"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

19 Mayıs 2011 Perşembe

19.YY.MASON İSLAMÎ DINLERININ KÖKENLERI ve HAINLERI




19.YY’ın İSLÂMİ MASON DİNLERİ, KÖKENLERİ
ve
İSLAM DÜNYASINI HAÇA TESLİM EDEN İŞBİRLİKÇİLER!

ÖNSÖZ;
Dünyanın Üç Tİranı Mason Bilderberg, CFR, ABD-Merkez Bankası
Bu yazımı hazırlamaktaki amacım herhengi bir dini, mezhebi ve buna inananları yermek, horlamak, kötü göstermek değildir.
Binlerce yıldır yeryüzünde bir “doğu- batı” egemenlik savaşı vardır. Batı bu savaşı 15.yy.da coğrafi keşiflerin ardından kazanmıştır. 20.yüzyıl başında da yeryüzüne olan hâkimiyetini ilan etmiştir.
Doğunun batı karşısında kaybetmesinin başlıca nedenleri tamamen doğunun “güç serhoşluğu içinde uyumasına ve içine kapanmasına” dayansa da, Ortadoğu’da egemen olan Müslüman Osmanlı’nın çökertilmesinde “Müslüman maskeli”, ehl-i Sünnet olmayan dini mezheplerin, fırkaların, gayrimüslüm azınlıkların işbirlikçi isyanları” bu parçalanmayı hazırladıysa da yeterli olamamıştır.
Asıl darbeyi indiren ise, Mason Amerikan ve İngiliz sermayesinin Vatikan işbirliğinde, “Müslüman din adamı veya uleması” olarak bilinen ama kalben “gayri Müslüm- Müslüman olmayan” olan  kişilerin üzerinden cahil halka yeni uydurma yeni dinlerin ve tarikatların kabul ettirilmesiyle başarılmıştır.
İşte bu yıkımı gerçekleştiren sömürgeci sermaye tarafından uydurulan bu yeni din veya fırkaların* günümüzde Müslüman halklar tarafından artık geniş kabul görür hale gelmesiyle Müslümanlar arasındaki birlik ve “sömürgeci karşıtlığı”  düşünceleri, ilkeleri yerle bir edilmiştir, unutturulmuştur.
Günümüzde Halçlıların alenen haçlı seferi ilan edip Müslüman ülkeleri tek tek işgal etmesine başta o ülkelerin halklarının “bizi kurtarın” diye çanak tutmaları vehametin boyutlarını göstermektedir.
İşte Müslüman halkları ve devletleri böyle teslim olmuş inek sürüleri haline getiren bu “işbirlikçi hainlikleri” ve onların elebaşılarını halkıma ve Müslümanlara bildirmek için bu yazıyı yazdım.
Yazıda aşağılanan ve horlananlar “işbirlikçiler, teslimiyetçiler, papaz din adamları ve hocalardır”.
Bloglarım benim beynimin helasıdır. Okuma merağım yüzünden kafamda birikenlerin de “boşalması” doğaldır. Bu boşalma, dışkı da çıkardığım sonuçlardır.
Her ne kadar kokuttuysam affola! J))
* (İslam dininin özelliklerini yitirmiş ama İslam iddisını sürdüren yeni masonluğa benzeyen dinler)
KRONOLOJİ;
1- Masonluğun İlkeleri ve Anayasası Hakkında Kısa Açıklama;
2-Masonluğun Temellerini Oluşturan Dinlerin Kökenleri
a-Thoth-Lah-El Lah-Allah
b-Lah’ın Sıfatları
c-Hermetizm Hakkında Kısa Açıklama
d-Allah Adının İslam Öncesi Kökleri
3- Harran Sabileri, Sabiler ve Mecusilik
a-Sabiler
b- Sabilerin Kuran’da yeri
4- Mitraizm
5- Zerdüştlük
a-Zerdüştlük
b-Zerdüştlük’te Ateşin Yeri
6-Manihezim
7- Ülkemizde Kökleri Olan Bozuk Hıristiyan Mezhepleri
a-Paflikyanlar (Pavlusçular)
b-Gnostikler, Gnostizm (Bilinircilik)
c-Üniteryanlar (Uniterianism)
8- Yezidi Kürtler,Şeyh Adi ve Halife Mervan İbn Hakim
a-Emevi Halifesi Mervan İbn El Hakim;
b-Şeyh Hadi İbn Musafir El Hekkari El Emevi (1070 Beka Vadisi (Lübnan)- 1162).
c-Yezidilik, Vehhabilik ve Nurculuk Arasındaki Bağlar;
d- Sadi-i Kürdi’nin Nurculuğunun,Yezidilik ve Vehhabilik Olduğunun Kanıtları;
e-Yezidi, Vehhabi Nurcuların Alkol Dayatması da, Yezidilik ve Vehhabiliktir.
f-Said-i Kürdi’nin Yahudi, Süfyaniliği, Ardılı AKP’lilerin Yezidi Kökleri
9-Dereziler veya Dürzüler
10-İsmailiye Tarikatı
a-İsmailiye Tarikatı, Hacer-ül Esved’i Çalıyorlar ve Teslim Esnasında Kırıyorlar
b-Arapların Türk Hacı Katliamları;
11-SAHTE ALEVİLER KİMLERDİR?
12-HURUFİLERİN BEKTAŞİLERE KARIŞMASI
13- 19.YY. İSLAMİ MASON DİNLERİ
a-Melamiler ve Kalenderler
b-Vehhabilik
c-Muhammed (Mehmet) bin Abdülvahhab (Abdülvahhab'ın oğlu Muhammed)'e kardeşi karşı çıktı
d-BAHAİLİK (NURCULUK)
d1-Kürtler Bahaullah’ın “Tanrılığını” Ret Gerekçelerini” Açıklıyorlar
d2-Ahmet Mekki Üçışık’ın Saadet-i Ebediyye kitabının 436.sayfasında bu konu şöyle geçmektedir;
e-AHMEDİYE (Kadıyani)
f-Selefiler 
14-Masonlar Hıristiyanlığı da Değiştirdiler;
15-SONUÇ
Masonluğun İlkeleri ve Anayasası Hakkında Kısa Açıklama;
İngiltere Büyük Mason Locası Sembolü
1096-1099 yılları arasında yapılan I.Haçlı Seferinden sonra Kudüs’te Kurulan Haçlı Devleti kralı Fransız asilzadesi Edesa Kontu Bourcq’lu (Bolonya’lı) Baldwin’in ya da II.Baldwin’den, Kudüs’e gelen Hıristiyan hacıları korumak amacıyla koruyucu birlik kurma izni alan Fransız Hughues De Paynes ile arkadaşı Godfrey De Saint Omer adlı kişilerce “Tapınak Şövalyeleri* ” adıyla İ.S.1118 sonrasında kuruldu.
*(Latince Adı=Pauperes commilitones Christi Templique Solomonici / Süleyman Tapınağı ve İsa'nın Fakir Askerleri) Kynk- Malcolm Barber, The New Knighthood: A History of the Order of the Temple. Cambridge University Press, 1994-



1440’ta İskoçya’da Güller Savaşında rakipleri kral II.James’i öldürttükten sonra idareyi ele geçirdiler. William Saint Clair’in isteği üzerine Masonlar, önceden edindikleri hazinelerini de kullanarak Roslin kentini ve burada Rosslyn tapınağını Hz.Süleyman’ın Allah için inşa ettirdiği tapınağın ölçülerine uygun olarak Yahudi Kralı Herod’un İ.S. I. yy. da inşaatını yaptırdığı ve Romalılarca yıkılan üçüncü tapınağın ölçülerinde inşa ettiler. İlk kez “Duvarcı” anlamına gelen “Mason” adını aldılar. Onlara göre yerleri ve gökleri düzenleyen tanrı evrenin mimarıydı. Geometrinin ve bilginin sahibiydi. Bu yüzden tanrıyı temsil ettiğine inandıkları üç “G”yi de, “Gnosis (bilgi), Geometry (Geometri) ve God (Tanrı) adlarından esinlenerek sembolleri yaptılar.

Masonluk Bir Din mi” (1) adlı kitapta, “Özgürmasonluk", göze çarpan bir şekilde “ne bir din ne de onun yerine geçen” olarak açıkça tanımlanmaktadır. Ayrıca bir Mason tanrısı yoktur ya da Özgürmasonluk tarikatında, özel, ayrı bir tanrının adı da yoktur” Denilmektedir.

Özgürmasonluğun mürit adayı olmak için “üstün bir varlığa inanmak gerekir, fakat bu terimin yorumlanması adayın vicdanına bağlıdır. Sonuç olarak, Özgürmasonluk, Budizm, Hıristiyanlık, Hinduizm, İslam, Yahudilik ve Sih’lik gibi sayılanlarla sınırlı olmasa da adaylarını bu inançlardan olanlardan seçer.


1318'de Masonların yakılmaları
Neticede, Özgürmasonluk, “Kutsal Yasaların Kitaplarını –Volume of the Sacred Law-VSL” yani din kitaplarının kapsamlı terimlerini kullanır.


Özgürmasonluğun temeli olan UGLE bu VSL’lerin yani Kutsal Yasaların Kitaplarının mihrabın üzerinde durmasını gerektirir ve bir çok loca çok sayıdaki bu VSL’lerden kendine uygun olanını adayının seçmesini zorunlu kılmaktadır.


19.yüzyılın erken dönemlerinden beri, Baruch Spinoza, Johan Wolfganag von Geothe gibilerin düzensiz (2) Kıtasal Avrupa geleneğinde çok yaygın olarak, dogmatik olmayan yani nasa dayanmayan “üstün varlık”ın ya da “Üstün Evrensel Tek Varlık” ateistik idealizm (tanrı-ları tanımazlık davacılığı) ve agnostisizm (tanrının varlığına şüpheyle bakma) yorumlanması verilmiştir.


Özgürmasonluğun “Swedish Rıte-İsveç Ayini” olarak bilinen İskandinavya uygulamasında ise genellikle sadece Hıristiyan olanlar kabul edilir.


Deniz Feneri "T" Masonların Haçı Sembl
Özgürmasonluğun anayasası İngiltere Baş Büyük Locasının en büyük üstadı James Anderson tarafından düzenlenmiş, birinci ve ikinci baskıları da 1723 ile 1738’de yayınlanmıştır.


Anderson’un anayasası “Gothic Constitutions-Gotik Anayasalar” adı altında Masonik elyazmaları şeklinde olup, İngiltere Büyük Mason Locasının üstadı George Payne tarafından ilk kez 1720’de derlenmiştir.


1723’de “Tarih, değişiklikler, düzenlemeler, & Kardeşliğin En Eski Ve Doğru İbadet şekilleri, Özgürmasonların Anayasası”- “The Constitutions of the Free-Masons, Containing the History, Charges, Regulations, &c. of that most Ancient and Right Worshipful Fraternity, For the Use of the Lodges” ” başlığı ile yayınlanmıştır.

Bu anayasa 1723’de Filedelfiya’da Benjamin Franklin (1707-1790-1750’de Pensilvanya Meclisine seçildi.) tarafından tekrar yazılıp bastırıldıktan sonra, Amerika’da basılmış ilk Mason kitabı olmuştur.

Mason Anayasası, “ Bir Mason, kesinlikle sanattan anlamalı, asla aptal bir ateist ya da dinsiz özgürlükçü bir hovarda olmamalıdır ve ahlaki yasalarda belirtilen şartlara uymaya zorlanır” cümlesiyle başlamaktadır. Her ülkenin masonlarının kabul edilmiş kendi inanç değerlerini de belirtilen ilkelere ekleyerek uymalarını emretmekle sürmektedir.


Deniz Feneri Derneği Sembolü

1738’de yayınlanan Anderson Anayasasında Yahudilerin gizli kitabı Talmud’da Allah’ın Nuh peygambere emrettiği “yedi temel ahlak kuralına” (3) uyulması da eklenmiştir.

Bir mason, gizli tarikat ayinlerinin ayrıntılarını saklayan, karşılıklı yardımlaşma ve dostluğa dayalı gizli uluslararası bir tarikatın-örgütün üyesidir. 14.yy.ın gerçek masonları yetenekli duvar ustaları olmalarının ardında bazı işaretlerin gizleri, sırları olduğuna inanırlardı. Günümüz mason tarikatı üyeleri en üst sıralarda görünen uzmanlardan ve işadamlarından oluşur.

İnsanlar genellikle masonları hastanelerde yardıma muhtaç çocuk, yaşlı kimsesizlere yardım eden, hayırsever dernekleri için yardım toplayan insanlık yararına hayırlı işler yapanlar olarak bilirler. Masonlar, böyle yaparak insanları mason derneklerinin kapalı duvarlarının içinde yaptıklarını merak etmekten alıkoymuş olurlar.


(Ülkemizde Deniz Feneri, Duyan Yok mu, İlim Yayma Cemiyetleri, Işık Evleri, Tarikat Öğrenci Yurtları, Fakir Öğrenci Okutma Kampanyaları vb. örgütlenmelerin aslında pek masum olmadıkları da ortaya çıkmış olmaktadır.)

İran Nur Mason Locası Sembolü

Masonluk, tüm dinler gibi bütün gizemleri, Hermetizm* simya (sihir-büyü-kimya) konularında ve her türlü sanattan anlayan ustalar ve bilgelerce seçimle yönetilirler, kendilerini ve sırlarını gizlerler ve insanları ya da ilgilendikleri hedef kişiyi yanıltmak için kutsal sembolleri yanlış yorumlarlar, insanları ışığa çağırırlar ama ışıktan uzaklaştırırlar.


Kynk-Albert Pike (Ahlak ve Dogma) *(Grek tanrısı büyücü, hileci, hırsızların, fahişelerin, kazıkçı tüccarların koruyucusu Hermes’e tapınma)

Masonların bazıları Masonluğu yarı din yarı da “kendilerini kabul ettirip saydıracak yardımlaşma dernekleri, hayırseverlik kuruluşları vb. gibi hoşa giden sosyal arkadaşlık bağlarını güçlendirecek örgütler kurmak olarak görürler. Bazı derinine inen masonlara göre ise masonluk amaçlarına göre farklıdır. Onlara göre Masonluk, “açıklanmış bilgi, yeni bir öğretiye tabii olma ve başlangıç demektir.

Eski çağlarda masonlar, duvar örmek, bina inşa etmenin arkasında bir takım sırları olan ezoterik inanışlara dayanan inançlara sahip tek tarikattılar.
Mason Sembolü "G" Harfi ve Göz

Yazılan bilgilerin ışığında “Masonluk-Duvar işçiliği” örgütlenmesini Mısır, Hint, Sümer dini inanç temellerini koruyarak Yahudi Tevrat’ını esas alan Sam peygamber soyu kavimlerin inanç ve dinlerini birleştiren, Yahudileri en üstte tutan Semitizm- Siyonizm olarak tanımlamak doğru olacaktır. Yaptıkları da zaten yeryüzüne Yahudilere teslim edecek Siyonizm siyasetini yürütmekten başka bir şey de değildir.

Masonların en yüksek dereceden üstatlarının “sihirbaz” olması ve “simya- büyü- kimya” alanında da usta olması Said-i Kürdi’nin,Van Valisi Hasan paşanın sarayında gördüğü bir “Kimya kitabını” okuduktan sonra kendisine “kimyager” demeye başlaması ve aklında ne kaldıysa onların üzerinden uydurduklarını bir kimya öğretmenine kabul ettirmeye çabası önce öğretmeni sinir eder. Öğretmen bakar ki bunun dediklerine “doğru” demedikçe kurtuluş yok, tutar buna “Bediüzzaman” yani “Zamanın Harikası” der. Bediüzzaman adını deli Said-i Kürdi çok sever. Deli diye “meşhur” lakabıyla anılan Said, Cumhuriyet döneminde bu adı kullanmaya başlar. Gerçek adı Said Okur olan Deliüzzaman (Zamanın delisi) 82 yıllık ömründe “1+1=2” yazamamış olmasına rağmen ilk gördüğü kimya kitabından sonra “kimyager” olur.(Aspirini de icat etmediğine ve loboratuar bile görmediğine göre nasıl kimyager oluyorsa oluyor işe. Yalandan kim ölmüş?) İngiliz ajanlarının ayarlamasıyla, Suriye’ye vaaz vermeye gittiğinde bile kendisine “kimyager” der.

İsrail NUR Mason Locası
Halefleri arasında Molla Muhammed Afgani de 1907’de Said daha 30’lu yaşlardayken ölmüştür ve “dinsiz” olduğu gerekçesiyle İskoç Mason Locası başkanlığından kovulmuştur. Sonra dinsizliği ilke edinmiş Fransız mason locasına kayıt olur. Sonra da Mısır’da mason locası açarak üstadı olur ve masonluğu yayar.


Amerika’nın Afganistan ve Irak’ı işgalde “bahane” olarak kullandığı C.I.A ürünü çakma El Kaide örgütünün kurucusu ve geçenlerde Pakistan’da öldürüldüğü muammalı bir şekilde açıklanan Usame Bin Ladin’in “Ladin” olan soyadı da “Dinsiz” anlamındadır ve ailesi de G.W.Bush’un petrol şirketi ortağıdır.


Mason İngiliz imparatorluğu İslamiyeti yıkmak için 18.yy.’dan itibaren “dört İslami Din” kurar.

Bunların ilki Vehhabilik, ikincisi Bahailik (Allah’a inanan ayrı sapık bir masonik dindir), üçüncüsü Ahmediyelik (Kadıyanilik), dördüncüsü ise, önceleri Sevr Antlaşması gereğince kurulması planlanmış İslami Kürdistan için Said-i Kürdi Deliüzzaman üzerinden piyasaya sürülmüş olan bu üç sapık, teslimiyetçi sayıklamayı da içeren Nurculuk ya da Yezidi Kürt İslamı’dır. Adnan Menderes’in hükümeti döneminden başlayarak Kürt nüfusunun planlı bir şekilde arttırlması8nın teşviki ve Türk yurdunu işgali ile başlayan “bölecekler, bölünmeyelim bırakın Kürtler göç etsin” yalanı günümüzde bütün Türkiye’nin adının Kürdistan ilan edilmesi iddialarına kadar gelmiştir.
Amerika Arap Nur Mason Locası Smbl


Suudi Arabistan’da Usame ailesinin de kral Fahd ailesinin de kökenleri Necd’li Abdülvehhab’a dayanır. İngiliz ajanı Hemper’in sapıttırması ile 1735’lerde “İlk Masonik İslam” tarikatı olan Vehhabilik tarikatını, Basra’ya din eğitimi almaya gelen Necd’li Muhammed Abdulveehab’ın adıyla kurarlar. Bu eylem I. Dünya Savaşında Arapların Osmanlıdan çıkmasıyla sonuçlanır.


Vehhabilik ile iyi yol aldığını gören Mason İngiliz ajanları aynı yıllarda İran’da Hazar Gölünün güney kıyısında Mazenderani vilayetinin NUR şehrinde buldukları bir kripto Yahudi olan Bahaullah’a da “Bahailik= Nurculuk” akımını kurdururlar.


Ermeni NUR Mason Locası Smbl
Ülkemizde, Atatürk’ün ölümünden sonra 1950’de DP hükümetine Amerika ve İngiltere’nin baskılarıyla doldurulan Nurcuların gerçek öğretisi, Vehhabilik, Bahailik, İsmailiye, Kadıyanilik ve Kürt Yezidiliğini de içeren Tevrat ve İncil esaslı bir Masonik öğretidir. Emperyalizme (sömürgeciliğe) teslimiyeti esas alır. Bu saçmalıklar Türk ve Müslüman ülkelerinde “Hilafet Emri” adıyla Türkiye adına dağıtılmıştır. Her iki dünya savaşından sonra Müslüman ve Türklerin emperyalist devletlere “direnişsiz teslimiyetleri” bu saçmalıklar sayesinde olmuştur. Devletin bütün kurumlarının yabancılara “özelleştirme” adı altında hesapsızca satılması, İzmir’in “6-7” mil (12-14 km) açığında iki adamıza Yunanlıların yerleştirilmesi ve Yunan makamlarının askeri üsler kurmasını, Afganistan, Irak, Libya işgallerinde “Neden Haçlı ordularının askerliğimiz” yaptığımızı anlayamıyorsanız ve anlamak istiyorsanız, kökleri yüzyıllara uzanan Müslüman maskeli papazların ve dönmelerin ihanetlerini öğrenmeniz gerekir ki seçimlerde onlara oy vermeyesiniz.

Bu gü AKP iktidarı ve Gülenizm bu teslimiyetçi Nurculuk saçmalıklarının daha da Masonlaştırılmış halidir.

Diğer yandan, “sol” ya da “sağ” geçinen ve Cumhuriyet tarihimiz boyunca mecliste daima yer almış siyasi partiler de bu “mason dini” içindedirler. Masonluk Avrupa ve bütün dünyada “hem sağı hem de solu” tek merkezden maddi ve siyasi olarak destekleyerek, kışkırtarak yönetmiş, milletleri bölmüş, birbirine kırdırmış sonra da I. Ve II.Dünya savaşları sonunda olduğu gibi “Özgürlük Demokrasi Getiren İnsanlık Havarisi” olarak yüzü kızarmadan ortaya çıkmıştır. Yüzü elbette kızarmazdı çünkü kızarması için ona karşı duracak kimse yoktu. Herkesi köleleştirmişti.


Gerçek İslamiyet Osmanlı’nın yıkılışına kadar “anti emperyalist” olmuş ve son nefesine kadar direnmiş ve Türkiye Cumhuriyetini, işgal edilmiş bir imparatorluk arazisinden çıkarmıştır. Bunu teslim ve tasfiye görevini işte bu “işbirlikçi”, Müslüman maskeli sapık inançlara sahip Nurcular yürütmektedir. Gerçek “anti emperyalist” İslaimyet ile “teslimiyetçi, çakma İslam Nurculuk ve diğer sapık sayıklamalar ” arasındaki farkları öğrenmek isteyenler buyursunlar okuma maratonuna!

Alaeddin Yavuz.

(1)“Is Freemasonry a Religion?”. United Grand Lodge of England. 2002.
(2) “Düzensiz” ifadesi İngiltere Birleşik Büyük Mason Locasıyla diğer Büyük Locaların arkadaşlıkları-bağları anlamına gelmektedir.
(3) “The Noachide Faith in Masonic Sources-Mason Kaynaklarında Nuh İmanı” adlı kitap.
Nur Mason Locası Üstadı.


2-Masonluğun Temellerini Oluşturan Dinlerin Kökenleri;

a-Thoth-Lah-El Lah-Allah

Thoth, Lah- Hiyeroglif Alfabesini Yaratıyor.
Ortadoğu’da yani Hindistan’ın İndüs nehri ile Mısır’ın Nil nehri arasındaki, Tevrat ve İncil’de de Adem ile Havva’nın yaratıldığı, insanlığın yeryüzüne bu topraklardan yayıldığına inanıldığından “Bereket Hilali” adıyla da bilinen bu topraklardaki bütün dinlerin kökenleri Eski Sümer medeniyetidir.

Sümer’in su tanrısı,ilk adem’i “Adapa’yı” yaratan,yeryüzünü kıtalarıyla ve yıldız ve gezegenlerin yörüngelerini tayin ederek,barındırdıkları yaşam türleriyle birlikte gökleri düzenleyen,tufanın sularını kutuplara nefesi ile süren,nebatat dahil bütün canlı türlerini ve tanrıları yaratan,yaşamaları için gerekli aklı veren,gök tanrılığını zar işinde küçüğü Enlil’e karşı kaybettiği için sürekli sorun yaşayan,göklerde 36 takım yıldıza sahip olan,yeryüzü tanrısı “Ea veya Enki’sinden” çalınanarak üretilmiş “Tanrı tanımlamaları” dır.


Enki’ye, yani Yılan Tanrı Şeytan’a tapınma kültü, Sümer’den Mısır’a Mısır’dan Hindistan’a zaman içinde yayılan bu kültür, Sümer, Mısır ve Hint Kültürlerini oluşturmuştur. Ve bunların oluşturduğu “ortak kültür” den kendilerine dinler yapmış, hileci, tüccar Greklerin uydurdukları kültüre de Grek (Yunan) Kültürü denilir.

Çünkü okuyacağımız dinlerin temelinde onun özelliklerini hep göreceğiz. Hind’in Kali’si, Pers’in Ahura Mazda’sı, Mitra’sı, Greklerin hileci tanrısı Hermes’i ve ondan türetilmiş Hermetizm de bu tanrının sıfatlarından türetilmiştir. Hermetizm de aşağıda okuyacağınız dinlerin ve günümüzün Mason emperyalizminin de esasıdır.
Konumuz Tevrat’a dayalı dinler olunca da, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet dinleri  daha çok Mısır kültürü ağırlıklı olduğundan Sümer’in Enki ve Ea adıyla bilinen “bilge Su, Yılan ve Yer Tanrısından (şeytan)” türetilmiş olan, Mısır’ın hileci tanrısı Thoth, Lah (şeytan) adlarıyla da bilinen tanrısını tanıyarak başlayalım;

b-LAH’ın Sıfatları;

Mısır’ın ,Ra’sının ve
-Mısır tanrılar meclisinin katibi,
-verilen sözlerin,yapılan antlaşmaların koruyucusu,
-hakim,
-ahret gününün, (tanrıların ve insanların) evrenin tarafsız,adil yargılayıcısı,hakimi,
-baş tanrı Ra’nın sözlerini insanların diline çeviren,
-tanrıların yazılarını karelere bölerek insanların okuyup yazmalarını kolaylaştıran ALFABEYİ keşfeden,İnsanların ilk baş öğretmeni,(Yazarın yorumu) 
-İncil'in "Rab-Öğretmen Tanrısı,Kuran'ın ilk suresi olan Alak Suresinde "kağıt-kalemle okuma-yazma öğreten" Allah tanrımlarının kaynağı.(Yazarın Yorumu) 
-Ra’nın dili ve kalbi olarak saygı gösterilen,
-Ra’nın gece yolculuğunda,kayığında yanında bulunan,
-Ra’nın gözü,tapınakta bulunan bütün tanrıların da yargıcı, tabiatı ve evreni ölçülerine göre düzenleyen,
-şarkılarıyla gök cisimlerinin ve güneşin seyirlerini,mevsimleri düzenleyen,cennetlerin ve cehennemlerin de mimarı,
-bütün sırların sahibi,maji-büyü ustası, büyücülerin en büyüğü,
-insanlara yol göstermek için yazdığı çok önemli kayıp 42 temel kitabı bulunan,”Üç kez ululanmış”,”Üç kere ULU” olarak anılanı
-Bütün tanrıların "RA"nın görüntüsü oldukları inancına dayanılarak,Ra'nın en gelişmiş hali olarak da kabul edilmiştir. 
-Yunanlı Eflatun’a göre “her şey” olan, bilge ay tanrısı,İbiş kuşu gagalı insan vücutlu Thoth-A’ah’ın (Dod-A'ah) çalınmış sıfatları ile uydurulmuş bir tanrıdır.Benzer veya aynı sıfatlarla saygı gösterilmektedir.

Thoth’un diğer adları, Lah, Djehuty (Cehuti), Jehuti (Yehuti okunur. Yahudi’nin köküdür), Tahuti , Tehuti, Zehuti, Techu (Teçu), veya Tetu yanında Khemenu’nun tanrısı sıfatı da vardı.Grek tanrısı Hermes Trismegistos’un onun adından esinlenilerek üretildiği Grek Trismegistos’unda “Üç kere Ulu,Ulu” denilmiştir.

c-Hermetizm hakkında kısa açıklama;

Grek Hileci Tanrısı Hermes
Benim çıkarımlarıma göre, Hermetizm öğretisi, Mısır’daki ,Lah- Jehuti (Yahudi) adlarıyla bilien Thoth kültünüm Greklere geçmiştir.Zeus’un habercisi (mesihi) olan hileci, düzenbaz Hermes’e Lah’ın kişiliği Grek rahiplerince kazandırılmıştır.
O asırlarda, tüccar olan kavimlerin “hileci, dolandırıcılıkları” yüzünden aşağılanmaları ve saldırılara uğramaları yüzünden Grekler kendilerinin anlatabilmek için felsefe okulları kurmuşlardı. Buralarda yetişen zeki adamlar, kitleleri etkileyerek ticaretin yaygınlaşmasında büyük rol oynadılar. Büyük İskander zamanında Makedon- Grek vilayeti haline gelen Mısır’da da Grekler Lah- Thoth kültünü “Hermetizm” adı altında Mısır’a dayattılr. Böylece Mısır’da “Hermetizm” kültü oluştu. İskenderin ölümünden sonra Grek Selevkos (İ.Ö.305-240) hanedanının hâkimiyeti burada “65”yıllar sürdü. Sonra Antakya’ya çekilen hanedan (İ.Ö.240-64) burada 176 yıl devam etti ve Romalılarca yıkıldı.

Büyü, simya’ya dayalı bü dini kültün ikinci büyük merkezi de gene kripto avam Greklerin Semtik Araplarla karıştıkları Harran’daki Sabi Kültüne de bu yayılmacılık dönemlerinde hakim olmuşlardı.
Harran’da da kurulan okullarda büyü ve simya (kimya adı bundan gelir.) ve bunlara dayalı dini bilgiler öğretilmekteydi. Peygamberlerin, ermişlerin, dervişlerin ve ulemaların “mucize gösterme” gelenekleri de bu Hermetizm kültünden gelmektedir.
Harran Sabileri olan Yezitlerin Tanrıları Hermes Trimegistos ise zaten,19.yy.dan bu yana Mısır’da yapılan kazılardan elde edilen bilgilerle 20.yy.ın ikinci yarısından sonra Mısır Bilimcilerin tercüme eserleriyle binlerce yıl sonra yeniden tanınmaya başlanılan eski Mısır’ın bilge tanrısı, Ra’nın ve tanrılar meclisinin katibi, tanrılarla oynadığı kumardan kazandığı “beş günle” bir yılı “365 güne” çıkaran, tanrıların dilini insanların anlayabileceği şekilde karelere bölerek ilk “hiyeroglif alfabesini” icat eden, evrenin  ve göklerin mimarı, bütün bilimlerin sahibi, sihir ve büyü ustası, ahret gününü ve hesap günün belirleyen, cennet ve cehennemi kuran, yerleri, gökleri ve cehennemi de gözleyen “göz”, zamana ve mekana hükmeden, insanların ve yaratılmışların bildiği her şeyi bilen, tüm yaratılmışlar ile bütün tanrıların yargıcı “Adil Yargıç” Thoth bilinen öteki adlarıyla “Lah”, “Jehuti”  (Yehuti-Yahudi)nin Greklerce çalınmışıydı. Lah’a Araplar başına belirteç ekleyerek “El  Ellah=El İlah=Tanrılar Tanrısı-Baş Tanrı” diyorlardı. Onun da kökeni Sümer su tanrısı Ea-Enki’ye uzanmaktaydı. Hicaz Arapları zaten El Lah’a Enki olarak da tapınmaktaydılar.
Arap-Yahudi melezi Hicaz Araplarının İslamiyet öncesi “El Ellah-Allah" adıyla taptıkları,(Arapça’da adların başına İngilizce’deki “The” gibi “El” belirteci getirilir.”El ‘El A’ah-ELA’AH-İlah ve yüceltilmiş hali ile El Ellah-Türkçe söyleyişi ile Allah”ın kendisidir. Bu yüzden halen Mısır ve Arap dünyasında İbiş kuşları halen kutsal sayılıp korunmaktadır.
Bütün Mısır firavun mezarlarında yüzlerce İbiş Kuşu mumyasının bulnmasının yanında,eski Türk filimlerinde Münir Özkul'un canlandırdığı "aptal görünüşlü-kurnaz köylü İBİŞ" karakterinin kaynağı da bu kuşun İslam almeinde de sayıldığına işarettir.

 Bunun en kolay ispatı, Hz. Muhammet’in babasının adının Abdullah olmasıdır. Yani “Abd-El-lah-Allah’ın kölesi” dir.
 d-Allah Adının İslam Öncesi Kökleri;

Allah'ın Kızları- Uzza, Lat, Menat
Ellat Sümer’in (İ.Ö.4000’ler)  yer altı tanrıçası Erşkigal’in adıydı.”Allah” adı da “lat” kelimesinin “”erkek” halidir. Sümer sonrası dönemlerde bu Allah adı İslam öncesi Suriye, Ürdün, Lübnan bölgesinde yaşayan Nebatilerde de de İ.Ö. 2300’lere uzanan kayıtlarda yer almaktadır.
Tarihçi Heredot,Nebati Araplar için;”İlahi Afrodit ve Diyonisus” gibi başka tanrıların koruması olmadığını farz ediyorlardı....ve Afrodit ile Diyonisus Orotalt için ALLAT (El Lat) diyorlardı.(Negev-S.101)

İbranice “Elohe”, Keldanice,”Alaha- laha”, Aramice, “Elaha”, Süryanice “Alaha”, Nebati metinlerinde “LLLah”
Hz.Peygamberin dedesi Abdulmuttalip’in (Muttalip’in “Talip Yezidi Yemen Sabilerinin baş tanrısıdır.
Yemen Sabi (Her dine dönen, dönme, Yezid) kabileler birliğince kutsal olan Sumay’ın da koruyucusuydu. İyileştirici, şifa verici olmasının yanında kervanların da koruyucusuydu. Yani biraz  Lah biraz da Hermes’ti“.  Abd-el mut-talip= Talip’in mutlu kölesi” anlamına gelmekle birlikte Kabe’nin baş putu El Lah’ın da “99” adından biri olabilir.) El Ellah yani Hubel’den on çocuğu olmasını diler. Olursa birini Allah’a kurban adar.

On çocuk olur ve birinin adını da “Abdullah” koyar. Abdullah 18 ile 20’li yaşlara geldiğinde elan evlatlarından birisini El Lah’a kurban etmemiş olan Abdülmutallip  gece rüyasında El Lah’ı görür ve El Lah (Allah) evlatlarından birisini kendisinden kurban ister. Sabah ilk işi bölgenin kahinini bulmak olan Abdülmutallip çocuklarını alarak Kabe’ye götürür ve baş put olan Allah’ın önünce çember şeklinde dizilirler. Kahin “fal oku” denilen ortasında top geçirilmiş oku çemberin ortasında yer alarak çevirir ve okun dönmesi durunca Abdullah’ı işaret eder. Ancak Hz. Fatma’nın tek oğlu olan Abdullah’ın kurban edilmesine karşı çıkarak kabilesini Kabe avlusuna doldurarak itirazı ile kurban işlemi durdurulur. 130-140 deve kefaret kurbanı ile boynu kesilerek kurban edilmekten kurtulur. Ama bir yıl içinde evliliğinden altı ay sonra da ölür. Muhammed böylece yetim doğar.

Elmalılı Hamdi Yazır, meşhur Kuran tefsirinde Fatiha Suresi’ni açıklarken ilk önce “Besmele” konusunu işlerken “Allah” adı hakkında yaptığı tespitlerden konuyla ilişkili olanları aşağıya alınmıştır;

“Önce Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliği asrında bütün Arapların bu özel ismi tanıdığı bilinmektedir. Kur'ân-ı Kerim de bize bunu anlatıyor:

"Andolsun onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, elbette 'Allah' derler." (Zümer, 39/38)

Bundan dolayı şimdi bizde olduğu gibi o zamanda bu ismin, Arap dilinin tam bir malı olduğundan şüphe yoktur. Sonra bunun Hz. İsmail zamanından beri geçerli olduğu da bilinmektedir. Bu itibarla da Arapça olduğu şüphesizdir… Eğer "el" belirleme edatı ise kelime herhalde başka bir şeyden nakledilmiştir ve yüce Allah'a isim olarak verilmesi ikinci bir kök sayesinde mümkündür… Belirleme edatı "el" kalkınca da "lâh" kalır.

Gerçekten Arapça'da "lâh" ismi vardır. Ve Basralı alimlerin büyük bir kısmı bundan nakledildiğini söylemişler. "Lâh" gizlenme ve yükselme mânâsına fiilinin masdarı olduğu gibi bundan "ilâh" anlamına da bir isimdir ve bundan "lâhüm", "lâhümme" denilir…. Peygamber Efendimizin dedesi Abdülmuttalib Fil vak'asında Kâbe kapısının halkasına yapışarak; "Ey Allah'ım! Kul kendi evini korur, Sen de evini koru! onların haçı ve hilesi düşman olarak senin tedbirine galip gelmesin!" diye Allah'a yalvarmıştı. (Bkz. Fîl Sûresi Tefsiri) .
Şu halde "lâh" isminin başına "el" getirilerek "Allah" denilmiş ve özel isim yapılmış demektir…” diyerek “Allah veya El Lah’ın” İslam öncesi kullanıldığını belirtmektedir.
Ayrıca bu yazısında Arapların, El Lat için; “Bi’sm-i El Lat” kısaca “Bismillat” dediklerini de geçmiştir.

Kuran’ın başlangıç tümcesi olan “Besmelenin” naçiz Arapçamızla açılımını;
“Bi’ism-el lah-er rahman er rahim” olarak yaptığımızda “er-rahman ve er-rahim” sıfatlarıyla yücelik katılmasına belki de bu yüzden ihtiyaç duyulmuş olunabilir.

3-HARRAN SABİLERİ ve SABİLER- MECUSİLİK
a-SABİLER (İng.Mandenler-Bilgili,arif olanlar.)

SABİLİK, İlk Tek Tanrılı din olan Güneş Kültü dininin, yüce Tanrının Sembolü olarak kabul ettiği Güneşi, Tanrının kendisi yerine koymuş bir inanış biçimidir. Sabiler, başta Güneş olmak üzere, yedi yıldıza tapınırlardı. Bunlar, en yüce tanrı olan Güneş tanrısı "Şamaş", onun dişil yönü olarak kabul edilen Ay tanrıçası "Sin", ve diğer vasıflarının temsilcileri olan Merkür tanrısı "Nabu", Venüs tanrısı "İştar", Mars tanrısı "Nergal", Jüpiter tanrısı "Marduk" ve Satürn tanrıçası "Ninutra" idi. Sabiler, bu tanrı ve tanrıçaların yanı sıra, Hermes'i, Pisagor'u, Orfe'yi de birer yarı tanrı olarak görüyorlardı.

Kuran'da Tek Tanrılı dinler arasında, SABİLİK de sayılmaktadır. Bunun nedeni, İslamiyet'in birçok söyleminin ve tapınım tarzının Sabilikten geliyor olmasıdır. Namaz kılma, oruç tutma, kurban kesme ve kutsal yerleri ziyaret etme, yani hac gibi ibadet tarzlarının yanı sıra, her namaz öncesi abdest alma gibi adetler, hep Sabi kökenlidir.
Sabilikte, yedi gezegenin her biri için, günde yedi kez namaz kılınırken, bu sayı İslamiyet’te beşe indirilmiştir.
Ay görününce oruca başlanması ve izleyen ayın başında bitmesi geleneği, İslamiyet’ten önce Sabiler arasında görülmektedir.
Muhammed öncesi Hicaz Arapları da ay kültü dine sahiptiler.Diğer dinlerin tersine ,Araplarda ay,erkek,güneş dişiydi.”Ay Tanrısı Kültü ve Allah’ın Kızları” başlıklı yazımı okuyabilirsiniz. Çocukluğumda annemin bana öğrettiği, bir yeni ay duası vardı, hatırladığım kadarı ile şöyleydi;
“Ay’ı gördüm alâ, amentübillah, ay mübarek olsun, Elhamdülillah”.

İslam, tek tanrılılık yanında,Mecüsi temelli Hicaz Araplarının ve Sabiilerin ay tanrısı kaynaklı inananları da,diğer eski inanç mensuplarını da bünyesine çekebilmek için kendinden önceki dinlerin yaptığı gibi,onları dolaylı yoldan doğrulama yolunu tercih etmiştir.
Sabilikte, her gezegen için her gün namaz kılınmasının yanı sıra, haftanın günlerinin her biri, bir gezegene özel ayinler düzenlenmesi için ayrılmıştır. Pazar günleri Güneş ayinlerine, Pazartesi Ay ayinlerine, Salı Mars, Çarşamba Merkür, Perşembe Jüpiter, Cuma Venüs ve Cumartesileri de Satürn ayinlerine ayrılmıştır. Latince kaynaklı batı dillerinde günlerin isimleri, bu güneş kültünün günümüze yansımasından başka bir şey değildir. Örneğin Pazar "Sunday" Güneş günü, Pazartesi "Monday" Ay günü ve Cumartesi "Saturday" de Satürn günüdür.
b-Sabîlerin Kuranda;
Bakara Suresi 62. “Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabîler; bunlardan her kim Allah'a ve ahret gününe gerçekten iman eder ve iyi bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında mükâfatları vardır. Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaklardır.”;
Maide Suresi 69. “Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Sabîler ve Hıristiyanlar her kim Allah'a ve ahret gününe iman edip de dürüstçe çalışırsa, artık onlara korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir.”
Ve
Hac Suresi 17. “İman edenler, Yahudi olanlar, Sabîler (yıldıza tapanlar),Hıristiyanlar, Mecusiler (ateşe tapanlar) ve müşriklere gelince, muhakkak Allah kıyamet günü bunların arasını şüphesiz ayıracaktır; çünkü Allah her şeye şahittir.”
Ayetlerinde bahisleri geçmektedir.
(Blog yazarın notu.)
Son Hac 17.ayete ise ,iman edenler sayılırken Yahudi,Hıristiyan ve Sabi’lere Mecusilerin de eklendiğini görüyoruz.Sadece “Müşriklerin (eş koşanları) “ve” bağlacı ile ayırması dikkat çekicidir.Bu tercümandan kaynaklanmıyorsa,Tevrat Danyal suresinde geçen,Allah’ın Yahudi ve Greklerden önce İranlıları (Mecusileri) seçtiği konusu doğrulanmış olmaktadır.
İran’ı fetheden Hz.Ömer’in komutanları ve valilerinin,hatta zalim Haccac’ın bile İranlıları soykırıma uğratmamalarının ardında bu ayetin yattığı da ortaya çıkmıştır.

(Urfa’da) Harran putperest yıldız dinlerine tapan Süryanilerin* yaşadığı bir merkezdi.Yedi gezegenden biri için adanarak kurulan yedi şehirden birisiydi.Ay tanrısı Sin adına kurulmuş büyük bir tapınağı vardı.

*(Süryani-Suriye’li Hıristyanlara verilan bir addır. O çağlarda Hıristiyanlık olmadığından, “Suriyeli” anlamına gelir.)

Yıldızları gözlemek için kulesi vardı. Dünyanın ilk üniversitesinin burada kurulduğu,il kilise ve ilk caminin burada inşa edilmesine rağmen yıldızlara ve putlara tapmakla bilindikleri için bu durum göz ardı edildi.
Kökenleri Kaldelilere dayanan Harran’ın okullarında sihir ve büyü öğretilirdi.
Kuran’ın Kökenleri” adlı kitabın yazarı W.St.Clair Tisdal,(S.236-237)Suriye’de oturan Seth ve İdris’in takipçileri Sabilerden bahseder.Geceden,gün doğumuna 30 gün Sabilerin oruç tuttukjlarını,secde etmeksizin cenaze namazı kıldıklarını,Hz.Muhammed’in orucu,şafaktan akşam karanlığınına değiştirerek,cenaze namazını ise aynen  kopyaladığını yazar.
Tek tanrılı yıldızlardan gelen meleklerin adlarına tapınan,kökenlerinin Nuh peygamber soyuna dayandığına inanan bir Ortadoğu inanç geleneğidir.Hileci Grek tanrısı Hermes (Trismegistus’*(Üç kere ulu) un (İdris peygamber) peygamberleri olduğuna inanırlar.
*( Sümer Enki -Mısır Thoth,Lah-Arap Taaut,El Lah-Hubel-Baal)
Güneş,Ay,Merkür, Venüs,Dünya, Mars,Jüpiter,Saturn yıldızlarıdır.Bu inancın İ.Ö.IV.yy’da Büyük İskender’in Harran’ı ele geçirmesiyle Hermes kültünün bölgeye yerleştiği sanılmaktadır. Yemen’li Sabilerle alakaları yoktur.Yemen’li Sabiler,Sabi yazarken Sat yerine Sin harfini kullanırlar.
Tam olarak Yahudilik veya Hıristiyanlığa göre ibadet etmezler.Grek kaynaklarında, Theosebeians (Seosabians-Allah’tan korkanlar) ve Sebomenoı (İnananlar),Phobeomenoı (Fobeominoy-Bir’in Dindarları) olarak adlandırıldılar.
İslam ulemalarına göre,Sabi-üna (Sabi’li) Seba’a sözünden gelir ve “bir dinden öbürüne giren” anlamındadır.
Taberi,Sabiün kelimesinin Sabi’nin çoğulu olduğu ve “din değiştiren,dönen,dönme” demek olduğunu,birisinin veya inancın sahiplerinin mevcut dinlerini bırakarak diğerine geçenleri tanımladığını söylemiştir.Araplar böyle insanlara “Sabi derlerdi.
İbranice’de Sabi,”serhoş,içkici demektir.
Irak Küfe şehrinde IX-X.yy’da doğan,Mısır Hiyerogliflerini Kıpti (Çingene) Mısır diline ilk çeviren ve yazan, sihir üzerinde uzman,Mısırolog ve tarihçi, Simyacı,çiftçi,Suriye Nebati’li  Ebu Bekr Ahmed ibn 'Ali ibn Kays el-Wahşiyah el-Kasdani el-Kuseyni al-Nebati el-Sufi’nin öğretilerine dayalı bir dindir.
Meleklere,putlara,yıldızlara ibadet ederler.Günde üç kez namaz kılarlar. domuz, köpek, eşek, yırtıcı kuş,fasulye, lahana, mercimek yemeleri yasaktır.
Ali El Mesudi,(Irak-896-957)Harran Sabileri,Y unanlıların avam (aşağı halk) tabakasıdır. Felsefeleri, Mütekaddimun felsefesinin (Sünni-Selefi) haşeviye kısmı olduğunu söylemektedir.
İslam Ansiklopedisi yazarı Carra De Vaux,makalesinde,Sabi adının “s-b” kökünden geldiğini ve “suya daldırma-vaftiz” anlamına geldiğini yazmıştır.
Ebu Bekir El Kassas,(İ.S.980),”Kendilerine Sabi adı veren, Süryani dili konuşan,Harran bölgesinde yaşayan  bir grup vardır ki hiçbir peygamberi kabul etmez,Allah’ın hiçbir kitabına inanmaz,kitab ehli değil,putperesttirler.Kestikleri yenmez,kadınları ile nikah edilmez” demektedir.

Kaynak Wkipediya

4-Mitraizm:

Mitra, Hint dilinde dost, yaren, arkadaş demektir.
Hint akıl ve doğru sözün sahibi,yapılan akitlerin, yeminlerin koruyucusu, ahret gününün ve evrenin tarafsız yargıcı” Adalet Tanrısı olarak tapınılan Mitra –Varuna ikili tanrı kavramından esinlenerek İranlılar kendilerine has bir “Mitra” inancı ürettiler.
İran’ın mitra’sı elinde kırbacı ve kılıcı ile taştan doğmuştu. Yani “bakire doğum” ürünüydü. Çünkü bütün Sümer, Mısır, Hint ve diğer kavimlerin tanrıları, insan şekilliydiler, çift cinsiyetliydiler. Erkeklik ve dişilik organları vardı. Her ilişki sonrasında bakirliklerini ve bekâretlerini vücutları yeniliyordu. Sümer’in Kutsal Fahişe tanrıçası İnanna da böyleydi.

İnsanlardan kurban isteyen Kutsal boğayı öldürerek, kötü yer altı ruhlarına kurban keserek yatıştırmak zorunda kalan insanlardan Kurban kesme zorunluluğunu kaldıran Mitra'nın boğayı öldürme sahnesini gösteren bir heykel Persepolis Nakşi Rüstem harabelerinde vardır.

Kutsal boğayı öldürmekle insanların tanrılara “insan kurban” etmelerini ortadan kaldırmıştı. İnsanlarla konuşan, onlara akıl, bilim öğreten dost bir tanrıydı. Diğer kavimlerin tanrıları gibi “insan kanı içmiyor, kalp ve beyinlerini çıkarıp yemiyordu. Onu gören insanlar ölmüyorlardı.

Hz.İbrahim’in tanrısı Yahweh’te onun çadırına gelerek “undan ekmek yaptırarak yiyen, İshak’ın yerine koç kurbanı isteyen bir tanrı olarak Zerdüştlük öncesi Mitra’dan türetilmiş özelliğe sahipti.

Mitra da Güneş tanrısı Bilge Tanrı Ahura Mazda'nın oğludur. İlahi ışıkla insanları ve doğayı aydınlatır.

Sabilik ya da Yezidilik olarak da bilinen bu din bundan sonra ortaya çıkacak, Zerdüştlük, Yahudilik, Hıristiyanlık ve onun baskılarına direnenlerın kuracaklarıgnostik, üniteryan, Ortodoks,presibiteryan vb. mezheplerinden İslam ve mezheplerine kadar bütün dinlerin kökenidir.


5-ZERDÜŞTLÜK

İ.Ö.620’lerde peygamber Zerdüşt doğar ve bir süreliğine Mitra inanç kültü tatile çıkar.

a-ZERDÜŞTLÜK
Zerdüşt 'ün Hayatı Zerdüşt kelimesi (Zoroaster), Zarathustra 'nın Yunanca karşılığıdır (Zarath: Yaşlı,cılız; üstra: develer demektir. Yaşlı ve cılız develere sahip olan anlamını ifade eder. Daha sonradan,Zarath (Zarad) Altın renkli,altın gibi sarı olarak düşünülmüştür.Altın sarısı,güzel develere sahip olan,ya da altın rengi ilahi nurlar saçan anlamında kullanılmıştır.Halk dilinde Zerdüşt, yaşayan yıldız olarak nitelendirilir). 
Zerdüşt'e vahiy gtiren kutsal ruh Farohar-Faravahar,İlahi nurla insanları, 
dünyayı aydınlatmaktadır.(Kızılderililerin "Ulu Büyük Ruh"u) 
-Yukarıdaki resme ek olarak Şahin-Kartal Horus da birlikte 
düşünüldüğünde Mısır'dan çalınma olduğu açıkça görülüyor, değil mi? 
2-Zerdüşt,Faravahar veya Farohar,Zerdüşt kökenli Ay Tanrısı kültüne inanan Arap kültürüne “ruh” olarak geçen,insanın doğumundan önce ve ölümü sonrası da yaşayan maddi olmayan varlığı anlamına gelmektedir.Ruh,yeryüzünde beden olmadan da,tek tanrı Ahura Mazda (Akıl Tanrısı) ile birleşinceye kadar,yani,”Fraşo Kereti” haline gelinceye kadar bir şekilde yeryüzünde yaşamına devam etmektedir.
Zerdüştlüğün temel ilkesi,İngilizce’ye çevrilmiş şekliyle “No God but Ahura Mazda” yani İslam’ın da temel ilkesi olan “Allah’tan başka tanrı yoktur” ilkesinin kökeni olan,“Ahura Mazda’dan başka tanrı yoktur.” ilkesine dayanmaktadır.
Zerdüşt 'ün doğumu, M.Ö. 570 olarak tahmin edilmektedir. Zerdüşt, İran dinleri üzerinde önemli bir etki bırakmıştır. “Tektanrılı bir inanç” telkin ettiği için onu bir peygamber olarak kabul edenler bulunduğu gibi, ona bir hakim veya şaman olarak bakanlar da vardır. Gatha 'lar diye adlandırılan kutsal metinler ona dayandırılır. 
Peygamber Zerdüşt,o da başında güneş tanrısı sembloü olan "Nur-Aydınlık" ile etrafını aydınlatmaktadır. 
Zerdüşt, Ulu,tek Tanrı olarak telkin ettiği Ahura Mazda’nın ilahi nuruyla vahiy yoluyla bağlantı kurduğunu ve aydınlandığını ifade etti. Ona göre alemlerde mücadele eden, İyilik ve Kötülük diye adlandırılan iki asli ruh (ilkine “Spenta Mainyu”, ikincisine “Angra Mainyu” denilir) var idi.
Zerdüşt’ün diğer sıfatı ya da vahiy meleği olarak bilinen “Farahavar veya Farohar=ruh, bundan sonra “ruh” diyeceğiz.” aynı zamanda onun öğretisinin de adıydı.Ruh iki temel ilkeye dayanmaktaydı. ”Spenta Minu,Angra Minu”.İlki yüzünü sondakini geri bırakacak şekilde ona çevirmiş oluyordu.Yani,”iyilik” isteyen yüzünü “kötülükten” çevirecekti.
Farohar,aynı zamanda,Zerdüşt’e vahiyler getiren,insan yüzlü,sakallı,beline kadar insan olan,belden aşağısı 180 derecelik açıyla gergin olarak ikiye ayrılmış kanatları ve gergin olarak açılmış kuyruğuyla bir kuş adamdı.Özünde temsil ettiği de “insan ruhuydu”.

Belinden kuyruk sokumuna kadar metal bir daire,daireyle kuyruk sokumundan bağlantılı öküz boynuzu şeklinde aşağıya doğru açılmış helikopter ayağını andıran ayakları vardı.
Kanatlarının her biri üç sıra-kat- tüy dizilişine sahipti.Her sırası da ruh’un üç temel ilkesini belirtmekteydi.
1-“Good reflection”yani “Hayırlı-iyi niyet ,”2-”Good word” yani “Hayırlı Söz”,3-”Good deed” yani “Hayırlı Amel“di.(Good,kelimesi burada “hayırlı” olarak çevrilmelidir.Dini edebiyatta “iyi=hayırlı” olarak anlaşılır ve söylenir.İngilizce’de bu anlamı da içermektedir. Çünkü,bu inancın anavatanı bu topraklardır.Bu topraklarda “iyi düşünce,iyi söz,iyi iş” sözleri kullanılmaz.)
Ruh’un bedeninin kuyruk sokumunda bulunan daire,insan ruhunun başlangıcının ve sonunun olmadığını temsil ediyordu.
Sol elinin yukarıyı işaret etmesi de “insanoğlunun gelişmek,dallanıp,budaklanarak çoğalma” isteğinin temsiliydi.
Kanatlarının üzerine değen sağ elinde tuttuğu halka da,Zerdüşt’ün imanına olan sadakatini temsil eden “akit halkasıydı”.
Ruhları hapseden hard disk elindedir.
Yani,insan tanrısına ve emirlerine bağlı kalacağını vaat ediyordu.Bu vaadi de o halkada kayıtlıydı.Bir çeşit “hard disk” yani.
Zerdüşt inancı Pers İmparatoru Büyük Darius-Daryus-Krus’un (550–486 İ.Ö)“Tek Tanrı” inancında taviz vermeyen tutumu sayesinde Pers sınırları ve yakınlarında ,Tuna’dan Afrika’da Moritanya’ya, İngiltere’den Çin’e,Kırım’dan Yemen’e kadar,o zamanın dünyasının her yerinde yayıldı.

Zerdüşt, Yüce Tanrı olarak telkin ettiği Ahura Mazda ile yakın irtibatı bulunduğunu ilan etti.

Ona göre alemlerde mücadele eden, İyilik ve Kötülük diye adlandırılan iki asli ruh (ilkine “Spenta Mainyu”, ikincisine “Angra Mainyu” denilir) var idi. Ahura Mazdah 'ın bu iki ruhla alakasını bugün pek iyi bilemesek de O, iyilikle beraberdir. İnsanoğlu, bu iki ruh arasından birini seçmeye mecburdur ve seçimi onun kaderini etkileyecektir.


b-Zerdüştlük’te Ateş’in Yeri;


Ateş Zerdüşt dini inancı tarafından kutsal olarak kabul edilmektedir.Ateş Zerdüştizm 'de çok önemli bir yere sahiptir. Avesta 'ya göre ateş tanrı Ahura Mazda 'nın ruhu ve oğludur. (İsa’nın teslis kavramı. Müslümanlarda ateşe tükürmek,işemek gibi şeyler günah sayılır.)
Esas olarak ateşe üç anlam veriliyordu veya bu anlamlarda ateş kutsanıyordu. Ateşin başlangıcı olarak ev ateşi yani ocak ateşi kabul ediliyordu. İkincisi kurbat ateşi olup, bu ateş devamlı yanan ve kötülükleri uzaklaştırandır. Üçüncüsü ise halk topluluklarınca meydanlarda yakılan ve etrafında eğlenilen,aynı zamanda ateşle temasa gelerek veya bu ateşin içinden geçerek suç ve günah işlemiş olanlar, kime karşı suç veya günah işlemişse onun yakacağı ateşin içinden yürüyerek kendini temize çıkarması günahını veya suçunu affettirmesi, yani kendisinin suçsuz ve günahsız olduğunu ispatlaması geleneği bakımından önemliydi. (Aleviler ateşten atlarlar,Hıristiyanlar,İsa’ya inanmayanları ruhlarını günahtan temizlesin diye topluca yakarlar.Kaynağı bu dindir.)

Zerdüştlüğe göre esasta yeryüzündeki her türlü canlı ve cansızda ateş vardır. İnsanda ,hayvanda , bitkilerde gökte ve yerde bu ateşi değişik zaman ve durumlarda açık görmek mümkündür. Bunlarda insanda bulunan ve insanların ilişkilerini sağlayan ve aynı zamanda Tanrı ile ilişkide olan ateşin en kutsal ateş olduğu belirlenir.

Bu ateşin 215-216 değişik ateşten meydana geldiği ve her bir ateşin ise çalışan bir meslek grubuna ait olduğu belirtilir. Aynı zamanda insanların değişik şeylerden yaktığı ateşin, insanları kötülükten ve günahlardan arındırdığına inanılır. Ateşin, dünyanın yaratılışında altı unsurda karışık varlığı ile ateşten yaratıldıkları belirtilir. Bu unsurlar gökyüzü,yeryüzü,veya toprak,su,bitkiler,hayvanlar ve insanlardır.Bunların bünyesindeki ateşi değişik şekillerde ve olaylarda gözle dahi görmek mümkündür diye belirlenir.

Zerdüştlükte sabah güneşinin öğleye kadar geçen zamanda bereket getirdiğine inanılırdı.(Hintlilerde,Sabilerde de vardır.Müslümanlara Sabah Namazı şeklinde geçmiştir.)
Bu inanca göre ateş, sadece günah ve suçlardan arındırıp temizleyen yetkisinin dışında aynı zamanda ilahi güç, kuvvet ve kudret veren bir kaynak olarak da görülür. Çünkü ateşin tanrı Ahura Mazda 'nın oğlu olduğuna inanılmasının yanında, insanların ruhlarının da ateşten geldiği ve ölümden sonrada ruhun yapılmış olduğu gökteki ateşe çekileceği ve onunla birleşeceğine inanılmaktadır.

Hindistan’da yaşayan Parsiler günde “beş defa “ (Müslümanlarda 5 vakit namaz) ateşin temizliğini korumak için temizleme ayinleri yapılır. Bu ayinler, rahiplerin nezaretinde yürütülür. Ayinlerde Avesta 'dan ilahiler, parçalar okunur.(Müslümanlar da namazda Kurandan kısa sureler ve ayetler okurlar.Kiliselerde rahipleri de benzer işlemi yaparlar. İbrani dinlerin tümü bu dinden sonra gelmiştir.)

Zerdüşt 'ün ölümünden sonra insanlar, onun karşı çıktığı Mitra, Anahita gibi tanrılara tekrar tapınmaya başladılar.

Gatha 'lar diye adlandırılan kutsal metinler ona dayandırılır.


6-MANİHEİZM

Mani inanışından bahsetmek aşağıdaki konu için faydalı olacaktır.;

Mani dininin dünyayı görüşünde “tanrısal aydınlık” ile karanlık iki rakip olarak karşı karşıya durur.
Bu ikisinin birbirleri ile mücadelesinde aydınlığın bir kısmı karanlığın içinde (dünyanın içinde) tutsak kalmıştır. Herhangi bir canı söndürmek, hatta bir meyveyi dalından koparmak bile tanrısal maddeye zarar verip aydınlığın tutsaklığını daha da uzatır. Işığın (aydınlığın) tutsaklığına ancak „seçilmişler“in yardımı ile son verilebilir.

Seçilmişler hiçbir canlıyı incitmezler ve asla cinsel ilişkide bulunmazlar. Bu yüzden kendi başlarına geçimlerini sağlayamazlar ve „dinleyenler“ (bir tür asistanlar) onların ihtiyaçlarını temin ederler.(Budist rahiplerinin dilenmesinden alınmış bir ritüel)

Seçilmişlerin sindiriminde ışık ile karanlığın birbirinden ayrıldığına, dua ve şarkı yardımı ile bu elde edilen ışığın tekrar tanrıya geri döndüğüne inanılır.

Ancak dinleyenler de günahlarını temizlemek için birçok enkarnasyonlardan geçmeleri gerekir. İnanca göre dünyanın sonunda ışık ile karanlık ebediyen ayrılacaklardır.

7-Ülkemizde Kökleri Olan Bozuk Hıristiyan Mezhepleri;_

a-PAFLİKYANLAR (Pavlusçular)

Mani inanışından türemiş,düalist-ikicil bir Ermeni mezhebidir. Pavlikyan,Bavlikyan veya Paulician adı ile bilinirler.İsa’nın öğretilerini Atina’ya kadar yayan aziz Pavlus’un öğrencileri anlamına gelmektedir.

Samsat’lı Pavlus ile alakalarının olmadığı bilinmesine rağmen onun öğrencileri olarak da nam salmışlardır.İnandıkları Pavlus’un hangi Pavlus olduğu karanlıktır.Paflikyan adı ilk kez İ.S.719’da Ermeni kilisesinin Duin Sinod’unda kullanılmış,bu Sinod denen kişi de onlarla ilişki kurulmasını yasaklamıştır.

Manilikten kaynaklandığı zannı uyandıran Paflikyan öğretisi,”maddi varlığı olan tüm varlıklar kötüdür” demektedir.

Eshi Ahit’i yani Ahd-i Atik’i,İncil Tevrat’ını kabul etmezler,İsa’nın yeniden doğacağına inanmazlar.

Onlara göre İsa Tanrının yeryüzüne gönderdiği bir melektir ve gerçek annesi göklerdeki Kudüs’tür.Gerçek öğretisi yaydığı inançtır.Ona inanmak insanı son yargıdan kurtarır,gerçek vaftiz-günahlardan mesh edilerek arınma onun sözlerini duymakla olur.

Haça değer vermezler,İsa’yı ret ettiği için aziz Petrus’un mektuplarına kıymet vermezler.Luka İnciline ve Pavlus’un mektuplarına değer verirler.Kiliseyi,dogmalarını,geleneklerini de ret ederler.

Kilise,ayinler,maddi her şey kötüdür.

Herkes kutsal metinleri okuyup yorumlama hakkına sahiptir.Resim ve heykellere karşıdırlar.Mistik yetkilerin tümünü de ret ettikleri için dünyaya ait bütün değerlerden kendilerini arındırmışlardır.

Örgütlenmelerinde önde gelen kişileri tarikatın farklı yörelerindeki kurucularıdır.Bu kurucular,Aziz Pavlus’un öğrencileri ve ruhlarını onun öğrencilerinin ruhlarından almış olanlardır.

Toplantılarını da proseuchai-(PRUSUÇAY) dua evleri denilen yerlerde yaparlardı.Cem evleri gibi.

Azizlerden sonra konsül oluşturan “synechdemoi-(SNEÇDEMOY)Yoldaşlar ile toplantılarında düzeni sağlayan “notarioi-(notaryoy)-yani Noter-onaylayıcı,tasdik edici gelir.

*Baskı altındayken inançlarını saklamanın hatta ret etmenin gereğine inanırlar.Bu yüzden dışarıdan kiliseye bağlıyken de inançlarını gizlice sürdürmeyi başarmışlardır.

Düşmanları tarafından dua evlerinde bile ahlaksız davranışlarda bulundukları ileri sürülmüştür.(Bu suçlama günümüze kadar gelecek ve yurt içi ve dışında da sürecektir.)

Maddenin onlar için sadece simgesel bir değeri vardır.Bu inançları onların iktidar ve politik hakların varlık nedenini de inkar ediyorlardı.Bu açıdan dinde,inançta eşitliğe dayalı bir kavram geliştirmişlerdi.

Bu hakim olan Katolik öğretisine göre “eşitlikçi bir dinsel anarşizm” anlamına geliyordu.

En büyük amaçları,ırk ayrımından arınmış,inananların mistik birliğine ulaşmaktır.

b-Gnostikler-GNOSTİZM (Bilinircilik-Bilgiye tapmak)
Bilinircilik adıyla bilinen ilk Hıristiyan akımıdır.Kelime anlamı olarak Yunanca Gnosticos-bilgiye sahip insan sözcüğünden türemedir.Tanrısal mutlak bilgiye bir anlık aydınlanma ile,sezgiyle ulaşılabileceğini savunur.İsa’nın tanrının oğlu olduğuna inanmazlar,haç’a değer vermezler,İsa onlara göre sadece insandır.Çilecidirler,Grek uydurması Hıristiyan dogmalarına inanmazlar.
Sabilik,Manilik,Hermetizm inançları ile uyuşurlar.
Helenleşmiş Zerdüşt (Mecüsi)lük,platonculuk ve Yahudilikten etkilenerek oluşmuştur.

İran,eski Yunan-Grek,eski mısır,Babil veya Yahudi kaynaklı olabileceği kanaati yaygındır.

İnançlarının temeli,ışık-karanlık,iyilik-kötülük,maddi beden ve evrenin kötülüğü-ruhun ilahi evrene ait olması yani ikicilik temeline dayanır.Ruhun bedende hapis hayatı sürdüğü,bundan kurtulmak için “ilahi bilgi” ye (Gnosis’e)ulaşmaktır.

İlk resmi Hıristiyan devletini ilan etmiş olan Ermeni kilisesi de “Gnostik” bir kilisedir.
Ölümü kurtuluş olarak görmesi,insanlarda “intihar düşüncesini uyandırıp güçlendirmesi açısından sakıncalı ve sapık bir öğretidir.

c-UNİTARYANLAR (Unitarianism)
 Grek rahiplerince uydurulan,bu gün bütün dünyada yaygın olan Hıristiyanlık inancına havarilerden Aziz Pavlus’un soktuğu “teslis-üçleme” kavramını ret eden kavramlar Pavlus’un sağlığında başlamış ve ölümünün ardından sürmüştür.
İ.S.256 doğumlu (Saint Arius of Alexandria)-İkenderiye’li Aryus tarafından şekillendirilen, ”Tanrının birliği-Vahdet-i Vücut” anlamına gelen,teslisi ret eden,İsa’yı, insan,peygamber, kabul eden Tanrının birliğine dayalı bir Hıristiyan mezhebidir.

İS.325’de İznik konsülünce iddiaları ret edilen Aryus’un öğretisi “Aryanizm” olarak da bilinmektedir.

İnsanın günahkar doğduğuna,günaha meyilli olduğuna,yazılan kitapların,yazarlarının insan olduğu için hata yapabileceklerinden doğruluklarına inanmazlar.

Tanrının birliğini,onu ve yarattığı insanları sevmeyi,ebedi hayatın sonsuzluğu kavramlarına inanırlar.

Dua etmenin tanrının işine karışmak olduğuna,ölüm sonrası ebedi hayatın olacağına,tanrının varlığına inançları nedeniyle cehenneme girmeyeceklerine ancak,yaşam kalitesi hakkında bir garanti olmadığını kabul ederler.

16.yüzyılda İngiltere ve İspanya’da matbaanın icadından sonra yaygınlaşmış,inananları çok ağır cezalara çarptırılmış,aforoz edilmiş veya öldürülmüşlerdir.Macaristan’da da Feredric David tarafından krala 1571 sonrası kabul ettirilmiştir.

Macaristan,Transilvanya,Polonya,İngiltere,Amerika’da kurdukları bir çok teşkilat vardır.

Belki de ülkemize gelen Macar asıllı George Soros,Macar Yahudisi Sarkozy,G.bush,Tayyip, Fethullah Gülen Hoca,Said Nursi gibilerin bu tarikatlarla ters düşen kaç yönü var ki?
O dönemlerde, Irak-Basra ve Harran’da , Suriye’de yaşayan ve tanrıları Grek Tanrısı Hermes Trimegistos (Şeytan) olan Harran Sabilerinin (Yezidler)  rahiplerinin de Kudüs ve civarında bu şövalyelerle bağlantıya geçmeleriyle Yezidiliği ve haliyle Tevrat ve İncil’in de kökenlerini bunlardan öğrenmiş olmaları gerekir.
Sabiler (dönmeler) zaten namaz da kıldıkları için İslam öncesi Hicaz ve Yemen Yezitlerine de fikir babalığı yapan, yeni yayılmış İslam ve Hıristiyanlık inançlarında olan halkların arasında da onlardanmış gibi takiyye yapan inanç grubuydular.

Şeyh Hadi’nin 12.yy’da kurduğu, Kürtleri Hicaz Emevi soyuna mevali (Köle) yapan Kürt Yezidiliği inancında da tanrıları Tavus’un Sümer’in Enki’si olduğu açıktır.
Diğer yandan, İslam’da ilk “Mezhep” ayrılıklarının ortaya çıkmaya başladığı yıllar VII.yy. sonlarında  doğan, Sünni Mezhebinin kurucusu  İmam Hanefi (699-767) ile başlamıştır. Bu dönem de Emevi Hanedanı “Arap Irkçılığına” dayalı bir siyaset gütmesi ve Semitik olmayan azınlıklara soykırım yapması yüzünden geçen zaman içinde isyanlarla zayıflamıştı. Bu arada da Bizans saldırılarına karşı da direnememiş toprak kaybı hızlanmıştı. Başta Anadolu’da genişleme kaydeden Bizanslılar çok sayıda Müslümanı sırf inançları yüzünden yaşlı-çocuk ayırmadan katlediyorlardı.

İ.S.750’lerde, Hz. Muhammet’in küçük amcası  Abbas Bin Mutallip* (Mutallip oğlu Abbas) soyundan olanların kurduğu Abbasi Hanedanı, iktidarı Emevilerden kanlı bir şekilde devir alıp, isyancıları hoş tutmuş, Türkleri de önemli mevkilere getirmişse de Doğudan gelen Türk akınlarına ve, Kuran’da lanetlenen  Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye soyundan gelen Yezidi Emevilerin Hıristiyanlarla işbirliği yaparak çıkardıkları isyanlara karşı uzun süre dayanamamıştır.
* Abbas Bin Mutallip, Hz.Muhammed’in dedesi Abdülmutallip’in en küçük oğludur ve Hz.Muhammed’den de üç yaş büyüktür. (Kynk.A.M.Üçışık Saadet-i Ebediyye)

Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye, torunu halife Yezid soyundan gelenlerin iktidarı olan Yezidi  Emevilerin aksine Abbasiler “ırkçı olmayan” siyasetleri sayesinde Sünni İslamiyet’i Türklere ve diğer azınlıklara sevdirmeyi başarmış ve güç bela 1258’lere kadar bu sayede devleti ayakta tutabilmişlerdir.
Tam bu dönemlerde 11.yy. sonunda başlayan Haçlı Seferlerine karşı da toprak kaybeden Abbasiler, Urfa’da Haçlılarca kurulan Edesa Ermeni Devletindeki halkı, bölgede İslam’ın etkisi kırılınca “kripto Greklerin de etkileriyle “Büyük İskender zamanından kalma  Hermes Trimegistos’a tapınmaya dönmüşlerdi. Arami, Süryani ve Ermenilerle Yezidi Kürtlerin “takiyyeye dayalı” Müslümanlıkları Sabiliğe geçişle son bulmuştu.
Bunu da yapanların başında Emevi halifesi Mervan’ın soyundan gelen Yezid Seyh Hadi Bin Musafir El Emeviye geliyordu. Yahudilik, Hıristiyanlık ve Yezidlik=Sabilik inançlarının birbirine sokulduğu yeni bir din ortaya çıkarıyor ve bu gün bile Müslüman dünyasının “Virüsü” olacak olan Vatikan işbirlikçisi “Kürt Yahudiliğini-Yezidiliğini” kuracaktı.

Bu da Tapınak Şövalyeleri Tarikatı tarafından benimsenecek ve günümüzün Masonluğunun esaslarını belirleyecek olan Semitik Masonluk haline gelecek, son üç yüz yıldır Müslümanlara dayatılan uydurma dinlerin de temeli olacaktı.
Çünkü yazının başında açıkladığım kısa Masonluk Tarihini hatırlarsanız, Tapınak Şçvalyelerinin Kudüs Krallığını ve Urfa Ermeni Edesa Kraalığını ele geçirmeleri ile, Hıristiyanlarla ilişki kurmasından şüphelenildiği için kendisine yapılan  Abbasi baskısından kaçarak Sincar Dağlarına kaçan Şeyh Hadi’nin Himalaya yaylalarından yoğun olarak Selçuklu Türkleri arasına karışarak gelmiş Kürtleri Yezidi Süfyani Emevi soyuna köle eden dini uydurması da aynı döneme gelmektedir.

İktidarı Abbasi soyuna kaptıran Emevilerin, Selçukluların bölgeyi doğudan, Haçlıların batıdan ele geçirmesiyle zayıflamış bulunan Abbasilerden hanedanı geri almak uğruna, Haçlılarla “Soy Bağı” kurarak işbirliği yapmaları, Karmatilerin, Fatımilerin kapışmaları, kesinlikle tesadüf olamaz.
Emevi soyunun günümüz Suudi Vehhabileri, B.A.E, Dakar, Katar, Bahreyn, Kuveyt, Basra’da iktidarı ABD’ye dayanarak elleirnde bulunduran Necd’li El Halife ailesinin ve Ortadoğu Arap ülkelerinde “Vehhabi” destekli ailelerin krallıkları ve hükümetleri ellerinde bulundurmaları boşuna değildir.
Buı yüzden biraz da Şeyh Hadi’yi, cedlerini,dinini tanıyalım;


8-Yezidi Kürtler,Şeyh Adi ve Halife Mervan İbn Hakim

a-Emevi Halifesi Mervan İbn El Hakim;

 Hakem b. Ebi’l-As b. Umeyye olup, Alkame b. Süfyan El-Kinani’nin kızı Amine (Emine) nin oğlu, Emevi Halifesi Mervan İbn El Hakim’in (İ.S.624-684) soyundandır. Mervan’dan sonraki Emevi halifelerine bu yüzden Mervaniler denilmiştir. Mervan’dan önceki Emevi hanedanı halifeleri de, Ebu Süfyan soyundan geldikleri içinde onlara Süfyaniler denilirdi.
Mervan’ın babası sağlığında Hazreti Muhammet’e olan düşmanca davranışları yüzünden Taif’e (Mekke’ye yakın) sürülümüştü, kardeşi, III. Halife Hz. Osman döneminde af edilerek geri getirilmişti. Mervan o dönemlerde Haz. Osman’ın kâtipliğini yaptı. Bu dönemde, “Yezitlerin devlet içine doldurulmasından rahatsıoz olan Haz. Muhammet yanlılarının rahatsızlıklarından doğan tepkiler üzerine Haz. Osman’ın sarayı kuşatıldığında ve takip eden Cemel vakasındaki çatışmalar ile aldığı yaralar nedeniyle sağlıklı bir omür sürme şansı kalmadı. Muaviye zamanında Mervan birkaç kez Mekke valisi olmuştur.
Halife I.Yezit’in ölümüyle Medine’den kovulmuş ve halife II. Muaviye döneminde Suriye’ye yerleşmiş ve orada kalmıştır.
Merci Rahit harbinden sonra bulduğu, kendisini destekleyecek adamların başında gelen ve Basra’dan Emevilerin başkenti olan Dımaşk’a gelen Ubayd Allah Bin Ziyad’ın öneri ve yardımlarıyla Halife seçilmeyi başarmıştır.
Bunu böyle geniş açıklamamın nedeniyse kendilerini Hz. Muhammed soyu olarak kabul eden ve adlarının başına “Seyyit” namını getiren, Kürt ruhban ve aşiret reislerinin kökenlerinin Ebu Süfyan soyuna dayanmalarını göstemek içindir.  Çünkü Kürtler, Hz. Ömer zamanında Emevi İslam İmparatorluğu idaresine girmişler, Emeviler Kürt beylerini ve ailelerini kılıçtan geçirdikten sonra Kürt aşiretlerinin başlarına “emevi soyundan” beyler yani “Emirler”  atanmıştı. Kürtler, “Emir” rütbesini “Mir” şeyh rütbesinmi de “Şıh” olarak değiştirmişlerdir.
Bu zamana kadar Mecusi (Sabii- Yezit) olan Kürtler Hürmüz adlı tanrıya tapıyorlardı. Bu işgalden sonra Müslüman olmuşlardır.
Atatürk’ün ölümünden sonra, cumhuriyete ve Atatürk’e isyan eden gerici ve işbirlikçi bütün hainler özellikle 1950 seçimleriyle devletin başına geçmiş ise, Haz. Muhammet’in de ölümünden sonra onun düşmanı olan Ebu Süfyan ve yandaşlarının iktidarı ele geçirmeleri halife Mervan’ın kısa açıklamasında hemen dikkat çekmektedir.
Bu yüzden ben kendi payıma hep şöyle derim;
“-Hz. Muhammet öldü İslamiyet, Atatürk öldü bağımsızlık ve cumhuriyet bitti.”
 Bu konuda geniş bilgi için Zehra Emeksiz’in “İslam ve Ortaçağ Araştırmaları” adlı eserinden olayların gelişme sıralarına bakabilir.
İşte kökenleri, Hz.Muhammet ve soyuna düşman olan, gene ona karşı olan Yezid- Sabi Suriye’liler ile Kripto Grek Basra’lıların destekleriyle hilafeti ele geçirmiş Emevi Süfyan soyundan olan Kürt Yezit Dininin kurucusu Şeyh Adi’ye geri dönelim.
b-Şeyh Hadi İbn Musafir El Hekkari El Emevi (1070 Beka Vadisi (Lübnan)- 1162).
İran’ın eski dini olan Mecusilik-Zerdüştlük-Yezidilik olarak bilinen inancın Kürtlere has uygulamasını İslam öncesi Hicaz Yezidiliği ile birleştirerek Kürt Yahudiliği de denilen Kürt Yezidiliğini kurmuştur. En eski inanışlardan olan Sufiliği incelediğinden Sufi  olarak da bilinir.(Sufiler Müslüman değillerdir)  Mezarı Kuzey Irak’ta Sincar bölgesinde Laleş şehrindedir. Bu yer Yezidilerin hac yeridir. Yezidilerin Tavus Melek-Şeytan diye taptıkları, Kürt olmayan Emevi kökenli şeyhleridir. Uyanık Emevi şeyhi Hadi, kendi soyu olan I. Halife Hz. Ebubekir, Hz.Muhammed’in düşmanı amcası Ebu Süfyan’ın oğlu Şam Valisi Muaviye ve oğlu Halife Yezid’i de Kürtlerin TANRISI ilan etmiştir.
“Kitab-ul Cilve” ve “Mushaf-ı Reş” adlı iki kitabı vardır. Ayrıca Yahudilerin Talmud’u gibi bir de gizli kitabı olduğu bilinir. İnançlarının temeli Yezitlik, Tevrat ve İncil’e dayanır. Kuranı ret ederler. Her evlenen Yezid Mushaf-ı Reş’te emredildiği için, düğün sonrası bir Kilise ziyaret etmek zorundadır.
Daha sonraları Hakkari’ye gelerek yerleşmiş ve “El Hekkari” lakabını adına eklediğinden  Şeyh Hadi Bin Musafir El Hekkari El Emevi adı ile anılmıştır. 1111’de yerleştiği Laleş şehrinde kurduğu tekkeye kendi adından türetilen “Adeviye Tekkesi” ve tarikatına da “Adeviye Tarikatı” denilmiştir.
c-Yezidilik, Vehhabilik ve Nurculuk Arasındaki Bağlar;
Bir de İslami kaynaklara gene Kürt kökenli bir yazarımızın gözüyle bakalım;
“” Eski Kadıköy Mühtüsü, Arvasizade Esseyid Ahmet Mekki Üçışık’ın 1967 yılında yayınladığı Tam İlmihal adlı eserinden, Yüksek Kimya Mühendisi ve Eczacı, zehirli gazlar uzmanı, Said efendi oğlu, Emekli öğretmen Albay Hüseyin Hilmi Işık 1980 yılında, derlediği Saadet-i Ebediyye adlı kitabın “Bozuk Dinler” adı altında 441 ve 442. Sayfalarında yer alan Yezidilik hakkında şöyle demektedir;
Seyyid Şerif-i Cürcaninin (T’arifat) kitabında kısaca ve (Milel Nihal) kitabında geniş yazıldığı gibi Hariciler “yedi fırkadır (parti-grup)”.Bunlardan İbadiyye fırkası Abdullah Bin İbad adındaki kimsenin adamlarındandır. Bu adam, Hazreti Ali, Hz.Muaviye ile hakem yapmak sureti ile uyuştuğu için Hz.Ali’den ayrıldı. Trablusgarb’a gitti. Orada İbadiye fırkasını kurdu. Bundan sonra adamları (Hicri.153-M.741) yılında halifeye isyan edip Trablusgarb’ı ele geçirdiler.
Kendilerinden başka olan Müslümanlara kâfir dediler. Harp zamanında mallarını almak caizdir dediler. Büyük günah işleyen mümin değildir dediler. Hz. Ali ve eshab-ı kiramdan çoğunu kâfir bildiler. (H.1129-Miladi 1717) de tevellüt edip (doğan) 1122 (M.1808) de vefat eden Abdülaziz bin İbrahim adlı biri (Kitab-ün Nil) adında kitap yazarak İbadilerin Cezayir’de çoğalmalarına sebep oldu.(H.749-M.1349) da ölen İsmail Cilati’nin (Kavait-ül İslam) kitabına çok önem veriyorlar. Bu kitap Mısır’da basılmıştır. İbadiye fırkası dörde ayrılmıştır. Bunlardan Yezid bin Enise’nin adamlarına Yezidi denildi. Bunlar, Acem’den bir peygamber gelecek, buna gökte yazılmış bir kitap inecek, Muhammed Aleyhisselam’ın diniden çıkacak, Sabiyye (Her dine dönen-Sabi- Hermetist Harran Yezidi) olacak, yani yıldızlara tapınacak diyorlar. Küçük büyük her günahı işleyen kâfir olur diyorlar.
1385 (M.1966) yılında Irak’tan Anadolu’ya gelen Yezidi şeyh Emavinin bildirdiğine göre, Yezidiliği yayan adam ADİ adında bir Suriyelidir. Abbasilerin baskısından kaçarak Irak’In şimalinde (kuzeyinde) Sengal (Sincar) dağlarının ortasındaki Ladeş Vadisine sığınmış, “Adeviye”  adında bir din kurmuştur. Kürtler ve Araplar arasında yayılan bu dine Yezidilik denildi. Hicri 550’de (M.1138) seksen yaşında öldü. Yerine kardeşinin oğlu ikinci Adi geçti. Bundan sonra yerine oğlu şeyh Hasan geçti. Bunun zamanında çoğaldılar ve sayıları seksenbin oldu. Yezidilerin inanışları Müslümanlık ve Hıristiyanlık inanışlarının karışığıdır.
Kitab-ül Cilve adındaki en önemli kitabları Arabi ve Kürtçe olup Maksimilyan Bütner tarafından Almanca’ya terceme edilmiş ve 1913 yılında basılmıştır.
Şeytana tapınırlar, İblis’e melek Tavus derler, şeytana söveni öldürürler, dertleri belaları iblis yaratır derler. Müslümanlar ve Hıristiyanlardan işittiklerini Yezidilik olarak anlatırlar. Müslümanların ibadetinin hiçbiri bunlarda yoktur. Eylül ayında, Ladeş Vadisindeki Baadır köyünde bulunan ölülerini ziyaret etmeye hac derler. Her gün güneş doğarken ona karşı dururlar, sabahın ilk ışıkları geldiğinde toprağı överler akşam güneş batarken de ona yalvarırlar. Bu yaptıklarına namaz kılmak, ibadet etmek derler. Ocak ayında üç gün oruç tutarlar, bozuk işlerini namaz, oruç, hac, ibadet diye anlatırlar. Bu sözlerini işiten bunları Müslüman sanır.
Yezidilerin “okuma yazma öğrenmesi büyük günahtır”. Bunu için çok geri ve cahildirler. Müslümanlıktan haberleri yoktur. Sakal kesmeleri de günahtır.
İnsanları dünyada ve ahirette sıkıntıya sürükleyen bu bozuk dine karşıilk olarak Musul Emiri İmamüddin Zengi harekete geçerek kumandanı Bedreddin-i Lü’lü şeyh Haseni’nin üzerine yolladı. Onları dağıttı.
Başkanları emaviye göre bu gün “on milyon” Yezidi vardır. Bunlar, Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Azerbaycan’da vardırlar.
(A.M.Üçışık’ın bilmediğini de ben ekleyeyim;1915’de Ermeni tehciri yapılırken Ermenilerle birlikte isyanlara katıldıkları için Gürcistan’a kaçan Yezidiler, Gürcistan hükümetince Tiflis’te, Ermenistan’a kaçanlar da Rus Çarlığında Erivan’a ve 1992’den beri Karabağ’a yerleştirilmişlerdir. Diğer işbirlikçi Süryaniler ise Gürcistan Batum’a yerleştirilmişlerdir. İsveç Azınlıklar Komisyonuna eski Gürcü kralının oğlu Chikladze’nin sunduğu rapordan Keykubat)
Cahil olduklarından komünistlik propagandalarına çabuk aldanmaktadırlar. Rusya’da üç milyon komünist Yezidi bulunduğunu ve Irak’taki Abdüsselam hükümetinin astığı 1200 komünist içinde Yezidilerin de bulunduğunu Emavi açıklamıştır. Emevi halifelerinden Yezidin bunlarla hiçbir bağlılığı yoktur. (Ama Yezidiler birinci kutsal kitapları olan Mushaf-ı Reş’te halife Yezidi, Ebubekir ve Muaviye’yi Tanrı sayarlar. Kykbt). Şimdiki reisleri Emavi 1930’da Ladeş’te doğdu, halen Irak ordusunda generaldir. Irak’ta bulunan Müslüman Kürtlere karşı Irak ordusu ile birlikte harp etmektedirler.
d-Sadi-i Kürdi’nin Nurculuğunun Yezidilik ve Vehhabilik olduğunun Kanıtları;
Behçet-ül Fetava’da diyor ki,”Bağdat’ta bir çok kimse kendilerine Müslüman dedikleri halde harama helal diyor, güneşe tapıyor ve İblise ta’zim ediyorlar. Ulül emre isyan edip bulundukları yerde başkanları ile birlikte küfür ahkâmını yapıyorlar. Bulundukları yer “Dar-ül harb olur) İslam askeri bunlarla harp edip erkekleri Müslüman olursa öldürülmez. Kadınları irtidattan vaz geçip Müslüman olursa cariye olarak vaty helal olur.
Yezidilerin “İran’da peygamber gelecek” dedikleri için kâfir oldukları Berika ve Hadika kitaplarında yazılıdır.”
Bu yazıda benim dikkatimi çeken ve önceki verdiğim bilgilerde yer etmeyen en önemli konu, “Yezidilerin inançlarında okuma yazma bilmenin büyük günah sayılmasıdır.”



Mitraizm ya da Yezidilikte en önemli faktör "Yezidlik inancında OKUMA-YAZMANIN BÜYÜK GÜNAH" sayılmasıdır. Hz. Muhammet'in "Ümmiliği" ile Deliüzzaman Said-i Kürdi'nin okur ama "Yazamaz" olmasının ardında bu konu vardır. Elmalı'lı Hamdi Yazır "Kuran Rum Suresi tefsirinde", A.M.Üçışık Saadet-i Ebediye'nin "Bozuk Dinler- Yezidilik-Adeviyelik" bölümlerinde bu konuyu işlemişlerdir. 

İsterseniz, bu konuyu Kuran’ın “Rum Suresi’nin tefsirinde”, Elmalı’lı Hamdi Yazır Hoca nasıl tespit etmiş ona bakalım;

2-Rumlar yenildi.
 
“Peygamberimizin gönderildiği sıralarda doğu Roma ile İran, dünyanın en büyük iki devletiydiler. Hindli Süleyman Nedevî efendinin Asr-ı Saadet tarihinde ifade ettiği üzere peygamberliğin beşinci, yani Milâdın 613. yıllarında bu iki komşu ve rakib devlet, birbirleriyle kanlı bir savaşa girişmişlerdi.
İran, İkinci Hüsrev'in, Rum Hirakl'in hükmü altındaydı, sınırları Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde birbiriyle birleşiyordu. Filistin, Suriye, Mısır ile Irak'ın bir bölümü ve küçük Asya (Anadolu) Rumlara tabi idi. İranlı'lar, Rumlara iki taraftan saldırdılar. Dicle ve Fırat üzerinde (e z reât ve Busrâ) mevkilerinden Suriye'ye, Azerbeycan ve Ermenistan tarafından küçük Asya'ya saldırdılar. İran orduları, Rum kuvvetlerini her iki cepheden geri atarak denize dökünceye kadar takip etmiş, Suriye'deki bütün mukaddes şehirleri zabtetmiş, Milâdın 614. yılında bütün Filistin'i ve Kudüs'ü ele geçirmişti. Bu istilâ sırasında bütün kiliseler yıkılmış, bütün dini binalar tahrib edilip kirletilmişti. İranlılara katılan yirmi altı bin yahudi, altmış binden fazla hıristiyanı kılıçtan geçirmişlerdi. İran k i srasının sarayı, öldürülen otuz bin kişinin kafatası ile donatılmıştı.
Bu istilâ tufanı, burada durmayarak Mısır'ı da basmış, Milâdın 616. yılında İranlı'lar bir taraftan Nil vadisini işgal ederek İskenderiye'ye ulaşmışlar, diğer taraftan bütün Anadolu'yu ele geçirerek İstanbul'un boğaziçi sahillerine kadar gelmişler, doğu Roma İmparotorluğu'nun başkenti olan Kostantıniye (İstanbul) şehrinin karşısında görünmüşler, saltanatlarını Irak, Suriye, Filistin, Mısır ve Anadolu'ya yaymışlardı.
İranlılar, girdikleri her yerde ateşgedeler (Ateşe tapanların, ateş yaktıkları tapınaklar) meydana getiriyorlar ve böylece Hıristiyanlığın çıktığı yerlerde ateşperestliği yayıyorlardı. Doğu Roma İmparatorluğu'nun bu yenilgisi karşısında kendisine tabi bulunan birçok vilâyetler isyan etmiş, Afrika'daki ülkeler, Avrupa tarafındaki vilâyetler, hatta İstanbul'a komşu şehirler, bu devletin egemenliğinden çıkmak istemişler ve çıkmışlardı. Kısaca doğu Roma İmparatorluğu darmadağın olmuş, helâk olup yerlere serilmişti.
Romalıların bu yenilgi haberi Mekke'ye ulaştığı zaman müşrikler sevinmiş ve Müslümanlara karşı onların yenilgisinden duydukları sevinci açığa vurmuşlar:
"Siz ve Hıristiyanlar kitap ehlisiniz, biz ve Fâris (İranlılar) ümmiyiz; bizim kardeşlerimiz, sizin kardeşlerinizi tepelediler. Biz de sizi tepeleriz" demişlerdi.
Bunun üzerine Hz. Muhammed'in bir mucizesi olmak üzere bu âyet inip buyuruldu ki:
“-Gerçi Rumlar yenildi yerin en yakınında, Mekke toprağının, yani Arabistan'ın en yakınında; Şam'da yahut Rum başkentinin pek yakınında, yani Anadolu'da İstanbul civarında demek olabilir ki, ikisi de doğrudur. O sırada Rum İmparatorluğu öyle perişan olmuştu ki, iç isyanlarla devlet ihtilâle uğramış, ordusu dağılmış, hazinesi boşalmış, imparator Hirakl,İstanbul'u terkederek Kartaca'ya kaçmayı bile kurmuştu.
İranlıların galip kumandanları, zaferin verdiği sarhoşlukla şu barışı teklif etmişler: İmparator, İranlılar tarafından istenecek her şeyi verecektir.
Bu cümleden olarak bin yük altın, bin yük gümüş, bin yük ipek, bin at, bin kadın teslim edecektir. Rum İmparatorluğu, bütün bu aşağılayıcı şartları kabul etmiş, bu esaslar üzerinde barışı imzalayacak delegeler göndermişlerdi.
Bu delegeler, İranlıların yanına vardıkları zaman Husrev, şu sözleri de söylemiş: "Bu yeterli değildir. Bizzat imparator Hirakl, karşıma zincirler içinde gelerek asılıp çarmıha gerilmiş olan ilâhına karşılık ateşe ve güneşe tapmalıdır." İşte o yenilgi, böyle bir yenilgiydi. Böyle bir çöküş içinde Romalıların birkaç yıl zarfında canlanıp yeniden galip geleceklerine kesinlikle hüküm vermek şöyle dursun, ihtimal vemek bile normal olarak akılların havsalasına sığacak bir şey değildi. “”
Haz. Muhammet döneminde de Hicaz  (Mekke, Medine- Yesrib, Taif bölgesi- Kızıldeniz civarı) Arapları, İran’ın ve Harran Sabilerinin tanrıları olan “Ezd, Ezda, Yezdan”  Harran, Basra, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Dakar (B.A.E.) ve Necd’li Araplar aynı ada Grek tanrısı Hermes’i de ekleyerek birleştirdikleri Hubel-El Lah (Allah) adlı güneş tanrılarına taparlar ve İran Dirhemini de para olarak kullanırlardı.

Müslümanların, Bizanslıların yenilgisinden “üzüntü” duymaları, Kureyşlilerin de Müslümanlara söyledikleri şu söz ise, İslam dininin “sömürgeci, köleci Grek- Yahudi” kültüne dayalı Hıristiyanlığa karşı bir oluşum olmadığını aksine, peygamberle uyarılmamış, İbrahim peygamberin oğlu İsmail soyundan gelmeleri nedeniyle, Hicaz Araplarını “Yahudileştirme ve Hıristiyanlaştırma” ve onlara yamama amacı güttüğünü ortaya sermektedir. Muhammet, Arapları resmen Yahudileştirmek ve Hıristiyanlaştırmak derdindedir.
Kureyşlilerin Müslümanlara söyledikleri cümleyi tekrar okuyalım;
"Siz ve Hıristiyanlar kitap ehlisiniz, biz ve Fâris (İranlılar) ümmiyiz; bizim kardeşlerimiz, sizin kardeşlerinizi tepelediler. Biz de sizi tepeleriz" demişlerdi.
Oysa, Yahudi Tevrat’ında “İsmail” adlı bir peygamberin yani İbrahim peygamberin “İshak” dışında bir oğlu olmadığı geçmektedir.

Oysa, Grek, Etiyopya (Habeşistan), Nasturi ve Süryani İncil’lerinde İbrahim peygamberin “İsmail” adlı bir oğlu olduğu geçmektedir.

Buna rağmen, Yahudiler, kitaplarında yazmadığı ve vahiyleri “Cebrail’in”* getirmesi yüzünden, Grek İncil’ine inanan Bizans’lı Hıristiyanların da, Müslümanların Hz. Meryem’i “Theotokos- Tanrı Anası”, Hz. İsa’yı da “Tanrı” kabul etmemeleri yüzünden “kâfir” ilan etmişlerdir. 1400 yıllık düşmanlığın nedeni de budur.

*Tevrat Danyal peygamber bölümünde, Allah, Danyal peygambere, kendisinin İran Şahı ile yaptığı savaşta “21 gün” esir düştüğünü ve kendisini Mihail adlı meleğin kurtardığını anlatır. “Allah’ı kurtarmaya gitmeyen Cebrail” Yahudi ve Hıristiyanlar bakımından bu nedenle kötüdür. Bu nedenle de İslam’ı “Şeytani” saymışlardır. Hatta, “Muhammet, Tevrat, İncil okumuş onları anlatıyor” diye alay ettikleri bir yana, Uhud ve Bedir savaşlarında Yahudi ve İseviler Kureyşlilerin tarafında geçmişlerdir. Bu nedenle Bakara “106 ve 136 ” ile Meryem  “68/2”  ayetlerinde , “ 106- Biz değiştirmediğimiz veya yerine bir yenisini koymadığımız ayetleri Kuran’da tekrar etmedik”,  “ Tevrat ve İncil okumadıkça bir temeliniz olmaz” diye Tevrat ve İncil okunmasını emreden açık ayetler olmasına rağmen, peygamber, “Tevrat ve İncil okumasanız da olur”hadisini söylemesinden sonra Müslümanlar bu kitapları okumaktan uzak durmuşlardır.

Hicaz Araplarını Yahudi ve Hıristiyan dünyasına yamamaya çalışan İslam inancı, gördüğü bu tepkiler yüzünden, onlara karşı direnen İran Yezidiliğinin yerini almıştır.

Sekizinci yüzyılda Abbasilerin İslam İmparatorluğunun idaresini Emevi ailesinden alması ile Emevilerin başlattıkları “Vatikan’a yamanma çabalarını”, Onbirinci ve on ikinci yüzyıllarda, Selçukluların İslam’ın önderliğini alarak Abbasileri de devre dışı bırakmaya başlamasıyla, Hicaz Arapları Türklere karşı Vatikan tarafına geçme siyasetini başlatmışlardır.

İslam’da bozulmaların gerçek nedeni de Hicaz Araplarının Muhammet ile başlayan “Yahudi ve Hıristiyanlara yamanma ile Üstün Irk siyasetleridir.”

Bu siyasetleri Yezidilik ile, Muhammet’in bıraktığı Kuran’ın temel ilkelerini değil “tümünü ret” etmekten, günümüzün “Hıristiyanlaşmış İslam’ı olan Nurculuk- Fethullahçılık” dinlerinin doğmasına kadar uzamıştır.

Emevi-Süfyan kökenli halife Mervan soylu Şeyh Hadi delisinin saçmalıklarıyla yeni “üstün ırkçı ve putperest” temele dayanan Kürt Yezidilerin yoğun olduğu Güney Doğu Anadolu'da okulların yakılmasından öğretmenlerin öldürülmesine bu sapık inanç sebep olmaktadır. Ezan'dan namaza, oruçtan hacca, zekâttan Kurbana kadar her şeyi içeren ama "Şeytana tapan ve Muhammet'i ve İslam'ı kötü gören, Kilise veya Sinegogları benimseyen bu sapık inancın günümüzdeki adı  sözde “Sünni Müslümanlık ile süslenmiş gösterilen sapık Vehhabilik ağırlıklı "NURCULUKTUR"


Nurculuğun piri ve büyük İslam âlimi diye tanıtılan, ömrü boyunca İslam Kürdistanı kurmak için çalışmış, kurtuluş savaşında düşmanın her türlüsü ile işbirliği yapmış Said-i Kürdi (Nursi) nin “beş yıllık” ilköğretim hayatını, “Molla Camii” adlı “heceleme” öğreten kitabı bile bitiremeden ve asla yazı yazamadan tamamlamasındaki ısrarıdır. Yezidiliğin bu kuralı açısından bakıldığında “inancı gereği” yazma öğrenmediğine, onun Yezit olduğuna kanaat getirmek kolaylaşmıştır.

İkinci olarak da İbadiye tarikatının kurucusu “Yezid bin Enise’nin” kitabındaKüçük büyük her günahı işleyen kâfir olur diyorlar.” İfadesidir. Bu ifadeyi biz Said-i Kürdi’nin kurtuluş Savaşı sırasında TBMM’de “milletvekillerinin tümünün namaz kılması” için verdiği fetva üzerine meclis üyeleri arasında karışıklık çıkmış bazı üyeler davayı bırakarak memleketlerine dönme kararı almışlardır. Durumu düzeltmek üzere Atatürk Said-i Kürdi’yi çağırıp;

-“Hocam gördünüz mü davaya zarar verdiniz. Lütfen bu tür şeyleri bırakınız!” diye uyarıda bulunmuştur. Ama hazret bizlere Yezid bin Enise’nin şartını hatırlatan bir sözle karşılık vermiştir ve Atatürk’e de ““Namaz kılmayan küllen kafirdir,taşlanarak öldürülmelidir,ona Müslüman denmez, siz de..” * öylesiniz yani “kâfirsiniz” anlamında sözle suçlayınca Ankara’daki işi bitmiştir. Van’a giderek tekkesine çekilmiştir. Oysa İslamiyet’te sünnet, farz, vacip gibi kavramlar vardır, bunları işlemeyerek günah işleyen ise kesinlikle “kafir” sayılmaz ve sadece “günah” işlemiş sayılır. Cezası ahrete intikal etmiştir.
* (Kaynak Tarihçe-i Hayat | Birinci Kısım : İlk Hayatı | 38)
Namaz kılmayanın “öldürülmesi” İslamiyet’te yoktur. Farzları , vacipleri ve sünnetleri kılmayan kaza eder veya yapmazsa sadece günaha girer. Sadece önemli olan konu ise bir Müslüman’ın namazları arasında “üç Cuma namazını” geçen boşluk olmamalıdır.Aksi halde dinden çıkmış sayılır. İslamiyet budur.

Said’i kürdi’nin bu “öldürme” kuralı ise tamamen Mason İngiliz ajanı Hemper’in Necdli Mehmet Abdülvehhab’a öğrettiği ve onun üstünden kurdurduğu Vehhabilik dininin “Feth-ül Mecd” adlı kitabının 17., 48.,93., 111., 273., 337., ve 348.sahifelerinde yazılı sapıklılardır.
Said-i Kürdi’nin Nurculuğu tam bir Vehhabiliktir. Sapıklıktır.

e-Yezidi, Vehhabi Nurcuların Alkol Dayatması da Vehhabiliktir.
Ama, Nurcu Yezit Said-i Kürdi ise tamamen bu sapık ilan edilmiş inancın taraftarıdır. “Alkol düşmanlığı“ dayatması da aynı gerekçeye dayanmaktadır. Alkol Kuran’da “6666” ayet yani Kuran cümlesi içinde sadece “iki ayet’de” geçmektedir ve “haramdır”, günah da değildir. Nurcu Adnan Menderes hükümetinden Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi iktidarına ondan Nurcu RE.T.E’nin AKP hükümetine kadar “alkol düşmanlığından” nemalanmaları ve bunu bir siyaset haline getirmelerinin ardında gene bu sapık inançların kaynaklarını görmekteyiz.
Adamlar kafalarına göre din uydurup şeriat hükümleri koymaktadırlar ve adına da “İslam” demektedirler. Demogojinin en aşağısını yapmaktadırlar. Müslümanları yavaş yavaş Hıristiyanlaştırmakta hatta şeytani Mason dinlerine sokmaktadırlar.

f-Said-i Kürdi’nin Yahudi, Süfyaniliği, Ardılı AKP’lilerin Yezidi Kökleri;
Said-i Kürdi’nin Bitlis- Nurs köyünden olması ve özellikle Siirt, Mardin, Urfa, Hakkâri bölgelerinde “”yazı yazmayı öğrenemediğinden ve aşikar olan deliliği yüzünden “Said-i Meşhur “ diye çağrılmasından dolayı, sır sahibi olduğuna inanılması” yüzünden Siirt havalisinin Yezitlerinden oluşan halkça korunması, harf, şapka, kılık, kıyafet ve her türlü devrime karşı savaşması, jandarmaların taktığı kelepçeyi açmaktan, Ağrı dağının patlayacağına varan kehanetleri ve “Tahrir-i Hayatım” adıyla yazdırdığı kitabında kendisine yakıştırarak anlattığı nice “insanüstü” alametlerini de “Yezid Tanrısı Şeytan Tavus” olduğunu ispat etmek için yazdırdığına kanaat etmek kolaylaşır.
Atatürk’e daha sonra “Süfyan” diyen Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi bu yüzden yargılanmıştır. Oysa Kürt aşiret reisleri, emirleri, şeyhlerinin hepsinin de Emevi Süfyan soyundan olmaları ise ilginçtir. Kürt feodalleri arasında “Seyitlik” yani peygamber soyundan olma hastalığının gerçek nedeni de Ebu Süfyan’ın torunu Halife Yezid zamanında İslamiyet’e sokulan Kürtlerin beylerinin öldürülerek yerlerine “Süfyan soyundan”  Emirler tayin edilmesi ve soylarının onlardan gelmesi yatmaktadır.

“82” yıllık ömrü boyunca hiç evlenmemiş olan Said-i Kürdi’nin davasını güden günümüzün Fethullah Gülen’inden Devlet Bahçeli’sine kadar bu insanlar İslam’ın farzı, Hz. Muhammet’in Hz. Osman’a emri olarak da hadislerde geçen bir farzı yerine getirmemektedirler. Bu tarikat mensuplarının açtıkları öğrenci yurtlarında “eşcinsellik” yaygındır. Hem Kuran’da “yerilen, hem de öncesi olan Tevrat’ın Levililer 20.Bölümünde ise “eşcinsellik” suçunun cezası ölümdür. İşte ayet; “EŞCİNSELLİK SUÇU-· Lev.20: 13 Bir erkek başka bir erkekle cinsel ilişki kurarsa, ikisi de iğrençlik etmiş olur. Kesinlikle öldürülecekler. Ölümü hak etmişlerdir.” Demektedir.

Bütün Haçlı seferlerinde ve gene bir Haçlı Seferi olduğu I. Dünya Savaşı Süveyş Kanalı İngiliz Orduları baş komutanı Sir Alleby’nin ağzından 1917’de açıkça ifade edilmişti.(Kyn.G.Barbarin-Büyük “Piramidin Sırları” kitabı). Bütün Avrupa basınında o zamanlar gene Türklerin ve Müslümanların “eşcinsel” oldukları kampanyası başlatılmıştı. Keşiflerle dünyayı fethetmelerini Tanrı saydıkları Hz.İsa’nın kendilerine hediyesi” olduğuna inanan Hıristiyan dünyası hakkında yaptığım tespitlerde, savaşa ilk önce aralarındaki “eşcinsel erkekleri” sürerek onlardan kurtuldukları, savaş arifesi ve sırasında 1eşcinselliği yasakladıkları” gerçeğine şahit oldum. En son olarak da 2001 ikiz kule komplosunun ardından ABD başkanı G.W.Bush’un “Haçlı Seferi” ilan etmesini ilk önce Avusturya’da devlet memurları ve askerler arasında “eşcinsel memur tespit çalışmalarına” başladıklarının Avrupa basınında yer almasıdır.

AKP’nin 2005 yılında AB kriterlerini bahane ederek Üniversitelerimizde “Gay-Lezbiyen-Biseksüel Kulüpleri Kurulmasını yasalaştırmış ve “34” Üniversitemizde bu kulüpler halen faaliyetlerini sürdürmektedirler. Yasa, dava konusu edilmiş ve mahkemeye verilmişse de derneklerin “kapatılmaması yönünde karar çıkmıştır. İşte olayın haberi;
“AB’a uyum hızlı başladı… Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Gay ve Lezbiyen derneği tüzüğünü ahlaka aykırı bulmadı(!)
Peşinen kanunlara konmuş
Başsavcı kararında, 5253 Sayılı Dernekler Kanunu’nun, AB Siyasi Kriterleri, Katılım Ortaklığı Belgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve taraf olunan uluslararası insan hakları sözleşmeleri dikkate alınarak hazırlandığı belirtildi.
Başörtüsü’ne getirilemeyen özgürlük
Kararda AKP’nin AB’ye uyum çerçevesinde hazırladığı son Türk Ceza Kanunu’na atıfta bulunularak “Yeni TCK’nın yapılandırılmasında ‘cinsel yönelim ayrımcılığının’ tartışıldığı bir dönemde, eşcinsel olmak ahlâksız olmak anlamına gelmez. Aslolan tüm ahlâk bilimleriyle uğraşanların ortak birleştikleri nokta olan insan iradesinin hür olması gerektiğidir” denildi.
1                    Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, KAOS Gay ve Lezbiyen Kültürel Araştırma ve Dayanışma Derneği’nin adında ve tüzüğünde ahlaka aykırı bir durum bulunmadığı gerekçesiyle, derneğe kapatma davası açılmasına yer olmadığına karar verdi. Basın Savcısı Kürşat Kayral, Ankara Valiliği’nin derneğin adında ve tüzüğünde ahlaka aykırılık bulunduğu iddiasıyla derneğe kapatma davası açılması istemiyle yaptığı başvuruyu karara bağladı.”

2           http://www.milliyet.com.tr/2007/05/13/ekonomi/eko06.html

Görüldüğü gibi ne İslamiyet ne de Tevrat ile bağdaşmayan “sapıklıkları” yasalaştıran bu Nurcuların “Müslümanlıkları” konusundaki verilecek yargıyı insafınıza bırakıyorum.
Bazı İslam din bilgini geçinen, “bilgisi eşeğinin götürdüğü yerle sınırlı”, günümüz ilkokul öğrencisi kadar coğrafya, matematik bilgisine sahip olamadan “din uleması” ilan edilmiş ortaçağ İslam filozoflarının “İslami tarikat” bazılarının da “din” dediği Emevi soylu Yezid Şeyh Adi’nin saçmalıklarından ibaret olan “Adeviye” dininin günümüz izlerini sürdüğümüzde bakın nelerle karşılaşıyoruz;
Şimdi şu haberi okuyunuz;
“Gül’ün annesi ameliyat oldu!”
“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün annesi 77 yaşındaki Adeviye Gül, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde katarakt ameliyatı oldu.” http://www.7g24s.com/test/haber_ara.php?anahtar=atar
 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün annesinin adının “ADEVİYE”  olmasına dikkat ediniz.”Adeviye” tarikatı, yukarıda yazdığımız gibi şeytana tapan, kendini Allah (Şeytan) ilan eden Şeyh Adi Emeviye’nin tarikatının adıdır. Osmanlı döneminde bu sapık tarikat (veya din) mensupları “namaz kılmaları” yüzünden “Sünni Tarikatlar” arasında sayılmıştır.
Oysa namaz eski Mısır’da, Yezidilerde (İslam öncesi Hz.Muhammed’in kavmi olan Hicaz Araplarında da Yemen’den Harran’a) Şamanlarda, Hint inanışlarında halen “doğuya dönerek” tan vakti ikindi üstü veya gün batımında iki-üç vakit kılınır. Namaz, Hint dilinde “Namas”  şeklindedir ve “Selam” demektir. İbadet için “Namas kar= Güneşe Selam” ifadesi kullanılır. Namas Yoga gibi vücut egzersizleri için kullanıldığında ise “Namaste=Sana Selam-Kendine selam” anlamında söylenir.
Yani Abdullah Gül, Sünni Müslüman değil Yezittir. Çünkü sözde Sünni Kürtler olarak kendilerini ilan eden, “Kürt Milliyetçiliği” gütmektedirler. Gerçek Sünni Kürtleri de Nurculuk” adlı sayıklama ile asimile etmişlerdir. Kürt Milliyetçiliği de Mushaf-ı Reş’te Yezidi Kürtlere emredilmiştir. Oysa “Bir Arap’ın Arap olmayana üstünlüğü takvasıdır” ayetiyle İslamiyet “ırkçılığı” yasaklamıştır. Mesela DTP’li Ahmet Türk’ün de annesi gerçek Yezittir ama adam saklamamaktadır.
Aslında kutsal kitap olarak yazdığı Mushaf-ı Reş (Kara Kitap’ta” Hz. Muhammet’i tanrısı şeytan Tavus’un “ Nurlandırdığını” onun nuruyla peygamberlik ettiğini, aslında kötü birisi olduğunu, Muaviye’nin onun kölesi olduğunu ve onun soyundan gelenlerin Muhammet’in neslini kurutacağına dayanan kehanetin anlatılmasına ve hatta Allah’ın Kızları olarak bilinen El Uzza’nin Halid Bin Velid tarafından öldürülmesinin intikamını, Muaviye’yle evlenen 80 yaşında bir kadının sabahında 20’lik bakireye dönüşmesi ve Halife Yezid ve babası Muaviye tarafından da Muhammed soyunun kurutulmasını anlatır. Bu durumda kendini Kürt Tanrısı ilan eden bu şeyh bozuntusunun Müslümanlığının kabulü olanaksız olmasına rağmen, Şeyh Hadi’nin gerek Emevi soyuna dayanması, gerek namaz ibadetlerinin olması ve gerekse de  Kürtlerin kaybedilmemesi için olsa gerek Sünni Müslüman tarikatı olarak kabul edildiğini görüyoruz.
Yezidilikle ilgili yararlanılan kaynaklar;
1-Kreyenbroek, Philip G; Jindy Rashow, Khalil (2005), God and Sheikh Adi are Perfect: Sacred Poems and Religious Narratives from the Yezidi Tradition, Iranica, 9, Wiesbaden: Harrassowitz Verlag
2-Spät, Eszter (1985), The Yezidis (2 ed.), London: Saqi (published 2005)
Günümüzün ayrılıkçı terör örgütünün kültürü de bu Kürt Yezidiliğine dayanmaktadır. Tevrat, İncil ve şeytan Tavus üçlemesine tapınan ve asla “İslami hiçbir ibadet şeklini” ibadetlerinde bulundurmayan Yezidi Kürtler kendilerini Yahudi Kürtler olarak da ifade etmektedirler. Amerikan devlet yapılanmasını elinde tutan Mason yapılanmasının destekleriyle devlet kurmalarının da daha kabul edilebilir bir başka açıklaması yoktur.
Yukarıda da anlatıldığı gibi, Sabi=Yezid inançlarının hakim olduğu  Irak- Harran- Filistin arası bölgede Tapınak Şövalyelerine “Kuruluş izni” veren Kudüs Kralı II.Baldwin ile Tapınakçıların bölgede geçirdikleri  yüz yıl içinde Hıristiyanlığın asli kökenlerini teşkil eden eski Mısır, İran ve Sümer kaynaklı  Sabilik-Yezidilik-Mecusilik gibi inançları tanımışlardır. Böylece de ”Dinlerin Sırlarını Çözdükleri” inancıyla muhtemelen Sabi-Yezidi olmuşlardır. Durum da böyle görünmektedir.
Şeyh Hadi’nin Lübnan’dan kalkıp Hakkari’ye gitmesi 1110’lardır.Adeviye tekkesini kurması ise 1111’dir.Tapınak Şövalyelerinin kuruluşu ise Edesa Kontuyken Danişmendlilerce esir edilen,1113’de azad edildikten sonra 1118’de hileci-kalleş Baldwin’in Kudüs Kralı olmasından sonraya denk gelir.
 Kürtlerin Afganistan- Keşmir bölgelerinden Türklerle birlikte gelmeleri ile Emevi Şeyh Hadi’nin onlara yeni bir Din yapması ve bu dinin de İslam değil de putperest içerikli, sözde üç dini birleştirmesi o zamanın Sabi’liğini (Hermetizm) inşa etmesi şeklinde yorumlanırsa doğru olur. Yezidi Ebu Süfyan’ın soyu olan Emevilerin de aslında hiç Müslüman olmadıklarını halife torunu Yezid Şeyh Hadi kurduğu bu putperest dinle göstermektedir.
Yezidi Emevi hanedanının İ.S.750’de yıkılması ile iktidarı devralan Abbasilerin Türkleri devletin kilit yerlerine yerleştirmelerinden rahatsız olan Emevi’lerin  Haçlılarla iş birliği yaparak çıkardıkları isyanları, hele hele 899’da Emevi soylu Karmatilerin Abbasilere karşı çıkardıkları isyan sonucunda, Kâbe’deki Hacer-ül  Esved’i çalarak fidye karşılığında kırarak geri vermelerini, Kuveyt-Bahreyn adası bölgesinde bağımsız devlet kurmalarını da  hesaba katarsak, Kürtleri bu topraklara getirip yerleştiren Türkler ile Kürtlerin arasına “nifak sokma ve kendilerine yamama” işinden başka bir şey değildi.
Şeyh Hadi şeytanının haçlı işgalinde bulunan Lübnan’da doğması, o kültürde yetişmesi, 1104’de Edesa’nın Danişmedlilerce ele geçirilmesinden sonra Hakkâri’ye giderek tarikatını kurması bu işin sinsi bir Haçlı-Yezidi işbirliği olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun meyvelerini Haçlılar,15.yüzyılda keşiflerden sonra çıkaracakları Yezidi Kürt, Arami, Ermeni, Süryani isyanlarıyla almaya başlayacaklardır.
19. Ve 20.yüzyıllarda Osmanlı topraklarının parçalanması ve işgalinde Emevi soylu Vehhabi, kripto Grek, Aramî, Süryani, Ermeni ve Yezidi Kürt isyanlarında günümüzde de Afgan, Irak, Libya işgallerinde bu işbirliği yüzler kızarmadan sergilenmektedir.

9-Dereziler veya Dürzüler;


Ahmet Mekki Üçışık’ın Saadet-i Ebediyye kitabının 440.sayfasında bu konu şöyle geçmektedir;

“Dereziler,”dürüz”,yani,Derezilere yanlış olarak Dürzü deniliyor.İbn-i ABİDİN üçüncü ciltte “Mürtedleri (Dönekleri) anlatırken buyuruyor ki;

Dereziler Müslüman adı taşır, Namaz kılanları vardır,fekat imanları bozuktur.Tenasüha (ruh göçüne) inanırlar,Şeraba,alkollü içkilere,ve zinaya halâl diyorlar.

“Uluhiyyet-tanrılık” insandan insana geçer diyorlar.

Öldükten sonra dirilmeye, namaza, oruca,hacca inanmazlar.Bunların manaları,dünyada yaşama yollarını düzeltmektir. Derler.

Peygamberimize çirkin şeyler söylüyorlar. Şam Müftüsü, allame Abdurrahman (İmadi Fetvası)nda bunların Nusayriye ve İsmailiyye gibi inandıklarını bildirmektedir.

Dört mezhebin alimleri bunlardan cizye alarak “İslam memleketlerinde oturmalarına izin vermek helal olmaz “ dedi. Bunlardan kız almak, kestiklerini yemek caiz (dinen uygun) değildir.(Fetavat-ı Hayriye) de bunlar uzun uzun bildirilmektedir. Bunlara, zındık (dinden çıkmış, kâfir), mülhid (Allahsız) ve münafık ( ayet ve hadisleri çarpıtan, dinin anlamını değiştiren) denir. İnanışları bozuk olduğu için “kelimei şehadet” getirmekle de Müslüman sayılmazlar.

Dini İslam’a geçmedikçe Müslüman olmazlar.

Bunlar kitaplı- kitapsız kâfirlerden daha zararlıdırlar.(İbn’i Abidinden tercüme edilmiş.)
Nusayriye, Şî’lerin yirmi fırkasından onuncusudur, Rafızilerin en taşkınlarıdırlar.

Allah, Ali’nin ve çocuklarının şeklinde göründü derler.
On birinci imam Hasen bin Ali Askeri’nin adamlarından olduğunu iddia eden İbni Nusayr’ın uydurduğu çirkin sözlere inanırlar.
Bu gün kendilerine “Alevi” diyorlar....
Mısır’daki Fatımi hükümdarı ehl-i sünnetten ayrıldı. Bozuk yollara saptı. Bunlardan Hakim bi-emrillah Müslümanlıktan da çıkmıştı.

Dirar isminde bir hakimi kandırdı, İslamiyet’i yıkmağa uğraştı. Dirar’ın öğrencilerinden Hamza bin Ahmed, sapık inanışlar uydurmuş, hakimi ve Mısır’daki Derezileri bu bozuk yola sokmuştu. Dereziler bu inanışlarını Lübnan ve Suriye’deki Derezilere de aşıladılar.
Selman-ı Farisi (r.a) yı çok severiz derler.
İnanışlarını gizli tutarlar, iri, inadçı, yağmacı, merhametsiz kimselerdir.
Yavuz Sultan Selim’e tabii oldular. Sultan II.Murad zamanında isyan ettiler ise de Bosna’lı damat İbrahim paşa terbiyelerini verdi.

Suriye’deki Hıristiyanlarla da savaştılar.


Dereziler, Arabistan’dan Irak’a gelmişlerdir. İranlılar Irak’taki Hire Devletini yıkınca, Hire’lilerle birlikte Deeziler de Halep, Şam ve Mısır’a göç etmişlerdi. Şam’ın fethinde İslam askerine yardım ettiler. Fatımiler zamanında yolu sapıttılar.

10-İsmailiye Tarikatı;

Ahmet Mekki Üçışık’ın Saadet-i Ebediyye kitabının 440-441.sayfasında bu konu şöyle geçmektedir;
İsmailiyye;   “Milel Nihal” kitabında diyor ki; “Şiiler yirmi fırkaya ayrılmışlardır. Bunlardan biri İsmailiye fırkasıdır. Bunların yedi ismi vardır. Birinci isimleri “Batıniyye” dir. Çünkü, Kuran-ı Kerimin  açık manalarına inanmayıp  kendilerine göre başka manalar çıkarırlar. Kuran’In zahir (görünen) ve batın (ezoterik-gizli) manaları vardır. Derler. Batın “iç-öz” anlamına gelir. Cevizin kabuğu değil içi özü işe yarar derler.
Halbu ki, Kuran-ı Kerimdeki ve Hadis-i Şeriflerdeki kelimelere “açık” manaları verilir. Başka bir ayet daha iyi anlaşılıyorsa o zaman birinci ayete de buna uyacak şekilde değişik mana verilebilir.
Böyle bir mecburiyet olmadan  açık manayı bırakıp başka manalar vermeleri küfür ile ilhad (eş anlamlı) olur. Çünkü bu şuretle şeriatı değiştirmek, bozmak  istiyorlar.
(Örnek olarak, Huruf ilmi denilen Arap Alfabesinin belli harflerinin sayısal değerleriyle hesaplayarak geleceği bilmek, ayrıca Kuran harf ve kelimelerinin doğaya hükmeden gizli güçleri olduğuna inanmak, bu yolda ayinle düzenlemek, büyü muska vb. yazmak. Son bilimsel keşiflerin Kuranda olduğunu bu yolla açıklamak gibi işler günümüzde televizyon programlarında yoğun olarak yapılmaktadır. Kykbt)
İkinci isimleri “Karamita”dır. Çünkü, bu fırkayı meydana getiren Hamdan Karmat denilen  kimsedir. Hamdan, Irak Basra’da Vasıt şehrinde bir köy ismidir.
(Keykubat’ın Notu-Yahudiler, Hicaz Arapları, Yemen, B.A.E., Bahreyn, Katar, Kuveyt, Bağdat, Basra, Harran, doğu Anadolu, bütün Karadeniz , Ege, Akdeniz’den Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz’e kadar sahil kentleri ve bölgeye bitişik şehirlerin halkları “Semitik Araplar” olarak bilinirler. Grek’lik te kanlarında vardır. Hint, Arap ve Grek karışımıdırlar. SİYONİZM DENİLEN İDEOLOJİNİN TAKİPÇİLERİDİRLER.

Bölgede kurulan bütün “doğu- doğu kültürü kökenli” devlet oluşumlarının yıkılmasında bu “kripto” kavimler işbirlikçilik etmişlerdir. Dün Osmanlı’nın yıkılışından bu gün de ülkemizin bölünme, Arap ve Müslüman ülkelerde “İslami uyanış-İslami Devrim” adı altında mevcut rejimlerin yıkılması aşamasına gelmesinde başrolü oynayan sözde Müslümanlar, El Kaideciler, Libya işgalini yapan “NATO” adlı Haçlı Ordusuna destek olarak askeri destek sağlayan Fethullah Gülen’ci Nurcular ve daha bilmem neciler yani her türlü işbirlikçiler bunlardır

Suudi Arabistan’ın Vehhabi Suud ailesi, B.A.E, Katar, Dakar, Bahreyn’in kaymağını ABD- İngiltere koalisyonu ile birlikte sömüren El Halife ailesi, B.O.P Projesinin ve “mali finansörleridirler”. Diğer sayılan yerlerde yaşayanlar ise politikanın kabul ettirilmesi, terör örgütleri, sivil toplum örgütleri içinde yer alarak, ameli ve fikri savaşçılığını yapmaktadırlar. I.Dünya Savaşından beri ,bu coğrafyada devletlerin başına bu kökene mensup kişiler getirilmiştir. Gerçek Müslümanların, “hoca- din adamı kılıklı papazları ve sapık işbirlikçilerini, yeni oluşturulan bu Mason Dinlerini ayırt edebilmeleri için bu yazıları buraya koymaktayım.)

Üçüncü isimleri “Hurumiyye- (Haramcı)” ’ dir. Çünkü bir çok haramlara helal diyorlar.
Dördüncü isimleri “Seb’ıyye-(Yedici)” dir. Çünkü, şeriat sahibi olan peygamberler yedidir derler. Bunların altı’sı,  Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammet’tir (S.AV) , yedincisi ise Mehdi olacaktır derler. “Natık” adını verdikleri bu peygamberler arasında “yedi imam” gelmiştir. Her asırda yedi imam bulunur derler.
Bunların en yayılan isimleri “İsmailiyye”dir. Çünkü, Ca’fer Sadık’ın (r.a- Hz. Muhammed’İn torunu. Kafir olduğu için Mekke’den kovuldu, Mısır’da  Caferilik mezhebini kurdu.) vefatından sonra büyük oğlu İsra’il Müslümanların imamı oldu denilir.
(Oğlunun “İsrail” olan adına bakılırsa, Semitizm- Siyonizm siyaseti Müslümanlar arasında o zaman başlamış görünüyor.)
Bunların meydana çıkmaları şöyle oldu; Hindistan’daki Mecusiler, yani “ateşe tapan kafirler”, İslamiyetin üç kıta üzerinde sürat ile yayıldığını görünce; “Müslümanları kılıçla yenmeye imkan yoktur, onları içten yıkmaktan başka çare yoktur. Onların kitaplarına kendi inancımıza göre mana verip gençlerini, cahillerini yoldan çıkaralım” dediler. Başları olan Hamdan Karmat şu temel prensipleri koydu;
1-Din bilgisi olanlarla konuşulmayacak. Din alimi bulunan yerde kendimizi gizleyeceğiz.
2- Karşınızdakinin isteğine keyfine göre konuşacaksınız. Örneğin zahidin (Dinin emir-yasaklarına uyan) yanında, zahitler övülecek. Fasık’a ( dini bilgisi olmayan cahil) düşkün olduğu günahların yasak olmadığı söylenecek. (Ehl-i sünnet- Sünnet ehli, bilgili Sünni Müslüman- yanında ehl-i sünneti överler ve hepimiz kardeşiz derler.”
3-Müslümanlar, şeriatın emirlerinde ve yasaklarında şüpheye, karasızlığa düşürülecek. Örneğin, “Özürlü kadına oruç kaza ettiriliyor (aybaşı geçince oruç tutma şartı) da namazları niye kaza ettirilmiyor? –Bevl (idrar-sidik) daha pis olduğu halde bevl çıkınca niçin gusül abdesti farz olmuyor?- Beş vakit namazların iki veya üç, dört rekat olmasındaki farklılıklar nedendir?  Gibi sorularla kafalar karıştırılacak, inançlar zayıflatılacaktır.”
4- Sırlarını yabancılara söylememek için söz alırlar. Allah Kuran’da Misâk (Sözleşme-akit) emrediyor, derler. (Yani konuşulan insan kafasını karıştıran şeyleri “şu söyledi” diye konuşamaz hale getirilecek, ve hain göze görünmeyecek. Ajana inanan salak Müslüman, bunları laf diye başka yerde dökecek, “kafirlik- zındıklıkla” suçlanıp belki öldürülecek, toplumun birliği bozulacak.)
5- Din ve dünya büyükleri bizi övüyor, beğeniyor, derler.

(. R.E.T.Erdoğan ABD başkanı Obama ile telefonda görüştü, haberleri, Avrupa bizi istiyor, Amerika bizi destekliyor ifadeleri. 1950 sonrası yazdığı saçmalıkları Batı Emperyalizminin işgalindeki Müslüman ülkelerde, İngiltere ve ABD Nur Risaleleri denilen sayıklamaları,“Türkiye’den geliyor, hilafet emri” diyerek bedava dağıtarak bağımsızlık savaşları durduruldu, bütün Müslüman ülkeler, Said-i Kürdi denilen delinin saçmalıklarını, “Hilafet emri” sandığı için teslim oldular, ülkemizde dahi bütün “sağcı sendikaların” öncülüğünde, işçi direnişleri “anarşi, komünizm” olarak gösterildi, öğretildi.
İşte, Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi el Yezidi (Zamane delisi Yezit Said-i Kürdi)efendiye iftira atmadığımızın delili, kendi yazdırdığı eserinden. Pakistan’dan Fas’a kadar her yerde saçmalıklarının Müslümanları köleleştirmesinden ne kadar mutlu görünüyor;

"-Ali Ekber Şah’ı, Said Ramazan’ı, Abdurrahim Zapsu görmüş;Pakistan’da çok hürmet etmişler "Seyyid Salih-Emirdağ Lyh 61;
“Birisinin günahıyla başkası mesul olamaz. Bu sırra binaen, şimdi âsâyişi bozmaya çalışan mânevî, dehşetli kuvvetler mevcut olduğu halde; Fransa, Mısır, Fas, İran gibi yerlerden daha ziyade bu mübarek memlekette çalışıldığı halde emniyet ve âsâyiş bozamadıklarının en büyük sebebi, 600 bin Nur nüshaları ve 500 bin Nur talebeleri zabıtaya bir mânevî kuvvet olarak o mânevî tahribata karşı dayandıklarını zabıta mânen hissetmişler ki, yirmi sekiz seneden beri resmî memurlara muhalif olarak Nurlara insafkârâne ve merhametkârâne vaziyet gösteriyorlar.” ” Kynk- Emirdağ Lyh 68.

"Asayişi bozan" dediği sömürgecilere karşı vatanını savunan direnişçilerdir. “ Beş yüz bin Nur talebesinin de ülkemiz ve hadaef ülkelerde “halkın özgürlük hareketine” karşı “işgalci güçlerin çıkarına savaşmalarıyla “ da övünmektedir.

Arapların 1950'den itibaren büyüyen Türkiye kini bu yüzdendir. Atatürk'e de "Sömürgecileri bozguna uğrattığı” için başarısına duyduğu “deli kıskançlığı ve özünde Yahudi’liğinden”, kendisinin esir düşmesinden "6" ay sonra memleketi Bitlis'i kurtarmasına duyduğu nefret de bundandır.

Emperyalist batılı devletler, ordularıyla yapamadıkları işi bir kaç satır “risale- büroşür” adlı kağıtların okutulmasıyla başarınca sevinçlerinden Said-i Kürdi’ye (Nursi) 1958’de Vatikan’dan teşekkür belgesi verildi. Bilmiyoruz, belki de “aziz” ilan etmiştirler, Günümüzde, gene İslam ülkelerinin parçalanmaları projesi olan B.O.P projesinin “ruhani önderi” ilan edilmiş olan Fethullah Gülen’in ABD- Pensilvanya’da onlarca dönümlük çiftlikte F.B.I. ajanlarınca korunması, iktidar- muhalefet dahil her sözünün “emir” kabul edilmesi.2003’de Irak’ın ABD-NATO Haçlı Ordusunca işgali sırasında başbakan RE.T.E’nin “Yabancı ülkelerin özgürlükleri uğruna yurt dışında en çok askeri şehit veren ABD’dir. Amerikan askerlerine duacıyız” demesi, gene Irak işgalinde, NATO-ABD  ordusu ile hareket etmeyen Türk askerinin başına çuval geçirilmesi, Türk ordusunu Irak işgalinde devre dışı bırakan generallerin ve subayların, onlara siyasi destek veren siyasi parti ve basın mensuplarının, bürokratların “Ergenekon” adlı uydurma bir kumpas ile cezaevlerinde mevcut yasal şartların dışında “özel kanunlarla” tutuklu olarak yargılanmaları, terör örgütünün tamamen serbest bırakılarak bölünme eşiğine getirilmemiz ve daha niceleri. )

6- Aldatmak için ilk önce herkesin inandığı şeyleri “genel doğruları” savunurlar.
7- İbadetlere lüzum yoktur, iş kalbin temiz olmasıdır, derler.
8-Avladıkları gençlere, ehli sünnet itikadını kötülemeye, ehli sünnete “gerici” demeye başlarlar. Son olarak haramları işlemeye alıştırırlar. Bunları yaptırmak için hadis-i şeriflere, ayeti kerimelere yanlış anlamlar verirler. Bunlar “batıni” manalarıdır, her alim bunları anlayamaz derler.
Örnek, cennet, ibadetlerden kurtulmak ve lezzetli şeyleri yapmaktır, derler.

(Said-i Nursi’nin Nurcularından Cüneyt Zapsu’nun “Babası  Abdurrahim Zapsu,Said-i Kürdi’nin en yakınıydı”  kadınlı erkekli namaz kılmaları, halktan topladıkları bağışları BİM marketlerinde satıp, üç beş fakire verdikleri yardımları da göz boyamak için “Deniz Feneri” adlı televizyon programında yayınlamaları, Almanya’da çalışan Türklerin ve Kürtlerin “şirket ortağı yapacağız” vadiyle paralarını “Deniz Feneri e.v.” adlı şirketle toplayıp, Türkiye ve diğer Müslüman ülkelerde yatırım yapmaları, Kombassan Holding, TV7 vb. şirketleri kurarak işçilerin paralarının üstüne yatmaları, ortaya çıkan yolsuzluğun Almanya’da soruşturmasının bitmesine rağmen Türkiye’de henüz davaya başlanılmamış olması, başbakan RE.T.E’nin oğullarına, damatlarına gazeteler alması, yüklü sermayeye sahip Anonim Şirketler kurması ve daha nice yolsuzlukları “din, Allah” adı ile kılıfına uydurmaları .Porno filmli zikir ayinleri düzenlemeleri.
Devletin bütün kurumlarına tarikat mensuplarını yerleştirmeleri, üniversite sınav sorularını “şifreleyerek” Nur Cemaati mensuplarına vererek sınavları kazanmalarının sağlanması. Ortaya çıkan rezalete rağmen sorumlu Y.Ö.K Başkanı Ali Demir’in istifa etmesinin önlenmesi. Kayseri Belediyesi yolsuzluğunun üstünün örtülmesi. Yani hep lezzetli şeyleri yapmaları…)

Cehennem ibadetlerin yüklerine katlanmak ve haramlardan sakınmaktır, derler. İl zamanlar, bir çok bilgileri Grek (Yunan) filozoflardan aldılar, örnek, “yaratıcı ne vardır ne de yoktur.Ne alimdir, be cahildir. Ne kadirdir ne acizdir. Bütün sıfatları da böyledir. Çünkü bunlar var denilse mahluklara benzetilmiş olur, yoktur denilse, yokluk kondurulmuş olur, dediler. Yaratan kadim de değildir, hadis de değildir, dediler.

Bunlardan Hasen bin Muhammed Sabbah, gittikleri yolun bozuk olduğunu anlayıp, gençlerin din bilgilerini öğrenmesini ve âlimlerin eski kitaplarını okumalarını yasakladı. Ehli Sünnet âlimleri ile görüşmeyi, kitaplarını okumalarını şiddetle yasak etti. İlm-i Zahir’in (görünen, zamanın  biliminin) çoğalması, ilm-i batını (Kuran’a başka anlamalar yüklemeyi) örter, söndürür dedi.

 Şeriatle alay eder, şeriatın emir ve yasaklarını inkâr ederler. Hayvanlar gibi dinsiz, kanunsuz, yaşamak yolunu tuttular. Çeşitli fırkalara bölündüler. Bu gün Suudi Arabistan’daki Vehhabiler  bu fırkalarından birisidir.

(Said-i Kürdi’nin de günümüzde onun “teslimiyetçi siyasetlerini” sürdüren Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi’nin Nurcuları olan AKP hükümeti ve Fethullah Gülen Cemaati’nin de en büyük destekçisi ve işbirlikçisi, Arabistan’da İngilizlerin iktidar ettiği Vehhabi Suud  Ailesi, onların soyundan kökenleri Necd şehrine dayanan Birleşik Arap Emirlikleri- B.A.E, Dakar, Katar, Bahreyn, Kuveyt’te iktidarı ellerinde bulunduran El Halife ailesi, Basra, Harran Yezidileri (Sabi’leri) olan Nasturi, Arami, Süryani ve Yahudi Kürtleri olan Nurculardır.)

İsmaililerin “Süleymaniyye” kolunun kurucusu olan Süleyman bin Hasan 1597’de ölmüştür. “Nühab-ül mültekıta” adlı kitabında bu bozuk fırkanın gizli felsefesini uzun uzun açıklamaktadır.

a-İsmailiye Tarikatı, Hacer-ül Esved’i Çalıyorlar ve Teslim Esnasında Kırıyorlar!

Halife’nin Mısır’lı Fatımilerden olmasına karşı çıkardıkları “haklı” isyan sonucunda Bahreyn adası ve Hürmüz Körfezi bölgesinde ayrı bir devlet kuran İsmailiye Tarikatı mensupları sonunda Kabe’yi de basarlar;

“İslam âleminde sapık inançlarını yaymak isteyen Karmatilerin reisi Ebu Tahir Süleyman, İ.S.929’da Kâbe’yi basıp tavaf edenleri de kılıçtan geçirerek, Hacer-ül-esved’i alıp Bahreyn’e götürdü. 22 sene sonra vücudunda çıkan yaralardan korkarak, Kabe’ye geri getirdiği söylense de başka bir rivayette;.

Karmatilerin reisi Ebu Talip El Karmatinin (Hacer bölgesi, bu gün) Bahreyn’de Kabe yolunda bulunan kendi camisi olan “Mescid El Dirar’a” bu taşı koyduğu,ancak hastalığı yanında, Abbasilerden aldığı fidye ödemesi sonrasında, Kufe Cuma Camisinin bahçesine “Emir üzerine aldık,emir üzerine getirip teslim ediyoruz” denilerek  bir çuval içinde fırlatıldığı ,bu yüzden yedi parçaya ayrılarak parçalanan taşın yapıştırıldıktan sonra yerine konduğunu Osmanlı tarihçisi Kutb El Din tarafından 1857’de yazılmıştır. taşın gerçekliği-değiştirilip değiştirilmediği konusunda başta İran olmak üzere Müslüman ülkeler arasında sorunlara da neden olduğu geçmektedir.”
(İbni İshak’ın “Siret-ül Resulallah-Hz.Peygamberin Hayatı” kitabından alıntı.)
                                                                                                                                                                   
Kaynak Evliya Çelebi Seyahatnamesi S.171-172-174
b-Arapların Türk Hacı Katliamları;

“...Zamanımızda kadın taifesinin kabesi, doğup büyüdüğü kapısının eşiğinin iç yüzüdür.Dışarı çıkmaya.Çünkü bu Kâbe yoluna çıkanlar,kadınların neler çektiğini bilirler.Mesela Konakçı Ali Paşa senesinde Reşit oğlu adlı Araplar,hacıları vurup nice ehli ırz kadınları,cariyeleri,üryan edip,götürüp inciterek o nazlı hatunlara hizmet ettirdiler.Nicesi öldü,nicesi para verip kurtuldu.Nicesi orada kalıp evlat sahibi oldular.Hakirin bu tasvirifarza aykırıdır ama yüreğim yanıktır.O faciada hakir bulundum,gözümle gördüm.”

Kaynak -Evliya Çelebi Seyahatnamesi C.9 .S-161 ve 165.

11-SAHTE ALEVİLER KİMLERDİR?

Alevi’lik deyince öyle bir kerede karar verilecek bir konu olmadığını bilmeyen yoktur eminim.

Bu konuyu birazcık açayım;

“Ali’vi-Ali’den gelen-Ali’yi seven,“Âli’vi-Uludan gelen-yücelikçi-yani insanı öne çıkaran anlayıştır.

Son zamanlarda böyle tanımlamaları aslı olmasa da görmeye başladık.

“Alev’i” yani,Alev’den gelen,”Alev”i sevenler.Ateşçilerdir.Güneşe tapan, Mecusiler.

Ne kılığa girerlerse girsinler,”neyiz” derlerse desinler,ille de “Mecüsilik” de direnmeleridir.
Hz.Ali ve İslam konusunda takiyye yapmaları,yalan söylemeleridir. Bunlar,bizim “dönme Ermeni” dediğimiz –Tunceli-Dersim kökenli Alevilerdir.

Dersim Aleviliğinin tarihine doğru geri gittiğimizde ise,eski Ermeni inanç yapılanması ve özelliğini kaybetmiş bir takım Ermeni,Türk ve Anadolu halk gruplarının izleri ile karşılaşırız.

Bu inanç yapılanmasının,sırası ile Med’ler dönemi,Mitracılık,Persler, Grek,Grek-Bizans dönemi Mecusilik-Mazdacılık,Apostolik (Havarici) Gregorcu Ermeni ve Katolik Roma ve Ortodoks İstanbul Kiliselerince de sapık ilan edilmiş olan Pavlusçulak,Gnostiklik(Bilinrcilik), İslam kültürü döneminde,Hurufilik,Rafızilik, İsmailiyecilik ve Dereziliktir.

Son marifetleri de AB-D sivili toplum kuruluşlarından ve hükümetlerinden aldıkları desteklerle ve diğer Alevileri de kandırarak,Bektaşiliği ele geçirerek kendi inançları doğrultusunda yönlendirmeleri şeklindedir.

Bunda da,diğer Alevi yapılanmalarının zayıf kalmaları ve kendilerini destekleyecek kültürel ortamı kuramamış olmalarıdır.(Vatana ihaneti beceremedikleri için olsa gerekir.)


Özünde “Ermeni inancı milliyetçiliğine” dayalı bu yapılanma bu gün devletin resmi-sivil tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçirmiş,Alevi-Sünni,Türk-Kürt ve etnik ayrımcılığı körükleyen her türlü faaliyetin içinde yer almaktadır.


İnançlarının temelinde,”baskı altında oldukları sürece inançlarını inkar etme,(Pavlusçular bölümü)yanındaki gibi görünme gibi her türlü yalanı da mübah sayan” kuralları sayesinde,dünyanın her yerinde rahatça yaşayabilmektedirler.


Ama,başından beri “sapık cinsel ilişkileri”(iftira saymaktadırlar) yüzünden dışlanıp soykırımlara da uğratılmışlardır.Belki bir çoğu sapıklık içinde olmasa da,olanları onları tanıtmaya yetmektedir.(Her toplumda böyle bireysel olaylar çıkabilir.Yalnız bunların olayları ya abartılıyor ya da gerçekten fazla çıktığından “yeter gibisinden” gündeme getiriliyor olabilir)


Sahte Alev-i’lere,Osmanlı zihniyeti ile Cumhuriyet dönemi gözüyle okuyalım.Bakalım eskiler neler yazmışlar?;

Günümüzde Bektaşi Aleviliğinin temsilcisi olarak kendilerini gören bu yapılanma hakkında, ”Eski Kadıköy Müftüsü” namıyla bilinen,Işıkçı,Arvasi oğlu Esseyid Ahmet Mekki ÜÇIŞIK , ”Saadet-i Ebediyye-Sonsuz Mutluluk” adlı 07.Temmuz 1967 baskılı kitabının 448. sayfasında “Bektaşilik-Bektaşilik Tarikatı Nasıl Bozuldu” başlığı ile Tokatlı İshak Efendi’nin yazdığı “Kaşif-ül Esrar” adlı kitabından alıntı bir yazı koymuştur.

Yazı 5 sayfadan ibaret olduğu için, yazarın diline sadık kalmaya çalışarak kısa alıntılar yapacağım. Merak eden alsın okusun;

“İslamiyyeti yıkmak için çalışanlardan biri Bektaşiler oldu.Bektaşi deyince,iki dürlü insan anlaşılır;

Birincisi, hakiki, doğru,Bektaşi olup Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinin gösterdiği hak yolunda giden temiz Müslümanlardır.

Bektaşilerin ikincisi,”yalancı Bektaşilerdir”.Eskiden Bektaşi denilen kimselerin çoğu bunlardı. Zemanla azaldılar, yok oldular.

Bu sahte Bektaşiler, Müslimanlar arasında rahat yaşamak ve dinsizliklerini saklayarak gençleri aldatabilmek için bu kıymetli ismi maske olarak kullanmışlardı.

Böyle kıymetli isimler altında saklanan, dinsizler,az değildir.Mesela Cehenneme gideceği bildirilen Rafıziler kendilerine ALEVİ demişlerdir.

Eskiden,Hz.Ali’nin “radyallahü anh” soyundan olanlara “Alevi” denirdi.Bunlara sonradan “Seyyid” ve “Şerif” isimleri verildi.

“Alevi”,hazreti Ali’yi seven ve onun yolunda bulunan hakiki müsliman demektir.

Görülüyor ki “Alevilik” üç çeşit kimselerin isimleri olmuştur.Bunlardan yalnız birisi bozuk olup,sahte alevidir.

“Melami” ismi de böyledir.Hiç ibadet yapmayan,her çeşit günahı,kötülüğü işleyen şeriate uymayan sapıklar kendilerine “Melami” diyorlar.


Bunlar şeriate uyan müslimana “sofu”,müteassıp” adını takıyorlar.Halbuki Melami,beş vakit nemaz gibi farzları camide kılıp haramlardan sakınan nafile ve sünnetleri evinde gizli kılıp şöhretten sakınan temiz kimse demektir.Şimdi nemaz kılmayanlar “biz Melami olduk” diye Müslümanları aldatıyorlar.

Müslümanları aldatmak için kendilerine kıymetli bir ism takan dinsizlerden biri de Bektaşi adı altında toplanan Hurifilerdi.Bunlar,önceleri iç yüzlerini saklıyorlardı.(H.1288 –M.1872)yılında maskelerini kaldırmağa,başladılar.”Cavidan” adındaki gizli kitaplarını ortaya çıkardılar.Bu kitapları altı formadır.Bir formasını hurufiliğin kurucusu olan Fadlulullah bin Ebi Muhammed Tebrizi,Farisi dili ile yazmış,beş formasını da bunun talebelerinden bazıları düzmüştür.Bunlardan Ferişteh oğlunun Aşkname (Işkname) adındaki formasında küfrleri öteki formalardaki kadar açık olmadığından bunu 1871’de İstanbul’da taş üzerinden bastılar.


Fadlullah Hurufi adındaki zındık,Hamdan adındaki bir Kurmutinin dervişi idi.Karamitlere “İbahıyye” de denir.Bunlar,haramlara halal deyip,yetmiş,seksen sene hacıları soydular. Müslümanları öldürdüler.Hükümet kurdular.Hükümetleri yıkılınca,dağıldıkları yerlerde gizlendiler.(Bir başka Ergenekon hikayesi).


Bunlardan Hamdan-i Kurmutinin Küfe şehrinde yetiştirdiği müridlerinden Fadl,İran’da Esterabad şehrinde gizlice küfr yaydı.Dokuz yardımcı buldu.Nokta ilmi diye bir şey uydurdu. Bu iş mübahdır,nokta çift geldi.Falan şey haramdır.Nokta tek geldi derdi.İbni Hacer-i Askalani hazretleri “Enba-ı Fadl” adındaki tarihinde,Fadlullah ve Hurufilik hakkında geniş bilgi vermektedir.


Fadlullahın küfrleri yayınlınca,Timurlengin oğlu Miran Şah,babasının emri ile,H.796-M.1393 senesinde Fadlulah’ı öldürdü.Bacağına ip takılıp sokaklarda sürüklendi.Böylece İslamiyyet büyük bir düşmandan kurtuldu.


Yavuz Sultan Selim han,ehl-i sünnet alimi (Maveraün nehir’den Antakya’ya yerleşmiş,Arap bir vaizin oğlu,Kudüs,Mısır’da eğitim görmüş,Memluk’lu Melik Kaytebay müftü yapmıştır.) Mola Arab’ın öğütleri ile Rafıziliğin yani Kızılbaşlığın yayılmasını önlediği gibi Timurleng de İslamiyyet için çok tehlikeli olan Hurufiliğin yayılmasını önleyerek İslamiyet’e büyük hizmet etmiştir.


Bunun için sahte olan Bektaşiler Timurleng’i sevmez,onu hep kötülerler.


12-HURUFİLERİN BEKTAŞİLERE KARIŞMASI


Fadlullah öldürülüp Esterabad yıkılınca, dokuz yardımcısı kaçdı.Bunlardan “Ali-yül-a-lâ” adındaki kimse,Anadolu’da bir Bektaşi tekkesine geldi.”Cavidan”ı gizlice yaymağa,cahilleri aldatmağa başladı.

Hac-ı Bektaş-ı Velinin yolu budur dedi.


Haramlara mubah,nefsin arzularına serbestdir dediği için sözleri kötü insanlar arasında çabuk yayıldı.


Sözlerine “sır” deyip,çok gizli tutulmasını emr ederdi.Sırları yabancılara açanları öldürmeleri bile vaki olurdu.Sırlara Cavidan kitabında “A,C,V,Z” gibi harflere işaret ederdi.


Herbiri kafirlik olan bu işaretler” Miftah-ul hayat” adındaki kitapta açıklanmıştı.Bu kitaba da “sır” dediler.Elinde “sır” kitabı olmayan Cavidan’ı anlayamaz.


1397 yılından beri pek çok zavallıları aldattılar.Dinden çıkardılar.Aralarına Masonlar da karıştı.Yehudi parası ile beslendiler.1823 senesinde küfrlerini açıkça yaymağa başladılar.


Sultan II.Mahmud Han,tarafından “Ulu”ları katl edildi.Bektaşi tekkeleri dağıtıldı.Yerlerinin Nakşibendilere verilmesi için ferman buyurdu.Dağılarak gizli çalıştılar.1871’de tekrar ortaya çıktılar.Ferişteh oğlu Abdülmecid’in “Işkname” Aşkname risalesini 1871’de bastılar.Yayılmağa başladılar.Bunlara aldananlara “Işık Taifesi” denildiği,Bursa’lı İsmail Hakkı Hazretlerinin “Hucet-ül baliga” kitabı başında yazılıdır...


Bektaşi adı altında saklanan Hurufiler,Müslümanları aldatmak için birkaç yoldan saldırıyorlardı.;


1-Fadl-ı Hurufi,ilah,tanrı diyorlardı.Cavidan’da diyor ki,Tanrılık,ezelde görünmez bir kuvvet idi.Önce harfler şeklinde,sonra peygamber şeklinde ,nihayet Fadl’da açığa çıktı.Önce Adem peygamber şeklinde göründü,melekler bunun için Ademe secde etti.Dört kitabın manasını Cavidanda bildirdi.


2-Hazreti Ali’nin sözleri diyerek uydurdukları “Hutbet-ül Beyan” ve başka kitaplarda hadisler düzerek “Ali’yi sevenlere günah zarar vermez” diyorlardı.”Böylece,ibadete lüzum yoktur.Haramlar helaldir,” diyerek amelsiz,ibadetsiz Cennete girmek isteyen cahilleri aldattılar.Bir kimseyi böyle aldatıp,ibadetten,imandan ayırdıktan sonra “Sır” kitabını öğretmeye başlarlardı.


Çünkü Cavidan’da “Ehl-i Beyt’in” adı bile yoktur.
Hutbet-ül Beyan’ın Türkçe şerhi de vardır.

3-Bütün dinlerin bir olduğunu,hepsinin 16 kemerbend i,çinde toplandığını söylerlerdi.On altı kemerden her biri,bir peygamberin şeriatı imiş.O kemeri kullanan o peygamberin şeriatını yapmış olurmuş.Mesela Adem aleyhisselamın kemerini takan hep deri giyermiş.Çünkü,Adem aleyhisselam deri elbise giymiş.

Musa aleyhisselamın kemerini takan,”kısrağa” binmezmiş.İsa aleyhisselamın kemerini takan evlenmez imiş.Hıristiyanların üç uknûmuna yani üç tanrı olduğuna inandıkları Ferişteh oğlu Cavidan’da yazıldır.

Yine orada, Hz.Ali denilen zât, Fadl-ı Hurufi idi diyor.

Bir başka sahifesinde, Fadl-ı Hurufi, Muhammed aleyhisselamdan ve Aliden (haşa) daha üstündür.Onlar,şeriatlerin inceliğini Fadl kadar bilmiyorlardı,diyor.Yazıları birbirini tutmuyor.
Sahte olan Bektaşiler Alevi de değildir. Müşrikdirler.

Yehudiler, Masonlar tarafından desteklenerek, cahil Müslümanları dinden çıkarmaktadırlar. Yeni aldatılanlara “Cavidan”ı göstermeyip, kendilerini “Alevi” olarak tanıtıyorlar. Halbuki,”Şî” alimleri,sahte Bektaşilerin “kafir” olduklarını söylemektedirler.

4-Haramlara, yalan söylemeğe “caiz” dedikleri için “Hamzaname” ve “Battalgazi” gibi uydurma kitaplar yazdılar.(Bu da Cüneyt Arkın’ın bir filmi ile gerçek oldu.)Baba denilen ulularından uydurma kerametler aldılar.

(Blogcunun notu-Ermenilerin bu özelliği,kendi kiliselerini üstün,seçkin göstermek için Aziz Pavlus’un Ermenistan’ı gezerek kendilerinin ilk Hıristiyanlığı ondan öğrendiklerini söylerler.
Benzeri olay,İslam dönemi Tunceli Aleviliğinde de vardır.Tunceli’nin sırtını verdiği yek pare kayanın sipsivri göğe yükseldiği “Düldül Tepe” adlı bir tepe vardır.Anlattıklarına göre,Hz.Ali buraya gelmiştir.Atı da kaçarak bu tepeye çıkmıştır.Orada otlarken susayınca ayaklarını kayaya vurarak su çıkarmıştır.O tepenin adı Hz.Ali’nin atının adından “Düldül Tepe” olarak kalmıştır.Gelecekt başka bir inancın hakimiyetine girdiklerinde bu efsanenin hemen o şekle de dönüşmesi kaçınılmazdır.Yahu,hangi kayıtta Hz.Ali’nin oraya geldiği yazmaktadır diye sorunca da “tıss” cevabı duymaktasınız...:))

Yalanlarından biri de “Bektaşiler içinde bazı azgınlar var ise de bizim babamız öyle değildir” derlerdi.Halbuki sahte Bektaşiler içki içmektedirler.Hiç nemaz kılmazlardı.

Bunların en meşhurları; Osmancık’ta “Koyun Baba”,Elmalı’da “Abdal Musa”,Eskişehir’de “Şücaeddin”,Dimetoka’da “Kızıl Deli”,Kalkandelen’de “Sersem Ali” adındaki babaları,hep “Cavidan “ okumakta kafirliği yaymakta idiler.Koyun Baba’nın sahte Bektaşilerden olduğu “Müncid” lügatinde (sözlüğünde) yazılıdır.

Sahte Bektaşiler de sahte Aleviler gibi bıyıklarını uzatırlar. Bıyık uzatmak Hz.Ali’nin sünnetidir” derlerdi.
Halbûki bıyıkları kısaltmak hadis-i şeriflerle emr edildi. Bunlar,”seviyoruz” dedikleri Hz.Ali’nin bu sünneti yapmadığını,”sevmedikleri” ,düşmanı oldukları Muaviye’nin de bu sünnete uyduklarını söylüyorlar.

Sahte Bektaşilerin, zikirleri, ibadetleri okumaları yoktur. Her sabah pîrin evinde, meydan odasında toplanırlardı. Birisi elindeki tepsi içinde adam sayısında şerâb kadehi ve birer dilim ekmek, peynir olarak odaya girer. Bunu saygı ile,gülbank çalarak karşılarlardı.Herkesin önüne gelerek birer dane verirtazim ile alır,yüzlerine sürer,sonra yirler,içerlerdi.Bütün ibadetleri bundan ibaretti.
Evli olanı, kadınlarını, kızlarını da toplantıya getirir. İçerler ve dans ederler. Birisi birinin kadınını veya kızını beğenirse, erkeğe gelip “sizin bahçeden bir gül koparacağım” der,izin ister.O da zevcesini (eşini) çağırıp,”bu canın talebini hak et” der.Sonra,takbil ederdi.

Bu talep karşılıklı olursa, iki adam da babanın önüne gelip izn isterler. Baba izn verince,ömrleri boyunca birbirlerinin ayalini istifraş(tanımaya çalışırlardı) ederlerdi.
Hakiki Bektaşilerde böyle kötülükler yoktur.

Sahte Bektaşi babaları, papazlar gibi günah çıkartırlardı. Günahın durumuna göre, baba,”kırklar kurbanı” kes, yahut,”üçyüzler nezri(adak)” ver, der. Birkaç lirasını alıp “avf ettim” derdi.
Bektaşi bir kadın, Bektaşi olmayan bir erkekle buluşsa, babaya gelip “üstümden bir köpek atladı” der. Baba para alır,günah avf olur.

Kitaplarının başlıcalarının adları da Cavidan, ışkname,Tuhfet-ül Uşşak,Risale-i Bedreddin, Risale-i Nokta,Risale-i Fadlullah,Risale-i Huruf,Turabname ve Vilayetname’dir. Toplam 60 civarında kitapları vardır.

Kitapların hepsi, Allah-u Teala’yı inkar etmeye ve şeriatı kaldırmaya dayanmakta, Fadl-ı Hurufiye tapınmağa sürüklemektedir.Bütün kafirlerden,bütün fırkalardan daha kötü oldukları,yukarıdaki bilginlerden anlaşılmaktadır.
Hacı Bektaş-i Veli yolunda olan temiz Bektaşilerde bu kötülüklerin hiç biri yoktur.”””


13- 19.YY. İSLAMİ MASON DİNLERİ
a-Melamiler ve Kalenderler;

Mevlana Abdurrahman Camii,1893’de Hindistan’da basılan Frasça (İran dili) “Nefahat-ül üns”kitabının başındave seyyid Abdülhakim-i Arvasihazretleri, “Er rıyad-ut tesavvufuye”  kitabının 104.sayfasında buyuruyorlar ki;
“Tasavvuf yolunda nihayete varanlar, iki türlüdür. Birincisi resülullahın (s.a.v) izinde giderek kemale erdikten sonra irşad için halk derecesine indirilmiş olan “mürşid” lerdir.
İkincisi, yükseldikleri derecelere bırakılıp insanların yetişmesi ile vazifeli olmayan “evliya”dır.
Tasavvuf yolunda yürüyenler de iki kısımdır. Birincisi Allah-ü tealadan başka herşeyi unutup yalnı onu istiyen müridlerdir. İkincisi ahireti, cenneti istiyen taliplerdir.
Allah-ü tealayı irade edenler, isteyenler de iki türlüdür. Biri,”sofu” lar olup nefislerini temizleyip nihayetten birkaç şeye kavuşmuşlardır.
İkincisi, “Melami” lerdir. Bunlar, sıdk (bağlılık) ve ihlas kazanmaya çalışır. İbadetlerini, hayratı gizler, sünnetleri, nafile ibadetleri de çok yaparlar. Bu ibadetlerin görünmesinden korkarlar. Bunlar çok kıymetli ise de mahluk (insan- hayvan) ile meşgul olduklarından tevhit makamına varmıyorlar. Melamiler muhlistir (inancında içten) sofular ise muhlastır. (içtenliği daha derin olan).
Ahiretin talipleri dört türlüdür. Zahidler, fakirler, huddam ve âbitler.
Bütün bu sekiz sınıfın taklitçileri vardır. Bu taklitçilerin her biri de ya doğru ya da yalancı olur. (Biz burada yalnı Melamilerin iki türlü taklitçilerini bildireceğiz);

Melamilerin doğru taklitçileri ibadetlerinin görünmesine ehemmiyet vermezler. Adetlere uyarlar, herkese tatlı söyleyerek kalp kazanmağa çalışırlar. Nafile (farz, vacip, sünnet olmayan) ibadetleri yapmazlar. Farzlara dikkat ederler Dünyaya düşkün değildirler. Bunlara “Kalender” denir. Bunlar, riya gösteriş yapmadıkları için Melamilere benzerler. Abdullah Dehlevi hazretleri 79.mektubunda  buyuruyorlar ki, “Kalender, batınını (içini- ruhunu) temizlemek, nefsini yok etmek için çalışır. Çok ibadet yapmaz. Sofu ise, bunun ikisine de çalışır. Mahlukları görmez. Kalenderden daha üstündür.
Zamanımızda Kalender ismini taşıyan bir çok kimse bu saydığımız şeyleri yapmıyorlar. Bunlara Kalender yerine Haşvi dense yerinde olur.

Haşvi, Allah-ü tealayı mahluklara benzeten, madde, cisim diyen kafirlere verilen addır. 72. Bid’at fırkasından biri olan  “Müşebbihe” ve “ Mücessime” denilen fırkadakilerin çoğu “haşvi” olmuştur.
Melamilerin yalancı taklitçileri zındıklardan bir kısımdır ki her türlü günah işlerler. Kalplerimiz temizdir, her işi Allah rızası için yapıyoruz derler. Riyadan, gösterişten kurtulup halis Allah adamı olmak için günah işliyoruz, derler. Allah-ü tealanın ibadete ihtiyacı yoktur. Kulların günah işlemesi ona zarar ziyan vermez. Asl günah, mahlukları incitmek, can yakmaktaır. İbadet te insanlara iyilik ihsan etmektir, derler. Bunlar dinsiz zındıklardır.
 Bu gün Melamilerin bir şeyhi vardır. Onun yanında bir iki dakika oturanın kalbi “Allah” dermiş. Gönülde için şarab ile hemen serhoş olurmuş. Kendini “rabbi”  ahengine uygulayarak gerçek insan olurmuş. Şah damarından daha yakın Allah’In  varlığını duyup  Onunla orada yaşarmış. Kendi özünden üstün bir etki ve yetki tanımazmış. Çzünden ve kendi tekliğinden başka varlık yokmuş.
 Bu sözler Allah-ü teala’yı inkar etmek olup küfür ve zındıklıktır (Tanrıya ve ahrete inanmayan).


b-Vehhabilik;


İslam'a açıkça çekinmeden ilk şekil vermeye girişen İngiltere’dir. İngiliz casusu Hemper’in İstanbul’da Kars’lı Ahmed adlı bir şeyhin yanında İslamiyeti öğrendikten sonra Basra’ya (Irak) “Müslüman olmuş bir İngiliz" şahsiyetinde gittiğinde tanıştığı, Mehmed bin Abdülvehhab isimli iyi niyetli, İslami bilgisini arttırmak için Mekke’den ailesi tarafından eğitim amacı ile gönderilmiş,Necef'li bu genç adamı sapıttırması ile başlayan ve 1738 yılında İngiliz hükümetinin maddi destekleri ile Mekke’li Suud ailesinin işbirliği sayesinde“Vehhabilik” tarikatını ilan etmesi ile İslam’da en büyük kırılma veya "Yeni İslam Modeli " bu günkü adıyla "İlk Ilımlı İslam" işlemi Haçlı zihniyetince başarılmıştır.

“Mirat-ül Haremeyn” adlı kitapta yazdığına göre de;

Vehhabiliği kuran Mehmed Bin Abdülvehhab’tır. H.111,M.1694’de Necd’de Hureymile kasabasında doğmuştur. H.1206,M.1787’de ölmüştür. Önceleri seyahat ve ticaret için, Basra, Bağdat, İran, Hindistan, Şam taraflarına gitmiş oralarda eline geçirdiği Ahmed İbni Teymiye’nin ehl-i sünnete uymayan kitaplarını okumuş, zeki, kurnaz, çenesi kuvvetli, olduğundan “Şeyh-i Necdi- Necd’li Şeyh” diye nam salmıştır.

Şöhretini arttırmak için Medine-i Münevvere’de (Hz.Muhammed’in mezarının bulunduğu camii) ve sonra da Şam’da Hanbeli mezhebi alimlerinden de okuyup Necd’e dönünce kitap yazmıştır.

Bozuk düşünceleriköylüleri ve Deriyye ahalisi ile reisleri Muhammed bin Suud’u aldatmıştır.

Vehhabilik ismini verdiği düşüncelerini kabul edenlere “Vehhebi” ya da Necdi” denir.


Cahilleri aldatmak kolay olduğundan, Vehhabiler çoğalarak kendini kâdi Muhammed bin Su’ud’u da emir ve hakim tanıtmışlardı. Kendilerinden sonra çocuklarının da bu makama geçmesini kabul ettirmişlerdi. “Mirat-ül Haremeyn” adlı kitabın basıldığı 1306 (1887) yılında Necd emiri Abdullah bin Faysal’dı.


Mehmed’in babası Abdülvehhab iyi bir Müslümandı. Bu ve Medine’deki alimler, Abdülvehhab oğlunun sözlerinden bozuk bir yol tutacağını anlamış, herkese onunla konuşulmamasını nasihat etmişti.


Fakat 1150 (1733) Vehhabiliği ilan etti. Yazdığı kitaplarda hele bunların en kötüsü olan “Kitab-üt Tevhid” de ve torunu Abdurrahman bin Hasen’in buna yaptığı “Feth-ül Mecid” adındaki şerhte sayılamayacak kadar çok yanlış fikirler varsa da dinlerinin temeli üç meseledir;

1-Amel, ibadet, imanın parçasıdır, diyor.Bir farzı yapmıyan mesela, farz olduğuna inandığı halde namaz kılmayan “kafir “ olur, diyor. Bunu öldürmeli ve mallarını Vehhabilere dağıtmalı diyorlar. Bunlar, “Feth-ül Mecid”in 17.,48.,93.,111.,273.,337., ve 348. Sahifelerinde yazılıdır.


Said-i Nursi’nin Atatürk’e TBMM’de, Yezid bin Enise’nin şartını hatırlatan bir sözle karşılık vermiştir ve ““Namaz kılmayan küllen kafirdir,taşlanarak öldürülmelidir,ona Müslüman denmez, siz de..” * öylesiniz yani “kâfirsiniz” anlamında sözle suçlayınca Ankara’daki işi bitmiştir. Van’a giderek tekkesine çekilmiştir. * (Kaynak Tarihçe-i Hayat | Birinci Kısım : İlk Hayatı | 38)”
Ayrıca bu tür ağır şartlar Tevrat’ın Levililer bölümünde Yahudilere konulmuştur. İncil’de bu “ağır Tevrat Şeriatını ve erkeklerin başlarını örtmesini” Hz.İsa’nın kaldırdığı belirtilir. Kuran’da tekrar edilmemiş konular için de Tevrat, Zebur ve İncil okuncağını, Bakara 106.-136. Ve Maide 68/2.ayette açıkça belirtilmiştir. Bir çok ayette te “İbrahimin Kitaplarında, Musa’nın Kitaplarında yazmaktadır” ifadesi vardır.


2-Peygamberlerin (a.s) ve evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları bahane ederek dua eden “kâfir” olur, diyorlar.”Feth-ül Mecid”, Vehhabi kitabının 500.sayfasında, diyor ki,”Resulullah hayatta iken dua etmesini istemek caizdir. Hatta diri olan her salih kimseden dua etmesi istenir. Nitekim Hz. Ömer, Mekke’ye umre yapmaya gideceği zaman Resulullah, “Ya Ömer, bizi duandan unutma” dedi. Dirilerin de, cenazeye, kabirde olan meftaya dua etmeleri caizdir. Fakat kabirde olandan dua istemek caiz değildir. Allah-ü teala, işitmiyenlerden ve cevap vermeyenlerden dua istemenin şirk olduğunu bildirdi. Ölüler ve gaip (bilinmeyen, kayıp) olan, uzakta olan diriler işitmez ve cevap vermezler. Bunların faide ve zararları olmaz.Eshabtan ve ve onlardan sonra gelenlerden hiç biri Resulullahın kabrinden bir şey istemedi. Peygamber öldükten sonra ondan bir şey istemek caiz olsaydı, Ömer (r.a.) ondan yağmur yağmasını isterdi. Halbuki kabrine gelip ondan yardım istemedi. Diri ve hazır olan Hz. Abbas’tan dua istedi. Aynı kitabın 70.sayfasında diyor ki; “”Ölüden ve yanında bulunmayandan bir şey istemek onu Allah’a şerik yapmak olur...”


Vehhabilerin bu iftiralarını yine aynı kitapları yalanlıyor.. “Feth-ül Mecid”in 201.sayfasında “Buharide, Abdullah İbni Mesud diyor ki,”Yediğimiz taamın (yemek) tespih sesini işitirdik.”


Ebu Zer diyor ki,”Resulullah (s.a.v.) avucuna taş parçaları aldı, bunların tespih sesleri işitildi. Resulullah’In hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahihdir. (gerçektir)” diyor .


Demek ki Resulullah’tan başkaları da “herkesin işitemeyeceği sesleri” işitirmiş. Bu taşlar Hz. Ebubekir’in elindeyken de tesbihlerinin işitildiği, aynı haberin sonunda bildirilmektedir.


Haz. Ömer’in Medine’de hutbe okurken, İran’da harb eden ordu komutanı Sariye’yi görerek “Sariye dağdaki düşmandan korun” dediğini ve Sariye’nin işiterek dağı ele geçirdiğini bütün kitaplar bildirmektedir.

Vehhabiler, puta tapanlar için gelmiş olan ayeti kerimelerle bu sözlerini ispata kalkışıyorlar.

Halbuki ehli sünnet, peygamberler ve evliyalar ibadet etmez. Fakat bunların Allah-ü teala’nın sevgili kulları olduğuna ve Allah,ü tealanın bunların hatırı ve hürmeti ile kullarına merhamet edeceğine inanır. Zararı, faydayı yaratan ancak odur. Ondan başka ibadete kimsenin hakkı yoktur, der. Kabre gidip kabirdeki zat vasıtasıyla Allah-ü telaya dua eder….”

3-Mezarlar üzerine türbe yapmak, ve türbelerde namaz kılmak ve orada hizmet ve ibadet edenlere kandil-mum yakmak, ve ölülerin ruhlarına sadaka adamak caiz (dinen uygun) değilmiş. Haremeyn (Mekke, Medine) ahalisi bu güne kadar kubbelere ve duvarlara tapınıyor imiş. Ehl-i sünnet olan ve Şi ve Alevi olan Müslümanlar bunun için müşrik oluyormuş. Bunları öldürmek ve mallarını yağmalamak helal imiş. Kestikleri “leş” olurmuş. Bunun için hacıların Mina’da kestirdikleri kurbanları yemiyorlar. Toprağa gömüyorlar.”

Oysa, Türbe “oda” demektir. Türbe yasak olsaydı, Eshab-ı Kiram Resulüllah efendimizi ve Hz. Ebubekir’i ve Hz. Ömer’i oda içine defne etmezlerdi. Türbe ölüye tapınmak için yapılmaz. Ona sevgi ve saygı göstermek, okumağa ve dua etmeye gelenleri yağmurdan korumak için yapılmaktadır.

Salihleri, (iyi insanları), alimleri sevmemizi onlara saygı göstermemizi dinimiz emretmektedir.
Mecma-ül Enhür” adlı kitabın ikinci cildinde 552.sayfasında diyor ki; “Muhammed bin Hanefiyye, Abdullah bin Abbas’ı defn edince kabri üzerinde çadır kurdu. Ziyaretçiler, üç gün bu çadırda okudular. (Ölenin ruhu için Kuran ayetlerinden seçmeler okuma)

Görülüyor ki Eshab-ı Kiram yolunda olan “türbe yıkmaz, türbe yapar”. Vehhabilerin Eshab-ı Kiramın yolunda olmadıkları buradan anlaşılmaktadır…..

Ahmet Mekki hoca efendi daha birçok örneklerle Vehhabilerin sapıklıklarını ispata devam etmektedir. Ben de naçizane derim ki, “türbeler ve yatırlar” bir dinin tarihidir, inanan halkın kültürünün, imanının ispatıdır. Eğer bunlar ortadan kalkarsa o toplum birbirne düşer ve başka milletlerin kölesi olur.


İngiliz- Mason dini olan Vehhabiliğin de amacı insanlara “sözde akılcığı” öğütlerken onları köklerinden koparmak niyetindedir.

Dünyayı işgal etmekten ibaret olan “Yeni Dünya Düzeni” adlı “satranç oyununun” hassas, can alıcı hamlelerinden birisidir ve İslam dünyası bunu Vehhabiliği takip eden Bahailik, Kadıyanilik, Nurculuk gibi İngiliz- Mason localarında pişirilip kotarılmış “teslimiyetçi” ama süslü, hoşa giden, “bağımsızlık mücadelesi” ve “dini yaşam biçimini, ve Müslümanların birliğini, inanç özgürlüklerini korumaya yönelik cihad” gibi zorluklardan kurtaran, ama “teslim olmayı şart koşan”, böylece kendisini ve nesillerini “köleleştirecek” saçmalıklara “din” diye rıza göstermeye, İslam ve Türk dünyasını ve diğer “hedef” milletleri “başımıza getirdikleri sahte hocalarla ve siyasetçilerle” teşvik etmektedirler.

Vehhabiler, daha sonra İngiliz sermeyesi ile güçlenecek, Medine'de 1789 yılında Hz.Muhammed'in mezarını "Putperest Türkler mezara gelip mum yakıp bez bağlıyorlar" gerekçesiyle top atışı ile yok edeceklerdir. Osmanlı bunu onaracaktır.

Sıra Mekke'ye de gelmiş,ancak Kabe top atışlarından bu Vehhabi isyancıların ve Mekkeli Sünni Arapların da desteği ile def edilmiştir.Ancak 1900'lere doğru geldiğimizde ortaya çıkacak olan İngiliz yüzbaşısı Lawrence Vehhabilerin askeri örgütleme işini de tamamlayacaktır.



Bu kırılma daha sonra Osmanlı’da 1900’lerde “Türkçülük” akımının doğmasına ve Arapların İngilizlerle birleşerek Vehhabi olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in 80.000 kişi ile katılıp Türk askerini içeriden vurması ile Osmanlı’ya son darbeyi 1917 Süveyş Kanalı Savaşlarında vurması ile son şeklini alacaktır.

Ardından "Mecidiye altını" olarak aldıkları maaşları yutmuşlardır diye Türk askerlerinin karınları yarılarak bağırsaklarında "Mecidiye altını" arayacaklardır.

c-Muhammed (Mehmet) bin Abdülvahhab (Abdülvahhab'ın oğlu Muhammed)'e kardeşi karşı çıktı 

Vahhabiliğin kurucusu Abdülvahhab'ın kardeşi Süleyman bin Abdülvahhab bilgin bir adamdı. Bir gün kardeşine sordu:

-“Erkânı İslam kaçtır?” O da;

-“Beştir”, cevabını verdi. O da;

-“Sen bunlara altıncısını ilave ediyorsun, sana tabî olmayı (bağlanmayı) din erkânından sayıyorsun” dedi. Bir diğeri ona;

-“İslam'ın şartı müslümanları tekfir (kâfir saymak) etmek değildir.” demişti"
Kynk-Ziya Yörükkan, Vahhabilik, İstanbul 1953, shf. 61-63

Vehhabi'lerin Medine-i Münevvere’yi yani Hz. Muhammet’in mezarının bulunduğu camiiyi ve türbesini, Cumhuriyet ilan edildikten, Arapların Osmanlı'dan ayrılmalarından sonra Atatürk zamanında da tekrar ettiklerini Avrasya Tv'de yapılan bir yayında, Prof. Nevzat Yalçıntaş;

1926’da Suudilerin Peygamber Efendimiz’in kabrini yıkmak istediğini, bunu önleyen kişinin ise Atatürk olduğunu açıkladı. Prof. Yalçıntaş, Atatürk’ün olayı duyar duymaz Suudilere “Eğer siz resulün bir taşına dokunursanız, biz de aşağıya ineriz” ifadelerinin yer aldığı ağır bir telgraf çektiğini belirterek gündeme taşıdığını belirteyim.


Dört yıl önce yıkılıp turistik otel yapılan o meşhur Ecyad Kalesi de Kabe'yi bu İngiliz uşağı Vehhabilerin saldırısından korumak için yapılan kaledir.

Onun otel yapılması da Osmanlı'dan 1789 yılındaki bozgunun "öcünün alınmasından" başka bir şey değildir.

Hitler’in zulmünden kaçarak ülkemize sığınan ve İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan, Yahudi asıllı büyük bilgin Prof.Dr.Neumark, öğrencilerine şunları söylemişti: “Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etti… Vahhabiliği kuranlar İngiliz Dominyon Bakanlığı’nın adamlarıdır. Batı, her yerde İslamiyeti sapık inançlara kanalize etti.”


Mustafa Karaca, Kasım 2005’te, Nokta Kitap Yayınları arasında çıkan “Evanjelizm Ve Vahhabilik” adlı eserinde şu değerlendirmeleri de yapmaktadır:

“Arap dünyasını Osmanlı’dan koparmak isteyen İngiltere, önce Vahhabi akımını teşvik etti. Daha sonra, Mekke Şerifi Hüseyin’e Ortadoğu’da kurulacak büyük Arap devletinin liderliğini vaad ederek kandırdı. Şerif Hüseyin’in İngilizler ile pazarlıklarını oğlu Emir Faysal yürütüyordu. Sonunda Şerif Hüseyin hiçbir şey elde edemedi. Kıbrıs’ta sürgünde öldü. Büyük Arap Devleti de kurulmadı. Şerif Hüseyin hatıratında İngilizler ile işbirliği yapmaktan pişman olduğunu yazdı (s.97).

Vehhabiliği İran’da bir diğer İngiliz ajanı Molla takip edecek,”dört dini” birleştirerek yeni bir din yaratacaktır. Akka şehrinden İngiltere Kraliçesine övgüler dizecektir.

d-BAHAİLİK (NURCULUK);

Mirza Hüseyin Ali el-Mazendarani en-Nuri “Bahaullah
23 MAYIS 1844’de İran Şiraz kentinde Seyyid Ali Muhammed Bap (Kapı) bütün Müslüman dünyasının beklediği Mehdinin kendisi olduğunu ilan etmiştir. Binlerce kişi ona itaat ederek Babi oldu.
İran’da dini bütünlüğü bozduğu ve halkın inançlarını suistimal ettiği gerkçesiyle 1850’de Tebriz’de kurşuna dizilmiştir. Yerine yakın müritlerinden Mirza Hüseyin Ali el-Mazendarani en-Nuri “Bahaullah”  adıyla vekil oldu.1852’nin 15.Ağustosunda ’de Nasıreddin Şah’a düzenlenen süikas ile Bahailer ilişkilendirilince inanç mensupları ağır baskılar altında kaldılar. Bu baskılar sonucu, Hüseyin Mirza Siyah Çal adlı bir zindanda kaldı. Kaçar Hanedanı ile Osmanlı arasındaki görüşmeler sonucunda Bağdat’a sürgüne gönderildi.
1854’de Süleymaniye Kürtlerinden davet gelmesi üzerine yakınları ve adamları ile gizlice, İran kaynaklı Nakşibendi tarikatının bir kolu olan Sufilik inancına sahip Kürt bölgesine gitti. Yolda eşkiyalar tarafından bazı arkadaşları öldürüldü.

d1-Kürtler Bahaullah’ın “Tanrılığını” Ret Gerekçelerini” Açıklıyorlar;

Onun çok güzel el yazısı olduğundan dolayı “okuryazar olmayan cahillerde” bulunan kutsal kişiliğe sahip olmadığı söylenildi.
Kürdistandayken, kendisinin görevinin kutsallığını anlatmak için Sufi tarzında “Bülbüle Övgü” adlı şiirini Arapça olarak yazdı.Bahaullah (Baha=Nur,Bahaullah=Allah’ın Nuru)” demektir.
İran, Mirza Hüseyin Bahaullah’ın, İran’daki Sünni, Sufi Kürtleri üzerindeki etkisini bildiğinden, onlarla bağlantısını kesti.Kürt Baban aşireti ile iyi ilişkilerini sürdürdü.

Alıntı yapılan yazar;Juan R.I.Cole-Mişigan Üniversitesi Tarih Bölümü

1863’de beklenen Bab’ın kendisi olduğunu söyledi.1868’de İran’ın İstanbul Büyükelçisi Mirza Hüseyin Han’ın baskıları sonucu Bağdat’tan Edirne’ye getirilen Mirza,beş yıl sonunda bazı yandaşları ile bu günkü İsrail Hayfa şehri yakınındaki antik Akka şehrine sürgün edildi,yandaşlarının bir kısmı da Kıbrıs’a gönderildi ve burada yaşadığı hapis hayatı 1876 I.Meşrutiyetin ilanı ile sona erdi.

1868-69’da İngiltere Kraliçesine ülkesindeki demokratik sistemi öven bir metin kaleme aldı.İran şahı ve II.Abdülhamit’i baskıcı uygulamalarından dolayı eleştirdi.1873’de meşhur kitabı Kitab el Akdas’ı yazdı.İran’da bir gün demokrasinin kendiliğinden ortaya çıkacağın kehanetinde bulundu.

1892’de Akka’da öldü. Hayfa şehri bu gün Bahai inancının merkezi haline geldi.
En Kutsal Kitap, Akdes Kitabı), İkan Kitabı [Kitab-ı İkan-kan, Arapça'da kesin bilgi demektir (ikan, yakin, yakinen vb.)], Saklı Sözler (Kelimat-ı Meknune), Kurdun Oğlu Risalesi gibi kitaplardır.
Bahailer (Nurcular), tüm dinlerin Kutsal Kitaplarının, Tevrat, İncil, Bhagavad Gita ve diğerleri) tek bir sistemin parçaları ve insanlığın ortak dinsel mirası olduğuna, kutsallıklarını yitirmediğine inanırlar.
Namaz, bireysel yapılan bir tapınmadır ve toplu namaz yoktur.
Dua, namaz, oruç bireyin kendi sorumluğundadır; temel amacı yaşamı konusunda onu meditasyona yöneltmek, karakterini düzeltmesinde yol göstermektir.
Irkçılık, sınıfçılık ve dini grup taassuplarının hakim olduğu bir dönemde renkleri, ırkları ve dinleri ne olursa olsun bütün insanların bir olduğu iddiasıyla ortaya çıkan Bahâîliğin dikkatleri üzerine toplaması normal sayılabilir.
Allah birdir
Tüm dinlerin temeli birdir
İnsanlık âlemi birdir
Din bilim ve akıl ile uyum içinde olmalıdır
Irksal, dinsel, etnik taassuplar terk edilmelidir
Kadın ve erkek eşittir
Genel barış için çalışılmalıdır
Eğitim zorunludur ve evrensel eğitim hedeflenmelidir
Serbest düşünce ile gerçek araştırılmalıdır
Aşırı zenginlik ve yoksulluk kaldırılmalıdır””

d2-Ahmet Mekki Üçışık’ın Saadet-i Ebediyye kitabının 436.sayfasında bu konu şöyle geçmektedir;

İslamiyyet’i yıkmak için uğraşanlardan birisi de Bahailerdir. Bu dinsizlerin başı Bahaullah’tır. Elbab Ali Muhammed  ismindeki bir Acem’in talebesi ve halifesi idi. Elbab kendisine “ayna” derdi. Bu aynada Allah görünüyor derdi. Ölünce Bahaullah bunların reisi olup Bahailik (Nurculuk) ismini verdiği saçmalıklarını yaymaya başladı. Ölmeden önce yerine oğlu Abdülbeha Abbas’ı  geçirdi. Avrupa ve Amerika’ya giden A    bbas, yüzbinden fazla Bahai (Nurcu) topladı.1921’de öldü. Yerine oğlu Şevki geçti.O da bu saçma dini yaydı.
Bahaullah kendisinini peygamber ve ahır zamanın büyük kurtarıcısı olduğunu söylerdi. Kendisine ilk küfür damgasını bu sözü ile vurmuştur. İkibin yıl sonra bir peygamber geleceğini söylemiştir. İslamiyetle hiç alakası olmayan bu kafirlere göre “19” sayısı mukaddes imiş. Oruç “19” gün imiş,her Bahainin (Nurcunun) “19” günde bir “19” Bajhaiyi ağırlaması gerekirmiş.Dinsiz yollarını “umumi adalet evi” dedikleri yüksek meclislerinde seçilen “19” kişi idare edermiş.
Her Bahai (Nurcu) yıllık kazancının beşte birini bu heyete vermeye mecbur imiş. “11” yaşında evlenmek lazım imiş. Bekar yaşamak yasak imiş.
Çıplak kadınlarla toplantı yapmak ibadet olup, başka türlü ibadete lüzum yok imiş. Her türlü ahlaksızlık “şeref” sayılırmış.
Devlet kapitalizmini desteklemektedirler. Tapınmaları, teşkilatları, vazifeleri “Akdes” dedikleri kitaplarında  ve “Vasıyyetler Levhaları” nda yazılıdır. Allah-ü tealaya inanmaları ve bir çok bilgileri İslam dininden alınmıştır. İslamiyet’e uymuyan tarafları da çoktur.

Namazları Hayfa’ya KARŞI DURUP Allah’ı düşünmek imiş. Hacları Bap’ın Bağdat veya Şiraz’daki evini ziyaret imiş. Ayet okumak, kalp ile Allah’ı düşünmek imiş….”
Buraya kadar Bahailiğin (Nurculuğun) farklı kalemlerden değerlendirilmesini okuduk.

Şimdi, elle tutulur, gözle görülür bir sonuç çıkarmak için bu Masonik dinin ilkelerine bakalım;


1-Masonluk Anayasassı ne diyordu?

“Mason Anayasası, “ Bir Mason, kesinlikle sanattan anlamalı, asla aptal bir ateist ya da dinsiz özgürlükçü bir hovarda olmamalıdır ve ahlaki yasalarda belirtilen şartlara uymaya zorlanır.” cümlesiyle başlamaktadır.Bahailiğin ilkeleri nelerle başlıyordu? İşte ilk üç madde;

1-“Allah birdir”
2-“Tüm dinlerin temeli birdir”
3-“İnsanlık âlemi birdir”

Bahailik bir dindi, tanrısı İslam’ın  tanrısı  “Allah” tı. İki, İslam’a göre, Adem’den Muhammed’e bütün peygamberler Müslümandı. Yani bütün dinlerin temeli birdi. Üç,Bütün insanlar kardeştir Müslüman olan herkess kardeştir. Müslümanlar arasında “ırk, dil, renk” farkı yoktur. Her canlıyı Allah yaratmıştır.” Bir Arap’ın Arağ olmayan üstünlüğü sadece takvasıdır” diyen Kuran ayetine göre de, “İnsanlık Alemi birdir” demek İslam’a ters değildi.
Yani Bahailik “İslam’a” karşı görünmüyordu hatta ilkelerini de benimsiyordu. Peki sorun neydi?
Bahaullah delisi ne zaman yaşamıştı?

İran’ın Hazar Denizi’nin güney sahilinde Mazenderani Vilayetinin NUR şehrinde, Azeri Türklerinin de yoğun olduğu bu kasabadan “Baha- Nur” adını alan kripto Yahudi Kurucu Seyid Muhammed 1844’de bunu açıklamış, 1850’de de kendisinin “tanrı- Allah” olduğunu açıklayınca kurşuna dizilmişti. Dini sürdürmeyi devralan gene aynı “Nur”  şehrinden, kripto Yahudi olan Mirza Hüseyin Ali el-Mazendarani en-Nuri  adını  “Bahaullah- Allah’ın Nuru”  olarak ilan ediyor ve “ayna olan bedeninde insanlara görünen tanrı- Allah” benim” diyerek yola devam ediyordu. Ayrıca’da Hz. İbrahim’in karısı Sara’nın ölümünden sonra evlendiği ikinci karısı Ketura’nın atası olan eski Med Kralı Yezdigirt’in soyundan olduğunu iddia ediyordu.

2-Masonluk anayasasına 1738’de yapılan ilave neydi?


“1738’de yayınlanan Anderson Anayasasında Yahudilerin gizli kitabı Talmud’da Allah’ın Nuh peygambere emrettiği “yedi temel ahlak kuralına” (3) uyulması da eklenmiştir.”

Yezdigirt’in tanrısı Mitra ise, Hint “Mitra-Varuna” kadın erkek tanrı-ça (Abi-Kardeş) çiftinden çalıntı, insanlardan “insan kruban etmeyi kaldıran” tanrıydı ve Mitra “dost, yaren, arkadaş” demekti.
Peki, gene “abi-kardeş” çift olan, “Hz. İbrahim- Sara” çifti bundan çalınıtı olabilirmiydi? Onu vicdanlarınıza bırakmıyorum ve konuyu biraz daha deşiyorum.
Hz. İbrahim’in tanrısı “Yahweh- Yılan- İnsan” ise yanında melekleri ile İbrahim’in çadırına gelir ve İbrahim’ kızkardeşi ve eşi olan Sara’dan birkaç sefa (ölçek) un çıkararak karmasını ve ekmek pişirmesini ister. Yahweh de Mitra gibi “İnsan eti yemeyen, insan kanı içmeyen” arkadaş yaren, dost tarnı olur. Bunu da, Yahudi Tevratına göre İshak peygamberi önce rüyasında kurban ister, sonra kurban töreni esnasında da bir koç göndererek “insan kurbanını” İbrahim soundan kaldırır.
Yani İbrahim kültü tam bir Mısır’ın İsis- Osiris’İnden çalınmış, Hint- İran dinlerinden yapılmış apaçık bir hırsızlıktır.
Hadi diyelim bütün herşey doğru. Sonunda dinlere fazla itiraz edersen “kâfir ve zındık” ilan edilirsin, bu yüzden kısa keselim. Yüz yaşına gelmiş, adetten kesilmiş “kısır” Sara, birden hamile kalır ve İshak doğar. Onun karısı Rebeka da kısır çıkar ve o da bir “tüp bebek doğum yapar. İshak böylece “ikiz babası” olur. Günümüzde de “tüp bebek” doğumlarda sık rastlanan ikizinden sekizizine kadar doğumları gazetelerde okuyoruz. Rebeka da yaptığı “ikiz doğumdan”  ilk doğan oğluna, vücudu kıpkırmızı tüylerle kaplı olduğu için Esav, (Tüylü demektir) ve Esav’ın topuğuna tutunarak doğan Yakup (Topuk tutan, hileci, üçkağıtçı demektir.) adlı iki çocuğu olur.
Allah yani Yahweh, “parlak” sever ve Yakup’u öne geçirecek bir sürü hile ve dümenin yaşandığı Tevrat’ın Yakup- Esav” bölümünün yazılmasına sebep olur.

 Çok ileride Hezekyel peygamber bölümünde “Esav’dan nefret etttiğini, yurdunu çakallara yurt ettiğini” itiraf eden bir tanrıyla karşılaşırız. Oysa Esav’ın suçu “tüp içinde çift yumurta döllenmesi” sonucu doğmaktan başka bir şey değildir. Babasının tanrısı Yahweh’e de çoksadık olarak ve onun tüm emirlerini Yakup’tan ve babasından öğrenerek, onları uygulayarak yaşamıştır. Ama sonuç sıfırdır. Yahweh “parlak” sever. Irkçıdır.
Yakup’un en küçük oğlu yakışıklı, artist Yusuf Mısır’a önce maliye bakanı, başbakan ve sonunda Firavun olur. Ondan dört yüz yıl sonra ortaya çıkan, Asurluların Sargon efsanesinden tırtıklama, “sepet çocuğu”  yetim Musa sahneye çıkar. Ona verilen Tevrat adlı kitapta Levililer bölümünde “yasaklar” başlığıyla belirlenen Yahudilerin uyması gerken kuralların başında “ Şebbat günlerimi yani Cumartesi Tatili” tutmayan ve emirlerime uymayan öldürülecektir” emri Yahudilere verilir. Yahudiler uyar da bazen tanrı Yahudileri bırakıp dünyanın öbür taraflarındaki insancıkların da başlarına musibetler açmakla meşgul olması gerektiğinden Yahudileri başıboş bırakır.

 Zaten Musa ve ardılı Yeşu zamanlarında Tanrı Yahudilerin başlarındayken bile Yahudiler tanrılarını isteklerinden usanmış ve “kırk kez” tanrılarını sınava çekmişlerdir. Oda kızıp tümünü tam yok edecekken Musa tanrısını bir çocuk gibi avutarak Yahudileri kurtarır.
Bu ilerideki peygamberlerin olaylarında da tekrar eder. Tanrı Yahudileri defalarca kıyımdan geçirir. Yazıcı melekleri Kudüs’ün kale kapılarını kapatırlar ve “günahkâr Yahudileri işaretleyerek resmen soykırım yaparlar. Hezekyel bir dağın tepesinde olayları seyrederken halkı için ağlar ve “Şehir kazan biz etiz” diyerek tepkisini ortaya koyar. Bu olay diğer peygamberler zamanında da yaşanır.
İşte Mason İngiliz- Amerikan malı bu dinlerde tekrar edilen tek ortak özellik ise bu olaya işaret etmektedir. Yani;
“Dini farzlarını yapmayanların öldürülerek mallarının Vehhabilere, Kadıyanilere, Bahailere vb dağıtılması” şartıdır.
Kuran’ın hiçbir yerinde olmayan bu şartın gerçek anlamı bu Tevrat olaylarına dayanmaktadır.
Gelelim Bahailiğin diğer temel şartlarına;

4-Din bilim ve akıl ile uyum içinde olmalıdır
5-Irksal, dinsel, etnik taassuplar terk edilmelidir
6-Kadın ve erkek eşittir
7-Genel barış için çalışılmalıdır
8-Eğitim zorunludur ve evrensel eğitim hedeflenmelidir
9-Serbest düşünce ile gerçek araştırılmalıdır
10-Aşırı zenginlik ve yoksulluk kaldırılmalıdır

Dördüncü madde, tamamen Şiilere ve İran’da iktidarı elinde bulunduran Türklere göredir. Türkler her daim “akılcı” olmuşlardır. Beşinci maddeyi zaten yazdık, altıncı madde ise Bahaullah ile aynı yılarda İngiltere’de Emmanuel Pankraust adlı bir asil karısı ile Mason İngiltere “Kadın Hakları” emperyalizmini başlatmıştır. Bu onunla ilişkildir. Yani kadın hakları= aileyi parçalamaktır. Kadını kocaya düşman etmek amacını taşır. Aile içi dayanışmanın kalmadığı bir toplumda “vatanseverlik, ırz, namus, şan, şeref” gibi değerler kalmaz. Kadını orosğu, erkeği fahişe bir toplum ortaya çıkar. Çocuk hakları da bhunun devamı olarak günümüzde sürdürülmektedir.
Genel barış yani yedinci madde, emperyalist Vatikan ve Mason sermaye gruplarının işbirliğinde sürdürülen yeryüzünün işgali ve kavimlerin köleleştirilmesi savaşında emperyalizm artık “asker” kaybetmek istemez ve kitleleri “bizim üstünlüğümüzü kabul edin, teslim olun, sizi savaşla değil siyasetle, sömürerek bölüp, sefilleştirip yok edelim” siyaseti demektir.

Bitlis’in kripto Yahudi Yezidi Kürt tanrısı Said-i Kürdi de ne diyordu? ;
“Ben İslam dünyasını yok olmaktan kurtarıyorum” yani bu sözüyle,”İslam dünyasını onlara köle ediyorum” diyordu. TBMM’de koyduğu “namaz şartı” fetvası yüzünden Ataürk ile tartıştığında” Her Müslüman namza kılmalıdır, namaz kılmayan kâfirdir ve öldürülmelidir, sendeee” diyerek Atatürk’ü de tehdit ederken Yahudi Tevratına bağlılığını resmen ilan ediyordu. Oysa, kılınmayan namaz kaza edilir ve bir Müslüma “üç Cuma Namazını” namazsı geçirirse dinden çıkardı. Bu da öldürülmesini gerektirmezdi. Said-i Kürdi’nin “içki düşmanlığının” arkasında da gene bu “Her günah işleyen öldürülmelidir” ilkesine bağlılığı görmekteyiz. Onun saçmalıklarının uygulayıcısı olan AKP ve Fethullah Gülen hareketinin de “Vehhabi” oldukları, Tevrat şeriatına girip Mason-Yahudi oldukları ortadadır.

Sekizinci madde’de eğitim şartı, elektrikten haberi olmayan Ortadoğu ve Asya kavimlerine rağmen batı sanayi devrimini tamamlamış, aynı yıllarda Amerika’da trafik ışıkları şehirler yaşamının parçası haline gelmeye başlamıştır. Okuma bilmeyen halk teknolojik ürünleri tüketemezlerdi. Diğer yandan, Mason ABD, 1418’de Jack de Molay’in ve Tapınak Şövalyelerini Fransa Kralı II.Filip tarafından öldürülmesi olayında edilen “Yeryüzünden bütün feodallaer silincektir” yemininin yerine geitirilmesi için Avrupa’da ve Rusya’da Alman Yahudisi Karl Marks’ın öncesinde başlatılan Fransız devrimi ile başlatılan “toplumcu- sosyalist” hareketleri, 1815 Viyana Konferansında İngiltere’den bağımsızlığını Almanya’nın (Prusya- o antlaşma ile Almanya olmuştur) desteği ile resmen kazanımış ve “bebek imparatorluk” olarak doğmuş Mason ABD idaresi desteklemektedir. Hatta I. Ve II. Komünist Enternasyonal toplantılarına hiçbir Avrupa ülkesi izin vermediği için Amerika ev sahipliği yapmıştır.
Almanya ve Fransa’dan kovulan Karl MARKS ve arkadaşı Friedric Engels’in İngiltere’ye sığınmalarından sonra “hiç seslerinin çıkmaması” benim hep dikkatimi çekmiş ve kuşkulandırmıştır.
1918 tarihli Wilson ilkelerinin “1”. Maddesine de Rusya’daki devrim desteklenmelidir” şartını da koyan Mason ABD’nin, eğitim, serbest düşünce, ve komünizm”  propagandaları yaygındır. Onuncu maddeye kadar bütün şartların arkasında, Mason Anayasasının ilk şartı olan “tanrıya inanan olma” şartı gereğince, “dindar sosyalizm”in Bahailik ile dayatıldığını görmekteyiz.
Bu bilgiler ışığında Müslüman ülkelerde özellikle “Komünist ve Ssoyalist” hareketlerinin başlarında “Kızılbaşların, Alevi maskeli Gnostik Ermenilerin, Yezidi Kürtlerin, İsmaili’lerin, Kadfıyanilerin olduğu da ortaya çıkmaktadır.
27 Mayıs 1960, 12. Mart 1971, 12 Eylül 1980 askeri darbelerinde “sol hareketin” satılışının da sırları ortaya çıkmaktadır. Yani tümü Mason ve sayageldiğimiz İngiliz- ABD dinlerine girenlerin dindarlıklarıydı, bu dindarlığın gereği, devleti sömürgeci devletlere teslim etmeyi amaçlıyordu. 1967 TİP’in bölünmesini takiben ortaya çıkan Türk ve Kürt Solu da bunun kanıtıydı.. Ülkeye “sosyalizm getirmek” ise hiç birisinin derdi değildi.
Bu günün “Solcu PKK’sı” da bu projenin devamıdır dersem kızmazsınız herhalde.
Bu bilgiler eşliğinde diğer Mason İslam projelerine devam edelim;


e-AHMEDİYE (Kadıyani)

Hindistan’da Pencap’ta 1880 yılında Mirza Gulam Ahmed Kadıyani (1835-1908) tarafından kurulmuştur.

Görülüyor ki İngilizler, sapık fikirlerini aşılamak için Hindistan’ı ele geçirmelerinden bir yıl sonra işe başlamışlardır. İslamiyet’i içeriden yıkmak için İngilizler tarafından kurulduğu ve beslendiği, İngiliz casuslarının yardımı ile süratle yayıldığı anlaşılmıştır. G.A.Kadıyani öldükten sonra yerine Hakim Nureddin halifesi oldu. Bunun yerine geçen Beşirüddin Mahmut(1889-1965) dir.

Ahmed, 1905’de Hindistan Kadıyan şehrinde “Es Vasıyyet” kitabını neşreder (yayınlar) kendisini vât edilmiş Mesih (Hz. İsa) olduğunu bildirdi. Oğlu Beşir, merkezlerini Rabwah kasabasına nakl edip Ahmediye yolunun sapık inançlarını “Gerçek İslamiyyet” adı altında yaymaya başladı.”Kuran Tefsiri” diye çıkardığı iki kitabı Kuran’a uymayan sapık, bozuk yazılarla doludur.


1300 seneden beri hiçbir müfessirin dikkatini çekmeyen ekonomik gerçekleri görüp yazdığını bildirmektedir. .(Komünist-Bahai ilkeleri) Allah’ın böyle bir bilgiyi ancak peygamberlere ve onların halifelerine bahşettiğini güvenle iddia edebilirim demektedir. (Yahudilerin Yaşayan İnsan Tanrısı Yahweh)


Oysa “Kuran-ı Kerimi kendi görüşü ile tefsir eden kâfir olur” hadisi şerifi bunların İslamiyet’ten ayrı sapık bir yolda olduklarını açıkça göstermektedir.

Vehhabi sapıklarından daha bozuk ve sapık ve zararlıdırlar.


Hatta Vehhabilerin “Feth-ül Mecid” kitabının 275.sayfasında, seyyid Sıddık Hasen hanın “Kitab-ül iza’a kitabından alınarak; “Zamanımızdaki deccallardan biri de Frenk deccalı Gulam Ahmed Kadıyani habisidir (urudur). Allah onu daha çirkin eylesin. Kötülüğünü her yöne duyursun. Onun küfr yoluna sürüklenmiş olanlar da onun gibi eylesin. Çünkü o büyük fitne uyandırdı. Önce mehdi olduğunu söyledi sonra peygamberlik davasına kalktı. Hıristiyan devletlerin Müslümanları parçalamak siyasetlerine alet oldu” diye yazmaktadır.
Vehhabiler, “gerçek Müslümanlık Vehhabiliktir” dedikleri gibi bunlarda “Gerçek Müslümanlık yalnız Ahmedilik’tir” diyorlar.

Her ikisi de hadis-i şerifle övülmüş olan selef-i salihin doğru yolundan ayrılarak insanları küfr ve delalet felaketine sürüklemektedirler.


Pencap ve Bombay’da cahil halk arasında yayılmakta olan bu batıl yol şimdi Avrupa ve Amerika’da yerleşmektedir.


Kendilerine Müslüman dedikleri halde bozuk inançları ve ayinleri ile Müslümanlık’tan ayrılmışlardır.


Küfrlerine şeyler çok ise de üçü mühimdir;


1- Ahmed-i Kadıyani adını alanlara göre, İsa Aleyhisselam’ı asmak istememişlerdi. Fakat kendiliğinden öldü ve toprağa kondu. Sonra kabrinden çıkıp Hindistan’da Keşmir’e gelerek İncil’i orada yaydı ve tekrar öldü. Diyorlar.


2- Mehdinin çıkmasında ve herkesi dine çağırmasında da İslamiyetten ayrılıyorlar. İsa ve Muhammed aleyhisselamın ruhları insan şeklinde görünecektir. Bu da Mirza Ahmed-i Kadıyanidir. Başka mehdi yoktur. Diyorlar


3- Müslümanlıkta cihad vardır. Fakat top ile, kılınç ile değil, nasihat ile irşad iledir. Kan dökmek, can yakmak yoktur, soğuk harp vardır.Diyerek Kuran-ı Kerim’in anlamını değiştiriyorlar.

Cihad için olan ayeti kerimeleri inkâr etmiş oluyorlar. Gulam Ahmed’in oğlu Beşirüddün ‘in “Yeni Dünya Nizamı (düzeni)” kitabı, küfr saçmaktadır.

Hindistan âlimlerinden, şeyh Muhammed Enver şah Keşmiri, Kadıyanileri “ret etmek için” “Akidet-ül İslam fi Hayat-i İsa Aleyhisselam” ve “İkfar-ül Mülhiddin” ve Hatem-Üneyyibin” kitaplarını yazmıştır.


Karaçi’deki “Medrese-i İslamiyye” müderrislerinden seyyid Muhammed Yusuf Benuri,Muhammed Enver Şah’ın ahayatını ve salatını uzunuzun yazmıştır.


Burad asrın derin âlimi Osmanlı’ın şeyhülislamı Mustafa Sabri efendinin “Mevkıf-ül ilm vel’aki veddin” kitabının üçüncü cildi 327.sayfasında “Hind’in büyük alimi Muahmmed Enver Şah’ı görüp hayranı olduğunu yazdığını da bildirmiştir. Muahmmed Enver Şah 1933’de vefat etmiştir.

Ahmed-i Kadıyani Moğol tatarı kavminden, İsmail’İ fırkasından bir zındık idi. Çok kitap okudu, Ehl-i Sünnet’in azılı düşmanı oldu.İngilizler İslamiyyet’i içerden yıkmak içinhazırladıkları planlarıuygulayacak bir maşa arıyorlardı. Bunu seçtiler. Bol para ile satın aldılar.


Önce Bahai olarak ortaya çıkarıldı.


Müceddid olduğunu söylerdi. Sonra Mehdiyim dedi.


Daha sonraları gökten indirileceği bildirilen İsa MESİH OLDUĞUNU SÖYLEDİ.



Sonunda peygamber olup yeni bir din getirdiğini ilan etti.


Kadıyani mescidi, Mescidi Aksa* imiş, şehri de Mekke imiş. Sonradan yerleştiği Lahor şehri de Medine imiş. Bir mezarlık yapıp buna “Makberet-ül Cenne” dedi. Buraya gömülen cennete gider, dedi.



Kendi kadınlarına “Ümmehat-ül Müminin” dedi Aldattığı zındıklara (dinden çıkmış, kâfir) “ümmetim” dedi.


Mucizelerinin en büyüğü Muhammed-i Begüm” dediği nikâh imiş ve gökte yapılırmış. Vahy yoluyla din kendisine bildirilirmiş. Dinini 1888’de ilan etti. 1908’de de cehenneme gitti. Kendisine inanmayanlara “kâfir” dedi.

Bu zındık, “hakikat-ül Vahy” kitabının 148. Sahifesinde “Allah bu ümmet arasında İsa’dandaha üstün bir mesih yarattı. İsa şimdi sağ olsaydı benim yaptıklarımı yapamazdı. Bende görülen mucizeler onda görülmezdi” diyor. 107.sayfasında, “Firavuna resul gönderdiğim gibi size de resul gönderdim” ayeti kerimesindeki peygamberin kendisi olduğunu söylüyor. 68. Sayfasında da “Allah beni peygamber olarak gönderdi ve vât olunan peygamber sensin dedi. Bana üç yüz bin mucize verdi” diyor……


Kadıyani ve Ahmedi denilen bozuk yolun İslamiyyet-i yıkmak için İngilizler tarafından kurulmuş olduğunu vesikalarla anlatan bir kitap elime geçti.


“El Mütenebbl ül Kadıyani” adındaki bu Arapça kitap, Pakistan’da Mültan’da “Meclis-i Tehaffuz-


Hatm-in Nübüvve” tarafından 1967’de basılmıştır.


İstanbul’da “Işık Kitapevi” bu kitabı Enver Şah-ı Keşmiri’nin “İkfar-ül Mülhiddin” kitabının başındaki allame Muhammed Yusuf Benuri’nin ve MEVLANA Şeyh Habibürrahman Diyobendi’Nin kıymetli yazılarını ve “Hünet ül İslam” risalesini de ekliyerek 1973’de ofset ile bastırılmıştır.””




Mescid-i Aksa


*Mescid-i Aksa; (Kudüs’te Hz. Muhammed’in Cebrail ile peygamberin Burak adlı ata binerek Mirac’a yükseldiğine inanılan kutsal, havada durduğuna inanılan, insanlar korkmasın diye altına usulen duvar örülü halde bulunan, “Muallak Taşı” adlı kayanın bulunduğu, Kudüs’ün fethinden sonra kayayı da içine alan bu yere Hz. Ömer’in yaptırdığı camiinin adı. )

Ahmediye veya Kadıyanilerin de Bahailiğin (Nurculuğun- Masonluğun) bir devamnımolduğu ortadaıdır. “Gökte Nikâh” konusu, Hint Ramayana Destanı Vimanalar (uçan daireli tanrılar) bölümünde vardır. Tanrıları birbirlerinin mainitalarını uçan dairelerle kaçırılar, gökte nikhlar kıyarlar bir yığın bilim kurgu dümen vardır.^


Bu ifade ile de Hint’li Müslümanların kökenlerinde ve İslami ritüellerinde “Hindu, Brahman, Budist ritüelleri keşfeden sömürgeci Masonlar, hepsini “tek potada” toplayuan bir din kurmak istediklerini göstermektedirler.


Amaçları, “köleci” olan insan şekilli kertenkele- yılan- kurbağa tanrılarının soyundan (feodal) geldikleri iddiasıyla yeryüzü halkını bu dinler sayesinde köleleştirmek, bağımsızlık savaşı, işçi direnişi, ırk, din, mezhep kavgaları gibi sorunları kökünden halletmek istemektedirler.


Günümüz “Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi denilen B.O.P ile de yapğılmak istenilen budur.

Şimdi, sömürgeciMason İngiliz- Amerikan emperyalizminin buraya kadar saydığım “çakma dinleri ve tanrılarından” sonra bu işin felsefesini nasıl ortaya koymuşlar ona bakalım. Burada gene rehberimiz, emekli, öğretmen, kimyager Albay Hüseyin Hilmi Işık’ın Saadet-i Ebediyyes’i olacak.


“Anti emperyaslist” İslamı bizlere bıraktığı için kendisine minnettarlığımızı sağlığı veya ölümü halinde bildirelim.


İşte, işbirlikçi kripto Grek, Yahudi, Hindu, Semitik şerefsizlerin Müslüman direnişini ortadan kaldıran, emperyalizm’e telim eden sapıklığın felsefesini dayandırdıkları uydurmaların “yalan tarihini” Albayımız bir güzel ortaya döküyor;

f-Selefiler;

İmam Gazali
“Hemen söyleyelim ki, Ehl-i Sünnet alimlerinini kitaplarında “Selefiyye” denilen bir isim ve “Selefiyye Mezhebi” diye bir mezhep yoktur!

Bu isimler, Vehhabiler ve mezhepsizler tarafından sonradan uydurulmuş ve cahildin adamları tarafından mezhepsizlerin kitapları Arabiden Türkçe’ye çevrilirken Türkler arasında da yayılmaya başlamıştır.
Bunlara göre, “Eşari ve Maturidi mezhepleri kurulmadan evvelbütün Sünnilerin tabii oldukları mezhebe Selefiyye adı verilmektedir. Bunlar, sahabe ve tabiinin izinde yürümüşlerdir.Selefiyyen,mezhebi, Eshabın tabiinin ve Tebe-i tabinin  mezhebidir. Dört büyük imam bu mezhebe tabi idi.Selefiye mezhebini müdafaa için ilk eser “Fıkh-ül Ekber” ismi ile İmam-ı Azam tarafından yazılmıştır.İmam Gazali “İlcam-ül Avam Anil Kelam” eserinde Selefiyye mezhebinin esaslarını yedi olarak belirlemiştir.
İmam-ı Gazali’nin zuhurü ile müteahhirinin ilm-i Kelamı başlar. İmam Gazali önce gelen kelamcıların mezheplerini ve İslam filozoflarının fikirlerini tetkik ettikten sonra kelam ilminin metodlarında değişiklikler yaptı.Felsefi bahisleri ret maksadıyla kelama soktu. Razi ve Amidi kelam ile felsefeyi mezc ederek bir ilim haline koydular. Beydavi ise kelam ile felsefeyi birbirinden ayrılmaz hale koydu. Müteahhirinin ilm-i kelamı Selefiyye mezhebini ihyaya çalıştılar. Selefiyye mezhebi sonradan ikiye ayrılmıştır.Eski Selefiler Allah’In sıfatları ve müteşabbih nassları hakkında tafsilata girmemişlerdir.Sonraki selefiler bunlar hakkında tafsil cihetine ehemmiyet vermişlerdir. İbni Teymiye ve İbni Kayyım Cevziyye gibi sonraki Selefiler de bu hal açık olarak görülmektedir. 
Eski ve yeni Selefilerin hepsine birden “Ehl-i Sünnet Hassa” denir. Ehl-i Sünnet kelamcıları bazı nassları te’vil etmişlerse  de Selefiyye buna muhaliftir. Selefiyye Allah’In yüzü ve gelmesi, insanların yüzne gelmesine benzemez diyerek müşebbiheden ayrılmıtır” diyorlar.
Eşari ve Maturidi mezhepleri sonradan kurulmuş demek doğru değildir. Bu iki büyük imam, SelefiSalih’inin bildirdikleri itikad iman bilgilerini açıklamışlar, kısımlara bölmüşler, gençlerin anlayabileceği bir şekilde yaymışlardır.İmam-i Eşari, İmam-ı Şafi’Nin talebesi zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Maturidi de İma-ı azam Ebu Hanife’nin talebeleri zincirinin büyük bir halkasıdır.
Eşari ve Maturidi hocalarının müşterek olan mezheplerinden dışarı çıkmamışlar, yeni mezhep kurmamışlardır.Bu ikisi de hocalarının  ve dört mezhep imamının tek mezhebi vardır. Bu da ehl-i sünnet  vel cemaat” ismi ile meşhur olan mezheptir. Daha doğrusu fırkadır. Bu fırkada bulunanların itikatları inanışları Eshab-ı Kiram’ın ve Tabi’nin ve Tebe’i Tabi’nin inanışlarıdır.

İmam-ı azam Ebu Hanife’Nin yazdığı “Fıkh-ul Ekber” kitabıehli sünnet mezhebini müdafaa etmektedir.
Bu kitapta ve İmam-ı Gazali’nin “İlcam-ül Avam Anil Kelam” kitabında “Selefiyye” kelimesi yoktur. Bu iki kitabı evvelce çok okudum. Fıkh-ül ekber kitabının şerhleri arasında “Kavl-ül Fasl” şerhi dört yüz sahifeden fazla olup Ehl-i Sünnet mezhebini bildirmekte ve bi’dat fırkaları ile felsefecilere cevablar vermektedir.Kavl-ül Fasl ve İlcam kitabını çok istifadeli görerek ofset bastırdım…..
S.445’den;

“,,,,Masonların ve misyonerlerin asırlar boyu devam eden çalışmaları ile ve İngiliz imparatorluğunun iğrenç siyaseti ve her türlü maddi güçlerini kullanması ile İslam dininin bekçisi, Ehl-i Sünnet  alimlerinin hizmetçisi olan Osmanlı devleti parçalanınca mezhebsizler meydanı boş buldular. Bilhassa Ehl-i Sünnet alimlerine söz hakkı tanımayan memleketlerde mesela Suudi Arabistan’da , şeytani yalan ve hilelerle Ehl-i Sünnet’e saldırmaya, İslamiyet’i içerden yıkmaya başladılar.
Suudi Arabistan’dan dağıtılan sayısız altınlar bu saldırganlığın dünyanın her yerine yayılmasını sağladı.
Pakistan’dan, Hindistan’dan  ve Afrika milletlerindengelen haberlerden  anlaşıldığına göre, din bilgisi ve Allah korkusu olmayan  bazı din adamları bu saldırganlara destek olarak mevkilere ve apartmanlara kavuşmuşlardır. Bilhassa gençleri aldatarak, Ehl-i Sünnet mezhebinden ayırmak için yaptıkları ihanetleri bu habis kazançlarına sebep olmakta imiş.. Medreselerdeki talebeyi, Müslüman yavrularını aldatmak için yazdıkları kitaplardan birini getirdim.
Kitabın bir yerinde, “Bu kitap mezhep teassubunu kaldırmak ve herkesin kendi mezhebi içinde kavgasız yaşamasını sağlamak için yazdım” diyor.
Bu adam, mezhep taassubunu kaldırmayı, ehl-i Sünnete saldırmakta, ehl-i sünnet alimlerini küçültmekte gördüğünü söylemektedir.
İslâm dinine hançer saplamakta ve bunu  Müslümanların kavgasız yaşamaları için yaptığıunı söylemektedir.
Kitabın bir yerinde,” “Düşünen bir insan, düşüncesinde isabet ederse on misli ecr (sevap) alır,Hata ederse ibr ecr alır” diyor.
Peygamberimizin hadis-i şerifini bakın nasıl değiştiriyor;
Bir müctehid, ayet-i kerimeden ve hadis-i şeriften bir hükm çıkarırken, isabet ederse buna on sevap verilir.Hata ederse bir sevap verilir.” Buyruldu.
Hadis-i Şerif bu sevabın “her düşünenen” değil,”ictihad derecesinde- şeriat kanunu,yasası yapacak seviyede olan İslam alimine verileceğini, buna da her düşünmesine değil,Nasslardan ahkâm çıkarmak için çalışmasında verileceğini göstermektedir. Çünkü bu çalışması ibadettir. Her ibadete verildiği gibi bu ibadete de sevap verildiği bildirilir.”
Mısır’daki Cami’ül Ezher İslam Üniversitesinden mezun üstaz İbni Halife Alivi, “Akidet-ül Selef-i Vel Halef- Muhaliflerin (Selefilerin) İlkelerine Muhalefet” adlı kitabında diyor ki;
“Allame ebu Zühre (Tarih-ül Mezahib-il İslamiyye” kitabında yazdığı gibi hicretin dördüncü asrında, Hanbeli mezhebinden ayrılan bazı kimseler kendilerine “Selefiyye” adını verdiler. Yine Hanbeli mezhebinde olan Ebul Ferec İbnülcevzi ve başka alimler bu selefilerin selefi salihin yolunda olmadıklarını”bid’at ehli mücessime fırkasından” olduklarını bildirerek bu fırkanın yayılmasını önlediler.
Yedinci asırda (15.yy.) İbni Teymiye bu fitneyi tekrar alevlendirdi. Bu kitapta selefilerin ve Vehhabilerin çeşidli bid’atleri (özünden ayrılıp sapıtan) ve Ehl-i Sünnet’e  karşı yaptıkları iftiraları uzun yazılmış ve cevapları verilmiştir.Kitap 1978’de Şam’da basılmıştır.340 sayfadır.
Mezhepsizler kendilerine “Selefiyye” adını takmışlar, İbni Teymiye, Selefilerin büyük imamıdır diyorlar. Bu sözleri bir bakıma doğrudur. Çünkü İbni Teymiye’den önce “Selefi” adı yoktu.”Selef-i Salihin- İyi muıhalifler” vardır. Bunların mezhepleri de Ehli sünnet mezhebi idi.
İbni Teymiye’nin sapık fikirleri Vehhabilere yani mezhepsizlere kaynak oldu. İbni Teymiye Hanbeli mezhebinde Ehl-i Sünnet “ olarak yetişti. Fakat ilmi yükselip de fetva makamına gelince kendi fikirlerini beğenerek kendisini Ehl-i Sünnet alimlerinden üstün görmeye başladı.
İlminin çoğalması dalaletine, sapıtmasına sebep oldu. Hanbeli olması da kalmadı. Çünkü Ehl-i Sünnet olabilmek için “dört mezhepten birisinde olmak” lazımdır.
Ehl-i Sünnet itikatında olmayan birisi için “Hanbeli mezhebindeydi” denilmez.
Peygamberimiz (s.a.v) bir hadisinde  “Alimlerin iyisi insanların en iyisidir. Alimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür.” Buyurdu.””



14-Masonlar Hıristiyanlığı da Değiştirdiler;


Mason, Siyonist, Yahudi İngiltere-Amerika küresel sermayesi, 18. yy. da başladığı “küresel Mason Dinini” yapılandırma ve yayma işlemini sadece İslamiyet ile sınırlı tutmamış, Hıristiyanlığı da işin içine katmıştır. Şöyle ki;
Bir Rus savaş muhabiri ve ajanı olan Nicolas Notovitch
(1858-?) 1887 yılında Tibet-Hindistan’a giderek Hemis manastırında Budist rahipler olan Lamalardan eğitim aldığını ve Hz. İsa’ın Hindistan’da yaşadığını yazar.
Yazarın iddiasına göre, Hz. İsa İsrail topraklarının Roma tarafından işgal edilmesini takip eden yıllarda “13” yaşındayken yanına bir eş (karı) alarak bir kervana katılır ve yolculuğuna başlar.
Jain'ler (Cayn'lar,bizde "CAN"lar.) (Pasifist, teslimiyetçi ,özgürlük mücadelesi gibi erdemleri kötüleyen,şiddet karşıtı Hint öğretisi yanlıları) tarafından karşılanır.Hindistan’a Tibet’te bulunan Jaganath (Juggernaut), Rajagriha kutsal kentlerindeki Hemis manastırlarında Pali dili öğrenir ve “6” yıl kalarak eğitimini tamamlar. Hindistan’da o dönemde Kshatriyaslar (Savaşçılar Sınıfı),Sudraslar (emekçi,çiftçi köylü sınıfı) ve Brahminler (rahipler) sınıfları arasında meydana gelen sınıf çatışmalarını durdurmak için onlara bakmasına izin verilmemiş olan Vedalardan (Ramayana kitabının ayetleri) örnekler vererek vaazlar verir, önerilerde bulunur.

Sudralar, yani emekçiler tarafından "teslimiyetçilik tavsiyelerinin" tepki görmesi üzerine, uyarılan İsa,yüz bulamadığından orayı terk ederek Himalaya’ların eteklerinde Buda’nın doğum yeri olan yere gider.
“29” yaşında ülkesine geri dönerek vaazlarına başlar.
Notovich bu tespitlerini 1894 ‘de “Life of Saint Issa, Best of the Sons of Men." (Aziz İsa’nın Hayatı,İnsanoğullarının En İyisi) adıyla yayınlar. Kitap Fransızcaya La vie inconnue de İsa Mesih adıyla çevrilerek yayınlanır.

Aslen Moğol kökenli bir Tatar olan Mirza Ahmed Kadıyani’nin 1881 yılında ilan ettiği Kadıyanilik diğer adıyla Ahmediyelik fırkasının sapık İslam dışı öğretisinde Notovich’in bu tespitlerine yer vermesi ve kendisinin de Hz. İsa olduğunu vurgulamasında yer almaktadır.

Hindistan’da İngiliz sömürge ordusunda Yarbay olan J.Archibald Douglas (1874-1941) Agra Kolejinde öğretmendi ve 1895’de Hemis manastırını ziyaret etti. Yaptığı araştırmalarını “Report on a Mission to Sikkim and the Tibetan Frontier, with a Memorandum on our relations with Tibet" (Tibet ile İlişkilerimiz Üzerine Notlar ve Sikkim Görevi Raporu” adlı bildirisinde Notovich’in manastırda asla bulunmadığını tespit etti ve maskesini düşürdüğü yazılmaktadır.(Bu olay İngiliz ordusunda da Masonluğa karşı bir husumetin izidir.)

Bu yazıdan anlaşılması gereken, İngiliz ve Amerikan devletlerini ve Avrupa’yı eline geçirmiş Siyonist, Yahudi, Mason yapılanmasının, Brahmanizm, eski İran Mitracılığı (Yezidilik,İslam öncesi Muhammet soyunun Dini), Yahudilik, Hıristiyanlık ve Emevi ailesinden, halife Mervan’ın soyundan gelen Şeyh Hadi’nin Hıristiyanlarla işbirliği içinde Edesa Ermeni devletinin 1110’larda Selçukluların eline geçmesi üzerine, Sincar dağlarına gelerek yerleştiği Laleş vadisinde Kürtlere aşıladığı Kürtlerin, Adem ve Havva'nın terinden yaratılmış, Ebubekir, Muaviye ve oğlu halife Yezid ile kendisinin "Tanrı" oldukları iddiasına dayalı, Kürtlerin, Sam- Ham peygamber soyundan gelen "melez üstün ırk" oldukları saçmalığına dayalı,Kürt Yezidiliği inancı karşımı olan ve gelişen “Sosyalizm” akımlarının karşısına çıkarılan bir mason dini olan Bahailik (Nurculuk-1845), Mısır’da 1870’lerde çıkarılan mason Efganiliği, 1881’de Kadıyanilik sapıklığını 1910’lardan itibaren Bitlis Yezidi Deliüzzaman Said-i Kürdi’nin Nurculuğu takip etmiştir.

1894’de Notovich’in bu “Life of Saint İssa”sı ile hem Hint Müslümanlarını hem de Hintli Brahman ve Budistleri Hıristiyanlığa çekme faaliyetleriyle “Tek Dünya Dini” yaratılmak istendiği açıkça ortadadır.

Notovich’in sözde tespitlerine göre İsa’nın, insanları doğuştan köle olduklarına inandıran Budizm’in “Kast Sistemine” Sudraların (emekçilerin) direnişlerini kırmak için vaaz vermesi ile saya geldiğim masonik İslam kökenli bu dini partilerin tümünde, emekçilerin hak aramalarının ve bağımsızlık mücadelesinin “anarşi-asayişi bozmak” olarak görülmesi, “sosyalizm- komünizm düşmanlığı” yapmaları dikkat çekicidir.

Yeryüzü küresini sömürge haline getiren zamanın küresel sermayesi “demokrasi ve milliyetçilik” akımlarını destekleyerek arzın bütün devletlerinde feodal iktidarları ve ruhban iktidarlarını yıkarken kendi yarattığı yeni "feodal ve ruhban yapılanmasına" aynı anda insanları tekrar kendi çıkarlarına uygun köleler haline çevirmek için “ideolojik ortamı” hazırlamıştır.

İslamiyet’i, sekiz kadar dinden oluşan ve temeli Hermetizm+Harran Sabiliği+ İran ve Arap Yezidiliği+Brahmanizm temeline dayalı Masonluk dinini "İslam- Allah" adları ile maskeleyerek İngiliz ajanı Hemper ile Necd'li Abdülveehab ortaklığı ile başlatılmış bu sefil faaliyet,başarıya ulaşmış ve Vehhabilik (1733) adını almıştır.İslam ve doğu milletlerini bölmek, köleleştirmek ve Arapları Osmanlı’ya karşı kışkırtmak için aynı yönde adlarını saydığım sapık öğretilere temel olmuştur.

15-SONUÇ

Türkçesi günümüz Türkçe’sine uymasa da hiç yoruma gerek bırakmayacak kadar açık ve net olarak mason Amerika ile İngiliz’lerin, dinimiz ile çok yakinen ilgilendiklerini ve hem bölücülük yaparak İslâm dünyasını askeri ve bağlılık bakımından bir birine düşürürken, yeni verdiği sapık öğretilerle de “her türlü ahlaksızlığı” aşılayarak, yaygınlaştırarak insanlarımızı insan yapan “onur, kişilik, haysiyet, şeref” gibi değerlerden uzak, sapıklar topluluğu haline getirmektedirler.
Bu,16.yy.da İngiliz Krallığını idareleri altına alan Mason tarikatlarının, soraları keşiflerle Amerika’ya yerleşerek oraları da hakimiyetlerine almalarıyla sahip oldukları büyük sermaye ve ordularlarla İncil ayetlerine uygun olarak “yeryüzüne hükmetme ve şekillendirme” arzularını göstermektedir.
Bu kadar delilden sonra hala şeytana tapan Masonların gerçekliklerini yani “şeytanın varlığını ret etmeye” devam edelim mi?
-Elbette, tarihe materyalist yaklaşım ile bakılmalıdır, tarih “mistik” tarikatlar hakimiyeti olarak yorumlanmamalıdır! Diyebilirsiniz.
Ama birisi bana desin ki tarihte “dine dayanmayan şu, şu devletler vardır. Tarihte din hiç yoktur bu yüzden mistik tarikatların varlıkları da yoktur!” derse ben o zaman “tamam” (!) derim.

Abdullah bin İbad’ın 741’de Cezayir’de isyan çıkarıp Trablusgarp’ı ele geçirmesinden sonra  Yezidilik bölgede Abdülaziz bin İbrahim’in (1717-1808) 18.yy.da kuvvet bularak Cezayir’de tarikatını yayması arasında ilgin benzerlikler vardır.
Abdullah bin İbad’ın bozuk tarikatını kurması Emevi- Abbasi  ailelerinin kavgaları sonucunda Abbasilerin devleti ele geçirmesine ve Hıristiyan Bizans’ın da Emevi topraklarında ilerleyerek Müslüman soykırımlarına başladığı dönemdir.
1318’de Tapınak Şövalyelerinin Fransa Kralı II.Filip’in  emriyle kıyımlarından kaçan bazı şövalyelerin İskoçya’ya giderek  Roslyn şehrini ve katedralini 1410’larda  inşa etmişlerdi. 1440’larda Güller Savaşında 
Güller Savaşı Resmi
Kral II. James’i öldürttükten sonra devlet mekanizmalarını ele geçirerek Mason İngiltere’yi kurmuşlardı.
16.yy. Masonların elinde bir İngiltere Krallığı demekti.1565 Armada Savaşları ile İspanyol donanmasını Manş denizine gömerek dünyanın yeni hâkimi olmuşlardı. Ele geçirdikleri dünya hakimiyetini sürdürebilmeleri de “topraklarını ele geçirdikleri, saltanatlarını yıktıkları mevcut devlet yapılarının hâkim gruplarıyla sürmesi de imkansızdı ve kendilerine ihanet etmeyecek “işbirlikçiler” yaratmak zorundaydılar””. Bu yeni bir keşif değildi ve her fatih devlet, işgal ettiği toprakları kendisine sadık kalacak gruplara teslim ediyordu. Onlarda öyle yaptılar.
18.yy.da Abdülaziz bin İbrahim’in Cezayir’de güç bulması tamamen Mason İngilizlerin yukarıdaki tespitlere göre hâkimiyet kurma emellerine uygundu. Bu dönemde artık bölgede hâkim olan Osmanlı devlet idaresinin tasfiye, yıkılış dönemidir.
1735’lerde İngiliz mason ajan Hemper’in  Basra şehrinde Suudi Arabistan Necd’li  Muhammed bin Abdülvehhab’ı, 19.yy.’da Bahaullah, Muhammed Abduh (1849-1905), Cemaleddin Efgani (1838-1897) gibi Masonlukları ve İngiltere’ye övgüler düzmeleriyle meşhur tipleri , “yazı yazmayı öğrenemediği için” kendisini Yezidi Kürt tanrısı sanan, kendisine “Bediüzzaman- Zamanın Mucizesi” sıfatını yakıştıran (BEDÎ-Harika-Mucize demektir. Allah’ın 99 sıfatından birisidir) tanrılık taslayan, fakat daha kendisi çocukken onun savunduğu teslimiyetçi işbirlikçi fikirleri ortaya atmış, düzenlemiş, yaymış ve vefat etmiş Abduh ve Efgani’yi kendisine “halef” vekil tayin eden Bitlis delisi Said-i Kürdi (1876-1960)de bunların ardılıydı.
Cemaleddin Efgani’nin Mason olduğu Fransa’da 1960’da basılan Les Masons-Masonlar adlı kitabın 127.sayfasında şu cümlelerle yer almaktadır;
Mısır’da bulunan Mason localarının başına Cemaleddin Efgani ve ondan sonra da Muhammed Abduh getirildi. Bunlar Müslümanlar arasında Masonluğun yayılmasında çok yardımcı oldular” diyor. Bu sayfada gene bir şarklının mason locası elbisesiyle çekilmiş büyük bir resmi vardır.
Cemaleddin Efgani- Mason-Dinsiz İslam
Erzurum Üniversitesi profesörlerinden M.Kaya Bilgegil,”Ziya Paşa” adlı kitabında Ziya Paşanın da Cemaleddin Efgani’nin Mason olduklarını Mısır’lı Edip İshakEd Dürer” adlı kitabında yazmaktadır. Cemaleddin Efgani’nin bir ara Rus Çarlığı lehine kendi ülkesi Afganistan’a karşı casusluk ettiği de kayıt edilmiştir. Osmanlı Şeyhülislam’ı Hasan Fehmi Efendi Cemaleddin Efgani’nin cahilliğini ortaya koymuştur.(Saadet-i Ebediyye S.964-988)
Said-i Kürdi’nin Cemalettin Afgani’nin Talebeleriyle Tanışmasıyla, onu “Halef’i yani halifesi” ilan etmiştir. Oysa o tarihlerde Afgani ölmüş olmalıdır. İşte kendi kitabından;
(Mardin Suryani Hıristiyan, Kürt Yezidi’lerin yoğun olduğu bölgedir.)



“Mardin uleması muarazaya kalkışırlarsa da muvaffak olamazlar; evlâtları yaşında olan genç Said’te harika bir şekildeki ilmî kudreti görünce kendilerine üstad kabul ederler.
Bu esnada, Mardin’e gelen iki talebeye tesadüf etti. Bunlardan birisi, Cemâleddin-i Efganîye mensup olup, diğeri tarikat-i Sünûsiye den idi. Bunlar vasıtasıyla hem Cemâleddin-i Efganînin mesleğine, hem de tarik-i Sünûsiye âşinâlık peyda etti.
Molla Said çok genç yaşta iken siyasî hayata atılır, vatan ve millete hizmete başlar. İlk hayat-ı siyasiyesi Mardin ’de başlamıştır.
Cemaleddin Efgani ve Bediüzzaman “Bediüzzaman Hazretleri, Mardin'de Cemaleddin Efgani'nin "siyasette muktesit meslek"i ondan öğrendim (Beyanat ve Tenvirler, s. 105) dediği talebesiyle görüşüp fikirleri hakkında bilgi sahibi olmuş, İttihad-ı İslam'da seleflerini sayarken, Efgani'nin ismini de zikretmiştir... “
(Tarihçe-i Hayat, s. 39, 59)

Mason Amerikan- İngiliz emperyalizminin bütün oyunlarını bozan II.Abdülhamit’i tahtından etmek için Osmanlı’nın her yerinde isyanları teşvik eden İngiltere sonunda Kürt aşiretlerinden II.Abdülhamit’in kurduğu Hamidiye Alaylarının çakma paşası Van Valisi Hasan Paşa’ya bir muhtıra yazdırmayı başarırlar. Bunu da padişaha vermekle bu deliyi görevlendirirler. Böylece hem deli Said-i Meşhur’dan kurtulacaklar hem de İngilizleri memnun etmiş olacaklardı..
1950'lerde Said-i Nursi ile bizzat görüşen ve 1966 yılında yayınlanan "Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktrinleri" adlı kitap yazan Seyfi Güzeldere şöyle vermektedir:

"Molla (Said-i Nursi) İstanbul'a geldiği vakit Mütareke olmuştu. Müslüman toptan tutsak gitmemek yer yer birleşip tedbir arıyordu. O hemen, kardeşinin oğlu Abdurrahman'ın Çamlıca'daki köşküne yerleşti. Kitap dediği uyduruk serisini bütünlemeğe başladı. Molla, bu işlerle uğraşırken, Anadolu bağımsızlık savaşının kan ve ateşi içinde idi. Bir dergi, Molla'nın bağımsızlık savaşına katıldığını yazıyor. Doğru değil. O savaşın gazilerinden binlercesi bugün yaşamdadır. Yalnız benim tanıdığım 200 var. Biri diyebilir mi ki bu insan, değil silahla fikir yoluyla olsun bu savaşa katılmıştır.?”
Bezmi Nusret Kaygusuz, Meşrutiyet yıllarına ilişkin anılarında Said-i Nursi'den şöyle söz etmiştir:

"İttihatçılar bu adamı şaşırtmışlardı. İptidada (önceleri) Said-i Kürdi'ye büyük paye verdiler. Güya Kürt meselelerinde ondan istifade edeceklerdi. Halbuki gösterilen saygıyı o kendi hakkı zannetti. Ve yükseklerden ötmeye başladı. Zamanın kutbu ve mehdisi tavrını takındı. Maaza, senelerden sonra da aklı başına gelmemiştir. Yeni tarikat iddiasında ve onun piri olmaya çalışıldığı işitilmektedir. Halen Nurcu diye maruftur (tanınmaktadır)."

“Nursi, Nakşibendi tarikatına mensup, İngiliz yanlısı Derviş Vahdeti ile birlikte siyasal İslamcı  İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'ni kurmuştur. Cemiyetin kuruluşu nedeniyle 3 Nisan 1919'da Ayasofya camiinde mevlit okutulmuştur.
Bir ara Teşkilatı Mahsusa'ya da üye olan Nursi, hem Kürdistan Teali Cemiyeti'nin hem de Kürt Neşriyat Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer almıştır.”
Muhammed Abduh-Sapık Mason İslam

14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidar olan DP, Haziran ayında çıkardığı Af Yasası ile Atatürk döneminde bölücülük ve Şeriat Devleti bahanesiyle çıkarılan isyanların failleri, fikri önderleri ve askerliğini yapanlar serbest kalıyorlardı.

Bu olay sonrası serbest bırakılan İngiliz işbirlikçisi Said-i Kürdi yeni Türkiye projesinin “Fikri Önderi” yapılıyordu.

İşte bu amaçla, İsmet paşanın adamı olmasına rağmen Said-i Nursi'yi parlatmak için yazdığı "Çağımızda Bir Asrı Saadet Müslüman-ı Bediüzzaman Said-i Nursi” kitabını yazan Cemal Kutay: "Said-i Nursi'yi sindiği köşede bulup çıkarıp Amerika'nın izniyle gençliğinin düşünsel önderi olarak parlatılıyordu. Çünkü Amerika, dünya üzerinde eskiden Almanya çıkarına çalışan bütün ajanları toplayıp kendi hizmetine koşmaya başlamıştı. Türkiye'de yapılan buydu" diye olayı özetlemektedir.

Demokrat Parti lideri Adnan Menderes, 1951'de İzmir'de, Demokrat Parti II. Kongresi'nde, şunları söylemiştir: "Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılap softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Türkiye Müslüman devlettir ve Müslüman kalacaktır, Müslümanlığın bütün icaplarını yerine getirecektir."

1950'lerde sadece Said-i Nursi değil, önce Türkiye’deki Hitler örgütlenmesinde görev alan Alman güdümlü Cevat Rıfat Atilhan da Almanya yenilince rotayı Amerika'ya doğrultmuş ve 1950'lerde Amerikan güdümlü İslam çalışmalarına katılmıştır.

Adnan Menderes’in, “Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık!” ifadesi tamamen gerçeğin tersini anlatmaktadır. Dört İngiliz uydurması din ya da fırka (parti) olarak tanımlanabilecek olan bu saçmalıklarla İslamiyet’i “tasfiye” etmişlerdir. Vatikan’a biat edince, Mason İngilzi Amerikan öğretilerini “İslam” diye halka “Allah, İslam” adı altında kabul ettirince “baskı” elbette kalkmıştır. Menderes hem dini hem de cumhuriyeti “yol, bahçe, park, beton yığınları” uğruna ortadan kaldırmıştır.
Ortada ne bir motorlu araç fabrikası ne de ağır sanayi vardır. Ülkeyi Amerikan yol makinelerinin mezarlığına çevirmiştir. Ardılları da, 2003’ten bu yana devletin bütün kurumlarını ele geçirmiş, cumhuriyet rarihi boyunca oluşturulmuş, halkın alınteriyle kurulmuş nice kurumlar bir karaname ile Yunanından Ermenisine, Amerikalısından Fransızına, İngilizne yok bahasına satılmış, bölücü terör her gün pazarlık yapmaktadır ve devlet acizce seyretmektedir. Hiç kimse hesap soramamaktadır. İhanetlerini örtmek, vatansever görünmek isteyen devşirme, dönme AKP, seçime bir ay kala”ateşkes etmiş” terör örgütüne aorduyu saldırtarak vatansever görünmektedir.
Tamamen danışıkşı dövüş olan bu “kanlı tiyatro uyunlarının” arkasından gelecek son darbeyi bu seçimlerin ardından indireceklerdir.


Deliüzzaman-ı el Deliyullah el Yezid el Said-i Kürdi’nın Yahudi Kökenleri;

İran-Tahran doğumlu, Bahaullah Mirza Hüseyin Ali Nuri'nin asıl memleketi,Hazar Denizi sahilindeki Mazanderan ilindeki Nur şehridir.(Kaynak Wikipedia Bahaullah) Said'in de doğduğu köyünün adı "Nurs"dur.

İnsanların yeni yerleştikleri yerlere “geldikleri yerlerin adlarını verme geleneğine” bakarak her ikisinin doğum yerlerindeki “NUR” adının da kaynağına ulaşıyoruz.
Diğer yandan eski Grek kaynaklarında Harran Sabi’lierinin olduğu bu bölgenin “Avam Grekler” olduğu yazılır.

Bu da, aşağı, halk tabasından insan demektir. Büyük İskender’in fethi döneminde bırakılmış savaşçı veya tüccarlardan oluşan halk tabakası olarak anlaşılması gerekir.

Böylece Said-i Kürdi Deliyullah'ın da kökeninin İran Mazderan İline dayandığını ve Mazenderan Yahudisi olduğunu ve bölgede “kripto Grek’lerle karıştığını anlıyoruz. Böylece Vatikan’ın ona “sonsuz ilgisinin” de sırrı açığa çıkmış olmaktadır.

10.yy.'da bölgeye göçen Kürtlerin arasına karışarak gelmiş Yahudi Nurs köylülerinin yerleştikleri yeni yere geldikleri şehrin adını vermesi kadar doğal bir gelenek olamaz.

Said'in de Kürt "YAHUDİ" kökeni olduğu kesinleşmiştir. Yahudiliği, İseviliği, İslam'ı esas alan "üç dinin harmanı" ve sapığı olan, Emevi Şeyh Hadi'nin Kürtleri Emevi ve Yahudilere yamamak için uydurduğu Kürt Yezidiliğinin de iç yüzü böylece daha anlaşılır olmaktadır.
Kürt Yezidiliği, Kürtleri, Yahudilere ve melezleri olan Hicaz Arapları olan Emevilere ve Greklere "Köle" eden Yahudi uydurması Kültür Emperyalizmidir.

Din min değildir.

Diğer Yahudi kökenli dinler gibi "aldatmaca, kandırmaca ve uyutmacadır." Deliüzzaman ise teslimiyetçi, emekçi özgürlüğünün düşmanı, emperyalizmin sadık hizmekarı olmuş "kripto Yahudi" işbirlikçidir.
Ne diyordu Deliyullah; “Divan-ı Harbi Örfi, İki Mekteb-i Musibedin Şehadetnamesi” adlı kitabında:


"Seleflerim; Cemalettin-i Efgani, Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abduh, Ali Suavi. (31 Mart olayında "7-8.Hasan paşa" başına sopa ile vurarak öldürdü)
Seleflerinin adları sayıldığı gibi tümü üst derece Mason,İngiliz mandacıları,Vatikan işbirlikçileri olduğunu söylüyordu.Başka;“Ey Asuriler ve Ciyaniler, cihangirlik zamanında peşidar kahraman askerleri olan Kürtler,beş yüz senedir yattınız, yeter artık uyanınız sabahtır.Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum....” Diyordu.

Yani,”Ey köle Kürtler,artık bizim malum Arz-ı Mevut-Vaat edilmiş topraklara yerleşme zamanımız geldi.Sizleri bu güne kadar besledik,hadi artık görevinizi yapma vakti gelmiştir” demek istiyordu Deliyullah Yahudisi.

Başka; “Gizli anlaşmanın entrikası-"Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklâl işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile, Yahudiliktir." Diyerek Lozan antlaşmasında İsmet paşa ile Atatürk'ün;

"-Türkleri dinden çıkarmayı vat ettiklerini” iddia ediyordu.

Peki Yahudi kimmiş?

El cevap;Said-i Kürdi!!!

Şeyh Hadi, Yahudi melezi Emevi,Bahaullah ve Said'de İran Yahudisi.

Buyurunuz buradan yakınız

Yahudi öğretisinde, İslam kültüründe “Cifr ilmi” ya da “Ebced Hesabı” olarak bilinen şeklinin adı Kabala’dır. Suriye’ye sonradan yerleşen İbrahim soyu Yahudiler bunu Araplardan öğrenmişlerdir. Kullandıkları İbrani Alfabesi’de Arap Harflerinin bozulmuşudur.

Cifr ya da Kabala olayında, bir insanın adından tutun da bir olayın anlatıldığı metne ya da dini kitap ayetlerinin harflerini gruplandırarak sayısal değeri olan harfleri seçerler. Bunları toplama, çıkarma gibi matematik işlemlerine tutarak sonuçlar çıkarırlar. Bu işleri yapan ve öğretenlere ‘’SOFERİM’’ yani ‘’YAZICILAR’’ denilmektedir.

Tevrat’ın veya Tora’nın sözlü (vahiy edilmiş ama yazılmamış !) olanı da vardır. Yahudilerin bir diğer kitabı da gizli olan Talmud’dur.Bunu sadece din adamları,ya da kendini bu işe vermiş olanlar bilir.Soferimlerin görevi, vahiy edilenleri açıklamak ve bunun toplumlar ile fertleri tarafından öğrenilmesini ve benimsenmesini sağlamaktır.

Said-i Nursi’nin kurduğu Nur Cemaati içinde de onun yazdırdığı ‘’Risale-i Nur Külliyat’’ını “Ebced Hesabı” ile öğretenlere ‘’YAZICILAR’’ denilmektedir.

Said-i Kürdi saçmalığının günümüz temsilcisi olan büyük işbirlikçi, artık Pensilvanya’lı olmuş olan Fettullah Gülen 31 ocak 1986 tarihinde İzmir İl nüfus müdürlüğüne başvurarak, 3881 kayıt numaralı kimliğinde ‘’FETULLAH’’şeklinde yazılı olan adını ‘’FETHULLAH’ olarak değiştirtmiştir.

Fetullah diye bir ad zaten yoktur. Yanlışı düzeltmiş demek en doğru ifade şeklidir.Ancak Nurcuların “Ebced” düşkünlüğüne,”H” harfinin adına katılmasıyla “İslam’ın önderi” olacağı inancı iddiaları, işin içine karışırsa bu defa doğal olanı kabullenmek zorlaşacaktır.
Teslimiyetçi,İşbirlikçi Deliüzzaman

Ayrıca, Nurcuların güvenini kazanması için de Said-i Kürdi’ye “Geçen sene deliydin bu sene de mi delisin” diye ilk resmi delilik teşhisini koyan Siirt’teki hocası Fethullah efendiye duyulan saygıyı da eklersek, bu ad değiştirme operasyonunun tamamıyla bir “önderlik operasyonu” olduğu ortaya çıkar.

Yani, Fethullah Gülen, Yezidi Kürt Tanrısı sayılan Deliüzzaman’ın “öğretmenidir”. Yani Mısır Tanrısı “Thoth-Lah, Jehuti” yani Yahve, El Lah-Allah” yani Grek Tanrısı ve Harran Sabilerinin tanrısı Hermes’tir”. Fethullah Gülen akımı da Hermetizm’dir. Şeytana tapınılan, sihir, büyüye dayalı din öğretileridir.

Said'in ve takipçilerinin bütün işbirlikçilerinin Hıristiyan ülkeler ve Vatikan olması işte bu yüzdendir. O bir Yahudi'dir. O kendini Yahudi kölesi Kürt olarak bilmiştir. Ömrü de onlara kölelikle geçmiştir. Vatanseverlik" kavramı olmayanları atınız!!!!!

Yezidiliğin güçlendirildiği IX. ve XIV. yüzyılları ile XVIII. Yüzyılda, Vehhabiliğin ortaya çıkarıldığı, yayıldığı, isyanları başlattığı dönemler, Osmanlı’nın Balkanlardan çıkarılmasının kesinleşmesi dönemlerine gelmesi bunların “kendiliğinden olmadığını” göstermektedir.

Yıkıcı din ve mezhep ayrılıklarının zirve yaptığı dönemlerin, Türk ve İslam imparatorluklarının çöküş veya bölünme dönemlerinde olması bu işlerin kendiliğinden olmadığını bir Vatikan, bir Mason İngiliz- Haçlı tarikat yapılanması vb. gibi güç merkezlerini işaret etmektedir.
Bence herhangi bir halk hareketinin “devrim veya reform olabilmesi” için, hareketin meydana geldiği ülkenin “dış tehditlere maruz kalsa bile” zarar görmeyeceği kadar güçlü oması ve reformun ardından da istikrarlı bir gelişimin sürmesi ya da mevcut sistemin korunması gerekir. İngiltere’nin Magna Carta ve Cromwell olaylarının ardından dünyaya hâkim olması gibi bir durum olmalıdır.
Eğer bu isyanların, huzursuzlukların reform, yenilik isteyenlerin kitle eylemlerinin ardından ülkede “olumlu, istikrarlı bir gelişme yoksa” meydana gelen halk hareketleri “dış kaynaklıdır” ve yıkıcıdır.
O devlet ciddi bir “ihanetle” karşı karşıyadır.

Aslında, İngiltere’deki isyanlar da dış destekliydi, İngilizler bunu atlatmasını bildiler. Fransızların “dış destekli1789 devrimi 20 yılda 1812’lerde Fransızların yerle bir edilmesiyle son buldu. Devrim bitti ve başlarına çakma bir kral getirildi. Napolyon Antlantik Okyanusunda Saint Helen adasında sürgünde siyanürle zehirlenilerek öldürüldü.
Avrupa’da da Hıristiyanlığa dayalı feodaliteyi yıkmak için önce Gnostiklerle ve Ortodokslarla çalışan masonlar, Rönesans adı altında hem dinde hem de siyasi kavramlarda değişiklikler yaptılar. Akla gelmeyen adlarla yeni dini tarikatları kuruldu,  mezhep savaşlarından kan gölüne dönmüş Fransız halkını“Sosyalizm- toplumculuk, milliyetçilik, kardeşlik, eşitlik, eğitim”  sloganları ardında toplayarak Fransız devrimini gerçekleştiren Masonlar, Napolyon’ün Fransız istilasını da “aynı kavramları” işgal altındaki “Avrupa halklarına” aşılayarak Fransız ordularını birtirmiş, bütün feodal sistemleri de bu yolla yıkmıştır.

Sözde, büyük fatih, devrimci Hitler, bizim Tayyip gibi olmadık bir yerden Avusturya’dan getirilip Almanya’nın başına musallat edildi. Rockefeller Sermayesi ile beslenen Almanya önce Avrupa’nın bütün feodal düzenini yıktı, sömürgelerini aldı. Ardından Amerika da onları dümdüz etti ve Avrupa Birliğinin “ekonomi motoru” haline getirdiyse de Almanlar asla umduklarını bulamamışlardır. Almanya her iki dünya savaşını Amerikan Mason küresel sermayenin parasıyla yapmıştır. Yüz mİlyon insanın hayatına ve sayısız paraya mal olmuş bu iki büyük savaş Amerikan- İngiliz mason Dünya diktatörlüğünü inşa etmiştir.
Bu günün Avrupa’sı Mason İngiliz- Amerikan koalisyonunun “Asya” ülkelerine sıçrama tahtasından başka bir şey değildir. Avrupa birliğiher an çökebilecek veya “haçlı seferine kışkırtılabilecek psikolojik ve ekonomik bir ortama sürüklenmektedir.

İşte böyle “yıkıcı, ihanetlerle” tarihe gömdüğü Avrupa feodalitesiyle eş zamanlı olarak, Osmanlı Devleti , Rus Çarlığı ve nicelerinin sindirilmesini takiben, 19.yy.’da dünyanın en büyük sömürgecisi olan Mason Amerikan-  İngiliz İmparatorluğunun idaresine aldığı yeryüzüne kendisine göre en uygun düzeni verebilmesi için, “kendi inançlarına veya hesaplarına en uygun olan toplum veya cematleri” ve de “dışlanmış, tarih boyunca insanlık ailesi içinde şerefli bir tarih yazamamış”  olan toplumları güçlendirmesi gerekiyordu. Onlar da işe dağlı, Yezidi, Süryani, Aramileri, dağ Kürtleri, şehirlilerin horladığı inançlara ve yaşam koşullarına sahip, din veya mezhepleri ile dışlanmış olan Çöl bedevileri ile, eşkiyalarla işbirliği yaptılar.
Onlar için istihbarat masalarında yeni dinler yaptılar, çoğalmalarını sağladılar, kiliselerden topladıkları yardımları getirip onlara vererek toplumda zengin edip sayılmalarını sağladılar ve  “siyasi ilişkilerde” bunları iş başında görmek istediklerini söyleyerek, dişlerini geçirdikleri devletleri buna zorladılar. Sonra, onları isyanlara teşvik ettiler, mevcut idareleri yıkıp devleti onlara devrettiler.
Böylece yeryüzünde bütün devletlerde “kendilerine sadık işbirlikçi, zengin kölelere” sahip oldular. Onların elleriyle de yeryüzün halklarını çatır çatır soydular.
Sadece 19.yy.da İngilizlerin kurdukları Kadıyanilik, Bahailik (Nurculuk), bizdeki Nurculuk dinleri asla Müslümanlık değil, Hindu, Yahudi, İsevi, Yezidi ve İslam dinlerinin harman edildiği, göze hoşgelen ama “bağımsızlık savaşını ve emekçi haklarını aramanın esası olan sendikal örgütlenmeleri, grevleri, mitingleri  “anarşi gören” bizleri hak aramaktan mahrum eden bir köleci ideolojiyi ezilenlere, sömürülenlere dayatmaktadırlar.
Yunanistan'ın sessizce işgal ettiği adalarımız.
Eşek Adası ve Bulamaç adaları



Ya sömürüldükçe eriyerek, onursuzlaşarak yok olmayı ya da onurumuzla özgürlüğümüz ve bağımsızlığımız için mücadele etmeyi seçmemiz gerekmektedir.
Bence “onurlu” olan iyidir.
“Bir ömür “tavuk” gibi yaşamaktansa bir gün “horoz” yaşa!”
Takdir Milletindir!

Alaeddin YAVUZ.
Keykubat




İşte bu yazıdan sonra geçen 13 ay sonra geldiğimiz durum budur! 24 Haziran 2012'de eklendi

15 Mayıs 2011 Pazar

VERGİ,YAHUDİ AHLAKI, MÜSLÜMANLAR ve EMEKLİLER


VERGİ,YAHUDİ AHLAKI, MÜSLÜMANLAR ve EMEKLİLER

Dün yani 12.Mayıs 2011 günü eşim, kızımın sınıf öğretmeni çağırdığı için gitmemiz gerektiğini söyledi. Birlikte hazırlandık iki emekli yollara düştük Okula elli metre kala birden ayakkabımın tabanı topuğuna kadar ayrılıverdi.

Her adım atışımda yürüyüşümü engellemeye başladı. Sonunda durdum ve ayakkabımın ernimiş tabanını elimle yırtarak yakındaki bir çöp konteynerine atarak ondan kurtuldum ve tabansız ayakkabı ile okula doğru yürümeye devam ettim.. Eşim bana;

-Alaeddin bu ayakkabı senin polislik ayakkabındı değil mi? Diye sordu.
Ayakkabım yaklaşık böyleydi

-Evet, 2001 yılında verilen istihkaktandı. Tam on yıldır beni üstünde taşıdı. Kısmet buraya kadarmış! Dedim ve okula gittik. Bizi çağıran öğretmen program değişikliği nedeniyle öğrencileri geziye götürmüş olduğundan onunla görüşemeden okul kapısından geri döndük.

Eşimi eve bırakıp kendime ucuzundan bir ayakkabı almak için en yakın caddeye tabansız ayakkabımla yürüdüm ve “sezon sonu indirimli ayakkabıların sergilendiği” bir dükkanın önünde durarak fiyat kontrolü yaptım. Fiyat ile ayakkabı hoşuma gidince yani keseme göre olunca esnafa “ telefon faturamı yatırıp dönüyorum” diyerek uzaklaştım.

Faturayı yatırdıktan sonra dönerken de sözüm üzerine dükkana girdim. Bana birkaç çeşit ayakkabı göstermesinden sonra bir tanesini beğendim ve  “60” TL dediği fiyat üzerinden 45 TL’ye anlaştık.
Malum cepte nakit de yok. Kredi kartı olur mu dedim adam onu da kabul etti sağolsun. Ödemeyi yaptım. Sonra başladı muhabbet. Malum ben AKP karşıtı o da tam tersine ham Rizeli hem de AKP’li.

Şuydu buydu derken esnaf adam güzel de demogoji yapıyor, malum ben de onu AKP karşıtı yapacağım diye yemin etmiş değilim. Her ikimiz de esnek konuşuyoruz. Derken konu konuyu açtı ve adam bana bir örnek verdi;

“-Ben yıllardır ayakkabı ticareti yaparım. Gene yılar önce İstanbul’da CIZLAVET ayakkabı fabrikası vardı, bilir misin?
-Evet bilirim. Onlarla çocukluğumda az mı oğlak, keçi gütmüştüm, az mı zeytin bahçesi kazmıştım, içine dolan toprakları silkelemiştim!

-Yani köylü çocuğusun? Deyince;
-Evet! Dedim.

- İşte, benim Rizeli bir hemşerim bir gün bana “Bana İstanbul’dan iki kamyon cızlavet getir ama bir kamyonu faturasız olsun! Demişti. Ben de fabrikaya gittim ve teklifi fabrikanın Yahudi olan sahibine söyleyince adam bana “-Gel şöyle” dedi ve beni kenara çekerek camiyi gösterdi.

-Bak, caminin kapıları 24 saat açık git oradan halıları çal ve sat! Dedi.
-Olurmu öyle şey? Diye yanıtladım.
-Öyleyse eşşek gibi devlete vergini vereceksin ve ben de faturayı keseceğim!
-Sen nasıl bir Müslüman ve Türk’sün ki devletinden vergi kaçırıyorsun, utanmıyor musun? Ben Yahudi’yim ama vergi kaçırmam! Deyince yüzüm yere battı! Diye anlatınca ben de kendisinin ne kadar vergi kaçırdığını sordum. O da;

-Fişini aldın yetmez mi?”  Deyince diyecek bir şey kalmadı.
Sonra bana ne iş yaptığımı sordu. Ben de polis memuru emeklisi olduğumu söyledim. Bana;
-Bu ayakkabı kaç yıllık? Diye sordu. Ben de;

-2001 istihkakı Yeşil Kundura. Malum devlet resmi ayakkabıyı veriyordu! Dedim.

-Haaaa sen “10” yıl bir ayakkabıyı giyersen biz ondan iş yapmıyoruz desene! Deyince;

-Senin AKP emekli  memurların düşmanı. Ben ne yapayım? Çocuğun okulu, doğalgaz, elektrik, su vs. bir de mutfak ıvır zıvır ekle sen ne yaparsın? Diye sorunca;

- Haklısın beyefendi. Ben de SSK emeklisiyim, AKP 300.TL kadar olan emekli aylığımı 700 TL’nin üzerine çıkardı. Bir de dükkândan gelir sağlıyoruz işte, Allah bereket versin! Deyince;

-Siz patronlarınızla pazarlık yaptınız, maaşınızı asgari ücretten gösterip  bir polis memurunun 1.200.000.000.TL (Bir milyar iki yüz milyon TL) maaş aldığı zamanda sizler 2,3 milyar kadar aylık alıp devlete kazık attınız. Primi eksik ödediniz, vergi kaçırdınız.Şimdi de memurun emekli maaşı size çok geliyor? Deyince;

-Haklısınız beyefendi, sonuna kadar haklısınız. Belki o Yahudi işadamının ahlakından oldukça ders çıkarmamız gerekir! Deyince;

-Söyle bakalım, bende sendeki imkan olsaydı en azından benim evimden başka bir ikinci evim veya dükkanım olmaz mıydı? Diye sorduğumda;

-Haklısınız beyefendi, gerçekten bir ev sahibi olabildiyseniz, o şansınız olsaydı daha fazla malınız olurdu! Deyince tartışmayı bitirdik ve ben eskimiş ayakkabımı çöpe atmasını söyleyerek dükkânı terk ettim.

Türk milletinin geleneğinde “devletten, yoksulluktan şikayet”  geleneği olmasa da, AKP hükümetinin böyle teslimiyetçi siyasetlerinin uygulandığı günümüz Türkiye’sinde bu hikayeyi yazmam gerektiğine inandığım için yazdım ve bu konuşmanın galibi olmadı. Gerçekten iyi niyetli insanımıza her daim saygım sonsuzdur.

Bundan üç yıl kadar önce gene kızıma bir okul gömleği almak için aynı cadde üzerinde bir Kürt konfeksiyoncuya gitmiştim. Bir çok dükkan gezmemize rağmen kızım onun malını beğenmişti. Ne yapabilirdim ki? Üstelik ben alışverişte ve sosyal ilişkilerde ırk ayrımı da yapmayan biriyim.

Sorun elbette ondan yaptığım alışveriş değildir. Sorun benim fiş istememden kaynaklandı. Adam fiş isteyince çıldırdı, başladı dırdır etmeye, ben de sinirlendim onu bastırmaya başladım. Sonunda;
-Kardeşim devlete vergi vereceksin de ne olacak sana indirimi de yaptık al malı git, güle güle kullan, ne diye fiş istiyorsun?

-Beyefendi, yaptığınız iş doğru değildir. Üstelik eve gidince malınızın defosunu bulsam geri getirdiğimde değiştirecek misiniz veya parasını iade edecek misiniz sanki? Diye sorunca;

-Bir de böyle yapacaksan hiç alma! Deyince ben de malı bıraktım ve çıktım. Ciddi olduğumu görünce tezgahtar hanım;

-Tamam fiş verelim beyefendi deyince kızım da ısrarlı olunca malı aldım. Eşim ve kızımın bütün incelemelerine rağmen bir kusur bulunamayan gömleğin evde giyilince defosu çıktı.
Fişi de alarak, haydi gerisin geriye düştük yollara! Bu defa da adam başladı itiraza.
-Kaç paralık mal aldınız ne biçim bakıyorsunuz, gözünüz kör mü….?

-İyi o zaman ben de tüketici mahkemesine gidiyorum fişim de elimde! Deyince adam önce değiştirmeye sonra da parayı iade etmeye de razı oldu. Bütün bu kızılca kıyamet “10 TLik” bir gömlek üzerinde koptu.
Ben emekli olacağım yıllarda 1.200.000.000TL (Bir milyar iki yüz milyon TL) maaş alıyordum velime geçen maaşımın 2/3’si kadarı da emekli keseneği, sağlık sigorta pirimi vergi vs. adı altında kesiliyordu. Hatırladığım kadarıyla sadece “sağlık sigortası primi olarak 480.000.000TL kesiliyordu.

Aynı zamanda da SSK’lı olarak çalışan özel şirketlerden birisinde olan bir arkadaşım ise 2.400.000.000. TL (İki milyar dört yüz milyon TL) aylık alıyordu ve maaşı “asgari ücret” üzerinden vergilendiriliyordu ve bütün keseneklerinin toplamı  25.000.000TL.(25 milyon TL) idi.

Bunun nasıl olduğunu sorduğumda olayı bana şöyle açıklamışlardı;

-“Asgari ücretle işe başlamak doğaldır. Ancak hiç kimse “emekliliğine kadar asgari ücretle çalıştırılamaz! İşçinin bu konuda yasal hakları da vardır, işçisinden memnun olan hiçbir işveren de kıdem alan işçisine zam yapmaktan kaçınmaz! Ancak, patronlar bize soruyorlar;

“-Devlete vergi mi verelim yoksa bu parayı size mi verelim?” diye. Biz de asgari ücretten vergilendirilmeyi kabul ettiğimiz için bu parayı alıyoruz.” Diye durumu açıklıyorlardı.
Yani, devletten sigorta primini, vergisini kaçırmaya razı olan işçiydi. Patron değil. Ama patron da bu pazarlıktan nereden baksan %10 kadar bir kâr elde ediyordu.

Bağkurlular ise ev kadınlarından küçük esnafa kadar olan kesimden oluşuyorlardı ve sadece “sağlık primi” konusuna önem verdiklerinden prim yatıranından “süper emeklisine” kadar farklı prim ödeyenler vardı. Onlar yazının konusunu oluşturmamaktadırlar.

Malum o zamanlar AKP hükümeti yoktu. 03.Kasım 2002 seçimleri ile iktidar olan AKP, geldiğinde “maaşları ve kesintileri istekleri dışında, kaynağında kesilen” devlet memurlarına karşı bir düşmanlık yarattı. Devlet memurlarının keseneklerinden biriken parayı da devletten vergi kaçıranlar dağıtmayı kendisine görev bildi.
 “Devlet memuru düşmanlığını” halen işleyen ve sürdüren AKP, uyguladığı “maaş rejimi” ile, devletten vergi kaçıranların maaşlarını yükseltmeye ama devlet memuru emeklilerini de süründürmeyi sürdürmeye devam etmektedir.

12.Haziran.2011 genel seçimlerine 28 gün kalmasına rağmen AKP’nin hiçbir seçim konuşmasında “emekli devlet memurlarına yapılacak zam” gündeme getirilmekten özenle kaçınılmaktadır.
Çünkü, emekli devlet memurları, kazara “belediye başkanı olmuş topçu Tayyip” gibi serkeş, işbirlikçi Mason değillerdir ve “Devlet” kavramının ne olduğunu, devletin nasıl olması gerektiğini bildiklerinden AKP hükümetinin işbirlikçi siyasetlerine karşı halkı aydınlatma görevini “gönüllülük temeli” üzerinde yürütmektedirler.
Onlar “beş kuruşsuz, aç da kalsalar da” bu siyasetlerini sürdürecek kadar cesurdurlar. Asla “namerde muhtaç” olmazlar!

Onlar devletin nereye gittiğini “en iyi şekilde gören” sorumlu, onurlu insanlardır. Bu yüzden de mağdur edilmektedirler.

Nasıl bir ülkede devletine ne kadar bağlı, vatansever insanların, hükümetlerin olduğu (!) bir ülkede yaşadığımıza siz karar veriniz?

Keykubat

30 Nisan 2011 Cumartesi

TARIH BOYUNCA BOGAZLARIN,KANALLARIN TARIHLERI



MİTOLOJİDEN GÜNÜMÜZE  BOĞAZLAR, KANALLAR ve İSTANBUL


Başbakan RE.T.E.’nin (RITE) son günlerde açıkladığı “Çılgın Proje” yüzünden hazırladığım bu yazı ile hem İstanbul’un hem de dünyadaki bütün kanallar ve boğazların yaratılış veya inşa gerekçelerini bulacaksınız.
Proje mi başbakan mı çılgın? Gerisine siz karar vereceksiniz!

İstanbul denince, antik çağlarda, Yahudiler gibi “tüccar” oldukları için “aşağılanan, horlanan” kavimlerden olan ve kendilerinin kafasına vuran her milleti de “kendilerinden yapan” milletin yani, Grek efsaneleri olmadan olmaz. 

İşte gene Greklerin kafasına vurmuş, Hititlilerin başlattığı demir çağının gereklerine göre demirden savaş araçları kullanan Dor’ların hikayesi ile İstanbul tarihine başlayalım.

Dorlar (Grek-Dorieis) Hint-Avrupa kökenli bir kabiledirler. İ.Ö 1200’lerde Grek yarımadasına akınlar düzenleyerek Tun çağı Miken uygarlığını yıkmışlardır. Hititlilerle başlayan demir çağı silahlarını kullanarak istilalarını gerçekleştiren Yunanistan’da Mora yarımadasında bulunan Argos şehrine yerleşmişlerdir. Argos’tan  Akdeniz’e açılarak Girit ve Rodos adalarına yerleşmişlerdir. Bölge halkları arasında kültürel bağları koparan Dor’ların ardından dört asır süren bir karanlık çağ başlamıştır.

DORLAR-DOR KRALI BİZAS'IN EFSANESİ ve BİZANSİYON'UN KURULUŞU;

Güneş Tanrısı Helios (Güneş)
Mısır kökenli tanrıları kendilerine uyarlamakla ünlü olan Greklerin millileştirdikleri Tanrı Hyperion (Hiperyon) ile Theia (Siya)’nın oğlu olan Grek güneş tanrısı Helios’a (Helyos) tapınmaktadırlar. Mısır ve Fenike ürünlerini satarak İ.Ö III. yy. da zenginliklerinin zirvesine çıkmışlardır. Makedonya Kralı Demetrios’un Rodos’u kuşatmasına karşı başarıyla direnerek onu yenmelerinin anısına İ.Ö.281-280’lerde Rodos adasına diktikleri boyu 32 metreyi aşan, liman girişinde, ayakları iki mendirek üzerine oturtulmuş, altından ticaret gemilerinin geçtiği Güneş Tanrıları Helios’un heykelini dikerler. Bu heykel tarihçi Heredot’un belirlediği dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen meşhur Rodos heykelidir. Heykeltraş lindoslu Khares tarafından tunçtan yapılmıştır. Heykel MÖ 225 veya 226`daki meydana gelen bir depremde yıkılarak bir daha onarılamadığından birkaç asır yan yatmış halde bırakılmıştır.

Dor’lar Anadolu’ya da geçerek günümüzün Muğla- Datça yarımadasının ucunda Knidos adında bir liman kenti de inşa ederler. Rodos’ta kurdukları okullarda kolonici ve tüccar olan bir kavim için en gerekli  olan, güzel konuşma (Hitabet)ve Felsefe  eğitimine ağırlık verdiler. Bu okulları Knidos’a da taşıdılar. Her yıl Helicia (Helisiya) muhtemelen Güneş Ayini anlamına gelen dini törenlerinde “dört atın” koşulu olduğu bir savaş arabasını denize bırakmanın öne çıktığı dini ayinler düzenlerlerdi. İnançlarına göre bu savaş arabasıyla uçarak dünyayı gezen- gözetleyen Güneş tanrılarına araba hediye ederek onu hoş tutmuş oluyorlardı.
Bir diğer Dor şehri olan Megara bu günkü Yunanistan’ın Attika bölgesinde bulunan antik bir kenttir. Sokrates’in zamanında yapılan Pelopenez savaşı sırasında Ispartalıların müttefikidir.
Mora Yarımadası yanında 
Megara Haritası

Denizler tanrısı İnahos’un kızı olan İo, cinsi sapık olan baş tanrı Zeus’un gönlünü kaptıracak kadar güzeldir. Eşi Hera’dan gizlice İo ile buluşmaya başlayan Zeus bir gün karısının sıkı takibi sonucu yakayı ele vermek üzereyken kendisini bir buluta İo’yu da beyaz bir boğaya çevirir. Dümeni yutmayan Hera ille de boğayı Zeus’tan ister ve alınca da anlamı “Her Şeyi Gören” demek olan Argos Panoptis adlı ve İo’nun da kız kardeşi olduğu belirtilen yüz gözlü, uykudayken bile birkaç gözü açık olan bir canavarın gözetimine bırakır. Baş tanrı Zeus ta hileci tanrı ve tanrıların habercisi olan Hermes’i  bu canavarı öldürmekle görevlendirir. 

Hermes te daha doğduğu gün ağabeyi Apollon’un öküzlerini çalarak bir mağaraya saklamış, orada bulduğu bir kaplumbağanın kabuğundan lir, barsaklarından da tellerini yapmıştır. Ağabeyinin şikayeti üzerine baş tanrı Zeus tarafından hırsızlıktan yargılanırken çaldığı lir ile Zeus’u büyülemiş, ceza alacak yerde tanrıların habercisi olarak ödüllendirilmiştir.

Böylece musikinin de tanrısı olduğundan, lir çalarak Argos’u  uyuttuktan sonra öldürür. Yeni bir taktik geliştiren Hera da boğaya bir sinek musallat ederek onu sürekli rahatsız ettirir. İstanbul boğazının vadisinde dağlara başını çarparak Sinekten kurtulmaya çabalayan boğa da Karadeniz’in sularını tutan dağı yıkarak suların aşağıya akmasına neden olur. Böylece Marmara ve Akdeniz ortaya çıkar. 
Hileci Grek tanrısı
Hermes

İstanbul boğazının bu yüzden adı da "Bosphorus"tur. Yani "Öküz-Boğa Geçidi" .
Boğaz’ın sularını yüzerek geçen boğa-İnek  (tanrı-çalar çift cinsiyetlidir) Keroessa adında bir kız çocuğu doğurur.
Kız büyüdüğünde denizler tanrısı Poseidon ile evlenerek Bizas’ı  başka bir rivayete göre de Herkül’ü doğurur. Bu karışıklık Grek mitlerinin çağlar içinde, değişik bölgelerde farklı anlatılması yüzünden birbirleriyle iç içe geçmesinden ileri gelmektedir.

Bu rivayete göre Zeus’un torunu olan Bizas, zayıflayan ticaretlerini geliştirmek için kahin Delfi’ye danışır. Delfi  yaptığı kehanetinde Bizas’a yanına denizcilerini alarak kuzeye doğru yönelmesini ve orada “Şeytanın görmeyi unuttuğu yer”  olarak tanımladığı bir bölgeye kolonisini kurmasını söyler.

Askerlerinin gemilerine yükleyen Kral Bizas İ.Ö.667’lerde İstanbul Boğazına kadar gelince, gözüne ilk çarpan bu günkü Anadolu yakasındaki Kadıköy’ün içlerinde E-5 karayolu bitişiğinde bulunan Fikirtepe’ye yerleşerek Calcedon (Kalsedon) adında bir koloni kurar. 17 yıl burada kaldıktan sonra kahin Delfinin aslında bu bölgeyi kastetmediği kanaatine vararak karşıya geçerler ve günümüz Eminönü ilçesine, surları Kumkapı- Küçük Ayasofya Kilisesi arasından başlayıp Çemberlitaş’a uzanarak oradan Yeni Cami önündeki Haliç Köprüsü yakınlarında biten ikinci şehri inşa ederler.

Bizas. İstanbul'u inşa ettrien
Megara kralı
Bu yeni şehre de krallarının adı olan “BİZAS” tan gelen BİZANTİON (Bizansiyon) adını verirler. İ.Ö 196’da İmparator Septimus Severus (193-211) Roma İmparatorluğu idaresine geçen şehrin surları Yenikapı-Aksaray- Fatih- Fener Rum Patrikhanesi çizgisine çekilmiştir. Daha sonraları İmparator II.Teosidiyus tarafından da onarılmıştır. Bu surlar günümüzde mevcut olmayıp harita üzerinde varsa da halen her iki imparatorun adıyla anılmaktadır.

İ.S. 11.Mayıs 330’da Roma İmparatoru I. Konstantin (272-337), Bizantion’u imparatorluğunun yeni başkenti olarak belirlemiş “Nova Roma- Yeni Roma) adıyla yeniden yedi tepe üzerine kurmuştur. 

Günümüz Sultanahmet Camisi önünde dikilitaşların ve Alman Çeşmesinin bulunduğu yerde, Yaklaşık 100.000 kişi alabilen Hipodrom ile birlikte o dönemde şehir adeta yeniden inşa edilmiştir. Daha sonraları şehir imparatorun adı Konstantin ile birlikte anılır olmuş ve Arap tarihçilerinin kayıtlarında da, Hz.Muhammed’in hadislerinde de şehrin adı “Kostantiniye” şeklinde geçmektedir.

Günümüzde halen restore edilmiş haliyle kalıntıları var olan Yedikule’den Topkapı- Fatih Suriçi’nden Haliç Köprüsüne uzanan büyük duvarlar da Konstantin Duvarları adıyla anılmaktadır. Topkapı Surları olarak da bilinirler.
Roma imparatorluğunun tek merkezden idaresini zorlaşması ve diğer uyuşmazlıklar sonucunda Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrılan Roma imparatorluğunun ömrünü uzatacak olan Batı Roma’nın (İ.Ö.395) başkenti ilan edilmiştir. 
Bizans'ın Kuruluştan itibaren üç kez genişleyen surlarını gösteren harita
İran kökenli Mecusiliğe, Zerdüştlüğe, Grek tanrılarına kökleri dayanan Roma Dini, halkının “Allah’ın seçtiği kutsal kavim”  olduklarına olan inançları yüzünden, İranlılara karşı ordularını sevk edememesi üzerine kendine has yeni bir din arayışına geçen Bizans İmparatorluğu, İmparator Flavius Teosidiyus (401-450) döneminden itibaren “sapıklık-ateistlik” olarak niteledikleri Hıristiyanlığa sıcak bakmaya başlamıştı. 

İ.S. 325 Nicea (İznik) Konsülünde alınan kararla, devletin dinin Hıristiyanlık olarak belirleyen İmparator Konstantin ve ardından gelen imparatorlar, Jüstinyen (İ.S.482-565) dönemine kadar diğer dinlere mensup halklarının da dini önderleri sayıldılar. 

Hıristiyanlığın resmi devlet dini kabul edilmesi ile Jüstinyen dönemine kadar özellikle Grek ve Anadolu halkları üzerinde çok ağır vergiler ve işkencelerle yeni dine halkı zorlayan Bizans, halkın çoğunluğunu Hıristiyanlığa geçirmeyi ise İ.S.532’de Jüstinyen’in tahta geçtiğinde Hıristiyanlığı imparatorluğun “tek resmi dini” ilan edeceğini öğrenen muhalifleri (Yeşiller) ile yandaşlarının (Maviler) arasında çıkan Nika İsyanını yandaşlarının kazanması sonrasında başlatacaktır. 

Nika (Grk-Kazan-Fethet) İsyanı;

İmparator Jüntinyen

İstanbul’un Grek kurucusu Bizas’ın geldiği Dor şehrinden getirilmiş güneş Tanrısına ibadet anlamına da gelen Hipodrom’da savaş arabaları ile yapılan yarışlara ve dövüşlere şehrin aristokrat aileleri katılabiliyorlardı. Bu aileler dört ayrı renkle ifade edilen dört takım kurmuşlardı. 

Jüstinyen’in Hıristiyanlığını bilen bu partiler ilk önce ona karşı birleşerek onun yerine eski imparator I.Anastasiyus’un yeğeni olan Hypatus’u (Hipatus)imparator ilan etmek için isyanları başlattılar. Daha sonra Jüstinyen Hipodrom’a giderek Kırmızı ve Mavilere altın, para dağıtarak tarafına çekmeyi başardı.

İmparator Jüstinyen’in destekçileri olan dernekler Mavi ve Kırmızı renkli dernekler olup “Maviler” adını, muhalifleri de Yeşil ve Beyaz renkli dernekler olup Yeşiller adını almışlardı. On binlerce insanın öldüğü, şehrin bütün önemli yapılarının tahrip edilip yakılıp yıkıldığı bu isyanın sonunda galip çıkan Jüstinyen yandaşlarının başarılarıyla bastırılan Yeşiller Hipodromdaki dikilitaşın dibinde toplu olarak başları kesilmek suretiyle idam edilmişlerdi. 

İdam edilen yeşillerin sayısının 40.000 kişi kadar olduklarını Mısırlı tarihçi Zahi Havas’da TRT2’de 1987’lerde yayınlanan bir arkeoloji programında açıklamıştı. Ayrıca Zahi Havas, tarihçi Heredot’un dünyanın yedi harikasından birisi olarak saydığı meşhur Zeus Heykeli’nin de Hipodrom ile adliye arasında, tam Mehmet Ağa camisinin arkasındaki bir çukur bulunduğunu, bu isyan sırasında Hıristiyanlık yanlıları olan Maviler tarafından tahrip edildiğini de belirtmiştir.

İstanbul’un tarihinde dönüm noktası olan olaylardan birisi de 1204’deki Latin istilasıdır.1189-1192 yılları arasında gerçekleştirilen III. Haçlı Seferinde haçlılar sınırlı başarılar elde ettiler.

Papa III.İnnocent
1161-1216
 1197’de Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü haçlılardan geri alması üzerine durumu kabullenemeyen Vatikan kilisesi Selçukluların Anadolu’da hakimiyetleri karşısında sürekli güç kaybeden Doğu Roma imparatorluğunun zayıflığından yararlanmak ve kafir olarak ilan ettikleri Ortodoks Hıristiyan Kilisesini de silmek üzere IV. Haçlı Seferini Roma Katolik Kilisesinin temsilcisi Papa III. İnnocentious’un 1198’de papalıkta verdiği vaazın ardından başlattılar. III. Haçlı seferinde İngiltere kralı Aslan Yürekli Rişar’ın önerisi üzerine Müslümanların “zayıf karnı” olarak tanımladıkları Mısır üzerinden sefer başlatma kararı alınmasına rağmen Venediklilerin itirazı üzerine sefer Avrupa üzerinden başlatıldı. 1204’de Latin orduları olarak da anılan Haçlı orduları İstanbul’u işgal ettiler. Orta ve Batı Marmara’dan Trakya, Selanik’ten Mora Yarımadasına kadar olan sahil bölgelerinde 1204-1261 arasında Latin İmparatorluğunu ilan ettiler.

İşgal boyunca İstanbul’u ve Bizans halklarını acımasızca yağmalayan Latinler büyük nefret uyandırdılar. Her yanda kendilerine karşı çıkan isyanlar gittikçe arttı ve İznik Rum İmparatoru Mihail Palayologos’ın 1261’de Latinleri çıkarıp kendisini Bizans İmparatoru ilan etmesiyle işgal son bulmuştur.

29 Mayıs 1453’de Fatih Sultan Mehmet’in ordularınca İstanbul’un fethinde kalın surları yıkmakta kullanılan topun “yıkılmaz” denilen Bizans surlarını yıkması üzerine şehirlere sur yapmanın bir gereği olmadığı inancı yerleştiğinden kale surları onarılmamış geçen zaman içinde yapılan inşatlarda “hazır taş kaynağı” olarak işe yaramıştır. Bu olay üzerine bütün dünyada şehirlere sur yapılması da terk edilmiştir.

Fetih Osmanlı imparatorluğunun başkenti olarak yaşamını sürdüren şehir, I.Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğunun 30.Ekim.1918 Mondros Ateşkes Antlaşması ile teslim olmasını takiben 13 Kasım 1918’de Haçlı Orduları-Galip Devletler tarafından işgal edilmiştir.

15 Mayıs 1919’da, I.Dünya Savaşına Amerikan halkını ikna etmek için “Müslümanlarca kıyılan Hıristiyan Ermenilerin haklarını koruma” mazeretine bağlı kalmak ve kendi kamuoyunu tatmin etmek isteyen, bu nedenle doğu Anadolu’da Ermenistan, batı Anadolu’da Yedi Kilise bölgesinde (Ege ve batı Akdeniz bölgeleri) bir Grek hakimiyeti kurmak isteyen Amerika’nın isteği üzerine ülkemize saldırtılan Grek ordularının, 30 Ağustos 1922’ de Başkomutanlık Meydan Savaşının (Sakarya Meydan Muharebesi) kazanılmasını 09.Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılmasıyla son bulması üzerine Türk orduları işgalci galip devletlerin ordularının idaresinde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarına dayanmıştı.
Sevr Haritası

Atatürk bundan sonrasını, yeni dünya düzeninin siyasi şartlarını belirleyen Vilson ilkelerine dayanarak savaşla değil antlaşma ile çözmek istemiş ve öyle de yapmıştır. 03 Ekim 1922’de Bursa’nın Mudanya ilçesinde İsmet paşanın başkanlığında bir heyet işgal ordularının ülkemiz topraklarından çıkarılmalarıyla ilgili olarak görüşmeye başlamıştır. Mudanya Mütarekesi olarak da bilinen bu görüşmeler İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının dışındaki diğer konuların çözülmesi geri kalan sorunların Lozan’a bırakılması ile 11 Ekim 1922’de sonuçlanmış,13 Ekim’de de antlaşma imzalanmıştır.

Bu olaydan sonra yeni devletin temellerinin atılmaya başlanmış, antlaşma gereğince 06 Ekim 1923’de işgal kuvvetleri şehri Kuvay-ı Milliye ordusuna teslim etmiştir.

13 Ekim 1923’de TBMM’nin, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olarak Ankara’yı ilan etmesiyle İstanbul İ.S.330’dan beri devam eden aralıksız 1593 yıllık başkent olma özelliğini kaybetmiştir.


Boğazların ve Kanalların Kısa Tarihçeleri;

Tarihte sulama amaçlı en eski kanalların, Irak Mezopotamya’da İ.Ö.4000’lere  ve Pakistan ve Kuzey Hindistan’da İ.Ö.2600’lere,Ahmedabad’ta Girnar havzası İ.Ö.3000’lere, Mısır Nil kıyısındaki  Asvan ise İ.Ö.2283’lere, Çin’de Hong Gou (Beyaz Kazlar Kanalı) İ.Ö.480’lere,İmp.Yang Guang’ın İ.Ö 605-609’da kazdırdığı,Pekin ile Hangzou şehirlerini bağlayan, en dar yeri 30m.olan, 1794km ile dünyanın en uzun kanalı olan Büyük Çin Kanalı’dır. 

İstanbul, Çanakkale, Cebeli Tarık Boğazları;

Aslında Grek olmayan Ama Greklerin kendilerine mal ettikleri Dor kralı Bizas’ın Grek mitleriyle harmanlanmış hikayesinde İstanbul boğazının oluşumunu anlatmıştık. 

Zinanakar Grek Tanrısı Zeus’un karısı Hera’ya suçüstü yakalanmamak için sevgilisi İo’yu beyaz boğaya çeviren Zeus’un numarasını yutmayan Hera’nın boğaya ettiği zulüm sonucu Boğazı tutan dağların boğanın boynuz darbeleriyle yıkıldığını o zamana kadar deniz seviyesinin altına yüksekliğe sahip Marmara, Ege ve Akdeniz coğrafyasının, Karadeniz’i tutan dağların yıkılmasıyla sular altında kalışını hatırlayalım. Bu tarihe kadar Mısır ve Grek halkları ve Avrupa halkları karışık olarak bu çukurda birlikte yaşarlarmış. 
İstanbul ve Çanakkale Boğazları.

Bu tufan felaketiyle bölgede sayısız insan yok olmuştur. Bu efsanenin diğer bir anlatılış şekline göre İo’dan doğan yarı tanrı Herkül’dür. Zeus ona tanrısal güçler bahşetmiştir. 

Onun da tanrılar arasına katılması istenilir ama Hera bu zina çocuğunu sevmez ve sürekli zorluklar ölümcül sınavlarla onu Tanrılar arasında girmekten alıkoymaya çalışır. Bu engellerden birisi de Cebeli Tarık Boğazıdır. Herkül’ün Avrupa ve Afrika kıtalarını ayırarak Akdeniz’den Atlantik okyanusuna geçit yapması istenir. O da devleşerek iki kıyayı ayırır. İnsanlar geçsin diye de dev sütunları denize çakarak taştan bir köprü yapar. Bu yüzden Grek efsanelerine göre tarihi yazan Avrupalılar Cebelitarık boğazını “Herkül’ün Sütunları” adıyla anmaktadırlar.

Evliya Çelebi’nin Grek kökenli Arap kaynaklarından tespit ettiğine göre de İstanbul Boğazının açılmasını İzmir Kadife Kale’yi kuşatan Büyük İskender’in burayı almakta zorlanması üzerine danışmanlarının verdiği talimatla Karadeniz’i tutan dağların kazılarak yıkılması sonucu meydana gelen tufanla bölge halkı ve Kadife Kale’nin kralının orduları yok edilir. Boğazlar, Marmara, Ege ve Akdeniz böyle oluşmuştur. Hatta Evliya Çelebi çağının yakın geçmişinde Mısır’dan Kıbrıs adasına dağların sırtlarından oluşan bir karayolu olduğunu ve zamanla Akdeniz’in dalgalarıyla yıkıldığını anlatır. Cebeli Tarık boğazına da gene “Herkül’ün Sütunları” dendiğini de yazar.

Korint Kanalı;
Korint Kanalı

Yunanistan Mora Yarımadasını Avrupa’ya bağlayan kesimin 1881 1893 yılları arasında Ege Denizini Adriyatik denizine bağlamak amacıyla inşa edilmiş 6,3 km uzunluğunda derinlikleri “8” m ile “84”m arasında değişen genişliği düzensiz, geçişlerin tehlikeli olduğu bir kanaldır. Günümüzde geliştirilen Navigasyon (yol bulma) teknolojisi sayesinde kullanışlı hale gelebilmiştir. Büyük gemilerin geçişlerine uygun olmadığından tercih edilmemektedir. Günde ortalama 30 gemi geçişi yapıldığı yazılır.

Süveyş Kanalı;

Süveyş Kanalı’nın ilk projesinin Rusya’ya kadar Avrupa’yı, Somali’ye kadar Afrika’yı ve o zamanın dünyasının fatihi olan Firavun Sesostris diğer adıyla Senusret olduğu kanalın Acı Göl ve Timsah Gölü bölgesine kadar kazıldığı hatta dar bir geçit de açıldığı Strabo, Eflatun, Herodot  kaynaklarında geçmektedir.  Senusret’in kanalı Nil’den Kızıldeniz’e bağlanan 60.km’lik bir kazıyı gerektirmekteydi.

İleriki dönemlerde 26.Mısır Hanedanının Firavunu II.Necho (Neku- İ.Ö.610 BCE – 595) döneminde Bubastis,Tumilat Vadisi ve Heroopolis (Süveyş) Körfezi arasında kazıldığı ancak Pers İmparatoru büyük Daryus’un “nehir sularının deniz suları ve toprakla karışarak kirleneceği ve tabiatın dengesini bozacağı gerekçesiyle kazıyı engellediği” Aristo’nun Meteoroloji adlı eserinde geçmektedir.

Kynk-M. J.M. Le Père, ingénieur en chef, inspecteur divisionnaire au corps impérial des ponts et chaussées, membre de l'Institut d'Égypte, p. 21 – 186
Montet, Pierre. Everyday Life In The Days Of Ramesses The Great (1981), page 184. Philadelphia: University of Pennsylvania Press.
Silver, Morris. Ancient Economies II (Apr. 6, 1998), "5c. Evidence for Earlier Canals."

1886’da Fransız Ferdinand de Lesseps’in oğlu Charles de Lesseps’in Süveyş’İn 130km  uzağında Kabret’te bulduğu çok iyi korunmuş pembe granitten yapılmış bir anıta Shaluf Stele (Şaluf Stele’si) adı verildi. Bu stele anıtta, Büyük Daryus’un (İ.Ö 522-486) Neku dönemindeki Süveyş Kanalını faaliyete soktuğunu v e kanalın İran, Kızıldeniz, Mısır ve Akdeniz arasında gemi taşımacılığını amaçladığı belirtilmektedir.Neku’nun kanalının Asur Kralı Nebukadnezar tarafından engellendiği yazılıdır.

Farsça olan anıt yazıtlarının tercümesinde;
“Kral Daryus diyor ki; Ben İran’dan yola çıkmış Mısır’ı fethetmiş bir Persim. İran’da başlayan denizin Mısır’a bağlanması için Mısır’da akan Nil adlı Nehirden bir kanal kazılmasını emrettim. Bunun için Mısır’dan İran’a gemilerin gidebilmeleri için bu kanalın kazılmasını emrettim”. Demektedir.
Kynk-William Matthew Flinders Petrie, A History of Egypt. Volume 3: From the XIXth to the XXXth Dynasties, Adamant Media Corporation-S.366
Barbara Watterson (1997), The Egyptians, Blackwell Publishing-S.186
Süveyş Kanalının sağladığı kolaylık ortada!

Hindistan Otoyolu” olarak da bilinen Süveyş kanalı projesi 1798’de Fransızların Mısır’ı işgal etmesinin ardından 1799’da Fransa’dan orduyla birlikte gelmiş olan haritacılar, coğrafyacılar, mühendisler ve bilim insanları yaptıkları araştırmalarda bölgede daha önce “kanal kazısı izlerine” rastladıklarını rapor etmişlerdir. Raporlara dayanarak Napolyon Bonapart tarafından hayata geçirilmek istenmiş ve ilk “olabilirlik (fizibilite) raporu hazırlatılmıştır.

1798-1802 arasında süren İngilizlerin Fransız donanmasını İskenderiye limanına gömmesi , Avusturya ve Rusya’nın da İngiltere-Osmanlı yanında yer alarak Fransa’ya savaş açmalarının ardından gelen yenilgilerle ile Fransa’ya zor kaçan Napolyon’un ardından Mısır, İngilizlerin Osmanlı’ya verdiği en yeni top ve silah teknolojisi ile desteklenen Osmanlı Ordusunun, koalisyona katılan Avusturya, Rusya’nın ve İngilizlerin ortak çabalarıyla 1802’de Fransızlar bölgeden temizlenmiştir.

Daha sonra “yarı Osmanlı yarı İngiliz” görünümlü bir idareye kavuşturulan Mısır zamanla İngiliz sömürgesi haline gelmiştir.  1859’larda başlatılan kazılar on yılda tamamlanmış ve kanal 164 km uzunluğu, en dar yeri 300m. Olan genişliği ile "deniz seviyesinde” inşa edilmiştir. Bu kanal sayesinde Avrupalı ticaret gemileri Asya ve Pasifik ülkeleri ile olan taşımacılık işlerinde Afrika kıtasını dolaşmaktan kurtulmuşlardır. 

Panama Kanalı;

Panama Kanalı
Kuzey ve Güney Amerika kıtalarının tam ortasında bulunan dar bir toprak parçası üzerinde bulunan Panama devleti toprakları üzerinde ABD tarafından inşa edilen kanal I.Dünya Savaşı arifesinde tamamlanmıştır. Deniz seviyesinden 28m yükseklikte bulunan kanal deniz suyu ile doldurulup boşaltılan havuzların düzenli bir şekilde çalıştırılmasıyla taşımacılık yapmaktadır. Bu kanal sayesinde ticaret gemileri bütün Güney Amerika kıtasını dolaşmaktan kurtulmuşlardır.77.km uzunluğundaki kanalın inşaatında 27.500 kişi sıtma, sarıhumma gibi hastalıklar ve iş kazaları sonucu ölmüştür. Yılda 14.000 kadar geminin geçtiği belirtilmektedir.

İlk kez 16.yy.’da  1534’de Kutsal Roma Germen İmparatoru V.Caharles tarafından kazılması düşünülen kanalın Fransızlarca kazılmaya başlanıldığı yıl 1880’dir. İnşaat sırasında 21.900 kişinin sıtma, sarıhumma ve toprak kaymaları yüzünden ölmesi üzerine kazı iptal edilmiştir. Kanaldan geçiş yaklaşık “9” ile “10” saat kadar sürmektedir.1999’dan beri Panama hükümetine ait Panama Kanal Otoritesi adlı kurum tarafından yönetilmektedir.

Nehir Taşımacılığı Merkezli Diğer Kanallar;

Fransa Kanalları (150 kadardır)

Hollanda Amsterdam Kanalları (Başlıca 10 tane kanaldan oluşur.)

Almanya Kanalları (Ülke içindeki nehirler üzerine kurulmuş 42 Kanaldan oluşur.)

İrlanda Kanalları (K.İrlanda ve İrlanda Cum.lerinde inşa edilmiş 13 kanaldan ibarettir.)

Rusya Kanalları ( Hazar Denizinden Baltık ve Beyaz Denize bir çok nehir üzerinde  21 kanaldan oluşur.)

İngiltere Kanalları (Nehirleri su kemerleri ile bağlayan sistemlerle beraber 100 adettir. İskoçya 9,Galler ,8 toplamı 117 kanaldır. Bunların dışında taşımacılık yapılamayan 52 kanal daha vardır.

Kanada Kanalları (Ontariyo Gölü,Yeni skoçya ve İngiliz Kolombiya’sında  toplanan 12 kanal vardır. Ayrıca 3 tane de kullanılmamaktadır.)

Amerika Kanalları   (Taşımacılık yapılabilen nehir kanalları ve Panama dahil 35 kanaldır. Taşımacılık dışı 75,25 tane sulama-endüstri amaçlı, 5 tane de doğal kanal vardır. Toplam 140 kanaldır)

İkinci Boğaz Projesi;

28 Nisan 2011 günü başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Çılgın Proje” adıyla açıkladığı İstanbul’a II.Boğaz”  projesi ile ilgili konuşmasından yapılan bazı alıntılara dikkat edelim;

“Ecdadımız Abdülmecid, 1856 yılında bir proje hazırladı, boğazın altından geçiyordu. O başlayamadı, projeyi tamamlamak biz torunlarına nasip oldu. Dedelerimize diyoruz ki, ruhunuz şad olsun, siz bize ışık verdiniz ve biz o izde yürüyoruz. Marmaray'la kalmadık, onun hemen güneyinde ikinci bir tüp geçidin temelini attık, araçlar için. 2013 sonunda Marmaray, 2014'te de diğer tüp geçidi bitiriyoruz. Türkiye hazır, hedef 2023.”






















“İki yarım ada ve bir ada oluşacak. Karadeniz ve Marmara arasına yaklaşık 45-50 kilometre uzunluğunda bir kanal yapıyoruz. İstanbul'a 'Kanal İstanbul'u kazandırıyoruz.
Panama, Süveyş kanalıyla kıyas dahi kabul etmeyecek yüzyılın en büyük projelerinden biri için kolları sıvıyoruz.
Kanalın su derinliği yaklaşık 25 metre, genişlik 150 metre civarında olacak. Taban genişliği ise 120 metreyi bulacak. Kanaldan bugün dünyanın en büyük gemileri geçebilecek.
Kanal üzerine inşa edeceğimiz köprülerle kara ve demiryolu ulaşımı hiçbir kesintiye uğramayacak. Üçüncü köprünün bağlantı yolları da bu kanal üzerinden geçecek.

İstanbul Boğazı'ndan günde ortalama 149 gemi geçiyor ve yeni kanal deniz trafiğini artıracak. Şu anda gemilerin Boğaz'dan geçmek için bekleme maliyeti yıllık 1.4 milyar doları buluyor, bu maliyet ortadan kalkacak.”

Oysa başbakanın bu projesinin Hürriyet Gazetesi'nin 18 Ocak 1994 tarihli sayısının birinci sayfasında "Ecevit'ten mega proje" olarak açıklandığına tanık olmaktayız.

Şimdi de 10 Ağustos 1920’de Fransa Paris’e 3. Km uzaklıkta bulunan Sevres şehrinde imzalanan meşhur “Traite de Sevres” olarak da bilinen Sevr Antlaşmasının İstanbul, Boğazlar ve Trakya ile ilgili hükümlerine bir bakalım;

1-·  Sınırlar (madde 27-36): Edirne ve Kırklareli dahil olmak üzere Trakya'nın büyük bölümü Yunanistan'a, Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre kent merkezleri Suriye'ye bırakılacak, İstanbul Osmanlı Devleti'nin başkenti olarak kalacak;
2-·  Boğazlar (madde 37-61): İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak; Boğazlar'da deniz trafiği on ülkeden oluşan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek; komisyon gerekli gördüğü zaman Müttefik Devletler'in donanmalarını yardıma çağırabilecek;

İstanbul, Boğazlar ve Marmara'nın Anadolu kıyılarının tahkim edilmemesi ve buraların Karma Boğazlar Komisyonu'nca kontrolü istenmektedir. 1936 Möntrö Antlaşmasıyla da bu sorun tam olarak çözülememiş ve uluslararası ticaret, askeri ve her türlü mal nakliyesi yapan gemilerin boğazlardan geçişleri de serbesttir. 
1920'de Sevr ile "SARI" renkle Yunanlılara verilenTrakya bölgesi-Tayyip'in Kanal kazımı da o sınırdan başlayacak!

1999 AGİT  (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) İstanbul toplantısında alınan kararlar gereğince gemilerin sintine boşaltmalarının engellenmesi ve kılavuz kaptan almaya teşvik edilmeleri sağlanmıştır. Gene de boğazdan geçen özellikle petrol veya ürünlerini taşıyan büyük tankerlerin yaratabilecekleri tehlikelerin önü alınamamıştır.
Buraya kadar ister mitolojik, ister antik, Orta Çağ ve isterse Endüstri Devrimi ve sonrası açılan kanallar olsun bunları hepsinin herkesçe kabul edilebilir önemli nedenleri vardır.

Sabah Gazetesinin yayınladığı 
"tam güzergah",Yunanistan 
SEVR-TRAKYA SINIRLARI İLE AYNI
Korint Mora yarımadasını, Süveyş Afrika kıtasını, Panama Güney Amerika kıtasını, Don-Volga Hazar Denizini Karadeniz’e ve diğerlerinin hepsinin olmazsa olmaz gerekçeleri vardır.
Başbakanımızın amacı eğer boğazlardan geçen petrol gemilerini Boğaziçi’nden uzak tutmaksa, zaten 1936 Montrö antlaşmasına göre gemileri “beleş olan Boğaziçi yolunu tercih edeceklerdir. Sonunda herkesin amacı para kazanmak değil mi?

İkinci olarak bu petrolün taşınması için Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı yetersiz kalıyorsa Karadeniz’e komşu ülkelerle görüşülerek, Kırklareli- İğneada’dan Saroz Körfezine bir boru hatta çekilir. Zaten 1970’lerden beri dünyadaki petrol rezervlerinin ömrü  üzerine uzmanlar durmadan “30” yıllık dönemlerle ömür biçmiyorlar mı?
Otuz yıllık bir kaynak için geçmişte Grek tanrılarının bile değiştirmeyi uygun bulmadığı coğrafyayı değiştirmeye değer mi hiç?


RE.T.E'nin Adası
İkinci olarak yapılan projeye bakıyoruz, yeni boğazın etrafı Dubai usulü muhteşem konutlarla doldurulmuş ve etrafı gene yerleşime açılmış, uzmanların açıklamalarına göre 48.milyon nüfuslu İstanbul.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?  Demek ki projenin petrol gemilerinin tehlikesinin uzaklaştırılması hikaye. Madem insanları korumak için yapıyorsun ikinci boğazı niye yerleşime açıyorsun?

Efendim orası kontrollü olacak. O yüzden açıyoruz. İşte gemiler yalılara falan girmeyecek.

İyi de gemilerin kazaları her zaman “kaza” değildir.1979 İndependenta olayını eğer 12 Eylül Darbesinin hazırlayıcılarının ABD işbirliği ile zamanın SSCB’sine karşı cephe aldığını hesap edersek o kazanın pek de tesadüfi bir kaza olmadığını kavramak için M.İ.T veya C.I.A  başkanı olmaya gerek yoktur.

Bu gemilerin özellikle SSCB-Rusya ve ABD siyasi dengelerinin bozulduğu ve ABD kucağını sıcak bulup Rusya’dan uzaklaşan siyasetlere geçişimiz esnasında oluşan bu kazalar, hiç merak etmeyin o kanalın tam ortasındayken de aslanlar gibi oluverirler.

Aynen Adnan Menderes’in memleketi ABD-NATO Haçlı yapılanmasına köle ettiği yıllarda meydana gelen sayısız yangın,sabotaj ve depremler gibi, ortam oluştuğunda bunların engellenmesi gene engellenemez.

Yapılması planlanan II. Boğaz ile de boğazlardan bedava geçen gemilerin bu yeni kanaldan ücret ödeyerek geçmelerinin Türkiye gibi İngiltere-ABD merkezli siyasetlerle yönetilen, ordusu gün geçtikçe tasfiye edilen, kara, hava nakil vasıtalarının ve silahlarının tamamı NATO ordusuna ait olan, kendisine ait ne silah ne savaş sanayii olan “yarı sömürge” bir ülke ile doğacak sorunların altından nasıl çıkılabileceği, yapılacak baskılara hangi orduyla direnileceği de haklı endişelere sebebiyet vermektedir.
Küçük Cekmece-II.Boğaz (Olası)

Bu projenin açıklandığı gün görsel basında yapılan tartışmalarda katılımcılar, 2023 yılına kadar İstanbul nüfusunun 48 milyona çıkarılabileceğinden bahsetmişlerdir. Bu gün 15 milyon civarlarında olduğu bilinen İstanbul’un nüfusunun bu rakamlara ulaştırılması için doğu Anadolu’daki terör örgütünün bölge halkını İstanbul’a kovalamayı sürdüreceğini çıkarmak için fal açmaya gerek yoktur.

İstanbul’a doldurulan Kürtler ve diğer işbirlikçileri, terk ettikleri topraklarını da bu gün işbirlikçiliklerini yaptıkları Yahudi, Ermeni, Arami, Süryanilere ve AB-D- NATO koalisyon ordularına ve onlarla gelecek olanlara terk etmiş olacaklardır.

İklimlere ve hava olaylarına da artık hükmedebilen AB-D koalisyonu “Ham ve Yafes peygamberlerin melezi, Yahudi Bedevi Melezi Kureyş mevalisi olan Kürtlerin de” dolduruldukları ve “kaçarı” olmayan, dört yanı suyla çevrili bu yeni  “Bizans Adasında” doğal felaketler, salgın hastalıklar ve son olarak NATO- Haçlı” operasyonlarıyla temizleneceklerdir.

Bunu nereden mi çıkarıyorum. Yeryüzünü yaklaşık 800 yıldır yönettiğini iddia eden Mason Tapınak Şövalyelerinin Tevrat ve İncil düşkünlüğünden ve 2001 İkiz Kule operasyonunun ardından ABD başkanı G.W.Bush’un “CRUSADE-Haçlı Seferi” ilan etmesinden ve ilgili kitapların ayetlerinden.
Buyurunuz;
Şimdi de İncil’e bakalım;
İsa tasviri

İSA SOY SEÇİYOR
İBRANİLERE MEKTUP-2;3-İsa İnsan doğası ile özdeş oldu:Ayet:16;Çünkü hiç kuşkusuz, meleklerle özdeşleşmeyi üstlenmedi.Bunun yerine İbrahim soyu ile özdeşleşmeyi üstlendi
17;Bu nedenle her bakımdan kardeşleri gibi olması gerekti.

TANRININ SEÇİLMİŞ HALKI

İncil-Vahiyler Bölüm-Seçilmiş halkın imansızlığı1;5-
9;4-Onlar İsraillilerdir.Onlara her şey verilmiştir:Tanrı çocukları olma yetkisi,yücelik,anlaşmalar,ruhsal yasa,ruhsal hizmet,vaatler.
5-Üstelik onlar,ataların soyundandır.
6-Beden açısından Mesih de onlardan geldi.

Vahiy 6:7
İsrailoğullarından 144.000 kişi kıyamet öncesi azap görmemek üzere mühürleniyor;
7:5;1-Yahuda soyu 2-Ruben Soyu 3-Gad Soyu, 4-Aşer Soyu 5-Naftali soyu 6-Manase soyu 7- Simeon soyu 8- Levi soyu 9-İssakar soyu 10- Zebulun soyu 11-Yusuf Soyu 12-Benyamin soyu olmak üzere 12 soydan 12’şer bin kişi toplam 144.000.kişi mühürlenir.

KURAN-ALİ İMRAN SURESİ:
33-“Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ,İmran ailesini seçti, alemlerden üstün kıldı..”
59- “Allah katında İsa’nın durumu, Adem’in durumunun aynıdır. Onu da topraktan yarattı ve “OL” dedi ve oluverdi.”

Uluslar Cezalandırılıyor, Bölüm 20;(Allah’ı görünce dünya kaçar!)

Son Yargılama Ayet 11:”Sonra büyük beyaz bir taht ile üzerinde oturanı gördüm. Yer ve gök önünden kaçtı gitti. Geride izleri bile kalmadı”.
12:Sonra küçük büyük ölülerin tahtın önünde durduğunu gördüm. Kitaplar açıldı. bDerken başka bir kitap açıldı.Bu yaşam kitabıdır. Ölüler yaptıklarına yaraşır biçimde kitaplarda yazılı olanlar uyarınca yargılandı.”
13:”Deniz kendisindeki ölüleri verdi,ölüm ve ölüler ülkesi kendilerindeki ölüleri verdiler.Herkes yaptıklarına yaraşır biçimde yargılandı.”
14:Ölüm ve ölüler ülkesi ateş gölüne fırlatıldı. Bu ikinci ölümdür. Ateş gölü.
15:Adı yaşam kitabında yazılmamış herkes ateş gölüne atıldı.”

Vahiyler Bölümü “GÖĞÜN İÇİNDEN İNEN KUDÜS (YERUŞALEM) Her şeyi yeniden yapıyorum” Bölümümde Tanrının önünden dünyanın kaçıp gitmesinden sonra, yukarıda “günahsız olarak mühürlenen 144.000 Yahudi’ye teslim edilmek üzere ” yerine denizleri olmayan yeni bir dünya koyacağını ve kutsal Kudüs’ün gökten ineceğini anlatır.

Her şeyi yeniden yapıyorum-Ayet 21:”Sonra yeni bir gök ve yeni bir yer gördüm. Çünkü gök ile ilk yer geçip gitmişti. Artık deniz de yoktu. Kutsal kentin yeni Yeruşalem (Kudüs)in göğün içinden Tanrı’dan inmekte olduğunu gördüm. Kocası için süslenmiş bir gelin gibi hazırlanmıştı. Taht’tan gür bir ses duydum. ”Şöyle diyordu; ”İşte bakın, Tanrı’nın konutu insanlarla birlikte! Tanrı insanlarla bir arada yaşayacak. Onlar, O’nun halkı olacak. Tanrı da onlarla birlikte olacak.”

Ayetlerde de görüldüğü gibi sonunda dünyaya  Yahudi  hakim kılınacaktır. Diğer kavimler temizlenecektir. Bu temizlik işine zaten birinci ve ikinci dünya savaşları ile devam edilmiş son olarak 2001’de açılan son haçlı seferi ile yeniden gaz verilmiş,Libya işgali, Suriye’nin tehditi ve Müslüman ülkelerde Bahai-Nurcu kripto Hıristiyanlarca çıkartılan karışıklıklarla da “demokrasi getirme” adı altında sürdürülmektedir.

Hirant Dink’kin de öldürülmeden önce dile getirdiği yazılıp çizilen Türk Düşmanlığı” kokan şu sözlerini hatırlayalım;
“Pis Türk kanları ile kirlenmiş bu topraklar, temiz Ermeni kanlarıyla yıkanarak temizlenecektir, böylece Haç bu topraklara hakim olacaktır….”

03 Kasım 2003 seçimleriyle iktidara gelen AKP’nin icraatlarına, açılımlarına baktığımızda sürekli Nuh peygamberin oğlu Sam peygamber soyundan geldiği Tevrat’ta iddia edilen kavimlere yönelik açılımlardır;

1-Ermeni (Arman) açılımı,

2-Kürt açılımı (Yahudi Bedevi melezi Semitik Arapların mevalileri “köleleri” oldukları Şeyh Hadi şeytanının Mushaf-ı Reş’inde yazmaktadır. Yahudi ve Hıristiyanların köleleridirler. Sünni İslam dedikleri Hz. Muhammed’in bildirdiği Kuran İslamı değil, Kuran öncesi Mecusi Yezidi İslam’ıdır.Bu yüzden Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi ve Fethullah Gülen onların tanrılarıdır. Vat edilen toprakları Yahudilere teslim edecek kölelerdir.)

3-Grek (Yunan) açılımı- Karadeniz’in Lazlarından Kıbrıs’ın Rumlarına,12 milden vazgeçilmesinden  …

4-Roman Açılımı- İ.Ö 400 ‘lerde meydana gelen kuraklık sonrası yeryüzüne dağılan Hint kabileleri.

5-Arap açılımı- Aslında Grek-Bedevi-Hint karışımı Kripto Grek olarak da nitelenebilecek Arami-Süryanileri içine alan bir açılımdır.1915’e kadar Masonların ve Vatikan’ın destekleriyle çıkartılan Ermeni isyanlarına destek verdikleri için Gürcistan’a kaçan ve Batum’a yerleştirilen İşbirlikçi gayri Müslüm Araplardır. Arkasından toprak talebi tazminat içeren bir “Süryani Soykırımı”  iddiası Avrupa Parlamentosunda hazır bekletilmektedir. Yezidi Kürtler için de aynısı hazırdır.
Eşbaşkan Başbakan'ın B.O.P Projesi Haritası

İşte, 19.yüzyılda Bakü petrollerini emniyete almak isteyen Mason Rockefeller ve Fransız Rotschild ailelerinin teşvikleriyle isyanlar çıkaran Ermeni, Arami-Süryani, Yezidi Kürt ihanetlerinin faillerinin hain nesilleri, bu yeni kanal projesi ile İstanbul Boğazı, Çatalca-Silvri çizgisinde açılan kanal arasındaki bu yeni Bizans Adasına” önce doldurulacaklardır. Ardından da “ihanetleri yani hizmetlerinin karşılığı” olarak yok edilip temizlendikten sonra bölge Semitik Yahudi- Grek- Hint- Arap kökenli küresel sermayenin üsleneceği, Avrupa borsasının taşınacağı 21.yüzyılın Bizans Adası olacağı şüphesizdir.

Başından beri İstanbul’u başkent yapmak istediğini açıklayıp duran başbakan, ilerisi karanlık, şeytani masonik semitik, sinsi Tapınak Şövalyelerinin masalarında hazırlanmış İlluminatici (Nurcu) projeleri kendisininmiş gibi yutturmayı sürdürmektedir.

Proje efendim yok Ecevit’e yok Sultan Abdülmecit dedesine (!) aitmiş. Valla boş şeyler. Osmanlı’yı yıkan, Atatürk’ü ilaçlayan da bu Tapınakçı, İlluminatici Masonların siyasetleriydi. Nereden oluyorsa Batum Süryani’si başbakanın ecdadı, dedesi Sultan Abdülaziz, Avcı Mehet’ten sonra kaldırılan “kardeş katli” sonucunda haremin altındaki dehlizlerde yaşayan bir “kafes padişahıydı”. Devşirme paşalar ve maşalar yani başbakanın asıl “dedeleri” o kafesteki padişahların hangisinin kellesinin vurulacağını, hangisinin de tahtta ne kadar kalacağını İngiliz- Vatikan emirlerine göre belirliyorlardı.

Başbakanın aradığı ne “Yeni Osmanlı” ne “Büyük Türkiye’dir?”

Başbakan’ın aradığı Haçlılara teslim edilmiş, köleleştirilmiş bir “Türk İslam Dünyasıdır”

Ezilen milletlerin “iflah olmaz şekilde”  köleleştirilmesidir.
Boğazlar ve Gemiciliğe uygun nehir kanallarının ilahi ve endüstri devrimi şartlarına göre yapılış nedenleri akla uyuyor ama başbakanın gerekçeleri hiç akla uymuyor!!!

Keykubat

Masonların ve Yahudilerin kıyamette Allah'ın yeryüzünü Yahudilere teslim edeceği inancına dayalı olarak Türk ve Müslümanlar üzerinde "soykırımı içeren "Yecüc-Mecüc" siyaseti güttüklerine delil benim çok sayıda yazımın dışında yabancı kaynaklar da önemle işaret etmektedirler.
Başbakan RE.T.E'nin (RITE) ağzına "TÜRK" adı almamasındaki işin sırrı kendisinin de Mason Rotschild'lardan aldıkları desteklerle,Türk askerini arkadan vuran sıkıyı görünce de Ermeni ve Yezidi Kürt çetecilerle birlikte Ermenistan ve Gürcistan'a 1915'de kaçan, Süryanilerin yerleştirildiği Batum'lu olması yetmez mi?;
İşte bir video ama İngilizce;"10" bölümlük videonun ilki;