"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

23 Şubat 2012 Perşembe

BAŞBAKANA PROTESTO OLMAZ SECDE EDİNİZ

BAŞBAKANA PROTESTO OLMAZ SECDE EDİNİZ!

Hopa'da ölen emekli öğretmen
 Metin Lokumcu
Başbakanın korumaları nerede bir protesto olayı olsa vatandaşa meydan dayağı çekiyorlar. Artvin’de bir koruması protestoculara karşı laf yetiştirirken otobüsten düşüp yaralanmıştı ve devam eden olayların sonucunda bir öğretmen polislerin sıktığı gaz sonucu hayatını kaybetmişti.

Dün akşam İstanbul Üsküdar Altunizade’de “yumurta atmadan, küfür etmeden protesto eden gençlere arabalarından inen yakın korumalar yerlere yatırarak meydan dayağı çekti.

Yandaş medyalarda bile “tepki” gören bu olay başbakana karşı duyulan derin korkuya rağmen “kendi bilgileri dışında güvenlik görevlilerinin marifetleri” olarak yorumlanabildi.

Altunizade'deki "meydan dayağının resmi

Basın mensupları başbakandan o kadar korkuyorlar ki sormayınız. Dün akşam Beyaz Tv’de büyük yalamalar Hazreti Nagehan Salça ile Hazreti Latif Üçbuçukatar’ın programını seyrediyorum. Konukları arasında MSP’nin eski tüfeklerinden Oğuzhan Asiltürk var. Hükümetin tamamen ABD kontrolüne girdiğini söyler söylemez adamın sesini  gereksiz sorularla kesmeye çalışmaları üzerine adam sonunda dayanamadı ve Latif Üçbuçukatar’a şöyle dedi;


“-Yav iki de bir hükümetimiz, hükumetimiz, başbakanımız deyip duruyorsun. Başbakandan, hükümetten ne çok korkuyorsun?”
Asla mesnetsiz yazmayız!

Bu ifade bile basında yerleşmiş korkunun üstüne çıkmış dehşeti göstermektedir. Başbakan çalışma ofisi olarak Dolmabahçe Sarayını seçtiğinden ve B.O.P projesini “Yeni Osmanlı Projesi”  adıyla anmaya başladığından beri kendisine  “Sultan” yakıştırması haklı olarak yapılıyordu.

Latif Üçbuçukatar kardeş!
N'apsın atmasında? Atmayan var mı?
Korkusu çok açık olduğundan böyle ad verdim
ama diğerleri de ondan aşağı değil!

Davranışları da kendisini böyle gördüğü yönündedir. Demokratik yasalarla iktidara gelen başbakan demokratik rejimlerin esası olan “sevgi gösterme ve protesto etme” özgürlüklerinden “protesto edilmekten” ne kadar nefret ettiğini her daim gözler önüne sermektedir.

Akşamki olay da buna tuz biber eken cinstendir.
Osmanlı padişahları yeryüzünde “tanrının temsilcisi” olarak kabul edildiğinden geçtiği yerlerde halk tarafından “secde edilerek” selamlanırdı. Bu tür selamlama bütün Uzakdoğu ve Ortadoğu ülkelerinde yaygın olarak mevcuttur.

Padişah III.Abdülhamit RE.T.E. Hazretleri  (Masonluk-RİTE-Ayin)

Dolmabahçe Sarayına “Sultan” olan başbakanın özlediği “halk tipi” geçtiği yerlerde secde ederek kendilerine “uzun ömürler dileyen, “dindar” yani onun anladığı tarz dindar *sorgulamadan itaat eden, sadaka kültüne razı olmuş, bayram harçlığı ile öbür bayrama kadar geçinen, ABD-İngiliz mason localarının talimatlarına uygun siyasetlerini sorgulamayan bağnazlıkta bir halk aramaktadır.


Sayın vatandaşlar eğer sokak ortasında yerlerde tekmelenerek dayak yemek, karakollarda sorgulanmak, mahkemelerde sürünmek istemiyorsanız, başbakanı asla sorgulamayınız, protesto etmeyiniz ve gördüğünüz yerde secde ederek “tanrıdan” yani İsa ile Yahweh’ten Sabi tanrısı Sin'den, Yezid tanrısı şeytan Tavus'tan  ona uzun ömürler vermesini, saltanatının daim olmasını dileyiniz!

Ve haşmetli kişilikleri ile yalama badigardları yakınlarınızdan geçerken;

“PADİŞAHIM ÇOK YAŞA!!!” Deyiniz!
1912 Uşi Antlaşması ile Libya İtalyanlara teslim edilirlen, Sultan mehmet V.Reşat'tan medet uman Libyalılar onu "Secde" ederek selamlıyorlar. Ama secdeleri onlara bir fayda getirmedi.

Her şeyi göze alarak protesto etme cesaretini gösteren bu vatansever arkadaşların hakkını inanın ödeyemeyiz. Bu vatansever arkadaşları yürekten kutluyorum!

Aydınlık günler uzak değildir yeter ki isteyiniz ve mücadele ediniz!

Saygılar!

Alaeddin YAVUZ

11 Şubat 2012 Cumartesi

BAŞBAKAN İLAÇLANDI MI?

BAŞBAKAN İLAÇLANDI MI?

Başbakanın bir kaç hafta öncesi Pendikte özel bir hastanede geçirdiği sindirim sistemi  ameliyatı ile bu soru gündeme gelmişti.
Ben yüce Atatürk’ün, Cemal Gürsel’in, İsmet paşa’nın CHP Genel Başkanlığında iken Abdi İpekçi’ye yaptırdığı “Üsler Araştırmasının” ardından yerini gene ABD’de eğitim görmüş gelmiş Bülent Ecevit’e terk etmesinden kısa sure içinde 1973 Şubatında aramızdan ayrılmasında bile “olabilir” diye yazmıştım. (Sol’a Açılan Haçlı Seferi ve Cumhuriyet Tarihimiz” başlıklı araştırma yazım)

Peki, başbakan ABD tarafından allanıp pullanıp iktidara getirilmiş ve sömürgeci güçlerin her dediklerini yapan birisi olarak nasıl olur da ilaçlanabilir?

Şu şekilde ilaçlanabilir;
Başbakan’ın benim tespit edebildiğim iki sabıkası vardır. İlk sabıkası, Rus Gürcü Savaşına orduyu Gürcistan’ı korumak için sokmakta  başarısız olmasıdır. İkinci sabıkası da Libya saldırısında çekimser, Suriye’ye karşı isteksizliktir.
Ve İran’la ilişkilerinde ABD ve işbirlikçisi olan AB topluluğunu kıllandırmasını da eklersek üç sabıkası görünürde olanlardır.

Hugo Chavez- Tek Sosyalist
Siyaset Adamı
Hilal İşareti ile aşağıdaki "NUN"
ن  harfine bakınız!
Bayrağımızın yıldızı
Nun harfinin "noktası"
 haline getirilmiştir.
Venezuela devlet başkanı Hugo Chavez ( Ugo Çavez) başta Brezilya başbakanı olmak üzere bir çok Güney Amerika kıtasındaki siyasilerin seri şekilde “kansere” yakalanmalarını ABD’ye bağladığını hatırlayalım.
Daha dün ABD yetkilileri “Suriye'ye Türkiye ve körfez ülkeleri saldırsın!” beyanında bulundular. Bu da AKP ve başbakan üzerinde ciddi bir emperyalist baskı olduğunu göstermektedir. AKP’nin emriyle Suriye’de gizli görevli ülkemizin askeri ve istihbarat örgütlerinden bazı görevlilerin “Arap Baharı’na” katkıda bulundukları iddiaları “anti emperyalist” olan ülkemiz ve dış basınında işlenmektedir. Ancak bu destekler gerektiği gibi yürümemekte ve sömürgeci güçleri sinirlendirmektedir.

Alt Orta "NUN"  ن‎  harfidir. 
İran Nur Mason
Locası'nın Sembolüdür.
M.İ.T olayında bu kuruma saldıranların özellikle bayrağımızdaki Hilâl remzinin, bazı yandaş TV ve yazılı basının logolarında  Nurcuları temsil eden Arap Alfabesinin “NUN- Nur’un baş harfi” ( Nur, Müslüman, Hrisityan ve Yahudi Mason Localarının ortak adıdır) harfine benzetilerek kullanıldığını AKP iktidarından beri görüyoruz. İşte Fethullahçı/ Said-I Kürdi Deliüzzamancı olan bu “ihanet çetelerinin” kanallarında ve yazılı basınında M.İ.T’e yapılan açık saldırı aslında başbakana “çekil” saldırısı olarak da yorumlanabilir.




Pensilvanya’daki malikânesinden hizmetinde bulunduğu  Yezit/ Sabi dini kökenli Mason Localarının emirleri ve sıkıştırmaları ile “çıkmaza” düşen Yezidi Gregoryen Ermeni dönmesi Fethullah Gülen’in başbakana bir “müdahalesi” olarak yorumlanabilecek bir “grup çatışması” iki gündür bizleri oyalamaktadır.
Suriye ve İran ülkelerinde yürütülen sinsi  hesapların yürütülmesinden sorumlu MİT karışıklığından bir “Özel Yetkili Savcının” tayini ile MİT'e kalkan olacak yasa taslağı çıktı.

Ardından başbakanın ameliyatı kafaları karıştırdı. Görünüşe göre ABD emperyalizmi başbakandan hoşnut değil. Dün AİHM ( Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) Ergenekon soruşturmalarının "ADİL" (!) olduğunu onayladı. Bu da AKP siyasetlerine her türlü destek sürüyor anlamına gelir.
Ama Suriye saldırısı bunca desteklere ragmen gerçekleşmiyor.”Amerika’nın talimatlarına “engel” oldukları” gerekçesiyle içeri atılan generallere rağmen Suriye operasyonunun gerçekleşememesi başbakanı sabıkalı mı kıldı dersiniz?

Avustralya'da Katolik Üniversitesinde F. Gülen Kürsüs açılış resmi
Yani Gülen artık bir HIRİSTİYAN AZİZİ'dir.

Bana öyle görünüyor.Yerine Cumbaba köşkündeki muhterem zat mı yoksa Dersim sürgünü Yezid Manisa'lı Bülent Arınç mı gelir? İnanın göze görünmeyen o kadar çok işbirlikçi yalama var ki. Başbakan bir şekilde ortalığı boşaltsın bakın ne gönüllüler göreceğiz.

Emperyalizm, Atatürk gibi bir kahramanı uluorta harcayabilmiş, İsmet paşa gibi bir işbirlikçisini bile ölümüne yakın “asi” edebilmiş, Menderes gibi bir “emirerini” bağları kopartacak dereceye getirip, ipe çektirmiştir.
Cumhuriyetin ilanı ile başlayan “diktatörlük” olarak da yorumlanabilen devlet idare şekillerinin ardında, “bebek emperyalist” ABD ve mason localarının yürüttüğü “milliyetçilik, demokrasi ve eşitlik” siyasetlerinin etkisinde kalan aydınlar bu masonlara katılmışlardı ve onların “hoş görülü” olmaları hoşlarına gitmiş, ABD yardımları ile ülkelerini kalkındırma sevdasına düşmüşlerdi.

Ama “diktatörlük”  olarak yorumlanabilecek uygulamaların ardında ise “devleti koruyan vatansever” bir kadronun “olur olmaz” saldırıları önlemek için tedbirli olmaları yatmaktaydı. En azından Türkiye ve SSCB’de durum böyleydi.
1950 Menderes iktidarıyla başlayan “ikili anlaşmalar” ile emperyalizm ülkeyi her hükûmet döneminde bir kez daha esir aldı. Siyasi iktidarlar onların mason işbilikçileri aracılığıyla iktidar olduğundan “heyecanla” bu ikili anlaşmaları imzaladılar. Bu AKP ile de sürdü. Abdullah Gül’ün “Türkiye’nin işgalini de içeren” meşhur dokuz sayfa on bir maddelik ikili anlaşması da buna delildir.
Ama emperyalizm “şeytana tapan büyücü masonlardan” oluştuğundan bizim şeytanların şeytanlıklarını yapmadan önce kestirebilmektedir.

1950’lerin şaşkın aydını Adnan Menderes veya Yunanistan eşiti Yorgo Papandreu, Pakistan’ın Müşerref’i, 12 Eylül 1980 darbe projesi mucidi Dersim Çemişkezek Yezidi Turgut Özal veya yanar dönerlikte master sahibi Recep Tayyip Erdoğan da olsanız inanın onların olduğu gibi sizin de bir “son kullanma tarihiniz” vardır.
Emperyalizm dünya düzenini yıllardır yürüttüğünden tecrübelerine dayanarak siz daha işe başlamadan sizin son kullanma tarihinizi belirler.
İster beğenelim ister beğenmeyelim, başbakan bir şekilde ilaçlanmıştır. Artık yerini yeni bir işbirlikçiye terk etmek üzeredir.
Bilmediğimiz ise başbakanın bu oyuna ne kadar devam edebileceğidir?
Son olarak tartışılması gereken de Suriye ve İran işgallerinde Türkiye ve öteki işbirlikçi ülkelerin ne kazanabilecekleridir?

Ben 2006- 07’de yazmaya başladığımdan beri  gelişmelerin “emperyalizmin ekonomik bir proesi” olmadığını tersine I.Dünya Savaşından sonar yeni dünya düzeni ile gerçekleştirilen “güçler dağılımının” cil’in Vahiyler bölümündegeçen “Kıyamet cesi çıkacak meleklerin” yazıldığı ayetlere gore yapıldığını,lkelerin bayrklarına kadar bir çok delille yazmıştım.
Hedeflenen B.O.P Haritası
B.O.P projesi, Türkiye’yi Suriye, İran ile savaşa sokup, Çin ve  SSCB ‘ye Türk ve Müslüman dünyasını kırdırmak ardından da “tam bir Haçlı İşgali” ile sonuçlanacak bir “dini işgal projesidir.
Bu yüzden Türkiye acilen”NATO ve AB” yapılanmasından çıkarak “tarafsızlığını” ortaya koymalıdır. NATO ve AB bzi işgal ederse, zaten edecek ve kırdıracak her siyaseti açıkça, üstüne basarak söyleyerek bunu itiraf etmektedirler.
Olay tam bir Haçlı operasyonudur. Suriye veya İran’ın düşmesinin ardından bütün Müslüman ülkelerin işgali gerçekleşecektir.
Fethullah Gülen eğer gerçekten bir vatansever ise,bunca saldırı ve hakaretlere “vatana hizmet duygus yüzünden katlanan birisiyse” ve “hiç kurtuluşu yoksa” acilen bu projeden intihar falan ederek çekilmelidir. Bu projeler “ekonomik yeni dünya düzeni” değil, dini, siyasi projelerdir.

Bana sorarsanız 2023'den önce sürprizler gelecek!
Bu yazı “aşırı komplo teorisi” olarak yorumlanabilir. Murat Bardakçı da bir kaç yıl once bunları öyle yorumluyordu. Ama bu güne kadar yazdığım her şey gerçekleşti. Tespitlerimdeki doğruluk benim “kâhinliğimden” değil, siyaseti doğru okumamdan kaynaklanmaktadır.
Bin beş yüz yıldır İslam’ın ve doğu milletlerinin kalkanı olmuş onurlu Türk Milletini “işgalci Haçlı Ordusu” yapmaya ve bu adla anılmasına neden olmaya ne AKP’nin ne Fethullah’ın ne de bir başkasının hakkı vardır.
Hatta Türk Milletinin bile kendisinin böyle anılmasına neden olan bir projede “kölelik” etmeye hakkı yoktur.


Saygılarımla!

4 Şubat 2012 Cumartesi

HİKSOSLAR TÜRKLER MİYDİ?


HYKSOSLAR KİMLERDİR ?

Aşağıdaki yazım ve yorumum tamamen dinlerin mantığına göre yazılmıştır. Çünkü geçmiş çağlarda yeryüzünde bütün kavimler ve Türkler de “tanrının yarattığı, kurduğu” dine dayalı devlet kültüne sahipti. Her millet tanrısı tarafından yaratılmış ve inançları da kendilerini yaratan tanrıya teşekkür etme ve ondan yardım ummaya dayalıydı. Bu durumda tarihi de materyalist açıdan yorumlamak tarihi dine dayandırılan sayısız savaşların yapılmasındaki açmazları aydınlatamayacaktır. Devletler din devletiyse icraatları da dine göreydi. İşte Türklerin savaşçılıklarının ve “şeytana tapan kavimlerce, şeytanın ordusu olma iftirasına maruz kalmalarının sırrı da gene dinlerdedir. Sabi kökenli Mason tarikatlarının ve siyonizmin dünyayı yönettiğini ve başımıza her türlü gericiliği ve pislikleri musallat ettiği dönemde bunlara karşı toplumu örgütlemek de “dini onların elinden almak” ile olacaktır. Bu çalışmam da bu amaca yöneliktir.

Hiksos adı Mısır’ı işgal eden (M.Ö.1530’larda) ve “511” yıl hükmettiği yazılan kavmin adıdır. Bu konu Mısır’lı tarihçi Maneto’nun kayıp kitabında geçmektedir. Kitabın varlığı İskenderiyeli Apion’un Yahudileri kızdıran yazıları sonucu cevap olarak “Contra Apıon” yazısını kaleme alan Yahudi tarihçi Flavius Josephus’un yazısında yaptığı alıntılardan anlaşılmıştır. Aşağıdaki kısa hikaye de o yazıdan alınım bir kısaltmadır. Tercümesi bana aittir. Önce Maneto’yu tanıyalım;

Manetho (Manethon- Maneton); M.Ö.III.yy.da Ptolomeo döneminde (Grek dönemi) yaşamış Mısırlı rahip ve tarihçidir. Aegyptiaca (Mısır’ın Tarihi) adlı kitabı yazmıştır. Firavunların saltanat dönemlerinin kronolojik tarihleri ve Mısır’ın geçmişi hakkında deliller bulmak için Mısır bilimcilerinin çok sık başvurduğu bir kitaptır. Adının anlamı günümüzde kaybolmuşsa da “Thoth’un Sevdiği”,”Thoth’un Gerçeği”,”Neith’in Sevdiği”,”Neith’in aşkı” anlamlarına geldiği hakkında spekülasyonlar yapılmaktadır. Daha az kabul edilen anlamları arasında “Seyis, At çobanı”, “Ma’ani Djehuti-( MâniYehuti)” “Thoth/ Yahudiyi* Gördüm anlamları da vardır. Eski Grek kaynaklarından olan Kartaca ve Flavyus Josephus’un eserlerinde Manethônn Plato’da ve öteki Greklerde Manethôs, Manethô, Manethôs, Manethôn ve Manethoth olarak geçmektedir. Latincede Manethon, Manethos, Manethonus ve Manetos olarak geçmektedir.
*(Djehuti, Tehuti, Jehuti tanrı Thoth’un adlarındandır ve bu adlar “Yahudi” demektir. İslam tarihinde Thoth/ Tut/ Tat ve İdris peygamber adlarıyla bilinir. Adlarından birisi de “El Lah” yani Türkçesiyle Allah’tır.)
Maneto, Mısır’ın Grek Firavunları Ptolemi I.Soter (M.Ö.323-283) ve Ptolemi II. Filedelfiyus (“Filedelfiyus”-Manisa –“Akhisar’lıoğlu” demektir. M.Ö.285-246) saltanatları döneminde yaşamış olduğu M.Ö.241/40 tarihli Hibeh Papiri’de yazmaktadır. Ayrıca Aegyptiaca’nın da yazarı olduğu ve III. Ptolemi Euergetes (M.Ö.246-222) döneminde de yaşadığı belirtilmiştir. Kendisi Mısırlı olmasına rağmen, sadece Grek dilinde eserler vermiştir. “Heredot’a Karşı, Kutsal Kitap, Din ve Antik Kültür Üzerine, Bayramlar Üzerine, Kifi’nin Hazırlanması Üzerine ve Fiziğin Lezzeti” adlı eserleri vardır. Astroloji üzerine “Sothis’in Kitabı” adlı eser ona atfedilmiştir. “Aegyptiaca- Mısır’ın Tarihi” adlı eserinde Grek hanedan dönemini ve devletin gücünü anlatmıştır.

Kendisi Heliopolis’te güneş tapınağında bir rahip olup Ra dinine inanırdı. Syncellus’a göre tapınağın başrahibiydi. Osiris- Apis boğa kültüne dayanan Sarapis kültünde otoriteydi. Bu kült, Greklerin Mısır’a yerleşmelerinden sonra doğmuş Mısır/Grek inançları harmanı bir dindi.
Akeneton- Amenofis

Şimdi Yahudilerin alınmasına neden olan hikâyeyi okuyalım;
Osarsif’in kısa hikâyesi;
Firavun Amenofis tapınaktaki tanrıları görmek ister ama ilk önce Mısır’ı cüzzamlılardan ve kirli insanlardan Mısır’ın temizlemesi gerekir o da onlardan 80.000’ini doğu deltasındaki Hiksosların eski başkenti olan Avaris’e onları hapseder ve taş ocaklarında çalıştırır. Bundan sonra Osarsif onların önderi olur ve tanrılara ibadet etmeyi bırakmalarını kutsal sayılan hayvanları yemelerini emreder. Osarsif’e inananlar bunun ardından Hyksos’ları ülkeye davet ederler onların da yardımıyla firavun Amenifisi oğlu Ramses ile birlikte Nubiya’ya sürgüne sevk ederler. Firavun ve oğlunun sürgünde oldukları 13 yıl boyunca şehirleri, tapınakları, tanrıların heykellerini, büstlerini tahrip ederler ve tapınakları da mutfağa çevirirler, kutsal hayvanları ateş üstünde kızartırlar. Sonunda firavun ve oğlu Ramses dönerler, Hyksoslar ile cüzzamlıları kovarlar, eski dini de yeniden onarırlar. Hikayenin sonuna doğru, Maneto, Osarfis’İn Musa adını aldığını bildirir.

Ayrıca Hiksosların Mısır’ı İstilası işlenirken kullanılan “Hyksos” yani Çoban/ Esir Krallar kavramı bence incelenmelidir. M.Ö. 1530’larda Türk milleti Türk adıyla anılmadığı gibi başka kavimlerde komşularının kendilerine verdikleri adlarla anılmaktaydılar.
Maneton’un kitabından;
Hiksoslar olağan üstü okçulardı ve Mısırlıların o zaman akdar bilmedikleri atların çektiği savaş arabalarına sahiptiler ve bronzdan üstün silahları vardı.(Maspero Hist.Anc.Çii.s.51.; Petrie, Hyksos and İsraelite Cities S.70)
Erman Grapow “Hyksos” adını “Yabancı Diyarların Yöneticileri” olarak açıklamıştır. (E.Grapow, Worter Buch III.S.171-29)
Hyksos adının bir başka şekli olan “Hykussos” Eusebus tarafından korunmuştur. Mısır dilinde “u” çoğul” takısıdır (Meyer). “Hyk= Kır Halklarının Yöneticisi, Şeyh” anlamına gelmektedir.
Babilli Kassitlerin dilinde “Hyksos” “işgal edenin kültürüne uyan” demektir.
Hyksos tamamen Arapça’dır. Mısır dilinde “Hyk” Çoban anlamına geldiği gibi bu kelimenin söylenişlerinden biri olan “Hak” da “esir-ler” anlamına gelmektedir. Bu çözümlemeden de “Esir Krallar” anlamını çıkarabiliriz.
Maneto’nun Mısır traihini yazdığı öteki kitabında Hyksos ırkının, “çobanlar” olarak anıldığını ve “esirler” olarak tanımlanıldığını yazmaktadır. En uzak atalarının aslında geleneksel olarak “yörük” yaşantısına sahip olduklarını ve koyun beslediklerini, “çobanlar” olarak anıldıklarını yazmaktadır. Öte yandan Mısır kayıtlarında anlaşılamayan bir nedenle “Esirler” konusu şekillenememiştir. Atalarımızdan Yakup’un anlattığı “esir” bir Mısır kralı olduğu, sonraları (“Jaru-watas- Yeru-vatas (Boğazköy metinlerinde de vardır)”  Ras es Şamra’da bulunan Kenan adlarından Salim adına sahiptir. El Amarna belgelerinde “Urusalimmu”  olarak geçen bu ad, Yerusalem- Kudüs’ten” bahseden en eski belgedir.

Ben Mısır’ın hanedan listesini araştırdığımda Hiksos istilasıyla başa geçen çoban firavunların içlerinde adı “AY” öz be öz Türkçe ad taşıyan birini görüyorum. Gene Tevrat’ta Filistin bölgesine yerleşmelerinden sonra Yahudilerin savaştıkları kavimlerden birisi de Ay Şehri halkıdır.
Tevrat Yeşu. Bölüm 7: 5Ay halkı onlardan otuz altı kadarını öldürdü, sağ kalanları da kentin kapısından Şevarim'e dek kovaladı. Bayırdan aşağı kaçanları öldürdü. Korkudan İsrailliler'in dizlerinin bağı çözüldü”.

Bu durumda bir Türk olarak, Manetho’nun “işgal yemiş mağrur Mısır’lı kişiliğinde” ortaya çıkan tarihçiliğiyle Grekler gibi “hilecilik yaparak” kendilerini işgal eden kevimleri “aşağılamak, eritmek için” onlara “uydurma” kimlik verdiğine tanık oluyoruz.
Öyle ki tarihçinin tarihinin içinden çıkabilene aşk olsun1
Maneto’ya geri dönelim. İşgalci Hiksoslar Salatis adlı birini kral yapmışlardı;
“Salatis oraya yaz zamanı gelir, kısmen tahıl hasatından alır, kısmen paralı olan askerlerinin maaşlarını öder ve düşmanlarına korku vermeye çalışırdı. Bu adam on üç yıl boyunca hüküm sürdü ve ardından Beon adlı birisi kırk dört yıllığına saltanata geçti onu Apachnas otuz altı yıl yedi ay ile takip etti. Ondan sonra Apophis altmışbir yıl, Janin 50 yıl bir ay, Asis kırk dokuz yıl iki ay olarak saltanatı sürdürdüler. Bu, Mısırlılarla savaşmaya ve köklerini kurutmaya pek istekli olan krallarının ilk altılık grubunu oluşturmaktaydı.”

İlk altı Hiksos firavunu dönemi sadece “253” yıl sürmektedir.
Bütün bu milletin adı “Hyksos” olarak şekillendi ve adın ilk hecesi olan “HYK” kutsal metinlere göre “bir kral’a” işaret ettiğinden ve “SOS” hecesinin de “Çoban’a” işaret etmesinden dolayı  geleneksel şiveye göre “Çoban Krallar” anlamında “Hyksos” deniliyordu ama bazılarına göre bunlar Araplardı.”

Şimdi yazının bir başka kopyasında “Hyk” kelimesi “kral’a” işaret etmiyordu ve aksine “esir” anlamına geliyordu ve Mısır dilinde “Sos” kelimesinin “çoban” anlamına geldiği kesin olduğundan bunlara “Esir Çobanlar” deniliyordu. Bu açıklama eski tarihin şartlarına göre bana daha uygun bir tanımlama olarak görülmektedir.

Ama Maneto şöyle devam etmektedir;

“…Bu insanlar atalarını ve krallarını adlandırmadan ve çobanlar olarak çağırmadan önce Mısır’da beş yüz on bir yıl saltanat sürdüler.”  Bundan sonra der ki;

Şimdi Hiksoslar Maneto’ya göre ne zaman Mısır’ı işgal etmişlerdi?
YENİ KRALLIK
ONSEKİZİNCİ HANEDAN
Ahmose (Nebpehtyre) 1539 - 1514 BC
Amenhotep I (Djeserkare) 1514 - 1493 BC
Amenofis yani 18. Hanedanda, I.Amenhotep döneminde yıl M.Ö.1514. Bu kral 1493’e kadar “21” yıl iktidarda kalmış. Bundan sonar firavun adlarında Türk adına rastlanıyor mu?
Evet, Tutankamon’un ardından gelen firavun Tut’u takiben Amenofis’ten “168” yıl sonra firavun Ay dönemi başlıyor; Ay (Kheperkheperure) 1325 - 1321 BC(M.Ö.)
Hatta ondan daha önce de 13. Hanedan döneminde de Akenethon’dan 127 yıl önce Firavun Ay (1664 –1641) dönemi gene var. Yani, Mısırlılar Türklere oldukça alışık bir kavim havası veriyor.
Hiksoslar Mısır’ı Maneto’nun dediği gibi “13” yılda terk etmiyorlar ve gene kendi yazdığı gibi bu kralların ilk altısının iktidar sürelerini  “253” yıl olduğunu yukarıda hesaplamıştık ve tümünün de “511” yıl olduğunu kendi yazmış;

Bu dudurmda Akeneton’un 21 yıllık iktidarı şaibeli duruma düşmektedir. Diyelim ki son döneminde işgal olayı oldu. O zamandan itibaren düşersek;
M.Ö.1493-511=M.Ö-982 yılına geliriz. Bu da Mısır kronolojisine uymadığı gibi Maneto’nun kronolojisine de uymaz. Çünkü, Amenofis’ten sonra Ramses’i firavun gösterir bu da II.Ramsestir. Ramses te (1279 – 1213) I.Seti (Şit)ten sonra kral olur ve dedesinin adını taşır ve 67 yıl krallık yapar. Amenofis’ten de “214” yıl sonra 19.Hanedan döneminde kral olur.

Bu çobanlar hem “511” yıl hüküm sürecekler, ilk altısı maşallah 40 yıldan aşağı hüküm süren yok. İşgali II.Ramses’ten başlatsak 1279-511= M.Ö.768 tarihine geliriz. Bu defa da Libya işgalleri falan güme gider. Biraz zorlasak Memluklulara çıkaracağız yani(!).
Neyse bu Greklerle Mısırlılar Hileci tanrının çocukları ne tarihleri ne kayıtları ne de tanrıları uyum içinde. Adamlar sadece kayıt tutmuşlar, yenilgilerini saklamışlar, adlarını değiştirmişler amaunutamamışlar ve ne yazdıysalar tarih de öyle olmuş.

Yukarıda da okuduğumuz gibi Hyksos/ Hiksos adı tamamen Maneto’nun uydurmasıydı. O dönemlerde bu kavimler “Türk” adı taşımıyor da olabilirler. Selçukluların yıkılışından sonra Anadolu’da kurulan beyliklerin hiçbirinin adı “Türk” adı taşımıyor, kurucu boyların veya beylerinin adlarını taşıyorlardı. Bu nedenle Mısır’ın işgalci çoban Yörüklerini araştırırken “Türk” adına değil “Türkçe” kelime, ad, belgelere dikkat etmeli ve Türklere has izlere bakılmalıdır.
Mısır’ın Akrep Krallarından sonra gelen I.Hanedan döneminde Türkçe Firavun adlarına rastlıyoruz;
İLK HANEDAN - 3050 - 2890 B.C. 
Menes – AHA (Arapçada “A” sesi karşılığı “Elif” tir. Bu nedenle Menes okunabilir. Manas ve Aha- İşte Manas anlamına da gelir. Manas Destanını hatırlayalım.)
Djer  (Diyer- Diyar olarak okunabileceği gibi “Yer” olarak da okunabilir.)
Wadj
Den - Udimu
Anedjob
Semerkat (Semerkat daha çok güney Türkistan’daki Semerkant şehrini anımsatmaktadır.)
Qa'a (Ka’a- Kâ okunur. Mısır’da evreni yaratan yaratıcı güç’ün adıdır. Türkçe’de Kara Han, Kara Bey, Kara Osman (Osmangazi), Kara Murat (Fatih’in Arnavut casusu), Karaca adlarında “KA-RA”  adlarına rastlamak çok kolaydır.)

Üçüncü Hanedan’da gene Türkçe bir ada rastlıyoruz;
Üçüncü Hanedan-- 2650 - 2575 B.C.
Sanakhte (Nebka) 2650 - 2630
Djoser - Netjerykhet 2630 - 2611
Sekhemkhet (Djoser Teti) 2611 - 2603
Khaba 2603 - 2599
Huni 2599 – 2575 (Huni- çobanların vazgeçilmez eşyasıdır kaplara süt gibi sıvıların doldurulmasına yarar. Türkçedir.)

Yedinci Hanedan döneminde bol miktarda “Kare” ulamalı adlara rastlıyoruz. “Kare” sözü “KARA” sözünün inceltilmişi, yumuşatılmışıdır.
“Kaşları kâre kâre
Açtı bağrıma yâre
Ne ban öldüm kurtuldum
Ne var derdime çare?”

Manisinde olduğu gibi “Kâre kâre” yinelemesi, “Kara” kelimesinin inceltilmiş halidir. Kara, (Kara Han) tanrının da adı olduğu gibi, kararlı, yaptığını bilen anlamına gelirken “kara kalpli”, “karadul (örümcek)” gibi adlarda da “kötü” anlamı içermektedir. Bu nedenle maniyi yazan sevgilisini incitmemek için “siyah” renk anlamına gelen “Kara” kelimesini “kâre” şeklinde yumuşatmıştır. Ama Türk Dil Kurumuna bakarsan “Kare Kare” deyişi “kareli karelere bölünmüş” olarak karşılık bulmaktadır. Oysa “Kare” anlamındaki “Dördül- eşkenar dörtgen” anlamına gelen”Kare” sözünün kaynağı olarak da aynı sözlük Fransızca “ Carre” kelimesini karşılık göstermektedir.

Oysa manide kullanılan “kare kare” yinelemesi tamamen “kara kara” anlamında renk belirtmektedir. Yoksa Türkçede ve başka dillerde “kare kaşlı, üçgen, altıgen kaşlı” deyimi olduğuna rastlamadım.
Bu yüzden Türk Dil Kurumunun adını “Ermeni Dil Kurumu” olarak değiştirmek gerekir ya da bu kurumu Agop Dilaçar ve İsmet paşanın doldurduğu Ermenilerden kurtarmak gerekir. Onlar devleti tasfiye etmeden önce.
Şimdi Hanedan listesindeki “Kâre” lere bir bakalım;
SEVENTH & EIGHTH DYNASTIES (Yedinci Sekizinci Hanedanlar)
Netrikare
Menkare (Men, Man, proto Türkçe’deki “İnsan, adam” anlamındadır. “Teo-man” “Tanrı Adam” anlamındadır. Menkâre”- “Kara adam” demektir Sümerde Adapa soyu olan insanlara “Karabaşlılar” denilmesini hatırlayalım.)

Neferkare II (“Neferkâre” bilşik adder. Nefer Türklerle aynı soydan yani Yafes peygamberin oğullarından Meday’ın soyundan olan İranlıların dili olan Farsça’da “Nefer” asker ve birey- kişi” anlamına gelir. Nefer – kâre- Fiavunun doğal olarak “asker” olması şartına bağlı olarak da “kara asker” anlamında bu ad açıklanabilir. Dil bilimine girersek Arap dili ve eski Mısır dilinde bunun anlamı yaptığım tespitlerle asla uyuşmayacak çözümlemeler verebilir. Dil bilimi derin bir oyundur ve ona kız giren dul çıkar. Bu yüzden burada keselim ve aynı listedeki öteki “kâre’lere” bakalım;

Neferkare III
Djedkare II (Ced kâre- Kara baba- CeddArap tanrılarından birisidir ve Türkçe’ye Arapça’dab “Baba-Âta” anlamında geçmiştir. Örnek, “Ben senin yedi ceddini sayarım…” )
Neferkare IV
Merenhor (Meren-Farsa Maran- Yılan “Hor Farsça “Ateş- aşağılamak, değersizleştirmek “ anlamındadır. Burada “Ateş- Yılanı” anlamındadır. Tanrıların yılan ve kurbağa şekillerinden hareketle bu ad verilmiştir. İran ve Türk kültürü tarih boyunca iç içe geçmiş bir kültürdür.
Menkamin I
Nikare
Neferkare V
Neferkahor
Neferkare VI
Neferkamin II
Ibi I
Neferkaure
Neferkauhor
Neferirkare II
Wadjkare (Vedj bir Arap tanrısıdır. Kara Vedj demektir.)
Sekhemkare
Iti
Imhotep
Isu
Iytenu
THIRTEENTH DYNASTY- (Onüçüncü Hanedan)
Wegaf 1783-1779
Amenemhat-senebef
Sekhemre-khutawi
Amenemhat V
Sehetepibre I
Iufni
Amenemhat VI
Semenkare
Sehetepibre II
Sewadjkare
Nedjemibre
Sobekhotep I
Reniseneb
Hor I  (“Hor Farsça “Ateş- aşağılamak, değersizleştirmek “ anlamındadır.Bu addaki anlamı “ateş” olmalıdır. Horlayan, aağılayan veya aşağı görülen olması söz konusu değildir.)
Amenemhat VII
Sobekhotep II
Khendjer
Imira-mesha
Antef IV
Seth
Sobekhotep III
Neferhotep I 1696 - 1686
Sihathor 1685 - 1685
Sobekhotep IV 1685 - 1678
Sobekhotep V 1678 - 1674
Iaib 1674 - 1664
Ay 1664 – 1641 (AY- Bu ad tamamıyla öz Türkçedir. Gökteki “ay” demektir. Mısır’ın “Ay Tanrısı Kültünde” Takvimlerinin de 30 günlük ay takvimidir. Türklerle aynı külte sahiptirler. Buna ek olarak, Yahudilerin sürgün sonrası yerleştikleri Judae- Yuda şehrini de inşa etmiş olan Hiksosların Yuda yakınlarında “Ay Şehri” halkı konusunu hatırlayalım. Görüldüğü gibi 13. Hanedan Türk hanedanıdır. Firavun adı Türk adı, Yahudilere şehir kurup yerleştiren ve nankörlük gören Hiksos adını verdikleri Yörükler Türklerdir.)
Ini I
Sewadjtu
Ined
Hori
Sobekhotep VI
Dedumes I
Ibi II
Hor II
Senebmiu
Sekhanre I
Merkheperre
Merikare
Firavun adlarında “Ay” adına, “513” yıl süren Çoban Krallar döneminin sonuna doğru olan Yeni Krallık dönemindeki Onsekizinci hanedan döneminde de rastlıyoruz.;
THE NEW KINGDOM- (Ye
Onsekizinci Hanedan  M.Ö.1539-1295
Ahmose (Nebpehtyre) 1539 - 1514 BC
Amenhotep I (Djeserkare) 1514 - 1493 BC
Thutmose I (Akheperkare) 1493 - 1481 BC
Thutmose II (Akheperenre) 1491 - 1479 BC
Hatshepsut (Maatkare) 1473 - 1458 BC
Thutmose III (Menkheperre) 1504 - 1450 BC
Amenhotep II (Akheperure) 1427 - 1392 BC
Thutmose IV (Menkheperure) 1419 - 1386 BC
Amenhotep III (Nebmaatre) 1382 - 1353 BC
Amenhotep IV / 
Akhenaten 1353 - 1334 BC
Smenkhkare (Ankhkheperure) 1336-1334 BC
Tutankhamun (Nebkheperure) 1334 - 1325 - 
King Tut B.C.-M.Ö.
Ay (Kheperkheperure) 1325 - 1321 BC
Horemheb (Djeserkheperure) 1323 - 1295 BC
Firavun Ay

“Ay” adı taşıyan bu çoban kralın adına bir de Mısır adı olan “Keperkeperure- Ra’nın hoşnut olduğu” adı ulanmıştır.
Bir de “Thutmose” adına bakalım. Firavun adları İngilizce dilinde yazılmıştır. Şit peygamberin adı “Seth” şeklinde yazıldığı gibi “Musa” peygamberin adı da “Moses” şeklinde yazılır. Biz çevirilerde bu yüzden bazı gerçekleri gözden kaçırmaktayız. Şimdi Tevrat Eksodus/ Çıkış 2.bölümünden bir ayet koyalım Çıkış 2:21.ayet;;

Exodus- 2:21 Moses agreed to stay with the man, who gave his daughter Zipporah to Moses in marriage.”
Ayette geçen iki tane “Moses”  (Mosis okunur)adı Musa peygamberin adıdır.
Firavun’un adı  iki addan oluşmaktadır-“Thut” Mısır tanrısı Thoth/ Tut’un yani İdris peygamberin adıdır.”Thutmose” adı çoğunlukla  “Thutmoses”  şeklinde yazılır ve eskiden bu adı bize “Tutmosis” olarak okuturlardı. “Tutmosis” adında “Musa” adını kolayca görmekteyiz. Yani “Musa” adı Musa peygamber doğmadan önce Mısır Firavunlarınca kullanılan bir addı.


Bu durumda Yahudilerin (Cüzzamlı ve bulaşıcı hastalıklılardan oluşan topluluk) Mısır’dan sürülürken, bşr kısmının boğulup kurtulsunlar diye Sina Yarımadasının Kızıldeniz kıyısında bataklık bölgeden geçirilmeleri olasıdır. James Churchward Mu’unun Çocukları kitabında Yahudilerin buyerdeki bataklıktan geçtikleri için tapınak rahibi Osarsif’in “Musa” adını aldığını kaydeder.
Osarsif’in bir tapınak rahibi olarak “Moses=Musa” adını alması çok doğaldır. Kendisini ululamıştır.
Mısır tarihini yazan milliyetçi Manetofiravun adlarından kaçTürk adını saklamıştır? Bilemiyoruz. Bir de Maneto’nun Mısır tarihini Grek işgalinde ve Grek dilinde yazdığını düşünürsek, Grek işgalinin yarattığı ruhsal eziklikle kim ne adları ne kayıtları değiştirmiştir bilemeyiz.
Maneto’nun tarihi çelişkilerle doludur. Hem “511” yıl bu çoban kavimler firavun tayin edecekler hem de işgaliden “13” yıl sonra Amenofis oğlu Ramsesle gelip onları hastalıklı Yahudilerle birlikte “barış yoluyla” sürecekler ve Mısırlı Ramses saltanatı devralacak?

Bu nasıl tarihtir?
Benim aklım almadı alan varsa beri gelsin!

Yerleşik kavimler tarihi ne kadar değiştirirlerse değiştirsinler, 5050 yıl geriden bu kadar izi görmek mümkünse, kazmayı dibine vurunca nelere rastlanır hesap ediniz! Benim gibi bir emekli polis memuru bulabiliyorsa tarihçiler bu güne kadar ne yaptı diye de sormadan edemiyorum.
Tabi ki yeryüzünde Siyonist Mason Sabi/ Yezid küresel sermaye iktidarı olunca tarih ancak bu kadar yazılır(!).

Türkler Mısır’a Bozulmuş Dini Onarmaya Geldiler;

En eski yaratılış miti olarak Kabul edilen Sümerlerin “Enuma Eliş Destanında” Tiyamat (dünya) ile savaşan Marduk, ona katılan öteki tanrıları yani (Yedi gök cismini) gezegenleri ( 1-Merkür, 2-Venüs, 3-Dünya, 4-Ay, 5-Mars, 6-Jüpiter, 7-Saturn) heykele dönüştürmüştür. Bu kurala gore Sabiler halen bu yedi gök cisminin tanrıların heykelleri olduğunu kabul ettiklerinden mezheplerine göre her gezegen için üç ile yedi vakit namaz kılarlar. Ay da bu gök tanrılarından birisiydi ve Marduk onun kanından insanı yaratmış Ay’ı da dünyanın uydusu yapmıştı. Bu durumda ister Mısır ister Babil ister Sümer olsun Ay da bir tanrı adı olduğundan firavun ve olağan insan adı olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Eski Mu kıtasının dini olan Ra- Mu (Mu Güneş) dini Mısır ve Sümer dinlerinin aslıydı. Bu dinde “kölecilik” tapınaklara doluşarak ibadet, insan ve hayvan kurbanı yoktu ve sadece tanrıya yardım için yakarılırdı. Yeryüzünde yaşayan gök halkları (Cinler/ Fatihler /Şeytanlar) tufan sonrası kendi göklerine döndükten sonra bizleri denetlemekle görevli cinlerden tanrı edinip büyücülük öğrenip yeryzünde güç sahibi olanlar bu dini değiştirdiler ve Ra- Mu dini bu kavimlerce (Sümer, Hint, Çin, İran, Mısır) değiştirildi. İşte Türkler bu bozulmaları yaratan kavimleri cezalandırmak için onlara savaşlar ilan ediyorlardı.
Yahudiler ile Grekler ise halkları tarafından yoldan çıktıkları (cinlere şeytanlara ibadet ettikleri) için eski zamanlarda kovulmuş kavimlerdir. Köken olarak eski kavimlere aittirler. Bu yüzden bütün kültürleri başkalarına aittir. Ama kayıtları onlar tutmuşlar ve zamanla tarih onların yazdığı gibi Kabul edilir hale gelmiştir. Bu şeytana  ibadetin bir kazancı gibi görünmektedir.

Cinlere ve şeytanlara tapan büyücülerin hâkim olduğu bu kavimlerin kitaplarında Türklerin kıyamette “şeytanın ordusu-Yecüc- Mecüc Ordusu” olmakla suçlanmaları bu büyücülerin “şeytana tapınmalarının üstünü örtme” kurnazlıklarından kaynaklanmaktadır.
Mısır’ı işgal eden Hiksosların (Yörüklerin) gelişleriyle firavun olan Akeneton /Amenofis ilk olarak bütün tanrı heykellerini kırmış bütün putperest tapınaklarını yıktırmış ve Aten adını verdiği Güneş Tanrı dinini kurmuş Amarna’ya tek bir Aten tapınağı yaptırmıştı. Tam bir Kültür İhtilali.

Tapınaklar tanrıların ikametleri için yapıldığından tanrı da “tek” olduğundan ona “tek” tapınak yeterliydi. Buna günümüzden örnek verirsek Hindistan’da yarım milyara yakın Hindu yaşamasına rağmen tek bir tapınak olmasını gösterebilirim. Aslında Kur’an da “Tapınaklar Allah içindir. Oralarda onun adını boş yere ağzınıza almayın” ayeti ile bunu doğrulamaktadır.
Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların her yere tapınak yaparak içlerine girerek ibadet etmeleri putperestlik döneminin kalıntıları olan geleneklerin “kitle uyutma merkezleri, halkı yönlendirme kurumları” olarak kullanılmalarındandır.

İslâm öncesi Arapların Kâbe ve öteki putperest tapınaklarına, doğuracak kadınların, iyileşmeyen hastaların “tanrı iyileştirsin diye” bırakıldıklarını İbn’i Hişam El Kalbi Kitab-ul Asnam’ında yani “Putlar Kitabında” yazmaktadır.
Mısır’a Yörüklerin gelişi ile “tek tanrıcılık” faaliyetinin başlaması Türklerin her zaman “Tek Tanrıcı” ve yeryzünde gerçek dinin koruyucuları olduklarının açık delilidir.

Babil ve Asur tarihçisi Theophilus G.Pinches LL.D (London College University- Londra Kolej Üniversitiesinden) Babil ve Asur Dinleri ( The Religion Of The Babilonian and Assurian) adlı kitabında Sümerleri yıkan Akadların Moğol veya Türk kökenli olduklarını yazmaktadır. Aynı yazar Asur tanrısı Aşşur’un karısının da adının “Auşar” yani “Avşar- Sulak Yer” olduğunu yazmaktadır. Tevrat Hezekyel bölümünde Türklerden “Su kenarında yaşayanlar” olarak bahsedilmesi ile “Avşar- Sulak yer” anlamı örtüşmektedir. Yani Türkler her zaman dünyanın her yerinde vardılar ancak savaşlar ve entrikalar ile bilgelerini yitirdiklerinden ya da aralarında yaşadıkları kavimlere “fazla uyum sağladıklarından” önceleri Cin, Hindu, Brahman, Mitra/ Mihr, Zerdüşt, Sabi, Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman inanışlarına girmeleriyle erimeye başlamışlardır ve bu gün eridiklerinden aralarında bağ kalmamıştır.
Ben yaptığım tespitlere göre kanaatimi yazdım takdir okuyucunundur!
Yazıyı Türkçeye çeviren ve yorumlayan,




20 Ocak 2012 Cuma

TGRT'NIN OSMAN HOCASINA


TGRT’NİN OSMAN HOCASINA

Yaklaşık sekiz aydır yazmak isteyip de başka konular öne çıktığından ve yürütmekte olduğum çalışmalar ile beklenmedik işlerin çıkması yüzünden fırsat bulamadığım bir konuyu dile getirmeye bu gün olanak bulabildim.
Geçtiğimiz Haziran ayında babamın ameliyatı hem de ziyareti için memlekete gitmiştim.  Ben gidinceye kadar da ağabeyim onların yanındaydı.

Deniz otobüsü Marmara’nın ortasında yarım saatlik arıza yapınca kardeşim İzmir’e dönmüş, görüşememiştik. Neyse vardım annem ve babamla görüştük, bir hafta kadar zaman geçti duş alayım dedikçe bizim ihtiyarlar bana kızıyor, gereksiz su harcadığımı söylüyorlar dikkat ettim geldim geleli hiç de yıkanmamışlardı.
Oysa annem de babamda temiz giyinen, yıkanan insanlardı. Ses etmedim bekledim. Bir gün ablamla konuştum söyledikleri beni şaşkına uğrattı.

Televizyonda Osman hocayı seyretmişler, o da “peygamber mi sahabeler mi her kimse iki tas suyla yıkanırmış çok su dökmek harammış” Demiş diye bizimkiler yaşları 85’i geçtiğinden hemen uygulamaya geçmişler o yüzden yıkanmıyorlarmış.

Ağabeyim zorla yıkamış öyle gitmiş.

Sonra ablamdan dönünce konuyu açayım dedim ama babamın sorunları araya girince konuşamadık. Sonunda bir fırsatını bulup açtığımda tartışmak istemediler. Bize karışma dediler.

Ameliyat sonrası ben de geri döndüm. İki ay kadar önce benim yanımda kalmak istemişler ben de gittim aldım geldim. Haliyle çok kirli bulduğumdan ilk önce onları hamama sokup bir güzel yıkadım.
Sürekli suyu fazla harcama, harammış, günahmış deyip duruyorlar.

TGRT'nin Osman Hocası
Sordum, siz böyle değildiniz ne oldu size de su derdine düştünüz memlekette kuraklık mı var? Anlattılar;
-TGRT’nin Osman hocası var ya, o Çanakkaleli bizden olduğu için ona biz inanıyoruz, o doğru söylüyor!

-Ne diyor?

-Peygamberimiz zamanında sahabeler iki tas suyla yıkanırlarmış, fazlası harammış.

-İki tas su sizin kirinizi bile yumuşatmaz bu nasıl temizlik? Hem boy aptesi bile dinin kuralı değil mi? 

Namazdan önce aldığınız aptese bile iki tas su yeter mi?

-Biz yaşlandık boy aptesi lazım değil, öbürlerinde de idare ediyoruz, aptesimizi kaçırmamaya çalışıyoruz.

-Siz yaşlısınız aptesinizin kaçtığını ya unuttuysanız, o zaman günah olmaz mı?

-Biz unutmayız, sen fazla karışma!

Baba sen zaten prostatsın, ameliyat oluncaya kadar sidik torbasıyla geziyordun, şimdi de kaçırıyorsun, senin her gün yıkanman lazım, ev sidik kokuyor!

-Bende bir şey yok fazla karışma! Ben o yüzden zaten namaz kılamadığım için üzülüp duruyorum!

-Ama yıkanman lazım baba, ben evin sidik kokmasını istemem!

-Temizlik imandan gelir sözü peygamberin değil mi?

-Yahu baba, sen Mardin’de askerlik yapmışsın, Mardin’e gitmek için bile o zaman trenin Halep’ten geçtiğini anlatıyorsun,  Suriye’yi de görmüşsün, o taraflar sıcak yerler, çöl, su ne arasın? Belki o yüzden öyle yıkanmış olabiliriler. Bizde su kıtlığı yok ya?

El cevap!
Babam;

-Şeytan! Nasıl da düşündün?

Ey Osman hoca en azından Cuma namazından önce ve her ilişkiden sonra boy abdestini farz koşan bir İslam’ın neresinde böyle bir ayet, bir hadis var?

Bu salakça beyanatı belki sen, dört beş karılı AKP’li milletvekillerinin, çalıştığın televizyon kanalındaki yandaşlarının gömme banyolarda eşleri ve gılmanlarıyla (!) grup seks yaparken fazla su harcadıklarını düşünerek iyi niyetle yapmış olabilirsin!

Ama ömrü amelelikle geçmiş, hayattan umduğunu bulamamış, fakir, cahil ve bu dünyada bulamadığını hayalindeki cennetten uman, cennete girmek için güçleri yetmediğinden hasta namazı ile ibadetlerini yapmaya çalışan, her an ölümü gözleyen bu yaşlı cahil insanları her türlü hastalığa ve salgın hastalıklara sebep olabilecek pisliğe sürükleyen konuşmaları nasıl yaparsın?

Hiç düşünmez misin ki “benim söylediklerimi dinleyen cahil, bunak insanlar bunları nasıl yorumlar?” diye?
İslamiyet ne zaman pisliği öğütler oldu?

Siz, bu milleti nereye götürmeye çalışıyorsunuz?

Hay sıçayım senin vereceğin öğüde, nasihate pislik herif!

Dinin en büyük düşmanı Said-i Kürdi Deliüzzaman, Fetullah Gülen ve onun yoldaşı Vatikan kumandalı böyle hoca kılıklı papazlar ve hahamlardır.

Yarım imam dinden yarım doktor candan eder demişler. Ama okuryazar olmadıklarından gelin de anlatın ana babamıza bile anlatamıyoruz!

Bunların dediklerine inanmayın  ey insanlar, bunların söyledikleri İslam’ın bile tam zıddıdır.

O peygamber mezarından çıksa ilk önce sizin gibi Vatikan kumandalı din tüccarlarını boğazlar, bundan emin olun!


 Not: Osman hoca'nın Konyalı olduğunu belirtirim. Bizimkiler nereden öğrendiyse onu da bilmiyorum.

11 Ocak 2012 Çarşamba

AVŞARLARDAN MU KÜLTÜNE


AVŞARLARDAN MU KÜLTÜNE

Avşarlar hakkında yazılmış ve yayınlanmış birçok tespit vardır, ancak bu tespitime ben başka hiçbir yerde de rastlamadığımdan önemli olduğu inancındayım. Ayrıca Avşarlar, son zamanlarda “Kürt” gösterilerek bölücülük siyasetleri içine çekilmeye çalışılmaktadırlar. Bu yüzden önce Kürtlerin Vatikan (Roma’da papalığın merkezi olan kale.) bağlarına kısaca bir değinelim.

M.S.12.yy.’da Moğol/Türk istilalarına katılarak bölgeye yeni gelen Afgani (Kuşi) Kürtlerinin bir kısmı İran Zerdüştlük dinine ve büyük bir kısmı da Şafi mezhebine inanmaktaydılar.
Şeyh Adi/Şeytan Tavus/ Allah olduğunu söyler.
Emevi halifelerinden Mervanilere soyu uzanan Şeyh Adi (Hadi’nin) Hicaz uyarlaması olan Hicaz Arap melezi Yahudi Yezidiliğine dayalı Kürt Yezidiliğini kurması ile Kürtler Türklerden ve Müslümanlarla olan birliklerinden koparılmak istenmiştir. Çünkü o çağlarda bile Emevi’lerin hanedanı Abbasilerden almak için Vatikan ve Bizans’la işbirliği yaptığı bilinmektedir. I.Haçlı Seferi sonrasında kurulan Kudüs Krallığı ile işbirliği içinde olduğundan Abbasilerce de takip altında olan Şeyh Adi, Lübnan’dan Sincar’a bu amaçla hareket etmeden öncesine kadar bölgeye yeni gelen Kürtler Romalılara karşı bir güçtüler. Bu Mushaf- Reş’te (Kara Kitaplarında) de geçen bir konudur.

Çok az Kürt tarafından benimsenen ve şeytana tapan bu dinin mensupları tarih içinde Türk, Fars, Arap ve Kürt Müslümanlarca engellenmişlerdir.
Osmanlı’nın çöküş dönemlerinde “isyanlar çıkarmalarını önlemek amacıyla” namaz kıldıklarından dolayı bu dinin, Kürt Yezidiliğinin kurucusu Şeyh Adi (Hadi) adından “Adeviye” adı altında  “Sünni Mezhebi” kabul edilmesine rağmen, Yezidi Kürtler Mason Yahudi örgütleri ve Hıristiyan ülkelerle el ele vererek Müslümanları, Türkleri ve Müslüman Kürtleri arkadan vurmuşlardır.

Kürt Milliyetçiliğinin başını Ermeni ve Süryani işbirlikçileriyle bir arada çekmişlerdir. Kürt milliyetçiliği yapan bir çok kimsenin özünde Ermeni, Süryani, Arami çıkması bu yüzden şaşırtıcı değildir.
19.yy. ve ardından Sümer tabletlerinden çıkan bazı bilgilerin Yezidilik inancına, Fars, Türk ve Arap dillerine hitap eden verilerini de kullanarak Kürt Milliyetçiliğini Menderes Hükümetiyle ve ardından gelen iktidarlarda arttırarak yürütmüşlerdir. Oysa Kürt dilinin Farça’nın bozuk, gelişmemiş bir dağ şivesi olduğu bütün filologlarca kabul edilmektedir. Diğer yandan Sümer, Akad, Babil, Asur ve Pers kaynaklarında yani Kürtlerin yaşadıkları coğrafyada geçmiş tarih içinde “Kürt” adı M.S. VIII. yy.a kadar hiç geçmemektedir.

Said-i Kürdi Deliüzzaman
14.Mayıs.1950 genel seçimleriyle iktidar olan Demokrat Pati’nin sözde ülkeyi birleştirmek ve ayrımcılık siyasetlerini bitirmek amacıyla başlattığı “fakir Kürtleri kalkındırma ve Türk yurdunda istihdam etme ” siyaseti, geçen “60” yıl içinde Türk yurdunun Kürt işgaline uğramasına, Said-i Kürdi (Nursi) gibi ırkçı Kürtçülerin önderliğinde örgütlenerek siyaset, ekonomi, basın, bürokrasiden yasa dışı çetelere ve son olarak günümüz bölücülük faaliyetlerinin azmış haline ülkeyi taşımıştır.

Bu faşist Kürtçülük akımı aralarında yaşayan Türk ve Türkmen boylarının da Kürtleştirilmelerini içeren sinsi, emperyalizme göbekten bağlı ihanet siyasetleri ile desteklenmektedir.
Kürt gösterilen Avşar Türklerinin de bazı kendisini Kürt gösteren sahne ve sinema sanatçılarının soyadları da kullanılarak bu ihanet siyaseti sürdürülmektedir.

Bunları bildiğimiz halde ve bazı tarihçilerimizin karşı çıkmalarına rağmen tarihçilerimizin gösterdikleri deliller ya görmezden gelinmiş ya da tatmin edici bulunmamıştır. Bir yanda “Türk Milliyetçiliği” öte yanda “Kürt Milliyetçiliği içinde bir “Avşar” savaşı ulu orta sürüp gitmektedir.

Ben aslında bu konuda bir araştırma içinde olmadan Sümer /Akad, Babil/ Asur, Mısır/ Grek, Yahudi /Kürt tarihleri konusunda araştırma yaparken tesadüf eseri bir tespite denk geldim. Bu yazıyı da bu nedenle yazma gereğini duydum. Ayrıca yukarıda verdiğim kavimlerin tarihlerini araştırırken yabancı kaynaklarda Türk Tarihini ilgilendiren ve Türkleri de onurlandıran çok daha fazla yazılması gereken konular bulduysam da bu konuyu ayrıca yazmamın ayrı bir faydası olacağı kanaati oluştuğundan bu yazıyı karaladım.

Suriye/Asur tanrısı Aşşur/Asur
(London College University) Londra Kolej Üniversitesi Asur Bölümünde ders veren  Theophilus G.Pinches LL.D. yayınladığı “Asur ve Babil Dinleri” adlı kitabın İnternet’te yayınlanan İngilizce halinde, Asur tanrısı Aşşur’un eşinin adında “Avşar” adına tesadüfen denk geldim. Ve uydurma, çarpıtma yapmadığımı da göstermek için yazıdaki cümlenin İngilizce halini ve Türkçesini vereceğim.

Cümlenin İngilizce hali aynen şöyledir;
As a sun-god, and at the same time not the god Šamaš,  he resembled the Babylonian Merodach, and was possibly identified with him, especially as, in at least one text, Bêltu (Bêltis) is described as his consort, which would possibly identify Aššur's spouse with Zer-panîtum. The original form of his name would seem to have been AUŠAR, "WATER-FİELD," probably from the tract where the city of Aššur was built.

Şimdi cümlenin kendi tercümem olan Türkçesini verelim;
Bir güneş tanrısı olarak ama Şamaş olmayarak Asur’un Marduk’u gibi temsil edildi ve onun kimliği verildi, bir metinde Aşşur’un eşi olarak ta Beltis/Beltu tanımlandı, Zer-panitum’un kişiliğine büründürüldü.
Adının orijinal biçimi “Auşar” (Aušar) (Avşar-sulak yer) anlamındaydı ve Asur şehrinin inşa edildiği yere atfen bu ad verilmiş görünmektedir”.
Görüldüğü gibi “Auşar” adının telaffuzu “Avşar” şeklindedir. Düşünün “5000” yıllık Sümer’den, “3000” yıllık Asur’dan değişmeden telaffuzu bozulmadan kalmış bir bileşik adla anılan Türk boyu, Türk milletini “mecücler/lanetli cüceler- Şeytanın ordusu” gösteren ve gerçekte kendileri çöl şeytanlarına ve cinlerine tapan bu hileci, yalancı, tüccar Sami toplumlarının iftiraları yüzünden köklerinden utanır hale getirilmişlerdir.
Yerleşik Sami toplumlarının hile, yalan, dolanlara dayalı kültürleri aslında geçmişte tek tanrıcı, adil Ra-Mu dinin çarpıtılmasından oluşturulmuştur. Zaman için “göçer/Yörük” olan Türklerin kültürlerini kaybetmelerinde de sorumlulukları yok değildir. Ama biz bunu toparlamak zorundayız.

Asurlular, Babil’in yıkılmasının ardından dinlerinde Sümer/ Akad kültürüne geri dönmüşlerdir. Akadlar Sümerlerin hem komşusudurlar kem de onların kültürlerinin en büyük dayanaklarıdırlar.
Bu eserin yazarı Akad’ların da Türk veya Moğol olmaları gerektiğini yazısının en başında vurgulamaktadır. Akadlar benim çıkarımlarıma göre Irak, Suriye, Mısır, İran, Anadolu bölgelerinde yaşayan eski köklü, Mu kıtası ve onun uzantısı olan sınırları Sarı Deniz’den Avusturya sınırlarına uzanan tarihi Uygur İmparatorluğunun kalıntısı Türkler olmaları gerekir ki başka da açıklaması yoktur.

Sümer, Babil, Asur ve Perslere kadar Mezopotamya tarihi Kronolojik tablosu
Sami kabul edilen Sümerler, “köleci unsur” barındırmayan kadim Ra-Mu dinini değiştirerek “kölecilik unsuru” eklemişlerdir. Şeytanlara ve cinlere tapınılması gibi başka değişiklikler de yapmışlardır. Bu yüzden, Hint, Pers, Babil, Asur, Mısır ve Grek kültlerinin özünde barındırdıkları “düalizm/ ikicilik, “iyi şeytanla /kötü şeytan arasındaki “kötünün iyisine sığınma” ihtiyacından doğmuştur. Bu ikicilik bölge toplumlarının inançlarına, Şiva/ İndra- Mitra-Varuna, Ahura Mazda/Ehriman, Horus/ Set, İsa/Şeytan, Allah/Şeytan şeklinde halen sürmektedir.

Göçer kavimlerin kültlerinde de olan bu ikicilik asla “köleci olan iyiye” sığınma ile sonuçlanmamaktadır. Bu yüzden Yörük kavimlerin dinleri doğayı, özgürlüğü daha koruyucu, daha evrensel dinlerdir. Ancak yerleşik toplum ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde geliştirilmemişlerdir ve “kölecilik” unsuru barındırmadıklarından dolayı da Sami toplumlarınca lanetlenmişlerdir.

 Sümerliler her ne kadar çoban Dumuzi ile şehirli İnanna’yı evlendirdiyseler de dinde yaptıkları uygunsuz değişiklikler yüzünden Çoban Akadlar, Sümerleri bu yüzden yıkmış olabilirler. Akad/Arap kültü olan Asur dininin “Tek tanrıcı” açılımı, tanrının protokolde “kraldan sonra”  gelmesinin benimsenmesi “öze dönüş” izlenimi verdiğinden ilginçtir.

İnanna veya Nergalİ'n karısı Erşkigal/Şeytan
Bu konuda Türkçüleri sevindirecek birkaç naçiz tespitim de hazırdır ve yakında yayınlayacağım. Ama amacımız “ırkçılık, şovenlik” değil sadece, emperyalizmin oynadığı “mikro milliyetçilik” oyununun kaynağının, Sümer tanrısı Nergal’in milletler arasında “karşılıklı düşmanlık, fesatlık yaratarak onları birbirine kırdırma ve salgın hastalıklar ile doğal felaketler yaratarak insanların çoğalmalarının ve bir araya gelmelerinin önlenmesi” siyasetinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden bu Sümer, Babil, Asur ve Mısır tarihleri önem taşımaktadır.
Emperyalizmin terör, işgal siyasetinin köklerinin Sümer tanrılarına dayandığını ve bu kavimlerin onlara göre Sami soyu (Nuh’un lanetlemediği büyük ve tek oğlu)  olduğundan yola çıkarak dünyada yaşaması gereken “tek ırkın” bu ırk olduğuna dayalı soykırımcı siyasetlerini asırlardır sürdürmektedirler.

Amerika ve Avrupa devlet adamlarının Nergal’in insanlığa karşı olan bu düşmanca siyasetini üstlenmiş olmaları yüzünden asırlardır, soykırım siyasetine dayalı gereksiz savaşlar, işgaller, terör, anarşi, salgın hastalıklar ve geçen yüzyıldan itibaren depremler ve suni doğa olaylarıyla kavimler sömürgeci güçlerce kıyılmaktadırlar.
Bu iğrençliği kırmak için onların beslendikleri kültürleri de deşifre etmek, bu pis siyasetler yüzünden evlatlarını ve bağımsızlıklarını kaybeden her milletin kafası çalışan her ferdinin görevidir.

Saygılarımla!