Nisan ve 7 Mayıs 1876 yılında çıkan Le Nord gazetesi “Asya’da İslam fanatizmi yükseliyor, bu ortak düşmana karşı İngiltere ile Rusya uygarlık görevi gereği işbirliği yapmalıdır” diyordu.
18 Nisan 1876’da yine aynı gazete “Rus yayılması emperyalist değildir.Kafkasya’yı Hıristiyan,Ermeni ve Gürcüleri kurtarmak için alıyoruz.” diyordu.(Orhan Koloğlu-Avrupa’nın kıskacında Abdülhamit S.16)
Buna ek olarak Londra (İngiltere) Cleridge oteline yerleştirdiği,güzelliği ile ünlü Rus hanımefendisi Madam Olga Novikov ile de İngiliz Parlamenterlerini etkilemeye çalışmaktaydı.
Onun bu siyasetleri sonucu Rus Ordusunun 1877’de İstanbul surlarına dayanmasını duyduğunda,İngiltere’nin çıkarlarını korumak için Rusya’ya müdahale etmesi olayında bile bu Madam O.Novikov’un etkisinde olan İngiliz Başbakanı Gladstone Rus savunmacılığını bırakmış ama Türkleri yermekten kaçınmaz.
Bu bağlamda Hıristiyanı kurtarma Türk’ü Avrupa’dan kovma fikri bile onu beş yıllığına tekrar iktidara getirir.
Rusların Kafkaslar ve Osmanlı’daki Hıristiyan halkların haklarını koruma siyaseti ile elde ettiği sempati daha sonra Hıristiyan dünyasının sempatisine ihtiyaç duyan İngiltere,Amerika,Fransa,Almanya ve diğer Avrupa devletlerine sıçrayan bir hastalık olacaktır.
Bunların kışkırttıkları Ermeniler sonunda başlarına dert açıp 1915 olaylarına sebep olacaklar ve günümüzün “Ermeni Soykırımı,yeni çıkarılan 1938 Dersim Kürt Soykırımı” sorunlarının doğmalarına sebep olacaktır.Korkut ÖZAL’ın “Malatya’nın %40’ı Ermenidir” sözünü açtığımızda,Osmanlı’nın Dersim Vilayeti sınırlarına göz atmak gerekecektir.Bu sınırlar,Giresun, şebinkarahisar,Sıvas,Erzincan,Tunceli,Malatya ve Elazığ illerini içine alan geniş bir bölgedir.
1915’de Ermenilerin Suriye’ye ve Hatay bölgelerine sürüldükleri tehcir olayından kurtulmak için “Müslüman olduk” dedikleri için tehcirden kurtulan bu dönme Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları yerler içinde Adıyaman ilini ve Menzil tarikatını da saymak gerekir.
Said Nursi’ni kurduğu Nurculuk akımı içinde de,Fethullah Gülen’in bu zihniyete dayalı Bahailik açılımı da İslam’ın Hıristiyanlığa uygun yeni bir yorumudur.
Lozan Antlaşmasındaki OTİ (Osmanlı-Türk –İslam siyaseti ) yasağı ve Rusya-Batı dengesini koruma gayreti yüzünden devlet içinde “Saltanatçı ve Dinci” yapılanmayı önlemek,Laik devleti korumak için devlet dairelerine doldurulan bu dönme Aleviler ne yazık ki ülkenin kalkınması için değil,sürekli yıkıcı bölücü unsurların yaratılması için her türlü dış güçlerle birlikte çalışmışlardır.
1961’den itibaren başta Almanya ve diğer Avrupa ülkelerine gönderilen işçilerimiz ,Ermeni kökenli Alevi-Kürt etiketli Dersimlilerden ve İslam Kürdistanı fikrini savunan Nurcu Şeyh Sait isyanına katılan Kürt kökenli vatandaşlarımızdan seçilmişlerdir.(Bunların arasında Kürtleşmiş Alevi Türkmenler daha çoktur.)
Bu gün Avrupa destekli “Alevi Dernekleri” (Türk Alevileri hariç ama içlerinde onlardan da var.) içinde örgütlenerek her türlü anarşi,bölücü eylemin içinde yer almışlar,13 Kasım 2008’de de Avrupa Parlamentosunda ilk kez Kürt Soykırımı Tasarısının” görüşülmesini sağlamışlardır.
Diğer yandan Nurcu kesimin de Deniz Feneri,Yimpaş türü örgütlenmeler ile yıllarca Menderes’in Demokrat Partisi,Demirel’in Adalet Partisi,Erbakan’ın MSP,FP,SP gibi partileri ve d e AKP içinde 03.Kasım 2002 ‘de iktidara getirildiğini biliyoruz.
Bu partinin başına da,halkımızın, sünni,dindar Rize’lilere olan sempatisi kullanılarak da asla “Ben Türk’üm” demeyen,kendisinin Gürcü, eşinin Siirt’li Kürt olduğunu söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’ın öne çıkardığı bu kimliğinin de yukarıda açıkladığım Rusya’nın Osmanlı’yı işgal gerekçeleri ışığında düşünüldüğünde Rum-Kürt işbirliğine bir sembol olduğunu görmeme lüksümüzün de olamayacağını düşünüyorum.
Şehide kelle,işçiye torba edebiyatının ardında da başka nasıl bir zihniyet yatabilir?
Son işbirlikçi dümenlerle çıkarılan Kürt isyanları ile başbakanımızın avanak Türkleri “vatansever olduğuna” inandırma,ve sinsi projeyi gerçekleştirmek için güç toplama siyaseti olduğunu görmemize ne engel olabilir ki?
Hükümeti oluşturan bakanların ve başbakanın danışmanlarının ağırlığının da Kürt ve Rize kökenli oluşlarını da söylemeye gerek var mı bilmiyorum.
Cumhuriyetimizin Kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün,kurtuluş savaşında,SSCB topraklarında yaşayan Müslümanlardan oluşturduğu Yeşil Ordu yanında silah,para,cephane ve siyasi destekleri karşılığında Türkiye’de “Sosyalist rejimi” hem halkın kültürel yapısı hem de ABD ve İngiltere’nin savaş ilanı tehditleri nedeniyle gerçekleştiremeyeceğini belirtmesinden sonra çıkarılan Dersim İsyanlarının arkasında Rusya bağlantısını da düşünmekte içine düştüğümüz çukurun nasıl bir şey olduğunu kavramamıza yardımcı olacaktır.
Aynı korku ile de ABD,İngiltere ve diğer batılı devletlerin de Şeyh Sait ve diğer gerici isyanları kışkırttıklarını düşünmemiz gerekir.
Atatürk’ün 1938’de aramızdan ayrılması sonucu,TBMM ve ülke genelinde “Tam Bağımsızlıkçı” siyaset izleyecek devlet adamı kalmadığından,tüm meclis erkanının “ABD-İngiliz Mandası” (Mandate) yandaşı olması sonucu da İsmet Paşa da genel eğilime ve kendi itikadına da uyarak ülkemizi batıya bağlamaktan çekinmemiştir.
1943 Adana Yenice’de İsmet İnönü ile İngiltere Başbakanı Winston Churchill arasında yapılan bu toplantıda da bu bağlantının resmileştiğini biliyoruz.
İşte bu buluşmada çok partili siyasi sistemin oluşturulmasının kararlaştırıldığını,”Serbest Fırka” şartını bu toplantıda Churchill’in istediğini,
Celal Bayar,Adnan Menderes,Fatin Rüştü Zorlu ve Tansu Polatkan dörtlüsünün 1945-46 da İsmet paşa ile aralarında yapılan gizli toplantılarla belirlendiğini,
Sanıldığı gibi Menderes’in kendi sivriliği ile bir yere gelmediğini,
İnönü’nün toprak reformuna karşı bu dört ismin “takrir” adı ile anılan bir itiraz belgesi düzenlemeleri ve bu olayın belgeyi düzenleyen kişi sayısı ile anlamlandırıldığı “Dörtlü Takrir” adı ile tarihe geçirilmesinin ardından CHP’den kovularak cumhuriyet tarihimizin ilk mağdur edebiyatının yaratıldığını,1950 seçimlerine CHP’nin bu proje nedeni ile asılmadığını,seçimlerden sonra da yeni hükümetin İsmet Paşanın bilgisi dahilinde yeni oluşturulan BM,NATO gibi kurumlara üye edilirken,1925 Şeyh Sait isyanı ile aynı anda çıkarılmış gerici isyanlarının ve 1937-38 Dersim İsyanlarının hapislerde ve sürgünde bulunan önderlerinin aflarının sağlandığını,toprak ağalarının geri döndürüldüklerini biliyoruz.Atatürk Araştırma Merkezi’nin yaptığı çalışmalarda da bu bilgileri okumak mümkündür.
Bu gün nasıl Kürt devleti kurma çabaları AKP iktidarı ile zirveye tırmandırıldıysa o zaman da yine, ABD ve AB’nin Ortadoğu’da güçlenmesini önlemek için,Irak’taki Kasım rejimini idaresi altında tutmak isteyen SSCB Molla Mustafa BARZANİ’yi kendi istihbarat daireleri olan KGB’nin bir ajanı haline getirerek,güçlendirmesi,batı dünyasının da hem bizde hem de komşularımızda izledikleri siyasi planlarının sonucu olarak da günümüzde yaşadığımız Kürt Sorunu’nun kanlı-canlı güçlendirilmiş olarak sürmesine tanık olmaktayız.Bu bağlamda biraz Rus-Kürt ilişkileri hakkında derlediğim bazı bilgileri sizinle paylaşayım;
Molla Mustafa Barzani,(Bu günkü Mesut Barzani’nin babası) Moskova Harp Akademisinde 1952’de silahlı eğitim aldığı sırada Rus Dış Güvenlik bölümünde görevli olan ve daha sonra SMERSH adlı bu örgütün başına geçecek olan General Sudoplatov’a Kürt-Rus bağlarının 100 yılı geçtiğini anlattığını Sudoplatov’un da I.Dünya Savaşı öncesinden sonuna kadar olan Rus-Kürt ilişkilerini iyi bildiğini Molla Barzani’ye anlattığını Sudoplatov anılarında bahsetmektedir.Sudoplatov 1947-58 yılları arasındaki Kürt-Rus ilişkileri ise saklamıştır.
Mitrokhin’in arşivlerinde Molla M.Barzani’ye KGB tarafından “RAIS” kod adının verildiğini,KGB Merkez Komitesi CPSU’nun arşivlerinden de 1961 Irak Kürt Devriminin gerçek bir devrim olmadığını,sadece ABD ve AB ülkelerinin Ortadoğu’daki çıkarlarını bozmak için yapılan “örtülü bir operasyon” olduğunu öğrenmekteyiz.
1960’taki KGB şefi olan Aleksandre Shelepin’in, SSCB Devlet Başkanı Nikita Kruşçev’e gönderdiği bir muhtıranın içerdiği plana göre de SSCB’nin yakın ve Ortadoğu’da ABD-İngiltere,Turkiye ve İran’dan oluşan ABD çemberinin istikrarsızlaştırılması için Irak’taki Kürdistan Demokratik Partisi başkanı olan Molla M.Barzani’nin para,silah ve siyasi desteklerle güçlendirilerek İran,Irak ve Türkiye’deki Kürt nüfusunun adı geçen ülkelerde “Bağımsız Kürdistan” kurmak için harekete geçirilmesi için yapılması gerekenler sıralanmıştır.
Shelepin’in bu plana dayanarak açıkladığı ön görüsüne göre “bu hareket uygun şartların sağlanması halinde Kürt-Rus halklarının akla uygun bir dayanışması olabilecektir.”
Shelepin’in yine bu plana dayanarak yaptığı kehanete göre de “Bu plan,Amerika’nın Türkiye’deki askeri üslerine,İngiltere’nin İran ve Irak petrollerine ulaşmalarında ve bütün batı dünyası üzerinde ciddi endişeler ortaya çıkaracaktır.”
Amerika’nın bu yapılanmayı görmemesini düşünmek eblehlik olacağına göre, Türkiye’de meydana gelen 1961 ihtilalinin arkasında bu endişeler ışığında Amerika’yı aramak hiç de mantıksız görünmemektedir.
İşte gizli tarihimizin bir boyutu da bu bilgiler ışığında anlaşılabilir hale gelmektedir.
1991 yılındaki rejimin çökmesinden sonra gün ışığına çıkarılan SSCB Komünist Partisi Merkez Komitesi ve çöküş sonrası Batıya kaçırılan KGB elemanı Vasili Mitrokhin’in arşivlerinde Molla Barzani’nin “RAIS” kod adı ile KGB’nin bir üyesi yapıldığını ve 11.Eylül 1961’de silahlı Kürt isyanını başlattığı,bu dostluğun 1975 yılı sonrasında bozulduğunu,Barzani ailesinin CIA-MOSSAD ekseninde yer aldığı yazılmaktadır.
Bu gün de ABD-AB ve İsrail ve hatta Rusya da ve yerli işbirlikçileri de yine aynı Kürt aşiretini,aynı adamın soyunu kullanmayı sürdürmektedir.
Irak devlet idaresinin de çıkarılan Kürt isyanlarını önlemek ,birliğini korumak için bir batıya bir Rusya’ya yamanması ise Rusya’nın beklenmedik çöküşü ile doğan boşlukta iptal edilmesine sebep olmuştur.Yıkılan Irak’tan tek kârlı çıkan ise her iki tarafı Türkiye’nin başında bulunan Kürt ve devşirme-işbirlikçi devlet adamlarının desteği ile Kürtlerden başkası değildir.
İşte ,kuzeyden,güneyden ve Atlantik ötesinden,Batıdan dış güçlerce oluşturulan bu projelerin artık son aşamasına 12 Eylül 1980 askeri ihtilali ile geçildiğini,bu dönemde Kenan Evren ve Turgut ÖZAL’ın birlikte oluşturdukları malum PKK terör örgütü ile 24 yıllık bir geçiş sürecinden sonra bu günlere geldiğimizi hep tekrarlamaya gayret ettim.Her gün bazı ağızların yeni açıklamaları ile de benim naçizane teorilerimin doğruluğu ne yazık ki kanıtlanmaktadır.Oysa saçmalamış olmayı ne kadar da çok arzu ederdim.
Turgut ÖZAL’ın babasının Tunceli Çemişkezek’li olduğunu,Kenan EVREN’in de Manisa’ya sürülmüş Dersim İsyanına katılan Kürt’lerden olabileceğini anlatmaya çalıştım.
Geçenlerde Tunceli’li Kemal Kılıçdaroğlu ile Şeyh Sait’in yeğeni olan Dengir Mir Mehmet Fırat’ın tartışmaları konusunda yaptığı bir açıklamada ,Dengir bey kendisinin “Mir” olduğunu,Kürtler arasında olan bu rütbenin de Tunceli Kürtlerinde de bulunduğunu ifade etmişti.
Kenan Evren’in de kızının adının “MİRAY” olması bu konu ile bağlantılı olarak düşünülürse varacağımız nokta gayet açıktır.Dersim isyanı sonrasında isyan lideri olan Seyit Rıza’nın Dersimli ağalara ettirdiği yeminin (Dersim Yemini ve Ata’nın Ölümü başlıklı yazım) tutulduğunu,ABD-AB desteği ile 1950’de Menderes’in çıkardığı affın ardından bu cemaatlerin örgütlenme ile devlet için de yapılanan zamanın isyancıları Atatürk’ün kurduğu devleti yıkma planını kusursuz uyguladıklarına tanık olmaktayız.
Bu güne kadar sadece Sünnilerin (Kürtler hariç) ve Türklerin bilmesinin engellendiği bu yemin artık açıkça ifade edilir hale gelmiştir. Meydan okumanın doruğuna çıkılmıştır.
Türk milleti ise dağınık,perişan ve şaşkın bir haldedir.Gelişen olaylara sanki “bu gün olmuşçasına” şaşkınlıklar içinde,öküzün soğana baktığı gibi bakar haldedir.
Sonuç olarak mevcut tüm siyasal kurumlar bu projeye yani devletin bölünüp parçalanmasına ve ardından gelecek sinsi soykırımlara hizmet etmektedirler.Yeni bir yapılanma gerekmektedir. Devlet parçalanmak üzeredir.
Vatansever olduğunu düşünenlere duyurulur.
Keykubat
Turgut ÖZAL’ın “Anadolu Cumhuriyeti”;http://www.tumgazeteler.com/?a=4340062
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.