İslam'da yeni hiç bir ibadet, gelenek, inanç yoktur. Hepsi kendinden önceki dinlerde az farklı olarak vardır. Bu yüzden İslam bir dayatma olarak algılanmış ve kılıçla kabul ettirilmiştir. Bu gün Müslüman savaşları, o kılıçla kabul ettirilen İslam'dan bu gün Müslüman kimliğinde "siz bize böyle inanın diye dayattınız, şimdi biz size böyle inanın diye dayatıyoruz" diyen ve gerçek inançlarını İslami tarikat, cemaat adları altında gizleyen kavimlerin öçlerini almaları yüzünden her gün Müslüman kanı akmaktadır.
Geçen 1400 yıl içinde oluşturulmuş bir İslam kültürünün din olduğuna inananların ise Vehhabilik ver ardılı yeni uydurma dinlere girmek ile imanlarının tehlikede olduğunu, bu yazıda geçen tarihi olayları mutlaka ibretle okumaları menfaatleri icabıdır.
İslam ve Hristiyanlık Öncesi Arabistan Yarımadasında Kavimlerin, Dini İnançları ve İbadetleri;
İslam’ın ortaya çıktığı 611 ile peygamberin öldüğü 632 yılına kadar Arap yarımadasındaki dinlerin, halkların bilinmesi, son 250 yıldır İngiliz Masonlarının çıkardıkları (1)Vehhabilik(2)Hint Kadıyanıiliği, (3)İran Bahailiği, (4)Mısır Molla Efganiliği, (5)Gregoryen Ermeni Işıkçılığı ve Süryani-Ermeniler ve Yezidilerin ortak inançlarını yani Ortodoks Doğu Kiliseleri Hristiyanlığının “İslam” adıyla verildiği (6)Said-i Kürdi Nurculuğu olmak üzere altı yeni din, cumhuriyet döneminde Adıyaman Protestan Ermenilerinin devşirmelerinin eklediği (7) Menzil tarikatına İslmailağa ve nice bozuk İslam kılıklı, şatanist kara çarşaf-peçe, erkeklerde sarık, cübbe, jilet ve makas vurulmamış sakal gerektiren, Keldani, Sabi (Sin, Nasturi, Süryani, Yakubi, Şemsi Hristiyanlıklar) dini ve Hristiyan-Yahudi mezheplerinin ülkemizde İslam maskeli halleridir.
Bunu çözebilmek için, hadis kitapları, şeri yasaların temeli olan Kur’an, hadis, kıyas, icma gibi Kelam ilmi kaynaklarının bu güne kadar yararının olmamasının tek sebebi, İslam araştırmacılarının İslam ile birebir ibadetleri, gelenekleri benzeyen dinleri okumamalarından kaynaklanır.
Okuduklarında da İslam diye neyi bırakacaklarını da gerçekten merak etmekteyim.
Sebebi ise, İslam’ın temel şartları olan “Lailaheillallah Muhammeden resululullah” ilkesi, Muhammet ile başlayan kısmı çıkarıldığında Sabilik Yahudilik ve Ortodoks Hristiyanlığında vardır. Sabiler 6000 yıldır bunu söylerler.
Besmeledeki “er rahman er rahim” tanrı ile Bakara 155 Ayetle Kürsi de Ali İmran 2,3. Ayetlerde geçen “Hay-Hayyülkayyüm” tanrı Sabilerin ilk yaratılış tanrısıdır. Sabi, Yahudi ve Sabiliğe Greklerin binlerce yıldır söyledikleri şeylerdir.
30 gün Müslüman orucu artı 40 gün domuz eti Hristiyan orucu toplam 70 gün, hepsi Sabilerin ibadetleridir.
Namaz, rekatlarına ve vakitlerine kadar Sabilerde yedi, beş, Nasturi Hristiyanlarda, Zerdüştlerde beş, Yezidilerde üç vakit olarak vardır. Eskimolarda bile altı ayda bir gün ve gece olduğundan senede iki kez güneşi rükuya eğilerek selamlama, bazı yerlerde secde ederek toprağa değen gün ışığını öpme olarak vardır. Hindular, Brahmanlar, Şiva, Budist, Can (Jain) dinleri tapınanları, Can dini Çinlileri, Şinto/Budist Japonlar hep namaz kılarlar.
Bu nedenle Kur’an’da dört ayet Zerdüşt/Mecusi, Sabi, Yahudi, Hristiyanların iyilerinin cennete gideceğini bildirir.
Yahudilerin iyilerinin cennete gireceğini belirten Bakara 2:62 ayet tefsirinde, Elmalılı Hamdi Yazır, kendisinden önceki Kuran tefsircilerine göre Yahudiliğin tanımını şöyle yapmıştır;
Hileci Yakup peygamber, kör babası İshak peygambere hile ile kendini kutsatırken |
“…Yahudi: Arapça'da (hâde-yahûdü-hevden) esasen tevbe etmek mânâsına olduğu gibi, Yahudi olmak mânâsına da gelir. Deniliyor ki, Araplar arasında bunlara Yahudi denilmesi, ya daha önce geçtiği gibi, buzağıya tapmaktan vazgeçip tevbe etmeleri dolayısıyladır, yahut da "Yahûza" isminin Arapça söylenişi sebebi iledir.
Yahûza ise Hz. Ya'kub'un on iki evladının en büyüğünün ismidir. (Tevrat’ta ise Ruben’dir . Yahuda 4.çocuğudur; Yar.29: 32 Lea hamile kalıp bir erkek çocuk doğurdu. Adını Ruben*fy*koydu. "Çünkü RAB mutsuzluğumu gördü" dedi, "Kuşkusuz artık kocam beni sever."D Not 29:32 "Ruben": "Bak, erkek çocuk!" anlamına gelir. Yar.29: 35 Dördüncü kez hamile kaldı ve bir erkek çocuk daha doğurdu."Bu kez RAB'be övgüler sunacağım" dedi. Onun için çocuğa Yahuda*fb* adını verdi. Bir süre doğum yapmadı. D Not 29:35 "Yahuda": "Övgü" anlamına gelir. A.Yavuz)
İsrail Adının Kökeni;
Yar.35: 10 "Sana Yakup diyorlar, ama bundan böyle adın Yakup değil, İsrail olacak" diyerek onun adını İsrail*fş* koydu. D Not 35:10 "İsrail": "Tanrı'yla güreşir" anlamına gelir.
Buna göre; Yahudî, İsrailoğulları'nın on iki boyundan birincisinin adı olması gerekirken, öneminden dolayı zamanla bütününe birden isim olmuştur. Bu demektir ki, "Yahûd" cins ismi olarak kavmin veya boyun adıdır. Tekil olarak kullanıldığında "Yahudî" denilir ki, o kavme mensup olan kişi demektir…”
Bakara 2:63 Ayet’te Mısır’dan Sina yarımadasına sürülen, Turu Sina’da Tevrat’ın ilk On Emri taşlara kazınarak verilmesi işlenir;
2:63.. “Ve hani sizin mîsakınızı almış, yani Hz. Musa'ya sağlam bir ahd ile bağlı kalacağınıza, verdiğimiz kitabın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınacağınıza dair olan mîsakı size teklif etmiş, ve Tûr'u, o mübarek dağı başınıza iniverecek gibi bir vaziyette üstünüze kaldırıp size verdiğimizi kuvvetle, kemâl-i ciddiyet ve samimiyetle tutunuz, içindeki mân â ve kapsamı belleyip düşününüz bu sayede belki sakınır korunursunuz, her iki dünya hayatında korunmuşlardan olursunuz, demiştik. Ve bu sûretle sizden sağlam bir söz almıştık.”
Ve tefsiri;
Musa On Emir Turu Sina/Sion dağında |
Musa çağında Mısır güneş tanrısına tapınırdı. Sina dağı ise, Babil gök tanrısı Enlil’in oğlu hırsız, kovulmuş şeytan Sin’e tapınma dinidir. O çağlarda, bir hastalığa yakalanan, çocuğunu doğuracak bir ana tapınağın bahçesine bırakılır iyileşmesi beklenirdi. İyileşmez ise güneşe tapınan asil toplumdan olsa da şehir dışına sürülürdü ve artık şeytanın askeri olduğu kabul edilir, lanetli kabul edilirdi. Yahudiler de aynı şekilde tapınak bahçesine bırakıldıkları halde iyileşmeyince önce Avaris taş ocaklarına sonra da Sina yarımadasına sürülmüşlerdir. İyileşenlerinin Filistin Ürdün tarafına geçmelerine izin veriliyordu. (Kynk-Mısır tarihçisi Maneto. Ptolomeus’un tarihçisi, ilk Mısır tarihini toplu yazan tarihçi MÖ.IV.yy “Yahudi Kültü adilyargicblogspotcom daki yazımda Maneto’dan dilimize çevirilerim vardır.)
Bu bilgiler ışığında Süryanilerin Yahudileri şeytana tapınanlar ilan etmeleri yerindedir. Çünkü Sin, kızları Ereşkigal ile İnanna şeytandır. Sin, babası Enlil yıkanırken kudret tabletlerinin bulunduğu elbisesini çalıp kuş olup dağlara kaçar. Nergal onu kaçarken uçan dairesini Aden’de düşürür. Sonra tabletler ondan alınır. Kızı İnanna, büyük dedesi baş tanrı Anu/Aan, dedesi Enlil le evlenir, amcası Enki, ile Hint okyanusunda su altındaki sarayında ilişkiye girer, serhoş edip uyutur onun da bilgelik tabletlerini çalar. Bunlar sonra çöle sürülürler. Zamanla Babil döneminde “Baal ve kızları El Lat, Menat adlarını alır ve Hicaz çölüne sürülür Ka’be’yi iki kızıyla inşa ettiği yazılır. Kısaca, Sabilerin dini kaynaklarında geçtiği gibi Sin mezhebi şeytan ibadetidir. (Antik Sabiler ve Din Kitapları worldpresscom. yazım) Yahudilerin teke şeytan Molek’e çocuk kurban ettikleri, bu yüzden lanetlendikleri defalarca Tevrat’ın konusu olmuştur.
Peygamberliği Tevrat hükümlerine göre ilk doğan büyük oğlu Ruben’e vermesi gerekirken, Ruben, analıklarından birini becerir ve bu da onu peygamberlikten eder. Ayrıca, dayısının kapıda kaldığı için kendisine kakaladığı karısı Lea’dan olduğundan ötürü de sevmemektedir. Sevdiği kadın Lea’nın küçüğü Rahel’den doğan Yusuf’un kardeşlerini babasına müzevirleyen kişiliği de onu çok memnun eder. Ayrıca rüya yorumlama yeteneği ile Yusuf öne çıkar. Bu da on yedi yaşında kardeşlerince başına meşhur çorapların örülmesine sebep olur.
Yar.35: 22 İsrail o bölgede yaşarken Ruben babasının cariyesi Bilha'yla yattı. İsrail bunu duyunca çok kızdı*fv*.D Not 35:22 Septuaginta "Bunu duyunca çok kızdı", Masoretik metin"Bunu duydu".
Rahel’den Doğan Yusuf’un Küçüğü Bünyamin’in Doğumu ve Rahel’in Ölümü;
Yar.35: 16 Sonra Beytel'den göçtüler. Efrat'a varmadan Rahel doğumyaptı. Doğum yaparken çok sancı çekti.
Yar.35: 17 O sancı çekerken, ebesi, "Korkma!" dedi, "Bir oğlun daha oluyor."
Yar.35: 18 Ama Rahel ölmek üzereydi. Can verirken oğlunun adını Ben-Oni*fu* koydu. Babası ise çocuğa Benyamin*fü* adını verdi.D Not 35:18 "Ben-Oni": "Kederimin oğlu" anlamına gelir. 35:18 "Benyamin": "Sağ elimin oğlu" ya da "Güneyli oğul"anlamına gelir.
Yar.35: 19 Rahel öldü ve Efrat -Beytlehem- yolunda gömüldü.
Yahudileri Grek tanrısı Adonis’e de taparlardı;
Süleyman'ın Kral İlan Edilmesi
1.Kr.1: 11 Bunun üzerine Natan, Süleyman'ın annesi Bat-Şeva'ya, "Hagit oğlu Adoniya efendimiz Davut'un haberi olmadan kendini kral ilan etmiş, duymadın mı?" dedi.
Davut peygamberin karılarından Hagit’ten doğma olup, Süleyman’dan önce kral ilan edilen oğlunun adının “Adoniya” olması, Grek tanrısı Adonis ile bağını bize vermektedir.
Adonis, Sümer’in İnna-Dumuzi, Anadolu’da Friglerde Kibele ve Attis, Mısır’ın İsis-Horus Bereket Tanrısı dinlerinden Greklerin uyarladığı bir “ana-oğul tanrı ve tanrıçadır.
Greklerin hileci peygamber tanrısı Hermes’in lir çalarak Zeus’u ve öteki tanrıları büyüleyip kendini, hırsızlıktan af ettirip tanrıların kararlarını insanlara bildiren haberci-peygamber olması, pasif eşcinsel yaşamı efsanesi ile Davut’un kral Saul’un oğlu Yonatan’ın pasif eşcinsel yatak arkadaşı olması, alenen toplum içinde eşcinsel ilişkiye girmesi birbirine çok yakın benzerlik göstermektedir. Oğullarından birinin da adının “Adonis “ olması Tevrat’ın Davut ve Süleyman efsanelerinin pasif eşcinsel Büyük İskender döneminde Danyal peygamber kitabında İskender’in Yahudilerin günlük sunularını kaldırmasını “kara gün, iğrenç şey “olarak tanımlamalarına bakarak yeniden yazıldığını düşündürmektedir.
Büyük İskender |
Dan 12: 11 "Günlük sununun kaldırılıp yıkıcı iğrenç şeyin* konduğu zamandan başlayarak 1 290 gün geçecek.”
Geçmişin savaşları din savaşlarıdır ve galip olan, mağluplara yeni dinini dayatır, ret edenler öldürülür, bakirelerinden tecavüzlerle yeni nesil üretilir veya sürülürler. Özellikle Hint, Arap, Grek kavimlerinin şaşmaz ilkesidir bunlar.
Mitolojisi; Kıbrıs Paphos şehrinin yöneticisi Cinyras’tır. Myrrhaa adında bir kızı vardır. Afrodit’e ibadetlerini geciktirdiğinden Afrodit onu babasına karşı aşırı cinsel istek duyarak ensest ilişki günahına sevk eder. Babasının ensest ilişki istemeyeceğini bildiğinden onu başka biri kılığında gösterir. Nasıl aldatıldığını, günaha sokulduğunu far ettikten sora kızını öldürmek ister. Diğer tanrılardan bir kaçış yolu istediğinde adı olan “myrr/Defne” anlamından olsa gerek defne ağacına döndürülür.
Buna rağmen Myrrha, bir erkek çocuk doğurur, adı Adonis’tir. Çocuk büyüdüğünde tüm zamanların en yakışıklı erkeği olur. Köpekleriyle avlanan bir avcı olur. Afrodit bir gün onu ava giderken görünce etkilenir ve “giderse ölebileceğini hissettiğini ava gitmemesini öğütler. Ama ava giden Adonis, kendisine Afrodit’in ilgisini çekemeyen tanrı Ares’in yaban domuzu kılığında kendisine saldırması sonucu ölür.
Yeraltı dünyasına/cehenneme indiğinde oranın tanrıçası Zeus’un kızı Persefon’dan Afrodit rica eder ve aralarında onu paylaşmaya karar verirler. Yeraltında Persefon dört ay geçirir ama yeryüzünde güneş kaybolur, karanlık hakim olur, bitkiler yetişmez, meyveler olmaz, hayvanlar beslenemez kıtlık olur. Daha sonra sıra Afrodit’e gelince yeryüzüne çıkarılan Adonis, Afrdoit ile sevişince güneş çıkar, yaşam yeniden başlar ve bereket geri gelir.
Kıbrıs Gök Ana'sı Afrodit |
Dört ay sonunda geri gönderdiğinde ise felaketler geriye döner. Sonunda Afrdoit tanrılar meclisinden Adonis’in ölümsüz yapılmasını ister. Dünyanın haline bakarak onaylandığında Afrodit Adonis’i kendisi doğurur.
Benzer efsane, Zeus ile Demeter’in ortak kızı olan Persefon’un yer altı tanrısı Hades tarafından kaçırılması efsanesinde de görülmektedir.
Bu da Greklerin zamanın şartlarına göre farklı efsaneleri benimseyerek Araplar gibi Bereket tanrısı dinlerine ibadet ettiklerini göstermiştir.
Kıbrıs adasında Güney Kıbrıs’ta bulunan Paphos (Pafos) şehrinde Afrodit tapınağı vardır. Burada, yıldızlı siyah çarşaf örtünmüş Gök Ana Afrodit’in temsili taş bir heykeli de hala vardır. Karadeniz bölgesinde Kastamonu ilinin de eski adı “Paphos (Pafos), Rize’den İstanbul boğazı Üsküdar’a kadar bölgenin adı da Paflagonya’dır. Osmanlıda dahi bu adla anılır. Isparta Burdur yöresinde de Bafa Gölü, Samsun Bafra ilçesinin de isim babası Pafos’tur.
VI.yy.da yaşamı Grek tarihçisi Halikarnas’lı Heredot’aun yazdığına göre “Teke Tanrılara Greklerin tapınmaları kendisinden 800 yıl önce Mısır’dan getirilen dinlerle başlamıştır. Bu durumda Yahudilerin de Molek tanrılarının, Kabe’deki Luti Muav/Moav kavminden Cürmühilerin alıp Kabe’ye koydukları Hubel (Tahıl=ub, eL=Tanrı =Tahıl Tanrısı) de keçi başlı, kadın gövdeli, beli, bacaklarından ayaklarına her yeri de keçi/Tek görünümlüydü ve her c anlı ile ilişkiye görmekten yılmayan tecavüzcü bir tanrıydı. Grek Pan’ının Hicaz Araplarına Musa dönemi öncesinde yansımış olabileceği gibi, M.Ö.IV. yüzyılda Büyük İskender fetihleriyle de geçmiş olabilir. Tevrat Danyal Peygamber kitabın Koç ve Tekeyle İlgili Görüm 8. Bölümde işlenmektedir. Büyük İskender ile İran arasında yapılan savaşta İskender “Teke”, Daryus ise Koç olarak anlatılır;
Keçi başlı tanrı şeytan Bafomet ibadeti Hristiyanlık öncesi Roma'da yaygın bir dindi. Ükmeizde Karadeniz bölgesi "Paflagonya", Samsun Bafra, Muğla Bafa gölü, Kıbrıs Baf şehirleri adını bu şeytandan alır.
Danyal 8. Bölüm;
Dan.8: 20 Gördüğün iki boynuzlu koç Med ve Pers krallarını simgeler.
Dan.8: 21 Teke Grek Kralı'dır; gözleri arasındaki büyük boynuz birinci kraldır.
Bu olayım kökeni Sümer şeytanı Su ve yer tanrısı, tanrıların emirlerini yeryüzü insanlarına bildiren yeryüzü canlılarını ve ekolojik yaşamını düzenleyen Enki’nin, Teke kılığında dünyayı gezmeye çıkma efsanesinden uyarlanmadır.
Sümer-Babil –Mısır dinleriyle iç içe olan Sabi dini ve mezheplerinden birisi de Ba’al ibadetidir. Bal, Bel(meni) gibi Türkçe’ye geçmiş adların kaynağı bu tanrı ibadetidir. Ba’al’in hayvan sembollerinden birisi bal arısı birisi de erkek cinsel organıdır. İnsan ve tabiatın yaşamını veren tanrıdır. Baalzebub da adlarından birisidir. Buna Tevrat II.Krallar Kitabı-İlyas Peygamberin işlerinin anlatıldığı, “Rab Kral Ahazya’yı Cezalandırıyor.I.Bölüm” kısmından aldığım ayette “Baalzebub/Baalzevuv” adına rastlıyoruz.(Aramice ve İbranice’de “v” harfi bazen “b” okunur. Farsça’da da benzer durum vardır.)
2.Kr.1: 3 Ama RAB'bin meleği, Tişbeli İlyas'a şöyle dedi: "Kalk, Samiriye Kralı'nın habercilerini karşıla ve onlara de ki, 'İsrail'de Tanrı yok mu ki Ekron ilahı Baalzevuv'a danışmaya gidiyorsunuz?
Bu çağın dinlerinin temeli, Adem-Hava’nın çocukları ile üremesi Sabi, Yahudi ve Hristiyan dini tasavvuflarında İslam’da oldukça farklı işlenir.
Sütten Kesilme Olayı
Ginza di Rabba kitabında yazdığına göre, Allah, Adem’e şunları öğretir. Bu ayetin başlangıcı Kur’anda da vardır da sapıklık kısmı yoktur. Şöyle başlar;
“-Ey Adem, sana kız, erkek evlatlar ve mallar verip zengin ettim. Kızların ile oğulların ve malların senin karıların ve kölelerindir.” Bu ilke gereğince, cennetten kovulduktan sonra Arafatta buluşuncaya kadar geçen 70.000 yılda Adem ile Hava hayvanlarla çiftleşmişler ve sefenksler olarak bilinen yarı insan yarı hayvan varlık olmuş, bunlar tufanla ve tufan sonrası zaman içinde temizlenmişlerdir.
Bu emir gereğince, bu dinlerin insanları sütten kesilen kız veya erkek çocuklarıyla karı,koca ilişkileri yaşamaktadırlar. Tevrat’ta buna büyüdükçe itiraz eden çocukların cezası şehir kapısına asılarak recm edilerek öldürülmedir.
Tevrat bize, sütten kesilen İshak için İbrahim peygamberin şölen verdiğini, Kral Saul’un da üç yaşında sütten kesilir kesilmez tapınağa verilip, Allah’a bizzat hizmet ettiğini anlatıyor. Bu gelenek İslam’a da “Fatıma” adıyla yansımıştır ve “Fatıma=Sütten kesilmiş” demektir. Arapça İsimler sözlüğüne gerek yok Nihat Hatipoğlu Hoca malum programlarında bunu defalarca işlemiştir.
Bir insan, bir baba, oğlu sütten kesilince neden ziyafet verir?
Bu günkü anlayışla açıklamanın olanağı yoktur. Hepimiz ana baba olduk böyle bir geleneği ne duyduk ne de gördük. Ama varmış.
Ek olarak, anaları ayrı da olsa bir ağabey, kendisinden 10 yaş küçük, üç yaşında bir bebek erkek kardeşinin nesiyle alaya eder?
Sara ana, neyi gördü de affetmedi onların kovulmalarına uzayan bir kinin esiri oldu?
Okuyalım;
Tevrat Yaradılış-21. Bölüm
Hacer'le İsmail Uzaklaştırılıyor;
Yar.21: 8 Çocuk büyüdü. Sütten kesildiği gün İbrahim büyük bir şölen verdi.
Yar.21: 9 Ne var ki Sara, Mısırlı Hacer'in İbrahim'den olma oğlu İsmail'in alay ettiğini görünce,
Yar.21: 10 İbrahim'e, "Bu cariyeyle oğlunu kov" dedi, "Bu cariyenin oğlu, oğlum İshak'ın mirasına ortak olmasın."
Sarah Turns against Hagar
8-The child grew and was weaned, and Abraham made a great feast on the day that Isaac was weaned.
9-Now Sarah saw the son of Hagar the Egyptian, whom she had borne to Abraham,mocking.
ı.Samuel
1.Sa.1: 23 Kocası Elkana, "Nasıl istersen öyle yap" diye karşılık verdi, "Çocuk sütten kesilinceye dek burada kal. RAB sözünü yerine getirsin." Böylece Hanna oğlu sütten kesilinceye dek evde kalıp onu emzirdi.
1.Sa.1: 24 Küçük çocuk sütten kesildikten sonra Hanna üç yaşında bir boğa*fc*, bir efa*fç* un ve bir tulum şarap alarak onu kendisiyle birlikte RAB'bin Şilo'daki tapınağına götürdü D Not 1:24 Septuaginta, Kumran, Süryanice "Üç yaşında bir boğa", Masoretik metin "Üç boğa". 1:24 "Bir efa": Yaklaşık 13.2 kg.
1.Sa.1: 28 Ben de onu RAB'be adıyorum. Yaşamı boyunca RAB'be adanmış kalacaktır." Sonra çocuk orada RAB'be tapındı.
Dikkat edilirse “Bir tulum Şarap” ifadesiyle “Allah’a şarap sunulduğuna” da tanık oluyoruz.Levililer bölümünde Şarap istenilen bir adaktır.
Yar.21: 9 Ne var ki Sara, Mısırlı Hacer'in İbrahim'den olma oğlu İsmail'in alay ettiğini görünce,
Yukarıdaki “alay etme” konusu İngilizce yazılan Tevrat’ta “mocking” olarak geçmektedir yani “cinsel olarak aşağılayarak alay etme” vardır. Demek ki, İsmail, kardeşini babasından önce becerdiği için alay ediyordu? Bunu nereden çıkardın diyen başka açıklaması varsa kendisi yapsın. Çünkü, Ensest toplumlarda ana-oğul, baba-kız, abi-kızkardeş, baba oğul ilişkileri dini yaşamanın gereğidir. Tevrat Levililerde bu yoksa da aşağıda Eyüp peygamberin bu sorunu kurban keserek çözdüğünü göreceksiniz. Humeyni bunu “Küçük Yeşil kitap” adıyla bilinen Medeni ve Ticaret Hukuk kitabı Tahrir El Vesile’de tekrar etmiştir. Türkçeye çevirisi adını vardığım yazılarımda vardır.
Musa’ya Tevrat’ı veren de, kıyamette Sam soyu kavimlerin toplanacağı Siyon-Zion dağı da Turu Sina’dır. Tevrat ve ondan doğan dinler de haliyle şeytan ibadetine içindedir. Müslümanları şeytani diye ilan etmekten yorulmayan Vatikan Katolik Hristiyanlığı da buna dahildir. Çünkü kitabı Tevrat, gene şeytan tapınmalarıyla ünlü Ferisi Yahudilerin ürettiği Nasıralıların dini Hristiyanlığına inanır. Yahudilere kral geldiğini söyleyen İsa da Nasıralı’dır, Nasranidir.
İslam’dan Önce Medine’de Beni Nadir, Beni Kaynuka, ve Beni Kureyza adlarıyla bilinen Yahudi kabileleri yaşardı. Beni Nadir kabilesi Muhammmet’e, kendilerinin uygulamadıkları recm yasasını uygulamasıyla başlayan hoşnutsuzluklarını düşmanlığa dönüştürenlerdir. Daha ileri dönemlerde Muhammet bunları sürünce bir kısmı Mekke’ye göç ederek müşriklere katılırken diğerleri Hayber kalesine göç ederler. Hayber fethinde 629’da yenildiklerinde Yahudi kale komutanının karısı Zeynep, 13 yaşındaki kızını “cüveyriye (kölecik) adını verip daha kuşatma esnasında ırzına geçerek köle eşi olarak kabul eden Muhammet ve komutanlarına verdiği zehirli et yemeğiyle öcünü almış tabi ilk uyanan Muhammet olduğundan öldürülmüştür. Muhammet’in beş yıl içinde ölmesinde bu zehrin etkili olduğuna inanılır. Teyma ve Hayber şehirleri Muhammet zamanında Yahudilerin yoğun oldukları en önemli iki şehirdi.
Arabistan’da Yahudi Kabileleri;
Bunlar, 31 olarak belirtilmekte ise de bazılarının Roma’nın Süryani Hristiyanlığı yasakladığı dönemler olan Muhammet çağında bunları Yahudi ve Nasturi Hristiyanları arasında onlardan göründükleri bilinmektedir. Ayrıca animistler, dinsizler de vardır.
Beni Nadir Yahudilerinin dışındakiler ise iyi geçinmeyi tercih etmişlerdir. Öteki Arabistan Yahudi kabilelerine gelince;
1-Beni El Facir, sorunsuz Muhammet’e destek veren Yahudi kabilesidir.
2-Beni Avf, Müslüman olmadan önce Yahudiliğe geçmiş Arap kabilesidir. Müslüman olunca Medine’ye göçmüşlerdir.
3-Beni Evs kabilesi, Hazreç kabilesiyle birlikte Medine’nin en önemli iki kabilesinden biridir. “Evs” adı “Hediye, bağış” anlamına gelir. Allah’ın kızı olarak bilinen Güneş tanrıçası Menat’a tapındıklarından kendilerine “Evs el Menat=Menat’ın hediyesi” de denilirmiş. M.S. 300’lerde Ma’arib barajının tasmasıyla uğradıkları sel felaketinden sonra Medine’ye göçtükleri bilinir.
4-Beni Haris veya Beni K(h)ureyş, Yemen tarafında bulunan Necran şehri Yahudi kabilesidir. İslam’ın proje mimarlarından oldukları iddia edilir.
5-Beni Cüşam, Medine Anlaşmasında adları geçen 31 Yahudi kabilesinden birisidir Muhammet’e gönüllü katılanlardan oldukları yazılır.
6-Beni Kaynuka, 624 yılında büyük babaları olan Beni Kaynuka’nın atalarının, Emçel oğlu Kaynuka, Yuhanna oğlu Munşi, ŞaRON OĞLU Bünyamin, Naftali oğlu Şaron, Musa oğlu Hayy ve büyük ataları Yusuf oğlu Menaşe, İshak oğlu Yakup dan İbrahim oğlu İshak ile İbrahim peygambere dayandığı iddia edilmektedir. Bu soy Yakup-İsrailoğullarına ait bir soydur Muhammed ise İbrahim oğlu Hacer’den olma İsmail soyundan gelen Yemenli Adnanilerdendir. (E.H.Yazır Muhammet Suresi tefsiri) Medine anlaşmasının bozulmasından sonra Beni Kaynuka yerinden kovulmuştur.
Beni Kaynuka kabilesi, Yesrib/Medine’nin kuzey batısında iki kaleye sahiptir ve buraya yerleştikleri zaman bilinmemektedir. Nalbantlık,ticaret ve ince mücevher işçiliği yapmaktadırlar. 622’de Muhammet ile gelen ve Ensar (yardımcılar) adını alan Müslümanların şehre yerleşmesine ve Medine yasasına göre Muhammet’e, “kendilerinin Kureyş ile geçimsizlikleri yüzünden” kadılık görevi vermişlerdir. Evs ile Hazreç kabilelerinin savaşlarında Hazreç kabilesi ile birleşmişlerdir.
Bakara Suresi 8.ayet tefsiri E.H.Yazır’dan alıntı;” 8-NÜZUL SEBEBİ: Bu âyetlerin Medine ve civarındaki birtakım münafıklar hakkında inmiş olmasında fikir birliği vardır. Rivayet edildiğine göre bunlar Evs ve Hazrec kabilelerine mensup bazı kimselerle, onlarla birlikte olanlardır ki, başkanları Abdullah b. Übeyy b. Selûl'dür. Peygamberimizin ensarı (yardımcıları, dostları) olan Evs ve Hazrec kabileleri o zaman Yesrib denilen Medine'nin en esaslı unsuru idiler ki, ikisine birden "ma'şeri Hazrec" (Hazrec topluluğu) de denilirdi. Bunlardan başka Medine yakınlarında Kurayza, Benî Nadîr, Benî Kaynuka gibi Yahudi kabileleri vardı. Medine içinde oturan Yahudiler de bulunuyordu…
…Yesrib "dâru'l-hicre = hicret yurdu" oldu ve Medine (yani şehir) ismini aldı. Peygamberimiz'in buraya yerleşmesinden sonra İslâm kelimesi çabucak halk arasında yayıldı. Müslümanlık ve müslümanlar çoğaldı, puta tapıcılara ve müşriklere karşı ezici bir çoğunluk oluştu. Bununla birlikte Evs ve Hazrec kabileleri için de iman etmeyen bir azınlık da vardı. Yahudiler "kitap ehli (Din kitaplarını okuyabilen Yahudi ve Hristiyanlardır. Diğer dinlerde din adamları dışında kimse din kitaplarına dokunamaz bile. Alaeddin Yavuz)" iseler de, tersine çoğunluğu çekememezlik sebebiyle inkârcılıkta inat etmiş ve bununla birlikte en büyük âlimlerden Abdullah b. Selâm hazretleri gibi bazı zatlar da âyetindeki öğülmelere mazhar olarak ezelî imanlarını açıklamışlardı. İman etmeyen ve "Muhakkak ki inkâr edenler" âyetinin nüzul sebebi olan Yahudi âlimleri gizli gizli "gizli örgütler" rolü oynuyordu.
Bunlar, Peygamber'e ve Müslümanlara düşmanlık etmek için öbürlerinden iman etmeyen azınlık ile gizlice ittifak ederek İslam ortamında onlardan zâhiren iman etmiş görünen bir münafıklar zümresi oluşturmuşlardı ki, bunların başkanları Abdullah b. Übeyy b. Selûl idi…Mümin olmadıkları halde "âmennâ = inandık" diye yalan söylerler.”
7-Beni Kuda kabilesi, Ma’ad veya Himyer’li oldukları sanılan, kesin kökenleri bilinmeyen Arap kabiller grubunun adıdır. Yani karışık bir kabiledir.
8-Beni Saide /Şakifa Kabilesi, Muhammet ile aynı soydan oldukları için sorun çıkarmayan- Medine, Hicaz ve Batı Arabistanda yağındırlar. Etiyopya’ya göçen Muhacirunun çoğuna sahip Yahudi kabilesidir. Onlardan olan Ebubekir Muhammet’in hem en yakın arkadaşı, koruyucusu ve ilk halifedir.
9-Beni Şuteybe/Kuteybe kabilesi, Medine anlaşmasında adları geçen 31 Yahudi kabilesindendirler ve aynı millet olduklarından sorunsuz Muhammet’in dinine girmişlerdir.
“Beni,Banu” Gibi Adlar Yahudileri Temsil eder;
Ben-i Esed, Ben-i Esca gibi adlarla anılan Hicaz Arap kabilelerinin adlarında geçen “BEN” kelimesi Tevrat kökenlidir.
Mısırdan Çıkış Bölüm 3-Çık.3:14. Ayette; Musa’yı kölelikten kurtarması için kavmine gönderen tanrıya;
“Kendisini gönderen tanrının adının ne olduğunu sorarlarsa ne diyeyim?” Dediğinde aldığı cevap şöyledir;
“ Tanrı, "Ben Ben'im" dedi, "İsraillilere de ki, 'Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi.'
Yahudilerin ve Hicaz ve Harran Yezidilerin de adlarını “Tanrının sıfatlarıyla” birleştirmeleri, Tevrat’tan “Ben” , “O’BEN” vb. ekleri “ad” olarak almaları buradan gelmektedir. Peygamberin ölümünden sonra, birleştirilmiş bir Arap yarımadasını yönetmeye talipler hazırdı. Öyle de oldu ve Yezidiler, Hıristiyanlar ve Yahudiler devleti ele geçirmişti. Yahudi tanrısının adı olan “BEN” ile anılan Yahudi Araplar değilse nedir?
Dini değiştiren de, dönüştüren de, sömürü, zulüm kaynağı eden de dincilerdir.
Hicaz Araplarında peygamberin babasının ve dedesinin adlarında da görüldüğü gibi “Tanrının adını tek olarak kullanmak günah” sayıldığından, “Abdullah-Allah’ın kölesi” ya da “Abdülmutallip- Talip’in(1) mutlu kölesi” gibi adlar alırlardı. Ancak, Emeviler döneminde Halife Yezid’in (tanrı Şeytan Tavus), Bedi, Hadi, Kadir, Gaffar, Cafer vb “Esma-ül Hüsna” olan adları “eksiz” olarak kullanmaya başladılar.
HZ.MUHAMMET’İN KABİLESİ
Kureyş Suresi 106. Açıklama kısmı “a”;
Kabileleri
“…Kureyş, Arap içinde Adnanîler'den, Adnanîler içinde Mudarîler'den, Mudarîler içinde Kinanîler'den, Kinanîler içinde Nadr b. Kinane evladından olan meşhur, büyük kabilenin ismidir…”
Oysa Hz. İbrahim Suriye’li Kenize Araplarınıın babasıdır. Hiç KENİZE” adına rastlamadık. Demek Allah bu işi bilmiyor. Neyse Tevrat’ta Yahudiler bu kavimle bol bol dövüşüyorlar
Hz.Muhammet’İn Soy Ağacı;
“b”; Malumdur ki Rasul-i Ekrem (s.a.v.) hazretleri "Muhammed b. Abdullah(Abdullah oğlu Muhammet yani Hz. Muhammet. Alaeddin Yavuz) b. Abdulmuttalib b. Haşim(Haşim oğlu Abdülmutallip dedesi) b. Abd-i Menaf b. Kusayy (Kusay oğlu Abdi Menaf- Abdülmutallip’İn babası) b. Kilab b. Mürre (Peygamberin dedesinin dedesi) b. Ka'b b. Lüey (Dedesinin dedesinin babası) b. Galib b. Fihr(Dedesinin dedesinin, dedesinin babası)de b. Malik (…)b. Nadr b. Kinane(…) b. Huzeyme b. Müdrike(…) b. İlyas b. Mudar (…)b. Nizar (…)b. Mead b. Adnan"dır. Adnan da daha hayli batın ötede İsmail b. İbrahim Aleyhisselam zürriyeti olması hasebiyle Peygamberimizin nesebi de İbrahimî, İsmailî, Adnânî, Mudarî, Kinanî, Kureyşî, Haşimî'dir….” Geen Kenize adına rastlamadık.
Peygamber, Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye’nin adından ve Hubel putunu aldıkları “Moav=Muav veya Muab okunur=Babadan üreyenler=Lut kavmi. Kaynak Tevrat;
Tevrat Yaratılış-Lut ile Kızları;
19:36 Böylece Lut'un iki kızı da öz babalarından hamile kaldılar. 19:37 Büyük kız bir erkek çocuk doğurdu, ona Moav[b] adını verdi.
b 19:37 “Moav”: “Babadan” anlamına gelir.
Hz. Muhammet’in amcası Ebu Süfyan’In oğlu, peygamberin vahiy kâtibi ve yeğeni Muaviye’den Muav yani Lut peygamber soyuna. Yahudiler boşuna bunları kendilerinden saymıyormuş denilse yeri var.
Peygamber Muhammet’in soyu ile bu kadar. Sonunda Yahudilerin onu neden Yahudi saymadıkları, peygamberliğine inanmadıkları da ortaya çıkmış oldu. Bunu yıllar önce beş bloğumda defalarca yayınlamıştım zaten.
RABİA VE EMİR, PEYGAMBERE SUİKAST KURAN İKİ ARAP...
AKP'NİN, EL KAİDE'NİN, ONDAN DOĞAN IŞİD'İN, SELEFİ İSLAMCI MÜSLÜMAN KARDEŞLER ÖRGÜTLERİNİN SEMBOLÜ RABİA VE BUNLARIN ÇOK SEVDİKLERİ ADLARIN BAŞINDA DA "EMİR" ADININ GELMESİ TESADÜF MÜDÜR?
AKP hükumeti iktidara geldiğinden beri, peygamber Hazreti Muhammet'e inen dini değiştiren Sabilerin, Sabilerden Hristiyanlığa, Yahudilikten Sabi Hristiyanlığına (Nasturi, Maruni, Süryani gibi) geçen ve Emevi-Abbasi dönemlerinde baskı ile Müslüman olmuş, azınlıkların, İslam'a soktukları putperestlikleri barındıran sahte İslami tarikatların koalisyonunu temsil etmiştir.
Sahte Müslümanlar
Bunların geçen son 300 yıl içinde en tehlikelileri olan ve Mason inanışları barındıran, 1740’larda İngiliz rahip ajanları marifetiyle çıkartılmış yeni bir din olarak Osmanlı ulemalarınca sapkınlık olarak görülen ve asla “İslam” denilmeyen Vehhabilik dini ve bu din ile peygamberden sonra çıkan Selefi İslam akımının birleşmesi ek olarak Müslüman görünen Yahudilerin kurduğu tarikatların kurduğu bir tarikat akımıdır.
Rabia, Arap dilinde “dördüncü” demektir. Filistin bölgesinde yaşayan Derezilerin kadın ermişlerinin adıdır. Elmalı'lı Hamdi Yazır'ın Sabileri işlediği Bakara 62. ayet tefsirinde "dini mezhep ve tarikatlarla en çok bozanlar dediği Kufa, Basra Sabileridir" tanımını doğrularcasına, Rabia Adeviye de Basra'lı Yezidi bir kadındır. "Adeviye" Yezidi mezhebini kuran Şeyh Adi'nin adından türetilme, Müslüman görünen Kürt Yezidilerinin tarikatıdır. Yezidiler, deliler, saralılarda (epilepsi) keramet arayan bir inanışa sahiptirler.
Deliüüzaman-ı Said-i Kürdi, ve günümüzü çakma peygamber R.Tayyip Erdoğan da "okumadığını, her dediğini yasalaştıran bir deli devlet adamı rolü" oynarken bu Alevilerin, Yezidilerin ve Ortodoksların oylarını kapmayı hesaplamaktadır. Aynı zamanda peygambere sağlığında "bu ayeti hakkında bir daha Allah'a sor yoksa biz dine girmeyeceğiz" diye tehditler yapan, Allah'a ayet ısmarlayan, ona tuzak ve kumpaslar kuran Rabia kabilesinin de adıdır.
Emir, İslam öncesi, 360 puttan her birinin soyundan geldiğine inanan 360 Arap kabilesi olduğunu Elmalılı Hamdi Yazır Kur'án tefsirinde İslam siyer, hadis yazarlarını kaynak göstererek yazmıştır. Arapların, Allah’ın soyundan geldiklerine inandıkları Arap beylerine verdikleri ad da Amir yani Emir’dir. Arapça’da “A” sesi yoktur, Elif vardır. Bu yüzden Amir, Emir okunur. Arap emirleri, Arap kabilelerinin hem ruhbanları hem de beyleridir.
AKP hükumetinin ilk zamanlarında zamanında yayınlanan "Adını Feriha Koydum" adlı bir dizide çok zenginlerin oturduğu bir apartmanda kapıcılık eden ailenin fakir kızı Feriha ile, İslam öncesi Mekke’de Kâbe çevresindeki genelevlerde kölelerini çalıştırarak zengin olan Arap Emirlerinin çağdaş benzeri olan, pavyonculuk yapan Sarrafoğlu soyadlı bir ailenin oğlu Emir’in aşkları bütün genç kızları sarmış, evli kadınlar bile bu diziyi genç kızlarıyla birlikte seyrederlerdi.
“Oğlu” ekini soy adlarında kullananlar çoğunlukla Yahudilerdir. İshak peygamberin oğulları olan Yakup’un soyundan olanların Yakupoğulları, Tüysüzoğulları, kıllı doğan Esav’dan, Tüylüoğulları gibi adlar ülkemizde de yaygındır. Hazar denizi çevresi Türkleri, Tatarları, Tacik ve Kırgızları arasında M.S.700'lerden itibaren Yahudi inancı yaygınlaşmış olduğundan, Cengiz, Timur akınlarıyla gelen Türkler arasında da bu Musevi Türkler de çok olduğundan, Selçuklu sonra kurulan Anadolu Beyliklerinin da adlarında bu "oğlu" ekini görürüz. Örnek, Dulkadiroğulları, Germiyanoğulları,Aydınoğulları, Ramazanoğulları gibi. Alevi Türklüğün ardında biraz bu Mesevilik vardır da unutulmuştur.
Oysa, Kırım'dan Kazakistan'a, oradan Türkmenistan, Tacikistan'a Musevi Türkler hala vardırlar. Bu gerçeklere bakarak, Musevilik-Yahudi düşmanlığı yapan Türkçü ve İslamcılar da akıllı olmak zorundadırlar. Anadolu Sünniliği de hiç bir Müslüman ülkesinde yaşanan bir İslami yaşam değildir. Kökeni Irak olmasına rağmen Irak'ta Şiiler daha fazladır.
İşte, pavyonculuk (pezevenklik) işiyle meşgul Sarrafoğlu ailesinin çapkın, yakışıklı oğlu Emir kişiliğinde bu ad diğer AKP yandaşı dizilerde hala kullanılmaktadır.
Hazreti Muhammet’e camide hutbe sırasında suikast kuran iki hainin de adları ne tesadüf ki Emir ve Rabia’dır.
AKİF BEKİ'NİN YAPTIĞI PUT TANIMI HALA GİDİYOR
Okuyalım;
13.R’AD SURESİ (YILDIRIM SURESİ)
R’ad suresi, Kur’an’da 13. suredir. 13. ayetin de tefsiri, peygambere camide tuzak kuran Rabia aşiretinden iki kişinin olayı üzerine inmiştir.
Bu ikişi kişi Rabia aşiretinden Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl’dir. Amir de dilimize “Emir” olarak geçmiştir.
Tefsir alıntısını okuyalım;
""13:13. “Gök gürültüsü O'na hamd ile, melekler de O'nun korkusundan dolayı O'nu tesbih ederler. O yıldırımlar gönderir, onunla dilediğini çarpar. Onlar Allah hakkında mücadele edip duruyorlar. Oysa Allah'ın çarpması pek çetindir.”
Elmalı’lı Hocadan devam edelim Kuran tam bir mitolojiye dönüyor;
13:13- Ve ra'd, O'nu hamd ile tesbih eder. Gök gürlemesi de O'nun yüceliğini dile getirir ve O'na hamd eder. (Ra'd ile Berk anlamı için Bakara Sûresi âyet 19'a bakınız). Şimşek ile birlikte olan ve daha sonra işitilen o gök gürlemesi, o yürekleri yerinden oynatacak gibi tepede patlayıp, yerleri ve gökleri sarsarcasına ufuktan ufuğa yayılan o çatlayış ve gürleyiş, Allah Teâlâ'nın nimet ve rahmetini, azemet ve kibriyasını ilan ederek O'nun uluhiyetinin şanını tesbih ve tenzih eden bir sestir ki, tesbihinin altında yatan mânâyı bütün âleme haykırır. Ya da işitenlere bu mânâyı hatırlatıp telkin eder .
Melekler de O'nun heybetinden, yani Allah'dan korktuklarından dolayı böyle tesbih ederler. O'nun için gök gürlemesinin artarda yankılanan sesi duyulur. Ve Allah şimşekler gönderir de her kimi dilerse onunla onu vurur, o kimseye isabet ettirir, çarptırır, yakar. Böyle olduğu halde, onlar (yani, o kâfirler) hadlerini bilmezler de Allah'la mücadele ederler. Oysa Allah'ın havli ve kuvveti (ya da her türlü hileye karşı tedbiri ve takdiri) pek şiddetlidir, çok çetindir.
Burada Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl olayına işaret olunduğu naklediliyor. Şöyle ki, meşhur şair Lebîd b. Rabîa'nın kardeşi olan Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl, ikisi birlikte Hz. Peygamber'e gaile çıkarmak için gelmişler, mescide girmişlerdi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de ashaptan bazı kişilerle birlikte orada oturuyordu. Amir çok yakışıklı idi, güzelliği ve şıklığı oradakilerin dikkatini çekti, ona bakıyorlardı.
Amir arkadaşı Erbed'e daha önce şöyle tenbih etmişti: "Ben Muhammed'le konuşmaya başlayınca, yavaşça arkasına geç ve boynunu kılıçla vur" demişti. Hz. Peygamber Amir ile konuşmaya başlamış, Erbed de arkasına dolaşıp geçmişti, kılıcını bir karış kadar çekmiş, fakat Allah Teâlâ izin vermediğinden tamamiyle sıyıramamıştı. Amir, ne duruyorsun, haydi dercesine gözüyle kaşıyla işaret etmeye başladı.
Peygamber Efendimiz de bu durumu gördü ve hemen "Ey Allah'ım, bu ikisine dilediğini yaparak bana yardım eyle!" diye dua etti.
AKP VATAN HAİNİDİR, HER İŞİ TAKİYEDİR, HİLEDİR. Başkanlık sonrası Vehhabilerin 1805 Müslüman soykırımlarını tekrarlayacaklarını bana on yıl önce tehdit olarak yaptılar.
Defolup gittiler. Allah Teâlâ, açık bir yaz günü Erbed'in (Bin Rabia) tepesine bir yıldırım indirdi ve onu yaktı. Amir de kaçarak gitti, Beni Selul'den bir kadının evine indi.
Sabah olunca, büsbütün rengi atmış ve benzi solmuştu. Sonra atına bindi, silahını çekti, çölde bir yandan sağa sola at koşturuyor; bir yandan da "Çık karşıma ey ölüm meleği, haydi çık!" diyerek şiir sayıklıyordu ve "Yemin ederim ki, şu sahrada Muhammed ve onun koruyucusu olan ölüm meleği karşıma çıksa ikisini de mızrağımla deler geçerim." diyordu.
Derken Allah Teâlâ ona bir melek gönderdi, melek onu bir kanadıyla çarptı, yere yuvarladı; o vakit dizinde büyük bir gudde, yani hıyarcık çıkmıştı, açıkçası vebaya yakalanmıştı. Bunun üzerine o kadının evine geri döndü. "Deve guddesi gibi gudde ve Beni Selul'den zavallı bir kadının evinde ölüm! Hayır olmaz bu işte!" diyordu. Sonra yine atını istedi, bindi ve sürdü bir daha geri dönmedi, at sırtında öldü.”
İslam dini ve peygamberin düşmanı Rabia kabilesinden Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl’in peygambere kurdukları tuzak ile, asırlardır Müslüman kimliğinde görünüp, batılı Hristiyanlardan aldıkları desteklerle zenginleşen, onların baskılarıyla devletin başına geçirilen sahte Müslümanların onun dinine kurdukları tuzak ve kullandıkları simge isimlerin de aynı olması sizi belki düşündürür.
Necd Araplarının başka olayları da Kur'an tefsirlerinde yer almaktadır;
1-Bi’ri Maune Olayı;
Hicret’in üçüncü yılı yani M.S.625’te, günümüz Yahudi Vehhabilik mezhebini kuran Necdli Mehmet Abdülvehhab’ın Necd Çölü kabilelerinden olan, Necd’li Mülâıb-ül Esinne” lakaplı Amir bin Melik Muhammet’ten İslam’ı öğretecek öğretmenler ister. Şahsı tanıyan Muhammet endişesini “Göndereceğim kişiler hakkında Necd ahalisinden korkarım” diye belirtince Amir bin Melik’in kendisine “Sakın kuşkun olmasın. Onları benim himayemde gönder ve halkı İslamiyet’e davet etsinler” diyerek güvence verilmesi üzerine yetmiş (70) kişiyi görevlendirir. Bu görevliler yolda Maune kuyusu çevresinde pusuya düşürülerek okçular tarafından öldürülürler. Olay adını bu kuyunun adından alır.
Bu olaydan sonra peygamber hain Necdlilere sefer düzenler;
2-Zatü’r Rıka Gazası;
Necdlilerin öldürdükleri öğretmenlerin öcünü almak için Beni Nadir Yahudilerinin sürgün edilmesinden bir buçuk ay kadar sonra, Hicretin dördüncü yılında (625-626) Muhammet ordusunu toplayarak Nahl adlı yerde ordusuna karargah kurdurmuştur. Durumu gören Necdliler kaçarak bölgeyi terk etmişlerdir. Bölge savaşsız ele geçirilmiştir. Ancak kin bitmemiş, muhtelif olaylarda peygambere ve Müslümanlara suikastlerde bulundukları Buhari kayıtlarında yer almaktadır.
Peygamber Muhammet zamanında yaşayan sahte peygamber Yemame'li Rahman'ın kabilesinin de Mehmet Abdülvehhab'ın ortağı Muhammed (Mehmet) İbn Suud'un da kabilesi aynı Beni Hanif kabilesidir.
Elmalılı Hamdi Yazır'ın Kuran tefsirinden okuyalım;
Maide 5:53 tefsirinden alıntı.
Müseylemetü'l-Kezzâb'ın kavmi olan Benî Hanife (Hanife oğulları)nin dinden dönüşüdür. Bu yalancı da peygamberlik iddia etmiş, Resulullah'a şöyle yazmıştı: "Allah'ın elçisi Müseylime'den, Allah'ın Resulü Muhammed'e: Şimdi, yeryüzünün yarısı benim, yarısı senindir".
Peygamberimiz de şöyle cevap vermişti: Muhammed Resulullah'dan Museylemetü'l-Kezzâb'a: "Bundan sonra şimdi, muhakkak yeryüzü Allah'ındır, onu kullarında n dilediğine verir, sonuç Allah'tan layıkıyle korkanlarındır". (Arâf, 7/128) sonra buna Hz. Ebu Bekir halife olduğu zaman asker gönderip harp etti ve Hz. Hamza'nın katili Vahşi eliyle öldürüldü. Vahşi: "Ben cahiliye zamanında insanların hayırlısını, müslüm a nlığım zamanında da insanların en şerlisini öldürdüm" derdi."
İslam'a ve peygamberine geçen bin yıla rağmen geçmemiş Beni Hanif ve Beni Temim Yahudilerinin bizim çakma din ulemalarının dedikleri gibi "Aaa Muhammed İslam'ını duyduk çok güzelmiş hadi koşup katılalım " demedikleri, zorla dine girdikleri ve fırsatını bulunca bunun soykırımla öcünü aldıklarını okuyacağız.
Dokuz yıldır, AKP hükumetinin İslam’ı bozan, Ortodoks Hristiyanlığa ve Ortodoks Yahudiliğe “Ilımlı İslam” veya “Dinlerarası Diyalog” ya da “ Dinde Reform” gibi sözde yenilikçi, özünde dini dönüştüren, putperestliğe çeviren “Müslüman görünümlü” gayrimüslümler hareketi olduğunu yazarken hata etmediğimi bir kez daha kanıtlamış oldum.
İşte, kendilerine “din dayatan Muhammet ve onun dinini 1400 yıldır yayan kavimlerden intikam alma derdinde olanları kurdukları yeni “öç dinini okuyalım;
Bu günün Arabistan’ı Suudi Arabistan’ı yöneten Suud ailesinden, Kral Faysal (1906-1975), Arabistan’ı 1964-1975 yılları arasında yönetmiştir. 17 Eylül 1969’da Amerika’nın Washington Post gazetesinde verdiği bir mülakatta; “Biz, Suud ailesi Yahudilerin yeğenleriyiz. Tamamıyla, Yahudilere düşmanlık gösteren Müslüman veya Araplarla uyuşmazlık içindeyiz. Ülkemiz, ilk Yahudi pınarının çıktığı yerin başıdır ve onun nesilleri burada bütün dünyaya yayıldılar.” Diyerek Yahudi kökenlerini belirtmiştir.
Mart 2015’de Suudi Arabistan kralı Salman bin Abdülaziz, babası dahil bütün ataları, Kral Abdülaziz, kral Saud, Kral Faysal, Kral Halid, Kral Fahd, ve Kral Adbullah’ın Yahudi olduklarını kabul etmiş ve kraliyet ailesinde Naif bin Abdülaziz gibi çok sayıda Yahudi var demiştir.
Vehhabiliğim kurucusu Mehmet Abdülvehhap (1699-1792); Necd çölünde Uyeyna’da doğmuş, Beni Temim Yahudi kabilesindendir. İlk eğitimini babasından aldı. Sonra dini eğitim için Basra’ya Mekke üzerinden gönderildi. Resmi olarak ticaret nedeniyle Basra, Bağdat, iran, Hindistan ve Şam’a gitti. Bu gezilerinden sonra en son Şam’da öğrendikleriyle kendisini bir başkan olarak görmeye başladı. 1713’de Basra’da, İstanbul’da işbirlikçilik etmiş Karslı Ahmet adlı bir imamın “Müslümanlığı seçtiğine dair aldığı icazet” oraya gelmiş İngiliz ajanı Hemper ile buluştu. Ajan Hemper, bu genç ve kendisini bir yerlerde görmek isteyen bu tecrübesiz genç adamı uzun süre çevresinde tuttu ve onu işledi. Ona İngiliz Uluslar Topluluğu Commonwealth’ı anlatarak İngiltere’nin büyüklüğünü ve din, siyaset hakkında kendi tespitlerini aşıladı. Kendisine hayran bırakmayı başarınca da ona yeni bir din aşıladı. Abdül Vehhab daha sonra Medine’de, Hanbeli tekkesine, bazen de Şam’a giderek dersler almaya başladı.
Nejd’e döndüğünde din hakkında şüphelerini içeren için ilk dergisini köylüler için yazdı ve onlara dağıttı. İngiliz ajandan Mutezile ve diğer grupları nasıl karıştırabileceğini öğrendi. Birçok köylü ile Deriye çevresi ile Beni Hanife* kabilesinin cahil emiri Muhammed ibn Sa’ud onu takip etti.
*(Ben-i Hanif kabilesinin bulunduğu bölge sahte peygamber Yemame’li Rahman veya Müseylemet-ül Kezzap lakaplı kişinin bulunduğu Hürmüz körfezine kıyısı olan günümüz Kuveyt’in güneyinde bir bölgedir. Anizeh, Abdül Kays, Bekir ve Taglip kabilelerinden oluşan bir kabiledir. “Hanif Din olarak bilinen İbrahim peygamberin dininde olduklarını iddia ederler. İnanışları günümüz Süryani Hristiyanları ile aynıdır. Müslümanlar gibi 30 gün oruç, ramazan, kurban bayramları, günde yedi vakit namaz bunlarda vardır. Sünni Müslümandan ayırt etmek imkânsızdır. Ancak bu gün Süryani Hristiyanlığında kendilerini ifade ettikleri gibi Sünni İslam içinde de Yahudilik tarikatları içinde de vardırlar. İmam-ı Azam Ebu Hanife (Ulu İmam Hanife’nin Babası, demektir) adıyla bilinen Hanefi Müslümanlığını kuran imamın yolunda olan Irak ve Türkiye Sünnileri ile karıştırılmamalıdır. Ben de Hanefi bir aileye mensubum.
İRAN ŞAHI, MUHAMMET'İN "PEYGAMBERLİK İLAN ETTİĞİ İÇİN" KELLESİNİ İSTERKEN, BİZANS'IN MUHAMMET'E ARDINDAN ARAP YAYILMACILIĞINA SEYİRCİ KALMASI İSLAM'IN BİZANS TARAFINDAN DESTEKLENDİĞİNİN DE ÜRETİLDİĞİNİN DE DELİLİDİR. AYNI BİZANS, YAHUDİLERİ 721 YIL, HRİSTİYANLARI 300 YIL KATLETMİŞTİR.
Haniflik ise belirttiğim gibi ayrı bir dindir. Musa zamanında ve sonrasında Yahudiler bu dine ve mezhebi olan Sin Mezhebine defalarca girip çıkmışlar, bebeklerini Teke şeytan Molek putuna kurban etmişlerdir.
Namaz, 30 gün oruçve Müslümanların bütün kutsal günleri İslam’dan önce 4000 yıl geriye uzanan bu Sabi dininde vardır. Vehhabiliği çıkaranların da Süryani Sabiler olduğunu görüyoruz. Elmalılı Hamdi Yazır da, Sabilerin iyilerinin cennete gireceklerini belirten Bakara 62, Hac 17 ayet tefsirlerinde İslam’a çıkardıkları mezhep ve tarikatlarla en çok zarar veren Basra, Kufe’li Sabilerdir der. Bunlar Yahudi olup Sabiliğe girmiş olabilecekleri gibi, Yahudi-Arap görünen Sabi/Aramiler de olabilir. Alaeddin Yavuz)
Bunun sebebi de Arapların soylarına düşkün olmalarıydı ve mevcut dini öğretilere ve din adamlarına inanmıyor ama Abdülvehhab’ın yeni tarikatı Vehhabiliğe inanıyorlardı. Kendini din işlerinden sorumlu Kadı, Muhammet ibn Su’ud’u da Hâkim olarak tanıtıyordu. Bu kurduğu inanışları da çocuklarına geçirmeyi başardı.
Mehmet Abdülvehhap’ın babası Abd el Vehhap, Medine’de dindar bir din alimiydi (Kuran, hadis eğitimi alanlara alim denirdi), erkek kardeşi Süleyman ibn Abdülvehhap birlikte onu derslere alarak bozuk düşüncelerinin ileride İslam’a çok zarar vereceği konusunda ikna etmeye çalıştılar. Bu inançlarından kaçınmasını, aklını başına toplamasını öğütlediler. Elbette etkili olamadılar ve Mehmet Abdülvehhap, sapkın öğretilerini cahil, ayırt etme yeteneği gelişmemiş insanlara aşılamaya devam etti. Birden, gerçek Müslümanlar olan Ehli Sünnet vel Cemaat yani Sünni cemaatini inançsız saydı ve ermişlerin, dervişlerin, evliyaların, peygamberin ve öteki peygamberlerin mezarlarını ziyareti putperestlik ilan etti.
Hemen, yeni ideolojisini yakın çevresine ve Arap yarımadası halkının Müşrik dediği gerçek Müslümanlara kendi adını verdiği Vehhabiliğin ilkelerini belirledi ve propagandasını yapmaya başladı. (1737).
Bütün tarihçiler, onun İslam’a karşı olan isyanının Basra’da başladığında anlaşırlar. 1740’de kendi şehri Uyeyna’ya döndüğünde tamamen İslam’a karşı isyancı hale gelmişti.
Abdulvehhap ile Beni Hanife kabilesinden Yahudi İbn Saud(Suud) el ele vererek kendi tarikat ilkelerini yedi yılda oluşturdular ve “Vehhabiliğe inanmayanları imansız ve putperest olarak ilan ettiler, öldürüleceklerini, mallarına el konulacağını ilan ettiler. Abdülvehhap, 32 yaşında bozuk içtihadını yazmaya başladı ve kırk yaşında tamamladı.
Bütün Arabistan yarımadasına bunu yaymayı başardı. Vehabiliğe inanan Abdül Aziz Muhammet, 1791’de Mekke şerifi Galip Efendi’ye karşı ayaklanma başlattı. O zamana kadar Vehhabiler diğer Müslümanlardan iyice ayrılmışlardı. Çok sayıda Müslümana işkence ettiler, öldürdüler, tecavüz ettiler ve mallarını yağmaladılar, kadın ve çocuklarını köleleştirdiler. İstanbul’daki halifenin emriyle Mısır valisi Mehmet Ali paşa Arap yarımadasını kısa sürede Vehhabilerden temizledi.
Muhammet Abdulvehhap haini "ŞEYTANIN BOYNUZU"1 denilmiş, alıntıdır.
Necd Emiri Abdullah ibn Faysal, Muhammet İbn Sa’ud’un erkek kardeşi ve Mehmet Abdülvehhap’ın torunu olan kadı 1888’de onun öğretileri olan “Mirat el Harameyn” adlı kitabını yazdılar.
Mekke müftüsü Es Seyid Ahmet ibn Zeyni Dahlan, Vehhabiliğin ilkelerini eleştirdiği “El Fıtnat el Vehhabiyye” başlıklı yazısında Vehhabiliği, Müslümanlara işkence eden bir fitne olarak tanımladı. Yazısının ikinci baskısı “Al Futuhat al İslamiyye 1968 Kahire S.288”, 1975 İstanbul baskısı ile kıyaslanabilir. Bu kitaplarında, “Onların şehirlerine gerçek din ulemaları gönderdik ve gerçek din ulemalarına verecek cevap bulamadılar. Bunlar cahil, yoldan çıkmış kâfirler oldular.” Denilmektedir.
Mehmet ibn Suud 1765’de öldü ve yerine Abdülaziz geçti. Abdülaziz Deriye camisinde bir Şii tarafından karnından bıçaklanarak öldürüldü(1830). Yerine oğlu Suud bin Abdülaziz geçti, Vehhabilerin başı oldu. Üçü de Arap yarımadasında Vehhabiliği yaymak için Müslüman kanı dökmekte, mallarını yağmalamakta birbirleriyle yarıştılar.
Vehhablerin dediklerine göre, Abdül Vehap, düşüncelerini başlarıyla halka yayınca Şerif Galip korkarak kaçtı. Ve Taiflilerin sana direcek güçleri yoktur. Beni, Taiflilerle kalelerini teslim etmeleri ve Abdülvehhap’tan bağışlanma dilemelerini bildirmem için gönderdiler. Ben Vehhabileri seviyorum. Geri dönün. Çok kan döktünüz. Tafi’i ele geçirmeden geri dönmek yok. Yemin ediyorum Taifliler kalelerini kısa sürede teslim edeceklerdir. Ve sen ne istersen onu kabul edeceklerdir.
abdulaziz-ibn-suud-ve-sir-percy-cox İngiliz köpekleridir, İslam dünyasının düşmanlarıdır bunlar.
Şerif Galip Efendinin hatası yüzünden Taif boşuna teslim edilmemeliydi. Eğer Taif’de kalsaydı Taifliler bu kıyamet gününü yaşamayacaklardı. Korkaklar ve hainler olduğundan dolayı Vehabiler Taiflilerin şehirlerini kolay teslim etmeyeceklerine inanıyorlar.
Ama, kalenin burcunda ateşkes bayrağını görünce onlarla konuşmak için heyet gönderdik. İple kale burcuna heyeti çektiler. Heyet onlara, bütün mallarınızı burada toplayın ve canınızı kurtarmak için teslim olun! Denildi. İbrahim adlı bir Müslümanın yardımlarıyla Taifliler heyete vermek için mallarını topladılar. Heyet, “Bunlar yetmez daha da verin , bu kadarcık şey için sizi bağışlayamayız, daha da getirin” dedi.
Heyete mallarını vermeyenlerin listelerini verdiler. Heyet onlar için “ mallarını verenler istedikleri şekilde gitmekte serbesttirler, kadınları ve çocukları bağlayın, zincire vurun!
Heyete daha insaflı olmaları için yalvardılarsa da heyetin başındakinin kızgınlığı ve saldırganlığı arttı.
İbrahim artık sabırlı olmayı başaramıyordu, dayanamayıp onun göğsüne bir taşla vurdu ve öldürdü.
Bunlar olurken Vehhabiler kaleye saldırdılar ve çıkan karışıklıkta top mermisi ve kurşunla vurulmadan kurtuldular.
Vehhabiler kale kapısını kırıp içeri girdiler ve gördükleri bütün kadın ve çocukları öldürdüler hatta beşikteki bebekleri dahi kestiler. Sokaklar bir anda kan seline döndü. Evlere saldırdılar, ne varsa yağmaladılar, bu gün batımına kadar sürdü.
Kalenin doğu tarafındaki taş evleri ele geçiremediklerinden onları da taş ve kurşun yağmuruna tuttular. Sonunda bir Vehhabi, “”sizi bağışladık, kadın ve çocuklarınızla istediğiniz yere gidebilirsiniz” diye bağırdı ama ona da uymadılar.
Muhammad-bin-abdul-wahab-a-jpg-1703-1792 |
Bit epe üzerinde göçmek için toplanan gerçek Müslümanların Vehhabiler etraflarını sardılar ve gitmelerine izin vermediler. On iki gün boyunca kuşatma sürdü ve sıcaktan, susuzluktan kadın ve çocukların ölümlerini seyrettiler, onları küfür ederek, taş atarak, yakaladıklarına sopalarla vurarak işkenceler ettiler.
Onları tek tek çağırarak “sakladığınız mallarınız nerede?” diye döverek sorguladılar, merhamet isteyenlere de “ Ölüm saatiniz geliyor” diye tehditlerde bulundular.
İbni Sekban dışarı çıkarak, 12 gündür tutmadıkları sözlerini tutacaklarını söyleyerek direnenleri teslimiyete davet etti. Bitkinlikten ve sözüne inanmak istediklerinde olsa teslim olanların, kollarını arkasından bağlayıp etrafı çevrilmiş tepedeki Müslümanların yanına koydular ve 367 erkek Müslüman ile kadın, çocukların hepsini kılıçtan geçirdiler. Sonra şehitlerin vücutlarını hayvanlara ezdirdiler, gömülmelerine izin vermeden on altı gün boyunca kurda kuşa yedirdiler.
Öldürülen Müslümanların evlerini ve mallarını yağmaladılar hepsini kale kapısı yanında bir öbekte topladılar. Malların beşte birini de reisleri Suud’a gönderdiler.
Vehabiler Kuran-ı Kerim’in ve tefsirleri ile hadis kitaplarını kütüphanelerden, evlerden, mescitlerden topladılar, sokaklara yerlere attılar. Altın yaldız kaplı deriden Kur’an kaplarından terlikler yaptılar, Kur’an kitaplarını da ayaklarının altında parçaladılar. Taif sokaklarının her yeri Kuran, tefsir, hadis kitaplarının sayfalarıyla dolmuştu.
Sonunda İbni Sekban yağmacıları buna son vermeye davet etmesiyle durdularsa da bunlardan sadece üç Kuran-ı Kerim kopyası ile bir tane Sahih Buhari hadis kitabı kurtarılabildi.
“16 gün boyunca şehitlerin vücutları açıkta kaldı çürümeye başladı ve sıcağın da etkisiyle bütün şehri pis kokular sardı. Sağ bırakılan Müslümanlar, ölülerini gömmek için İbni Sekban’a yalvarıp yakardılar, sonunda insafa geldi ve sağ kalanlar, öldürülen anne, babalarının, kardeşlerinin, akrabalarının kokmuş cesetlerini çukurlar kazarak içine doldurup üstlerine toprak atarak gömdüler. Cesetlerin hiç birisi tanınacak halde değildi ve kuşlar ve hayvanlar parçalarını her yere dağıttığından çoğunun sadece dörtte bir parçası bulunabiliyordu.
Cesetlerin gömülmesi bitince, sağ kalanların öç alabileceklerini düşünen Vehhabiler, “Kederinize kapılarak göğsünüzü kabartmayın, eğer üstlerine anmak için bina inşa ederseniz yerle bir ederiz.” Şeklinde tehditten de geri kalmadılar.
Kalan Taiflileri de kılıçtan geçirip, yağmaladıkları paraları, malları aralarında pay ettikten sonra da şehirde bulunan din büyüklerinin mezarlarını yıktılar, harabeye çevirdiler. Bunlar arasında Seyid Abdül Hadi Efendinin de mezarı vardı….
muhammad bin abdulwahab-1 |
Vehhabilerin Mekke ve Medine Katliamları;
Taif’te sayısız Müslüman kanı döken alçaklar ardından Mekke’ye saldırdılar ama içine girmeye de hac mevsimi olduğundan cesaret edemediler. Mekke Şerifi Şerif Galip Efendi, Vehhabilere karşı bir ordu kurmak için Cidde’deydi, ve Mekke halkı da Taif katliamının ardından Vehhabilerden korkar hale gelmişti. Vehhabi komutanına kendilerine işkence etmemeleri için bir heyet gönderdiler. Vehhabiler, hac sonrası Muharrem ayında H.1218;M-183’de girdiler ve inançlarını aşıladılar. Halka da “kim Medine’ye Muhammet’in mezarına giderse, orayı ziyaret ederse öldüreceklerini” ilan ettiler.
“14” gün sonra da Cidde’ye saldırdılar ve onlara karşı ordu kuruş kahramanca savaşan, birçoğunu da öldüren Şerif Galip Efendiyi de esir aldılar. Kurtulanlar Mekke’ye kaçtılar. Mekke’lilerin yalvarmaları üzerine Şerif Galip Efendi’nin kardeşi Şerif Abdül Muin Efendi Mekke emiri oldu ve Deriye’ye geçti.
Şerif Muin Efendi, Mekke emirliğini ve Mekkelileri Vehabbilerin işkencelerinden korumayı kabul etti. “36 gün sonra Cidde’den Vehhabi haydutlarını kovduktan sonra Cidde Valisi Şerif paşa ile birlikte Şerif Galip Efendi de Mekke’ye döndü. Hyadutları Mekke’den kovdu ve tekrar Mekke emiri oldu. Haydutlar, Osman el Mudayık’ı Taif valisi ilan ettiler. Yenilginin öcünü almak için Vehhabiler Taif çevresinde bir çok köylere saldırarak katliamlar, yağmalar yaptılar. Osman, Mekke çevresindeki bütün eşkıyalara çağrı yaparak büyük bir ordu topladı ve H.1220;M-1805’te tekrar Mekke’yi kuşattı.
Kuşatma uzun sürdü ve kıtlık başladı öylesine ki yemek için köpek bile Mekke içinde kalmamıştı. Müslümanlar kuşatmanın son gününe kadar açlık çektiler. Şerif paşa, kuşatmadan kurtulamayacaklarına, halkı da yok yere kıyıma uğratmamak için eşkıyalarla görüşmeye karar verdi.
Kendisinin Emir olması, Mekkelilerin de can ve mallarına zarar gelmemesi şartıyla şehri anlaşmayla teslim etti.
Mekke’yi ele geçiren haydutlar ardından Medine’ye saldırıya geçtiler, işgal edip- bin yıldır peygamberin mezarında bulunan, dünyanın en büyük hazinesi olan peygambere ait “Hazinet-en Nebeviyye” (Peygamberin Hazinesi) deki kutsal emanetleri, mücevherleri de yağmaladılar.
Müslümanları ağza alınmayacak kadar terbiye dışı, aşağılayıcı sözlerle aşağıladılar. Sonra, Mubarek ibn Magyan adlı birini vali olarak atayarak tekrar Deriye’ye döndüler.
Mekke ve Medine’yi ellerinde tutarak yedi yıl Ehli Sünnet Müslümanlara haccı yasakladılar. Kabe’yi, Kaylan dedikleri iki kat KARA ÖRTÜ ile örttüler.(Şatanist dinlerin örtüsü siyahtır.) Nargile içmeyi yasakladılar ve içeni de sopayla dövdüler.(Recep Tayyip Erdoğan’ın sigara yasağını hatırladığımızda ülkemizde tam bir Vehhabi Şeriatı olduğunu görüyoruz. Alaeddin Yavuz)
Mekke ve Medineliler onlardan hoşlanmadıklarından daima uzak durdular.
Eyüp Sabri Paşa, 1301;M-1887’te yayınladığı Mirat ül Harameyn’in birinci cildinde Mekke Müslümanlarının uğradıkları işkenceleri şöyle yazmaktadır;
“Kutsal Mekke’de Müslümanlara ve hacılara yapılan işkenceler öyle ağırdı ki dille anlatılacak gibi değildi”. Haydutların başı Suud, sürekli şerifi Galip Efendiye tehditler içeren mektuplar gönderiyordu. Suud, daha önce şehri defalarca kuşatmasına rağmen 1802 yılına kadar Mekke’ye girememişti.
1802 yılında Mısır ve Şam’dan gelen hacıların kervanlarını toplayan Galip Efendi, hacılara “kendisine yardım ederlerse, Mekke’Yi haydutlardan kurtarabileceğini söylemiş se de hacılar bunu kabul etmemişlerdi. Sonra Galip Efendi, kardeşi Abdül Muin efendiyi yardımcı yaparak Cidde’ye gitti.
Mekke emiri Abdül Muin efendi, Muhammet Tahir, Seyit Muhammet Ebu Bekir, Mir Gani, Seyit Muhammet Akkas ve Abdül Hafız el Acemi adlı beş ehli sünnet alimini “iyi niyet ve barış heyeti” olarak 1802’de Suud bin Abdülaziz’e gönderdi.
Suud, askerleriyle Mekke’ye gitti ve heyeti karşılık verdi. Abdül Muin Efendi, heyetine verilen cevaba çok şaşırmıştı. Cevap şöyleydi;” Bölgenin resmi idarecisi olan Abdül Muin efendi, bölgesindeki bütün türbe ve mezarları yıkacaktır, çünkü Vehhabi inancına göre, Mekke ve Medine halkları Allah’a değil türbelere tapınmaktadır. Eğer türbe ve mezarları yıkarlarsa Allah’a gerçek haliyle tapınmış olacaklardır.”
mohammad ebne abdolvahhab |
Muhammed ibn Abdülvehhap’a göre, bütün Müslümanlar H.500, M-1106 yılından beri kendilerine açıklanan İslam’ı unutarak çok tanrılı putperest olarak öldüler. Gerçek Müslümanlar olan Vehhabilerin, putperestlerin mezarlarının yanına gömülmelerine de izin verilemezdi.
Suud Cidde’ye saldırdı ve Galip Efendiyi ele geçirdiyse de Cidde halkının Osmanlılarla el ele vererek yaptıkları imanlı direnişi sayesinde bozguna uğratıp düşmanı kaçırttılar ve Suud da Mekke’ye kaçanların arasındaydı.
“Amel, imanda dahildir. Tevhid’den maksat, tevhid-i amelidir (amelde birliktir) Tevhid’de Kelime-i Şehadet yeterli değildir. Herhangi bir şeyi veli, vesile ve mürşid edinmek küfürdür.
Peygamberden şefaat umulamaz. Peygamber’in ve Kur’an’ın tebliğinden ayrı olarak, dine giren şeyler bidattir. Kabirler üzerine kubbe yapmak, adak adamak küfürdür; ziyaret sapıklıktır. Ameldeki dört mezhebe cevaz vardır; lakin itikaddaki mezhepler yasaklanmıştır. Tarikatlara girmek ise küfürdür.
Namazın cemaatle kılınması farzdır ve her fert, beş vakit camiye gelmeye mecburdur. Sigara ve nargile içenlere, sarhoşluk için olduğu gibi, kırk değnek vurulur.
Amel [ibadet], imanın parçasıdır, azalır çoğalır. Bir farzı yapmayan, mesela farz olduğuna inandığı halde, tembellikle namaz kılmayan kâfir olur. Bu öldürülür, malları vehhabilere taksim edilir.
Tevhid-i ameli akidesine riayet etmeyenlerin kestikleri yenmez ve bu gibiler müşrik sayılıp, üzerlerine harp ilan olunur. Kıyamet, Kelamullah hakkındaki sorular bidattir.
Namazlardan sonra tesbih çekmek, Allah’ın farz etmediği ve Peygamberin kılmadığı namazlar ihdas etmek, din vaz’ etmek kadar günahtır.
Minare yapmak, el öpmek, boyun kesmek bidattir. Allah’tan başka her şeyi, bir mezarı, bir şeyhi, hatta Peygamberi vesile edinmek şirktir. Peygamberden yardım ve şefaat istenmez.
Türbelere mum yakmak, kabirlere kubbe yapmak, evliyaya adak adamak, hamayil takınmak, muska taşımak, vefk ve azaim (muska) yapmak, Allah’tan başkasının insan üzerinde tesirini kabul etmektir ve tamamen şirktir.
Bir ağacı, bir taşı mukaddes tanımak, “Ya pir, ya imam, ya li yetiş” gibi sözler, Allah’a şerik koşmak demektir.
Bazı şeylerden teşe’üm etmek (uğursuzluk görmek) sihir yapmak, Allah’tan başka bir şeyin kudretine inanmak demektir ve şirktir. Hırka-i Şerif ve Lıhye-i Saadet (Peygamberin hırkası ve sakalı) ziyaretleri de aynı hükme tabidir. Peygambere salâvat getirilebilir ancak “seyyidüna ve Mevlana” dememek şartıyla.
Riya için namaz kılmak ve sofuluk yapmak da gizli şirktir. Çünkü Allah’tan başkasına gösteriş yapmaktadır. Necef’i ziyaret etmek, Kerbala toprağına secde etmek Mehdiye inanmak, Hızır ve İlyas’ın sağ olduğunu söylemek, şeyhlere rabıta yapmak, gavsa, kutuplara, abdalların varlığına, üçlere, yedilere, kırklara inanmak, ölülein diriler üzerinde tasarrufunu kabul etmek demektir ve şirktir.
Abdü’l-Vehhab’a göre, tasavvuf bir bidattir. Tarikat, mürşidin kendisini vesile edindirmesi demektir. Peygamber her türlü dini tebliğleri yapmıştır. Bundan dolayı, Ebubekir-i Sıddık’a ayrı bir zikir usulü, Hazreti Ali’ye hususi sırlar tevdi etmesi, O’na iftiradır “dininizi ikmal ettim” yollu nasa da aykırıdır.
Vehhabiler, mezhepleri , peygamberin şefaatini, peygamber ve din büyükleri kabul edilen kişilerin kerametlerini dine uygun bulmaz ret ederler.
Allah adıyla kesilen kurbanın sevabını peygamberlere, evliyalara bağışlamayı da ret ederler. Peygamberi yücelten konuşmalara, onda şefaat isteyenlere putperest kafir derler. Peygamberin mezarını ziyaret etmek için uzaklardan gelmek yasaktır. İmam Buşayri’nin peygamberi öven kasidelerini şirk sayarlar.
İslam'ın ilk çıktığındaki, Henefi, Maturidi anlayışın temeli olan en eski İslam mezhebi. Bu çalışmayı günümüze taşıyan Osman Turan hocaya teşekkürler.
Hasan b. Muhammed bu görüşünü şu şekilde formüle etti: " Biz öyle bir topluluğuz (Kavim) ki, Rabbimiz Allah, dinimiz İslâm, önderimiz (İmâmımız) Kur'ân, Nebimiz Hz.Muhammed'dir. Bütün işlerimizde Allah'a ve Resulüne dayanıyoruz. Biz, imamlarımız Ebû Bekr ve Hz. Ömer'den razıyız. Bu sebeple onlara itaat ediyor, isyan edilmesini nefretle kınıyoruz. İkisine düşman olanları düşmanımız olarak ilan ediyoruz. Bunlardan ilk ayrılıkta yer alanlara (Ehlü'l-Firkati'l-Ûlâ)gelince, onları erteliyoruz (Allah'a ircâ ediyoruz). Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'e dostluk konusunda bütün gücümüzle mücadele ederiz. Çünkü Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer yüzünden bu ümmet birbiriyle savaşmadı, hatta onların durumları hakkında ihtilaf etmek şöyle dursun şüpheye dahi düşmedi. Gerçekte İrcâ, bizzat yetişmediğimiz ve daha önce yaşamış kimseler ( fî men Ğâbe ani'r-Ricâl) hakkında takınılan bir tavırdır.
Kıble Ehli'nden büyük günah işleyen hiç kimse tekfir edilemez: Mürcie'ye göre, bir kimsenin kendinden önce yaşamış Kıble Ehli'nden birisi için veya büyük günah işleyen kimse için sapık olduğu ve teberrî edilmesi gerektiği veya hidayette olduğu ve dost edinilmesi gerektiği şeklinde bir hüküm verebilmesi, istisnasız bütün müslümanların onun hakkında aynı hükmü vermesiyle mümkündür.
Bu yüzden onlar günahkar ve zalim yöneticilere kafir değil günahkar/ ahlaksız mümin gözüyle bakmışlar ve haklarında verilecek kararı Allah'a bırakmışlardır.
Din birlik ve beraberlikten ibarettir: Bir kimse iman ettikten sonra İslam toplumunun bir üyesidir. Bu bakımdan bütün müminler eşit olup birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Ayrıca müminler birbirinin kardeşidir ve her birisi Allah'ın dostudur. Hangi mezhebe vaya görüşe sahip olursa olsun, o kimse dışlanamaz, tekfir edilemez ve öldürülemez. Her hangi bir Müslüman sadece nefsini savunma ve zulme engel olma durumunda kılıca başvurabilir. Ancak bir müslümanı müslüman olduğu için öldüren küfre girer. Bu sebeple Cemaat'i/Birliği bozacak her türlü fitne ve bozgunculuktan uzak durmak lazımdır.
Müslüman Sogdlar ve Türklerin Eşit Hak Almaları Mürcie Mezhebi Sayesindedir;
Semerkand'da harb işlerinden sorumlu Müceşşer, Nasr b. Seyyar'ın valiliğe getirilmesine kadar, Sabit Kutna'yı hapisten çıkarmadı. Nasr, onu hapisten çıkararak Merv'e gönderdi ve Eşres tarafından hapsedildi. O, Abdullah b. Bistam b. Mesud'un kefaletiyle hapisten çıkarılarak, daha önce haklarını savunduğu ve bu yüzden hapsedildiği kimselere ve Türklere karşı savaşmak zorunda bırakıldı Askerlere ateşli konuşmalarla cesaret vermeye çalışan Sabit Kutna, bu savaşta şehid düştü. Horasan ve Maveraünnehir'de Mürcii fikirler, onun yazdığı İrcâ Kasîdesi yoluyla yayılmıştır.
Bu çarpışmalarda, daha sonra Mürcie'nin önderliğini yapacak ve Mevali adına yapılan mücadelenin devamında onların yanında yer alacak olan Haris b. Süreyc de vardı. Emevîler böylece, hem haklı bir mücadele veren mevalininin isyanına son verdi, hem de onların yanında yer alan Mürciî önderleri onlara karşı savaşmaya mecbur etti. Böylece Mürcie'nin ileri gelenleriyle, Mevali (Soğdlar ve Türkler) arasındaki bağlantı, 5 veya 6 yıl gibi kısa bir süre de olsa, koparılmaya çalışıldı. Ancak 116/734'de Haris b. Süreyc'in isyanıyla, Mürcie ile mevali arasındaki münasebet tekrar önem kazandı.
Mevaliye eşit haklar sağlamak amacıyla yapılan bu reformların başında Mürcie'nin önderlerinden Ebû's-Saydâ ve Sabit Kutna ile arkadaşları bulunmaktaydı. Ancak onlar, Emevîler'in maddî menfaatleri yüzünden başarıya ulaşamadılar. akat bölgedeki İslâm'a toplu ihtidalar, Mürcie'nin faaliyetleri sonucu gerçekleşti.
Onların mücadelesi, daha sonra, Haris b. Süreyc tarafından devam ettirildi. Haris, Asım'ın 116/773'da Horasan valisi olması üzerine, onun yeni müslüman olmuş kimselerle Emevîler'e karşı oniki veya onüç yıl süren ve onların yıkılışını hazırlayan bir isyan başlattığını görmekteyiz.
Haris b. Süreyc'in bu hareketi, temelde, Ebû Saydâ ve Sabit Kutna'nın daha önce başlattığı Mürciî tez üzerine kurulmuş bir islah hareketinin devamıydı. Her iki mücadele, Emevî valilerinin zorbacı yönetimlerine ve kötü ekonomik politikalarına karşı sürdürülmekteydi. Bu Mürciî liderler, mevali unsuruna destek vererek cizyenin kaldırılması ve askerlere ödenen maaşlara ortak olma isteklerini gerçekleştirmeleri için onları ayaklandırdılar.
Bu yüzden daha önce Ebû's-Saydâ ve Sabit Kutna'ya destek veren Rebi' b. Imran et-Teymî, Ebû Fatıma el-Ezdî, Bişr b. Curmûz ve Kâsım eş-Şeybânî, Haris b. Süreyc'in yanında da yer aldılar. Sabit Kutna gibi, Haris de, en önemli desteği Aşağı Toharistan, Cüzcan, Faryab, Talikan ve Belh'ten almıştı. Aynı şekilde, Ebû's- Saydâ ve Sabit Kutna'nın yanında mücadele eden dihkanlar ve köylüler Haris'in isyanına da destek verdiler.
Bu desteğin altında, "Haris b. Süreyc'in hareketinin Mürciî bir hareket" olması yatıyordu.[62] Haris b. Süreyc, 119/737 yılından itibaren Esed'e karşı mücadelesine Toharistan'da yanlarına sığındığı Hakan'la birlikte devam etti. Nasr’ın ordusuyla savaşmayı sürdürdü. O, 126/744'e kadar yaklaşık onüç sene Türk bölgelerinde kaldı. 127/745 yılında Nasr'la anlaşarak Merve döndüyse de, tekrar uygulamaları eleştirerek isyan etti ve 128/746 yılında pek çok yakını ve taraftarıyla beraber öldürüldü. Haris, bu mücadelesinde Cehm b. Safvan ve diğer meşhur Mürciilerden büyük destek aldı.Haris, Horasan ve Mâverâünnehir'de sadece Mürciî fikirlerin yayılmasında değil, İslâm'ın yayılmasında ve insanların topluca İslâm'a girmesinde de önemli bir rol oynadı. Onun, Türklerle birlikte kaldığı yıllarda, İslâm'ı yayma faaliyetlerine devam ettiği anlaşılmaktadır.
Mürcie, Haris ve taraftarlarının yenilgiye uğraması ve pek çoğunun öldürülmesi sonucu, Horasan ve Mâverâünnehir'de önemli ölçüde güç kaybetti. Böylece, Mürcie'nin mevaliye müslüman Araplar karşısında eşit haklar sağlama, onlara karşı adil davranılmasını isteme mücadelesi yarıda kaldı. Haris b. Süreyc isyanı, Emevîlerin, Arap olmayan müslümanlara karşı olumsuz tavırlarının ve ekonomik baskılarının bir neticesi olarak ortaya çıktığı için Mürcie'nin bölgedeki faaliyetleri açısından ve ayrıca, Emevîlerin yıkılışını hazırladığı ve Abbasî ihtilalinin, dolaylı da olsa, başarılı olmasını kolaylaştırdığı için, siyasî tarih bakımından da önemlidir.
Mürcie'nin bizzat katılmadığı ancak maddî destekte bulunduğu isyanlardan birisi de Zeyd b. Ali'nin 122/739 yılında Emevîlerin zulmüne karşı isyanıdır. Ebû'l-Ferec, Zeyd b. Ali'ye saygı duyan Mürcie arasında ona destek veren kimselerden sadece Ebû Hanîfe'nin ismini zikretmektedir.
Emeviler döneminden itibaren Mekke, Medine, Kufe, Basra ve Şam gibi şehirlerde, hatta Kuzey Afrika'da faaliyet gösteren Mürcie, Emevilerin sonlarına doğru ve Abbasilerin ilk yıllarında Horasan ve Maveraünnehir'de güçlenmeye başladı. Öyleki İrcâ fikri denildiği zaman Horasan akla geliyordu ve bazı kimseler İrcâ akîdesinin bu bölgeden alınmaması konusunda uyarılar yapıyorlardı. Mürcie, Ebû Muslim'in sürdürdüğü Abbasî davetine ilk yıllarda Emevî zulmüne son vermek için sıcak bakmıştır. Ancak ihtilalin gerçekleşmesinden sonra Ebû Müslim'in de aynı politikaları sürdürdüğünü görünce ona karşı çıkmışlardır. Ancak Ebû Müslim, bu kimseleri ya öldürmüş ya da başka yollarla sindirmeye çalışmıştır. Gücünün anlaşılması üzerine, bu mezhep Horasan'daki Haricî ve Şiî tehikesine karşı Abbasiler tarafından desteklenmiştir. Bu sebeple bölgedeki bütün kadılık ve imamlık makamları Mürciilerin eline geçmiştir. Baştan beri, diğer mezhepler kadar bizzat siyasetin içerisine girmeyenMürcie, Abbasiler döneminde resmî kadılık görevlerine atanmaları dolayısıyla, her ne kadar Abbasiler'in her politikasını kabul etmedilerse de, özellikle akîde konusundan çok fıkıhla meşgul olmaları yüzünden eski başarılarını sürdüremediler. Diğer taraftan, bazı Mürciîler, Mihne döneminde, devletin “Kur'ân’ın yaratılmışlığı” fikrini dayatmasında, Me’mun’a destek vermelerinden dolayı, gerek Bağdad, gerekse Horasan ve Mâverâünnehir'de, Mutezile ile aynı muameleye tabi tutuldular.
Mürcie'nin tarihinde iki önemli fikri kırılma yaşanmıştır. Birincisi Emeviler döneminde kader problemi, ikincisi Abbasiler döneminde Kur'anın yaratılmışlığı problemi etrafında yaşanmıştır. Bunun neticesinde bu mezhebin mensupları Kaderci/Özgürlükçü ve Cebirci olarak ikiye ayrılmışlardır. Hatta öyleki bazı Makalât yazarları, bu görüşü benimseyenleri Mürcie’den bağımsız ekoller gibi göstermişlerdir. Kur'anın yaratılmışlığı probleminde de, kimisi Mu'tezilenin yayınında yer alırken, kimisi de onların bu dayatmasına karşı çıkmışlardır. Tirmiz, Nisabur, Bağdad ve Rey Mürcie’si arasında Halku’l-Kur’ân fikrini destekleyenler olmuştur. Bu sebeple bazı Makalât yazarları, başta Bişr el-Merisî olmak üzere bu görüşte olanları, sırf bu konudaki fikirleri dolayısıyla Mu’tezilî ya da Cehmiyye olarak değerlendirmişlerdir.
Abbasiler'in ilk yıllarında Horasan'da Belh; Tahiriler döneminde Nisabur, Rey ve Herat; Samaniler döneminde ise, Mâverâünnehir'de Semerkand, Buhara ve Fergana şehri, Mürcie'nin faaliyet gösterdiği merkezler haline geldi. Öyleki Belh şehrinden Kufe'ye ilim öğrenmeye gelenlerin, özellikle Ebû Hanîfe'yi ve daha sonraları onun öğrencilerini tercih etmeleri sebebiyle, buraya Mürcie'nin kalesi/yurdu (Mürciabâd) adı verildi.[64]
Abbasiler döneminde, bu bölgelerde Mürcie'nin tartışılmaz manevî lideri Ebû Hanîfe'dir. Bu yüzden, orada Mürcie denince, Ebû Hanîfe ve taraftarları olarak bilinen Re'y Taraftarları akla geliyordu. Ebû Hanîfe'nin ölümünden sonra, Irak'taki öğrencileri, onun daha çok fıkha dair görüşlerini sürdürürken Belh, Rey, Nisabur ve Semerkand'daki Mürciîler, hem fıkhî, hem de itikadî görüşlerini devam ettirdiler. Bölgede temeldeMürciî akideye bağlı Rey'de Neccârilik, Nisabur'da ve Sicistan’daKerrâmilik, Semerkant'ta Mâtürîdilik olmak üzere üç ayrı fikir ekolü ortaya çıktı.
Bölgedeki devletçiklerden Saffariler, Haricilerin üstesinden gelebilmek için Mürcie'yi desteklerken Tahiriler onlara karşı cephe aldılar. Ancak büyük destek gördükleri Samaniler döneminde yıldızları tekrar parladı. Mezhep, bölgedeki dinler ve kültürlerin yanısıra İsmaililik, Zeydilik, Hadis Taraftarlığı ve Mu'tezile’yle de mücadele etti. Bu üç ekol arasında, sadece Mâtürîdilik, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat içerisinde devam edebildi.
Ebû Mansûr el-Mâtürîdî'nin ismi, bizzat Mürcie mensupları arasında zikredilmiyorsa da, kaynakların Ebû Hanîfe ve ashabını bu ekolün mensupları arasında saymaları, dolaylı olarak onun da aynı şekilde değerlendirildiğini akla getirmektedir. Bu sebepten olsa gerek, o, Kitâbu't-Tevhîd'de "el-Mes'ele fî'l-İrcâ’ "[65] adıyla bir başlık açarak Ebû Hanîfe'ye böyle bir ismin neden verildiğini tartışmakta ve onu “Zemmedilen ve Lanetlenen Mürcie'nin” dışında tutmaya çalışmaktadır. Bu tavrı Te'vilât'a da yansımış ve Ebû Hanîfe'nin "Zemmedilen Mürcie"(İrcâü'l-Mezmûm)'den değil "Övülen Mürcie"(İrcâü'l-Mahmûd)'den olduğunu savunmaktadır. O, hadislerde zemmedilen İrcâyı, "fiilleri Allah'a bırakarak onları kulun fiileri kabul etmeme ve onlarda kulun tedbirini reddetmekten ibaret olan Cebir" şeklinde; Mürcie'yi ise, "Taat ve masiyet dahil hiç bir fiili kulun fiili olarak görmeyenler"[66] şeklinde tanımlamakla, İrcâ ve Mürcie kavramına kendi dönemine kadar yapılmamış bir yorum getirerek, hadiste zemmedilen Mürcie'nin, bu olduğunu ileri sürmektedir. Muhtemelen Mâtürîdî, Ebû Hanîfe ve dolayısıyla kendisini bazı uydurma hadislerde lanetlenen Mürcie'den aklamak için böyle bir yola baş vurmuştur. Aslında Matüridi, eserlerinde büyük günah, İmanın tanımı, İmanda artma eksilme, İmanda istisna, İman-İslam ilişkisi, İman-Amel ayrımı, Va'd ve Vaîd gibi temel konularda Mürcie'yi savunduğu görülmektedir.[67] Ayrıca Ebû Mansûr el-Mâtürîdî'nin ilim silsilesi Mürciî akideyi benimsemiş şahıslarla üç ayrı yolla Ebû Hanîfe'ye kadar uzanmaktadır. Onun, Ebû Hanîfe'nin görüşlerini en iyi bilenlerden olduğu, eserlerini bu görüşleri kesin olarak isbatlamak ve delillendirilmek için yazdığı bilinmektedir. Onun eserlerinde Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat kavramını hiç kullanmaması dikkat çekicidir.
Muhammed b. Kerram ve taraftarları, Hüseyin b. Muhammed b. en-Neccar ve taraftarları Mürcie'nin aşırı uçlarını temsil ederken, Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ve öğrencisi Hakîm es-Semerkandî gibileri bu akımın mutedil ve ana bünyesini temsil etmekle kalmamış aynı zamanda bu ekolün sistematik bir kelamını da oluşturmakla Mürcie ile Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaatarasında bir köprü görevi görmüştür. O, Kitâbu't-Tevhîd'inde her ne kadarEhl-i Sünnet ve'l-Cemaat kavramını kendi Kelâm sistemi için kullanmamışsa da, kendinden sonraki yazarlar, muhtemelen ilk defa Pezdevî tarafından, "Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ın reislerinden"[68] kabul edilmiştir. Hatta bazı kereler, genel olarak sadece Semerkand ekolü olarak isim verilmeden zikredilmiştir. Onun Kelâm sistemi, önceleri daha çok Mâtürîdiyye şeklinde kendi adıyla, fakat daha sonraları Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat olarak isimlendirildi. Bununla birlikte, Mürcie'nin temel tezleri Matüridî kelam ekolüne mensup kelamcılar tarafından savunulmaya devam edildi.
1-Büyük Günah
Mürcie, büyük günah işleyenin dünyadaki durumu ile Ahiret’teki durumunu birbirinden ayrı ele alır. Şöyle ki Kıble Ehli'nden büyük günah işleyenler (Fâsıklar), imanlı olmaları dolayısıyla mümindirler, ancak büyük günah işledikleri için aynı zamanda fasıktırlar. Onların durumları Alah'a kalmıştır, dilerse affeder, dilerse cezalandırır.[69] Onlar, fıskı İmanın zıddı kabul etmediklerinden ve amelleri İmanın bir parçası olarak görmediklerinden, büyük günah işleyeni fıskı ve fücuru ile birlikte kamil bir mümin saymaktadırlar. Günah işleyen ister te'ville, ister tevilsiz işlesin, yani her hangi bir yorum sonucu işlesin durum aynıdır. Çünkü bütün günahlar fısktır. Bu yüzden onlar, te'ville kan dökmeleri, kadınları esir almaları ve malları yağmalamalarından dolayı Hariciler'i fasık olarak görmüşlerdir.
http://www.sonmezkutlu.net/?pnum=79&pt=M%C3%BCrcie+Mezhebi%3ADo%C4%9Fu%C5%9Fu+ve+Fikirleri
Hanbeli Mezhebi;
Ahmed bin Hanbel (H-164-241;M-780-855 Bağdat) Adını verdiği Hanbeli Mezhebinin kurucusudur. Bağdat’ta doğup orada ölmüştür. İmam Şafi’nin öğrencisidir. Bağdat, Basra, Kufe, Yemame, Necd, Yemen, Ürdün, Urfa, Mardin, Harran, Siirt gibi Sabilerin yoğun olduğu bir kenttir.
Abbasi Halifeleri Memun, Mutasım ve Vasık’ın benimsedikleri Mürcie Mezhebine, gerçekten hatalı bir yorum olan “Kur’an’ın mahluk” olması kavramı yüzünden karşı çıkmış, bu bozukluğun düzeltilmesine çalışarak oldukça akılcı olan Mürcie mezhebini geliştirmek yerine Arap ırkçılığına ve dinde baskıcı, yobazlık ve bağnazlığı savunan bir yol tutmuştur.
Er RedAle’z-Zenadıka ve’l Cehmiye adlı bir kitabında kurduğu yobazlık mezhebini anlatmıştır.
Takıyuddin Ahmed ibn Teymiye (Harran 1263-1328 Şam) Sabilerin İbrahim peygamberden önce mekanı olan ve din merkezi olan, dünyanın en eski rasathanelerinden birini kurmuş, yıldızların ve gezegenlerin insan şekilli tanrılar olduğuna inanan, Tevrat ve ondan doğan Zebur, İncil, Kuran’ın temeli olan Cin ze di Rabba kitabına inanan Sabilerin din merkezinde doğmuştur. 13.yy. başlarında gerçekleşen Moğol istilasından kurtulmak için ailesi Şam’a göçmüşlerdir. Devşirme Müslüman Sabilerden zaten imam, din alimi olmayanı çok azdır. Çünkü Tevrat peygamberlerinin Adem, Habil,Kabil, Şit, Nuh, Yafes, Sam, Ham İbrahim hakkında en geniş bilgiler onlarda vardır. İsa ve Muhammet hakkında da en az bilinen bilgiler onları 60’ı bulan din kitaplarında anlatılır. Kur’an’ı kendi diline okuyamayan veya ulema, şeyh, emir, imam nezareti olmadan anlayamayacağına inandırılmış Müslümanların, bu devşirme imamların anlattıklarının Kur’an’a mı başka kitaba mı ait olduğunu sorgulamaları olanaksızdır. Bu durumda bu adamlar ne anlatsa din uleması olur çıkarlar. Öyle de olmuştur. Hanbeli, Selefi din anlayışının tüm temelleri Sabi dinin temel ilkeleridir.
O da babasının da din alimi olmasının desteğiyle bu soydan gelen özelliğini kullanmış, yetişkinliğinde Şam’da Emeviye camiinde Şükerriye Darülhadisin’de kürsü sahibi olmuştur. Kur’an eğitimini, felsefe, mantık eğitimi ile geliştirmiş, fakih (hukuk alimi) ve muhaddis (hadis alimi) kişiliğini kazanmış, akaid konularında da fikir beyan etmeye başlamıştır. 21 yaşında babası öldüğünde onun yerine hocalık yapmayı başarabilmiştir. Sufiliğe karşı ad vermeden eleştiriler yazmıştır. Özellikle bu alanda Muhyiddin Arabi’ye yaptığı eleştiriler dikkat çekicidir. Moğol istilasına karşı halkı ayaklandırması diğer alimlerden farklı kılmıştır. Davet üzerine gittiği Mısır’da Sufilerle çatışında zindana atılmıştır. İskenderiye Kahire arasında zamanın iktidarlarının kendisine bakışlarına göre gidip gelmiştir. Ellili yaşlarda Şam’a davet edilmiştir.
Selefilik (halef’in tersi, önde olanlar) akımının kurucusudur. Dinde selef/önder kabul edilenlere katıksız itaati benimseyen ilkeye bağlılığı öğütlemiştir.
Ancak, Selefilik ondan öncesi olan bir akımdır ve Eşari Maturidi anlayış kurulmadan önce sahabe(peygamberin arkadaşları) ve tabbiin(sahabeleri görüp iman edenler) gibi Müslümanlar “Selefi Salihin” kabul edilir, doğru yolda olduklarına inanılırdı. Oysa, Kur’andan çok hadisleri öne çıkartan, aklı değil, nakli esas alması, akıl yürütmeyi ötelemesi, ibadetlere ağırlık vermesi tamamen, halkı köleleştiren bir anlayıştır. Ayet ve hadislere bakarak, Kuran’da belirtilmemiş bir konuya çözüm bulma yolu olan kıyas ve hadisçi okula karşı kurulmuş, akılcılığı öne çıkartan rey (ehli rey) akımına değer vermemiştir.
Bu akımın ilk kurucusu Ahmed bin Hanbel, ikinci kurucusu da Teymiyedir. İkisi de dini bozan Sabi devşirmelerindendir.
İbni İshak’In Siret-ül Resulullah (Peygamberin hayatı) kitabında anlattığı Arabistan bölgelerinin özelliklerinde Necd, Yemame bölgeleri Muhammet’ten 150 yıl kadar önce namaz kılan Nasturi rahiplerince Hristiyanlaştırılmış bölgelerdir.
Muhammet, Necd bölgesini Yemen ve Necd’de etkili sahte peygamber Tuleyha’nın etkisini kırmak için işgal ile İslamlaştırdığından Muıhammet’e ve kurduğu İslam’a karşı kinleri vardır.
Yemame bölgesi de günümüz Kuveyt devletinin ve güneyinin olduğu bölgedir ve burası da Nasturi ve onlar arasında yaşayan Süryani Hristiyanları ile Sabi dinindeki Yahudilerin bölgesidir. Rahman ve Rahim Hayy adlı ilk yaratılış Nur Kralı/Meliki tanrısına inanan bu insanlardan da çıkan ve Muhammet’e ortaklık teklif eden sahte peygamber Müseylümetül Kezzap adını peygamberin taktığı Yemame’li Rahmandır. Yemame’li Rahman Muhammet’İn ölümünden sonra Ebubekir zamanında açılan seferde öldürülmüştür.
Selefi akımın üçüncü temsilcisi olan Suud Krallığının kökleri, Yemame’li Beni Hanif Yahudi kabilesindendir. (Hanif din, Nasturi ve Süryaniler içinde İbrahim peygamberin dini, rahman ve rahim Hayyülkayyüm tanrı ibadetidir Hanefilik değildir.)Selefi Hanbeli, İbni Teymniye zihniyeti merkezli Vehhabilik akımına adını veren Mehmet Abdülvehhab da, yalancı peygamber Tuleyha’nın takipçileri veya Nasturi Hristiyan Necd çölü Arami veya Yahudilerindendir. Tevrat efsanelerinde iç içe yaşayan bu iki kavim bazen birbirini kıymış, bazen Yahudiler bunların dinlerine girmiş kardeşçe yaşamışlardır. Taa ki, Roma Hristiyanlığı resmi din ilan ettiğinde, Süryaniler, İsa’yı, güneş tanrıçası dişi şeytan Er Ruha’nın erkek kılığında Allah’tan getirdiği mektup sayesinde vaftizci Arami peygamberi Yahya’ya vaftis ettirdiğini, Hristiyanlığı İsa’dan değil Yahya’dan aldıklarını söylemeleri üzerine Roma Süryaniliği yasaklamış ve bunlar Nasturi Hristiyanları olan Nasrani Yahudiler arasında gizlenmeye başlamışlardır. İslam’ın doğduğu tarihte de durumları budur.
Bunların iyilerinin cennete gideceğini söyleyen Bakara 62. Ayet tefsirinde, Elmalı’lı A.H.Yazır hoca geçmişin İslam ulemalarından şu bilgileri derlemiş;
“…Sâbiîn: Yahut "sâbîe" hakkında da çeşitli görüşler vardır. Evvelâ lügat bakımından denilir ki, "filan adam dininden çıktı, filan dine girdi." demektir. Bu anlamdan dolayı Mekke müşrikleri Hz. Peygamber'e diyorlardı. Çünkü eski dinlerine aykırı yeni bir din ortaya koyuyordu.
Ayrıca yıldızlar doğuş yerlerinden çıkıp yükseldikleri zaman denilir. Binaenaleyh gerçek lügat anlamı itibariyle ve karşılık karinesiyle "Sâbiîn" izafî bir anlam taşıdığından, İslâm, Yahudi ve Hıristiyanların dışında kalan diğer dinlerin mensuplarına şâmil olur. Bununla beraber geleneksel bir deyim olarak daha özel ve dar anlamlarda da kullanılmıştır.
1- Katade'nin açıkladığı şekilde bunlar, meleklere tapan bir taifedir.
2- Yıldızlara tapan bir taife oldukları da tefsirlere geçmiştir.
Fahruddîn Râzî, akla yakın olan budur, der. Ve bunların başlıca iki görüşleri vardır:
Birincisi; derler ki, "Âlemin yaratıcısı Allah Teâlâ'dır. Lakin Allah, yıldızlara saygıyı ve bunların ibadet için kıble yapılmasını emretmiştir."
İkinci iddiaları ise şudur: "Allah Teâlâ, burçları ve yıldızları yaratmıştır. Fakat bu âlemdeki hayır ve şerri, sağlığı ve hastalığı meydana getiren, canlıları yöneten ve yönlendiren yıldızlardır. Şu halde bu dünyanın, bir anlamda Rabbi onlardır ve insanların onlara saygı ve ta'zim göstermeleri vaciptir. Çünkü onlar da Allah Teâlâ'ya ibadet ederler ve insanlara aracı olurlar." derler.
Yahudilerin Molek veya Melek putuna Sabiler gibi bebek kurban ederken namaz da kılmalarını gösteren resim
Bu mezhep, Gildânîlere mensup olanların görüşüdür ki, Hz. İbrahim bunları red ve iptal için peygamber olarak gönderilmiştir . Bunların Hz. Nuh'a ve bazı rivayetlerde Hz. İdris'e nisbet iddiasında bulundukları da söylenir. Günümüzde yıldız falına inanma ve yıldızların gücüne sığınma bunlardan kalmadır. Maide sûresinde bununla ilgili açıklama gelecektir. (Bkz: Maide, 5/69)…”
İslam ulemaları her ne kadar bunu söyleseler de Nasturilere ve Süryanilere göre de İbrahim’den Muhammet’e bütün peygamberler şeytana tapınan sapıklardır. İsa şeytan Er Ruha, Muhammet de şeytan Bizbat, dini bozan sahte peygamberdir.
Bu bilgiler ışığında, peygamber ve dört Halife zamanında Müslüman edilmiş bu Hristiyan ve Yahudi toplumları ile kuzeyde Habeş İncili okuyan Gürcü, Ermeni Hristiyanlarının Muhammet’in tebliğini saf saf benimsemelerini beklemek sadece ahmaklık olur. Çünkü İslam onların dininde olmayan yeni bir şey getirmemiştir.
Muhammet zamanında ortaya çıkan Yemameli Rahman, kadın peygamber adayı Secah,Tuleyha, Esved-ül Ansi hep Nasturi, Roma korkusuyla kripto yaşayan Süryani, bunların inancını benimsemiş Yahudi ve diğer karışık Arap kabileleri, İslam’a zorla yani kılıçla sokulduklarından içlerinde kırıklıklar ya da gizli düşmanlıklar olması doğaldır.
Muhammet’in ölümünü takiben soyunun düşman ilan edilip kurutulması, Ali’ye ve çocuklarına saldırılar, damadı ve yeğeni Osman’ın Emevilerle bütün iyi geçinme çabalarına rağmen din düşmanı ilan edilmesi bu kırıklıkların ürünüdür.
Bu yüzden de Selefi akım, kendinden olmayanları küfür, şirk, bidat ile suçlayıp haklarında ölüm emri veren, kadın ve çocukları köle eden veya satan, ırkçı, baskıcı, yağmacı, talancı, ırz düşmanı ve en önemlisi Müslümanlara düşman ama İngilizlere, Roma’daki Vatikan papalığına çok sadık bir dini akımdır. Sadece adı İslam’dır o kadar.
Selefiliğin yedi temel ilkesi, takdis (kutsama, el verme, peygamberlik verme gibi. Tevrat peygamberleri de çocuklarını takdis ederek peygamberlik verir),tasdi acz (Kuran’ı insanın anlayamayacağı ilkesi, acizlik), sükut (sessizlik, Kur’anı tartışmaktan kaçınmak),imsak(Sükuta benzer), kef(Dini tartışmak yerine başka işle meşgul olmak) ve marifet ehline teslimiyettir.
Kısaca Selefi akıma göre bir Müslüman, Konuşma, Kaytarma, Karışma ilkesini öğütlemektedir. Sen tartışamaz, anlamazsın KONUŞMA, şeyhlerin, devletin, zenginlerin konuştuğu yerde yanlış bulup ortalığı karıştıracak işler yapma, sus ve otur yani “KARIŞMA” ve şeyhin veya devletin sana yüklediği görevleri itirazsız yap yani KAYTARMA. Devlet ve ruhbanlar için ne harika ama halk için ne kötü bir düzendir Vehhabilik=Selefilik. İlginç olan ise bu Mezheb’in çıktığında, Necd bölgesinde tutulup başka yerde ilgi görmemesi de tespitlerimi doğrulamaktadır.
Aşağıda, İslam’a zıt bazı Vehhabi ilkelerini verdim;
-Cihad Nebi’nin gönderildiği günden Deccal’in öldürüleceği güne kadar farzdır. (İncil Vahiyler)
-Ölen de öldürülen de eceliyle ölür Her yaratılmışın bir eceli vardır. (Hayır-şer’in Allah’tan olduğuna ters)
-Allah salih kullarına deliller verebilir. (Keramet, şefaat gösteren yarı tanrı kişilikler, Allah’ın izni olmadan peygamberin şefaat gösteremeyeceğini bildiren İslam’a ters)
-Kim namazı terk ederse o kafir olur” “Namazdan başka terki küfür olan amel yoktur.” Kim namazı terk ederse kafirdir. Nitekim Allah onun katlini helal kılmıştır.”
Bu da tamamen “Güneş ibadeti/Bereket tanrısı dinleri” ibadetlerinin esası olan namazın, tanrı veya Tanrıça güneşi Gök Ananın içindeki tanrıların düşmanlıklarından korumak için tam zamanında kılınması ilkesine bağlılıktır.” Bu da İslam değil putperestliktir, Sabiliğin Sin mezhebi uygulamasıdır, Şeytana tapınma geleneğinin kalıntısıdır.
Kaynaklar;
lat s.295 Ahmed b.Hanbel Sıfatu’l-Mü’min İbn Ebi Yala Tabakat I/172 ı-304-305 Ahmed B.Hanbel Usulu’s-Sünne İbn Ebi Ya’la Tabakat I/228 I/288 Berbehari Şerhu Kitabi’s-Sünne II/21 Sabuni Akidetu’S-Selefs.112 Eşari Makalat.290-296-295-297 Lalekai Şerhu Usuli itikad I-II/50-151.
AKP CİNSEL SAPIKLIĞI TEŞVİK EDEN, KORUYAN PARTİ OLMUŞTUR
Namaz,Hac,Umre Putperestlik İbadetiydi;
Bu yol, güneşe namaz kılan Sabi, Şemsi Yahudi, Zerdüşt, Zervani, Mani, Yezidi şatanistler, Hindu, Keldani, Nasturi, Süryani Hristiyanları gibi gayrimüslümler, putperestler, güneşi aynı zamanda yaşayan insan şekilli bir tanrı/ tanrıça olarak “ölen tanrı” kabul etmekteydiler.
Gökyüzü de insan şekilli Gök Ana’ydı ve gece olunca güneş, gök Ananın ağzından girip gece yolculuğu (İsra)na çıkar, ağız, gırtlak, mide, rahim ve dölyatağından sabah doğumu yardımcı tanrılar ve insanların kıldığı namazlarda ettikleri dualarla sağlanırdı. Gök Ana’nın içinde, güneşten büyük, insanların da bilmediği dev tanrılar vardı. Onlar güneşi geri çekerek doğmasına engel oluyorlardı, bazıları da öldürmek istiyordu. Güneş tanrısı veya tanrıçasının zarar görmeden yeniden doğması için herkesin namaz kılması şarttı, kılmayan öldürülüyordu.
Sabiler, bu inanç gereğince günde yedi vakit namaz kılarlardı, namazları, akşam, yatsı, teeccüt, duhan, fecr(Tan), öğle ve İkindiden ibaret yedi vakitti.
Güneşin Gök ananın ağzına geldiğinde akşam, gırtlağına geldiğinde yatsı, midesine vardığında teeccüt(Gece namazı), rahmine düştüğünde Duhan (Birinci Kuşluk) ve döl yatağından doğacağı fecir vaktinde da sabah namazı, güneşin yeryüzüne hâkim olduğu öğle vaktinde kutlamak için Öğle, Adem’in yaratıldığı vakit kabul edilen İkindi (ikinci kuşluk) namazları kılmalarının temeli bu inanıştı. (Sabiler kılar, dinlerin diğerleri tanrıya eş koşmak derler. Mecusiler de öyleydi. Muhammet’e yasaklanan namazlar da “Orta namazları denilen öğle ve ikindiydi)
Sapık İslami karakterler, kişilikler |
Zamanında namazı kılmayan, güneşin/tanrı veya tanrıçanın doğmasını, bereketin yeryüzünden gitmesini, soyunun yok olmasını istemiş, tanrının emrine itaat etmemiş ve dinden çıkmış sayıldığından öldürülüyordu. Kabe’de bu küçük gök ana saydıkları Güneş tanrıçasının rahmiydi. Bu dünyada yaratılan bütün insanların ruhları güneşin rahmindeydi ve haceri esvedi yani gök ananın cinsel ilişki-doğum organını öperken ölen, Kabe’nin içine, rahime geçebiliyor, yeniden doğuma hak kazanıyordu. Böylece namaz, hac, umre gibi ibadetlerin tamamen putperestlik kalıntısı olduğunu okudunuz.
Oysa Kur’an Şems Suresi, Kamer Suresi Güneş ile ayın tapınılması gereken tanrılar değil Allah’ın belir bir süreye kadar gökyüzünde yüzecek olan gök cisimleri olduğunu söylemektedir. Bu durumda namaz kılmayanın öldürülmesi, cezalandırılması tamamen putperestlik geleneğidir ve İslam’a da uymaz. Özel dini bir kutsiyeti de yoktur. Hac, umre de buna dahildir.
İslam devletinin sınırları genişlediğinde, her şeyin Arap gelenekleri ve Kur’an ayetleriyle açıklanamayacağının ortaya çıkmasıyla gelişen “Kur’an dışında” aklın da kullanılmasını savunan Mutezile akımına karşı çıkmış, dogmacı bir anlayışa sahiptir.
Namaz’ın İslam öncesi ve sonrası Hindu, Zerdüşt, Yezidi, Doğu Ortdodoks Hristiyanları, Ortodoks Yahudilerince aynı Müslümanlar gibi kılındığından, Müslüman’ın kişiliğini tanımlayan “İslam’a özel bir ibadet” olmamasına, Muhammet’in, Yahudi, Hristiyan ve putperestlerle aynı vakitte olmasın diye namaz vakitlerini güneşe göre değil, onların kılmadıkları vakitlere ayarlamasına rağmen, bunları görmezden gelerek namazı dinin temeline oturtan, Müslümanın olayları aklıyla çözmesine, akılcılığa düşman, Arap ırkçısı bir anlayışa sahiptir.
İslam’ın tevhid /kelimei şehadet, besmele, namaz, oruç, hac, umre, kurban, fitre gibi temel farzlarının hepsi putperestlik geleneğidir ve yazdığım Gök Ana dini temellidir. Merak edenler Sabilerin din kitabı Cinze d Rabba (İng-Ginza d Rbba) yı internetten İngilizce, “Antik Sabiler ve Din Kitapları” alaeddinyavuz.worldpress.com’daki yazımdan da Türkçe Yaratılış Efsanelerini okuyabilirler.
Bu konular, peygamber zamanında herkesçe bilinen konulardı. Muhammet’in karış Hatice Nasturi, peygamber olduğunu ilk ve tek tasdik eden din adamı amcası Varaka bin Nevfel Mekke Nasturi kilisesi baş keşişiydi ve Cinze kitabını iyi bilirdi.
İslam öncesini anlatan siyer kitaplarında Arap yarımadasında Katolik Hristiyanlığın varlığına dair bir bahse rastlamadığımı düşünmem boşuna değilmiş. Arap yarımadası Hristiyanlığı Nasturilik, oınların içinde gizlenen Süryanilik ve ikisine de girmiş Yahudilerden başka Hristiyanlık uygulamasına tanık olamadım.
Elmalılı Hamdi Yazır da Sabilerin iyilerinin cennete gideceği belirtilen Bakara Suresi 2:62. Ayet tefsirinde Hristiyanlığı Nasranilik olarak ele almıştır. Sebebi de Arap dilinde Hristiyan’ın karşılığı Nasranililiktir.
Beelzebub-bal da ba'al'dan gelir |
Okuyalım;
“…Nasârâ: "Nasrânî" kelimesinin cem'îdir (çoğuludur). Keşşâf'ın beyanına göre; tekil (müfred)i "nasran"dır ve sonuna mensubiyet "ya"sı geldiği zaman Ahmedî gibi mübalağa anlamı ifade eder. Hıristiyanlar kendilerine bu ismi vermişlerdir ki, bu da üç ayrı sebebe bağlı olarak beyan ediliyor:
1- Hz. İsa'nın nâzil olduğu (indiği), "Nasıra" köyüne nisbettir. İbnü Abbas, Katade, İbnü Cüreyc bu görüştedirler.
2- Aralarında tenâsur (yardımlaşma) bulunması, yani birbirlerine yardımcı olmaları yüzünden bu adı almışlardır.
3- Hz. İsa, havarîlerine "Allah'a giden yolda bana yardım edecek kimdir?" (Âl-i İmrân, 3/52) buyurmuş, onlar da "Allah'ın yardımcıları biziz." (Âl-i İmrân, 3/52) diye cevap verdikleri için bu isimle anılmışlardır.
"Nasrânî" Grekçe'ye "Hıristiyan" diye tercüme edilmiştir ki, "Hristos"a nisbettir. Frenkler "Kırist" diye telaffuz ediyorlar. Hıristos, halaskâr, fidye-i necat (can kurtarma akçesi) ödeyerek kurtaran "müncî" diye açıklandığına göre "Nasrânî" bunun Arapça'sıdır. Şu halde "nasranî" hıristiyan, "nasârâ" da hıristiyanlar demek olur….”
Bu mezhebe daha sonra adını veren Katolik Bizans ile “İsa, bakire tanrıça Meryem’den tanrı doğmuş değil, insan Meryem’den insan doğmuş, sonra tanrılık kazanmış” diyerek Nasrani Aziz Agustin felsefesini savunduğundan ayrıldıktan sonra Nasraniler onun öğretisinde birleşerek Nasturilik adını almışlardır. Okudukları İncil de havarilerden Aziz Tomas İncilidir. Muhammet’i destekleyen Roma imparatoru Herakles de Aziz Agustin öğretisinin merkezi olan Libya valiliğinden gelip İstanbul’da darbe yapıp Roma imparatoru olmuştur. İslam da böylece Nasrani Ferisi Yahudilerinin Hristiyanlığı olan Nasturilik üzerine kurulmuştur.
Hint Can (Jain) dincileri beş vakit namaz kıla Sünnilerle aynı inançları paylaşırlar
İslam’ın zamanla gene Sabiler tarafından ele geçirilmesi yüzünden peygamber zamanında bilinen Gök Ana dini unutturulmuş ama kılmayana “ölüm cezası” o dinden İslam’a sokuluvermişti. Her kim adı Hanbeli, Vehhabi,Selefi, ne olursa olsun, namaz dahil ibadetleri aksatanları ölüme mahkum eder, mallarını yağmalamayı, çocuklarının köle olarak satılmasını emrederse bu İslam değil Sabi dini ve mezhepleridir.
El Müsned adındaki kitabında 30.000 hadis vardır. Oysa Kur’an zaten “6,666 ile 6.664” ayet (Kur’an cümlesi) olmasına, çoğunun da yorum gerektirmeyecek kadar açık olmasına rağmen, peygamberin 30.000 hadis (Herkesçe aynı şekilde anlaşılmasında sıkıntı olan Kur’an ayetleri hakkında peygamberin açıklamalarına denir.) söylemesi akıl işi değildir.
Dinin devlet rejimi olarak kullanılması yüzünden peygamber sonrası kafası bozulan, çözüm üretemeyen halifeler emirlerini hadis göstererek halka kabul ettirdiklerinden hadis bolluğu zirve yapmış, bu gün 2.500.000 (İki buçuk milyon) hadis olduğu bilinmektedir.
Günümüzde de ülkemizi dini rejimle idare etmeyi hedefleyen Amerika-İngiltere destekli hükumet de 2002’den beri Kur’an ayetlerini yani Allah’ın emirlerini örtüp doğrudan Hadis yaymaya başlamıştır. Zaman içinde yapılan dini tartışmalar şimdilik bu saçmalığın önünü almışsa da henüz tehlike geçmiş değildir.
(19.Mayıs 2011 19.yy.Mason İslam Dinleri Keykubat.bolgspot.com” bloğumdan alıntı
sharifhusayn
İslam'a açıkça çekinmeden ilk şekil vermeye girişen İngiltere’dir. İngiliz casusu Hemper’in İstanbul’da Kars’lı Ahmed adlı bir şeyhin yanında İslamiyeti öğrendikten sonra Basra’ya (Irak) “Müslüman olmuş bir İngiliz" şahsiyetinde gittiğinde tanıştığı, Mehmed bin Abdülvehhab isimli iyi niyetli, İslami bilgisini arttırmak için Mekke’den ailesi tarafından eğitim amacı ile gönderilmiş,Necef'li bu genç adamı sapıttırması ile başlayan ve 1738 yılında İngiliz hükümetinin maddi destekleri ile Mekke’li Suud ailesinin işbirliği sayesinde“Vehhabilik” tarikatını ilan etmesi ile İslam’da en büyük kırılma veya "Yeni İslam Modeli " bu günkü adıyla "İlk Ilımlı İslam" işlemi Haçlı zihniyetince başarılmıştır.
“Mirat-ül Haremeyn” adlı kitapta yazdığına göre de;
Vehhabiliği kuran Mehmed Bin Abdülvehhab’tır. H.111,M.1694’de Necd’de Hureymile kasabasında doğmuştur. H.1206,M.1787’de ölmüştür. Önceleri seyahat ve ticaret için, Basra, Bağdat, İran, Hindistan, Şam taraflarına gitmiş oralarda eline geçirdiği Ahmed İbni Teymiye’nin ehl-i sünnete uymayan kitaplarını okumuş, zeki, kurnaz, çenesi kuvvetli, olduğundan “Şeyh-i Necdi- Necd’li Şeyh” diye nam salmıştır.
Şöhretini arttırmak için Medine-i Münevvere’de (Hz.Muhammed’in mezarının bulunduğu camii) ve sonra da Şam’da Hanbeli mezhebi alimlerinden de okuyup Necd’e dönünce kitap yazmıştır.
Bozuk düşünceleriköylüleri ve Deriyye ahalisi ile reisleri Muhammed bin Suud’u aldatmıştır.
Vehhabilik ismini verdiği düşüncelerini kabul edenlere “Vehhebi” ya da Necdi” denir.
Cahilleri aldatmak kolay olduğundan, Vehhabiler çoğalarak kendini kâdi Muhammed bin Su’ud’u da emir ve hakim tanıtmışlardı. Kendilerinden sonra çocuklarının da bu makama geçmesini kabul ettirmişlerdi. “Mirat-ül Haremeyn” adlı kitabın basıldığı 1306 (1887) yılında Necd emiri Abdullah bin Faysal’dı.
Mehmed’in babası Abdülvehhab iyi bir Müslümandı. Bu ve Medine’deki alimler, Abdülvehhab oğlunun sözlerinden bozuk bir yol tutacağını anlamış, herkese onunla konuşulmamasını nasihat etmişti.
Fakat 1150 (1733) Vehhabiliği ilan etti. Yazdığı kitaplarda hele bunların en kötüsü olan “Kitab-üt Tevhid” de ve torunu Abdurrahman bin Hasen’in buna yaptığı “Feth-ül Mecid” adındaki şerhte sayılamayacak kadar çok yanlış fikirler varsa da dinlerinin temeli üç meseledir;
1-Amel, ibadet, imanın parçasıdır, diyor.Bir farzı yapmıyan mesela, farz olduğuna inandığı halde namaz kılmayan “kafir “ olur, diyor. Bunu öldürmeli ve mallarını Vehhabilere dağıtmalı diyorlar. Bunlar, “Feth-ül Mecid”in 17.,48.,93.,111.,273.,337., ve 348. Sahifelerinde yazılıdır.
“Said-i Nursi’nin Atatürk’e TBMM’de, Yezid bin Enise’nin şartını hatırlatan bir sözle karşılık vermiştir ve ““Namaz kılmayan küllen kafirdir,taşlanarak öldürülmelidir,ona Müslüman denmez, siz de..” * öylesiniz yani “kâfirsiniz” anlamında sözle suçlayınca Ankara’daki işi bitmiştir. Van’a giderek tekkesine çekilmiştir. * (Kaynak Tarihçe-i Hayat | Birinci Kısım : İlk Hayatı | 38)”
Ayrıca bu tür ağır şartlar Tevrat’ın Levililer bölümünde Yahudilere konulmuştur. İncil’de bu “ağır Tevrat Şeriatını ve erkeklerin başlarını örtmesini” Hz.İsa’nın kaldırdığı belirtilir. Kuran’da tekrar edilmemiş konular için de Tevrat, Zebur ve İncil okuncağını, Bakara 106.-136. Ve Maide 68/2.ayette açıkça belirtilmiştir. Bir çok ayette te “İbrahimin Kitaplarında, Musa’nın Kitaplarında yazmaktadır” ifadesi vardır.
2-Peygamberlerin (a.s) ve evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları bahane ederek dua eden “kâfir” olur, diyorlar.”Feth-ül Mecid”, Vehhabi kitabının 500.sayfasında, diyor ki,”Resulullah hayatta iken dua etmesini istemek caizdir. Hatta diri olan her salih kimseden dua etmesi istenir. Nitekim Hz. Ömer, Mekke’ye umre yapmaya gideceği zaman Resulullah, “Ya Ömer, bizi duandan unutma” dedi. Dirilerin de, cenazeye, kabirde olan meftaya dua etmeleri caizdir. Fakat kabirde olandan dua istemek caiz değildir. Allah-ü teala, işitmiyenlerden ve cevap vermeyenlerden dua istemenin şirk olduğunu bildirdi. Ölüler ve gaip (bilinmeyen, kayıp) olan, uzakta olan diriler işitmez ve cevap vermezler. Bunların faide ve zararları olmaz.Eshabtan ve ve onlardan sonra gelenlerden hiç biri Resulullahın kabrinden bir şey istemedi. Peygamber öldükten sonra ondan bir şey istemek caiz olsaydı, Ömer (r.a.) ondan yağmur yağmasını isterdi. Halbuki kabrine gelip ondan yardım istemedi. Diri ve hazır olan Hz. Abbas’tan dua istedi. Aynı kitabın 70.sayfasında diyor ki; “”Ölüden ve yanında bulunmayandan bir şey istemek onu Allah’a şerik yapmak olur...”
Vehhabilerin bu iftiralarını yine aynı kitapları yalanlıyor.. “Feth-ül Mecid”in 201.sayfasında “Buharide, Abdullah İbni Mesud diyor ki,”Yediğimiz taamın (yemek) tespih sesini işitirdik.”
Erzurum'a Ermeniler yerleştirilecek, devlet tasfiye edilecek
Ebu Zer diyor ki,”Resulullah (s.a.v.) avucuna taş parçaları aldı, bunların tespih sesleri işitildi. Resulullah’In hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahihdir. (gerçektir)” diyor .
Demek ki Resulullah’tan başkaları da “herkesin işitemeyeceği sesleri” işitirmiş. Bu taşlar Hz. Ebubekir’in elindeyken de tesbihlerinin işitildiği, aynı haberin sonunda bildirilmektedir.
Haz. Ömer’in Medine’de hutbe okurken, İran’da harb eden ordu komutanı Sariye’yi görerek “Sariye dağdaki düşmandan korun” dediğini ve Sariye’nin işiterek dağı ele geçirdiğini bütün kitaplar bildirmektedir.
Vehhabiler, puta tapanlar için gelmiş olan ayeti kerimelerle bu sözlerini ispata kalkışıyorlar.
Halbuki ehli sünnet, peygamberler ve evliyalar ibadet etmez. Fakat bunların Allah-ü teala’nın sevgili kulları olduğuna ve Allah,ü tealanın bunların hatırı ve hürmeti ile kullarına merhamet edeceğine inanır. Zararı, faydayı yaratan ancak odur. Ondan başka ibadete kimsenin hakkı yoktur, der. Kabre gidip kabirdeki zat vasıtasıyla Allah-ü telaya dua eder….”
3-Mezarlar üzerine türbe yapmak, ve türbelerde namaz kılmak ve orada hizmet ve ibadet edenlere kandil-mum yakmak, ve ölülerin ruhlarına sadaka adamak caiz (dinen uygun) değilmiş. Haremeyn (Mekke, Medine) ahalisi bu güne kadar kubbelere ve duvarlara tapınıyor imiş. Ehl-i sünnet olan ve Şi ve Alevi olan Müslümanlar bunun için müşrik oluyormuş. Bunları öldürmek ve mallarını yağmalamak helal imiş. Kestikleri “leş” olurmuş. Bunun için hacıların Mina’da kestirdikleri kurbanları yemiyorlar. Toprağa gömüyorlar.”
Oysa, Türbe “oda” demektir. Türbe yasak olsaydı, Eshab-ı Kiram Resulüllah efendimizi ve Hz. Ebubekir’i ve Hz. Ömer’i oda içine defne etmezlerdi. Türbe ölüye tapınmak için yapılmaz. Ona sevgi ve saygı göstermek, okumağa ve dua etmeye gelenleri yağmurdan korumak için yapılmaktadır.
Salihleri, (iyi insanları), alimleri sevmemizi onlara saygı göstermemizi dinimiz emretmektedir.
Mecma-ül Enhür” adlı kitabın ikinci cildinde 552.sayfasında diyor ki; “Muhammed bin Hanefiyye, Abdullah bin Abbas’ı defn edince kabri üzerinde çadır kurdu. Ziyaretçiler, üç gün bu çadırda okudular. (Ölenin ruhu için Kuran ayetlerinden seçmeler okuma)
Hocam, neden, millete sefaleti, kendisine safahatı uygun gören, beytülmalı, evlatlarına pay eden, 10 milyardan aşağı rüşveti ret edip kendi oğluna "10 milyarı alma, kucağımıza oturacaklar" diyen devlet adamlarını, sekiz yaşında çocuklarla evlenenleri, dizine oturttuğu beş yaşında kızından tahrik olduğunu söyleyenleri eleştirmiyorsunuz?
Yoksa resim yazısı haklı mıdır?
Görülüyor ki Eshab-ı Kiram yolunda olan “türbe yıkmaz, türbe yapar”. Vehhabilerin Eshab-ı Kiramın yolunda olmadıkları buradan anlaşılmaktadır…..”
Ahmet Mekki hoca efendi daha birçok örneklerle Vehhabilerin sapıklıklarını ispata devam etmektedir. Ben de naçizane derim ki, “türbeler ve yatırlar” bir dinin tarihidir, inanan halkın kültürünün, imanının ispatıdır. Eğer bunlar ortadan kalkarsa o toplum birbirne düşer ve başka milletlerin kölesi olur.
İngiliz- Mason dini olan Vehhabiliğin de amacı insanlara “sözde akılcığı” öğütlerken onları köklerinden koparmak niyetindedir.
Dünyayı işgal etmekten ibaret olan “Yeni Dünya Düzeni” adlı “satranç oyununun” hassas, can alıcı hamlelerinden birisidir ve İslam dünyası bunu Vehhabiliği takip eden Bahailik, Kadıyanilik, Nurculuk gibi İngiliz- Mason localarında pişirilip kotarılmış “teslimiyetçi” ama süslü, hoşa giden, “bağımsızlık mücadelesi” ve “dini yaşam biçimini, ve Müslümanların birliğini, inanç özgürlüklerini korumaya yönelik cihad” gibi zorluklardan kurtaran, ama “teslim olmayı şart koşan”, böylece kendisini ve nesillerini “köleleştirecek” saçmalıklara “din” diye rıza göstermeye, İslam ve Türk dünyasını ve diğer “hedef” milletleri “başımıza getirdikleri sahte hocalarla ve siyasetçilerle” teşvik etmektedirler.
Vehhabiler, daha sonra İngiliz sermeyesi ile güçlenecek, Medine'de 1789 yılında Hz.Muhammed'in mezarını "Putperest Türkler mezara gelip mum yakıp bez bağlıyorlar" gerekçesiyle top atışı ile yok edeceklerdir. Osmanlı bunu onaracaktır.
Sıra Mekke'ye de gelmiş,ancak Kabe top atışlarından bu Vehhabi isyancıların ve Mekkeli Sünni Arapların da desteği ile def edilmiştir.Ancak 1900'lere doğru geldiğimizde ortaya çıkacak olan İngiliz yüzbaşısı Lawrence Vehhabilerin askeri örgütleme işini de tamamlayacaktır.
Bu kırılma daha sonra Osmanlı’da 1900’lerde “Türkçülük” akımının doğmasına ve Arapların İngilizlerle birleşerek Vehhabi olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in 80.000 kişi ile katılıp Türk askerini içeriden vurması ile Osmanlı’ya son darbeyi 1917 Süveyş Kanalı Savaşlarında vurması ile son şeklini alacaktır.
Ardından "Mecidiye altını" olarak aldıkları maaşları yutmuşlardır diye Türk askerlerinin karınları yarılarak bağırsaklarında "Mecidiye altını" arayacaklardır
c-Muhammed (Mehmet) bin Abdülvahhab (Abdülvahhab'ın oğlu Muhammed)'e kardeşi karşı çıktı
Vahhabiliğin kurucusu Abdülvahhab'ın kardeşi Süleyman bin Abdülvahhab bilgin bir adamdı. Bir gün kardeşine sordu:
-“Erkânı İslam kaçtır?” O da;
-“Beştir”, cevabını verdi. O da;
-“Sen bunlara altıncısını ilave ediyorsun, sana tabî olmayı (bağlanmayı) din erkânından sayıyorsun” dedi. Bir diğeri ona;
-“İslam'ın şartı müslümanları tekfir (kâfir saymak) etmek değildir.” demişti"
Kynk-Ziya Yörükkan, Vahhabilik, İstanbul 1953, shf. 61-63
R.T.ERdoğan, karsının Siirt'Li Süryani Araplarından olduğu açıktır. 2003 Gürcistan Azınlık Raporunda 1915 Ermeni Tehcirinden Gürcistan'a sığınan, Rus Çarının emriyle Batum ve çevresine yerleştirilen 68.000 Süryani isyancıdan olduğu, kendisinin de Batum göçmeni Gürcü olduğu açıklamasından anlaşılmaktadır. Yahudiliğine gelince, Yahudi-Mason tarikatlarına geçmeyenin bu dünyada devlet idaresine gelmesi zaten düşünülememektedir.
Vehhabi'lerin Medine-i Münevvere’yi yani Hz. Muhammet’in mezarının bulunduğu camiiyi ve türbesini, Cumhuriyet ilan edildikten, Arapların Osmanlı'dan ayrılmalarından sonra Atatürk zamanında da tekrar ettiklerini Avrasya Tv'de yapılan bir yayında, Prof. Nevzat Yalçıntaş;
1926’da Suudilerin Peygamber Efendimiz’in kabrini yıkmak istediğini, bunu önleyen kişinin ise Atatürk olduğunu açıkladı. Prof. Yalçıntaş, Atatürk’ün olayı duyar duymaz Suudilere “Eğer siz resulün bir taşına dokunursanız, biz de aşağıya ineriz” ifadelerinin yer aldığı ağır bir telgraf çektiğini belirterek gündeme taşıdığını belirteyim.
Dört yıl önce yıkılıp turistik otel yapılan o meşhur Ecyad Kalesi de Kabe'yi bu İngiliz uşağı Vehhabilerin saldırısından korumak için yapılan kaledir.
Onun otel yapılması da Osmanlı'dan 1789 yılındaki bozgunun "öcünün alınmasından" başka bir şey değildir.
Hitler’in zulmünden kaçarak ülkemize sığınan ve İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan, Yahudi asıllı büyük bilgin Prof.Dr.Neumark, öğrencilerine şunları söylemişti: “Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etti… Vahhabiliği kuranlar İngiliz Dominyon Bakanlığı’nın adamlarıdır. Batı, her yerde İslamiyeti sapık inançlara kanalize etti.”
Mustafa Karaca, Kasım 2005’te, Nokta Kitap Yayınları arasında çıkan “Evanjelizm Ve Vahhabilik” adlı eserinde şu değerlendirmeleri de yapmaktadır:
“Arap dünyasını Osmanlı’dan koparmak isteyen İngiltere, önce Vahhabi akımını teşvik etti. Daha sonra, Mekke Şerifi Hüseyin’e Ortadoğu’da kurulacak büyük Arap devletinin liderliğini vaad ederek kandırdı. Şerif Hüseyin’in İngilizler ile pazarlıklarını oğlu Emir Faysal yürütüyordu. Sonunda Şerif Hüseyin hiçbir şey elde edemedi. Kıbrıs’ta sürgünde öldü. Büyük Arap Devleti de kurulmadı. Şerif Hüseyin hatıratında İngilizler ile işbirliği yapmaktan pişman olduğunu yazdı (s.97).
Vehhabiliği İran’da bir diğer İngiliz ajanı Molla takip edecek,”dört dini” birleştirerek yeni bir din yaratacaktır. Akka şehrinden İngiltere Kraliçesine övgüler dizecektir.
İslamiyet’te Kral Olmaması Kuralı;
Kur’an’da iki ayet Müslüman kavimlerin “ataerkil- ensest üreme dinlerinin emri olan” Kral Seçme, yani “soyun babasını” seçme işi Kur’an’da önerilmemiştir.
Neml Suresi 27;34- “Melike, "Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler ve halkının ulularını hakir hâle getirirler. (Herhalde) Onlar da böyle yapacaklardır, dedi.”
Tefsiri;
IŞİD'in köle pazarında sattığı Şii, Yezidi esir kadınlar
27;34-“Bunun üzerine harp düşüncesini bir tarafa bırakmak üzere dedi muhakkak ki melikler bir memlekete girdiklerinde, yani harp ederek girdikleri zaman onu bozar perişan ederler ve halkının ulularını perişan ve hakir hale getirirler, öldürme, esaret, başka yere sürme, hapis ve benzerleri gibi çeşitli aşağılama, hakaret ve kötülüklere düşürürler böyle de yaparlar mı yaparlar. Yani "bana karşı başkaldırmayın" diyen Süleyman da böyle yapar mı yapar. Bundan dolayı harpten mümkün olduğu kadar sakınmak ve memleketi düşman baskınına uğratmaya sebebiyet vermemek gerekir.”
Bir de Kavimlerin Kardeşlikleri Konusu Vardır;
Hucurat Suresi 49; 13- Ey in sanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.
Tefsiri 49; 13- Ey insanlar haberiniz olsun ki biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Âdem ile Havva'dan veya her birinizi bir ana ile bir babadan yarattık, yani bu yönden hepiniz eşitsiniz, birbirinize karşı övünmeye veya şu kavim, bu kavim diye aşağılamaya hak yoktur. Bu sebeple bir insanlık kardeşliği vardır ki o bile öyle alay etmeye ve birbirinin etini yercesine gıybete mani olmak gerekir. Ve sizi milletler ve kabileler yaptık ki tanışasınız, yani soylarınız, atalarınızla iftihar için değil birbirinizi soyu sopu ile tanıyarak ona göre yardımlaşmanız içindir.
Mutlak yenilgi halinde Müslümanlar aşağılanmamak ve Hucurat 13’de kavimlerin kardeşlikleri öne çıkartıldıkları için bu ayet gereğince kral seçmemişlerdir. Hiçbir Müslüman devlet adamı “Kral” sıfatını taşımamıştır.
Oysa bütün Yahudi kralları peygamber olmaları yanında kral olmayan peygamberlere de sahiptiler. Yahudi Tevrat’ın cennet ve cehennem yoktur. Her şey bu dünyadadır. Ensest üreme, aile üyeleriyle cinsellik Tevrat’ta Kuran Nisa 23. Ayetindeki gibi aynen yasaklanmıştır. Ama Yahudiler bu kesin emirlere rağmen, ensest cinsel ilişkiye girdiklerinde biri Yahweh’e birisi Teke başlı Çöl Şeytanı Azazel’e olmak üzere iki keçiyi veya tekeyi yakmalık sunu olarak kurban ederler. İş kapanır.
Buna en iyi örnek Eyüp peygamberin ensest ilişkiye giren çocukları için kestiği günah kurbanlarıdır.
Tevrat Eyüp;
Eyüp
BÖLÜM 1
Eyüp.1: 1 Ûs ülkesinde Eyüp adında bir adam yaşardı. Kusursuz, doğru bir adamdı. Tanrı’dan korkar, kötülükten kaçınırdı.
Eyüp.1: 2 Yedi oğlu, üç kızı vardı.
Eyüp.1: 3 Yedi bin koyuna, üç bin deveye, beş yüz çift öküze, beş yüz çift eşeğe ve pek çok köleye sahipti. Doğudaki insanların en zengini oydu.
Eyüp.1: 4 Oğulları sırayla evlerinde şölen verir, birlikte yiyip içmek için üç kız kardeşlerini de çağırırlardı.
Eyüp.1: 5 Bu şölen dönemi bitince Eyüp onları çağırtıp kutsardı. Sabah erkenden kalkar, “Çocuklarım günah işlemiş, içlerinden Tanrı’ya sövmüş olabilirler” diyerek her biri için yakmalık sunu* sunardı. Eyüp hep böyle yapardı.”
Osmanlının can çiştiği yıllarda, dün, Irak, Suriye, Filistin'de Türk ve Müslüman ordularını sırtından hançerleyenler, İngiliz, Rus kurşunlarıyla vuranlar, bu gün de dünkü gibi "İSLAM, KURAN, MUHAMMED" adlarıyla vurmaktadır.
Tevrat’ın çok çilekeş, kusursuz doğru adamı Eyüp, çocuklarının içkili şölenlerinde ensest ilişkilerini “bir kutsama-vaftiz ve yakmalık sunu kurbanlarıyla” örten bir adamdı. Yani günah işlediği gibi, çocuklarının da “kız kardeşleriyle birlikte yiyip içerek günah işlemelerine” göz yumuyor ama tövbe ve kurban ile işi bitiriyordu.
Oysa “3.” Ayette yazdığı gibi pek çok kölesi varken onları tercih etmeyip yedi erkeğin, üç kız kardeşini tercih etmesinin yıldız dinleriyle bağı olmalıdır. Her halde Yahweh’in yıldızı “Yedi Kandilli Süryeyya” nın yani Büyük Köpek Takım Yıldızının toplam yıldız sayısı “10” dur. Çocuklarının da bu takımyıldızın çıplak gözle görülen yıldız sayısına eşit “7 erkek” , “3” kızın da görünmeyen ama varlığı bilinen “üç” yıldıza eşit olmasının, “Yıldız Dini” olarak bilinen Tevrat’ın veya Talmud, Mişna gibi kitaplarının bilmediğimiz bir geleneği miydi?
Yoksa, Sabilerden veya Mısır’dan geçmiş bir bir dini geleneği miydi tartışmaya açıktır. Ancak Davut peygamberin Saul’un oğlu Yonatan ile olan eşcinsel pasif ilişkisi* de göz önüne alındığında Eyüp’ün yedi oğlunun üç kızıyla tam bir ilahi, ensest, sapık bir aşk yaşadıklarını söyleyebilirim. Günahlar nasılsa bir kurban kesince sorun olmaktan çıktıktan sonra Yahudi Allah’ı bile dinlemiyorsa bundan olmalıdır.
*((Tevrat Saul 1.Sa.18: 1 Saul'la Davut'un konuşması sona erdiğinde, Saul oğlu Yonatan'ın yüreği Davut'a bağlandı. Yonatan onu canı gibi sevdi.
1.Saul 20: 41 Uşak gider gitmez, Davut taşın güney yanından ayağa kalktı ve yüzüstü yere kapanarak üç kez eğildi. İki arkadaş birbirlerini öpüp ağladılar; ancak Davut daha çok ağladı.
Davut’un yere kapanması secde etmesi ardından öpüşmeleri anlatılıyor. Cinsel/Eşcinsel ilişki de böyle olur zaten. Kadınla ilişkileri olmadığını da aşağıdaki ayet net olarak veriyor. Kadınla ilişkiyi “kirlenme/cenabetlik” sayıyorlar.
1.Saul.21: 5 Davut, "Yola çıktığımızdan her zaman olduğu gibi, kadından uzak kaldık" dedi, "Sıradan bir yolculuğa çıktığımızda bile adamlarım kendilerini temiz tutarlar; özellikle bugün ne kadar daha çok temiz olacaklar."
Kadınla cinsellik yaşayan birinin ne kadar aşağılandığını bu ayetlerde okuduk.))
Oysa Müslümanlar, kıyamette dirildiklerinde huzuru mahşerde günahlarının ellerine verilip yargılanacaklarına, günahları için cehennem azabı çekeceklerine inandıklarından günahlarına karşı daha titiz davranmaktadırlar. Yahudiler gibi bir kutsama-günah çıkarma günah başına yakmalık kurban ile kurtulamazlar.
Vehhabi zihniyetinin ise bunu terk edip Yahudi şeriatına dönerek Krallığı seçmesi, muhtemelen ahret inanışını da özünde Tevrat’a uyarladıkları anlamına gelmektedir.
İlk defa Vehhabiler “Kral” sıfatını almışlardır. İşte sapkın, ensest, pedofilik tarihlerini yeniden yazan Arapların Pedofilik, Ensest Krallar listesi;
BUNLARIN YÜZLERİ PKK İLE GÜLÜYOR. YÜZLERİ VEHHABİLER VE ORTAKLARI YAHUDİ KÜRTLERLE GÜLER
Muhammet İbn Suud; 1710-1765-1744’den itibaren Vehhabi mücadelesini başlattı.
1-Abdülaziz ibn Muhammet İbn Suud; d-?- 1765-1803’te ölümüne kadar Vehhabi savaşlarını sürdürdü.
2-Suud ibn Abdülaziz ibn Muhammed el Suud-1803-1814’de ölünceye kadar isyancılık etti.
3-Abdullah İbn Suud; d-?1814-1818’de ölümüne kadar eşkıyalarına önderlik etti.
4-Türki ibn Abdullah;1755-1834; 1824,1834’de ölümüne kadar eşkıyalarına önderlik etti.
5-Faysal ibn Türki el Suud;1785-1865; 1834-1838;1843-1865,sonra oğlu;
6-Halid bin Suud ibn Abdülaziz ibnMuhammed ibn Suud ;1838-1841
7-Abdullah ibn Tunayyan 1841-1843
8-Abdullah bin Faysal bin Türki el Suud; d?; 1865-1871;1871-1873; 1876-1889 Faysal’In oğlu
9-Suud ibn Faysal ibn Türki; d-?-1875 Ölm; 1871,1873-1875 Faysal’ın oğlu;
10-Abdülrahman bin Faysal; 1850-1928; 1875-1876;1889-1891; Faysal’ın oğlu;
Suudi Arabistan Krallığı (Devlet haline geçiş);
1-Abdülaziz İbn Suud ;1876-1953; 1932-1953 arasında krallık etti.
2-Suud bin Abdülaziz ;1902-1969; 1953-1964 arası krallık etti.
3-Faysal bin Abdülaziz ; 1906-1975; 1964-1975 arası krallık etti.
4-Halit bin Abdülaziz; 1913-1982; 1975-1982 arası krallık etti.
5-Fahd bin Abdülaziz; 1920-2005;1982-2005 arası krallık etti.
6-Abdullah bin Abdülaziz; 1924-2015; 2005-2015 arası krallık etti.
7-Salman bin Abdülaziz; 1935 doğumlu, 2015’den beri hala kral.
Yukarıda okuduğumuz Şükrü paşanın yazılarında Vehhabilerin, yağma ve tecavüz gelenekleri de işlenmişti.. Bunlar, Sabi ve Yahudi gelenekleridir. Bir kızdan hoşlandıklarında gördükleri yerde hemen ırzına geçerler;
Aşağıdaki Tevrat ayetinde (Yaklaşık M.Ö.1700’ler.)Yakup peygamberin kızına tecavüz edilme olayı işlenmektedir; "Dina ve Şekemliler;
BÖLÜM 34
Yar.34: 1 Lea'yla Yakup'un kızı Dina bir gün yöre kadınlarını ziyarete gitti.
Yar.34: 2 O bölgenin beyi Hivli Hamor'un oğlu Şekem Dina'yı görünce tutup ırzına geçti.
Yar.34: 3 Yakup'un kızına gönlünü kaptırdı. Dina'yı sevdi ve ona nazik davrandı.
Yar.34: 4 Babası Hamor'a, "Bu kızı bana eş olarak al" dedi.
" Bereket tanrısı dinlerinin temeli "insan üremesidir. Olabildiğince çocuk yapmak, soyunu arttırmak, kurban edeceği çocuklarıyla da tanrıya yaklaşmayı simgeliyordu. Bu gelenek Romalılara da geçmiştir. Onlar da Roma şehri yakında yaşayan Sabine halkının bakire ve kadınlarına tecavüz ederek soylarını artırmışlardır. Bütün haçlı seferlerinde tecavüz olaylarının önde olma gerekçesi bu gelenektir. Hint, Fars, Sümer, Babil, Arap geleneklerinde aynı gelenek vardır.
Tecavüzcü soydaşları, Muhammet’in kendilerine dayattığı dinin ve ve yaptığı kıyımların hesabını alabilmek için bunca Müslüman gibi görünen ve Vatikan’a çalışan bu devşirmelerin 1400 yıl süren “siz böyle inanacaksınız dediniz, şimdi de biz böyle inanacaksınız diyoruz” ile ifade ettikleri mücadelelerinde gerçekten başarılı olmuşlar ve elan da öçlerini almaktadırlar.
Gnl.Kurmay Bşk. Hulusi Akar paşa Vehhabi Çerkez Atatürk düşmanı biliniyor değişmediyse, Tayyip de Suud Vehhabilerin kankisi.
Çerkezlerin Vehhabilik-Nurculuk ilişkileri;
Çerkezler 1803'de Kafkaslar Osmanlıdan geçtiğinde İngiltere Çerkez, Abhazlar başta Kafkas Müslümanlarına Siyonizm+Semitimizm/Sami ırkçılığı aşıladı. İlk Çerkez göçleri 1864'de Osmanlı'ya geldi. Gelenler Vehhabi olduğundan, Vehhabi Suudiler de Arap yarımadasında idareyi 1802'den beri yarı yarıya ele geçirdiklerinden Osmanlı bunlara soğuk bakmıştır.
Rusya da alma diye padişah Abdülaziz'i tehdit etse de İngiliz baskılarıyla bu göçlere izin verilmiştir. Çerkezler kısa sürede uyum sağlayarak Osmanlıda en yüksek görevlere gelmişlerdir. Eskiden de zaten vardılar.
Bazı Çerkezler Hanefi Osmanlı mezhebine girdiler bazılar Vehhabilikte kaldılar ve Saidi Kürdi Nurcularıyla bir olup Atatürk'e ve cumhuriyete karşı silah kullandılar. Bu gün de bazıları PKK ile ve AKP içinde Vehhabi yapılanmasında vardır. İşte bu nedenle Gülen Nurcusu da değil gerçek Vehhabidirler ama Gülenle ortaktırlar.
Nurculuk, Kürt İslamcılığı da Vehhabiliktir.
Esad'a düşmanlık neden?
Esad,Vehhabi değil, Derezi ve Rusyacı.
Irak ve Suriyevsınırımız Kürdistan oldu, içeride ilanı boşkanlık yasasına bağlı. O da geçti geçecek mecliste.
İki yıl önce arkasında Musevi, Sabi,Ortodoks Hristiyan Sabi Arami yapılanması olan PKK Kürt koalisyonu yeni Kürt Şeriatı rejimini Diyarbakır'da belirlendi; "Katılımcı, demokratik Gregoeyen Ermeni İslamı Nurculuk, yani Kürt/Ermeni, Süryani/Yezidi Vehhabiliği."
F. Gülen ve YCHP+HDP çoktan yerini aldı bile.
Geriye ne kaldı?
Hepsi aynı yolun yoldaşı.
Tecavüz, yağma, işgal, cinayet, aile içi cinsellik olan ensest, çocuk veya bebeklerle cinsellik pedofili her suçu işleyen bu Sabi-Yahudi-Rum koalisyonunda günahlar dünyada bağışlanır ve Tevrat'ta yasak olan günahlar işlendiğinde aynı Tevrat bu günahların kefaretinin ne olduğunu vermiştir. yemek, içki, tahıl sunularından insan,hayvan kurbanına çeşitli kefaretleri vardır. Çıkartılan terör, savaşlar da tanrılarına kefaret veya şükür kurbanları bağışlamak içindir.
06 Mart 2013 tarihkli Milliyet gazetesi haberinde AKP milletvekili Metin Külünk Tayyip Erdoğan'ın günah işleme özgürlüğünü savunduğu Habertürk kanalındaki konuşmasını şöyle vermiş;
'17 Aralık, günah işleme özgürlüğüne müdahaledir'
"17 Aralık'ta ortaya saçılan yolsuzluklara dair en ilginç yorum AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk'ten geldi. Külünk, 17 Aralık operasyonuyla “insanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edildiğini” savundu.
17 Aralık'ın felsefi boyutu konuşulmadı. 17 Aralık'la insanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edildi. Günahları ortaya saçarak Allah'ın hududuna müdahale ediliyor.”
Düşünün, ülkemiz tam bu inançta olan ve Atatürk zamanında da devleti Dar-ül Harp yani, "yağmalanacak savaş alanı" ilan etmiş Yahudi, Sabi Vehhabilerin idaresindedir. Gürcüsü, Ermeni'si, Yahudi'si, Arabı bu inanıştadır. Bu kadar günahlarından rahat kurtulan ve günah işleme özgürlüğü olan siyasi ve bürokratlar karşısında, günahların kıyamette huzuru mahşerde hesaplar görüldükten sonra (Yasin 48-58) çekilecek cehennem azabından sonra kurtulacağına inanan bir Müslüman, bunların karşısında aklına hiç bir fesatlık gelmeyeceğinden hükmen beş sıfır mağluptur. Dinden de, devletten de eder bunlar.
Etmez mi?
İnanın 1979 yılından beri dine inanmayan biri olarak böyle bir özgürlük benim aklıma dahi gelmemişti. Ondan da geçtim, bu programı seyrettim, 2013'den beri paylaşılıyor, işim gücüm dinlerdeki arızaları yazarak yobazlığı azaltma derdinde bu güne kadar 3000 yazı, beş blogu olan ben bunu hala uyanamıyorum.
Arkadaşın biri bu videoyu face'te paylaştığında Eyüp peygamberin ayetini diğer sayfada Tevrat'ta okurken uyanabildim. Olağan bir Müslüman bunları nasıl uyansın?
İnsanların yürekleri ne kadar fesat hesap ediniz.
Musevi Ahmet Davutoğlu'nun, ataları Siirt kökenli Yezidi Mele imamlarına dayanan, Rize Güneysu/Potomya Dumankaya/Pilihoz köyü Rum'u olan saraylı Recep Tayyip Erdoğan tarafından azli ile atanan Binali Yıldırım hükumeti +Ergenekon koalisyon bildirgesi güzeldi. Ama, başkanlık rejiminde dayatma, tarikat ve cemaatlerin azgınlaşması, bu koalisyonun, yeni rejime geçişte halkın gazını alma, gerçeği örtme koalisyonu olduğu şüphesini gidermiyor.
Nasıl gidersin adamların günah işleme özgürlükleri var, kurbansa kurban, hac ise hac, zekat ise zekat artı fitre adamlar günahlarından ahreti beklemeden kurtulabiliyorlar.
Bizim garip Müslümanlar üç günlük ömürlerinde istemeden geldikleri dünyada gönüllü-gönülsüz işledikleri günahlarından kurtulabilmek ve sevaplarının karşılığını görebilmek için trilyonlarca yıl bekleyecekler garipler.
Ama,Efendi-Sahip dinine sahip Yahudi ve Hristiyanlar bunu gizleyecekler ve Müslümana her türlü vaat, yalan, dolan, hile, güçlenince de vurup öldürerek, egemen olacaklar.
Günah işleme özgürlükleri olan AKP'nin, Arabistan Suud Krallığı ve ailesiyle, onlara birlikte çalışan Katar Emirliği ile ilişkilerinin arkasında hep Vehhabi koalisyonu yapılanması vardır. Düşünün, vatansever olarak AKP'ye karşı mücadele eden Yaşar Nuri Öztürk bile yıllarca Vehhabilere hizmet etmiştir.
Atatürk sonrası hele Adnan Menderes dönemiyle Türkiye Vehhabi Yahudi-Rum-Ermeni-Kürt koalisyonuna resmen açılmıştır.
Devlet bunların eline geçmiş, işgal edilmiştir, öyle "Allah cezasını versin" demekle kurtulamazsınız, çünkü bunlarda ahret yaşamı yok, iki, İslam'ı da bunlar yaptılar köle kavimler için. Yoksa İslam hak din olsaydı aslen İsmail soyu Yahudi olan Muhammet ile 28 kere savaşacaklarına kolayı seçmezler miydi?
Salaklar mıydı???
Mevcut dünya siyasetini ve ülkemizdeki durumu uyanmış, davasına sahip çıkan insana hürmet ederim ama bu işte yalan, dolan ile insanların iyi niyetlerini suistimal eden, haince davranışlarla bunun yapılması ve öç alınacak olanlarında size dayatma yapanlarla hiçbir bağı olmaması, bu gün size güç veren Vatikan’ın o zaman da onlara güç verdiğini de hesaba katarak yaptığınızın yanlış olduğunu kabul etmeli ve birlikte yaşadığınız insanları emperyalizme karşı yöneltmeniz gerekmektedir.
Gerçekten İslami kökendenseniz imanınızı kurtarmak için 1739'da çıkartılan Vehhabilik 19.yy.da onu takip eden Hint Kadıyaniliği,İran şeytan ibadeti olan Bahailiği, Efganiliği, Nurculuğu kendinizden uzak tutmalısınız.
Son Osmanlı halifelerinden Van'lı Abdülhakim Arvasi bile yazdığı Tam İlmihal kitabında Vehhabiliğe "Vehhabi dini" derken, Nurculuk ve Saidi Kürdi'nin adını bile anmamıştır.
Osmanlıcılık yapanların, Osmanlı'nın dinine ve halifesine, kendisine İslam-Müslüman diyen birisinin, İslam peygamberi Muhammet'e ve dinine bin yıldır sinsice güttükleri kini takip ederek dini bozan, peygamberin mezarını topa tutan, Kabe'yi yıkacak kadar düşman olan, Kabe etrafına gayrimüslümlerin yaklaşması yasak iken Haçlıların genelev görevi yapan dev otellerini dikerek Allah'ın evini küçük düşüren Vehhabiliği benimsemesi, dinini bilmemek, aptalca uydurma dine girmek olduğundan kişiye onur kazandırmak yerine sadece alay konusu olmasıyla sonuçlanır.
İngiliz ajan Hemper'in şu itirafına son defa dikkat edelim;
Necd'li Muhammed Vehhabiyi ayartan İngiliz ajan Hemper anılarında şöyle yazmaktadır;
"...Birkaç yıl sonra, Sömürgeler bakanlığı, Deriye emiri Muhammed bin Süudu da safımıza çekmeye muvaffak oldu. Bana bunu haber vermek ve her iki Muhammedin arasında muhabbet ve muaveneti tesis etmek için, bir haberci gönderdi.Müslümanların kalblerini ve itimatlarını, dini yoldan temin için, Necdli bizim Muhammed’den, siyasi yoldan temin için de, Muhammed bin Süuddan istifade ettik."
Böylece, devamlı, kuvvetlendik. Deriye şehrini merkez yaptık. Din olarak da VEHHABİLİK dinini tesis ettik"http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1657
İtirafta şüpheye yer bırakmayacak olan ifadelerin ışığında Selefilik ve Vehhabilik İslam değil, onu bozan uydurma bir dini akımdır, ortakları daime Hrıstiyanlardır. Bu uydurma dinlere giren İslam öncesi şeytana tapınan müşriklerin dinlerine girip girmediğini sorgulamalı ve kendine izah edebilmelidir.
Takdir okuyanların ve anlayanlarındır.
AlaeddinYavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc
Kral ailesi için Kynk; https://en.wikipedia.org/wiki/House_of_Saud
((Kaynak Mirat el Harameyn-5. Baskı Matba’a-ı Bahriye 1301-1306(M. 1887-1892) ))
http://www.milliyet.com.tr/-17-aralik-gunah-isleme/siyaset/detay/1847151/default.htm