İNGİLİZ RAHİP AJANI MR FREW ve NURCULUK
|
Fransa'da yakılan Mason
Tapınak Şövalyeleri |
1450’lerde Fransa’da yakılarak, kaynatılarak değişik işkencelerle imha edilen mason Tapınak Şövalyelerinden kurtulanların bir kısmı Almanya, Avusturya, Rusya gibi Ortodoks ülkelere sığınırken büyük bölümü de İskoçya’ya sığınmışlardı. 16.yy.da İskoç kralını öldürerek saltanatı ele geçiren tapınak şövalyeleri, aralarında bulunan kendilerinden önceki dönemlerde İran, Suriye, Irak ve Mısır’dan kovulan “kripto büyücü rahiplerle” birleşerek 1550’lerde İngiliz tahtını da idareleri altına aldılar.
1565 yılında İspanyol Armadasını Manş denizine gömerek dünya hâkimiyetini ellerine geçirdiler. 18.yy. içinde Fransız ve Hollandalılarla birlikte Hindistan’daki Babür Hanlığını yıkarak Çin üzerine yürüdüler ve bir buçuk ayda bu koca imparatorluğu ellerine geçirdiler.
18.yy. ortalarında İran Kaçar Hanlığı üzerine başlattıkları seferlerden zaferle çıkarak İran ve Afganistan üzerinde hâkimiyetlerini kurdular. 19.yy ortalarında İngilizler Fransız ve Hollandalı ortaklarını devre dışı bırakarak bölgeye tek başlarına hükmetmeye başladılar.
İşte bu dönemde sömürge halklarını kendilerine bağlamak, kendi kralları, padişahlarından soğutmak için onlara ücret ödediler ve adil göründüler. Ancak bu siyasetleri onları zengin etmek için değildi ve sinsice Osmanlı imparatorluğu ile Afganistan’dan elde ettikleri esrar ve türevleri ile Amerika kıtasından elde ettikleri tütünü satarak onların sağlıklarını bozuyor ve uyuşturucu müptelası haline getirerek ödedikleri ücretleri geri aldıkları gibi borçlandırarak soyuyorlardı.
1830’larda Çin imparatorunun oğlunun da bu müptelalara karışması üzerine Çin imparatoru esrar ve türevlerinin ticaretine karşı savaş açıyor, Şangay limanında otuzdan fazla esrar gibi uyuşturucu yüklü gemiyi yaktırıyordu.
İngiliz elçisinin “serbest ticaretin engellenmesinin önlenmesi” içerikli kraliçe Viktorya’ya yazdığı mektup derin tartışmalardan sonra Çin’e “Serbest Ticaret Dersi” verme kararının çıkması ile neticeleniyor, gönderilen uzun menzilli toplara iki savaş gemisi, Çin imparatorunun Pekin’deki yazlık sarayında tahtını kafasına geçiriyordu.
Kısa menzilli olan Çin topları yüzünden Çin savunması çöküyordu.
İngilizlerin bu başarısı onları yeni heveslere yönlendiriyordu. Bu heveslerden birisi de dünya imparatorluklarında “Masonluk temelli” yeni din anlayışını kabul ettirmekti.
İşte bu bağlamda bu ülkelere dayattıkları yeni dün kültleri paralelinde Hindistan’da Moğol kökenli Ahmed-i Kadıyani üzerinden “Kadıyanilik, İran’da Bahailik, Mısır’da Efganilik, Osmanlı imparatorluğundan koparacakları Arabistan için Vehhabilik ve sözde Kürdistan için de Nurculuk dinini üretmişlerdi.
Kurtuluş Savaşı sırasında “Nurculuk” henüz oluşmadığı gibi Said-i Kürdi Deliüzzaman’ın da pek meşhur bir kişiliği yoktu. Bu dönemde teslimiyetçi, mandacı sözde Müslümanların dinleri gene İngilizlerin hazırladıkları “Sahte İslam” olan Vehhabilik, Kadıyanilik, Bahailik ile Mısır’da yayılan, “tanrıya inanmadığı için” İskoç Mason Locasından kovulan Molla Afgnai’nin kurduğu Efganilik sapıklıklarıdır.
Nurculuk gerçek kimliğini Said-i Kürdi Deliüzzaman’ın TBMM’de verdiği “Namaz Fetvasının” ardından milli mücadeleden dışlanıp Van’a gitmesiyle Said-i Meşhur’un kapandığı medresede yukarıdaki sapık inançları birleştirerek oluşturur.
Bu sahte Kürt İslam’ı Cumhuriyetin ilanını takiben çıkartılan 26 Kürt isyanını tetikler. Said-i Kürdi Deliüzzaman, 1926’da Şeyh Sait isyanından “fikir babalığı yaptığı için” sorumlu tutularak Isparta’ya sürgüne gönderilir.
|
Ortadaki zat Said-i Kürdi'nin Menderes ile
bağlantısını kuran kuryesidir! |
14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti iktidarı döneminde Said-i Kürdi Deliüzzaman adıyla yazdırdığı saçmalıkları, Osmanlı’dan kopartılan topraklar üzerindeki Müslümanların emperyalizmine karşı verdikleri savaşın “boşuna olduğunu” ve batılı devletlere teslimiyeti öngören sözde Hilafet emriymişçesine bu insanlara dayatılarak teslimiyetlerinin sağlanmasında kullanılır. Nurculuk gerçek kişiliğini bu aşamalarda yazılmış saçmalıklarla bulacaktır.
1952’de Deliüzzaman Vatikan’dan aldığı takdirnameyi gururla “Tahrir-i Hayatım” adlı saçmalığına koyacaktır.
12 Eylül 1980 darbesinin ardından iktidar olan Tunceli Çemişkezek kökenli Yezidi olan Turgut ÖZAL’ın çabalarıyla Fethullah Gülen adlı Nur takipçisi üzerinden oluşturulan yeni teslimiyetçi görüş de “Fethullahçılık İslam’ı” olarak Müslüman ülkelere dayatılacaktır.
Bu konudaki geniş çalışmalarımı bloglarımda yayınlanmış önceki çalışmalarımda görebilirsiniz.
Açıklama; Aşağıdaki yazı tamamıyla alıntıdır. Yazılarıma kaynak teşkil etmesi için bilgisayarıma kopyaladığım bu yazının yayınlandığı blog’a daha sonraları ulaşamadığım için yayınlıyorum.
İnternet üzerinde yapılan hem hükûmet hem de Amerikan istihbaratı kaynaklı bu karartma Masonluk merkezli Amerikan İslam’ı olan bu yeni dinin aleyhine yazılan bütün çalışmaları engellemektedir.
Başbakan’ın “Dindar Gençlik istiyorum” açıklamasının ardından piyasaya sürülen “4+4+4” yıllık eğitim düzenlemesindeki “dindar gençliğe” biçilen din de bu “Amerikan İslam’ından” başka şey değildir. Aşağıda adı geçen Mr. Robert Frew, Norşin (Gürpınar) Ermeni’si “yazı yazmayı bilmeyen” ve bu yüzden soyadı da “Okur” olan Sadi-i Kürdi Deliüzzaman’ın (Cumhuriyet döneminde Nursi ve Bediüzzaman) İngiliz Mandacılığı yanlısı Volkan Gazetesinde onun adıyla yayınlanan yazıları hazırlayıp veren İngiliz rahip casusudur. Atatürk’ün ifadelerinde bu çok açıktır.
|
Şimdi bu olayların Kuruluş Savaşımız süresinde (1919-1923) bağımsızlık savaşına nasıl olumsuz etkileri olduğunu Mustafa Kemal Atatürk’ün kaleminden okuyalım;
MİSTER FREW'A YAZDIĞIM MEKTUP
Efendiler, bu geniş örgütlenmeye engel olmak ve yaratılan tehlikeli durumlara son vermek için elimizden elen her çareye başvurduk. Şimdiye kadar dile getirdiğim ve bundan sonra sırası geldikçe de hatırlatmaya çalışacağım, bildiğiniz isyanları, ihtilâlleri, resmî düşman kuvvetlerinin tecavüzlerini bastırmak ve yok etmek için çok uğraştık. Ali Rıza Paşa Kabinesi, gözüne batan Kuva-yı Milliye'yi batırmaya ve bunun için bizimle didişmeye çalışmaktan başka bir yardımda bulunmadığı gibi, ondan sonra iktidar mevkiine gelen sayın arkadaşları da onun yolunda gitmekten ve sonunda felâketten felâkete ve rezaletten rezalete sürüklenmekten başka bir hizmet görmediler. Efendiler, bütün bu gizli tertip kaynaklarının, Rahip Frew'un kafasında toplandığı ve oradan din kardeşlerimiz olacak hainlerin kafalarına akıtılarak eylem haline dönüştüğü tahmin edildiğinden, Rahip Frew'un, bir süre için olsun, bu işlerden uzak kalmasını sağlar düşüncesiyle, bizzat kendisine bir mektup yazdım. Mektubun iyi anlaşılabilmesi için şu bilgiyi de ilâve edeyim ki, ben, Mister Frew ile İstanbul'da bir iki defa görüşmüş ve tartışmıştım. Frew'a Fransızca olarak gönderdiğim mektubun Türkçesi şudur :
Mister Frew'a (Fru);
Sizinle, Mösyö Marten'in aracılığıyla yaptığımız görüşmelerin hâtırasını memnuniyetle saklamaktayım. Yıllarca memleketimizde ve milletimiz arasında yaşamış olan sizin, hakkımızda en doğru düşünce ve kanaatleri taşıyacağınızı beklerdim. Oysa, ne yazık ki, İstanbul çevresinde sizinle bağlantı kuran bazı gafil ve menfaat düşkünü kimselerin, sizi yanlış yönlere sürüklediklerini pek büyük bir esefle anlıyorum.
Bunlar arasında Sait Molla ile hazırlanıp uygulamasına başladığınız, güvenilir kaynaklardan haber alınan plânın, İngiliz milletinin gerçekten suçlanmasını gerektirecek bir nitelikte olduğunu bildirmeme müsaadenizi rica ederim. Milletimiz, Sait Molla' nın değil, fakat gerçek vatanseverlerimizin gözüyle görüldüğü takdirde, böyle plânların artık memleketimizde ve milletimiz üzerinde uygulama alanı kalmadığı yargısına kolaylıkla varılabilir.
Nitekim, daha bugünün olaylarının arasında yer alan Adapazarı ve Karacabey hâdiselerinin başarısızlığa uğramış olması, sözümüzü doğrulamaya yeterlidir, Ancak, buna ne gerek vardı? İngiliz subayı Nowill' in, Diyarbakır bölgesinde. Müslüman Kürt halkını kışkırtmak için pek çok çalıştıktan sonra, Malatya'da eski Elâzığ Valisi Galip ve Malatya Mutasarrıfı Halil Bey' lerle Sivas aleyhine yaratmaya çalıştığı olay, sonuç olarak bütün medeniyet dünyasına karşı utanç verici değil miydi? Size bütün ciddiyet ve samimiyetimle arz ederim ki, İngiliz milleti, milletimizin kendisine karşı gösterdiği dostluk ve güvene değer vermiyorsa, bundaki yanılgı pek derindir. Aksi takdirde ise, kullandığınız yöntemler pek sakat olup sonuca ve başarıya ulaştıracak nitelikte değildir. Sait Molla vasıtasıyla Adapazarı'na gönderilen iki bin liranın, yakında olumlu sonuç getireceği şeklinde verilen, sözün asılsızlığını, olaylar size ispat etmiş olacağından fazla söze gerek görmem. Özellikle sizinle bağlantı kuran sahtekârlar tarafından, ortak çalışmalarınızda ve meselelerinizde Osmanlı Padişahı'nın da rolü varmış gibi gösterilmesi pek tehlikelidir. Siz pekâlâ takdir edersiniz ki, Zâtışâhâne sorumsuz ve tarafsız olup, millî irade ve hâkimiyetimizi ilgilendiren gerçekleri değiştirmez ve bozmazlar. Memleketimizde bulunan İngiliz siyasî memurlarının, şüphesiz İngiliz milletinin eğilim ve çıkarlarına aykırı olarak, vatan ve milletimiz aleyhinde, insanlık ve medeniyet dışı ölçülerle yapılagelmekte olan teşebbüslerini, elimizdeki belgelerle İngiliz milletinin gözleri önüne serersek, sonuç, dünyaca takdire değer görülmez sanırım. Ancak, bu konuda garipliği dolayısıyla şunu da arz etmek mecburiyetindeyim ki, siz bir din adamı olarak, siyaset oyunlarında ve hele kanlı çarpışmalarla sonuçlanacak işlerde rol oynamak sevdasına kapılmamalıydınız. Sizinle yaptığım görüşmelerde sizi bu türlü bir politika adamı olarak değil, insanlığa hizmet eden, adaleti seven, faziletli bir insan gibi görmüştüm. Bunda ne kadar aldandığımı, son aldığım güvenilir bilgilerin doğrulamakta olduğunu bildirmekle şeref duyarım.
Mustafa Kemal
|
İngiliz Muhipleri Cemiyeti Üyeleri;
Kâmil Paşazade Şevket Bey
Gümülcineli İsmail
20 Mayıs 1919'da İngiliz himayesini ve mandacılığını savunan, başkanlığını Kamil Paşazade Şevket bey, İkinci başkanlığını Adliye Müsteşarı
Sait Molla'nın yaptığı kurucuları arasında kendisi dışında, Filozof
Rıza Tevfik,
Gümülcineli İsmail gibi kimselerin bulunduğu
İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin (İngiliz dostları derneği) kurulmasına öncülük etti.
Atatürk Nutuk'da Sultan Vahdettin, Sadrazam Damat Ferit, Dahiliye Nazırı (içişleri bakanı)
Ali Kemal, Âdil ve Mehmet bey'lerin ve İngiliz
Rahip Frew'un da bu derneğin üyeleri arasında bulunduğunu yazmış ve
derneğin iki amacının olduğunu belirtmişti.
Birincisi işgal günlerinde İngiliz'lerle iyi geçinmek ve onların sempatisini kazanarak
Sevr antlaşmasına dayandırılarak başlatılan yabancı işgalinden en az zararla çıkmak. Atatürk' göre bu amaç su üstünde görünen amaçtı
Derneğin asıl ve gizli olan amacı halkın yabancı işgaline ve kendisine yapılan zulüm, baskı ve haksızlıklara isyan etmesini önlemek ve millî şuuru yok etmekti:
Yapılan işlemlerden ve gösterilen faaliyetlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Frew idi: Bu derneğin iki yönü ve iki ayrı niteliği vardı. Biri açık yönü ve usulüne uygun teşebbüslerle İngiliz himâyesini sağlama amacına yönelmiş olan niteliği idi. Öteki de gizli yönüydü. Asıl faaliyet bu gizli yöndeydi. Memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilâl çıkarmak, millî şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler, derneğin bu gizli kolu tarafından idare edilmekte idi. Sait Molla 'nın derneğin açıktan yaptığı çalışmalarında olduğu gibi gizli çalışmalarında da ondan daha çok rol oynadığı görülecektir. Bu dernek hakkında söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım açıklamalar ve gereğinde göstereceğim belgelerle daha kolay anlaşılacaktır.
Kurucusu olduğu İslam Teali Cemiyeti (
Cemiyet-i Müderrisîn) tarafından 25 Eylül 1919 tarihinde
Kuva-i Milliye'ciler aleyhinde çok şiddetli ifadeler içeren bir bildiri yayınlandı. Bu bildiride
Kuva-i Milliye'cilere
kudurmuş haydutlar şeklinde hitap edilmiştir.
[5] Bildirge dönemin İkdam gazetesinin 26 Eylül 1919 tarihli baskısında yer aldı. Hükûmet, Anadolu'da
Yunan mezalimi'ne ve
Fransız işgali'ne karşı oluşan direnişi dindirmek için bildiriyi uçaklardan atarak dağıttırdı.
8 Kasım 1919'da Ermeni tehcirinde Yozgat bölgesinde ihmali bulunduğu gerekçesiyle işgalci devletlerin baskısıyla yargılanan
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in
[6] [7]idam kararı Sultan Vahdettin'in önüne geldiğinde Vahdettin idam kararını imzalamadı; intikam duygularıyla olayların büyüyebileceğini öne sürdü ve Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'den fetva istedi. Şeyhülislam Mustafa Sabri'nin Fetvasıyla Nisan 1919'da Kemal Bey idam edildi. Daha sonra 14 Ekim 1922 tarihinde müstevli devletlerin baskısıyla idam edilen
Kemal Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Milli Şehit ilan edilmiştir.11 Nisan 1920 tarihinde Milli Mücadele başlatmak için kongreler düzenleyen içlerinde
Mustafa Kemal Paşa'nın da bulunduğu
Milliyetçi ileri gelenler hakkında
ölüm fetvasını kaleme aldı.
[8] Bu tarihte Şeyhülislam olan
Haydarizade İbrahim Efendi, Mustafa Sabri'nin kaleme aldığı fetvayı okuyunca imzalamayı reddetti ve istifasını verdi. Ağdalı bir dille yazılan fetvada özetle şunlar denmekteydi:
Padişah'ın aksi emrine rağmen istilacılara karşı direnişe geçen milliyetçilerin öldürülmeleri caiz olmakla kalmayıp hatta her Müslümanın dini görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, kalanlar gazi sayılır.
Haydarizade İbrahim Efendinin istifasının ardından fetva meselesinden vazgeçilmedi. Fetvayı imzalayacak birisi arandı ve
Dürrizade Abdullah Beyefendi bulundu. Mustafa Sabri'nin yazdığı fetva Dürrizade tarafından verildi, Damat Feritin Onayı ve Padişah Vahdettin'in buyruğuyla duyuruldu.
Mustafa Sabri,
Sadık Albayrak'ın yeniden basımını yaptığı ve sunuş bölümlerini yazdığı
Hilafet ve Kemalizm[9] kitabında Milli Mücadele, Türklük ve Mustafa Kemal Paşa hakkında hakaretamiz ifadeler kullanmıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın padişahın fermanıyla gönderildiği Anadolu’da kuvvet ve nüfuz kazandıktan sonra padişahın emirlerini dinlemediğini iddia etmiş, kendi namına hareket etmeye başladığını, İstanbul'da müstevli devletlerin esareti altındaki Hilafeti kurtaracakmış gibi davranırken ve faaliyetlerini hilafet makamına hizmet şeklinde gösterirken peşinden sürüklediği kuvvetle daha sonra Hilafetin kaldırılmasına karar verdiğini söylemiştir. Bunu dile getirirken Üslûbunu iyice bozmuş ve kitabında şu ifadeyle Mustafa Kemal Paşa'ya hakaret etmiştir:
Yani bütün hareketlerini hilafet makamına hizmet şeklinde göstermiş iken, nasıl kahpelik ve hayasızlıktır ki hilafetin en çirkin tezyifler ve tahkirler altında birden bire ilgasına cesaret etmiştir.[10] Sadık Albayrak'ın yeniden basımını yaptığı
Hilafet ve Kemalizm kitabında Mustafa Sabri Efendi'nin Mustafa Kemal Paşa hakkındaki tenkitlerinde hakaret sınırlarını da aştığı ve düpedüz sövgü yoluna gittiğini görülür.
Mustafa Kemal'in ve Ankara Hükümeti'nin kahpeliklerini, sahtekarlıklarını şu ufacık mukaddime'ye sığdıracak değilim. Demek isterim ki bu şekil değiştirmeler, bu zıtlıkları işleyebilmek için insan utanmamazlıkta da kahraman olmalıdır. Hele dinsizlik olmadan haksızlığın, hayasızlığın bu derecesi tasavvur olamaz.[11]
Sadık Albayrak'ın yayına sunduğu
Hilafet ve Kemalizm kitabında Mustafa Sabri Efendi, çok ilginç bir iddiada bulunmuştur. Atatürk'ün İngilizlerle işbirliği yaptığı için Musul'u İngilizlere bırakıp karşılığında kurşun atmadan İstanbul'u aldığını iddia etmiştir. Bunu yazarken hakaretamiz üslubunu sürdürmüştür:
İki paralık Mustafa Kemal kuvvetinin baskısına boyun eğerek İngilizlerin, Fransızların ve sair devletlerin İstanbul'dan çekilip gitmelerini ancak Kemalistlerin idam ettiği Türk aklı kabul edebilir[12] 1922’de Ankara Hükümeti, İtalyan ve Fransızların kurşun atmadan Anadolu’yu terk etmelerini sağlamasından ve Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusunun, Yunan ordusunu trajik bir hezimete uğratıp Anadolu’yu kurtarmasından sonra Mustafa Sabri Efendi ailesini alarak İngilizlerin temin ettiği bir yük gemisiyle Mısır'a gitti.
[13]Bir ara tekrar Yunanistan'a sığındı. Burada Oğlu İbrahim ile birlikte
Yarın ve
Peyamı-ı İslam gazetelerini çıkardı. İtalyan gazetelerinde yer alan bir bildirisinde Türklere
Müslüman barbarlar dedi.
Ankara Hükümetinin Musul üzerinde hak iddia etmesinin gülünç olduğunu yazdı.
[14]Yüzellilikler listesinde yer aldı ve vatandaşlıktan çıkarıldı. Yunanistan'dan sonra gittiği Mısır El-Ehzer üniversitesinde din dersleri verdi.
1954 yılında Mısırda öldü.
Türk Milliyetçiliğine karşı çıkmış, Yunanistan'da çıkardığı Yarın gazetesinde 1927 yılında yazdığı şiirde Türklüğüne tövbe ettiğini, Türklükten istifa ettiğini söylemişti:
“Yalnız Müslüman ve insan
Olarak kalmak üzere, Türklükten,
Şeref ve izzetimle istifa
Ediyorum Allah'ın huzurunda!...
...
Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme
Beni Türk milletinden ad etme” (Zaten dönmedir.)
Bir yazısında milliyet hakkında Milliyet önemli bir şey idiyse, bir Türk dili veya bir Çerkez dili yanında Arap dilinin çok daha üstün olduğunu belirterek, bunların yanında daha büyük olan Arap milliyeti ile iftihar etmenin daha akla uygun olacağını söylemiştir.
...Arapça'yı lisan ittihaz etmek derecesinde kendimize mal dinmek isterim. Amma bundan Türklüğümüz mutazarrır olurmuş... Biz müstefid oluruz ya!...
Yukarıdaki sözünden de anlaşılacağı gibi milliyetin önemsiz bir şey olduğunu önemli olanın sağlanacak fayda olduğunu ifade etmiştir. Hayır, önemli olanın Müslümanlık olduğunu söylemiştir.
SAİT MOLLA
(Sait Molla, Said-i Kürdi Deliüzzaman değildir. Bu dönemde emperyalistlerin ajanlığını yapmaktadır. Sonradan meşhur olacaktır. Bu zamandaki adı sadece Said-i Meşhur’dur. Sonra Said-i Kürdi, Cumhuriyet döneminde Nursi ve 1926’daki sürgün hayatından sonra da Bediüzzaman olacaktır. Tahrir-i Hayatım adlı kitabına bakabilirsiniz. Keykubat)
Hürriyet ve İtilaf Partisine kurucu üye olarak katıldı. Birinci dünya savaşından sonra Damat Ferit Paşa'nın Sadrazamlığını yaptığı Hürriyet ve İtilaf Partisi hükûmetinde Şûra-i Devlet (danıştay) üyeliği, Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı görevlerine getirildi. Ayrıca bir dönem dava vekilliği de yapmıştır.
Kürt Teali Cemiyeti üyelerindendir.
İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin başkanıdır. İstiklâl Savaşında işgale ve mezalime karşı mücadele başlatan direnişçi Türklerin aleyhindeki faaliyetleri sebebiyle Ankara hükûmeti tarafından
yüzellilikler listesinde 98. sırada yer almış ve yurttan çıkarılmasına karar verilmiş ancak zaten Ekim 1922'de imzalanan
Mudanya Mütarekesi'nden önce İngiliz elçiliğine sığınmış ve İngiliz General Harrington'un verdiği İngiliz pasaportuyla yurdu terk etmiştir.
İngiliz Muhipler Cemiyeti üyesi
İngiliz Ajanı Rahip Frew ile yaptığı yazışmalar ele geçmiş ve bu mektuplarda
Frew'dan yüklü miktarlarda para aldığı ve bu paraları isyan çıkartmak amacıyla Anadoludaki bazı şifreli isimlere gönderdiği anlaşılmıştır. Nutuk'da belgeler bölümünde Rahip Frew'a yazdığı mektuplar verilmiştir. Ajan Frew'a yazdığı mektuplarda
Kürt Teali Cemiyeti mensuplarına ve doğudaki faaliyetleri için para gönderdiğini yazmıştı.
[1]Mustafa Kemal Rahip Frew'a daha sonra mektup yazar ve Sait Molla'ya Adapazarı ve Karacabey'de isyan çıkarttırmak için verdiklerini bildiklerini açıklar.
[2]
Tarihçi
Cemal Kutay kitaplarında Sait Molla'dan İngiliz ajanı diye bahsetmektedir.
[3]İşgalici devletlerin baskısıyla Ermeni techirinde sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Divan-ı Harp mahkemesinde yargılanan Kemal Bey'in davasında mahkeme heyetinde idam kararını verenler arasındaydı.
Kürt Teali Cemiyeti (Kürt Yücelme Derneği), doğu illerinde, bağımsız bir Kürt devleti kurulması amacı güden, gayesini gerçekleştirebilmek için doğu illerinde şubeler açmış bir cemiyettir. Bu cemiyetin, 1919 yılında Anadolu'da işgale karşı başlatılan milliyetçi direnişi kırmak için İngiltere tarafından kullanıldığı ile ilgili belgeler yayınlanmıştır.
Atatürk bu cemiyetin amacının, yabancı devletlerin himayesinde bağımsız bir Kürt devleti kurmak olduğunu belirtmiştir.
[1] 1921 yılında
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından alınan bir kararla cemiyetin faaliyetlerine son verildi.
Bağımsız Kürdistan kurma girişimleri
Anlaşma gereğince Kürt nüfusunun daha yoğun olduğu bölgelerde İslam Halifeliğine ve Osmanlı saltanatına bağlı kalmaları kaydıyla özerk bir yönetim şekli tanınacaktı.[14]
Seyyit Abdülkadir'in başkanı olduğu derneği, kuruluş beyannamesinden farklı olarak siyasi amaçlarla kullanması, özerklik ve bağımsızlık ile ilgili görüşmeler yapması, İstanbul Hükümetini rahatsız etti.
18 Haziran 1919 tarihli kabine toplantısında Kürdistan Teali Cemiyeti'nin siyasetle uğraşmaması konusunda görüşüldü. Seyyit Abdülkadir'in bağımsız Kürdistan kurmak amacıyla İngilizlerle yaptığı görüşmeler İstanbul Hükümetince izleniyordu.
Bunun üzerine Cemiyet ileri gelenleri
10 Temmuz 1919 Tarihinde Babıâli'ye çağrılarak siyasetle uğraşmamaları, yabancı devlet temsilcileri ile görüşmemeleri ve bağımsızlık için çalışmalar yapmamaları konularında ihtar edildi.
[15] Bu toplantıda Abdülkadir Efendi adına konuşan Mevlanzade Rıfat'ın sözleri gerginliğe sebep oldu. Mevlanzade Rıfat'ın,
Wilson Prensiplerine göre bağımsız Kürdistan taleplerine karşı çıkılamayacağını, Kürtlere özgürlük ve güvenlik sağlayacak tek devletin de İngiltere olduğunu, Türk Hükümetinin (İstanbul Hükümeti) önce kendi başının çaresine bakmasını söylemesi üzerine
Ahmet Abuk Paşa yerinden fırlayarak hiç kimseye bir karış toprak verilemeyeceğini söyledi.
[16]Sivas Kongresinin basılması
Sivas Kongresi'nin dağıtılması ve Mustafa Kemal Paşa'nın ortadan kaldırılması girişimine Cemiyet'in karıştığına dair kanıtlar yayınlanmıştır.
8 Haziran 1919 tarihinde Diyarbakır Vali Vekili Mustafa Bey, 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa'ya telgraf çeker. Telgrafında bazı gençlerden oluşan
Kürt Cemiyeti'nin İngiliz koruyuculuğunda bir Kürdistan kurma düşüncelerini yanlarında bulunan Süleymaniye siyasî hâkimi (İngiliz subay) Mister Noel ile birlikte propaganda etmeleri üzerine halk arasında tepkiler oluştuğunu, bu durumun cemiyetler kanununa aykırı bulunduğunu ve cemiyetin kapatılarak haklarında yasal kovuşturma başlatıldığını yazar.[17]
15 Haziran 1919 tarihinde 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, bu telgrafa bir şifreli telgrafla cevap verir. Bütün milletin bekası ve bağımsızlığını kurtarmak için herkesin birleştiği bir dönemde
yabancı bir devletin koruyuculuğuna sığınarak horlanmış ve tutsak yaşamayı seçen her türlü görüşlerin, ülkeyi bölücülüğe götürecek her türlü derneklerin dağıtılmasının pek yurtseverce ve zorunlu bir görev olduğunu yazar ve Kürt cemiyeti hakkındaki davranışın isabetli bulduğunu belirtir.
[18]”
|
Hırstiyan Rahip ve rahibeler |
Dünün Osmanlı topraklarını ve halklarını sömürgeci devletlere köle edecek siyasetlerini güdenler, ihanetleri yüzünden kovulduklarında, “dövülen köpeğin sahibinin arkasına saklanmasını” andıran davranışlar içinde efendilerine sığınarak onların kucaklarından havladıklarını bu yazı gayet kesin olarak göstermektedir.
İşte sömürgeci devletlerin istihbarat masalarında hazırlanmış bu “sahte İslam-î hareketler” özünde teslimiyetçidirler. Başka devletlerin “koruyuculuğunu” yani “mandacılığını” (İngilizce Mandate’den) istemektedirler. Bu istekleriyle de Türk ve Müslüman dünyasını köleleştirmeye hizmet etmektedirler. Büyük önder Mustafa Kemal işe bu yüzden bunları hedef tahtasına oturtmuştur ve onlarla savaşmıştır.
|
Nurcu çarşaf-peçeliler |
1950’den beri bu teslimiyetçi, mandacı zihniyet İngiltere ve Amerika’nın dayatmalarıyla iktidardadır. “İslam” diye dayattıkları bu Masonluk, Sabilik, Yahudilik, Hıristiyanlık, Budistlik, Zerdüştlük, Brahmanlık, Mecüsilik karışımı bir dindir. Asla İslamiyet değildir.
Ne türban ne çarşaf-peçe İslam-î değildir. Şeytana tapan, Sümer’in kutsal fahişesi İnanna’sından, Mısır’ın İsis’inden türetme Zerdüşt dininin tanrı-çası Anahita- Kutsal Fahişe Kültüne tapınanların kullandığı örtülerdir.
Tevrat’ın “Yahuda ve Tamara” bölümünde “
Çarşaf ve Peçe’nin fahişekıyafeti” olduğu yazılıdır. Blogumda vardır. Türban da, günümüzün teslimiyetçi, Nurcu/ Fethullahçı AKP iktidarını başa getirecek şartları hazırlayan teslimiyetçi, işbirlikçi 12 Eylül darbecilerinin Y.Ö.K Başkanı, akıl hocası ve Başkent Üniversitesini kuran dönme Ermeni’nin yani İhsan Doğramacı’nın karısının uydurmasıdır.
Alaeddin Yavuz
|
Paris sokaklarında Çarşaf-Peçeliler |
Bu yazıdan sonra Said-i Kürdi ve Nurculuk sayıklaması hakkında yazdığım diğer yazıları okuyabilirsiniz.
İşte bazılarının linkleri;