Ey Türk Milleti! Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz
Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar. Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır. İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz! Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir. Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat-
ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN
YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat
İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR.
VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat
“Sacret text.com. sitesine 2007 yılında alındı. Yazı bu siteden
yapılan çeviridir.
Kutsal Kitapları Baha el Di’in Cüz El Evvel’in birinci
sayfasından bir resim
Ön Söz;
Bu çalışma iki kağıt üzerine kurulmuştur. Biri, 30 Aralık
1926’da New York Rochester Amerikan Tarih Derneğinin yıllık toplantısında ve
öteki de 20 Nisan 1927’de Ohio-Cincinatti’de yapılan Amerikan Doğu Toplumları
toplantısında elde edilenlerdir....
ÖN SÖZ
Bu yazı adı geçen Amerikalı eğitim kurumu Dürzilerin
kitaplarından elde edebildiği iki sayfadan elde ettiği bilgiler ile yazarın
çocukluğundan beri Dürziler arasında edindiği birikimler ışığında yazılmıştır.
Buna rağmen bizim İslami kaynaklarda göze çarpmayan bir kaç konu ile Hristiyan
toplumların gözüyle yazılması ilgi çekicidir.
Zira bunlar eskiden
beri Roma-Vatikan işbirlikçiliği yapmaktadırlar. Dürzilerin yaşamı, inançları,
köken olarak kendilerini Kureyş, Pers, Arap, Yahudi, Sabi, Arami kısaca Nuh
peygamberin lanetli küçük oğlu Ham peygamberin oğlu Kuş’un soyu olan kavimlerle
akrabalıkları olduğu, İslam’ı kabul etmeyen Kureyşliler ile bağları olduğu,
Şafilik mezhebini kuran İmam İdris Şafi ile Kürt Yezidliğini Kuran Şeyh Adi’nin
bunlardan olması da dikkat çekicidir.
Şafilikteki Şıhlığa dayalı eşari mantığı, Kuran Nisa 23’te
Müslümanlara amca-dayı, hala, teyze ve çocuklarıyla evlilik yasağı olmasına
rağmen Şafilikte yer bulması, Muhammet’in damadı Osman’a bekarlık/çilecilik
çekmeyi yasaklamasına rağmen Şafi imamlarının çileci olmalarının ve de “erkek
imamların bir öncekinin karısı olma geleneklerinin” Kur’an'da yasaklanan
eşcinselliği İslam’a sokması, Şafiliğin de ikinci derece akrabaların çocukları ile evlilikleri, Şıhların çilekeşlikleri gibi Dereziliğin sapıklıklarını
barındırmasının da sadece Sabi- Süryani, Nasturiler ile Kürt Yezidilerinin
yoğun olduğu El Cezire- Mezopotamya’da yer bulmasının bir tesadüf olmaması bu
kavimlerin Dereziler ile akraba olduklarına işarettir.
Kendini gizleyen
Derezilerin, Adeviye tarikatı adıyla İslam'da gizlenen kardeşleri Yezidilerin,
bunların Mezhep sıfatını kazanmış İslami dinleri Şafiliğin İslam dışı
kökenlerinin bu antik dine ait olduğunu öğrendiğinizde bildikleriniz sorgulamak
zorunda kalacaksınız.
Kendini Allah ilan eden Şeyh Adi
Ayrıca tamamıyla İslam öncesi Hicaz Arap
Mecusiliği/Yezidiliğinin Kürtler üzerine yorumlanması olan Kürt Yezidiliğinin de
bu yazıda Dereziliğin iki mezhebinden biri olduğunu, İslam idaresindeyken
Müslüman takiyesi yaptıklarını, fırsat buldukça Hristiyanlar ve İran'la
işbirliği yaptıklarını ve Muhammet’in emirlerinin kaldırılması konusunu çok
sayıda İslam ve Osmanlı’ya ihanetlerini yada da kendilerince bağımsızlık
mücadelelerini de okuyacaksınız.
Bu yazıdaki tespitlerden dolayı, Dereziler, Yezidiler
Müslümanlara ihanet etmiş, hepsi kahrolsun, asırlarca kanımızı akıtmışlar, biz
de onların kanlarını dökelim, dereler gibi aksın mı demeliyiz yoksa, eski
inançlarını değiştirmek istemeyen, o inançlarına bağlı insanların, birliklerini,
imanlarını (beğenmesek de) korumak için verdikleri mücadelenin stratejik
taktikleri olarak mı değerlendirmeliyiz?
Toplumların kendi milli, dini değerlerini korumak kadar
doğal hakları olamaz. Onlara “böyle inanacaksınız” derseniz, üç yıl kadar önce
Fethullah Gülen’in bir çağrıma Tv’den verdiği cevapta “Bize, zamanında böyle
inanacaksınız dediler şimdi de biz ‘böyle inanacaksınız’ diye dayatıyoruz”
olayına geliriz.
Derezilerin, Yezidilerin, İranlıların, onlarıİran ve Türk bağlarının kökenleri M.Ö. 8000
yıllarında, Akdeniz çukuru boş, Yunanistan Mısır’ın, Libya’nın bir parçası iken
Libya Mısır coğrafyasında bulunan Yunan mitolojisinde Triton Gölü olarak
geçen, sazdan kayıklarla gezen balıkçı ve çoban Kuşi kavimlere uzanmaktadır.
Derezileri şef kabilelerinden Ma’n kabilesinin “Ma’n” adının Mısır’ın Maat’ından,
Ra-Mu Mu Türk mitolojisine kadar kökleri vardır.
Bu konuyu toparlayabilmeniz için uzun bir derlemeyi yakında ücretsiz
PDF olarak vereceğim. Şimdilik bu yazıdan sonra “alaeddinkeykubat.blogspot.com”
blogumdaki “Proto Sahara Dinleri “ adlı çeviri yazımı okuyabilirsiniz.
O zaman, insanlara din dayatılamayacağını daha iyi kavrayacaksınız.
Derezilerin tarihinde, peygamber Muhammet’in kavminin bile M.S. 1.100’lerde,
yani Abbasilerin gerileyip, çöküşe geçtiği, Haçlıların birleşme çabalarının
arttığı, hatta o tarihte, Kudüs’te Haçlı devleti kurduklarını, İran’dan gelen
Selçuklu akınlarının hızlandığı gelip Derezi olmasını okuyacaksınız.
Derezilerdeki bu din değişikliğinin, yeni gelen akınları yapanların dini
özelliklerine göre kendi yaşamlarını sürdürebilmek için değişiklikler
yaptıklarını hatırdan çıkarmamalıyız.
Demek ki İslam, Muhammet’in ölümünden 500 yıl sonra bile
kendi Ezdi, Kureyş kabilesince bile terk edildiğine göre, Emevi-Kureyş İslam
olayını da daha kolay kavrayacaksınız.
Bu yazı, coğrafyamızda, “dine dayalı siyasi hiç bir rejimin”
yaşayamayacağını ve sadece dökülen kanları hızlandıracağını, arttıracağını
anlamasını gereken beyinlerin de anlamasın diliyorum.
İnsanlık artık dini rejimler çağını kapatmalı, çağdaş
eşitliğe dayalı hukuk sistemlerine dayalı, adaletli rejimler kurmalı, dökülen
kanlara son vermeli, herkesin başkasına zarar vermeden hakkına razı olacağı
adil düzenleri kurma çağındadırlar.
Herkes kendisine göre ne alması gerekiyorsa onu alacaktır
ama insani değerlere herkesin ihtiyacı olduğu kesindir ve her zaman bu ihtiyaç
kendisini hissettirmiş ve hissettirecektir.
Takdir insanlarındır.
Alaeddin Yavuz
31 Ocak 2016
KONU I
Tek ve Gizli Mezhep
İki Tarihi Fosil;
Suriye’li Dürziler ve Filistin’li Samiriyeliler, dünyada
başka yerde bulunmayan tek “ikili toplum”dur. Çevrelerine yabancı bu iki sosyal
fosil, yüzlerce yıldır yaşadıkları ülkeden “Dil’in Babil’i” ve “Milliyetler
Müzesi” adlarıyla tanımlanmışlardır.
Derezi imamlar
Samiriyeliler, Asurlar döneminde Sargon tarafından M.Ö. VII.
asırda bölgeye yerleştirilen İranlı ve Asurluların “10” esir kabile”den oluşan
kalıntılarıdır. İsa’nın İncil yaşamında “Samiriyeli Kadın” ve “İyi
Samiriyeliler” adlarıyla işaret edilmişlerdir. Bu gün kendi aralarında evlenen
ve “180 kişi tarafından temsil edilen, nesilleri tükenen kavimdir.
Yaşadıkları yer Nablus, dinleri putperestlikle karışık
eski Yahudi dinidir.
Dürzilerin bir halk, bir cemaat olarak kökenlerini gösterecek
bir kayıtları yoktur. Irki kökenlerinin aslı dini inançları, uygulamalarından
daha az olmayıp, sırlarla sarılmıştır.
Tarih sahnesinde, ilk görünüşleri, ilahiyatın profesörü
kimliğinde Kahire VI. Fatimi Halifesi (996-1020) olarak karşı Lübnan’da Hermon
dağı yakınındaki Vadi el Teym’dedir. Lübnan dağlarındaki yaşam bölgelerinde
öteki toplumlardan ayrılarak unutulmuş şekilde yaşamışlardır.
Dünya Olaylarıyla İlgileri;
Tarihte yakaladıkları bir kaç fırsattan birisi Haçlı
seferleri sırasında olanı uluslararası olması bakımından dikkat çekicidir.
Frenklere karşı yapılan deniz savunma planında koruma sağlamaları görevi
Müslümanlarca onlara verilmiştir. Galile’deki Şakif Kalesi (Belfort) ve Kureyn
Kalesi (Monfort) savunmalarında İslam bayrağı altında Haçlılarla dövüşmüşlerdir.
İkinci olarak Dürzi kudretinin zirveye ulaştığı büyük
önderleri Fahreddin (1585-1635) zamanında Türkiye Sultanlığından Floransa
Medici’ye olan göçleridir.
Üçüncüsü ise 1860’ta, Avrupalı güçlerin Lübnan’da tanıdıkları
otonom bölgede çıkan uyuşmazlık nedeniyle kuzey komşuları olan Fransızların
yerleştirdikleri Hristiyan Marunilerle olan kavgalarıdır.
Dördüncü olanı da Suriye’de Fransız Mandası olmalarına karşı
çıkardıkları ayaklanmalarıdır.
Küçük Olaylar;
Suriye ve Lübnan tarihlerinde Dürziler, daima bağımsızlık ve
emniyet dereceleriyle kıyaslamaları olarak dağ yaşamından sabırla hoşlanmanın
yollarını bulmuş, savaşı seven bir toplum olarak şekillenmişlerdir. Haçlıların
Latin Krallığı döneminde denizden, kuzeyde Urfa (Edesa), güneyde Moab’da hermon
dağına uzanan çizgiden oluşan çevreyi zeametlerinde tutmuşlar, buralar evleri
olmuştur. Osmanlı dönemi boyunca (1516-1918) Dürziler ve yoldaşları olan
Maruniler dağlılar olarak bilindiler ve Türklerin yanında bir diken olarak
kaldılar.
Lübnan zamanın çoğunda yerel özerk devlet olmaktan hoşlanmıştır.
İncil’in Başhan’ı, Dürzilerin Havran’ı zorunlu askerliğe ve ulu kapıya vergi
ödemeye boyun eğmedi.
1798-1799’da Napolyon Mısır ve Suriye’yi işgal ettiğinde
Lübnan valisi Emir Beşir’den yardım istediler. 1831-1838’e İbrahim paşa
komutasındaki Msır ordusunun işgalindeki etkilerinden birisi ordunun Suriye
topraklarından çekilmesi olmuştur.
Öteki Gizli Mezhepler;
Nusayri kolundan Derezi kadınları
Dürzilerin Suriye’de öne çıkan iki gizli mezhepte oldukları
tespit edilmiştir. Öteki de Trablus’un kuzeyindeki dağlarda yerleşik olan
Nusayrilerdir. Himş ve Hemah bölgesindeki Haşhaşilerin torunları olan
İsmailiyeliler de bir diğer mezhepleridir. Bunların ikisi asırlarca Haçlıların
yüreklerine korku salmışlar ve şiddetli darbeler indirmişlerdir. Bu gün İran ve
Hindistan’da bir kaç tarikatlarıyla temsil edilmektedirler.
Yezidiler, bilinen adlarıyla “Şeytan İbadetçileri” dirler,
Antakya ve Halep arasındaki tepelerde, yoldan çıkmış gizli ayinlerini
uygularlar, Kürdistan ve Ermenistan’da dindaşları vardır.
Bu Çalışmanın Özel İlgisi;
Dürzilerin bütün mezheplerinin hepsi çok önemli ve
ilginçtir. Hala yaşayan bir güçtür. Lübnan'da gelişmekte olan enerjik bir
toplumdur.
On birinci yüzyıldan beri eğitim sistemleri değişmemiştir İslam,
Ortadoğu’yu geren değişik şartlar nedeniyle değiştirmiş ve kendisine
uydurmuştur. Hristiyanlık Ortadoğu’da değişmiştir ama Dürzilik değişmeden
kalmıştır.
Çağdaşlaşmanın etkisi geçen yıl göz önüne getirilmiş ve Dürzilerin
genç nüfusunun büyük çoğunluğu hala eğitime başlamamıştır.
Beyrut Amerikan
Üniversitesinin geçen yılki raporunda eğitimde beş Dürzi öğretmen ile otuz altı
öğrenci olduğu gösterilmiştir. Birinci elden alınan bilgilere göre çağdaşlaşma
ve “Çağdaşlaşma Hareketi”nin Dürziliğin inançlarını ortaya çıkaracağından bu
toplumla batının orta düzeyde bir iletişim kurulabileceğini Beyrut’lu Dr. Bliss
söylemiştir.
Milletler Cemiyetinin Sömürgeler Komisyonunun geçen
oturumunda Dürzi dini hakkında dünyanın pek bir şey bilmediği, Dürzi
öğretisinin organize devlet ve hükumet otoritesine düşman olup olmadığı
konuşulmuştur.
Dürzilik hakkındaki bir çalışma, taraftarları açısından
değil, aksine diğer mezheplerin katılımcıları, son Suriye olaylarında olduğu
gibi, Hristiyanlık ve Doğu Hristiyan mezhepleriyle tarihi bağları yüzünden
dünyanın kendilerine gösterdikleri ilgiye hatırı sayılır bir ilgi göstermelerini
sağlamıştır.
Müslüman topraklarındaki gelişmeleri ve yükselmeleriyle
Dürziler, Yunan-İran/Pers felsefeleriyle olduğu kadar Hristiyanlar,
Yahudi-Hristiyanlar, Zerdüştlerile
yakın bağlar kurdular.
Bu okulların çoğu artık kaybolmuştur ama Dürzilik bu gün
hala bizimledir. Bir çok Şii Müslüman ile bazı yarı Hristiyan mezheplerinin dini
ve tasavvufi kavramları, bozulmamış mezhepleri ateşli gönüllülerince Dürziler
tarafından bizler için korunmuştur.
Bundan sonraki sayfadaki çalışma, Dürzilerin, Neo Platoncu
ve Maniheizm etkilerindeki Yahudi ve Hristiyan etkilerini tetikleyerek Müslüman
çizgisine uzanan tuhaf inançları ve doğmalarını ortaya çıkaracaktır. Dürzi
tasavvufunun temel ilkeleri göreceğimiz gibi Hristiyan dogmalarına karşılık
gelmektedir. Dürziliğin kurucularından birisi Hristiyanlıktan dönmedir ve
inançlarının çoğu doğu Hristiyan kiliselerine aittir.
“Asya Esrarı”nda gizemli bir şey yoktur ve “Büyük Sır”
kendisini ifşa edecektir.
KONU II
TOPLUMSAL VE TARİHİ
GELİŞMELERİ
Dürzi din adamı ve kadın. Kadın başlığı
Asya Türklerinde hala aygındır
Feodal Örgütlenme;
Dürzilere ilk bakışımızda göre çarpan özellikleri bu gün hala
Güney Lübnan’ın Vadi el Teym’deki küçük köylerinde örgütlü feodal bir toplum
olmalarıdır. Bu küçük köy toplulukları yerel şeyhlerin idaresindedir kendileri bir
veya daha fazla emirlerine tabidirler. Bütün düzenleri tek bir dini düzen
içindedir. Bu hala Dürzi milli yaşamının göze çarpan tarafıdır.
Erken Dürzi toplulukları Hermon dağının eteklerinde ve güney
batı Lübnan'ın Beyrut ile Sidon’a bakan kesimlerinde çeşitlendiler. Tamamıyla
topraktan üretime dayalı tarımla uğraşanlardı. Ticaret ve endüstri onların
ilgisini çekmiyordu. Bu gün bile bu değişmeyen şartlar gelip geldiğinden aynı
şekilde yaşamaktadırlar. Halep, Şam, Sidon ticari kayıtlarında Dürzilerin
adlarını aramak boşunadır. Belki, Dürzi tüccarlarını Amerika’ya yapılan Dürzi
göçleri sağlamıştır.
Haçlı Seferleri Bölümü;
Haçlı Seferleri çağının erken dönemlerinde Dürzi feodal
sistemi iki ailenin elindeydi bunlar Tanuklar ile Arislanlardı. Tanuklar, Lübnanın
güneyindeki Garb bölgesindeki kalelerinden Fenike sahillerine akınlarını
başlattılar ve sonuç olarak Frenklere karşı deniz ovası ile Beyrut’u ellerinde
tutmayı başardılar.
XII. yüzyılın ortalarından sonra Dürzi önderliğinde Ma’n
ailesiTanuklara galip geldi. Ailenin
kökeni Abbasi halifesi El Müsterşid (M.S.1118-1135)e kadar uzanmaktaydı ve
1149’da Şamlı sultan Nur el Din günlerinde öldü. Ana ikametlerini batı
Lübnan’ın güneyinde Beyrut ve Sidon arasındaki denize bakan ovada kurmayı
seçtiler ve Ba’aklin’de karakollarını yaptılar bu yer hala bir Dürzi köyüdür.
Sultan Nur el Din tarafından feodal yargılamaya tabi tutuldular ve Müslüman
ordularına Haçlılara karşı savaşacak hatırı sayılır birlikler verdiler.
Suriye’nin Mısır’lı Memluk sultanlarınca Frenklerden
temizlenmesinden sonra Suriye’nin Şii ağırlığına yöneldiler, 1305’te Melki el
Neşir, Dürziler üstüne saldırı düzenledi ve Kasrevan’da müthiş bozguna uğrattı.
Onların bir kısmını sürdü ve kalanlarını Sünni İslam’a zorladı.
Sonraları Osmanlı Türkleri zamanında Ayn Şevfar’da
cezalandırıldılar, 1585’te Trablus yakınlarındaki Mısır ve Suriye’den toplanan
vergileri İstanbul’a taşıyan Yeniçerilere saldırdılar ve onları soydular.
Dürziler Güçlerinin Zirvesinde;
1516’da I. Selim zamanında Osmanlı Turklerinin Suriye’yi
fethinin gelip çatmasıyla Ma’n ailesi fatihlerce görevinden atıldı, hemen yeni
hüküm süren güney Lübnanlı beyleri bilgilendirildi. Dürzi köyleri Min
önderliğinde Cebel Beyt Ma’n (Ma’n Ailesinin Dağı) ve Cebel el Dürüz (Dürzi
Dağı) gibi soya dayalı adlarla bölgede yaygın ve refah içindeydi. Son ad, xıx.
Yüzyılın ortalarında Lübnan'ın Havran bölgesinden göçen Dürzilerce, Dürzi
gücünün karakollarını kuranlarca gasp edilmiştir.
II.Fakir el Din ibn Ma’n (1585-1635) idaresindeki Dürziler,
Suriye’nin kuzeyindeki Antakya ovasından güneydeki Şafad’a kadar yayıldılar.
Eski Zenobya’nın baş kenti Palmira (Tadmur) da Fakir el Din Suriye çölünün bir
parçasında hakimiyet kurdu. Bu kalenin kalıntıları hala gelip geçenlerce
görülebilir.
Fakir el Din, İstanbul’daki Türk egemenliğinde çok
güçlendi ve Tuskana’lı I. Ferdinand ile askeri işbirliği anlaşması imzaladığı
1608’e kadar gitti. Sonra sultan üzerine askeri birlik gönderdi ve 1614’te
bölgeyi boşaltarak Napoli ve Tuskana’ya göç etmeye zorladı.
Fakir el Din, Dürzilerin kapılarını batıya açan Lübnan’ın
ilk çağdaş idarecisiydi. Onun zamanında Sidon’da ilk kez bir otel, bir Floransa
konsolosluğu açıldı ve Hristiyan misyonerler ülkeye girdiler. Beyrut ve Sidon’u
güzelleştirdi ve yapılan eserler hala şehirde durmaktadır.
Banu Şibab- Son Feodal Önderleri;
Ma’n ailesinin güney Lübnan’da hüküm sürdüğü Selahattin’in
erken dönemlerinde Şibab kabilesi, köken olarak Hicaz Arabıydı ama sonradan
Havran’da ikamet ettiler, 1172’de Havran’dan ileriye Hermon dağının eteğindeki
Vadi el Teym’e geçtiler. Kısa sürede Ma’n kabilesiyle birleştiler ve Vadi el
Teym’deki önderlerine bildirdiler. 1697’de Şibab kabilesi, Ma’n kabilesine
üstün geldi ve Dürziliğin aksine Sünni İslam’ı uygulamalarına rağmen güney
Lübnan’da Vadi el Teym’de Dürzi liderliğini ele geçirdiler. Peygamber Muhammed
ile Kureyş’ten akraba olmaları yüzünden gizlice Dürziliğe, dinin başlıca
konularına ilgi gösterdiler. Şibab önderliği son yüzyılın 1788-1840 arasında
hüküm süren El Emir Beşir’in valiliğinin ortalarına kadar sürdü. Ondan sonraki
Fakir el Din, feodal Lübnan’ın ürettiği en büyük beydi.
Dürzi dağlarının beyi Beşir kripto Hristiyan'dı ve 1799
Napolyon’un Suriye istilasında yardımcı oldu. 1831-1838 arasındaki sağlam
Suriye fetihlerini yapan Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim paşa
Lübnan’daki Hristiyanları ve Dürzileri silahsızlandırmak ve ordusunda onlara
son vermek gibi hayati bir hata yaptı. Bu bağımsız yaşamaya düşkün olan
dağlıların ilkelerine çok tersti ve Mısır egemenliğine karşı isyanla
sonuçlandı. İsyan, İngiltere tarafından siyasi nedenlerle desteklendi ve teşvik
edildi. Vadi El Teym ile Havran’daki Dürziler, Şıbli el Aryan idaresi altında
Şam’ın güney doğusundaki El Laya’da girilemeyen karakollarında güzide, inatçı
bir direniş yaptılar. Bu yeri Dürziler Fransızlar ile Sultan paşa el Etraş’a
karşı iki yıl ellerinde tuttular.
Dürziler ve Hristiyanlar Dinden Ziyade Siyasi Amaçlarla
Birleşiyorlar;
Yedinci yüzyılda Suriye’nin Müslüman Araplarca fethi
sonradan Kaysiler ve Yemeniler adıyla iki siyasi grubu ortaya çıkardı.
Kaysi partisi Hicaz ve Bedevi Araplarını temsil ediyordu,
Yemeniler de güney Arabistan’dan Suriye’ye daha erken dönemde göç etmiş
kültürlü göçmenlerdi.
Parti çizgisinde insanlar dikkatsizce birbirleriyle
dinlerine dikkat etmeksizin karıştılar. İleri dönemlerde grupsal anlaşmazlıklar
bu ortaklığın içini boşalttı, Lübnan’da insanlık 1711’de Ayn Darah savaşıyla
Yemenilerin galibiyetleriyle aldatmacılık sonra erdi. Bunun üzerine Yemeni
Dürzileri güneye Havran’a göç ettiler ve orada Dürzi güçlerini kurdular.
1860 Sivil Savaş;
Maruni Hristiyan komşularıyla dostça ilişkiler içinde
yaşayan Dürziler, 1840’ta doruğa ulaşan ve 1860’a kadar süren toplumsal bir
uyuşmazlık içine girdiler. Bu uyuşmazlıkta İstanbul’daki Ulu Kapı/Bab-ı Ali
büyük ölçüde sorumluydu. Sultan Lübnan’daki “yarı bağımsız” halkı kendi
idaresine sokmak için Osmanlının “böl-yönet” ilkesine uygun şekilde tohumlar
ekti ve uyuşmazlığı başlattı. 1860 sivil savaşında Hristiyanlar Şam, Zeblah,
Deyr-ül Kemer, Haşbaya,ve Lübnan’ın diğer şehirlerinde yaşıyorlardı. Avrupalı
güçler araya girmeye karar verdiler ve kitabeleri hala Köpek Nehrinin ağzındaki
tarihi kayada görülebilen Fransız general Beaufort d’Hautpoul emrindeki bir
birliği Beyrut’a yerleştirmesi için yetki verdiler.
Batılı güçlerin takip eden talimatlarına göre kale Lübnan
yerel hakimiyetine bahşedilmişti ama Hristiyan vali idaresi altında yönetim
sağlanacaktı. Bu özerk yönetim büyük savaşa (I.Dünya Savaşı) kadar sürdü.
Batı Lübnan’ın ve Havran’ın güney parçasında Vadi el Teym’de
ve Filistin Karmel dağında Cebel el Ala’da ve Şafad’ta Dürzi köyleri hakimdir.
Bölgeleri, güney Lübnan'da El Matn, El Şuf, ve öteki köyleri de Aleyh, Bayşür,
El Şuvayfat, Abeyh, Ba’aklin ve Muhtarah’tır. Suriye ve Filistin'deki sayıları
117.000’dir. (Bu rakamlar 1926-28 yıllarına aittir)
KONI III.
DÜRZİLERİN KÖKENLERİ
Dürzilerin ellerinde kökenleri hakkında her hangi bir
kayıtları olmadığı kendilerince söylenmektedir.
Dürziliğin çıkışı ve yayılması hakkında ilk kayıtlar tutan
tarihçi, Yahya ibn Sa’id el Antaki dir ve Hristiyan Darazi’nin de çağdaşıdır.
Onları Cütcüş El mekin (M.S.1273) takip etmiştir. Bunların hiç birisi
Dürzilerin ırki kökenleri hakkında bilgi vermemektedir.
İbn el Atir, Ebu’l Fida (1331), İbni tahri Birdi ve onlardan
sonra gelen Suriye’li İbni Haldun (1406), El Suyuti (1505), El İshaki (1650)
gibi İslam tarihçileri de bu konuda suskun kalmışlardır. Bu analistlerin hepsi
dini konularda eleştiriler yapmışlar ama giö biri soy kökenlerine
girmemişlerdir.
Batılı Hristiyan tarihçiler ve hacıların bildirilerinde de
bu konuda bir ışıma yoktur. Hristiyan olmayan bütün Suriyelilere göre de bunlar
bir soy adı olan “Saraceni” de birleşiyorlardı. Hristiyan hacılar genellikle
sahil yolunu izlediklerinden Dürziler ile karşılaşmıyorlardı. Oysa Dürziler
haçlı seferlerinde Tapınak şövalyelerinin eğitimlerinde önemli yer tutmuşlardı.
Gezginlerin ve Alimlerin Kayıtları;
Gezginler ve çağdaş yazarlar Dürzilerin olası ırki köklerini
açıklama hakkında listeler dolusu fikirler ürettiler. Bazıları başvurulamayacak
gülünç ve aptalca olan tezler geliştirdiler.
Yahudi gezgini Tudela’lı Benjamin1165’te Lübnan’dan geçerken
yazdığı kayıtlarında “Dogziyin” adı ortaya çıkmaktadır. İslam Ansiklopedisine
göre bu sadece bir imla hatasıydı. Benjamin’e göre Dürziler, M.Ö.64’te Lübnan’daki
Pompey’de bulunan Arami-Araplardı. Ama Benjamin’in gezi notlarında bu ifadeyi
bulamadım.
Arap Teorisinin Eleştirisi;
Niebuhr gibi çağdaş gezginler ve Oppenheim gibi alimler
Dürzi inancının Araplar içinde sınıflandırılmış kendi inançları olduğunu seslendiriyorlar.Dürziler arasında bazı itirafçılar Arap
sürülerinden olduklarını söylüyorlar. Bu hipotez genel yerel geleneklere
uygundur ama bu çalışmada ona muhalif sonuçlar elde edilmiştir. Huxley, Anma
törenindeki (Memorial Lectur) Dersinde, “The Early İnhabitants of Western Asia
(Batı Asya’nın Erken Yerleşimcileri)” , Berlin Üniversitesinin ünlü
antropolojisti Prof. Felix von Luscan, elli beş yetişkin Dürzi erkek kafatasını
ölçtüğünü, sadece bir kafatasının Arap kafatasına uygun geldiğini söylemiştir.
Egemen çoğunluk olan Arapların arasında küçük azınlık olarak
kendilerini gizlemek için “Arap olduklarını” söyleyerek “takiye” yaptıkları
açıktır. Bu ilkeye göre, biri sadece ırki kökeni yüzünden zorlama altında
yargılanamaz, gerektiğinde ırkını, dinini ve öteki dini ve ırki kökenlerini
gizlemek zorundadır.
Yazarlardan birisi 1906 Rus-Japon savaşı sırasında
Japonların galibiyetinden sonra sarı ırkın uzak doğu kökenlerini Lübnan’da
tartıştığında, bir Dürzi’nin Japon olduğunu söylediğini işitmiştir. Havran (Cebel
el Dürüz)e seyahat eden Bayan Bell, Dürzilerin Japon ırkına ait olduklarını
inandığını söylemiştir.
Çeşitli Hipotezler;
Lamartine, çağdaş Dürzilerin Samiriyelilerin kalıntıları
olduklarını keşfettiğini, Earl Carnarvon Kuşi olduklarını, Esharhaddon Filistin’
e bağlar, George Eshington Chasseaud Hivit’lere, Mrs Worsley de Hititler
olduklarını tespit etmişlerdir. Profesör Luscan’ın antropometrik ölçümlerine ve
çizimlerine göre Suriye’li Nusayriler, Maruniler ve Dürziler, Ermeniler, Tahtacılar, Bektaşiler, Ali İlahiciler ile küçük Asya’nın ve İran’ın
Yezidileri ile aynıdır, iri ve kocaman olmaları, küçük, dar kafalı ve
kemerli burunları ile eski Hititleri temsil etmektedirler. Yüzbaşı Light,
onları, Musa’nın dağdayken Samiriyenin yaptırdığı boğanın düşmesinden sonra
ayrılan Yahudiler olarak tanımlar. Dürziler arasında uzun yıllar yaşamış Canon
Parfit geçenlerde yayınladığı kitabında, onların, Arapların, Hinduların,
Yahudileri ve Hristiyanların ataları” olduklarını söylemiştir.
Fransız, İngiliz ve Özgür Masonluk Bağları;
Yüzeysel ve açık fonetik (ses ) benzerliklerine aldanan
belirli Fransız alimler önceleri özellikle on dokuzuncu yüzyılda moda olan ve
çağdaş Lübnan Dürzilerini etkileyen meraklı bir hipotez kabul ettiler. Bu tez,
Lübnan tepelerinin çıkışına giden sonradan Akka’nın haçlıların eline düşmesini
sağlayan haçlı alayının komutanı comte de Dreux’un emrindeki Latin kolonisi
olduklarıdır. Aynı mit, Dürzi şefi Fakir El Din, Bouillon’lu Godfrey’den olan
Lorain’in evinin oğludur. Bu secere, 1608’deTuscana’lı Grand Dük I. Ferdinand’ı
işbirliği için ziyaret eden Fakir el Din’in İtalya ziyareti sırasında
uydurulduğu görülmektedir. Fakir el Din’in haçlılara karşı kabaran görüşüne
göre de de düşmanları hüküm süren Türklerdir.
1763’te, Puget de Saint Pierre, “Histoire des Druses,Peuple
de Liban, forme par une colonie de Francois(Paris) başlıklı kitap yazdı.
Dergilerde görünen makale fikri destekliyordu. Volney, Lamartine, Dussaud gibi
yazarlar hipotezin doğru olmasının imkansızlığını çabukça test ettiler. Maundrell
ve Pococke gibi İngiliz gezginler, Dürzilerin haçlı ordularının kalıntılarından
olduklarını kabul ettiler. “Druzes Reunis”, Commandeurs du Liban” gibi
Fransa’da bulunan yazılarda benzer fikirler göze çarpmaktadır.
Dürzi adının sonucu olarak aynı süreçte, Özgür Mason locası,
“Süleyman tapınağını inşa eden Tire’li Kral Hiram soyuna kökenlerini
bağlayarak” Dürzilerin Dravidler ile bağlantılı olduklarını açıkladılar.
Yazar, bir fırsatla önce çıkan çağdaş Dürzi yazarların umumi
kökenlerinin İngilizler olduklarını açıklamaktadırlar. Bu da 18. yüzyıldaki
Pococke’nin tezine başvurmaya götürmektedir. Suriye’deki Fransız ve İngiliz
etki bölgelerinde Dürziler arasında çalışan İngiliz ajanlar da onların
İngilizlerle aynı kanı taşıdıklarını söylemişlerdir.
Öteki Teoriler;
18. yüzyılın bazı İngiliz ulemaları, Heredot’un tarihinde,
Pers kralı Büyük Kurus’un yerleştirdiği Medyalı “Derusaiaioi (Derusayayoy)”
kabileleri olduklarından bahsetmişlerdir.
Önceki yapılan tespitlerdeki isim benzerliklerinden ibaret
teorilerin yargılanmasına gerek bırakmayacak kadar açıktır.
İngiliz Britanicca Ansiklopedisinde Gertrude Bell ve
Hogart’ın ifadelerinde “Arami-Arap kanı taşıyan, yozlaşmış, dağlarda yaşayan
Arap kabileleri” karışımı oldukları yolunda daha kayda değer teorilere
rastlıyoruz.
Çağdaş Lübnan Dürzilerinin günlük konuştukları Arap dilinde,
Aramilerle karışıklıkları olan kuzeyli komşuları Marunilerin dillerinde
Dürzilerin Arami kanı taşıdıklarına dair hiç bir kaynak yoktur.
KONU IV
DÜRZİLERİN İRAN
KÖKENLERİ
Neden sonra kibirli halifenin ilahi kişiliği etrafında
mükemmel şekilde birbirine yapışmış, dayanışan ve bilinçli bir grup oluşturarak
son dokuz yüz yılda halktan birinin ırki akrabalıkları sınıflandırılmışolabilir miydi?
Ya da, sorularımızı en düşük düzeye indirecek Hermon dağı
eteklerindeki Vadi El Teym’deki, Hicri 407- miladi 1016’da yaşayan küçük
azınlığın ırki bağlarını adlandırmış olabilir miydi?
Vadi El Teym’de Pers Hücreleri;
Başlangıçta iki şartı kanıtsız kabul etmemiz gerekmektedir.
İlki; Sonradan Dürziler olarak bilinecek olan bir halk,
öncelikle Darazi’den çıkan daha az veya daha fazla sosyalleşmiş homojen bir
topluluğun biçimlenişi.
İkincisi, bu homojen toplum görünüşte Darazi*
tarafından mükemmel doktrin ile önceden hazırlanmış, onları sürekli kılan,
çeşitlendiren kabul edilmiş bir doktrine sahiptir.
*(İslam edebiyatında Derezi, hem dinin hem de kurucusunun
adıdır.A.Yavuz)
Vadi el Teym’deki ilkel toplumun bütün kalbiyle Dürziliği
kurmasına ve bereketli topraklarda dogmalarını filizlendirecek toplumsal zekaya
sahip olduklarını kanıtlayan bir şey olmalıdır.
Güvenilir Mısırlı tarihçi İbni Tahri Birdi (1469)ye göre, El
Hakim’in neden Vadi el Teym’i Suriye propagandası için seçtiğine dair belgeler,
açıklamaları bize aşağıdaki sözleriyle açıklamaktadır;
“Ve el Hakim Darazi’ye dedi, Suriye’nin içine ilerle,
durumu halka yay çünkü halk çabuk toparlanır.” Bu sebep dağlıların birlik
olmalarındaki karakterlerini bize seslendirmektedir. Ama en azından Darazi,
Vadi el Teym’e önceden hazırlanmış plana göre girdi ve halkını ilk nesnesi
yaptı.Ve onun yeni doktiriniyle aşırı
Şii tarzı yeniden canlanma özü öncelikle Irak ve İran’da geliştirildi. Vadi el
Teym’in doğası önceki “Iraklaştırma ve İranlaştırma” tecrübelerine göre
yapılacaktı.
Dürziliğin Bütün Kurucuları Pers’tir;
Bu bağlamda hatırlanmalıdır ki Dürziliğin ilk kurucusu
Darazi Türk-Pers kökenlidir. Mezhebi İsmailiyedir.Dini felsefesi Batıniyye’dir.
Eskilere uzanan öğretisi insanın içi ve görünen yüzü ile ilgilidir.
Darazi’nin öğretmeni Hamza’dır. Darazi’den sonraki bütün hareketin
beyni düşüşe geçmiştir ve Pers kökenli olduğu kesindir. Bütün Fatımi
hanedanının yanında yasallığını Ali ve Fatma'ya dayandırmıştır ve bu iddiası
bütün Müslüman tarihçileri süphelendirmiş ve inkar edilmiştir. Ancak,
atalarının İranlı bir gezgin olarak Ali ve yakınlarından öğretiyi almış olması
olasıdır.
Dini Sözlüklerin Tanıklığı;
Dürzi dininin terimlerini sözlüklerde aradığımızda “Tanrı”
kelimesi köken olarak arı Farsça olan “El Bar (Bar koda’dan)”ın Farsça olduğunu
tespit ediyoruz.
Onun Hristiyan Katolik “soru-cevap” sisteminde önceliği
olan, soru ve cevaplara ağız yolu ile gizli öğretileri öğretme sanatı,El
Muktena ve Hamza zamanında formule edilmiş Dürzi gizli öğretisinde bir Dürzi
parolası olduğu düşünülmektedir. “(Kelimenin özü Halilah/ Halalij(c)
/ihlilij=Bir bilginin/dinin doğruluğunu iddia etmek, iman etmek, ) İmanın
tohumlarını ülkenizde ektiler mi?” sorusuna eğer kişi Dürzi ise verdikleri
cevap ;”Evet, inananların kalplerine ektiler” dir.
Feodal Ailelerin Adları;
Bu çalışma Dürzi dogmalarının/inaklarının, dinlerinin ve
Dürzi halkının misyonerlerinin milliyetlerinin başlangıcının İran ve Irak
olduğunu sanmamızı sağlamaktadır. Bütün tarihçilerin ve gezginlerin ulaştıkları
bütün sonuçların yalanlanmasına varan Dürzilerin ırki kökenleri hakkındaki bu
çalışma, onların Pers/İran kökenli olduklarına itibar etmemizi sağlamaktadır.
Bu çalışma, baş feodal ailelerin soy ağaçlarının
araştırılmasının düşündürdükleriyle doğrulanacaktır.
Dürziler arasındaki önder aileler arasındaki tarihlerine
bakıldığında ya Kürt ve İran ya da İranlılaştırılmış,
Iraklılaştırılmış Arap kökenli oldukları görülmektedir. Kürt, Fars
ya da Arap yarımadasındaki kabilelerden olsalar da Lübnan’da görünmelerinden
önce tamamıyla Mezopotamya’da Gnostik Mani inancı ilkelerine bağlı olduklarını
anlıyoruz. Arap tarihçi El Teberi’ye göre, Dürzi adıyla tarihte ilk
göründükleri yer Vadi El Teym’in adı Arap kabilesi “Teym Allah (resmi olarak
Teym Ellat)’tır. İlk önce Arap yarımadasından Mezopotamya’ya Fırat’a
gelip Lübnan’a göçlerinden önce Hristiyanlaştırılmışlardır. Dürzi
ailelerinin çoğunun soy ağaçları Suriyeli çağdaş tarihçilerce korunmuştur; El
Emir, ve El Şidyak ailelerinin soy ağaçları aynı görünmektedir. Arap
kabileleri İran körfezi yoluyla göç edip, sonradan onları Suriye-Lübnan’a yönlendirecek
Irak rotasında durdular. İlk Dürzi ailesi Banu Tanuk, Şamlı sultan Nur el Din
idaresinde haçlılara karşı şavaştıklarında, Haydar’a göre Hirah
(Mezopotamya)’lı ve Hristiyanlaştırılmış olanlar olarak kendilerini
adlandırdılar.
Tanuklar, muhtemelen M.S. ikinci veya üçüncü yüzyılda
Arabistan’ı terk ettiler.
Tanuklara üstün gelen, tarhilerinde bir çok Dürzi efsanesi
üreten Ma’n kabilesinden Fakır el Din de hüküm sahibiyken kendisini “Ma’nlar
Kürt’tür” diye ayırmasına rağmen aynı dini kökenlidir.
Sonradan Dürzi idaresini ele geçiren Banu Taluk ve Abd el
Malik, Tanuklarla aynı olduklarını kaydetmişlerdir. Banu İmad ya da
İmadiyyeler, el Maşil yakınlarındaki Canbolatlar Kürt kökenlidirler.
Arap kralı Hirah soyundan gelen Arislanlar (Arslanlar)ın
İran kökenli oldukları sanılmamaktadır. Kürt, İran ve Arap soylu Dürzi
ailelerinin çoğu uyum içindeırki
soylarını gizleme (takiye) ilkesine bağlıdırlar.
Dürzi Arap kabilelerinin çoğu ilginç olarak köklerini, İslam
akınlarıyla batı Asya’ya sel gibi yayılan Hicaz Araplarına değil de güney
Arabistan’a bağlarlar. Bu da bize, onların atalarının İslami yayılıştan çok
önce İran etkisindeki Irak’a geçici olarak göç etiklerini göstermektedir.
(Roma’nın idaresindeki Hicaz Araplarına Hristiyanlığı
dayatması ile Yahudiliğin ve Nasturi Hristiyanlığın, güney Yemendeki Necd çölü
ile Hicaz Araplarınca kabul görmesi üzerine İran’ın o dönemlerde Roma
tarafından sürekli savaşlarla baskı altında olduğunu göz önüne aldığımızda, bu
göçleri İran’ın kendisine ve bir güvence olarak geçmiş çağlarda, kendisine
bağlı yada kendi soyundan olanları örgütlediği, önce Irak’ta bekleterek Suriye
ve Lübnan içinde kendisine bağlı, Yahudilerin çıkardıkları isyanlara destek
olmaları için Suriye, Lübnan’a göç ettirdiğini, Roma’ya muhalif olan Otodoks Süryani
Hristiyanlığına tabi kılarak Arap Hristiyanları fikren bölmekte kullandığını
düşünüyorum. Bundan başka bir sonuç kesinlikle yanlış olacaktır. Çünkü bu
kabilelerin kendi başlarına Roma’ya meydan okumaları söz konusu değildir.
İran’ın 721 yıl süren Roma-İran savaşları, ondan önce de İran-Grek
savaşlarından edindiği devlet tecrübesiyle, kendi içinde yayılan Hristiyanlığı,
Hristiyan akınlarını Roma içindeki kilit bölgelere yerleştirdiği ve İran
kökenli azınlıkları bunlarla tahrik ederek Roma’yı zayıf düşürdüğünü bütün
tarihçiler yazmaktadır. İranlıların, Aramilerin, Sabilerin ve bunların dağlarda
eşkıyalık eden göçerlerine İran şahı Ardeşir’in verdiği “Kürt” adına rağmen bu
kavimlerin özeli bir kavim olmadıkları, geçmiş çağlarda olmuş fetihler, sürgünler,
göçler ile Mısır, Nubia, Yemen, Umman, Yemame, ırak Zağros dağları,
Mezopotamya, İran yaylaları ile Himalayalara yerleşmiş Kuşi Libya kökenli
oldukları açıktır. İranlılar da bu kavimlerdendir. Dürzi kabilelerinin ve kişi
adlarının mitolojik Libya’da Triton gölü çevresinde yaşayan proto Sahara
kabilelerin tanrılarının adlarını taşımaları da dikkat çekicidir. “Ma’n” adı
proto Sahara kavimlerinin baş tanrısı “MAA” ile aynıdır. Bu konuyu Proto Sahara
Dinleri” adlı çeviri yazımda işleyeceğiz. Alaeddin Yavuz)
Pers Kabileleri Suriye’ye Nakledildiler;
Tarihi Dürzilerin kanlarındaki Hint-İran elementleri, sadece
erken çağlarda Dürzilerden önce yerleştirilmiş İran kökenlilerin yaşadıkları
Suriye, Irak, Mezopotamya’da yerleştikleri yerlerde yaptıkları evliliklerle de çeşitlenmiştir.
Adil Arap tarihçilerinden El Baladuri, Emevi Halifelerinden
Muaviye’nin (660-680) halifeliği sırasında önemli sayıda Mezopotamya ve İran
kökenli kabilelerin Baalbek, Himş, Şur (Tire) ve başka yerlere yerleştirdiğini,
bu sayede Bizanslıların bölgeden boşaltıldıklarını bize bildirmektedir.
Dipnotları;
Hamza, Hicri 408’lere kadar olan Dürzi çağının başlangıcında
açıkça El Hakim’de tanrılığın yeniden canlandığını doğrudan söylememiştir.
El Hakim Biemrullah
El Mekin; Silvestre de Sacy “Expose de la religion des Druzes
(C.a Paris 1838)’de kendisini İranlı olarak açıklar.I.(1).CCLXXXIV (284)’de
Türkmolduğunu söyler. Bir çok tarihçilerce “min muvalladi el etrak” olarak
tanımlanır ve annesi Türk’tür elbette Osmanlı Türk’ü değildir. Ama İran,
Türkistan kökenli olabilir. Bakınız; El Muhibbi, Kuşalat el Atthar (Kahire 1284
A.H.) Sayfa 268.
Şii Mezhebi, Ali’nin torunu olan Muhammed ibn İsmail, yedi
imamın en büyüğüdür demektedir. Bu ifade için İngilizce D.B.Macdonald, Muslım
Theology, Jursiprudence and Constitutional Theory (New York 1903) Paragraf 43
ve E.G.Browne “A Literary History of Persia froam the Earliest Times untill
Firdawsi (New York 1902) paragraf 405-415
A Literary History of Persia from the Earliest Times untill
Firdawsi’nin 400. sayfasında Firdevsi’den Sadi’ye (New York 1906) s.199da ve
İngiliz alim E.G.Browne’nin Hamza ile Darazi’nin “Hamza el Duruzi olduğunda
birleştiklerinden bu kişilerin aynı mı ayrı mı olduklarında bir karışıklık
vardır.
Mushaf El Kudah Etiyopya Incili
İbn Hacer’in Raf’ El İşr’inde R.Guest (Bierut, 1908) S.652,
El Kindi’nin Kitab el Vulah va Kitab el Küda veya The Governors and Judges of
Egypte kitaplarında geçen bir çok dip notta onun İran’ın Züzan şehrinden olması
nedeniyleadının Züzani olduğunda birleşmektedirler.
Hamza tarafından yapılan adının etimolojisinde (adının
anlamının ifadesi) kendisini “Sirat el Müstakime” olarak açıklar.
Mushaf El Kudah'ta Allah/Iyesus/Isa
One version of the Druze catechism was translated by Adler, op.
cit., see p. 127; another by Guys, La Nation Druse, see p. 199. Cf.
Baron de Bock, Essai sur l’histoire du Sabéisme auquel on a joint un
catéchisme, qui contient les principaux dogmes de la religion des Druzes
(Metz, 1788), pp. 143 seq.; "A Catechism of the Druze
Religion" in Palestine Exploration Fund Quarterly Statement
(London, 1886), p. 41.
Lieut.-Col. Conder in his Latin Kingdom of Jerusalem,
op. cit., p. 235, ‘de Dürziler Arap ırkından değildirler, büyük
olasılıkla İran kökenli Araplaşmış İranlılardan oluşmaktadırlar. Ve kadınları
peçelerinin altlarına alınlarından öne doğru çıkan gümüş bir boynuzu olan giysi
giyerler. Bu da Öküz nehri ve Hazar denizi çevresindeki halklara ait bir
özelliktir. Demektedir.
Philip K. Hitti, Origins of the Islamic State (New
York, 1916), pp. 180, 260. Ya’qūbi, Kitāb al-Buldān, ed. Juynboll
(Leyden, 2886), pp. 114-115.
Hicri 523, Miladi 1128’de yaşamış
İbn el Atır’in kayıtlarına göre Pers kabileleri Vadi el Teym’e, Baalbek’e
yerleştirildiler bunlar Nusayriye, Dürziye ve Majus (Zerdüşt Büyücüler)
olarak ayrıldılar. Çağdaş Suriye Şii’leri daha eski İran dönemlerinde
yerleştirilmiş Pers kabileleri olan Mutevile’ler olarak
bilinirler. Irk olarak Dürziler karışık İran gruplarındandrılar.
Iraklılaştırılmı, İranlılaştırılmış Araplarda Dürzi dogmaları sonradan kabul
edilmiş ve inançları oluşturulmuştur.
KONU
V
DÜRZİ
DİNİ VE KAYNAKLARI
I.SORUN
VE ZORLUKLARI
Çeşitli Hipotezler;
Bu kısmı birebir çevrime gereği görmüyorum, özetle
yetineceğiz. Dürzilerin gerçek inançlarını kendilerinden olmayanlardan
gizlemelerine rağmen, bazen iyilikle bazen zorla yapılan baskınlarla
kendilerinden olmayanların ellerine geçen bilgilere göre yorumlar yapılmıştır.
Dürzilik hakkındaki hipotezlere yapanlar kadar çeşitlidir.
Sözde Kahin olarak da bilinen Madam Balavatski’ye göre Dürzilik, Tibet
Lamaizmine kadar uzanır. Bazıları “açıklanması zor olan sırlara” sahip
olduklarını açıklamışlardır. Dürzi dininin Samiriyeliği Sabilik (Mandeizm)
ile eski Yahudilik dinleri ile bağları olan bir din olduğunda hepsi
birleşmektedirler.
Gizlenme Çağları;
Dini kaynaklarına ulaşılması çok zor ve bilgi verici
kaynakları kıt olan Dürzi dinini Dürziler, ezoterik, kendilerini kafirliğe karşı koruyan kutsal yazıları, kendilerine ait ibadetleriyla yaşarlar. Dürzi
dini takiyeci karakterleri nedeniyle gerçek olarak anlaşılamadığından
haklarında bir çok komplo teorileri uydurulmasına da neden olmaktadır. Bunlara
rağmen onlar açıklayabildikleri kadarıyla El Hakim’in “yokluk”una ve “zaman el
sitr” gizli yaşama” ilkesine bağlıdırlar.
El Yazmaları;
Dürzi dini hakkında yüz kadar el yazmaları ve bazı metinler
1831-1838 ile 1860’ta İbarahim paşa ile yaptıkları iç savaşta ele geçmiştir ve
batılı alimler de bunları almışlardır.Suriye’li bir fizikçi tarafından bu metinlerden birisi 1700’lerde XIV.
Lui’ye getirilmiştir ve şimdi Biblioteque Nationale’de saklanmaktadır. Bu
metinler dilbilgisi kurallarına uygun bir dille yazılmışlar ve ifade olarak
Kur’an'dan oldukça uzak oldukları görülmüştür. Princeton Univercity’den Robert
Garret tarafından yirmiden fazla el yazması metin üzerinde yapılmış çalışmalar
vardır.
II. EL HAKİM
ALLAH
El Hakim’in Kibirli Kişiliği;
El Hakim Biemrullah'tan günümüze Dürzi Allah'ları
Dürzi dogmasının temeli genç Fatimi halifesinin (996-1020)
tanrılaştırılmış kişiliğidir.
Sünni Müslüman tarihçiler El Dahabi, Ebu’l Fida, İbn el
Kalanisi, El Rüdravari ve İbn Kalikan, İslam’ın temel beş şartını
kaldırdıklarını, erken halifelerin adlarına günlük ibadetlerinde uyduklarını,
diktatör, dengesiz ve aklen bozukluk içinde ortaçağın Neron’unu kafalarında
şekillendirdiklerini yazmaktadırlar.
Hristiyan tarihçiler Yahya inb Said, El Mekin ve Bar
Hebreus, Abbasi Halifesi el Mütevekkil’in, renkli elbiseler giyen, enselerinden
aşağıya kocaman tahta haçlar sarkıtanHristiyan görevlileri mahkum eden emir çıkardığında, Kudüs’teki kutsal
mezarın yıkılmasını emretmiş ve halkın eski dinlerine dönmesinin önlenmesi için
“taş taş üstünde bırakmayın”denildiğini yazarlar.
Dürzileri İngilizlere tanıtan yazar Gibbon’un El
Hakim’in karanlık yüzünü İngilizlere tanıttığını ve kendilerine yazılanlardan
bir portre yerine bir karikatür bıraktıklarını söyler. Ağırlık , uzunluk
ölçülerinde reform yapan, yeni dünü düzenlemelerle uğraşan El Hakim’in polisiye
emirlerle ölümsüzlükle de uğraştığını ama Dürzi dini adıyla kalanın dokuz yüz
yıllık bir fosil olduğu, fosil değil ise bu manyakça şeylerin bunca
biyografici, araştırmacı tarafından nasıl bırakıldığının açıklanması belirtilir.
Tanrılaştırılması;
El Hakim’in biyografisinde karşı tez olarak görünen tuhaflık
bize bırakılan resmin karanlık yüzüdür, kendisinin fikri İslam’ın romanı
değildir. Dürziliğin doğuşundan önce Şii mezhepleri “Ali ve yerine bakan
imamlarının ilahi özden bazı bağışlar almış, şaşmaz doğaüstü varlıklar
oldukları”na dair farklı inançlara sahip olduklarını gösterdiler.
Dürziliğin
bağrı olan İsmailiye Mezhebinin Haçlıların öldürülmesiyle yaptıkları sıçrayışta
Karamitalılarla birlikte Batı Asya’da dokuzuncu ve in ikinci yüzyılda
kazandıkları şöhrette ikisi de kendilerinin “Ali’nin yücelttiği ve yeryüzüne
hakim kıldığı şaşmaz idareciler oldularına” hürmet edilmesini istediler.
Bu durumdan Tanrıcılığın diriliş felsefesine atılan bir adım
değil aslında uzun olan bir adımla Şi mezhebi (Gulat) ona sahip oldu. İslam’ın
tartışmalı edebiyatında ve özellikle Bağdadi’nin(1037), İbn Hazm’ın (1063) ve
Şehristani’nin çalışmalarında Sünni İslam’ın bir çok gruplarındaki “tanrının
canlanması teorilerinde Dürzi El Hakim dininin düşünülen ilk tiplerine sahip
olmaktayız. Bunlar arasında ilk olanlardan birisi el Seba’iyye gibi
sözde Yahudiler “Ali Allah’tır” dediler.
El Bağdadi, tanrının dirilebileceği (el Hulüliyye) inancına
bağlı mezheplere on farklı yazı bahşetti.
Dürzilerden önce gelen ve Dürzi metinlerinde onlarla ilk
temasa geçtiği doğrulanılan Nusayriye, Ali’yi tanrılaştıran, Vadi el
teym’deki Dürzi köylerinde bu güne kadar bu inancı koruyan kesimdir. “Tanrı
Ali” inancının yoldaşları arasında bu gün hala Türkiye Kars,
Ardahan’daki Türk köyleri de bulunmaktadır. Bunlar arasında, karakteristik
inançlarına ihanet eden “Ali İlahi” adına sıklıkla rastlanılmaktadır.
İslam’ın Şii çemberinde, ölünün tanrının bazı derecelerine yükselmesi olsa bile
aralarında ortak olmayan ifadeler bulunur.
Şafi el Hallac (Hallac-ı Mansur) (Miladi 922), kendisini
“Allah “olarak ilan ettiğinden Bağdat’ta çarmıha gerildi. Takipçisi kendini
tanrılaştıran Şafi Şalmagani 934’te Bağdat’ta kafası vurularak öldürüldü. Ondan
bazı alıntılar yapılmış olabilir.
Mesih Olarak El Hakim;
Dürzi tanrının canlanması inancında İslam öncesi düşünce
tarzı korunmuştur. İslam dünyası öncesi düşünce tarzını, İslami düşünce
tarzının soyunu sorgularken bir kenara koymalıyız. Erken Müslüman düşünürlerin
dikkatlerinden kaçan oysa çok açık olarak görünen ve yaygın olan Hristiyan
düşünürlerin tanrının canlanması hakkındaki tespitleridir. Büyük İbni Haldun ve
ondan önceki Şehristani(3), Yahudi-Hristiyan mezheplerinin tanrı yaratılış
kavramlarının İslam'a geçen miraslarını ayıplamışlardır.
Sacy(4), Van Vloten ve Goldziher(6) gibi çağdaş alimlerin,
erken İslam’da ved özellikle Şii’likteki Mesihlik vurguları uzanmaktadır.
Dürzilerin ve Hamza’nın durumları, Mısır’ın Kıptileri ile öteki Hristiyanların
üzerine yapılan bir bakış, El Hakim’in Mesihliğini ilan etmeye kadar bizi
götürür.(7)
Tanrılaştırılmasının savunulması akıllıcadır; “Siz
Yahudiler ve Hristiyanlar Tanrının Musa ile kuru bir çalıdan ve sonra da dağdan
konuştuğuna inanıyorsanız... Tanrı El Hakim’in kendisini saklamasının ardında
ve gücünü ve kendisini dünyaya açıklaması-göstermesi hakkında daha farklı bir
düşünceye inanılmaması gerekir.(8)
Dürzi ilmihallerinde El Hakim sıklıkla“yaşayan Mesih” olarak tanımlanır.(ı). Bunun
gibi Baha el Din, sonraki çalışmasında Hamza’yı Mesih olarak tanımlar.(2)
Hristiyanlara yönelik mektuplarında Baha el Din, sıklıkla Hristiyanları
“azizler” ve “azizler meclisi” olarak adlandırır. (Bknz Ek D)
İlahi Dirilişler Dizisi;
Dürzi tanrı yaratılışında İsmailiyelilerde olduğu gibi ilahi
görünümlerin birbirlerinin yerlerine geçmeleri dizisi inancı vardır. Bu yüzden
Dürziler El Hakim, Allah’ın tek ve mükemmel dirilişi değildir ama Fatımi
halifesi el Hakim’in ataları, Ali ve El Bar (Barkuda) arasındaki dokuz kişilik
arasında da bu dirilişler tekerrür etmiştir. Bu fikrin ileriki gelişmelerine
göre, Allah’ın insan şeklinde görünüşü ,farklı ülkelerde, farklı adlarda, farklı
görünümlerde olmuştur. İnsan görünüşü sadece onun ilahi varlığındaki özü
gizlemeye hizmet eder.
Karşı olarak Dürziler, başarılı on dirilişine, Nusayriyeler
yedi dirilişine ve karşılık gelen yedi gök/cennet ve yedi gezegene işaret
etmişlerdir. (Yedi gök/cennetin ve yedi gezegenin anası da Er Ruha, İnanna,
İştar, El Uzza’dır. Yani şeytandır. A. Yavuz)
Bu aynı bölgede Bahai’ye verilen teori, İran’ın bereketli
topraklarında çeşitlenen Şiilik fikirleri ve İlahiliğin görünüşü teorisiyle
Babi’nin çıkışı şeklinde olmuştur. Eski Dürzilikte ve çağdaş Bahailikte olan
Pitagorasçı anlayışla, metinlerdeki harfler Kabala hesaplarıyla numaralar
verilerek değerlendirilmiş ve ifadelerdeki geçmiş olaylar arasında elle
birleştirmeler yapılmış, öğreti incelikle oluşturulmuştur.
El Hakim’in Muhteşem Dönüşü ve Kayboluşu;
Tanrının diriliş teorisi yakinen imamın ölümsüz karakterine
olan inancın ortaya çıkmasının doğal sonucudur. İmamın ölümüyle kayboluşu
“gayb/gaybah”, onlara mutluluk, zafer getiren muhteşem dönüşü ise “Raj’ah”
olarak adlandırılmaktadır.
Bunun için, El Hakim’in 1020’deki vahim kaderinde ise imam
Kahire’de Mukattam tepesinde gezinmeye çıkmış ve dönmemişti. Asla
dönmemişti.Kız kardeşi Sitt el Mülk’ün
de karıştığı bir önceden düzenlenmiş bir komplo sonucu öldürülmüştü.
“İnananları öldüğüne asla inanmamışlar ve hep dönmesini beklemişlerdi.” Hâlâ da
onun geçici olarak sırlı bir şekilde kaybolma halinde olduğuna inanmaktadırlar.
Bu beklenti, hala El Hakim’in dirilerek aralarına döneceğine inanan bazı
adlarca bizim için korunmuştur. “Dürzilerin Dönüşü” adlı bir dramatik çalışmada
Browning bu şakacıların hikayesini bize anlatır.
“Gizli İmam” fikri, Dürzilikten önceki bazı aşırı Şiii
mezheplerince çıkarılmıştır ve İsmailiye grubunda seçkin bir doktrin olmaya
kadar uzanmıştır.
Onun psikolojik esası kuvvetle aranmışsa da, Emevi ve Abbasi
idaresi altında zulme uğramış, bastırılmış halkını kurtaracak, zenginliği ve
özgürlüğü getirecek önderin gelişi hakkındaki heveslerini tatmin edecek
kuvvetli sonucu vermemiştir.
Diğer yanda bu Müslüman Mehdi fikri, Yahudi Hristiyan Mesih
inancı etkisi altında, sonraki gelişmede de İran-Sabi etkisinde oluşmuştur.
Eliyah peygamber olayında, doğu Hristiyanlarınca anılan “Yaşayan Bir-El
Hay”yaşayan İmam’ın ilk tipidir. Musa’nın hikayeleri ve İşaya’nın göğe
çıkışı faraziyeleri, İncil’in dini öğretileri olmayıp, sadece “canlandırıcı
etkiye” sahiptirler.
Şii doktrinindeki “gizli imam” ifadesi “xı.”bölümdeki
İşaya’nın refleksidir. İsa’nın ikinci kez görünüşü, din politikasının
restorasyonuyla “Mehdi’nin Dönüşü”ne paraleldir.2
Hint İran etkileri;
Her biri Yahudi-Hristiyan, Hellenistik, Zerdüştlük kurdeleli
farklı elementleri sokmak veya çözmek, tarihi Şia Şiiliğinde bir çok
belirsizlikleri dikenleştirmekle sonuçlanır. Bir yandan Yeni Platonculukta ne
kadar Şii anlayışa sahip olduğumuza bakmanın yanında, mevcut araştırmalarımızda
ne kadar Hindu İran düşünce sisteminin olduğunu hesaplamamız kolay değildir.
İgnacz Goldziher tarafından yönlendirilen çağdaş Sami
bilginlerimiz, değerlerinin altında doğu etkisine meyletmişlerdir. E.Blochet ve
Baron Carra de Vaux gibi bazı Fransız İran bilginleri bir çok Şii inancının
temel olanlarının kökenlerini İran’a dayandırarak İranlılaştırmaya çalıştılar.
Eski bilginler tanrı dirilişi ve Mehdi fikirlerinin kökeni olarak
Zerdüşt kaynaklarına, İran’lı mesih Behram Emavend’i göstermişlerdir.4
Şia mezhebinin gelişmesi ve yükselişinde Hint-İran etkisinin
fark ettiğimizden daha fazla olduğunu göreceğiz. Bu tarz etkiler, erken İslam
bilginlerince tanınmış, Bağdadi tarafından açığa vurulmuştur.5
Örneğin İslam mezheplerinden olan Karmatiler,
İsmailiyeliler, Batıniyelilerve Zerdüştler gibi “büyücüler (Majus(mecüş)”
olarak sınıflandırılanları listeden çıkarabiliriz. Peygamberin ağzından çıkan
bir hadis ”Kadariler benim halkımın büyücüleri olacaklardır”6 . Bunun
ötesinde Irak topraklarında, baş rol oyuncularının çoğu İran’lı olan, günümüz
İran krallığının resmi dini olan Şiiliğin yayılmasını inkara gerek yoktur.
“Dönüş (parousia)” doktrininin sonraki aşamasında öbür dünya
hakkında dizginlenmemiş insan fantezilerini hayal dünyalarına
katmışlardır.El Hakim’in “dönüş”ü
hakkındaki Dürzi doktrinine göre, Üniteryan Dininin (Teslis karşıtı Din-Tekvin
Dini)) zaferiyle sonuçlanacak dönüşte, inananlar, yüksek mevkilerle
ödüllendirilecekler, rahatsızlık, huzursuzluk görmeyecekler, hainler, kafirler,
başkalaşım geçirerek aşağı hizmetçilere, kuğulara ve köpeklere döneceklerdir.
Bu da kıyamet gününe karşılık gelmektedir.
Üniteryanlar (Teslise inanmayanlar);
Dürzi tanrı kavramı, inananlarınca söylendiğine göre,
uyuşmaz bir birlik içindedir. Allah’ı bütün görünüş sıfatlarından soyulmuş
(tenzih) olan birliğinin ifadesine “çok tanrıcılıktan” kaçınmak (şirk) için
sert vurgu yapılır. Onun hakkında ne, “ne zaman”, “nasıl” ne de “nerede”
soruları sorulamaz, o “hacimsizdir”. Bu dogma’da diğerlerinde olduğu gibi Dürzi
orjinalciler yoktur. İlginç olarak yarı felsefi, yarı dini ilginç geçmişleri El
Memun, ve “Arılığın Kardeşliği (İhvan el Şafa)”babalık düzeniyle ilginç şekilde eşit olan, Mutezile adıyla da
bilinen mezhebinde bunları çeşitlendirmiştir.
Dürzilerin kendileri için seçtikleri adları
“Muvahidün”3-Vahdetçiler (Uniteryan), tek tanrıya inananlardır. Mutezile
anlayışının takipçileridirler ve kendilerini “Birlik ve Adaletin Halkı”(Ehl El
v’el Tevhid)” adıyla çağırırlar.
III. BİRİ AŞAĞI OLAN,
BEŞ İLAHİ VEKİL/BAKAN
Çıkış Süreci;
Mutezile’nin ve “Saflığın/Arılığın Kardeşliği” nin Allah’ı
kabulü daha önce ince bir soyutluğa indirgendi, Dürzi aklı, Tanrının aklının,
arzusunun, sözünün ve diğerlerinin kişileştirilmesine kadar dayanamazdı ve onun
sıfatlarının her birinden ayrı bir kişilikte beş üstün bakan (edebi olarak
sınır, ilke demek olan Hudûd) yaptı.
Bunlardan ilk olan ilkel Tanrı, kendini ve kendinden çıkan,
“Hamza” adıyla “evrensel aklı,1 Dürzi dinin kurucusu, dini önder ve evrenin
yöneticisi olan kendisini yarattı.
Hesap gününde istediğini yükseltebilecek, istemediğinin de
ilahi Hakim’in yargıçlığıyla, vekaletiyle aşağılayabilecekti.
Bu anlamda, evrensel aklın işlerini hükümsüz kılacak varlık,
bir tür muhalefet olarak “Dudd” Muhalif aynı çıkış sürecinde yaratıldı. (Zerdüştlükte,
şeytan Angra Mainyu’nun insanın yaratılışına karşı çıkması ilkesinin tekrarını
görüyoruz. Alaeddin Yavuz)
Bu, “evrensel akıl” dan çıkan “ikinci vekil/bakan” olan
“evrensel ruh”u çıkış sürecinde Tanrının yaratmasını gerekli kılıyordu.
Bu “evrensel ruh”, “evrensel aklın” karısı durumunda
oluyordu ve “kelam/ayet/söz” ondan çıkıyordu.
Benzer bir süreçle “sağ kanat” veya “benzeri olan” ve “sol
kanat” veya “mümin/takipçi”, Baha el Din’den ayrı olmayan “sol kanat”, ve Dürzi
edebiyatında Hamza ile birlikte bir çok mektupları, anlaşmalarıyla hiyerarşinin
en altında oturan son üstün vekil var ediliyordu.
Baha el Din, Yeni Ahit (Grek İncil’i) Hristiyan rabbaniliği
ile benzerliği olmayan açıklanmış yazılara göreHristiyan kökenli olabilir. (Doğu Kiliseleri adıyla bilinen
Süryani, Keldaniler gibilerin kitapları ayrıdır. Ayrıca, Derezilerin, Yezidilerin
tevrat İncil okuyup, Hristiyan olduklarını Vatikan’a bildirdiklerini ve
isteklerinin kabul edildiğini kendi kitaplarından biliyoruz. A.Yavuz)
Yeni Platoncu Kaynaklar;
Biz apaçık, “Arılığın Kardeşliği” ve “Karamita”ların
kanallarıyla süzülmüş, Gnostik ve Yeni Platoncu karakterindeki Dürzilik
felsefesi “çıkış”ın hava ortamında bulunuyoruz. Profesöt Scott’un “Hastings’
Encyclopedia of Religion an Ethics”3 kitabına göre, Gnostiklğin ilk
karakteristik özelliği, bütün yaratılmışların varlıklarından soyutlanmış şahsi
bir tanrı olmayan, olan üstün Tanrının evrenin başında durmasıdır. Üstün
tanrıdan kasıt, yaratılmışların sayılarına indirilen, erkek ve dişi olarak
ayarlanmış vakarlı bir ölçüde sıfatları ayarlanmış olandır.
Üçüncü “vekil/bakan” olan “söz” Hristiyan İskender’in
yankısı olan “logo” olarak düşünülebilir.
“Muhalifler” ilkesi (doktrin) İlahiliğin iyi ve kötüya
benzer şekilde ilkelerinin açıklanmasıdır sahte Clementines’inde Syzygy’nin bize hatırlattığı
“ikicil/dualistik” Zerdüşt ilkesiyle paraleldir.4 Daha ileride Zerdüştlük
etkisi, Tanrı’yı “Işık” ve muhalif ilke olarak da “Karanlık” olarak işaret
etmektedir. Daha ileride, Dürzi düzende, bir çok muhalifleri de olan
“peygamberlerin” yaratılışlarında aynı ilkeler çalışmaktadır. Örneğin,Haris bin Tarmah Adem’e karşıdır.1
Yeni Platonculuk ve Gnostiklikte, Nusayriye, Ali’nin
kişiliğinde, bir yargıç/hakim olarak yaratıcı ajan olarak sayılır. Muvaffadiye2
(Sadıklığa inananlar) düşüncesinde, tanrı evrenin yaratılışını ve idaresini
Muhammet’e emanet ettiyse de Muhammet sırasını Ali’ye vermiştir.
Ama “Arılığın Kardeşliği” İslam’da dini ve felsefi işleri
yüzünden “çıkış-Hakimin şekillenmesinin tanıtımı hakkında,, Arapça yazılmış
yabancı kaynaklarda, geçerli sevilen kavramlarında kimseye bir şey bahşetmemişlerdir.
(Bu ilkeleri, onların peygamber, halife, sahabe, imam gibi dini kişiliklere,
Allah’ın sıfatlarından bahşederek putperestlikten kaçındıklarını
düşündürmektedir. Ama iyice araştırmadan, delil bulmadan emin olmayınız A.Yavuz)
Aşağı Vekiller/Bakanlar;
Üstteki beş üstün vekilin altında bulunan, “dini yayan
Dai”, “Ehil-Ma’dun” ve “Öncü-Mukasir/Nakip”4 terimleriyle anılan üç
küçük vekil vardır. Dürzi metinlerinde özellikleri tam olarak
açıklanmamışsa da “dini yayanlar” oldukları görülmektedir. Doğrusu Arap
kaynaklarında, onlara karşılık gelen, İslam’ın gelişmesinde örgütlenmiş en
etkili propaganda düzenine sahip olan Batıniyye dini düzenindeki çalışmalara
bakılarak öğrenilebilir.
“Dai”, imanın yayılmasında baş rolü oynayan kişiliği
üstlenir. “Ma’dun”, “Dai”nin rehberliği ve yönlendirmesinde vaaz vermeye
yetkilidir. Mukasır/Nakip” ise, Dai ve Ma’dun’un vaazlarına uygun olarak
dini ilkeleri, din değiştirmeye uygun olan kişilerin şüphelerini gidermeye
yetkilidir. Arap kaynaklarına göre onun sorumluluğunu Arap adları, “dağıtmak
ve yıkmak*” olarak göstermektedir.
Ruhbanlar Arasında Eşcinsel Evlilik;
Burada tekrar, “erkek” ve “dişi” ilkeleri bu vekillerin
birbirleriyle ilişkilerinde, aralarındaki hiyerarşiye göre temsil edilmektedir.
“Dini yayan/Dai”, Hucca’ya karşı sorumludur ve onun karısıdır, “Dai” da
kendisine bağlı olan “Ehil/Ma’dun” ile “Nakip/Öncü” nün kocasıdır, “Ma’dun/Ehil”
de Nakip/Öncü’nün kocasıdır.1
(“Cinsel sapıklıkların temeli dinlerdir” diye
yazınca bize ölüm tehditleri yapanlar bunları bir daha okusunlar. A.Yavuz)
*(Dağıtmak ve Yıkmak-Yok Etmek özelliği,, Hindu
Brahman dininde, Hint tanrısı Brahma’nın “yaratıcılığına” karşın, “evreni
yıkıp, yok edecek tanrı Şiva” özelliğinin Dürziliğe yansımasıdır. Farklı
inançlarda olanların inançlarını kaldıracak fikirler üreterek düşüncelerini
karıştırıp, dağıtan, onların eski imanlarını yıkıp yok ederek kendi inancını
kabul ettirme işi. Sadece Dürzilere ait olmayan, bütün yaygın dinlerin de temel
ilkesi olan bu “misyonerlik” faaliyeti, düşmanca, kalleşçe bir eylemdir. Kökeni
de Zerdüştlüktür.
Bu amaçla Hristiyan Vatikan misyonerlerince ateistlik de
denilen dinsizlik bile kullanılmaktadır. Her ne amaçla olursa olsun, kimsenin
kimseye din dayatmaya da hakkı yoktur. İman, kişi ile tanrı arasındadır, merakı
olan araştırır, sorgular, eski inancını beğenmezse kendisine yeni din seçer
veya dinsiz yaşamayı tercih edebilir. Zaten sosyal zekaya sahip olanların pek
böyle bir şansları yoktur. Ne kadar inançsız olurlarsa olsunlar ilk tanık
oldukları hastalık, felaket, ölüm olayının ardından en dindar tipler bunlardan
çıkmaktadır. Kadınlar, coğrafyamızdaki yaygın dinlerde insan sayılmamalarına
rağmen erkeklerden daha dindardırlar. Bilinen 8000 yıllık insanlık tarihinde
yeryüzünde “tek bir din” asla kabul edilmemiştir ve kabulü de mümkün değildir.
Bir öteki din onu hemen çürütmeye başlar, dinsizler de baskıları sevmezler ve
yoğun incelemeler ile kusurları deşifre edilen hiç bir din de yayılma şansı
bulamaz. Derezilik dini de köken olarak Zerdüştlük temelli olmakla Suriye- Mısır-Anadolu
dinlerinden yoğun olarak etkilenmiş, asla kendine has bir din değildir ve
olmadığı da buraya kadar defalarca ispat edilmiştir. Dürziler, M.Ö. 600’lerden
itibaren, Anadolu, Balkanlar, Arap yarımadası, Mısır ve Kuzey Afrika
topraklarına yerleştirilmiş Kripto kavimlerdir ve İran merkezli inanışları
artık İran’da bile kalmamıştır. Ama bu gurbet insanları, geçmişte geliş
gerekçelerini dahi unutmuşlarsa da inatla en eski inançlarını yaşatmak için
kendilerini gizleyerek yaşamanın eziyetini çekmektedirler. Bu durum bile
dinlerin insanları bir arada tutma faydası yanında, dışlanıp soykırıma uğrama
tehlikeleriyle sürekli yüzleşmelerine de neden olmaktadır. En iyisi insanların
din denen ve kendisine hizmet etmeyen bu yükten kurtulmasıdır. Takdir
insanlarındır. A. Yavuz )
Dürzi hiyerarşisinde yer alan
sonraki ilahi vekiller peygamberlerdir. Peygamberleri silsilesinde İsmailiye
kolunun yedi peygamberi vardır. Adem peygamberlerin liste başıdır, Nuh,
İbrahim, Musa, İsa (İbni Yusuf), Muhammet ve Muhammed ibni İsmail’dir.
Bu yasa koyucu peygamberlerin
(Natık) her biri daha küçük alt rütbede olan bir diğerinin yerine geçebilen
“Asas” ve onun altında aynı şekilde olan “12 öğrencisi” (Hücca) silsilesine
sahiptir. Yerine geçen (Şamit) “sessiz” olarak anılır, yeni öğretiyi ve üstü
olan peygamberden aldıklarını söyler. Bu vekil peygamberler arasında da yasa
koyucunun “erkek-dişi” ilkeleri çalışır.Vekil peygamberler silsilesi İsmail,
Aaron, Şimon ve Ali’diri onun öğrencileri de Enok (Anuş), Danyal, Plato ve
diğer İncil karakterleridir.4 Her çağ veya dönem yasa koyucu peygamberce
tanıtılır. Yasa koyucu bir peygamber ile arasında araya giren ilki Asas
ve Şamitlerin en güvenilirlerinden seçilen yedi imam yer alır. Bunların
başı da yasa koyucu peygamber (Natık)tır. (Bu peygamberler silsilesinin
İslam ile tek alakası Muhammet’i peygamber saymasıdır, diğer özellikleri
Sabilik, Yahudilik ve İncil harmanıdır. Kendilerini çok farklı dinlerin
yaşadığı Suriye, Anadolu, Arap yarımadası coğrafyasında gizlemek için
buldukları dahiyane yöntemdir. Hangi dinden biriyle konuşsalar o dinden
olduklarını kabul ettirebilmeye yarar. A.Yavuz)
Yedi Kutsal Sayı;
Başarılı yeniden ilahi dirilişler
arasındaki dönemlerde olduğu gibi, peygamberlerin yerine geçme çağ veya
devirleri de kabala hesabına göre “7” yediden “70” yetmişe rakamlarla öne çıkış
yerlerine göre resmedilirler. Pitagoras merkezli hesaplama sistemlerini
araştırmak zor değildir. Yedi sayısının tasavvufi değeri Baha el Din’e ve bu
yüzden de “her şey yedide sonlanır ve sonlanan diğeri ile yer değiştirir”
ilkesine inanılır.
Örneğin yedi günbittiğinde yerine diğeri gelir. Hatta gökler
yedi gök/cennettir, iklimler yedidir, insan boyu kendi karışıyla yedi karıştır,
insan başında yedi ağız/delik vardır. Buna benzer olarak da peygamberler
yedidir, yerlerine geçecek olan yedi de öğrencileri olan imamların yedisinden
seçilir.”2
İsmailiyelilerin ruhani ataları,
Dürziler, yedi cennet/gök, yedi deniz, yedi kıta ve yedi imama inanırlar.
İmamların kimliklendirilmeleriyle, eski Kalde, Babil yıldız dini etkilerine
ihanet edilir ve gökler bir adımda ulaşılacak yer olur. İsmail inb Muhammet ilk
gök’tür, Muahmmed ibn Abdullah (Hz. Muhammet) dördüncü gök, Hüseyin ibn
Muhammed beşinci gök ve Abdullah ibn Mehdi yedinci gök’ü temsil eder.3
Dürzi Düzeninin Mükemmelliği;
Yasa koyucu her Dürzi peygamberi,
kendisinden öncekinin koyduğu yasayı kaldırma yetkisine sahiptir. İsmailiye
peygamberleri de bunu yaparlar. Bu fikrin öncülüğünü Muhammet, Marcion’un
Gnostik fikirlerinin kimliği ile değil, kendi ilkeleryile Yahudi yasalarını
uyum içinde kaldırarak yapmıştır. Bunun doğal sonucu olarak da Dürziler,
Hristiyanlık, Yahudilik ve İslam dahil bütün eski dinler ile Dürzilik içinde
çeşitlenen inançların hepsinin üstünden geçmeye ve onları ihraç etmeyi,
yerine yenisini koymayı hesaplarlar.
Adem;
Adem ve İsa, diğer peygamberlerin
üstünde yer verilen ilahi varlıklar olarak özel ilgi çekmektedirler. Bir dizi
Esseneler, Nasıralılar gibi Hristiyan mezheplerinde, “İlk İnsan” fikri, Pers,
Babil mitolojileri ile Mani dini ile çeşitlendirilmiştir. Dürzi tasavvufunun
Adem’i sadece İncil’in Adem’i değildir ama Yahudi Kabalasının, Mani dinin Adem
Kadmon’u da olan“ilk İnsan”dır.
Muhammediye gibi belirli İslami
tarikatları Adem’in ilahlığını açıklamışlardır.
İsa;
Dürzilerin İsa’sı (İbn Yusuf), Dürzi
el yazmalarında, Yeni Ahit’in (Grek İncil’i) İsa’sından biraz farklıdır.
Tercihen, İsa’nın sadece görünüşte olduğunu ilan eden Docetae’nin eski kafir
mezhebi ile İslam’ın İsa kavramının ortası gibi görünmektedir. Bu öğreti, Mani
dindarları kanalıyla İslam alimlerince elde edilmiş olabilir. 3
Mani hareketi M.S. üçüncü yüzyılın
ortalarında çıkmış Irak, Babil Sabiliği (Mandeliği) ile bağlantılıdır. El
Fihrist, bu dinin Büyücülük Maju dini ile Hristiyanlığın ve İran mitolojisine
dayalı yıldız dini harmanı olduğunu açıklar. Irak Müslümanları, Yahudi ve
Hristiyan mezhepleri arasında büyük etkisi ve mirası olduğunu göstermiştir.
V.
İÇSEL MANA
BATINİLİK
“Kur’anda açıklanan, Allah’ın
sözünden (ayet) olduğu kadar bir harfinden sapmak gibi olmayacak şeylerden
dinin temel ilkelerini kaldırmak, gizli manalar vererek kinayeli
yorumlayabilmek için bazı tasavvuf okulları Sünni Batiniler tarafından düzenlenmiştir.
El Bağdadi, El Şehristani ve ibn
Hazm gibi Batiniye olarak sınıflandırılanlar tercihan örgütsüz felsefi okulları
sınıflandırdılar. Öğretileri, Karamita ve İsmailiye ile belirli Sufi kardeşliği
ile Dürziliğe ait inançlardır. Başlıca Batıniye inanç kavramına göre,
öğrencilerin gözlerinden dışarıdaki gerçeği peçeleyrek örtüp, kendi içindeki
içsel (batın) manayı keşfetmesini öğretme kavramını benimsediğinden
“batıniyye/içsellik” adını alır. Bu araç, bölücü Şii mezheplerin ellerine
verildiğinde dışarıda yaşanan İslam için ölümcül bir nefes olarak çalışır.
Gölge oradadır ama öz gitmiştir. Bu manada gayrimüslüm kaynaklardan kendilerine
uygun, yakışanları alarak dine uyarlamaktadırlar.
Bu yüzden Şii ve Sufi kanalları,
gizem yorumcusu Philo’nun mirası içine girerler. Dürzi dini düzeninin kurucusu
Darazi/Derezi ve onun çok sayıdaki biyograficilerince bize söylenilenler, Dürzi
sitemini misyonerlik olarak anmaktadırlar.
Muhammet’in Yasası Kaldırıldı;
Yasanın gem vurulmamış kinayeli
yorumları arasında gerçeğin bir adımda yalanlarla kaldırılması ve bir adımda
gerçekten yapılması Dürzi dininin kurucusu Hamza tarafından yapılmıştır. Takip
eden İsmailiye örneğinde Hamza “Kitab el Nakd el Kafi kitabında şimdiye kadar
var olan, oruç, hac ve zekat gibi İslam’ın beş temel şartını kaldırdığını,
yerine tanrı bilgisiyle ilişkili dört temel maddeyi, Hamza’yı, vekilleri ve
yedi ahlak ilkesini koymuştur.1
Bu ilkeler, konuşmayı sevmeyi,
komşunun güvenliğini gözetmeyi, öteki dinleri reddetmeyi, El Hakim’in ilahi
birliğini, yaptığı her şeyi, bütün dönemlerin ilkelerini tanımayı getirmiştir.2
Bu şartlara rağmen Sünni İslam
Dürziliği kendinden çıkaracak bir nefrete asla sahip olamadı.
Aslında belirli kutsal kitap
hukukçularından tutucu İbni Teymiye (M.S.1263-1328) gibilerin muhafazakar
sisteminden büyük ölçüde etkilenenlerin çıkardığıNecd’li Vehhabi hareketi, şimdiye kadar bir fetva çıkartarak
“İster Müslüman topraklarında olsunlar ister olmasınlar Dürzilere karşı savaşın
Ermenilere karşı verilenden daha övgüye layık olduğunu” ilan etmişlerdir.3
Tasavvufi Unsur;
İslam’ın Sufi ifadesinin en yüksek
tasavvufi ilkelerin yazıldığı metinler eski dinlerin sırlarıyla akrabadırlar ve
Dürzi dini yaşamında da yer alırlar. Sufilik çilecilik (İslam’a aykırıdır.
A.Yavuz) ile başlar, ilahi bilgiye dayalı tasavvuf ile ilerleyerek panteizm
(her şeyin tanrı olduğu fikri) ile sonuçlanır.
Sufiliğin dört esas kaynağı,
Hristiyanlık, Yeni Platonculuk, Gnostiklik (Sabilik v.b) ve Budizmdir. İslami
Sufiliğin yeni Platoncu karakteri, R.A.Nicholson ve E.G.Browne adlı iki İngiliz
bilgin tarafından İngilizceye çevrilerek bize bahşedilmiştir. İslam’ın Çin’e
kadar uzanan yayılması sırasında Tarihi Sufilik akımının sonraki gelişmesi
üzerine Budist Hindu görüşlerin getirilerek dine sokulmasının etkisi başlangıçta
yanlışlıkla göz ardı edilmiştir.
El Fihrist’in ansiklopedi yazarı
(996) Budist kitabından bazı kullanılmayan uzun alıntılar yapmıştır.
Arap edebiyatının anıtsal kitabı
olan El Agani, Budist yaşamın açık tasvirlerini bırakmıştır. Ve Zındık
rahipleri, Goldziher’e göre, ya Hindu Saduları ya da Budist rahipleri veya
onların taklitçileri şeklinde El Cahiz tarafından tanımlanmıştır.3 Panteist
Sufi İslam’ı Hint etkisi altında daha açık anlaşılabilir olabilmektedir.
Şeyhler;
Dürziler, bilge atalarını Sufiler, Karamitalar,
İsmailiyeliler ile paylaşırlar ve yaşamın tasavvufi dış görünüşünü ve hukuku
eski sır dolu bilgilere (esoterism) göre yorumlarlar.
Toplulukları “ukkal (acemiler,
zekiler ve ruhaniler)”lar ve “Cühhal (kelime olarak, acemi, cahil)”lar olarak
ikiye bölünür. Sıralamada, en övülmeğe değer bulunan “çilekeş yaşam sürdüren
(Ecevid)”ler arasında kendinden öncekilere ait seçkin dış giysisine “Şuf (yün)”
adı verilir. (Bu arada, “Ecevit” adının yün elbise giyen çilekeş
Dürzi imamının rütbesi olduğunu da öğrenmiş olduk. A.Yavuz)
“Ukkal”lar, Arapça’da büyüklük ve
hürmet kelimelerine karşılık gelen “Şeyh”ler olarak da anılırlar. Bu kelime,
geçen yıl, çürütülmüş bir kaç telaffuzu ile İngilizceye tanıtılmıştır.
Aydınlanmışlığın yüksek rütbesi
“Ukkal”ın karakterinin aşırı sır sahibi olma yeteneğinin ve güvenilirliğinin
sınırlarını kimse çizemez. Kişi, “ukkal” olarak kabul edilmeden önce uzun ve
sert bir deneme, çıraklık sürecinden geçirilir. Sonra göreve başlaması için
ayin yapılır. Bu gizli tören, Dürzi dini ve bütün tarihi boyunca dışarıdan
seçilen bir veya iki gözlemci şahitliğinde yapılır. Bir kez birisi şeyhliğe
kabul edildikten sonra, müstehcen dilden, küfürden, cırtlak renkli elbiseler
giymekten kaçınır ve ağır bir beyaz sarık giymeye başlar. Davranışları farklı
ve değer verilen davranışlardır. Ondan sonra hiç bir şart altında alkole,
liköre, sigaraya dokunmaz. Devlet adamının veya zengin adamın masasında yemek
yiyemez, sadece tahsil edilen paradan çok az miktarda yiyecek alışverişi
yapabilir hak ettiğinden fazla yasa dışı alışveriş yapamaz.
KONU
VI
NASLAR
VE İNANÇLAR
I.RUH
GÖÇÜ
Dürzi inancında ruh göçü çok yaygın
ve güçlüdür, diğer inançlarının aksine inananlarınca açıkça ifade edilir.
Yazarın Lübnan’daki okul arkadaşının, yeni doğmuş bir çocuğun önceki yaşamına
ait aklındaki canlı anıları hakkındaki söylediklerinin etkisi altındadır. Bir
kaç ay önce Suriye yerel medyasında çok sayıda basılıp dağıtılmış, bir Dürzi
önderin Vadi el Teym’de Fransızlara elli yıl önce adamlarıyla karşı koymalarını,
onları yönlendirirken nasıl öldürüldüğüne dair hikayesi bulunmuştur.1
Çalışma Yöntemi;
Öğrenilen Dürzi ilkelerine göre, ruh
göçünün ilkesi , bir bedenden diğerine şeklindedir. Bütün ruhlar Hamza’nın
ışığında yaratılmıştır ve sayıları doğumlarla artmadıkları gibi ölümlerle de
eksilmez.2
Aralarında cahil olanlar, yaygın
inanışa göre hayvan şeklinde ve İslam Ansiklopedisindeki bir ifadenin muhtemelen
hatalı açıklanmasına göre de köpek bedeninde, kötü etkilere sahip olarak
yeniden yaratılacaklardır.
Nusayri’nin tartışmaları sayılan
mektuplarında1 Hamza, “Nusayrilerin yaptığı gibi ona inananlar hem bu dünyayı
hem de diğerini kaybederler” diyerek ruh göçünü tamamıyla ret eder. Baha el Din
ve Hamza’dan sonraki günlerde düzenlenen Dürzi kitaplarına göre kafirler ve din
değiştirenler hizmetçiler olarak yaratılabilecekleri gibi köpek, kuğu şeklinde
de yaratılacaklardır.
Erken Müslüman mezhepleri ruh göçüne
inanırlardı; örneğin El Bağdadi, ibn el Cevzi “Eshab el Tenasuh kitabında ruh
göçü fikrine inandıklarınısöyleyen
çeşitli habercilerin İslam’ı bozmalarıyla oluşturdukları fikre Dürziler de
sahiptirler. İbn Hazm, El Şehristani, El Makrizi, El Keysaniyye, El Haytiyye
gibi başlıcaları arasında bu mezhebe atıflar yapılmıştır. Arap edebiyatında
çeşitli kitaplarda kaydedilmiş hayvan şeklinde tekrar geri dönüşün olabileceği.
hikayeleri gösterilmiştir.
Bu hikayelerin en bilineni ruh
göçüne inanan Seyid el Himyeri’nindir. Adamın biri ona gelerek bir somun ekmek
parası vermesini ama, parayı tekrar yaratıldığında ödeyeceğini söylemiştir. El
Seyyid, “Evet ama bana tekrar insan sıfatında yaratılacağının güvencesini ver”
der. Adam, “Başka nasıl dönebilirim?” diye sorar. El Seyyid, kurnazca, “domuz,
köpek olarak dönebilirsin ve param da gider” diye yanıtlar.8
Mani ilkelerine göre, ruh ve ahrette
insanların ruhları üç sınıfa ayrılacaklardır; Seçkinler, İşitenler ve Günahkârlar.
Seçkin olanlar cezalandırılmaktan ve aşağı yaratılıştan muaf olacaklardır.1
Dürzi felsefesinde ruh göçü
ilkesinin verilmesi cennete, cehennem ve son hesap günündeki gerekliliği ile
mantıklı bir sonuca vardırılır. El Hakim’im zafer dönüşünde ve üniteryan dinin
tam zaferinde, kıyamet gününde inananların makam, yüksek mevkilerle
ödüllendirilecekleri, inançsızlar ve döneklerin zor, ağır işlerde
çalıştırılarak cezalandırılacakları gibi dünyevi değerler dikkat çekicidir.
Çin ile Bağları;
Doğu Hint veya batılı Pitagorasçı
İslam anlayışına bir denge delili olarak bunu sokmak gerçekten zordur. İbn el
Cevzinin, “ilk olarak Musa’nın firavunu günlerinde” göründüğünü söylemesi onun
Mısır bağlarına işaret eder. El Şehristani, Müslüman karşıtlığının büyücü
Mezdekileri, Hint Brahmanları, filozoflar ve Sabilerden öğrenilerek alındığını
söyler.4
Dürzilerin durumunda Çin bir cennet
gibi görünür, doğu kaynakları üzerine yaygın bir hayal kuvvetle vurgulanmaktadır.
Lübnan’da ölen bir Dürzi, Çinde yeniden doğacaktır. Yazar, Dürzi cenaze
törenlerinde söylenen ilahilerde, şarkılarda “Varış saatinizde Çin’in çocuklarına
mutluluklar” (Niyyal ehl el Şin sa’at at vaşltak) ifadesi geçmektedir. Dürziler,
daima ruh göçüne hürmet eden görüşlerinde Uzak Doğu’daki halkın bilincindedirler.1
Tudela’lı Benjamin’in2 ilginç
notunda, Sidon çevresi Dürzileri “Kandi’nin (Seylan) sakinleri” olarak
anılırlar. İki halkın arasındaki ruh göçü inancı aynı şekilde sonuçlanmaktadır.
II.KADER
VE GİZLE(N)ME
Kader fikrine göre Dürziler,
Kadiriye’ye3 karşı olan İslam’ın Cebriyye okulunun ayak izlerini takip
etmektedirler. Allah’ın her şeye gücü yeten olması sorununun uzlaştırılmasında,
insanın kendi arzusuyla yarattığı ilk engel, İslam’da ilk çatlaktır. İki
mezhep, İslam’da en eski iki bölünmeyi oluşturmaktadır. Kur’an kader ile ilgili
yorumlar bakımından bol miktarda satırlar içermektedir.
Kur’an Ali İmran Suresi
3:26-27.ayetler şöyle demektedir;
“3:26.
Şöyle yakar: "Ey mülkün/saltanatın Mâlik'i/sahibi olan Allah'ım! Sen
mülkü/saltanatı dilediğine verir, mülkü/ saltanatı dilediğinden çekip alırsın.
Dilediğini yüceltip aziz edersin, dilediğini alçaltıp zelil kılarsın. İmkân,
mal ve nimet senin elindedir. Sen, her şeye kadirsin."
3:27. "Geceyi gündüzün içine
sokarsın, gündüzü de gecenin içine sokarsın. Diriyi ölüden çıkarırsın, ölüyü
diriden çıkarırsın. Dilediğini hesapsızca rızıklandırırsın." (Yaşar
Nuri meali)
Şii Katkısı;
Gizle(n)me (Takiye)’nin ahlaki
ilkesi, Şia’nın, Ali ve ona katılanların, Emevi ve Abbasi dönemlerinde
uygulanan baskı ve zulümlerden korunmak için başvurduğu esas ilke olarak bu gün
Dürzilerce uygulanmaktadır.
İlke İslam’da oldukça eskidir ve Kur’an
Ali İmran Suresi 28. ve 29.ayetlerde;
3:28.
Müminler, müminleri bırakıp da küfre sapanları gönül dostu edinmesinler. Kim
bunu yaparsa Allah'la ilişiği kesilir. Ancak bir sakınma ile onlardan
korunmanız müstesna. Allah sizi kendisinden sakınmaya çağırır. Ve dönüş yalnız
Allah'adır.
3:29. De ki: "Göğüslerinizde
olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerdekileri, yerdekileri
de bilir. Allah her şeye Kadîr'dir." Ayetlerine dayandırılmaktadır.
Şiacılar ve Hariciler bunun yasal
olduğuna inanırlar. Şiilere göre, bir mümin, düşmanlarının hakim olduğu bir
yerde, kendisini veya din kardeşlerini korumak için açıkça dini inançlarını söylemeyebilir.1
Bu ilke, Mısır’lı İbrahim paşanın geçen
yüzyılda Dürzileri ve Hristiyan Marunilerin kiliselerini desteklemeyi ve onları
askere almayı tasarladığı geçen yüzyılda tarihte de kendisini göstermiştir.
Türk idaresinde oldukça yüksek mevki elde etmiş bir kaç yıl önce vefat etmiş
olan . Dürzi önderi Mustafa Arislan (Arslan)ın cenazesi Sünni ilkelere göre
defnedilmiştir.
Bu ilke İslam öncesi günlerde de
gizli dinlerin kendilerini saklamalarıyla bağlantılıdır. Çağdaş uygulamalarında
ise İran ve Suriye Bahailerinin, Selanik’teki Domneh Yahudilerinin (Ünlü Türk
bakanı Cavit beyin de onlardan olduğu sanılır.) ve Müslümanlar arasında yaşayan
küçük Asya’daki (Anadolu) Stavriote Greklerinin 1908 Meşrutiyetin ilanıyla Hristiyanlıklarını
gizledikleri bilinmektedir.
III.
BUZAĞI KÜLTÜ/DİNİ
Olgu;
Dürzi dininin “Buzağı İbadeti” ile
ilişkili olduğuna dair sürekli fısıltılar dolaşmaktaysa da bu Dürzilerce eşit
olarak kesinlikle inkar edilmektedir. Lübnan’da hiç bir Dürzi, kendisinin
buzağı ibadetiyle ilgili inanca sahip “Buzağı İbadetçisi” olduğunu kabul etmez.
Pococke gibi belirli gezginler raporlarında güvence vermişlerdir ama Volney2
gibileri de ret etmişlerdir.
Yeni başlayanların gözlerinden
uzakta kıskançlıkla gizlenen, “kalve” dedikleri inzivaya çekilme yerlerinden
Lübnan’da kırk kadar yer vardır, buralarda şüphe götürmeyecek biçimde gümüş
kutu içinde sokulmuş altın buzağılar korunmaktadır. Geçenlerde yüksek dereceli
bir Dürzi şeyhi “altın buzağı” olan kutuların 4 varlığını bir mülakatta pratik olarak
kabul etmiştir.
Apis Boğası
Paul Casanova, “Revue archeologique”5
deki raporunda pişirilmiş kilden koç, koyunları üzerinde El Hakim’in adı yazılı
şekilde keşfetmiştir. Hamza ve Baha el Din’in risalelerindeki paragraflarda “buzağı”
ve “buzağı ibadeti”ni küçültücü manada başvurular eksik değildir ve “El Esrar
(Sır)” balıklı mektuptaki bir paragrafta “Tanrımızın dirilişinin şekli kutusu” kaynağı
inkar edilemeyecek kadar açıktır. 8
Yorumlanması; Sorun, dini saran
gizli görüşler ve bazı kaynakların iki anlamlılıkları birer yorumdur. De Sacy,
buzağı sembolünün “İblis/şeytan) ve el Hakim’in rakibi olduğunu açıklar. Albay
Churchill, göreve ihanete kızgınlık olduğunu, Derezi, “buzağı, putlar kurarak
insanları aldatmak” tır diyerek onu geçersiz kılar.1 Yarbay Conder onun
paganizm kalıntısı olduğunu, buluşma yerlerinde sadece incitme ve aşağılama
davranışlarına karşı dayanışma için tutulduğuna karar vermiştir.2
Dürzi dininde Buzağı Dini
kanıtlandığına göre bunun bazı bağlantılarının erken İsrail ve Mısır dinleriyle
bağlantılı olduğudur. Hayvan ibadetinin büyük izleri, Doğu dinlerinde ve
Hristiyanlıkta hayatta kalmıştır.
IV
HAMZA’NIN YEDİ ŞARTI.
Sekiz Nas (Dogma);
Dürzi inancının başlıca nasları, bu
güne kadarki Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Yeni Paltoncu ve Mani atalarından
özetlenerek çıkartılmış sekiz temel ilkeden oluşur.
İlk nas, Tanrının birliğinin
itirafıdır
İkinci nas, tanrılığın başarılı görünüşünün
insan şeklinde olduğuna inanmaktır.
Üçüncüsü, El Hakim’in bu ilahi
dirilişlerin en büyüğü ve sonuncusu olduğunun kabulüdür.
Dördüncüsü, ilahi özü paylaşan beş
vekilin tanınmasıdır.
Beşincisi, Hamza’nın “Vali el Zaman”
olarak çağın en üstün idarecisi ve ilk vekil olduğunu kabul etmektir.
Sekizincisi de El Hakim yararına, Hamza’nın
yedi ilkesini gözetmek, İslam’ın Şartları olarak öğrendikleri kavramlardan
dolayı takipçilerinin bağışlanacaklarına inanmaktır.
İslam'ın Şartları bilindiği gibi
beştir; Allah’ın birliğine ve Muhammet’in onun peygamberi olduğuna inanmak, namaz
kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek ve zekat vermektir. Bu beşliyi Sünni İslam’da
hiç biri yerine getirmemektedir.
Hamza’nın İlkeleri;
İlk ilkesi, sözde doğruluktur,
ikincisi, iman kardeşlerine karşılıklı olarak yardım etmek ve korumaktır.
Üçüncüsü, bütün eski ibadet ve inanç türlerini terk etmektir. Dördüncüsü, şeytanı
(iblis) ve bütün kötü güçleri inkâr etmektir. Beşincisi, Tanrı El Hakim’in
birliğini itiraf etmektir. Altıncısı, Onun işlerini her ne olursa olsun kabul
etmektir. Yedincisi, gizli yerde onun
tanrılığına mutlak olarak boyun eğmek, halk içinde de feragat etmektir.
Kaynaklar ve İşlemesi;
İlkelerin ilk ikisi, Dürziliğin
kurucusu tarafından tabiatlarının ahlakı olarak söylenilmiştir ve bundan dönüş
yoktur. Üçüncünün ve dördüncünün kökenleri ise belirsizdir. Beşinci nas, önceki
dogmalarından kalıntıdır. İlk nasın uygulaması ise daha önce etrafını
çizdiğimiz gizlenme ilkesine göre kurulmuştur.
Bu nasların ikincisi Dürzi yaşamında
ve tarihinde belki en çok güce sahip olandır. Dürzi halkını tek bir sosyal vücut
yapar, mezhepten çok kardeşçe bir düzenin görüntüsünü verir.
Bu kardeşlik özelliği Dürzi halkının
sahip olduğu, onları bu güne getiren belirgin karakterlerin birisidir. Onları
sıkıntı zamanında, kendini koruma duygusu ile ve kendi gönüllü hareketiyle
birleştirebilmektedir.”
Kitaptan seçtiğim bölümlerin
çevirisi bitti.
Evet, dinlerin hepsinde olduğu gibi,
bu yazıda cinsel sapıklıklar, ilkel putperestlik kalıntıları, aralarında
yaşadıkları kavimlere düşmanlık vardır. Bu kavimlerin geçmişlerini M.Ö.600’lerde
Büyük Krus zamanında bölgeye yerleştirilmiş, topraklar elden çıktığında isyan
ettirilmeye müsait kripto kavimler oldukları açıktır. İran zayıfladığında Roma
ile, sonra İslam ve İran ile ve son çağdaş Roma İngiltere, Avrupa ve Amerika
Birleşik Devletleri ile işbirliği içinde olmaları, bazen onların da hedefi
olmaları bu insanların yaşam mücadelelerinden başka şey değildir.
İslam, Sassanilerin (İran) ve
onların desteğinde bölgede çıkartılan, Yahudi, Ortodoks Yahudi, Hristiyan
isyanlarının çıkardığı sorunlardan kurtulmak için Arap yarımadasında ağırlığı
olan Kureyş kabilesinden çıkarttığı bir peygamber üzerinden tanıttığı Nasturi
Hristiyanlığı, Süryani Hristiyanlığı merkezli İslam dini ile amacına
ulaşmıştır.
Ama birden büyüyen Arapların
kibirleri, Roma-İslam düşmanlığını getirmiştir. Bu da Roma’yı kızdırınca, İslam
doğuşundan 100 yıl sonra önce Abbasi hanedanı sonra Fatımi, ve Türk hanedanları
ile İslam’ın yaşamasına neden olmuştur. Türklerin İslam'ın ömrünü 1200 yıl
uzatması sayesinde hala İslam vardır. Bu yazı İslam’ın daha başında çöktüğüne
kanıtlardan birisidir.
Yahudilik, Hristiyanlık İran mamulü,
İslam ise Roma mamulüdür. Bu konuda “İslam Roma Tezgahı mı
adilyargic.blogspot.com” blogumdaki yazımı okuyabilirsiniz.
Umarım, insanların “kendi dini ve
milli kültürlerini yaşamak için neler çektiklerini” bu yazı anlatabilmiştir.
Ne şartla olursa olsun, bu günkü “Ilımlı
İslam” adlı yeni Roma dini de tutmayacaktır. Din rejimleri bu coğrafya için
çözüm değil sorundur ve sadece kan dökmeye yarayacaktır.
Takdir okuyanların ve
anlayabilenlerindir.
Dilimize çeviren ve yayınlayan
Alaeddin Yavuz.
19.12.2017 tarihinde yapılan ektir. Bir gün önce "alaeddinkeykubatyavuz" facebook sayfamda yayınlanmıştır.;
İngiliz Britannica.com ansiklopedik kaynaklarında Dürzileri anlatan bir makalenin dilimize çevrisi;
ECEVİT NE DEMEKTİR?
Türkler arasında anlamı bilinmeyen ama, eski başbakanlarımızdan merhum Bülent Ecevit'in soyadı hep aklımın bir kenarında kalmıştır.
Ecevit ne demek ki, Türkçe olsa bir başka kelime, fiilde çekimi olur, oysa hiç benzeri yok diyordum. Sonunda buldum.
Dürzilere dinlerinin ilkelerini gönüllü öğreten din adamlarına ECEVİT =CÖMERT denir.
Dürziler, Vehhabiler gibi içki ve tütün yasakları vardır. Kripto yaşarlar.
DÜRZİLİĞİN BEŞ ŞARTI!.
Yezidilik ve Dürzilik, İslam öncesi Mecusilik denilen dinin Yemame bölgesinde yaşayan günümüz Suud ailesinin ataları Beni Temim Yahudilerinin kurduğu İsmailiye tarikatı öğretisinden türetilmiş, Allah’ın insan olarak Mısır Fatimi kralı El Hakimolarak tanıyan, "Ölen Tanrı Kültü" ne ait dindir.
El Hakim ve çağdaşları olan etrafındaki dört kişi de en büyük yardımcı tanrıları-melekleri oluştururlar.
El Hakim, 11. Yy. Mısır Fatimi kralıdır. Evrenin sahibi Bir Olan Tanrı (Sabi Cinze Kitabından) onun bedeninde şekillenmiştir.
(1)Hamza İbn Ali, El Hakim'in çağdaşıdır. Allah /El Hakim ile doğrudan ilişki kurabilen haberci melek Cebrailin görevini yapan ikinci büyük kişiliktir. Dürzilik dininin beş şartını ve dinin sistematiğini kurmuştur. İnsan bedeninde şekillenen tanrı ve yardımcıları ölümlüdürler. Ölüm ile ruh yeni doğan bir Dürziye geçer. Her Dürzi ölünce yeniden DÜRZİ doğar, dinden çıkma yoktur.
Hamza İbn Ali, kendisini dinin ilk şartı/hudut olan, (2)İsmail İbn Muhammet et Temimi'nin bedeninde şekillenmiş evrensel ruh/Nefes'ten çıkan El Akl yani, ilahi Akıl olarak tanımlamıştır .
Kelam/Söz, Allah’ın sözü de, evrensel ruh nefesten (3)Muhammet İbn Vehbi el Kureyşi olarak şekillenmiş ve açıklanmıştır.
Dördüncü şartı da Önce Gelen (Es Sabık) veya Sağ Kanat (Cenah el Ayman) da (4)Seleme İbn Abdülvehhap es Samiri'nin bedeninde şekillenmiştir.
Beşinci şart da Yerine Bakan, Vekil veya et Tali (Cenah ül Aysar) da (5)El Muktena Bahaüddin'in bedeninde şekillenmiştir...
Çeviriyi burada bitirdim.
Allah'ı, Fatımi kralı El Hakim sıfatında gören ve "İnsan Bedeninde görünüp ölebilen ve yeniden dirilerek Hz. İsa kişiliğinde görülen İnsan Bedenli, doğan, ölen Tanrı" kavramı İslam'da yoktur. En azından bu tür sıfatların üzeri örtülüdür. Bu kavram İslam'a kökten terstir. Dürziliğin beş şartını da insan şeklinde görünen yardımcı tanrılar olarak tanımlamak da aynı anlama gelir. Buna inanan İslam dinine göre dinden çıkmış kafir, müşrik sayılır.
Böyle olmasına rağmen bu İslam öncesi inanış günümüzde İslam olarak bütün İslam dünyası ve ülkemizde öğretilir, hükumet mensuplarının dillerinde söylenir olmuştur.
Allah ve yardımcılarının insan bedeninde şekillenmesi, "Baba Allah/Ata Allah (Ataullah)", her şeyi "Söz/Kelam/Ayet ile yaratması, Kelam Allah-Ayet Allah (Kelamullah ve Ayetullah aynı anlamdadır) ve evrenin ruhundan, nefesten yaratılma da "Ruh Allah/Ruhullah" adlarıyla İslam fıkhına da girmiş Süryani, Nasturi, Yahudi, Hristiyan teolojilerinin temel ilkeleridir.
Özellikle İran devrimi önderi, Ayetullah Ruhullah Musevi Humeyni'nin adlarının ikisi bu tasavvufun ilk iki şartından oluşturulmuş uydurma bir addır.
Humeyni bu adıyla, Ayetullah yani Kelamullah, Allah'ın Sözü, Ruhullah adıyla da "Ruh Allah, evreni yaratan nefes" olduğunu iddia ederek kendisini "doğan-yaşayan -ölen insan tanrı" olarak kabul ettirmiştir.
Bazı Alevilerin Ali sevgisi ile bu Hamza İbn Ali aynı kişi olmalıdır. Dürziler de Aleviyiz derler.
Kürt Yezidiliği de bu dinin mezhebidir.
Tayyip Erdoğan'a Allah, Akp'ye Allah'ın Partisi yakıştırması bu inanç gereği yapılır. Fatimiler, El Hakim adlı Allahları döneminde Mısır'ı yağmalamışlardır. Yeni Allah'ları RTE döneminde de Türkiye ve İslam coğrafyasını yağmalamaktadırlar.
Vehhabileri de bunlara eklemeliyiz. Bu defa Suriye ve Lübnan Dürzileri bunlara katılmamış, hedef olmuşlardır.
06
Şubat 2016 tarihli “Sputniknews.com” internet sitesinin haberinde, geçtiğimiz
Perşembe günü “Arap İslam Doğu Entitülerinin idarecilerinden Boris Dolgov,
Sputnik radyosuna verdiği mülakatta Türkiye’nin Suriye’ye girme olasığığının
yüksek olduğunu söylemiş.
Suudi
Arabistan savunma bakanı danışmanı general Ahmet Aşiri’nin Suudi ordusnun
Suriye’ye karadan giriş yapacağı açıklaması da Rsuya savunma bakanlığı sözcüsü
İgor Konashenko tarafından dile getirilmiş.
Aynı haberde, Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın da,
Suudi Arabistan ile Türkiye’nin kökten dinci İslamcı örgütleri
desteklediklerini söyledikten sonra, “Amaçları Suriye’ye Sünni bir idare
getirmektir. Bu Türkiye ile Suudi Arabistan’In ortak amacıdır. İlave olarak
Türkiye’nin Suriye’Nin topraklarından bir kesimi topraklarına katarak Osmanlı
imparatorluğunun parçası olan Türkmenleri oraya yerleştirmeyi istediğini
belirten açıklamasına yer vermiş, Türkiye’Nin Rusya varlığını göz ardı ederek
yapacağı hareketin karşılıksız kalmayacağına dair açıklamalarla haber devam
etmiştir.
Aynı
internet sitesinde yayınlanan Kürt medyasına dayandırılan 21 Ocak 2016 tarihli
haberde, Türkiye’nin göstermelik Işid’i engelleme amaçlı olarak Salı günü
Suriye’ye girdiği, Kürt birliklerini sınırdan uzak tutmak için operasyon
yaptığı haberi Sputnik Brezilya ajansına dayandırılmıştır.
Aynı
haberde Kürt Hawar News haber ajansının linki verilerek “1000 kadar Türk askeri
birliğinin, IŞİD mayınlarını temizleyerek askeri araçlarıyla Halep’in içine
kadar girdiği yazılmış ve haber, bu konuda Tayyip Erdoğan’ın Cerablus’ta
Daiş’e, YPG’ye karşı koalisyon güçlerince operasyon yapılacağı açıklamasını
eklemiş ve haber devam etmiş.
Bizim
basınımıza bu gün sızanlara göre de Suriye’ye girilmesi endişesi dile
getirilmiştir.
Suriye
ordusunun Rus savaş uçaklarının desteğiyle Halep’i vurmasının ardından bölgede
sıcak saatler yaşanıyor.
Suriye
ordusunun Rus savaş uçaklarının desteğiyle Halep'i vurmasının ardından bölgede
sıcak saatler yaşanıyor. Rusya, Türkiye'nin Suriye'de askeri operasyon
düzenlemek için hazırlık yaptığını iddia ederken Suudi Arabistan ise Suriye'ye
yönelik kara harekatına hazır olduklarını açıkladı.
Rusya,
Türkiye'nin Suriye'de askeri operasyon düzenlemek için hazırlık yaptığını iddia
etti. Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü Igor Konaşenkov, “Türkiye’nin bağımsız bir ülke
toprağında, Suriye’de askeri operasyon için yoğun hazırlıklar yaptığına ilişkin
önemli nedenlere dayanan şüphelerimiz var” diye konuştu.
Oda
Tv internet gazetesinin “Türkiye Savaşa mı giriyor?” başlıklı haberinde;
Suudi
Arabistan ve Türkiye'nin Suriye'de kara operasyonuna hazırlandığı iddiasına
Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim bu niyeti olanların "tahta
tabutlarda" geri dönecekleri yanıtını verdi. Muallim "Kimse
Suriye’ye saldırabileceğini ya da onun egemenliğini ihlal edebileceğini
düşünmesin zira sizi temin ederim ki ister Suudiler ister Türkler olsun
saldırgan ülkesine tahta bir tabut içerisinde döner” dedi.
AKP
Sözcüsü Ömer Çelik, dünkü açıklamasında büyük bölümünü YPG’nin oluşturduğu
Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Fırat’ın batısına geçtiğinin tespit
edildiğini söylemişti. YPG’nin Fırat’ın doğusuna ilerleyerek Tişrin Barajı
bölgesini ele geçirdiği yönündeki iddialara yanıt veren Çelik, “Fırat’ın
batısını yakinen takip ediyoruz” demişti.
Buraya
kadar basında, ülkemizin üstü kapalı şekilde Suriye’de bir operasyon yaptığı ve
NATO operasyonlarına destek verdiği gerçeğine bakarak ta bunun mümkün olacağı
tartışma götürmemektedir.
Bunların
ışığında benim aklımı karıştıran konu ise, 13 yıldır AKPKK koalisyonu nazar
değimesin denilecek tarzda iyiyken birden başkanlık uyuşmazlığının PKK’nın
cemaat ile ortak harekete geçmesinin ardında ne olabileceğidir.
AKP,
kendi seçmenine ülkeyi savaşa sokmayacağına dair çok büyük güvence verdiğinden
midir yoksa, kocabaş devletleri kızdırmama siyasetinden midir nedir ama ikisi
de olabilir, bu amaçla üstü örtülü bir şekilde ülkeyi savaşın içine soktuğunu
gizlemektedir.
Oysa
ABD dış işlerinden John Kerry daha bir kaç önce gelmiş ve ülkemizden ayrılıp
Paris’e gittiğinde, Türkiye ile ABD’nin karadan Suriye’ye gireceğini
açıklamıştı.
Daha
sonra karşılıklı gitgeller yaşanmış, en sonunda başbakan Ahmet Davutoğlu,
genelkurmay başkanı Hulusi AKAR paşayı da yanına alarak Suudi Arabistan’a
gitmiş ve 300 adımlık bir proje hazırladıkları açıklanmıştır.
Doğrudan
bir dünya savaşına neden olmamak için ABD-NATO koalisyonu ve onlara muhalif
olarak Rusya, Çin, Kuzey Kore ve onlara katılan toplam on kadar ülke Suriye’de
güç bulundurmaktadırlar.
Peki
Türkiye ile Arabistan ikisi Suirye’ye girince kimle savaşacaklardır? Beşar
Esadn Suriye ordusuyla mı?
Hayır.
Son
iki günde facebook sayfalarına ulaşan paylaşımlarda, Türkiye’nin Suriye’ye
giriş yaptığı, Rus birliklerinin ağır silahlarla Türk askeri birliklerini yok
ettikleri ve Suriye’nin de Halep’i ele geçirdiği bilgisi yayıldı.
O
günlerde de şehit haberleri birden, “11” olarak açıklanmış ve malum PKK’nın
özerklik amaçlı şehir savaşlarına karşı verilen mücadelede öldürüldükleri
belirtilmiştir.
Evet,
ciddi olarak güneydoğumuzda bir cehennem ateşi sürekli alazlandırılmaktadır ve
güvenlik güçlerimiz de kayıp verilmektedir.
Ama,
şeytan işte sorduruyor?
Bu hareket "Suriye'ye girmeme
nedeniyle mi yapıldı?
AKP’nin,
birden başlayan terör örgütü ile çatışma süreci, gizli yapılan Suriye
savaşından gelecek ölümlerin üstünü örtmek ve terör olaylarına mal ederek,
komşu ülkeyle yapılan savaşı maskelemek amacıyla mı yaratılmıştır,
dedirtmektedir.
Bu
konuda iddiaları da haber linklerini de aşağıda verdik.
Herkesin
sustuğu, kuzu kuzu her şeyi olağan gösterdiği görsel yazılı medyaya rağmen kulaklarınıza
kar suyu kaçıralım dedik.
Gelen
şehitlerin hepsi güneydoğudan olmayabilir, bunu bir yerde ek bilgi olarak
tutunuz.
Bazı
ahmaklar da benim Yezidi-Sünni/Türk düşmanlığını kanıtlayan, bunun da PKK
Kürtçülüğünün esası olduğunu yazmamı, “senin yazılarından dolayı ölümler
artıyor böyle yazığ tahrik ediyorsun” şikayetlerinin aslının da kendilerinin de
Kürt Yezidi olmaları olduğunu, şikayetlerinin sebebinin bu olduğunu da
belirteyim.
Ben
benzeri yazıları 10 yıldır yazıyorum, olaylar beş milyarlık blog barındıran
internet bolglarından sadece biri olan blogumda yazdıklarımdan çıkıyorsa, neden
barışçı yazılarım gö z önüne alınıp da herkes barışa doğru yönelmez, onu da
açıklayın o zaman?
Gündemi
takip edemeyen ahmaklar ile, aramıza vatansever, ulusalcı solcu görünümüyle
giren PKK-Kürtçü kriptoların şikayetlerinin nazarımda kıymetleri yoktur,
eleştirilerinin de öyle.
AKP
ile PKK arasında bir fark yoktur ikisi de Amerika ve Avrupa Birliğinden ibaret
Hristiyan haçlı dünyasının projelerinin taşeronlarıdır. Bu terk edilmesi
gereken bir zarurettir.
Herkes,
bastığı toprağa, Atatürk cumhuriyetinin kazandırdığı demokratik kazanımlara
sahip, emğeryalist işgalcilere ve işbirlikçilerine karşı çıkmalıdır.
Takdir
okuyanlarındır.
Alaeddin
Yavuz
Suriye
dış işleri bakanı Velid Muallim’in açıklaması;
Ermenice, Aramice, Kürtçe ne zaman devletin resmi dilleri
arasına girdi?
Dün facebook paylaşımlarında bir arkadaşın paylaşımı
dikkatimi çekti. Diyarbakır ili Merkez ilçesi Sur belediyesinin resmi levhası.
Resim yazısı ekle
Levhada ;
“SUR BELEDİYESİ” (Türkçe)
“ŞAREDARIYA SUR” (Kürtçe)
ve Ermenice ile Aramice yazılmış aynı manada yazılar var.
Mevcut anayasamıza ve yasalarımıza göre hiç bir resmi kurum
resmi levhalarında ve yazışmalarında Türkçe dışında dil kullanamaz.
Turizm tanıtım levhaları gibi resmi kurumlar levhalarını
düzenleyemezler. Hatta Birleşmiş Milletlerce tanınmamış dillerde dahi yazışma,
tercümanlık, rehberlik hizmetleri veremezler.
Bunlar özel turizm ve benzeri danışma kurumlarınca yerine
getirilir. Ancak, uluslararası tanınmamış bir dilde dahi mesela Galce dilinde
konuşan bir İngiliz turistin ifadesini “İngilizce” olarak beyan etme
zorunluluğu vardır. Galce’den İngilizce’ye, İngilizceden Türkçe’ye çevrilerek
ifadesinin alındığı yazılan bir turist için düzenlenen tutanak uluslararası
ciddi sorunlar yaratır.
Bize gelince, doğu Anadolu’da Kürtçülük mücadelesi diye
boyanan boyalı gözümüzü silip gerçeği görmemizin zamanı gelmiştir.
Kürtçülüğün arkasının Ermeni, Süryani, Keldani, Yahudi
hareketi olduğu ve küresel sermayenin desteğinde şimdiden otonom bölge ilan
edilmiş olduğu gerçeği ortadadır. Bu levhanın başka açıklaması yoktur.
Devletin resmi kurumları bölgenin etnik yapısına göre,
Ermenice, Kürtçe, Aramice dillerinde resmi lavhalar düzenleyebiliyor ve devlet
buna ses etmiyorsa söylenecek tek söz vardır.
Türkiye Cumhuriyeti’ne geçmiş ola.
Ortada devlet millet kalmamış.
Zaten “Yeni Demokratik
Anayasa” adı altında bu dilleri ve bu dillerde konuşanların özerk bölgelerini
tanımlayacak, Anayasa ve yasalardan TÜRK adını çıkartacak bu devletin
tasfiyesine sebep olacaktır.
Doğuda PKK ile mücadele adı altında “başkanlık sistemi
pazarlığı” yapılmakta, bu pazarlık uğruna insanlarımız ölmektedir.
Yarım yüz yıldır "Atatürk ilkelerini ve rejimini, demokrasiyi koruduğunu" beyan eden, solcu diye gençleri idam sehpalarında sallandıran, devlet kurumlarından uzak tutan, sokaklarda terör örgütlerine vurduran devletin koruyucusu ordu bunlara nasıl göz yumabiliyor?
Onlar göz yumuyorsa, yargı göz yumuyorsa bu devlet bitmiş demektir.
Haydi, doğuda terör örgütüne karşı ciddi bir mücadele yürütüyorlar, haydi ordumuzun polisimizin yanında olalım diyoruz.
Ortada şehit, gazi yok. Meslek
seçimi vardır.
Cumhurbaşkanından sırayla geriye doğru en son paralel ilan edilen Bülent Arınç Ermeni'sine kadar doğuda, "çözüm süreci" bahanesiyle, ordunun kışlaya, polisin karakollara hapsedilmesi, terör örgütünün devletin elinde olmayan silahlarla yığınak yapması, askeri, adli, idari kurumlarını kurması dışında halktan gizlenen apaçık bir devlet ilanı gerçekleşmiş de haberimiz yokmuş.
O halde, vatan millet davası mı kalmış sayın vatandaşlar?
Çocuklarınızı asker de polis
de etmeyin. Ederseniz, siz bilirsiniz, o zaman ağlamayın.
Bu azınlıkların adlarıyla anılacak bir yeni Bizans/Roma
devleti için mi evlatlarınız kıydıracaksınız?
Neyse siz yenisini yaparsınız ne olacak ki?
Başbakan açıkladı. “çocuk yapmak ibadettir.” Evet yeni
savaşlar geliyor, ölmeye gönüllü çok gence ihtiyaç var.
Haydi, yorgan altına peydahlayın bahtı karaları, sonra kim
atacak cenazelerde naraları?
Arami Alfabesi, Ortodoks Hristiyan Süryanilerin/Sabilerin diline ait alfabedir. Bunlar da Ermeniler gibi Yezidi Kürtler ile birlikte Osmanlı'dan beri devlete asidirler.