25-26 sayfadan çeviridir.
Karadeniz Bölgesinde İstihbarat Toplama;
Ajanlar, Casuslar, Muhalifler ve Mahkumların Savaşları.
(S-26’dan başlıyor 32’e kadar.)
Geç 18.yy. ve erken 19.yüzyılda Rusya devleti Kırım,
Besarabya, Tuna vilayeti ve Osmanlı Dobruca’sında yoğun istihbarat toplama faaliyetleri
başlattı. İstihbarat toplamanın düğüm noktası Moldavya’nın başkenti Jassy şehri
ve Romanya’nın başkenti Bükreş’ti. Askeri casuslar Prut ve Tuna nehirleri
boyunca uzanan karantina bölgelerini gözlerken istihbarat polisleri de Odesa,
Tulça, Oçakov, İsmail ve Akkerman’da konuşlandılar.
Bu memurlar, Polonyalı kaçakları, özgür masonları, Yunanlı
asileri ve Rus muhalifleri izleyip raporlar yazıyorlardı.
Alıkonulan göçmenler ile sorgulanan şüpheli, göçmen grupları
arasına gizlenen Türk suçluların sorgulanmalarına dayalı olarak görev
yapıyorlardı. Rus casus ve ajanları resmi belgelerini, Osmanlı Rumeli’si ve
İstanbul’un yan yana olması nedeniyle Saint Petersburg’da tutuyorlardı.
Rus ajan ve casusları, Osmanlı imparatorluğundaki
gelişmeleri gözleyebilmeleri ve malumat ulaştırabilmeleri için güvenilir
çeşitli gayri resmi kadrolarda istihdam ediyorlardı.
1814 ve 1815’de Rys çarı I.Aleksandre’nın güvenilir danışmanı
ve Saint Petersburg’un güney Rusya’daki kilit adamı, Besarabya, Osmanlı Rumeli’sinden
önemli bilgiler getiren Kişinev’de bir Ermeni’ydi.
Özellikle Osmanlı ile sözleşmesi olan Yunan, Ermeni ve Rus gemici
tüccarlar Osmanlı ordusunun hacmi hakkında yeterli, güvenilir bilgiler
verebiliyorlardı.
Kırım ve Besarabya’daki Osmanlı ajanlarına rehberlik eden
Kırımlı bayan Tatarlar iki taraflı oynayarak Güney Rusya’daki Osmanlı istihbaratı
hakkında güvenilir bilgiler veriyorlardı.
Para ödemek şartıyla Müslüman Türk Hacı Musa adlı bir şahıs
da (her ne kadar tam tanımlanamamışsa da) Rus ordusuna yardımcı oluyordu.
Osmanlı devleti, Karadeniz bölgesinde Rus İstihbarat toplama
kabiliyetinden daha fazlasına sahipti. Karadeniz bölgesinde Osmanlı –Rus istihbarat
toplama faaliyetlerinde muhalif Jakobenler sayesinde Osmanlının Rusya’nın
derinlerine kadar işleyerek operasyon yapabilme ve istihbarat toplama yeteneği
daha fazlaydı.
Osmanlı ajanları, Jassy ve Bükreş’de Eflak’ta yerleşmiş
Bulgar mültecilerden Tuna nehri boyunca ve Tuna prensliklerinden istihbarat
dosyaları alabiliyorlar ve Rus ordusunun ilerleyişi, yerleşimini takip
edebiliyorlardı.
Besarabya’da çok dilli Osmanlı ajanları geri dönüş için
çıkış belgesi almak üzere Bulgar göçmenleri kışkırtmış, Osmanlı ordusunda
çalışmış Zaporozyan Kazaklarını keşif işlerinde görevlendirmişti. Ruslar gibi
Osmanlılar da ikinci sınıf vatandaşlardan ajanları işe alıyorlardı. 1809’da Rus
yetkililer Rusçuk’tan Kristo İvasn ile Sviştov’dan Velizar Stoyanoviç adlı iki
Bulgar ile Nikola adlı bir Eflaklı’yı Osmanlı lehine ajanlıkla
suçlamışlardı. Osmanlı ve Rus iki taraf da savaş suçlularını gerçek zamanlı
askeri ve siyasi istihbarat toplamada kullanıyorlardı.
Örneğin, serbest bırakılan Türk esirler 1768-1774 savaşında güney
Rsuya’da çıkarılan Pugaçev isyanı hakkında tam malumat getirmişlerdi.
1775’de, savaş esirlerinden toplanan Rusya’Nın ekonomik ve
ticari durumu hakkındaki bilgiler Osmanlı büyükelçisi Abdülkerim paşaya
iletmişlerdi. Bükreş İngiliz konsolosu William Wilkinson’a göre 1786-1792
Osmanlı Rus savaşlarındaki “İmanın Düşmanlarının Şartları ve Güçleri” istihbarat yapılanması, birçok kişinin gayretli
sorgulayarak kıymetli bilgiler elde etmişti.
1806-1812 savaşlarında sorgulanan bir Türk askeri Rus
ordusundaki Osmanlı casuslarının adlarını vermiş, ek olarak Tuna nehri
yakınlarında bulunan Rusçuk ve Svitov daki Osmanlı birlikleri ile İstanbul’dan
Tuna’ya ve Anadolu’ya Osmanlı askeri birliklerinin hareket değiştirme yerlerini
itiraf etmişti.
Aynı savaşta kaçmayı başaran bir Türk askeri “Rusya ahvaline
tedariki harbiye” olarak adlandırılan Rusya’nın savaş hazırlıkları kadar Rusya’nın
genel durumu hakkında bilgiler ulaştırmıştı.
1828-29 savaşında serbest bırakılan üçüncü sınıf bir Rus
ajanı olan bir savaş esiri, Osmanlı ordusunun morali, birliklerinin hareketleri
hakkında bilgiler vermişti.
Osmanlı-Rus istihbarat toplama çalışmalarında göçmenlerin alıkonulup
sorgulanmaları önemli bir yer tutuyordu. Örneğin 1808’de İlia (İlya) adlı bir
Moldavya’lı göçmenin mahkeme dışında uygun şekilde alınan ifadesinde Osmanlı
birliklerinin Tuna boyunca yer değiştirmeleri hakkında Rus yetkililer bilgi
temin etmişlerdi.
*1828’de Varna’da güvenlik
şartlarının kötüleştiği, Varna ve Odesa’da Rus gemilerinin batırıldığı bir
zamanda, İstanbul’da, Ahmet Ağa adlı bir
Sadrazam *(Baş vezir-BAŞBAKAN) iltica ederek bilgi getirdi.--------------------------------------------
1828-29 savaşı başında üçüncü sınıf bir ajan, adı gizli bir
Bulgar göçmenden Osmanlı birliklerinin hareketleri ve Tuna önlerinde tedarik
merkezleri hakkında bilgi getirmişti.
Osmanlı ve Rus istihbaratçılarının bilgi toplamada
yaşadıkları zorluklar elbette şaşırtıcı değildi.
1778’de, İstanbul Rusya büyük elçisi, İstanbul Anadolu yakasında
bulunan Üsküdar’da bir Ermeni ajanın sokak ortasında öldürüldüğünü rapor
etmişti.
Görünüşte, Margoz’un saldırganı, henüz Kırım’dan dönmüş bir
Müslüman Türk’tü.
Ermenilerin birçok suçlamalarına rağmen bu yüzyılda Osmanlı
parası Rusya Karadenizindeki karantina bölgelerinde geçerli olarak kaldı.
1820’lerde Prut ve Tuna kıyılarına yerleşen nüfuslar
arasında Osmanlı parası uzun zaman kullanımda kaldı.
I.I.Dibich-
Zabalkansky adlı Rus generali ve sözcüsünün dediğine göre, Eflak bölgesindeki
prensliklerde Osmanlı parasının kaldırılmasında bir türlü başarı
sağlanamamıştır.
Bu yüzyıllarda karşılıklı göçlerin sıklıkla yaşanması
yüzünden Osmanlı parası Rusya Besarabyasında yürürlükte kalmayı sürdürmüştür."
Bu kadar çeviri umarım, önce "Osmanlı Düşkünü" vatandaşlarımızın akıllarını başlarına almaya yetecektir.
Çünkü, başbakanından, bakanına, paşasından erine Osmanlı ihanetler ile çökmüştür, çökertilmiştir.
Bu gün Türkiye cumhuriyetin bir Osmanlı kurmasını bırakalım hayali bile mevcut devletin paramparça edilmesiyle sonuçlanacaktır.
Ki bu "Yeni Osmanlıcılık kavramını" 2006'larda şimdi kapalı olan "Geliyor yeni Osmanlı Geliyor başlıklı yazımdan sonra Ahmet Davutoğlu o zaman danışmandı aldı ve günümüze kadar getirdi. AKP'nin hiç bir kişisinde o zamana kadar bu yoktu. Bu yazıyı yazma nedenim de o zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, "36 parçalı Türkiye'den bahsediyordu". Öyle değil böyle yapsınlar bari deyip yazdım ve hala bu iddiayı, gerçekleştirmek gibi hedefleri olmadığı halde oy avcılığı için hükumet kullanmaktadır.
En sevdiği ortakları Fethullah Gülen'in derin Ermeni yapılanmasını hala temizleyememiş hükümetin daha bunun 36 etnik gizli yapılanması yanında en az 50 seneyi temizliğe ayırması gerekecektir.
Kısaca bu iş böyle yürümez, böyle devlet yönetilmez. Camide namaz, evde zikir ile devlet yönetilseydi Osmanlı yıkılmazdı, yukarıda kısa çeviri yazıda okuduğunuz gibi 300 yıl sürekli oluk oluk kan akıtmazdı.
TEK ADAM anayasası oylamasında EVET çıktığı takdirde ilk yapılacak iş, Türkiye federasyonlara bölünecektir ve bir dönem belki Kürdistan, Batı Ermenistan, Potomya ve Megalo İdea kurulmaları gerçekleşinceye kadar "FEDERE ANADOLU CUMHURİYETİ" sürebilir ama en geç 15 yıl içinde devleti otonom "36" parçaya bölünecektir. Ardından bırakın Osmanlı'yı, herkes iç savaşlarla birbirine kırdırılarak nüfus 1/4 oranında azaltılacaktır.
En iyi ihtimalle, başımızdaki kripto Rum yapılanma İran'ın işgalinde etkin askeri rol alarak devleti savaşa sokacaktır. Bu da, ABD-RUSYA-ÇİN birlikte anlaşamadığı sürece dünya savaşı demektir ki ülkemiz yıllar boyu savaş alanı olacaktır.
Çünkü, asırlardır devlet hayali kuran bu devşirme azınlıkların devlet olma umutlarını 1915'de İttihat ve terakki ve ardından Atatürk bitirmiştir.
Şimdi bunlar onun öcünü alıp devleti yıkmaya yemin etmiş "1915 travmacılarının çocukları" sizleri sonu belirsiz maceralara sürüklemekten kaçınmayacaklardır.
Aslında, büyük devletlerin 1915 travmacılarını travmaya sokan Enver paşa ve Atatürk'e izin vermeleri, Bakü-Tiflis ile Musul-Kerkük petrollerini güvenceye almak içindi.
Zamanın İngiltere ve Amerika'sı diretseydiler Cumhuriyet kurulamayabilirdi de. Bazı Ermeni yazarların yazdıkları gibi 1915'de devlet olma izni balkanlara verildi ama doğu Hristiyanlarına uygun görülmedi. Bunun hesabını da Atatürk ve Türk milletinden değil, 1000 yıldır köleliğini ettiğiniz ve hala etmekte olduğunuz batılı din kardeşlerinden sorsanız daha iyi edersiniz.
Sizi asırlarca devlet hayaliyle coşturup koşturdular, yukarıdaki gibi sayısız ihanetler yaşattınız, kanlar akıttınız ama efendileriniz size devlet olmayı çok gördü ve inanın gene de görmeye devam edeceklerdir.
Bu yüzden, geçmişin acılarını analım ama siz de kilisede namaz kılarken kimse gelip sizi bir yere sürmedi. Suçunuzu kabul edip, şu topraklara birlikte sahip çıkalım.
Birlikte ayaklarımızı bastığımız toprakları, sırayla el değiştiren azınlık iktidarlarının sinsi hesapları uğruna batıya sömürtmeyelim, birlikte sahip çıkalım.
Bastığın toprağa, özgürlüğüne, demokratik haklarını korumaya sahip, emperyalizme karşı çık!
Ne Osmanlı ne Bizans, ne Kürdistan ne Lazistan/Pontus, en iyisi mevcut durumu korumak ve "Yurtta sulh, cihanda sulh" demektir.
Takdir sizlerindir.