TAYYİP ERDOĞAN DOSYASI.
Bu dosyanın hazırlanma nedeni, Tayyip Erdoğan'ın facebook, blog yazarı, intagram v.b. sosyal medyada yaptıkları paylaşımlar yüzünden 100.000'e yakın kişi hakkında soruşturma açtırması sonucu, bunlardan birinden beraat etmiş biri de süren davalarıma delil, halkımıza da bilgi olarak kullanabilmeleri için hazırlanmıştır.
Tayyip Erdoğan hakkında serhoş kafa ile Facebookta yazdığım bu tespitten dolayı hakkımda dava açılmış. Oysa serhoş kafa ile bile yıllarca yaptığım çalışmaları doğru olarak yazabildiğim, yazdıklarımın hakaret değil aksine tarihi gerçekler olduğu açıktır. Şimdi o facebook paylaşımım;
Sayın Cumhurbaşkanı, Dedeniz Osmanlıya Isyan Eden Bir Eşkiyaydi.
Adanalı Cezmi Yurtsever de "Bagata,asi,eşkiya demektir" şeklinde açıklamış, nüfus kayıtlarını vererek böyle yazmıştı.
Sonra Cezmi Akpli oldu, Bahçeli'yi Ermeni, dedeyi şehit yazdı.
Bu gün gene reis dedesini Sarıkamışta şehit etti.
Bu ikinci kez tekrar eden üçüncü yer.
Reisin yeni başbakanken ilk söylediği ifadeye göre dedesi ilk önce 1917'de Adana'da Klikya Ermenistan'i kursunlar diye Ingilizlerin geri yolladığı 178000 ,1915 sürgünü Ermeniye katılmak için Rize'den gönderilip,çatışmada yiğit bir vatan evladının kurşunuyla öldürülmüş bir vatan hainiydi.
"Dedem haksızlığa dayanamazdı, Adana'da bir zalim vali varmış ona karşı savaşırken öldü" masalı anlatırdı.
2010 referandumundan once 2003 Gürcistan Azınlık raporunda Süryaniler ve YEZIDI Kürtler(adilyargicblogspotcom) çeviri yazımdan sonra bu sözünü de benim blogu da google'un sahibini çağırıp 600 blog ıle birlikte sildirmişti. Sonra bu dede Çanakkalede öldü tutmadı, Sarıkamışta öldürdü, diploma gibi belge gene yok. Unutturdu iki sene sonra şimdi gene Sarıkamış'ta öldürdü dedesini. Doğrusu Adana olmalı çünkü onunla başladı. Akif Bekinin "dedeleri Siirtli imamlara dayanir" şeklinde yazdığı gibi asli Gürcistan'a sığınan "soyu hz Musa'ya uzanır " ifadesindeki gibi Nasturi Hristiyan Yahudi isyancilardandir. Adana'ya destek olarak gönderilmiştir.
Bunlarin yazılmasını istemeyen kimseler, dini ve etnik siyaseti terk etsinler yeter.
Müslümanım dersin, kendin Yahudi Nasturi, eşin Süryani çıkar, Milletim dersin milletinin adı yok, Türk'um der,kendini başbuğ edersin, hâlâ partililerin Atatürk ve cumhuriyete küfür eder,Andımızı okunsun diyen mahkeme kararını tanımazsın.
Her sorunun temeli kendinsin.
Bu millet seni oraya soyuna bakarak getirmedi, belediye hizmetlerini iyi pazarlamam,halkın sana güveni seni oraya getirdi. Din ve etnik temelli siyaseti terk et herkes de sen de rahat et.
İnsanlar amaçları gerçekten devlete, millete hizmet ise neden gerçek kimliklerini gizleyerek siyaset yaparlar?
Demek ki art niyetliler
|
TÜRKÇESİ; Gururlu bir Yunan kökenli Müslüman Türk olan @RT Erdoğan'ın Siyonizme ve İsrail'e karşı olmaması gerekir.
Bunun geleceğimiz olan Ege Yunan...Türk Konfederasyonunun ile ilgisi yoktur.
|
R.T.Erdoğan ve partisi AKP'nin Osmanlı Projesi dediği şeyin aslında Müslüman maskeli Anadolu Rumları ile Yunanistan Rumlarının idaresinde, Müslüman değerleri kullanan YENİ BİZANS olduğunu görün artık.
RECEP TAYYİP ERDOĞAN DOSYASI
Tayyip Erdoğan kendisi hakkında sürekli farklı kimlik
bilgileri vermenin yanında, bir türlü netleştiremediği, soy ağacı, şaibeli Lise
ve Üniverstie diplomaları ile askerliği, dedelerinin kimlikleri, askerlikleri,
asilikleri, isyancılıkları, olmadı Çanakkale ve Sarıkamış şehitlikleri, yok
internetten 2010’dan sonra sildirdiği “Haksızlıklara dayanamayan, Potamya
Pilihoz köyünde 1918 şartlarında duyduğu Adana’da zalim valiye karşı savaşırken
ölen dedesinin kahramanlığı… hakkında çelişkili bilgileri yanında, yaptıkları
işleri de aynı derecede kafa karıştırmaktadır.
|
Resim sayfanın Türkçe özeti; 19.yy.da Pontus Grek/Yunanlılarca çok sayıda medrese Trabzon ilinde ona bağlı Rize, Çaykara, Of bölgesinde çok sayıda Osmanlı Medresesi kuruldu. 17.yy.da İslam'a dönen halk bunları ve eğitim hizmetlerini benimsedi. 19.yy.da Of' vadisinden çıkan binlerce öğretmen binlerce Sufi, Sünni öğrencilere dersler verdiler. Bu okulların bazıları Farsça, Osmanlıca, Türkçe olduğu gibi Arapça da dersler verdiler ve Pontus Rum Okulları olarak anıldılar. Atatürk bunları cumhuriyet döneminde kapattı. Cumhuriyetin ikinci yarısından beri etkisi kaybolmadığından tekrar ortaya çıkan bu okullar, Nakşibendi, Sufi, Of, Çaykara'lı Pontus Yunan kökenlilerden yetişen siyasi ve dini figürler de etkili olmaya devam ediyorlar. Potamya'lı R.Tayyip Erdoğan da bunlardan birisidir. |
Beş yıllık cumhurbaşkanı olduğu halde hala diplomasının
gerçek olup olmadığını dahi kanıtlayamamıştır. Ek olarak eşinin de benzer soy
esaslı kimlik sorunları da kesinleştirilememiştir. Bu yazı tamamen Tayyip
Erdoğan’ın taban tabana zıt açıklamaları yanında devlet adamlığı ile de
uyuşmayan aynı zıtlıkta tespitler içermektedir.
Yukarıda tamamen kendiliğinden, kendisinin gereksiz yere
yaptığı ve sonuca bağlayamadığı konuları kısaca özetlenen Tayyip Erdoğan ve
ailesinin, soyu, yabancı devletler ve onların sivil toplum örgütleriyle bağları
hakkında ortaya çıkan birçok yazıdaki tespitlerden sonra devle4t adamı olarak
halkın nezdinde de güven kaybetmiştir.
Hakkında artarak devam eden muhalefet dalgası yüzünden
sosyla medyada çıkan yazılar, yorumlar yüzünden de 100.000 kadar halktan,
ömründe suç bile işlememiş insanlardan davacı olarak yeni bir suçlu kesim
yaratmıştır.
Halkımızın böyle insanlar için güzel bir deyişi vardır;
-“Allah akıl, fikir versin”
Çünkü kimse ona soyunu soğunu sormadığı halde, kendi diliyle
yarattığı keşmekeş sayesinde siyasi sonunu da hazırlamıştır.
Bu yazı internette Tayyip Erdoğan hakkında yazılmış
yazılardan derlemedir. İlk önce, bitmek bilmeyen soyu ile ilgili açıklamaları;
Erdoğan'ın İnanılmaz Kimlik Değişimi, Hangisi Doğru?
Başbakan Erdoğan'ın
'Bana
Gürcü ve daha çirkin şeylerle Ermeni diyenler oldu ama Ben Türk'üm'
sözlerinin aksini ispatlayan açıklaması ortaya çıktı.
Cumhurbaşkanı adayı ve Başbakan Erdoğan,"Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi
ol. Benim için neler söylediler. Çıktılar bir tanesi aynı zihniyet. 'Gürcüdür'
diyen oldu. Çıktı bir tanesi affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu. Ben dedemden, babamdan öğrendiğim Türküm.
Herkes istediği yöne çekiyor" dedi. Oysa Erdoğan 11 Ağustos 2004 tarihinde yaptığı Gürcistan gezisi sırasında "Ben de Gürcü'yüm, ailemiz Batum'dan Rize'ye göç etmiş bir Gürcü
ailesidir" demişti.
Milliyet Gazetesi, 13 Aralık 2005 yılında Erdoğan’ın
çelişkilerini ortaya koyan önemli bir analize imza atmıştı. Tartişmaların
ardından Milliyet, bahsi geçen haberi
sitesinden kaldırdı. Bülent Sarıoğlu
imzalı bu analizde Erdoğan’ın
çeşitli tarihlerdeki sözlerine yer veriliyor. Analizde öyle bir hatırlatma
var ki, Başbakan Erdoğan’ı dün söylediği sözlerden dolayı çok zor duruma
düşürecek.
2004'TE "BEN
GÜRCÜYÜM" DEMİŞTİ
Milliyet’in analizinde Erdoğan’ın
11 Ağustos 2004’teki Gürcistan
gezisinde söylediği şu sözler hatırlatılıyor: “Ben de Gürcü'yüm, ailemiz Batum'dan Rize'ye göç etmiş bir Gürcü
ailesidir.” Dün“Gürcü değilim”
diyen Erdoğan, 10 yıl önce Gürcü
olduğunu söylüyor. Bunu gündeme getirmemizin nedeni Erdoğan’ın Gürcü olup olmaması değil, neden 10 yıl arayla iki farklı
açıklamaya imza attığıdır.
İşte Milliyet’in 2005’teki çarpıcı analizi:
KİMLİK DEĞİŞİMİ
'Kürt sorunu' ile
'Türk kökenli vatandaşlar' ifadesini
kullandı
Başbakan Erdoğan, 1993'te 'Bu anayasa ırkçıdır',
1997'de 'Ölünce, kavmini sormayacaklar', 2002'de 'Kürt sorunu yoktur' demişti.
Bu yıl
Bülent Sarıoğlu - Ankara
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Kürt sorunu" ve "üst kimlik" tartışmasında muhalefetin "Yugoslavya'ya döneriz. Üniter çimento
esnetiliyor" tepkisine hedef olurken, verdiği çelişkili mesajlarla zikzaklar çiziyor.
Geçmişte "molla" büyük dedesinin dini
duyarlılığıyla etnik ayrımları reddeden, 2002'de
"Türkiye'de Kürt sorunu yok" diyen Erdoğan, 10 Ağustos 2005'de probleme "Kürt sorunu" adını koyma, 28
Kasım 2005'te "'Kürt'üm
demeyeceksin ha' dersen isyan başlar" deme noktasına geldi. Erdoğan'ın
kimlik bunalımında son nokta, 6 Aralık 2005'te "Türk kökenli
vatandaşlar" demesi oldu. Erdoğan'ın geçmişten bugüne uzanan
değerlendirmeleri şöyle:
1993: (RP İstanbul İl
Başkanı iken) Bu anayasa ırkçıdır ama "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı" diye bir anlayışı
getirmiştir. Bir çatışma var anayasada. Bir taraftan bir Kürt'ün kalkıp da
Türk aleyhine konuşmasını suç unsuru telakki ediyor ama bir Kürt'ün aleyhine
konuştuğun zaman onu alkışlıyor. Ee bu mantık çelişkidir. Üstünlük ancak
Hakk'a olan yakınlıkla ölçülür.
Müslümanım
6 Aralık 1997: (Ceza almasına neden olan Siirt konuşmasında)
Bana diyorlar ki, "Sen Rizelisin. Sen Laz'sın." Diyorum ki, "Laz
değilim" Gittim, babama sordum. Babam, büyük dedesine sormuş. Molla bir
zattı. Şu cevabı vermiş: "Yarın öleceğiz, Allah bize soracak: Rabbin
kim, nebin kim, dinin ne? Ama bize 'Kavmin nedir?' diye sormayacak. Sana
sordukları zaman 'Elhamdülillah Müslümanım' de geç."
Kürt sorunu yok
24 Aralık 2002: (Rusya gezisinde) Türkiye'de Kürt sorunu
yok. Sorun var diye inanacaksan sorun olur, yok dersen sorun ortadan kalkar.
Böyle öngörü ile yaklaşırsan, sorunun içindesin demek. Bak, "Siirt'ten
evliyim, huzurluyum" diyorum. Böyle yaklaş olaya. Kürt sorunu var dersek,
bu, sanal sorunlar olarak ortaya çıkarılmıştır. Bizim için böyle bir sorun yok.
BEN GÜRCÜ'YÜM
13 Mart 2004: (Kanal D'de) Türkiye'de bir Kürt, bir Laz, Abaza, Çerkez gerçeği varken, bunlar
Allah göstermesin onlarca sorun doğurur. Geçmişte de böyle olduğu için bu sorun
haline geldi.
21 Mayıs 2004: (Romanya'da Türk soydaş derneği
temsilcilerine) Dünyada ideolojiler bitti. Ne etnik ideoloji ne de dini
ideoloji kalıcı oluyor.
11 Ağustos 2004:
(Gürcistan gezisinde) Ben de Gürcü'yüm,
ailemiz Batum'dan Rize'ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir.
Et ile tırnak gibiyiz
12 Nisan 2005:
(Norveç'te)
Ben, Rizeliyim, eşim Siirtli.
Türk değil, Arap. Biz zaten
sorunları çözmüşüz. Türkiye'de bakıyorsunuz, Türk Kürt ile, Azeri Gürcü ile
evlidir. İkisi birbiriyle et tırnak gibi olmuştur.
Sorunun adı: Kürt
sorunu
10 Ağustos 2005: (Aydınlara) Her soruna illa ki bir ad
koymak gerekiyorsa, Kürt sorunu... Adına ister "kökeni Kürt
vatandaşlarımızın toplumsal talepleri" deyin, ister "Güneydoğu
sorunu" deyin, isterseniz "Kürt sorunu" deyin... Sorunlar,
anayasal düzende, demokratik cumhuriyet sistemi içinde ve daha çok
demokratikleşme yoluyla çözülmeli.
12 Ağustos 2005: (Diyarbakır'da) "Kürt sorunu ne olacak?" diyenlere diyorum ki, herkesten önce benim
sorunumdur.
30 etnik, 1 üst
kimlik
15 Ağustos 2005: (AKP'nin 4. kuruluş yıldönümü töreninde)
Etnik unsurlar vardır. Kürt'ü vardır,
Laz'ı, Çerkez'i, Gürcü'sü, Arnavut'u, Boşnak'ı, Türk'ü vardır. Bunlar
ülkemizde bir alt kimliktir. Bunun bir tek üst kimliği vardır; o da Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlığıdır.
21 Ağustos 2005'te: (İstanbul'da minibüsçülerle sohbet
ederken) Ülkemizde Laz da var, Boşnak da var, Arnavut da var, Çerkez de var. 30'a yakın etnik kimlik var. Bununla
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını birbirine karıştırmayalım.
3 Eylül 2005: (Napoli'ye giderken uçakta) Kürt olan
vatandaşımıza, "Kürt değilsin,
Türk'sün" dayatmasını yapmamız yanlış. Aynı şey Laz, Gürcü, Çerkez,
Abaza, Boşnak, Arnavut için de geçerli.
Kürt, Kürt'üm diyecek
8 Ekim 2005:
(Siirt'te) Ülkemde birçok sorunlar var. Doğu sorunu, Güneydoğu sorunu, Kürt
vatandaşların kendine ait sorunları vardır. Hangi etnik unsurdan olursa olsun,
Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Arnavut, Boşnak, ki biz buna alt kimlik diyoruz, üst
kimlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır.
20 Kasım 2005:
(Şemdinli'de) Türk Türk'üm, Kürt Kürt'üm, Laz Laz'ım, Çerkez Çerkezim
diyebilecek. Hepimizin üst kimliği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır.
23 Kasım 2005:
(AKP grubunda) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, 73 milyon için sigortadır.
Bizi; Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i, Türk'ü, doğulusu, batılısı, güneylisi, kuzeylisi
ile inananı, inanmayanı ile birleştiren bu üst kimliktir. Biz bir mozaiğiz.
Yasak isyan başlatır
27 Kasım 2005: (Samsun'da) Deniz Baykal, bana bir defa 'Türk
milleti' demenin dersini vermesin, önce onun dersini alsın. Dünyada Türk ırkı
yok mu? Var. Etnik unsur olarak Türk yok mu? ABD'de zenciler, beyazlar vardır.
ABD vatandaşlığı üst kimlik kabul edilmiştir.
28 Kasım 2005:
(İspanya gezisinde) İnsanların ben
Gürcü'yüm, ben Laz'ım deme hakkı var. Oradaki vatandaşın "Ben
Kürt'üm" demesini engelleyemezsin. "Kürtüm demeyeceksin ha" dersen isyan başlar.
Türk kökenli vatandaş
6 Aralık 2005: (Yeni Zelanda'da) Bizde etnik unsurlar din
bağıyla bağlıdır. Türkiye'deki Kürt kökenli vatandaşların sorunu, Türk kökenli
vatandaşlar kadardır.
Tayyip
Erdoğan’ın bu kadar ortalık karıştıran ve tamamen kendi soy sop düşkünlüğü
uğruna yarattığı “köken sorununu” anlayabilmek için, Osmanlı döneminden
itibaren, Doğu Anadolu Süryani, Keldani, Nasturi, Ermeni ve Gürcü isyanları ile
doğu ve güney doğu Anadolunun etnik ve dini yapısı hakkında bilgi vermek
gereklidir.
|
Gürcistan Güney Osetya Bölgesinde bir Eyalet olan Bagata'nın başkenti Tiflis
ve nüfusu 4,5 milyonun üzerindedir. Bagat ve Tiflis ifadeleri bir ortak bölge
adı olarak ortaya çıkmaktadır.
2003 Gürcistan Azınlık Raporunda Süryaniler ve Yezidiler başlıklı yazımda geçtiği gibi, 1774 Küçük
Kaynarca anlaşması ile Gayrimüslümlerin hamisi olan Rusya, bu hakkını zamanla öteki Haçlı devletleri ile paylaşınca
Osmanlı Süryani, onların mezhebi Nasturi, onların Müslüman görüneni Yezidi Yahudilerin isyanlarıyla 154 yıl, Türkiye cumhuriyeti de 14 yıl uğraşmak zorunda kalmıştır.
154 yıl boyunca Rusya'ya bağlı Gürcistan bölgesine kaçan bu asiler, 1917 Bolşevik Devrimi esnasında Çarlık ordusu çekilince, İngiltere Batum ve Samsun'a asker çıkardı. İngilizler Bagata bölgesindeki Yezidileri Batum üzerinden Doğu Karadeniz'e gönderdi ve 1921'e kadar Pontus devleti ilan ettirdi. Bu yüzden Atatüğrk, Türk ve cumhuriyet düşmanlığı yapmaktadırlar.
|
Evliya
Çelebi, Bitlis Abdal Han İsyanı’nı Bitlis Anılarında işlerken, Bitlis’lilerin
kökenlerinin M.Ö.4.yy.da Bitlis’i ve Tiflis’i işgal ettiren Grek/Yunan
imparatoru Büyük İskender’in bıraktığı Rumlara, bu şart itibarıyla Gürcistan
halkı, Irak, Suriye Rum Arapları ile akrabalıklarından, Süryani
Hristiyanlığından ayrılma Yahudi mezhebi olan Nasturler, onların Müslüman
görünenleri Yezidi Yahudilerinin bağlarının Urfa, Mardin, Hakkari’den Gürcistan
Tiflis, Batum’a ve Doğu Karadeniz bölgesine uzandığını da kısa ifadelerle
işlemiştir.
Biraz örnek
verelim;
“”…Melek Ahmet paşa
da bunu böyle anlamıştır ve Abdal Han’a şu nasihatleri vermiştir;
“…Amma ey Han kardeşim, senden ricam şudur; Biz Osmanlı vezirlerindeniz, özellikle
(IV.)Murad Han’ın damadıyız. Nitekim Van Eyaletinin mutasarrıfıyım. Sen de benim
eyaletimde “Serbest Hâkimsin ve devamlı ocaklık olmak üzere bu eyaletinde
mutasarrıfısın!”
Paşayı hanıma kondurup bu kadar ikram ettim diye yanında
olan “”hokkabaz ve maymuncuların
sözlerine uyup “KÜRT DAMARLARINI” depreştirip kanuna aykırı uygunsuz bir işte
bulunmayasın. Her tarafında kol gezen
aşiret beyleri ile hoşça geçinip görevli bulunduğun padişah hizmetlerini yerine
getiresin. Bu Melek kardeşin de
doğru sözlüdür. Zerre kadar şeriat,
tarikat, hakikat ve marifetten taş koparırsan senden de baş kopar! Ben
Van’da bulundukça bütün halk ile dürüst geçin.”
İşin aslı, Melek Ahmet paşanın doğuya tayini de Kürt
beyleriyle ilişkileri de geçmişe dayalı bir ince hesaba dayanmaktaymış.
1634’lerde Bağdat Seferinden dönen padişah IV. Murat’a
Abdal Han ve bazı Yezidi Kürt hanları “zafer
kutlamasına” gelmemişler. Bu da padişaha
“hakaret” anlamına geliyormuş. Savaştan çıkan ordusunu yormak istemediği
için Melek Ahmet paşaya bunun öcünü alması için vasiyet etmiş. Paşa bunu
Evliya Çelebiye bir güzel açıklıyor.
Bu yemekten sonra Melek Ahmet paşa Van’a gidiyor, millet de
onu “Paşa Macaristan, Kırım ve Bağdat
arasında nice seferlerdeki başarılarına rağmen “doğuya sürgün yemiş” olarak
görmeye başlıyorlar.
Yezidi Kürt
İsyanlarında Kürtlerin Osmanlı- Yezidiler Arasında Bölünmeleri;
Önce Mardin’de “Saçlılar” ya da halkın, kaşları, bıyıkları,
burun kılları ve kulak kıllarını uzatarak bıyık gibi koruduklarından dolayı, “Sekiz bıyıklı Kürtler” dedikleri Babür
İmparatorluğundan göç geldikleri için “Babürdler”
olarak da bilinen, şeytana tapan,
yıkanmayı, okuryazarlığı “dinden çıkmak sayan”, siyah köpeklere tapan, doğan çocuklarına ana sütünden önce köpek sütü
içiren, keçe gibi saçları olan, eşkıya, isyancı Kürtlerin işini bitiriyor.
Bunu yaparken de Abdal Han’a mektup yazıp onu eşkıyalıklarıyla suçlar, herkes
Abdal Han’a saldıracak diye beklerken o Mardin’deki Saçlılara ani bir saldırı
yaparak onların işlerini bitirir. Sonra Van’a geçer, orada kalenin imarı ve
çevresinin tesviyesi ile uğraşırken Abdal
Han da Erzurum’a kadar bölgede dehşet salar, yağma ve haksız vergiler toplamaya
başlar.
Olay tamamen bir “Yezidi
Kürdistan Kurma Savaşına” dönüşür, bölge halkı Osmanlı ile Abdal Han
arasında bölünür.
Melek Ahmet paşaya Vanlılar büyük destek verirler,
onların yanında, Malazgirt Beyi Mahmudi Bey, Bargiri Beyi Şeref Han Bey,
Erzurum sancağından Hınıs Beyi, Tekman Beyi, Avnik, Kuzucan, Muş,
Pinyaniş, Adilcevaz, Gazikıran, Ahlat kale komutanı, Diyarbakır Beyi bazı
kazaları hariç, Beyi Hakkâri Beyleri de destek verenlerdendirler.
Abdal Han yanında olanlar ise, Diyarbakır’dan Çapakçur, Çemişkezek (Şimdi Tunceli ilçesi-
Bu iki beyi Diyarbakır beyi yakalatır), Ceska Beyi, Hazo Beyi Murteza (Abdal
Han’ın damadı), Van’dan Zeriki Beyi doğrudan Abdal Han’a katılırlar. Ayrıca
bölgede, Cengiz, Timur ve Hazar
Türklerinden kalan Tatarların
bazıları da Abdal Han’ın yanında yer alır. Osmanlı’nın yıkılışında Vatikan
ve Moskova yanında, bu gün PKK- AKP yanında yer aldıkları gibi.
Durumun “belirginleşmesini bekleyenler, Van’dan Esbiirt,
Kârkâr, Şervi, Hiron, Ağaniş, Keşan, Meksiberda, Lâdik, Erecik, Dalagrer,
Çobanlı, Hakkâri’den Ben-i Kutur (Yahudi), Abaguy Beyleri ise askeri yardım
göndermişler ama savaşa şahsen katılmamışlar, olayların akışını
seyretmektedirler.
İsyancı
Yezidi Kürtlerin Gürcistan Bağları;
Ayrıca Gürcistan
beylerinin de Bitlis Hanı ile pazarlık edip anlaşmalarına rağmen Osmanlı
ordusuna katılmaları da şüphe uyandırmıştır. Gürcü- Bitlis işbirliğinin
1650’lerde de var olduğunu görmek bana şaşırtıcı gelmemiştir.
Kuşatma esnasında Melek Ahmet paşa bir suikasttan Evliya
Çelebi’nin uyanıklığı sayesinde kurtulur. Gelen
bir padişah fermanında da Van’dan orduya katılan Sekban ve Sarıca
askerlerinin Abdal Han yanında oldukları ve hemen “öldürülmelerini isteyen” ferman da gelir.
Savaşa başlamadan önce iki rekât namaz kılan Melek Ahmet paşanın, gözlerinden akan
yaşlarla ettiği zafer duasında da Bitlislilerin
Yezidi oldukları vurgulanır;
“-İlahi! Kuvvet ve kudret, yardım ve fesat senindir. Verme,
koruma ve doğruluk, iyilik ve büyüklük yine senindir. Dini Mübin gayretine bir
fırka Muhammed ümmetini başıma topladım. Elimi yüzüme alıp, kapına dilenmeye
geldim. Onu hiç boş döndürmedin. Yine
eşsiz padişahımdan dilerim ki, Ahmed’in bu ricasını da kabul edip bu kadar
insanı acındırma. BU YEZİDİ
HAŞERATINI SEVİNDİRME!”
Savaş başlar, Evliya’nın anlattıkları yürekleri parçalar da
ben sadece savaşın “barut kokan kısmından” bir kısmı aktarayım;
“…Her iki taraftan binlerce top ve tüfek atıldı. İki tarafın
askeri de Nemrut ateşi içinde kaldılar. O an Mahşer gününe döndü. Siyah barut
dumanı göğe yükselip dost düşman yerleri seçilince Dihdivan dağlarının
tepelerinde olan Çaker Ağa gördü ki, Osmanlı askeri metrisler içinden kılıç
vurup geliyor. Kendisi tabyasında kalıp bir hayli cenk etti ise de sonunda
Malazgirt ve Mahmudi beyleri onu yerinden çıkardıklarında aşağı Bitlis şehrine
kaçtı. Paşa tarafından bütün Van askerine paye verildi…”
Bu savaşta Vanlıların,
Malazgirtlilerin, Cilo aşiretinden Hakkârililerin Abdal Han’a özel
düşmanlıkları olduğundan çok gönüllü, cansiperane savaştıkları ve zafer
sonrasında paşa tarafından da memnun kalacakları şekilde ödüllendirildikleri anlatılır. Abdal
Han ise yükte hafif, pahada ağır ne varsa beş altı yüz askeriyle savaşın
kızıştığı anda sinsice kaçmayı başarır.
Bitlis kalesine sıkışan Abdal Han’ın askerleri, kale önünden
gelip geçen kendi halkları olan Yezidilere de top tüfek atışları ile zarar,
korku verirler. Vanlıların özel teşviki ile durumun değerlendirmesini yapan
paşa, kalenin fethine karar verir ve teslim olmalar için ferman gönderir. Kale
içindekiler ise;
“Kale Hanındır,
Osmanlının olsa içinde Osmanlı askeri olurdu. Osmanlının kale ile ne ilgisi
var? Biz hepimiz Han kuluyuz!” Cevabını gönderince, gösterilen bu asilik
üzerine fetih kararı alınır.
Hazırlıklar tamamlanıp kale hisarı kuşatılıp ordular yerini
aldıklarında bir alay Yezidi gece toplanıp meşaleler, çıralar yakarak kale
içini aydınlatırlar ve;
-“ Allah birdir, bir!*”
Diye feryada başlarlar.
M. 1652(H. 1065) yılının Ramazan ayında Bitlis Kalesi
Osmanlı veziri Melek Ahmet Paşa tarafından teslim alınır. Melek Ahmet paşa,
Abdal Han’a yandaşlık yapanların büyük
çoğunluğunu affeder, bir kısmını da Vanlılar ve savaşa destek veren öteki
Kürtler ile birazını da Evliya Çelebinin aracılığı ile afları gerçekleşir.
Gerçekten “Müslüman olmayan Yezidilerden
Kürtçülük” yapanlar cezalandırılır.
Şimdi
kronolojik Doğu Anadolu İsyanlarına girmeden önce şu bilinmelidir ki Şafi
Kürtler Osmanlıya isyan etmemiştir. Kendilerine KÜRT İSYANCI” adını verenler
Müslüman görünen, Sünniler, Şafiler gibi ibadet eden Süryani, Nasturi, Yezidi
Yahudiler, Ermenilerdir.
Ama,
bölücülük psikolojisi oluşturmak için bunların hepsine “Kürt İsyanları” derler.
Oysa içlerinde I.Selim’in “Sünni İslam Siyasetini” benimsemediği için sürülmüş
veya o bölgede ilk geldiğinde kalmış Tatar, Yezid, Mecusi, Hristiyan Türk de
vardır.
16-19.YY. OSMANLI RUS SAVAŞLARI
|
1813-1878 Osmanlı-Rus Kafkas Savaşları |
·
1806-1812
Osmanlı-Rus Savaşı (Napolyon’un
Ruslara saldırmasından istifade ile kurtarma savaşıdır. Bükreş Anlaşması ile
sonuçlandı. Kabakçı İsyan ile devlet zayıflatıldı.Rus Zaferi)
·
Çıkarılan Süryani, Nasturi Yezidi Kürt İsyanları
- Babanzade Abdurrahman Paşa isyanı (1806- Musul)
- Babanzade Ahmet Paşa isyanı (1812 – Musul)
·
·
1828-1829
Osmanlı-Rus Savaşı (Rusların bağımsız
Yunanistan kurmak için açtıkları savaştır. Akdeniz Navarin’de Osmanlı
donanmasını Rusların yakmasının ardından başlamış, doğudan Erzurum, batıdan
Edirne’ye kadar Ruslar ilerlemiştir. Ahıska, Ardahan, Posof Kars elden çıktı.
Kartli-Kaheti (1803’de Ruslarca yeniden kuruldu-Tiflis) ve İmereti (1810 Rus
işgaline kadar Osmanlıya bağlı-Batum) Krallıkları adıyla bilinen Gürcistan
Rusların yanında savaşmıştı. Edirne Anlaşması.Rus Zaferi)
·
Çıkarılan Süryani, Nasturi Yezidi Kürt İsyanları
- Zaza’ların isyanı (1820)
- Yezidilerin isyanı (1830- Hakkari)
- Şerefhan isyanı (1831- Bitlis)
- Bedirhan isyanı (1835- Botan)
- Garzan isyanı (1839- Diyarbakır)
·
·
1877-1878
Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi- Rusların batıdan İstanbul Yeşilköy’e,
doğudan Erzurum’a indikleri büyük bir yenilgidir. Ayestafanos Ant. Batum,
Ardahan, Kars, Oltu, Sarıkamış elden çıktı.) (Rus Zaferi)
·
·
Çıkarılan Süryani, Nasturi Yezidi Kürt İsyanları
- Ubeydullah İsyanı (1881- Hakkari)
- Bedirhan Osman Paşa ve kardeşi Hüseyin Paşa
isyanı (1872-Mardin-Cizre)
- Bedirhan Emin Ali isyanı (1889- Erzincan
·
·
Çıkarılan Süryani, Nasturi Yezidi Kürt İsyanları
·
·
Bedirhaniler
ve Halil Rema isyanı (1912-Mardin)
·
Şeyh Selim
Şehabettin ve Ali isyanı (1912- Bitlis)
- OSMANLI
DÖNEMİNDEKİ İSYANLAR:
- Babanzade Abdurrahman Paşa isyanı (1806- Musul)
- Babanzade Ahmet Paşa isyanı (1812 – Musul)
- Zaza’ların isyanı (1820)
- Yezidilerin isyanı (1830- Hakkari)
- Şerefhan isyanı (1831- Bitlis)
- Bedirhan isyanı (1835- Botan)
- Garzan isyanı (1839- Diyarbakır)
- Ubeydullah İsyanı (1881- Hakkari)
- Bedirhan Osman Paşa ve kardeşi Hüseyin Paşa
isyanı (1872-Mardin-Cizre)
- Bedirhan Emin Ali isyanı (1889- Erzincan)
- Bedirhaniler ve Halil Rema isyanı (1912-Mardin)
- Şeyh Selim Şehabettin ve Ali isyanı (1912-
Bitlis)
- Koçgiri isyanı (1920- Koşgiri)
1805’de
Osmanlı’nın Rusya’ya sıcak denizlere Kafkaslar ve Hürmüz körfezi üzerinden
inmesi için yol verdiği anlaşmayı 1813 Gülistan Anlaşması takip etmiş,
Azerbaycan bölgesi kuzey ve güney olarak ikiye ayrılmış, kuzeyi Rusya’ya güneyi
İran’a verilmiştir. Bölgede Gürcistan prensliği de kurulmuştur.
1774 Küçük
Kaynarca Anlaşması gereğince gayrimüslümler üzerinde hak sagibi olan Rusya,
yıllarca sayılan azınlıkları kışkırtarak Osmanlı’yı içinden çökertmiştir.
1806’da
Gürcistan da Rusya’ya bağlı bir prenslik olarak kurulunca Osmanlı’ya isyan eden
ve geçmiş akrabalıkları da bulunan asi çeteler Güğrcistan’a sığınmaya başlamışlardır.
Bunu en güzel şekilde Gürcstan kendi yazdığı ve Avrupa Parlamentosuna verdiği
“2003 Gürcistan Azınlık Raporunda Yezidi Kürtler ve Süryaniler” başlıklı
raporunda açıklamıştır. Okuyalım;
The Yezidi Kurds and Assyrians of Georgia ;
(Gürcistan’ın Yezidi Kürtleri ve Süryanileri)
The Problem of Diasporas and Integration into Contemporary Society
Iraklii Chikhladze
Executive Director,
International Eurokavkazasia Association
Tbilisi, Georgia
Executive Director, Profile Journal
Tbilisi, Georgia
Journal of the Central Asia & the Caucasus (3 /21, 2003)
Center for Social and Political Studies
www.ca-c.org
Sweden
Makalede,
Süryanilerin,13 Süryani papazın Urfa’da bulunan Edessa Krallığından Gürcistan’a
ilk gelişlerinin İ.S.6.yy’a dayandığını ve bu rahiplerin “13 Süryani aziz”
olarak bilindiğini yazılıyor.
Yezidi Kürtlerin ise Çar
III.Gregory zamanında 12.yy. ortalarında, Horasan’dan Mezopotamya ve
Kafkaslara-Ermenistan’a göçlerinin başladığı dönemlerde olduğu
anlatılıyor. Gürcü Çarına hizmet etmeye başlayan Yezidi Kürtlerden, Hıristiyan
bir aile tarafından evlatlık alınarak yetiştirilmiş Ivo ve Zaa adlı
kardeşlerin Kraliçe Tamara döneminde Yoani ve Zekeriya Mıkarrgzeli adlarını
alarak, Çarın yakın korumasında ve askeri komutan olarak ün kazandıkları yazılı.
15.yy’da İstanbul’un
düşmesi ile Bizans’ın sona ermesini takiben, İran ve Osmanlı
imparatorluklarının Kafkaslar ve Ortadoğu’da hakimiyet için aralarında
savaştıkları dönemde, Gürcistan’ın 300 yıl Hıristiyan bir devlet olarak
bağımsızlığını koruduğu, Yezidi ve Süryanilerin ise eyaletliklerini kaybederek
aralarında düşmanlıkların çıkmasına sebep olmuşlar.
1760’larda, Süryaniler
ve Kürtlerin, Doğu Suryani Kilisesi Mar Avraam’ın patriği aracılığıyla
Yezidi Kürtler ile
Süryaniler arasında yakın bağlar kurulması için Gürcü Çarı II.Irakli’den yardım
istemişlerdir.
25 Eylül
1768’de Osmanlı’nın Rusya’ya açtığı savaş ile beklenen zaman da
gelmişti. Irakli II’le uzun müzakereler yürüten Rusya, Türkiye’ye karşı
Gürcüleri savaşa sokmaya ikna etmişti. Bu ikna Gürcü heyetinden Artemii
Andronikashvili’nin elinden” Opısane sosednikgs Gruziey starn i narodov”
(Gürcistan’a Bitişik Halklar ve Ülkeler” başlıklı, Kont Nikita
Panin’in aldığı talimatlar sayesinde olmuştu.
Belge, Yezidi Kürtlere
ve Süryanilere geniş yer vermiş, Çar Irakli’nin savaşta, Osmanlı ve İran
arasındaki dağlarda ve yaylalarda yaşayan sayıları milyonları bulan ve savaş
tecrübesine sahip bu Hıristiyanlardan oluşan azınlıkların merkezi
rol oynayabileceklerine inanmasını sağlamıştı. Belgeye göre, Çar Irakli,
rahiplerini, keşişlerini, piskoposlarını, prenslerini göndermeye
başlayan bu halkların, askeri ustalıklarına işaret ediyordu.
1770 Nisanında Rusya ile
yapılan antlaşmaya göre, Irakli Akhaltsikhe’ye (Ahıska) birlikleri sevk
etmişti. Aynı anda da Süryani piskopos İsaiyah da Tiflis’i terk etmişti. Yezidi
Kürt önderi Çoban Ağa ile Süryani önderi Simon’e önceden verdikleri sözler
uyarınca, Çar Irakli yanında, ortak düşmanları Türkiye’ye karşı savaşa
girmelerini bildiren mektubu taşıyordu. Bu plan, Rus Generali
Totleben-Irakli’nın müttefikliğine rağmen birliklerini, ihanet anlamına
gelen Kartlı’ya çevirmesi yüzünden başarısız kaldı.
Eylül 1770’de Çar Irakli
mektubuna yanıt aldı. Süryani Katolik Kilisesinden Simon, 1770 Temmuzunda
yazdığı mektubunda ;”İsa’ya yardımları için teşekkür ederiz, istediğiniz anda
20.000 kişilik ordu emrinize hazırdır. Lütfen, Osmanlı Türklerinden korkmamamız
için cesaretlendirici bir yazı gönderiniz. Bize yaklaştığınızda birbirimiz daha
iyi görebiliriz. Vakarla size hizmet edebileceğimiz günleri görmeyi hepimiz
istiyoruz.”
Süryani piskopos İsaiah,
”Yezidi Kürt önderlerine mektubunuzu göstermek için Müslüman Kürdistan’a
gittim, sevindiler, mektubunuzu ellerine aldılar, sadık naçiz hizmetkarlarınız
olduklarını söylediler. Zaferleriniz için dua ettiklerini ve onlara Koşaba
Hisarını vermenizi istediklerini bildirdiler. Onlara hisarı veriniz ve size hep
birlikte katılacaklar, sürülere ihtiyaçları yoktur. Sadece bu iyiliğinizi
istiyorlar. Söyleyebileceğim budur. Hepsi iyi savaşçılardır ve önderlerini
Çoban ağa gibi biliniz.” diye yazıyordu.
Çoban ağa kendisinin
onayladığı bu mektubunda, Çar’a ”Biz Mahmudi Yezidileri, sizlere
güvenebileceğimiz, güvenliğimizin sizler tarafından sağlanacağını temin eden
bir emirname yayınlamanızı bahşetmenizi istiyoruz. Allah bilir, size
bağlandığımızı size geldiğimizde nasıl sizlere hizmet edeceğimizi
göreceksiniz.” Diyordu.
Akhaltsikhe (Ahıska)
harekatı başarıyla sonuçlanınca Gürcü Çarı bölgenin Süryani ve Yezidi
Kürtlerine bölgenin coğrafi yapısının değiştiği gerekçesiyle birleşmelerini
bildirmek için yaklaşım gösterdi. Şüphe yok ki Çarın desteği olmaksızın Süryani
ve Kürtlerin Türkiye’ye karşı savaşmak için harekete hazırlıkları olamazdı.
General Totleben’in
ihaneti Çarı planını değiştirmeye zorlamıştı.
Gürcü Çarı, Süryani ve
Kürtlerin sadece Türkiye’ye karşı Çarın yanında yer almalarını değil, Ortadoğu’dan
Gürcistan’a doğru harekata başlamalarını da istiyordu.
Dört bin Kürt ailesinin
Kakheti’ye (Azerbaycan Sınırında bir eyalet) yerleştirildiklerine dair bilgiler
vardır.
Bu dönem, Gürcistan’da
muhtelif düzineler halinde Süryani ailelerinin ortaya çıktığı dönemdir.
Osmanlı imparatorluğu ve ve İran’dan gelenler Mukhrani bölgesine
(Azerbaycan Sınırı) yerleştirilmişlerdi.
Rusya 1828’de İran ile
Türkmençay Antlaşmasını imzaladığında, İran’lı Süryani ve Kürtler Gürcistan’da
kiraladıkları yerlere gelmeye fırsat bulmuşlardı. 19.yy.ın ikinci yarısında
sayıları büyük rakamlara ulaşmıştı. Diğer büyük Yezidi göçmen dalgası
1915-1917 döneminde ortaya çıkmıştı.
Türkiye’den hayatlarını
kurtarmak için kaçmışlardı. Belgelere göre, sadece Türklerin değil Müslüman
Kürtlerin de Yezidilere karşı oldukları bilinmektedir.
Yezidi tarihçiler,
sadece bir günde “56.000” Yezidi Kürtünün Aras Nehrinde Müslüman Kürtlerin
elleriyle öldürüldüklerini yazmaktadırlar.
“50.000” kadar Süryani
de benzer bir kaderden kurtulmak içi Ermenistan’a gelmişlerdi.
20.yy.da Yezidi
Gürcistan’daki Kürtlerinin rönesansları geriye gitmeye başlamıştı.
1915-17 dönemlerinde
büyük kalabalıklar halinde Gürcistan’a göçen Süryani ve Yezidi Kürtleri, özellikle Yezidi Kürtlerin dediklerine göre 1960-80
arası onların en iyi çağlarıydı. Tiyatroları, dramaları, radyoları, Kürt
dilinde haftalık yayınları, profesörleri, akademisyenleri, artistleri,
sanatçıları, sporcuları, partilerde boy gösterenleri vardı.
|
2003 Gürcistan Azınlık Raporunda Süryaniler ve Yezidiler başlıklı yazımda geçtiği gibi, 1774 Küçük
Kaynarca anlaşması ile Gayrimüslümlerin hamisi olan Rusya, bu hakkını zamanla öteki Haçlı devletleri ile paylaşınca
Osmanlı Süryani, onların mezhebi Nasturi, onların Müslüman görüneni Yezidi Yahudilerin isyanlarıyla 154 yıl, Türkiye cumhuriyeti de 14 yıl uğraşmak zorunda kalmıştır.
154 yıl boyunca Rusya'ya bağlı Gürcistan bölgesine kaçan bu asiler, 1917 Bolşevik Devrimi esnasında Çarlık ordusu çekilince, İngiltere Batum ve Samsun'a asker çıkardı. İngilizler Bagata bölgesindeki Yezidileri Batum üzerinden Doğu Karadeniz'e gönderdi ve 1921'e kadar Pontus devleti ilan ettirdi. Bu yüzden Atatüğrk, Türk ve cumhuriyet düşmanlığı yapmaktadırlar.
|
Ne zaman Sovyet dönemi
sona erip Gürcistan bağımsızlığını kazandı ki, sayıları birden azalmaya
başladı.
1989 nüfus sayımına göre
35.000 olan sayıları bu gün bazı Kürt derneklerinin ve kuruluşlarının bildirdiğine
göre “6” binden fazla değildir. Göç eden Kürtlerin oranı kıyaslanan bütün diğer
diyasporalardan fazladır.
1990’larda, Kürt
dilindeki tiyatroları, radyoları, dans grupları kapandı, durdu.
Diyaspora şöyle
diyordu;”Basitçe, göçe zorlandık.
1990 öncesi Milliyetçilik
krizlerinin olmamasında da göçe zorlandık. Aklıma gelmişken, Gamzakurdiya,
dünyada bir tek Kürt Drama Tiyatrosunun ülkesinde olduğundan gurur duyduğunu
söylerdi. Ancak eşitlik ve demokrasi vaazları veren Şevardnadze zamanında o da
kapanmıştır.”
Kürtlerin çoğunluğu küçük köylerde, şehirlerde ve başkentte
yaşayanlar ya ülkeyi terk etmişler ya da Tiflis’e göçmüşlerdir.
Tiflis’te dört okulda
test kitapları ve yardımcı eğitim kitapları yanında çocuklara Kürt dili konuşma dili
olarak öğretilmektedir. Sovyet dönemlerinde olduğu gibi bu gün de Kürt
nüfusunun çoğunluğu Yezidi Kürtlerden oluşmaktadır.
1937-1946 dönemlerinde
Ahıska Türkleri ile birlikte bütün Müslüman Kürtler
de Samstkhe-Javekheti Batum ve Acarya bölgesinden Müslüman Kürtler
de sürülmüşlerdir.
Günümüz Yezidi Kürtleri,
tek ana sorunlarının bir tapınak eksikliği olduğunu söylemektedirler.
Onlar,dünyanın en genç dinlerinden birisi olan Yezidizm’in takipçileridirler.
Gürcistan’da asla bir
tapınağa sahip olmamışlardır. 2002’de yaptıkları bir tapınak planı için seçilen
arazinin fiyatını ödeyemediklerinden dolayı tapınak yapamadılar. Bu gün
bundan bahseden kimse yoktur….”
Makale bundan sonra da Yezidi örgütlenmeleri ve diğer konular hakkında
bilgi vermeyi sürdürmektedir. Ben bu kadarını meramım için yeterli buldum.
Tercüme eden;
Blog yazarı
Alaeddin Yavuz/
Keykubat/
adilyargic
2003 Gürcistan Azınlık Raporu, 1683 Viyana yenilgisinin ardından, keşifler
çağında dünyanın işgalini büyük ölçüde tamamlamış Kutsal Roma Cermen
imparatorluğunun (1815’de ortaklık bitmiştir.) ortaklaşa başlattıkları seri
Haçlı Seferlerinden aldıkları cesaretle doğu Hristiyanları olan Gürcülerin,
Süryani Hristiyanların, Yezidi Kürtlerin birlikte yaşadıkları Osmanlı Türk ve
Müslüman halkına ortaklaşa ihanetlerini nasıl gerçekleştirdiklerini Avrupa
Parlamentosuna şirinliklerle anlatıldığı apaçık bir ihanet raporudur.
Kökenlerini Rum/Grek
olarak ifade eden Gürcüler ile aynı kökenden olduklarını iddia eden Süryani ve
Yezidilerin birleşmeye cesaret etmelerine, Kırım Tatarlarının Tuna kapılarını
tutmayarak Avusturya krallığının ordularının geçişine izin vermesiyle iki ateş
arasında kalan Osmanlı’nın yenilmesinin neden olduğu 1683 Viyana bozgunu neden
olmuştur. Kafkasya kapılarını Ruslara
açmak için kurulan ihanet koalisyonu özetle;
1-Süryani- Gürcü ilişkileri M.S VI(6). Yüzyılda 13 Süryani rahibin “Süryani
Hristiyanlığını tebliğ ile başlamıştır.
2-Yezidi Kürtleri ile Gürcülerin ilişkilerinin 12.yy. da Cengizhan
akınlarıyla gelen göçlerle, Gürcü kralı Çar III. Gregory zamanında başladığı
görülmektedir. Sümerlerden beri bölgede oldukları yalanının kanıtıdır. Bunların
Afganistan’dan gelen, Büyük İskender’in ölümünden sonra Afganistan’da kurulan ve 550 yıl yaşayan Baktria krallığının
kripto(gizli) Grek kalıntıları Rumları oldukları açıktır. Bu kan bağı
nedeniyle Ivo ve Zaa adlı Yezidilerin Kraliçe Tamara döneminde çarın yakın
korumasına alınmalarında sakınca görülmediği sonucu çıkarılmalıdır.
3- 1760 Lehistan seferi sırasında Süryaniler ile Yezidi Kürtler Gürcülerle
anlaşmışlar, 1768-1774 Osmanlı Rus Savaşında Gürcistan’ın yanında Osmanlı’ya
karşı savaşmışlardır. Bu savaşta Gürcistan devleti yoktur, Kartli Kaheti krallığı ve Tiflis de
1806’dan itibaren İmereti Krallığı olarak iki ülke şeklinde yer almıştır. 1714’
deki kesin yenilgiye kadar bu koalisyonun Ruslarla sürekli görüşerek tavizler
kopardığı bu raporla belirtilmiştir.
4- Bu koalisyona raporda
geçtiği İran Süryani ve Kürtleri de
katılmışlardır ve vaat edilen sığınma bölgelerine 1828 Türkmençay Antlaşması ile
gelmişlerdir.
5-1760’tan başlayan
ihanetlerden sonra Osmanlı’dan yapılan göçler gizlenmiştir. Sadece 1917 Rus Devrimini takiben 1918
Brest Litovsk Anlaşması ile doğu Anadolu’dan çekilen Rusların boşalttıkları
alana, önce Enver paşa ve ardından Mustafa Kemal’in isyancılara yaptıkları
başarılı saldırılar esnasında adi soykırımcıların sığınmaları anlatılmıştır.
6-Gürcülerin din kardeşleri Süryanilerin bereketli Karadeniz bölgesinde
iskan edilirken, Yezidi Kürtlerin Tiflis ve kuzeyine yerleştirildikleri,
Süryanilere sağlanan işletmeleri, kiliseleri, okulları bir numune dışında
tiyatroları olmadığını, 1950’lerden itibaren peyderpey Rusya içine ve
Avrupa ülkelerine göç ettirildiklerini bu yüzden 1990’larda “Gürcistanlı Abdullah Öcalan” hareketi başlattıklarını
ama sindirildikleri raporun tercüme edilmeyen bölümünde yer almaktadır.
7-Osmanlı’nın yenilmesi
ve bir daha tehdit olamayacağının anlaşılmasıyla Türk ve Müslümanların daha 1829 savaşından itibaren göç ettirildikleri,
ülkede Müslüman ve Türk bırakılmadığını, son darbenin de 1950’li yıllarda
Ahıska Türklerinin sürgünü olduğu belgelenmiştir.
8- Raporun tercüme
edilmeyen bölümlerinden, The Assyrian Community (Süryani Toplumu)
bölümünde;
The largest and the
oldest of them is Dzveli Kanda (Mtskheta
District) with 350 families
(about 1,500 people), 80 percent of them are Assyrians. In the village of
Gardabani there
are 110 families (600 to 700 people). It is commonly believed there are
2,000-2,500
Assyrians living in Tbilisi where one of the compact settlements is found
in the Kukia
locality (about 800 people). There are Assyrians in Kutaisi, Batumi,
Senaki, Zugdidi, and
Zestafoni.
“Dzveli Kanda (Misketya
bölgesinde) da 350 hane yaklaşık 1500 kişi, Süryani nüfusunun %80’idir.
Gardabani köyünde 110 aile yaklaşık 600-700 kişi Süryanilerin en eskileridir.
Tiflis’in en yoğun nüfus
bölgelerinden Kukia’da 800, Tiflis’de
2000-2500 Süryani yaşadığı sanılmaktadır.
Kutaisi, Batumi, Senaki,
Zugdidi ve Zestafoni’de Süryaniler yaşamaktadır.”
Süryanilerin “en
eskileri” derken her ne kadar bir açıklama yapılmadıysa da bunların raporun
başlangıcında belirtilen 1768-1774 Osmanlı Rus savaşı hazırlıkları dönemlerinde
kaçıp yerleşen Süryaniler oldukları ortadadır.
Bu güne kadar kitaplarda, yazılı, görsel basında okuyup
bağlantı kuramadığınız, Siirt veya kısaca Doğu Anadolu gayrimüslimlerinin Rusya
veya diğer haçlı devletlerinin tahrik, teşvik, kışkırtmalarıyla isyan edip
Gürcistan’a sığınanlardan olduğu tartışmasız olan Tayyip Erdoğan’ın Bagata-
Siirt, Süryani bağlarını şimdi kolayca çözeceksiniz;
1806-1917 arasında farklı dönemlerde ALTMIŞ YIL RUS
İDARESİNDE KALMIŞ RİZE VE YAKIN ÇEVRESİNDE OSMANLIDAN HANGİ HAKSIZLIĞI GÖRÜP DE
İSYAN ETTİĞİ BELLİ OLMAYAN, Cezmi Yurtsever’e göre, “Erdoğan'ın dedesi Bakatoğlu Memiş'in Rize'nin Pulihoz köyünde
(Dumankaya) haksızlıklara karşı isyan
çıkardığını” belirlemiş olmasına, “Adana’da
bir zalim vali varmış, haksızlıklara dayanamayan dedem ona karşı savaşırken
ölmüş” diye 2000’li yıllarda konuşan, bu konuda Ulusal Kanal’da ve bir çok
vatansever sitede bu “zalim valinin” aslında Atatürk’ün İstanbul’a dönerken
Yıldırım orduları komutanı sıfatıyla “silahları teslim etme, orduyu terhis etme
talimatını tutan bir vali olduğu işlenmişti. BTK gibi hacker kurumu kurmadan
önce 2010 referandumundan önce Google’ın genç sahibini çağırtarak 600 kadar
bloğu sildirdiğinden bu yazılar da benim blog da temizlenmişti.
T.Erdoğan’ın, bu
sözlerinin ardından H.Avni COŞ adlı halka “Gavat” diyen bir vali de tayin
ederek sanki bu olayın öcünü alması gibi görünen olayları da zihinlerimizde bir
yere koyarak,yine Hatay’lı tarihçi’nin de Tayyip beye soy kütüğü yazmasını,
N.Erbakan’ın da kökenlerinin Hatay gayrimüslim devşirmelerine uzandığını
hatırlattıktan sonra buyurun;
TAYYİP ERDOĞAN’IN SOY KÖKENLERİ
Erdoğan'ın
dedesi isyancı çıktı!
07 Eylül 2009 Pazartesi - 5:59 | Son Güncelleme : 07 09 2009 -
5:59
Başbakan'ın Kasımpaşalı ruhu atalarından
geliyormuş...
Erdoğan'ın etnik kimliğini araştırmak için Osmanlı arşivindeki
belgeleri tarayan tarihçi Cezmi Yurtsever,
Erdoğan'ın
dedesi Bakatoğlu Memiş'in Rize'nin Pulihoz köyünde (Dumankaya)
haksızlıklara karşı isyan çıkardığını
belirledi.
|
2003 Gürcistan Azınlık Raporunda Süryaniler ve Yezidiler başlıklı yazımda geçtiği gibi, 1774 Küçük
Kaynarca anlaşması ile Gayrimüslümlerin hamisi olan Rusya, bu hakkını zamanla öteki Haçlı devletleri ile paylaşınca
Osmanlı Süryani, onların mezhebi Nasturi, onların Müslüman görüneni Yezidi Yahudilerin isyanlarıyla 154 yıl, Türkiye cumhuriyeti de 14 yıl uğraşmak zorunda kalmıştır.
154 yıl boyunca Rusya'ya bağlı Gürcistan bölgesine kaçan bu asiler, 1917 Bolşevik Devrimi esnasında Çarlık ordusu çekilince, İngiltere Batum ve Samsun'a asker çıkardı. İngilizler Bagata bölgesindeki Yezidileri Batum üzerinden Doğu Karadeniz'e gönderdi ve 1921'e kadar Pontus devleti ilan ettirdi. Bu yüzden Atatüğrk, Türk ve cumhuriyet düşmanlığı yapmaktadırlar.
|
Tarihçi Cezmi Yurtsever, Osmanlı arşivlerinin araştırmacılara açıldığını
belirterek, "
1935 tarihli
Rize'nin aile kökenleri defteri de araştırmacılara açıldı.
1835 yılında Başbakan Erdoğan'ın atalarının kaydı
Kırcasakallı Mehmet Efendi olarak
alınmış. Mehmet Efendi'nin bir oğlu Mustafa diğer oğlu da Yunus. Yunus, Tayyip
Erdoğan'ın büyük dedesi. Sakalına bakarak kayıt almışlar. Kırcasakallı Mehmet
Efendi'nin babasının adı ise Hüseyin. Bu kayıtlar
1750'lere kadar bir ailenin resmi yoldan kökeni hakkında bilgi veriyor.
" diye konuştu.
Araştırmasında
köyün vergi kayıt
defterine ve
bazı belgelere
ulaştığını aktaran Yurtsever, şunları söyledi: "Şimdiki
Dumankaya köyünün (Pulihoz) kurucusu
Bakatoğlu Memiş. Vergi kayıt defterinde 86 kuruş vergi ödediği belgelenmiş.
Bakatoğlu kelimesi "
İsyancı ve Derebey" demek.
Pulihoz köyünün hemen arkasında Kıble
Dağı var. Ayani tepesi var. Ayani halkın seçtiği önder insan demek. Bu köyle
ilgili belgelerde iç savaş boyutunda çatışmalar var. O çatışmalarda Tayyip
Erdoğan'ın dedeleri bölgenin en büyük isyancısı konumunda. Valiye karşı isyan
ediyorlar. Köroğlu ve Bolubeyi olayında olduğu gibi.
Bakatoğlu sülale ismi 1934'teki Soyadı Kanunu'nda Türkçe
isim almış olsaydı Başbakan Erdoğan'ın şimdiki soy ismi 'İsyancı' olacaktı. Ancak Erdoğan olarak aldılar. Bütün
bilimsel yayınlarda ve internette
Tayyip
Erdoğan'ın etnik kökeni 'Gürcü' olarak geçiyor.
Erdoğan Gürcü değil. Ataları Gürcü değil. Geçmiş etnik
kökenlerinizle ilgili tarihi belgeler böyle olmadığını gösteriyor. Bu
değiştirilmeli.
1700'lere kadar
Erdoğan'ın atalarının kimliğinde 'İslam' yazıyor."
Erdoğan'ın atalarında da Kasımpaşalılık ruhu olduğunu anlatan Cezmi Yurtsever,
"Dedelerinde de bir Kasımpaşalılık var.
Tayyip Erdoğan'ın öz dedesi Teyyüp. 1917- 18 Rus ve Ermeni işgalindeki
derebeylik ruhunun gereği ilk isyanı başlatan ve öldürülen şahıstır. Tarihin saklı bir gerçeğidir. Tayyip
Erdoğan'ın dedesinin mezar taşındaki bilgiler yanlış, değiştirilmesi
lazım." ifadesini kullandı. “
http://www.gazetevatan.com/erdogan-in-dedesi-isyanci-cikti--257921-gundem/
Aynı yazarın bir başka yazısı;
RECEP
TAYYİP ERDOĞANIN KÖKENLERİ
-Osmanlı Arşiv Araştırmaları ile elde edilen belgeler ve
tarihi gelişim araştırmalarına göre Recep Tayyip Erdoğan Türk asıllı “Bagatlı” Türklerine mensuptur.
-Erdoğan"ın isyancı davranışları atalar kültüründen
devralınan mirastır.
-Erdoğan"ın dedesi Bagatlı Recep, 1917 yılında Rus askerlerine
karşı gerçekleşen direnişte hayatını kaybetmiştir.
-Erdoğan"ı “Gürcü etnik
kimliğinde gösteren” Wikipedia ansiklopedisinde yer alan görüşlerin
değiştirilmesi gerekir.
gereği Rize"nin Güneysu ilçesi Pirihoz
köyünde yaşayan “Bağatlıoğlu” sülale ismini taşıyan aile
“ERDOĞAN” soy ismini kabul etti.
Pirihoz köyü daha sonra “
Dumankaya” adını aldı.
|
2003 Gürcistan Azınlık Raporunda Süryaniler ve Yezidiler başlıklı yazımda geçtiği gibi, 1774 Küçük
Kaynarca anlaşması ile Gayrimüslümlerin hamisi olan Rusya, bu hakkını zamanla öteki Haçlı devletleri ile paylaşınca
Osmanlı Süryani, onların mezhebi Nasturi, onların Müslüman görüneni Yezidi Yahudilerin isyanlarıyla 154 yıl, Türkiye cumhuriyeti de 14 yıl uğraşmak zorunda kalmıştır.
154 yıl boyunca Rusya'ya bağlı Gürcistan bölgesine kaçan bu asiler, 1917 Bolşevik Devrimi esnasında Çarlık ordusu çekilince, İngiltere Batum ve Samsun'a asker çıkardı. İngilizler Bagata bölgesindeki Yezidileri Batum üzerinden Doğu Karadeniz'e gönderdi ve 1921'e kadar Pontus devleti ilan ettirdi. Bu yüzden Atatüğrk, Türk ve cumhuriyet düşmanlığı yapmaktadırlar.
|
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan"ın
kökenleri ve kimliği konusunda kamuoyunda yıllardır sürdürülen tartışmalar,ve
polemikleri aydınlatacak tarihi bilgi ve belgelere
ulaşıldı. Öncelikle 1934 yılında kabul edilen Soy ismi kanunu
Recep Tayyip Erdoğan"ın babası Bağatlı Ahmet, 1920"li yılların içinde İstanbul"a göç
ederek Kasımpaşa"ya yerleşti. Ve 1954
yılında oğlu recep Tayyip dünyaya geldi. RECEP Tayyip Erdoğan"ın
dedesinin adı da Bağatlı Recep idi. Rusların
1916 yılında Trabzon vilayetini işgal ederek daha batıdaki Eynesil"e kadar
geldiği bir sırada Bağatlı Recep, RUS askerlerine karşı mücadele
veren milis direnişciler arasında idi. Ve bu sırada girdiği çatışmada şehit
düştü. Bağatlı Recep"in küçük yaştaki oğlu Ahmet, yıllar sonra
İstanbul"da dünyaya gelen oğluna kendi babasının ismini verdi.
RECEP TAYYİP ERDOĞAN GÜRCÜ KÖKENLİ DEĞİL
Trabzon vilayeti ile ilgili
1890"lı yıllarda çizilen Osmanlıca yönetim haritasına üzerinde yapılan
araştırmalar sonucu Trabzon vilayetinin Rize Sancağı"nın güney batı
kısmında yer alan Zigana geçidine yakın
yerdeki bölgesinde “Bagatlı dere” ve “Kalkandere” adında iki
akarsuyun ismi harita üzerinde gösterilmiş. Burada bahsi geçen Bagatlıdere ismi aynı adı (Bagatlı) taşıyan
ailelerin kadim zamandan beri yerleşim yeri olan bölgedir…..
Ayrıntılı bilgiler:www.cezmiyurtsever.com”dadır
Yazar: Cezmi YURTSEVER
http://www.adana01haber.com/ sitesinden 21.05.2019 tarihinde yazdırılmıştır.
Erdoğan’ın
kökeni nereye dayanıyor?
Erdoğan'ın
kökeni ile ilgili tartışmalar devam ederken ortaya çıkan bir kitap, tartışmanın
boyutunu alevlendirecek
16:29 - 8 Ağustos 2014
Erdoğan’ın,
cumhurbaşkanlığı seçimi kapsamında canlı yayında söylediği “Benim için Gürcü dediler. Affedersin daha
çirkinini söylediler, Ermeni dediler” sözleri büyük tepki çekmiş ve tartışma
konusu olmuştu.
Tartışmalar devam ederken bu kez Erdoğan’ın 2004 yılında Gürcistan gezisi sırasında söylediği iddia
edilen “Ben de Gürcü’yüm, ailemiz
Batum’dan Rize’ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir” sözleri hatırlatıldı.
TARTIŞMALARLA İLGİLİ YENİ KİTAP
Erdoğan’ın kökeni ile ilgili tartışmalar devam ederken
ortaya çıkan bir kitap, tartışmanın boyutunu daha da alevlendirecek gibi
görünüyor.
|
2003 Gürcistan Azınlık Raporunda Süryaniler ve Yezidiler başlıklı yazımda geçtiği gibi, 1774 Küçük
Kaynarca anlaşması ile Gayrimüslümlerin hamisi olan Rusya, bu hakkını zamanla öteki Haçlı devletleri ile paylaşınca
Osmanlı Süryani, onların mezhebi Nasturi, onların Müslüman görüneni Yezidi Yahudilerin isyanlarıyla 154 yıl, Türkiye cumhuriyeti de 14 yıl uğraşmak zorunda kalmıştır.
154 yıl boyunca Rusya'ya bağlı Gürcistan bölgesine kaçan bu asiler, 1917 Bolşevik Devrimi esnasında Çarlık ordusu çekilince, İngiltere Batum ve Samsun'a asker çıkardı. İngilizler Bagata bölgesindeki Yezidileri Batum üzerinden Doğu Karadeniz'e gönderdi ve 1921'e kadar Pontus devleti ilan ettirdi. Bu yüzden Atatüğrk, Türk ve cumhuriyet düşmanlığı yapmaktadırlar.
|
“Türkiye’de Kim Kimdir” ismi ile yazar Oğuz Hakan Göktürk tarafından kaleme alan kitapta Erdoğan’ın kökeni ile ilgili yeni
iddialar ortaya atıldı.
e-kitap olarak satışa
sunulan kitapta, Erdoğan ailesinin kökeni olan “Bakatoğlulları” ile ilgili şu ifadelere yer verildi:
“(…)Gürcü
Bagratuniler, Osmanlı Devleti'ne en fazla direnen unsurlardan biriydi.
Safevilerin ve Osmanlıların Kafkasya'daki çekişmeleri, Gürcü Bagratunilerin varlıklarını devam ettirmelerindeki en önemli
faktördü. Osmanlı devletinin Gürcü
Bagratuni kralları üzerine düzenlediği seferlerin bir sonucu da bunların asilzadelerinin farklı bölgelere sürgün
edilmesiydi. Bir kısım Bagratuni
aileleri, İstanbul'da esaret altında tutulurken, bir kısmı da Trabzon, Potamya
(Rize) taraflarına zorunlu iskân edilmişlerdi.(…)”
Devamında ise şu ifadelere yer verildi:
“Doğu Karadeniz'e doğru yayılmış olan Gürcü Bagratuni ailesi
olan Bakatoğulları da bu sınıfa dâhildi. Gürcü Bagratuni ailesi olan
Bakatoğulları diğer ayanlardan farklı olarak Osmanlı Devleti'ne hiçbir zaman
itaat etmemişti.”
Yani kitaba göre Erdoğan’ın dedeleri Osmanlı’ya itaat
etmemişti.
Şİİ-İRAN ETKİSİ VAR
“Erdoğan’ın kökeni”
ile ilgili yeni bir tartışmaya kapı açan kitap, Recep Tayyip Erdoğan'ın dedesinin ismi olan Teyyup isminin tarihte
ve günümüzde Ağrı, Iğdır ve Tuzluca
yöresinde de kullanıldığını hatırlatarak şu iddiada bulunuyor:
Ağrı-Iğdır-Tuzluca,
Şii-İran kökenli nüfusun yoğun yaşadığı bir bölgedir. İran'dan Potamya'ya
göçler olduğu bilinmektedir. Teyyub isminin hem Iğdır-Tuzluca hem de Potamya'da
kullanılması bu iki bölgeye İran'dan göçler olmasının bir sonucudur. Zira
Recep Tayyip Erdoğan'ın, 2014 yılındaki
İran ziyaretinde “ikinci evimizdeyiz” açıklaması İran'ın Potamya'ya
etkisinin tarihsel ve coğrafi olarak ifadesidir. Recep Tayyip Erdoğan'ın aile büyükleri içerisinde yer alan Havuli, Fatuli ve Farfuli gibi isimlere
sadece Potamya'da rastlanılmaktadır.”
BAGRATUNİLER “PAPAZ
ELBİSESİ” İLE SIZDILAR
Tayyip Erdoğan'ın
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken söylediği “
Demokrasi bir
araçtır. Müslüman'ın laik olması mümkün değildir. Eğer benim emir-komuta merkezim bana Papaz elbisesi giyeceksin diyorsa, Papaz
elbisesini giyer, bu şekilde gider görevimi yaparım.” sözlerinin hatırlatan
yazar,
Bu sözün de “tarihsel bir gerçeğin ifadesi” olduğunu
belirterek şunları yazdı:
“Zaten Bagratuniler, Gürcüler ve Ermeniler içerisine papaz
elbisesi giyerek sızmışlardır. Bu söz, Bagratuniler'in Ermeniler arasına sızma
mantığının dışa vurumundan ibarettir.”
TAYYİP ERDOĞAN'IN EŞİ
EMİNE ERDOĞAN
Kitapta Erdoğan’ın
eşi Emine Erdoğan ile ilgili iddialara
da yer verildi. Emine Erdoğan’ın,
Siirtli Gülbaran ailesinin kızı olduğunun belirtildiği kitapta, Gülbaran ailesi ile ilgili şu ifadelere
yer verildi:
“Emine Erdoğan,
Siirtli Gülbaran ailesinin kızıdır. Gülbaran ailesinin kökenlerinin
dayandığı Siirt'te önemli sayıda Yahudi,
Ermeni, Süryani, Nasturi, Keldani ve diğer Hıristiyan unsurların yaşadığı
bilinmektedir.(…)
BAGRATUNİ KRALI
AŞOT'UN KARDEŞİ NASRA
Emine Erdoğan'ın büyük ninesinin ismi olan Nasra, tarihin derinliklerinden gelen çok önemli bir isimdir. 870'li yıllarda yaşayan Bagratuni Kralı
Aşot'un kardeşinin adı olan Nasra,
yüzyıllar sonra Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın eşi olan Emine Erdoğan'ın
büyük ninesi Nasra ile
tarih sahnesine çıkacaktır. Nasra
ismi günümüzde, Güneydoğu, Doğu
Anadolu'da Ermeni ve Süryani görünümlü Bagratuniler tarafından yoğun bir
şekilde kullanılmaktadır.(…)
YAHUDİ CASUSLUK
ÖRGÜTÜ NİLİ
Emine Erdoğan'ın
büyük ninesinin ismi olan Nili, kadim
Yahudi isimlerindendir. I.Dünya Savaşı'nda Ortadoğu'da Osmanlı
Devleti'ne karşı casusluk faaliyetinde bulunan Yahudi terör örgütünün adı da
Nili'dir.(…)”
TARTIŞMALAR DEVAM EDİYOR
Erdoğan’ın kökeni ile ilgili tartışmaları daha önce yazar Ergun Poyraz, yazdığı “Musa’nın Çocukları”
isimli kitapla gündeme getirmişti. Söz konusu kitap Ergenekon davasına da konu olmuştu. Poyraz için ise mahkeme 29 yıl hapis cezası kararı vermişti.
Yine gazeteci Soner Yalçın
“Kayıp Sicil, Erdoğan’ın Çalınan Dosyası” kitabında Erdoğan ailesi ile
ilgili detaylı bilgilere yer vermişti. (Odatv)
Kendisi Yahudi, eşi Süryani mi?
|
Google'dan temin edilen bir resim |
"Türkiye’de kökenleri en çok araştırılan kişilerden biridir
Erdoğan. Kendisinin Rum, Ermeni, Gürcü, Yahudi asıllı olduğu hakkındaki
görüşler yoğundur.
1918 yılında İşgal kuvvetlerinin Anadolu’ya yayılmasıyla
birlikte Trabzon ve Rize civarında RUM-PONTUS devleti kuruldu. Üç yıl kadar
bağımsız devlet olarak yaşadılar. Potamya denilen bölge de bu devletin
sınırları içindeydi. Osmanlı devletine vergi vermeyi kestiler ve Osmanlı
ordusuna asker vermeme kararı aldılar. Ülke işgalden kurtulduktan sonra
Atatürk’ün emriyle Hamidiye savaş gemisi denizden buraları bombaladı ve karadan
da kuşattı. RUM-PONTUS devleti hiç direnemeden yıkıldı. Bu tarihi gelişmenin
doğal sonucu olarak Bizans Pontus Rumlarının “POTAMYA” adını verdiği bölgenin
adı İslamlaştırma hareketi sonrası GÜNEYSU oldu.
Osmanlı Arşiv
araştırmacısı ve uzman Muhammed Safi’nin Osmanlı Arşivinde bulduğu 1850 tarihli
Rize Tahrir-i Öşür defteri bu konuda ayrıntılı bilgiler vermektedir. Osmanlı
yönetimine bağlı memurlar acil askeri ihtiyaçlardan dolayı Rize köylerini
dolaşarak mahalle ve köylerde hanelere uğrayarak isimleri deftere yazdılar.
Aynı defter içinde o zamanki adı POTAMYA nın “Karye-i Pulihoz Kaluharaf” köyü
başlığı altında yazılanlar günümüzde Güneysu ilçesi Dumankaya köyünü işaret
eder.
Dumankaya köyü R.T. Erdoğan’ın ve atalarının köyüdür.
Erdoğan’ın nüfus kayıtlarında baba tarafının Rum kökenli hristiyan “BAGATA’lı
eşkıya Memiş” sülalesinden ve baba tarafının isimlerinin genelde Rumca
(dedesinin adı Teyup’tür) olduğu sabittir. Bagata sonraları bakatoğlu lakabına
dönüşmüştür. İsyancı anlamına gelir.
Anne tarafının ise Gürcistan Batum civarından gelme Musevi
bir aile olduğu, Havuli, Farfuli ve Fatuli gibi Gürcüce isimlere rastlanıldığı
tespit edilmiştir. Ahmet ve Yunus Erdoğan’ın ana adı Havuli’dir. R.T Erdoğan
‘ın annesi olan Vesile Erdoğan’ın ana adı Fatuli’dir. Fatuli Erdoğan’ın ana adı
Farfuli’dir.
İddiaya göre R.T. Erdoğan’ın ana dili Rumca’dır. Nitekim 6 Kasım
2002 tarihinde Yunan Başbakanı Simitis’le iki saat baş başa ve tercüman olmadan
görüşmüştür. Nitekim Rumlar “Bizim çocuk Erdoğan” diye manşet atmışlardı.
Erdoğan’ın baba tarafından büyük dedeleri Pontuslu Rum, ana tarafından ise
Gürcü yahudilerindendir.
Eşi Emine Erdoğan ise iddiaya göre Siirt’li Süryani
soyundandır.
Emine (Gülbaran) Erdoğan’ın dedesinin adı Üzeyir, ninesinin
adı ise Nili’dir.
Çanakkale savaşları döneminde NİLİ, Osmanlı Ordusu’nun
içinden bilgi toplama güçlüğü çeken İngilizlerin kurdurduğu bir istihbarat
örgütüydü. Nili, Saraha Aaronson adlı genç bir yahudi kadın casus tarafından
işletiliyordu.
Emine Erdoğan’ın ninesi Nili’nin anne adı Narsa, baba adı
ise İsmail’di. Narsa ismi, Mezopotamya’da yaşamış olan Süryaniler tarafından
sıkça kullanılan bir isimdi.
Başbakan, Siirt’in Aydınlar ilçesinin adını Tillo olarak
değiştirdi. Tillo süryanice bir isim. anlamı höyük, yani ölmüş krallar için
yapılmış geniş ve yüksek toprak yığını mezar.
Erdoğan’ın Süryanilere hizmetlerinden biri de
topraklarımızın Mor Gabriel Süryani Ortodoks Manastırı’na bağışlanmasıydı.
Emine hanımın erkek kardeşi Eyüp Gülbaran’ın çocuklarından
birinin adı Şuayb(İsrailoğullarının peygamberi. Kızlarından biriyle Hz Musa
evlenmiştir ve dolayısıyla Hz Musa’nın kayınpederidir.)
Diğer kardeşi Hüseyin Gülbaran’ın oğlunun adı ise Lut’dur.
(Lut kavmine gönderilen İbrani peygamber)
emine
Emine Erdoğan’ın o törende taktığı kolyede illüminati
sembolleri belirlenmiştir. Ancak öte yandan hristiyan öğretilerde ise Üçgen
içinde bulunan açıkgöz, Tanrı’nın üzerimizde olan tüm yetkisini sembolize eder.
Ters haç ise Petrus’un alçak gönüllü bir biçimde İsa Mesih gibi ölmeye layık
olmadığını söylemesi ve bunun üzerine Romalılar tarafından ters olarak çarmıha
gerilmiş olmasına bağlanır.
Süryaniler, İsa peygamberi vaftiz eden Hazreti Yahya
tarafından Hristiyan edildiklerini söylerler. Kiliselerinde Müslümanlar gibi
namaz kılarlar. Oruç, hac, tespih, tavaf, hac tıraşı gibi İslâm’da olan
ibadetler mevcuttur. Günde yedi vakit namazları vardır.
Süryaniler, Şeytan Er
Ruha’nın (Ruda, Ruza, Uzza gibi adları da vardır) Âdem ile Havva’yı yarattığını
ve onun soyundan asil millet olduklarını savunurlar. Dişi şeytan Er Ruha,
Kâbe’de İslâm öncesi tapınılan Tanrı’nın kızı dişi şeytan El Uzza’ya karşılık
gelir. Her iki inançta da dişi şeytanın babasının ortak adı “Allah’tır.”
Bu yüzden “Abdullah” adı gibi Müslümanlarca sevilen birçok
sahabe adları halen Süryaniler arasında çok yaygındır. İslâm’ın, “Şeytan Bazut”
dedikleri peygamberimiz Hz. Muhammed’in uydurması olduğuna inanırlar.
Mardin, Urfa çevresi ve Suriye sınır içinde kalan bu
bölgedeki dağlar onlar için kutsaldır. Bu dağlara “Tur Abdin (Köleler Dağı) derler.
Asur krallarınca soykırıma uğratıldıklarında bu dağlara kaçıp asırlar boyunca
eşkıyalık yaparak genel lakapları olan “Harrani” den değiştirilerek ve
“eşkıyalar anlamına gelen “Harami” adını aldıklarından bu dağları kutsal
sayarlar.
Birbirlerini tutarlar, kendilerini aralarında yaşadıkları
halkın dininden, mezhebindenmiş gibi tanıtırlar, onlar gibi ibadet ederler,
evlerinde tekrar kendi ibadetlerini yaparlar.
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın, muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’na “Önemli olan boy değil soydur soy!” demesi, Kürt, Arap, Yezidi,
Ermeni, Kıbrıs, Sümela manastırı, Ahtamar(Akdamar) kilisesi gibi (Süryani
Ermeni- Kripto Rum kilisesi) açılımlarının arkasında geçmiş işbirlikçiliklerini
zafere ulaştırma projesi yatmaktadır.
R. T. Erdoğan, 11 Ağustos 2004 tarihinde Gürcistan
ziyaretinde Gürcü olduklarını ve Gürcistan’dan Rize’ye göç ettiklerini söylemiş
ise de 2007 yılında NTV’de katıldığı bir programda çark ederek bu kez de Türk
olduklarını iddia etmiştir.
16 Nisan 2011 tarihinde Güneysu ilçesine gittiğinde
kendisini Rumca “Potamya’ya hoşgeldin” diye karşıladıkları halde itiraz
etmemiştir."
KAYNAK : SİTE AKP TARAFINDAN YASAKLANMIŞ
KAYIP SİCİL
Soner Yalçın
KAYIP SİCİL
Erdoğan’ın Çalınan Dosyası
Soner Yalçın
©
Soner Yalçın, 2014
© Kırmızı Kedi Yayınevi, 2014
Rize, Yunanca “Rhizios”
(pirinç) ya da Rumca “Riza”
(dağ eteği) sözcüğünden geliyordu.
Potamya; Rize’nin Güneysu
ilçesinin Osmanlı dönemindeki adıydı. Pilihoz ise Potamya’nın köyü. Yeni adı,
Dumankaya.
Dumankaya... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın baba tarafının köyü.
Babası; Ahmet Erdoğan.
Dedesi; –nüfus kâğıdında Teyüp– Bakatalı Tayyip.
Erdoğanlar “Bakatalı” lakabını kullanıyordu.
Dr.Turgut Günay’ın Rize İli Ağızları kitabında, “
Bakata” sözcüğü yok.
Osmanlı-Türkçe Sözlüğü’nde böyle bir isim-sözcük yok. Âdem Işık’ın Antik Kaynaklarda Karadeniz
Bölgesi kitabında “Baktrialılar” var; ama onlar Kuzey Afganistan halkı. İbrahim Tellioğlu’nun Osmanlı Hâkimiyetine
Kadar Doğu Karadeniz’de Türkler kitabında da yok. Laz dilinde yok. Hemşince dilinde yok.
Çok sözlüğe baktım, bulamadım
Dr. Arzu Pehlevan’ın Topkapı
Sarayı’nda bulunan Rize
tarihinin 1869-71,yıllarını kapsayan,
1495 Numaralı Şer’iyye
Sicili Defteri (mahkeme kayıtlarında) araştırmasında;
“Bakatoğlu” diye bir sülale ismi yok. “Baskaboğlu” diye bir sülale var. Ayrıca,
“Bakatoğlu Memiş” yok, “Baskaboğlu Memiş” var!
Boşnakoğlu var... Bursalıoğlu
var... Bağdatlıoğlu var...
Uzun uzun hangi sülale isimlerinin olduğunu yazmayayım.
“Bakat-oğlu” yok!
Uzatmayayım, sadece Erdoğan’ın hemşerilerinin hazırladığı Güneysu Rize kitabında “Bakatoğlu” mahallesi
var. Kitabın 351. sayfasında
“Köyde yalnız Bakatoğlu mahallesine yol gitmez” diye
bir cümle geçiyor.
Bir yerde daha “Bakatalı” adı geçiyor...
Tarih: 11 Ağustos 2004
Başbakan Erdoğan Gürcistan gezisinde şöyle dedi:
“Ben de Gürcü’yüm, ailemiz
Batum’dan Rize’ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir.”
Olabilir mi?
Güney, Osetya’nın başkenti olan Tskhinvali’ye bağlı
köylerin arasında
Bakata (Bagata) adı var. Yaşasın
“Bakatalı”yı bulduk!
Bagata; Gürcistan’a
bağlı Güney Osetya bölgesinde;
Tskhinvali’ye bağlı. Kuzey Kafkasya’ya bağlantılı bir ticaret yolu
üzerinde yer alan
Tskhinvali’de karışık bir nüfus vardı:
Yüzde 38.4 Yahudi; yüzde 34.4
Gürcü; yüzde 17.7
Ermeni ve yüzde 8.8 Oset.
Bölge, 1801’de Ruslar tarafından işgal edildi; nüfus dağıldı.
Bugün kuşkusuz bu nüfus yapısı değişiktir; yüzde 67.1 Oset’tir.
Gürcü yüzde 25, Ermeni yüzde
1.3, Yahudi yüzde 0.9 ve Ruslar yüzde
3. Yahudiler
ve
Ermeniler bölgeyi terk etmişti…
Gelelim tekrar Ahmet Erdoğan’ın söylediklerine...
Diyor ki, “Oğlum ben de dedeme sordum!”
Babasına değil dedesine soruyor. Niye? Çünkü babası
Bakatalı Tayyip, Ahmet Erdoğan
küçükken kayboldu!
Nasıl kaybolduğuna dair iddialar var.
Rusya’daki Bolşevik Devrimi sonucu Ruslar Doğu Karadeniz’den çekilmeye başladı. Fakat
Ermenilerin bölgeyi bırakmaya hiç niyeti yoktu. Teşkilat-ı Mahsusa ile aralarında kanlı
çarpışmalar oldu. Rize, 2 Mart 1918’de
kurtarıldı.
Bakatalı Tayyip kayıptı...
Bakatalı Tayyip hakkında hiç
bilgi yok.
Erdoğan, nedense adını taşıdığı dedesi Bakatalı
Tayyip hakkında hiç konuşmadı. Niye?
Gelelim Bakatalı Tayyip ile
ilgili ikinci iddiaya...
Eşkıyalık yaptığı ve
köylünün canına tak ettiği için pusu kurulup 1906’da öldürüldüğü söyleniyor. 22
yaşındaymış.
Osmanlı Arşivleri’nde
kayıtlı Rize’de faaliyet gösteren bir Güneysulu
eşkıya var: “Kalitozlu (Güneli, Güneysu) Kürt Yanboli.” (İ.MLV.272/10521)
Allah Allah, Güneysulu Kürt bir
eşkıya!...
BAGATALI TEYÜP DEDE
NEREDE KAYBOLDU?
Güneysu’lu Kürt dediği
aslın Yahudi Kürtler olan Yezidilerdir. Erdoğan’ın imamhatiplerde yetiştirdiği
imamlar da bu Yezidi Mele imamlarıdır. II.Abdülhamit Yezidileri 1892’de
Müslüman saydı, resti gören Vatikan da Irak ve Türkiye Yezidilerini, Suriye,
Lübnan, Mısır, Filistin Dürzilerini Hristiyan saydı. Bu tarihe kadar ne
Müslümanlar ne de Hristiyanlar tarafından “kafir, müşrik” ilan edilen bu inanç
mensupları artık kendi dinleriyle ÜÇ DİNLİ olmuşlardır. Geçen yıllarda sürüler
halinde sarıkları cübbeleri ile yürüyen imam kolonileri de bu Mele imamlardır.
Bunlar Şeytan Tavus’a namaz kılıp oruç tutan güneş tanpınıcılarıdır. Amerikalı
Hristiyan Araştırmacı Ted Pike’ın deyimiyle bunlara Babil Talmuduna bağlı
Yahudiler demek de mümkündür.
Abdullah Gül de Siirtli’dir ve
anne adı Adeviye’dir. Yezidilerin Allah’ı sayılan Şeyh Adi adlı ölen tanrının
dininin bir adı da Adeviyeliktir.
Fetullah Gülen’in kalemşörü,
sosyal medya silahşörü Fuat Avni’nin de Erdoğan’a Yezid” dediğini
hatırladığımızda taşlar yerine oturacaktır.
Tayyip Erdoğan “Bakatalı Tayyip”
adını anmadan henüz yeni başbakan olduğu yıllarda bir Adana ziyaretinde şöyle
demişti.
“Benim dedem haksızlığa dayanamazmış. Adana’da zalim bir vali varmış,
ona karşı savaşırken ölmüş.”
Bu ifadesini birçok yazımda
işlediğim için hatırlıyorum.
Kendi tarihçisi Cezmi
Yurtsever, Bagatalı Memiş'in “isyancı”
olduğunu, Bagata adının "asi" demek olduğunu, Kasımpaşalılık
geleneğinin atalarında geldiğini yazmıştır.
Tayyip beyin Memiş
dedesi "Hangi haksızlığı görmüş de isyan etmiş?" diye hem
Tayyip beye hem de yalakası Cezmi Yurtsever beye sormak gerekir. Aleviler
haksızlık gördük diyorlar ve hepsi cumhuriyete sarılıyorlar. Tayyip bey niye "Osmanlı kovalıyor?
Cumhuriyetçi, Atatürkçü olması gerekmez mi?
Tayyip bey Akif Beki'nin “T.Erdoğan’ın Harfleri” kitabında yazdığı
gibi Arap dilinin inceliği olan "kinaye yöntemi” kullanıyor" Yani
"ne derse tersi doğrudur"
ilkesi.
Ben annemin babası ve bababamın
babsı iki dedem dışında kimsenin adını hatırlamıyorum. Tayyip Beyin dedeleri
maşallah her konuşmasında bir dedesi
çıkıyor, kimi asi, kimi Sarıkamışta, kimi Çanakkale’de şehit oluyor ama
hepsinin Tayyip beyin askerliği, ve diploması gibi şaibeli. Kayıt mayıt yok.
Adana’da zalim Vali Dönemi ne
zaman olmuştu? Araştırdım. 1915 Ermeni tehcirinden iki yıl sonra 1917’de Osmanlı
Süveyş Kanal savaşını kaybetmiş, İngiliz Generali Edmund Allenby Kudüs’e
girmişti.
Burada kurulan itilaf devletler yani galipler koalisyonu bir komisyon
kurarak sürgün edilen Ermenilerin geri yerleştirilmelerini, mallarının iadesini
Osmanlıya kabul ettirmiş, devletin satmış olduğu mallarının nakdi ödenmesi için
de Ziraat Bankası görevlendirilmişti.
Sadece Mersin, Adana, Bahçe, Pozantı, İskenderu bölgesine 120.000
bölgeden sürülen, 60.000 de Adana’da kurulan çadır kentte yerleştirilen toplam
180.000 Ermeni geri getirilip yerleştirilmişti.
Fransızların önce Fransız Lejyonu
adıyla bu göçmenlerden ve İskenderun Musa
Dağı kampındaki savaş nedeniyle Osmanlının yerleştiremediği sürgünlerden de beş
bin Ermeni bu lejyonlara alınıp Mısır’da eğitildikten sonra Ermeni Lejyonu
adıyla Kilikya Ermenistan devleti kurmak için çete faaliyetlerine başlamıştı.
Kaynak yazıda yer alan Garabet K. Mumcuyan’ın yazısıdır.
İşte Erdoğan’ın dedesinin de bu
Ermeni çetelere yardım için gönderilmiş olması akla en uygun fikirdi. Çünkü
1917 Ekim Devrimi nedeniyle Rus orduları çekilince İngiltere Batum’a yerleşmiş
ve bölgenin idaresini almıştı. Bölgede gayri resmi bir Pontus cumhuriyeti ilan
edilmişti. Okuyacağınız Soner Yalçın’ın yazısında olsun başka yazılarda olsun
Rusların çekilmesi sonrası bölgeye gelen Teşkilatı mahsusa’nın Rize’yi 1918’de
kurtardığı yazılır ya, 30 Ekim 1918’de Mondros anlaşmasını imzalayıp
silahlarını teslim, ordusunu tehis etmiş Omanlı artık devlet bile değildi.
Ayrıca 1921 ve 1925’de de iki defa Pontus isyanı çıkmıştır.
2010 yılında internette bulduğum
ve Türkçe’ye çevirdiğim bu dökümanda yer alan “2003 Gürcistan Azınlık Raporunda
Süryaniler ve Yezidi Kürtler” başlıklı raporda, Gürcistan bölgesinin 1805
sonrası Rus Çarlığı idaresine geçmesinden sonra doğu ve güneydoğu Anadolu’da
çıkartılan tüm Ermeni, Süryani, Nasturi, Yezidi Kürt-Yahudi Hristiyan
isyanlarının bastırıldıktan sonra elebaşlarının Gürcistan’a sığındıkları,
Gürcülerin Süryani mezhebinde olmaları yüzünden Süryanileri Batum gibi güzel
bir şehire, “Şatanist” dedikleri Yezidileri de Tiflis çevresine
yerleştirdikleri yazılıdır.
|
Irak-Sincar dağları Leleş'te Yezid=Allah=Şeyh Hadi olduğuna inanılan yılan tanrı Allah. II.Abdülhamit bunları 1892'se Müslüman saydığından şimdi İslami mezhep olarak varlar. |
1917’de Rus ordularının çekilmesi, yerini İngiliz idaresinin almasıyla
doğan boşluktan yararlanan Bagata köyündeki Teyyüp dede aslında bu dönemde
Rize’ye göç etmiş olmalıdır. Yezidi Kürtler ile yaptığım araştırmalarda
bunların kendilerini Müslüman olarak gösteren Süryani Hristiyanlığının mezhebi
olan Nasturi Yahudi Hristiyanları oldukları, Allah dedikleri Şeyh Adi’nin de
Nasturi azizi Matti diğer adıyla, ispiyoncu İşkaryot’un yerine seçilen,
mucizeler gösterdiğine inanılan Aziz Andrew adlı aziz olduğunu ABD
kaynaklarından dilimize tercüme etmiştim. Tayyip Erdoğan’a da Fetö-Erdoğan
savaşı başladıktan sonra ortaya çıkan Fuat Avni “Yezid” diyordu. Her
paylaşımında Erdoğan’dan “Yezid” ifadelerine “Yezid” ile başlıyordu.
Bu gerçekler ışığında Tayyip Erdoğan hakkında uydurulan 1917 öncesi tüm
yazılanlar efsanedir, en azından ben derlediğim belgelere göre böyle
düşünüyorum. Nasturi Hristiyanlar, Aziz Notorius’dan önce Süryanilikten
ayrılmış, sonradan Tomas İnciline bağlı Vatikan’ın kanonik saymadığı için
şeytani kabul edilmiş Yahudi tarikatıdır. Yezidi Kürtler de zaten Yahudi Talmud
geleneklerine sahiptirler. Çocuklarla çekirdek aile ensest evlilik gelenekleri
vardır. Kitapları Mushafı Reş’te bunlar vardır.
Nasturi=Yahudi dediğimizde olay
daha da anlaşılır olacaktır.
İşte, 1918’de kurulan Ermeni Lejyonu Kilikya
devleti kurmak için faaliyete başlayınca, kayıp Bagatalı Teyyüp dede İngiliz
idaresince Adna’ya gönderilmiş olabilir.
Aksi halde, radyo, televizyon yok, Pilihoz köyünde elektrik bile bilinen bir şey
değil. Öyleyse bu dede Adana’da
zalim validen nasıl haberdar oldu da en az kuş uçuşu 800 km lik yolu at
sırtında gitmeye karar verdi?
Şekil 1Haçlıların 1918'de Kurmak
İstedikleri harita
Soner Yalçın dedenin “savaşta kayıp” olan Tayyip Erdoğan’ın
dedelerinden bahsederken bunlar aslında Osmanlı’ya kurşun sıkan işbirlikçi
gayrimüslim asilerin devletle savaşlarından başka şey değildi.
Bunları yazdığım adilyargic blogspot
bloğum 12 Eylül 2010 referandumundan 30 gün önce bu yazılarımın olduğu bloğumu
Google’un sagibini çağırtarak 600 kadar bloğu sildirmişti. Birisi de benim
“adilyargiçblogspot.com bloğumdu. Daha sonra Google “yayıncılık ilkelerine ters
geldiği için Erdoğan ile anlaşmasını bozdu ve referandumdan 15 gün sonra
blogları iade etti.
Tayyip Erdoğan’ın “Adna’da zalim
valiye karşı savaşırken şehit düştüğünü söylediği dedesinin kayıp Bagatalı
Teyüp deden başkası olma ihtimali yoktur.
Bu sözleri birkaç yerde daha söyledikten
sonra benim yukarıdaki tespitlerimden sonra bu sözlerini Google’dan temizleten
Tayyip Erdoğan intikam alırcasına oraya bir vali atamıştı.
Adı Hüseyin Avni Coş. Bütün
Türkiye halka hakaret eden bu Vali’yi konuşmuş, tepkiler artınca, 1680 Hemiş Ermeni
isyanından beri Karadeniz ve doğuda çıkan tüm Ermeni, Rum isyancılarının en çok
sürüldüğü şehir olan Adapazarı/Sakarya’ya vali olarak alınmıştı.
Vali beyin dedesinin de 1919
Yunan işgalinde İzmir’de Yunan ordu komutanını karşılayan İzmir valisi olduğu
yazılıp çizilmişti.
Hüseyin Avni Coş’un dedesi İzmir
Valisi Kambur İzzet işbirlikçisi hakkında biraz bilgi verelim;
KAMBUR İZZET PAŞA
KİMDİR
Kambur Ahmed İzzet Bey (1871-1920) 15
Mayıs 1919 günü İzmir'in işgali sırasında valilik görevinde
bulunuyordu.
Prof. Dr. Turgut TURHAN'ın 22 Mayıs 2011 tarihli bir yazısı
var.. "İzmir’in İşgali ve bir Osmanlı Valisi: Kambur İzzet Paşa"
ismini taşıyor.. Yazılanlara bir göz atalım:
Padişah ve Damat Ferit’e her dediklerini yaptırtan
İngilizler, ilk önce Vahdettin ile Damat Ferit’e gönülden bağlı olan ve
Kambur İzzet lakabıyla anılan İzzet Paşa’yı 11 Mart tarihinde Aydın ve
havalisine vali olarak atanmasını sağladılar. Aydın vilayetinin idare merkezi İzmir olduğundan, 23 Mart’ta göreve
başlayan İzzet Paşa, zaman içinde İzmir valiliğine de uhdesine aldı.
Arkası da zaten çorap söküğü gibi geldi...Demek ki, İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı
Richard Webb’in Ocak 1919 da İngiliz Dışişleri Müsteşarlığına yazdığı
özel rapor boşa değilmiş. Şöyle diyordu Webb: “ Görünürde ülkeyi işgal etmediğimiz halde, şimdiden valilerini atıyor
veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz”...
1912-1913 yılları arasında Van valiliği de yapan İzzet
Paşa’nın yıldızı, Mudanya Mütarekesinin imzalanmasından sonra daha da parlamış
ve paşa, Kasım 1918 de kurulan birinci Tevfik Paşa hükümetinde Efkaf-ı
Hümayun ve Ocak 1919 da kurulan ikinci Tevfik Paşa hükümetinde de yine hem
Efkaf-ı Hümayun ve hem de vekaleten Dahiliye Nazırlığı yapmıştır…
Geçmişte öldüğünde cebinden
Yunan madalyası çıkan İşgaldeki İzmir valisi olan Kambur İzzet ...
Bugün Kambur İzzet'in torunu olduğu yazılan Adana valisi torun Hüseyin Avni Coş
Bunlar bitmez ;
Dün Kambur İzzet idi,
Bugün dedenin yerine torun
Hüseyin Avni Coş var.
Kambur İzzet 1920 yılında İzmir
valisi iken Yunan'lılar İzmiri işgal edince Yunan konsolosluğuna sığınan
kişiydi. Kalp krizinden ölünce koynundan Yunan hükümetinin verdiği beraat
madalyası çıkmıştı.
Günün Adana valisi olan ve ardında şaibeli işler olan Hüseyin Avni
Coş'un İşgalde İzmir valisi olan ve Yunan işgalini kolaylaştıran Kambur
İzzet'in torunu olduğu yazılıp söyleniyor ...
“Gerek işgal
sırasında, gerek işgalden sonra Yunanlılarla mükemmel bir uyum içinde çalışan
İzzet Paşa, görevini kalp krizinden öldüğü 5
Ocak 1920 tarihine kadar sürdürdü. Bu uyumlu çalışma nedeniyle, devrin Yunan hükümeti kendisini “Anoteron
Taksiarhis” nişanı ile ödüllendirdi. Cenazesi
ise, yine Yunan hükümeti tarafından, korgeneral rütbesine ulaşmış bir asker
cenazesine eşdeğer tutuldu ve devrin askeri ve mülki erkanının katıldığı muhteşem
bir törenle Emir Sultan Dergahı Haziresine defnedildi…Ne diyelim? Herhalde
bize sadece “Allah taksiratını affetsin” demek düşer…”
Bunu neden anlattım peki?
Halka "Gavat" diyen
Vali Coş'un dedesi, Kambur İzzet Paşa'ymış.. Böyle bir iddia var ortada,
ama şuana kadar okuduğum hiç bir biyografide ne babasının ismi var ne de
dedesinin..
Bu ortada olan bir iddia.. Biri çıkıp doğru ya da yalan diyene kadar
ortada duruyor..
Ama diğer bir ortada olan şey ise;
Valinin odasında RTE ve Gül'ün fotoğrafları da bulunmakta olduğu..
İşte Halka Gavat” dediğine dair basından haberler;
Adana Valisi: Kavas dememişim, gavat demişim!
12/11/2013 00:00
Adana Valisi: 'Kavas demiş olabilirim' dedim ama sonradan
gelip görüntüleri izledim ve orada görülüyor, duyuluyor; öyle bir kelime
ağzımızdan çıkmış
10 Kasım törenlerinde kendisini protesto eden
bir vatandaşa söylediği ‘gavat’ sözüyle büyük tepki toplayan Adana Valisi
Hüseyin Avni Coş, "Evet maalesef, istemeden ağzımızdan çıkmış bir
kelimedir. Herkesin şunu bilmesini istiyorum. O sözcüğü, orada bulunan halka
karşı sarf etmiş değiliz. O küfürbaz şahsa yöneliktir o söz" dedi.
Vatan gazetesinden Murat Çelik, önceki gün Adana’daki 10 Kasım törenlerinde
yaşanan gerginlikle ilgili telefonda, Adana Valisi Hüseyin Avni Coş’la
görüştü:
- Sayın Vali, gerçekten o “G” ile başlayıp “vat” diye biten sözü söylemediniz
mi? “Kavas” mı dediniz gerçekten?
- Sıcağı sıcağına, o yoğun program içinde bana sorulduğunda “Kavas demiş
olabilirim” dedim ama sonradan gelip görüntüleri izledim ve orada görülüyor,
duyuluyor; öyle bir kelime ağzımızdan çıkmış.
Halaçoğlu: Adana Valisi müfettişken Erdoğan'ı akladı
11/11/2013 00:00
MHP Grup Başkanvekili ve Kayseri Milletvekili Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu, Adana Valisi
Hüseyin Avni Çoş'la ilgili olarak, "Adana Valisi Coş, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan'ı Belediye başkanlığı döneminde aklayan müfettiştir" dedi.
Yusuf Halaçoğlu,
sosyal paylaşım
sitesi
twitter üzerinden
attığı tweetle dikkat çekti.
Halaçoğlu,
Adana’daki
10 Kasım töreninde protestocu vatandaşlarla yaşadığı diyalogla gündeme gelen
Adana Valisi Hüseyin Avni Çoş’a yönelik olarak, kendine ait hesaba, “
Adana Valisi Coş'un, Başbakanın Belediye başkanlığı
döneminde onu aklayan müfettiş olduğunu biliyor musunuz? Eski kulağı
kesiklerden” diye yazdı.
Halaçoğlu,
ayrıca konuyla ilgili olarak bir takipçisine de facebook üzerinden, “Vali, 1995
yılında İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliğine atandı. 1996 yılında Mülkiye
Başmüfettişi oldu. 30.01.2003 Tarih ve 2003/5221 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
ile Bingöl Valiliğine atandı. Sanırım Sn. Başbakanın
İstanbul Belediye
Başkanlığı dönemindeki görevini öğrenmişsinizdir” diye cevap verdi.
07:41 23.01.2017(Güncellendi 07:43 23.01.2017)
Sakarya Valisi Hüseyin Avni Coş’un da aralarında bulunduğu beş valinin
adının FETÖ araştırmasında geçtiği ortaya çıktı.
Cumhuriyet'ten Alican Uludağ'ın haberine göre, geçen yılın
ocak ayında bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla, ‘paralel
devlet yapılanması'nı araştırmak amacıyla kurulan Devlet Denetleme Kurulu'nun (DDK) yaptığı araştırmada il özel idareleri
ve belediyelerin yanısıra valilikler de incelemeye alındı.
DDK'nın MİT ve MASAK
gibi kurumlardan edindiği bilgiye göre, Coş da dahil olmak üzere valiler
Vahdettin Özcan, İbrahim Şahin, Adnan Yılmaz ve Hasan Karahan'ın FETÖ ile bağlantılı olduğu belirtilen Bank
Asya'da hesabı bulunduğu ve Kimse Yok Mu Derneği'ne bağış yaptığı tespit
edildi. Valilerin pasaportları iptal edildi.
OTOMATİK TÜFEKLE POZ VERMİŞTİ
Dededen toruna Yunan hayranlığı,
Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk, Türk milleti düşmanlığı yapan kişilerden ibaret
siyasi çevresi olan ve kimliği, geçmişi, eğitimi, askerliği, diploması devlet
adamlığı her şeyi şaibeliolan Recep
Tayyip Erdoğan’ın hakkında biraz daha bilgi derledim;
Erdoğan
Yahudi;
KAYIP SİCİL
SONER YALÇIN
Kırmızı Kedi Yayınları
Sayfa 17-18-19-20
Yahudilerde Olan Dışarı
Gelin Vermeme Geleneği;
Tevrat Yahuda
peygamber’in oğlu Er’i Allah’ın öldürmesi üzerine Yahuda, dul karısını Er’in
kardeşi Onan ile evlendirir. Bunu gelenek haline getirmiş Yahudiler kocası ölen gelinlerini sağ kalan erkek
kardeşlerden birsiyle evlendirirler. Yoksa yenisi doğuncaya kadar
bekletirler.
Bagata’lı Teyyüp
dedenin kaybolması üzerine amcası tarafından büyütülen Ahmet Erdoğan’ın
amcası Molla Yunus tarafından evlendirilme olayı;
İşte bir gazete haberi:
“Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın amcası, İstanbul İl Genel Meclis Üyesi Mehmet Ali
Erdoğan’ın babası Mehmet Erdoğan (70)
yaşamını yitirdi. Mehmet Erdoğan’ın yaklaşık bir yıldır kanser tedavisi
gördüğü belirtildi.” (20 Nisan 2008,Habertürk)
Mehmet Erdoğan’ın diğer oğlunun adı Haydar’dı.
1938 doğumlu Mehmet
Erdoğan; Ahmet Erdoğan’ın öz kardeşi mi
üvey kardeşi mi?
Bakatalı Tayyip
kaybolunca/öldürülünce oğlu Ahmet’e dedesi sahip çıktı.
Peki Ahmet’in annesine ne
oldu?
Nüfusta adı “Havuli” diye
geçiyor! Kimle evlendirildi? Hiç bilgi yok.
Bakatalı Tayyip’in küçük kardeşi
Halil ile evlendirildiği iddiası var.
Ahmet Erdoğan’ın ne zaman doğduğu net olarak bilinmiyor.
Mezar taşında “1321” yazıyor. “17345714226” TC kimlik no bilgilerine göre:
Baba adı: Teyüp.
Ana adı: Fatuli.
Doğum: 1905.
Ölüm tarihi ise, 8 Aralık 1988 idi.
Ahmet Erdoğan’ı “Molla Yunus” büyüttü.
“Molla Yunus” torunu Ahmet
Erdoğan’ı
kocası savaştan dönmeyen
Havuli ile
evlendirdi. Havuli, Ahmet
Erdoğan’dan 12 yaş büyüktü.
Sabit’ten olma Gülin’den
doğma Havuli hakkında pek bilgi yok.
“Havuli” adının aslında “Havva” olduğu söylendi; iddiaya göre
Lazlar ismi böyle telaffuz
ediyordu. Tamamen uydurma bir
gerekçe; hiç ayrıntıya girmeyeyim.
Erdoğan’ın nüfus kütüğünde
isimleri geçen
Havuli,
Fatuli,
Farfuli diye isimler
Lazcada yok.
Ahmet-
Havuli
Erdoğan çiftinin iki oğulları oldu:
– Mehmet (d. 1926, ö. 1988)...
– Hasan (d. 1929, ö. 2006)..
Danışmanı Akif Beki Erdoğan’ın
Harfleri kitabında yazdı: “Erdoğan,
İbn-i Arabi’nin çizelgesine göre Musa peygamber soyundan geliyor. Yani hem Musa peygamberin karakteristik
özelliklerini taşıyor hem de hayatı bu
peygamberin yaşam öyküsüyle paralellikler gösteriyor.” (sayfa. 14)
Ülkemizde de benzeri bir siyasi iktidar 11 Kasım 1938’den beri sürdürülmektedir. Bu yüzden sürekli ekonomik krizler, yoksulluklar, terör eylemleri, aşırı din pompalanması, artan uyuşturucu ve fuhuş içine yuvarlanan halkımız tarihten silinmektedir.
Türkiye cumhuriyeti de Türk ve Müslüman kökenli halk dışında her türlü dini ve etnik Osmanlı azınlıklarının sırayla veya güçlerine göre iktidarı ele geçirip ötekilere baskı rejimleri ile yaşayan bir ülke olarak, bütün Ortodoks Yahudi, Hristiyan, Hristiyan Yahudi ve bunların devşirmelerinden Müslüman, Türk Milliyetçisi maskeli etnik grupların zulmü altında inlemektedir.
İsmailiye mezhebinden doğan Yezidilik, Dürzilik, Nusayrilik, Bagratuni Gürcü ve Ermeni Yahudi Hristiyanlıklarının hepsi AKP hükumetini ve Tbmm muhalefetini oluşturmaktadır.
İran’daki Talmud temelli Yahudi Şeriatı ile biraz medenisi Vehhabi Yahudi şeriatı rejimlerine karşı onlardan olup demokrasi ve adalet mücadelesi verenler arasında bu günlerde bir tercihe mecbur bırakıldık. Bu olumlu gelime, Atatürk cumhuriyetinin demokratik kazanımlarını korumak, orta çağ köleciliğine geri dönmemek içindir.
Suriye’de antiemperyalist olan Dürziler ile aynı kökten olan Lübnan, İsrail, Mısır ve Türkiye Dürzüleri, Yezidileri ise sömürgeci, şeriatçı AKP-AB-D koalisyonu ile birlikte çalışmaktadırlar.
Müslüman ve Sünni siyaseti yapan AKP hükumeti de R.T.Erdoğan’ı “Allah” ilan ederek Müşrik olduğunu göstermiştir. Allah, Dürzilik, Yezidilik’de ve Hristiyanlıkta insan şeklinde görünmüştür ve özellikle bu inanışlardan Yezidilikte de “100” yılda bir insan şeklinde gelerek yağmalanacak bir devlet ikram ettiği inancıdır. Bu inanç gereğince 19.yy. da Vehhabiler, 20.yy başlarında Nurcular Osmanlı ve Türkiye cumhuriyetini “Dar-ül Harp ilan etmişlerdir. Yani “YAĞMALANACAK SAVAŞ ALANI”.
Recep Tayyip Erdoğan bu ilanı kendisinin köklerinin olduğu eşinin memleketi olan Siirt’e yapmış ve bu yüzden de tutuklanmıştır. Bu gün devleti yağmalattığı açıkça görülen ülkemizin içinde bulunduğu şartların sebebi kendisi ve onu o mevkîye getirip sınırsız yetki veren iç ve dış egemenlerdir.
Bu yüzden teşhir şarttır.
Kutsal kitapları El Mithak’tır. Onu anlamak için El Ukkal adlı kitapla okunması gerekir Ancak bu kitapları piyasada bulmak zordur, yani herkes okuyamaz gizlidir.
Yahudi peygamberi Şuayip tazim ederler. Dinin kökeni Tevrat gibi İran’dır.
Bunlar ilk kez Allah dedikleri El Hakim ile 12. Yy da Mısırda egemen olmuşlardır. Yemame Yahudilerinden İsmailiye akımından gelirler.
Peygamberin Dürzilerden kız alınıp verilmez hadisi varmış.
Mursi'nin ölümü üzerine Erdoğan gıyabında selâ okutup cenaze namazı kıldırdı.
Sizce Erdoğan Dürzi bir Yahudi mi Müslüman mı?
|
Fatımı Halifesi El Hakim de kendisini böyle yavaş yavaş ALLAH ilan ve ibadet ettirmiştir. |
Dürzi İnancı, peygamber Muhammet zamanında, Hürmüz Körfezi kıyısında, şimdiki Kuveyt bölgesi ve çevresinde yaşayan “Yemame” bölgesinde yaşayan İranlı Farslar, Sabi Aramiler ve Yahudilerden oluşan İran Hrsitiyanlığı Mecusilik ve onun temelinde I.Şapur zamanında yeniden oluşturulmuş Süryaniler ve onlardan çıkan Yahudi mezhebi Nasturi Yahudilerden oluşan halklardan İslam çağında çıkan İsmailiye mezhebini kuran Beni Temim Yahudilerinin önce Irak sonra Suriye, Lübnan, Filistin ve Mısır’da kurdukları İslami kabul edilmeyen İran kökenli bir dindir. Öteki mezhebi de İran Sünnileri denilen İran Yezidileri ile Hicaz, Yemame Yezidileri ile akrabalığı olan Kürt Yezdiliğidir.
M.S. 909’da Mısır’da kurulan ve 1971’de Abbasi Halifeliği idaresine giren Fatımi Halifeliği döneminde ortaya çıkmış, Suriye’ye yayılmış bir inanıştır. Özetle, İslam’ı asla benimsemedikleri için eski dinlerine dönmüş insanlardır. Şahsi görüşüm İran’ın “uyuyan ajan topluluklarıdır”
İnançlarına göre Allah;
“Dürziler, o zamandan beri El HAKİM’e “Görünebilen Tanrı” olarak ibadet etmeye başladılar. El Hakim’in İranlı ruhban olan veziri Hamza bin Ali ibn Ahmet, Evrenin ilk yaratılış ilkesinin Bir Yaratıcı olmasına göre El Hakim’e ibadet edilmesine yardım etti...”
Evrensel Aklı temsil eden Hamza ibn Ali’den sonra evrenin ve tanrının ruhunu temsil eden Allah’ın Ruhu=Ruhullah karakterindeki insan şeklinde görünen tanrı ise “İsmail ibn Muhammed el Temimi”
Temimi adı, 1739’da İngiliz ajanı Hemper’in Necran’lı (Günümüz Riyad) Mehmet Abdülvehhab’ın Kufe, Basra’daki eğitimi sırasında kurdurduğu ve yandaş olarak Yemame’li Beni Temim Yahudilerinden Suud’un kabilesinin askeri oluşumunu üstlendiği 1745’de Osmanlıya ilk isyanı yapan Abdullah Suud kabilesindendir. Kabe’den Haceri Esvet taşını çalıp sonra fidye karşılığında geri getirerek at üzerinden fırlattıkları için de kırılmasına neden olan İslamiliye’li Karmatilerdir.
Bakara 62.ayet tefsirinde Elmalılı Hamdi Yazır, kendisinden önceki tefsircilerin ve siyer yazarların yazılarından yaptığı alıntılara dayanarak, Basra, Kufe Sabileri ile onlara akraba olan Yemamelilerin mezhepler ve tarikatlarla İslam dinini böldüğünü yazmaktadır.
|
Lübnan'da cumhurbaşkanının Maruni Hristiyan olması şarttır. |
634-645 yılları arasında Emevi işgalleri sırasında bu bölge Araplarında belirli muhacir birliklerinin Rize, Batum, Tiflis, Azerbaycan bölgelerine yerleştirildikleri bilinir. Yemame Araplarının aynı zamanda Suriye, Urfa, Mardin Süryanileri, Yahudiler ve Grekler/Yunanlılar ile de akrabalıkları tarihi bir gerçektir. Bunları Aramilerden Haramilere ve Antik Sabiler ve Din Kitapları, Sabilik gibi yazılarımda geniş olarak belge çevirileriyle anlatmıştım.
Selçuklu ve Osmanlının yıkılmasındaki rolleri, Hilafeti Türk Osmanlı’dan almak için isyanları, bu amaçla Hristiyan Haçlı dünyasıyla işbirlikçilerinin gerekçeleri de bu köken akrabalıklarıdır.
|
Mehmet Abdülvehhab Vehhabilik dinini kuran müşrik. Doğduğu köy Riyad S. Arabistan'ın başkentidir. |
1739 yılında İngilizler Osmanlı'dan Hilafeti almak ve Osmanlıyı Arabistan coğrafyasından çıkarmak için Mehmet Abdülvehhab ve Yemame'li Abdullah Suud'u seçtiklerini yazmıştım.. 1914-1917 yılları arasında süren I.Dünya savaşının en önemli cephelerinden biri olan Mısır-Sina yaraımadasında açılan Süveyş Kanal savaşında İngiliz generali Allanby'ye Cemal paşanın yenilmesine kadar,
Osmanlı halifelerinin "kafir, müşrik" saydığı Vehhabiler, Lübnan,Suriye ve çevre Dürzileri Osmanlıya saldırdılar, öldürdükleri Türk askerleri Mecidiye altını ile maaş aldığından karınlarını süngülerle, kılıçlarla deşip altın aradılar. Suriye'de kanal savaşında yaralanıp tedaviye alınan askerlerimizin bulunduğu askeri sıhhiye çadırlarına saldırıp savunmasız askerlerimiz öldürdüler.
Mekke emiri Şerif Hüseyin, yardım getiriyorum diye 110.000 Vehhabiyle gelmiş, içeri alınınca Türk ordusunu içinden vurmuştur. Bu tarihi en son 1984 yılında Açık Öğretim Fakültesi Atatürk İnkılapları ve Cumhuriyet Tarihi kitabında yazmışlar sonra gelen hükumetler 19.yüzyıl Osmanlı-Arap savaşlarını ve ihanetlerini tümüyle tarihten kaldırmışlardır.
Yeni yetişen gençliğin gerçek tarihini öğrenmesi yasaklanmıştır. Çünkü
Osmanlı'yı yıkan, Atatürk cumhuriyetine 15 yıl isyan eden Vehhabi, Durzi, Irak Yezidi, Süryani, Nasturi isyancıları Nurculuk adlı Kürt Vehhabiliği adlı
sahte İslam diniyle İngiltere-ABD destekli olarak 1950'den itibaren derece derece devlete sokulmuşlar ve bu gün devleti yıkmak üzeredirler.
|
Masonların Deniz Feneri |
|
AKP'nin Deniz Feneri |
Yemame-Necran merkezli Vehhabiliğin Mısır'da yine İngiltere ve Vatikan destekli Efganilik dini akımı, Kürt Müslümanı kimliğinde gizlenen aslı Bitlis Nors köyü Süryani-Yezidi Ermenilerine dayanan Saidi Kürdi üzerinden yayılan, Hristiyan Yahudi Dürzi, Yezidiler için uygun içeriğe sahip Nurculuk Dini aynı dinlerdir. Hepsinin kökenlerine indiğimizde Yemame'li Beni Temim Yahudileri, onlardan Nakşibendi tarikatını ele geçiren Şeyh Halidi kolunun uzantılarını görürsünüz.
Müslüman Kardeşler/İhvan el Müslümin Örgütü ve Mursi
Yemame'den Mısır'a göçmüş İsmailiye mezhebinden Beni Temim Yahudilerinin kurduğu Mısır İsmailiye şehrinde 1928 yılında Kahire'de Hasan El Benna tarafından İngiltere ve Fransızların işlettiği Süveyş Kanalı şirketince mali olarak desteklenen Müslüman Kardeşler Örgütü Hasan El Benna adlı Yahudi'ye kurdurulmuştur. İngiltere idaresinde Mısır'ı tutabilmek, ve demokratik kültürün gelişmesine engel olmak, İngiliz-Amerikalı, Fransız ve Vatikan papazlarının, siyasi istihbarat örgütlerinin eline ülkeyi teslim etmesi için bu Vehhabi Yahudi örgütü sonradan silahlandırarak Mısır devlet adamlarının öldürülmesine uzanan komploların, suikastların başını çekmişlerdir.
Mısır başbakanı Başbakan Mahmud el Nukraş'a suikast kurduğu ve öldürdüğü için 1948'de kapatılmıştır. Ordu içerisinde kurdukları yan kolu olan Hür Subaylar adlı bir örgüt'e Kral faruk'u deviren bir darbe yaptırarak1952'lerde tekrar gün ışığına çıktılar. Bizdeki Nurcu hareketinin 1958'de orduyu ele geçirip Amerikancı bütün darbeleri ve muhtıraları yaptırması birebir aynı Vehhabi hareketleridir.
|
Kolombiya NUR Mason Locası |
1984-1997 yılları arasında bizdeki köktendinciliğin Refah Partisi içinde güçlendirilmesiyle paralel olarak sol partilerle işbirliği yaparak muhalif oldular ve 2000 yılında 17 sandalye ile Mısır Meclisine girdiler.Bizde de AKP'nin kuruluşu 1998'lerdir, hiç bir şey tesadüf değildir.
2005 yılında aldığı dış desteklerle mecliste %20 sandalye kazandı.
ABD tarafından yetiştirilen ve NASA'da istihdam edilen Mursi Vehhabi Yahudi'si şartlar oluştuğun Mısır'a getirilerek iktidar edilmiş bir Yahudi işbirlikçi kukladır.
|
İsrail NUR Mason Locası |
2011'de Tunus'daki Arap Baharı hareketi Mısır'a yansımış ve Mursi'nin önderliğini yaptığı ÖZGÜRLÜK VE ADALET PARTİSİ, köktendinci
İslamcı Nur Partisi ile birleşerek Mısır parlamentosunun %70'ini ele geçirdiler.
Fetullah Gülen'in NUR CEMAATİ ile ADALET VE KALKINMA PARTİSİ bizde benzer şekilde iktidar olmuşlardır.
Mısır'da Mursinin Partisi-
Özgürlük ve Adalet partisi
|
ABD'de kurulan Suudi Nur Mason Locası |
Bizde Erdoğan'ın Partisi-
Adalet ve Kalkınma Partisi
Mısır'da Mursi'nin Koalisyon ortağı-
Nur Partisi
Bizde Erdoğan'ın ortağı-
Nur Cemaati
Bu kadar benzerlik sizi şaşırtmasın, çünkü Nurculuk adını Kur'an Nur Suresinden değil, Sabilik temelli Ortodoks Yahudi- Hristiyan mezheplerinin toplandığı Mason örgütleri bağlantılı Nur Hareketinden adını almaktadır.
Daha önceden cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceğini vaat eden Özgürlük ve Adalet Partisi, 2012'de Muhammed Mursi'yi aday göstermiş ve dış devletlerin oyunlarıyla yapılan seçimden Cumhurbaşkanı olarak çıkmıştır.
Önceden Maruni Hristiyan yardımcı atayacağını belirten Mursi bunun yanında Anayasal güvencelerini tutmamış kız çocuklarının "9" yaşında evlendirilmelerinden, "ölen eşle sekiz gün veda seksi" gibi sapkın eski Mısır tarihinde kalmış gelenekleri dirilten fetvalar verdirmeye başlayınca 2013 yılında muhalifleri ve yandaşları arasında gerginlik artmıştır.
Mursi'nin devleti yıkacağı endişesi üzerine muhalifleri TEMERRÜT/İSYAN" adlı bir örgüt kurmuşlar ve eylemlere başlamışlardır.
30 Haziran 2013'de düzenledikleri bir mitingin ardından 01 Temmuz'da Mursi'ye "48 saat içinde halkın taleplerini kabul etmesi için" muhtıra vermişlerdir. 03 Temmuzda askeri birlikler sokağa çıkmışlar, Mursi de yandaşlarını Rabiatül Adeviye Cami etrafına toplamıştır. 14 Ağustos'da ordu meydanda toplananları dağıtmıştır, karşı koyanlardan ölenler olmuştur.
Müslüman Kardeşleri örgütü ilk önce 2003'de Rusya'da, 2013'de Suriye ve Mısır'da yasaklanmış, ortada kalan Müslüman Kardeşler örgütüne Katar sığınma hakkı sağlamıştır.
Suudi Arabistan dahi bu örgütü terör örgütü ilan ederken AKP hükumeti Katar'a destek çıkmıştır ve son olarak Mursi'nin ölümüne de "cinayet" diyerek uluslararası soruşturma açtıracağını açıklamış, Mısır'dan da tepki almıştır.
Sonuç olarak iki kardeş partinin adları da destek aldıkları dini yapılanmalar da aynı adı taşımaktadır ve Mason küresel sermayenin tartışmasız işbirlikçileridir.
|
Lübnan'da Cumhurbaşkanı Maruni Hristiyan, Başbakan Sünni Müslüman, Parlamento başkanı Doğu Ortodoks Kiliselerinden olmak zorundadır. diyen Wikipedya sayfası. |
Şimdi Mısır devrik diktatörü Beni Temim Yahudileri olan Suud, Dürzi, Yezidi Vehhabi örgütü bağlantılı Mursi hakkında cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan'ın açıklaması.
"Erdoğan'ın akıbetini Mursi'nin akıbetine benzetenler Sisi zihniyetidir"
Erdoğan: Pazar günü Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı?
19 Haziran 2019 15:41
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 23 Haziran İstanbul seçimlerine ilişkin olarak, "Pazar günü Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı? Erdoğan'ın akıbetini Mursi'nin akıbetine benzetenler Sisi zihniyetidir. Biz bunlardan korkmuyoruz" dedi.
"
Biz kefenimizi giyerek zaten bu yola çıktık. Böyle de yürüyeceğiz. Biz bunlardan korkmuyoruz. Mursi mahkeme salonunda 20 dakika yerde çırpınıyor. Yetkililer Mursi'ye müdahale etmiyorlar. Mursi eceliyle değil öldürülmüştür.
Korkaklar zafer anıtı dikemezler" diyen Erdoğan, "Türkiye olarak bununla ilgili süreci takip edeceğiz. Uluslararası mahkemelerde Mısır'ın yargılanması için gereken ne varsa yapacağız. İslam İşbirliği Teşkilatı'nı göreve davet ediyoruz. İslam İşbirliği Teşkilatı'nın da gerekeni yapması şarttır. Sayın Binali Yıldırım'ın rakibi 'çaldılar' diyor. Evet çaldılar bu ifade hukuki bir ifade değildir siyasi ifadedir. Sayımın tamamını yapsaydınız bu pazar günü seçim olmazdı. İşlerine gelmedi" şeklinde konuştu....(Kynk
https://t24.com.tr/haber/erdogan-pazar-gunu-sisi-mi-diyecegiz-binali-yildirim-mi,826742)"
Tayyip Erdoğan, tamamen ABD-Vatikan tarafından örgütlü, Mursi partisi ile aynı adları taşıyan kendi partisinin temsil ettiği Müslüman Kardeşler Terör Örgütü hareketini kutsamış, özgürlükçü, çağdaş Ekrem İmamoğlu etrafında oluşan halk hareketini Mursi'ye benzeterek büyükj hata etmiştir. Kaderinin de Mursi gibi olmasından korkuya mı kapılmıştır bilemeyiz.
Bu akşam yine bu konuda yaptığı bir açıklamada "Terör örgütlerinin desteklediği zihniyetin cumhur ittifakı" olarak kendi koalisyon hükumetini tanımlamıştır.
Cumhuriyet Gazetesinden alıntı haber aynen şöyle;
"AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bahçelievler'de toplu açılış töreninde konuştu.,
Erdoğan'ın konuşmasından satır başları şöyle:
Kardeşlerim biliyorsunuz pazar günü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için yenileme seçimi var. Bu seçimde İstanbul halkı iki adaydan birine karar verecek.
Bir tarafta Cumhur İttifakı'nın, yani terör örgütleri zihniyetinin destek verdiği Cumhur İttifakı... Öyle demiyor mu? Ne diyor Kandil? Oylarımız Millet İttifakı'nın adayına diyor. Millet İttifakı'nın adayı kim belli....
"
Bu gafı geçmişte de "Çalmaya devam edeceğiz" şeklinde yapmıştı. Zaman zaman kazara da olsa doğruyu söylemektedir.
Haber linki
(http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/1449232/Erdogan__Teror_orgutleri_zihniyetinin_destekledigi_Cumhur_ittifaki....html?)
|
İsrail Nur Mason Locası |
Kurtuluş Yolu;
Bundan kurtulmanın tek yolu da başımızda bize Müslüman, Türk milliyetçisi görünen ama, aslında, her icraatları ile geçmişin öcünü alan bu dini ve etnik intikam gruplarını VATANSEVERLİĞE, BASTIĞI TOPRAĞA SAHİP ÇIKMAYA ikna edebilmek için yapılacak tek şey vardır, o da; MASKELERİNİ İNDİRMEKTİR.
Hükumete muhalefetlerin ve hitabetlerde ileri gitmelerin nedeni de bu iktidarların zalimliklerine son vermek içindir. En azından belirli bir kitleyi uyandırmaktır.
Mısır'da Özgürlük ve Adalet Partisi; Ortağı- Nur Partisi
Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi; Ortağı- Nur Cemaati
Takdir sizindir.
Alaeddin Yavuz
Müslüman Kardeşler hakkında "https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-48107342" linkinden yararlanılmıştır.
Bu tespitler de benim araştırmalarımın sonuçlarıdır;
BAGATA ADININ VE BAGRATUNİLERİN KÖKENLERİ
01.Mayıs 2016’da yayınladığım
“Gürcü Bagratunilerden Bagatalı Teyyüp’a” yazımdan alıntılar içerir;
|
Ermeniler, Gürcüler, Roma soykırıma tabi tuttuğundan beri
Süryaniler, Keldaniler Yahudi olmuşlardı.
Böylece soykırımdan kurtuluyorlardı.
Yahudiliğin en sevilen'i Rusya ve Avrupa'yı da
etkileyen Bagratunilik olmuştur. Ülkemizde soy olarak
da dine giren Musevi olarak da çok insan vardır.
Hristiyanlık ve İslam da onun mezheplerinden sayılır. |
Behind the Names adlı
İsimler sözlüğü internet sitesinde yaptığım arşatırmada da “Bagadata” adının karşılığını buldum.
Sonuç;
Given Name; BAGADATA
GENDER: Masculine
USAGE:
Ancient
Persian
Meaning & History
Old Persian name derived from
baga "god" and
data "given". This was
the name of a
3rd-century BC Persian
satrap under the Seleucid Empire.
Related Name OTHER LANGUAGES:
Bagrat (Armenian),
Bagrat (Georgian)s
Sözlüğün dilimizdeki karşılığına göre, Bagadata Eski İranlıların Selevkoslar
(M.Ö. 300-200) Grek İskender İmparatorluğu) çağına ait bir erkek Satrap'ın yani valinin adıdır.
Kaynakta geçtiği gibi “Baga=Allah/Tanrı”
ve“data=verdi” demektir.
Bagadata=Allahverdi veya Tanrıverdi
demektir. Bagratuni dönemlerine ait 1300 yılı gösteren haritalar içinde “Bagata-Bagada-Bagadata-Bakata” adlı ne
bir bölge ne de şehir kasaba adı geçmemektedir.
Gürcistan’a bağlı Güney
Osetya bölgesinde Tskhinvali şehrinin köyleri arasında “Bagata” adlı bir köy varmış. Soner Yalçın “Tayyip Erdoğan’ın Cibilliyeti” başlıklı yazısında böyle tespit
etmiş.
Wikipediya’da Gürcistan Güney
Osetya Tskhinvali ilinde bir yerleşim birimi olarak geçmektedir.
Tskhinvali, Gürcü kaynaklarında 1398’de Kartli hanedanı döneminde bir köy
olduğundan başka bilgi yoktur. Ama il merkezi Tskhinvali Tskhinvali’nin, MS.
III.yy.da Gürcü Kralı Asphagur tarafından kurulduğu, 18.yy.da şehir
olduğu,halkının Yahudi, Gürcü, Ermeni ve Osetlerden oluştuğu yazılıdır. 1917’de
600 haneli, halkının %38,4 Yahudi, %34,4,Gürcü, %17,7 Ermeni ve %8,8 Osetlerden
oluştuğu şeklindedir..
Nüfus olarak Yahudi ağırlıklı olması bunların İsrail Yahudi'si
olduklarını düşündürmesin. Hazar gölü ve çevresindeki Türkler İslamdan önce
Muhammet çağında, İran dini Zerdüştlük, Mihrilik içinde bize ters gelen kan
içme, pedofilik, kulamparalık ilişkileri gibi ilkellikleri sevmediklerinden,
Tevrat’ta da bunların yasak olduğunu öğrendiklerinden olmalı ki Yahudi dinine
girerek Musevi oldular. Bunların çoğunun Türk oldukları kesindir. Bizim
Türklerin inandıklarında “en iyisi olma düşkünlükleri” yüzünden, “en koyu
Yahudi” olma uğruna Türklüklerini unutmuş olmaları da doğaldır. Bu durumda
Tayyip Erdoğan’ın dedesi gerçekten taklit yapmayan Musevi ise Türk olabilir.
Ama Potomya ve Pilihoz Rum köylerine bakınca (asilikleri bir yana)
Yahudi, Musevi olması dahi düşünülemez.
1915’te Enver paşa’dan kaçan
Süryani asilerin Batuma’a yerleştirildiklerini Gürcistan 2003 Azınlık Raporuna göre yazmıştım. Bu rapora göre 1805’den sonra Osmanlıya
ihanet eden bütün Süryani,Keldani,Yezidi,Ermeniler Rus Çarlığı idaresinde
Gürcistan’a sığınmışlardır.
Erdoğan’ın dedesi isyancı
başıysa, Osmanlı’nın ardından gelen Bakü seferlerini kestirmiş ve gizlenmek için Bakata köyünü uygun bulmuş
olabilir. Osmanlı 1917’de Süveyş’te
kaybedince işareti alıp, Adana, Urfa’da kurulacak Ermeni Süryani devletleri
için çıkartılacak isyanlara katılmak için çağrılmış olabilir.
İnternet ortamından
temizlettiği “Adana’da zalim bir
vali varmış. Adaletsizliğe sabredemeyen bir dedem ona karşı savaşırken şehit
düşmüş” lafını bu yazımda, Batum,
Rize, Pilihoz köyü neresi Adana neresi? Telefon, radyo, televizyon, karayolu,
otomobil yok deden nerden haber aldı da gitti? Diye sorduktan sonra,
malum valinin Atatürk’ün emriyle orduyu ve silahları teslim etmeyen, Fransız üniformalı Suriye’den getirilen
Ermenilere karşı savaşan Osmanlı valisi olduğunu da yazmıştım. Sonra bu
dedesini Kars şehidi falan yaptıysa da orada da kaydı çıkmadı. Demek ki her
halukarda dedesi asiymiş ki kayda geçmemiş.
Ya da ona böyle şeyleri aralarındaki hesabın iyi sonuçlanması için
söyleten birileri onu işletip gülünç duruma düşürmüş diyelim.
Wikipedia’da bir başka bulgum da, “Bakata” adı kuzey batı Hindistan’da
Ahom Krallığının (1228-1826) başkenti Assam’ın eski adı olarak
geçmektedir. Dihing nehri kıyısına kurulmuş bir şehirdir. Ancak ilgili sayfada
“Assam (Eşşiz, eşit olmayan)” adı hakkında bilgi bulduysam da eski adını
verilen bilgiler içinde göremedim.
Yani, R.T.Erdoğan’ın soyu, köleci Gürcülerin kölelerinin tarım,
hayvancılık işlerinde çalıştırdığı serf denilen kölelerin yaşadığı köylü
soydan gelmektedir. Çünkü Bagata sadece
adı anılan, medeniyetsiz bir köydür.
Soy olarak ister Gürcü, ister Yahudi hatta Ermeni olsun sonunda
Aramilere, Farslara, Hintlilere uzanmaktadır.
Hintli deyince de muhtemelen M.Ö. III. yüzyıllarda Hindistanda meydana
gelen kuraklık sonucu göçmek zorunda kalan ve göçerleri olan Çingenelerden de
olabilir.
1300 yıl boyunca güçlü milletlerin elinde sadece kukla olmuş, vergi,
asker ödemiş Gürcülerin ithal krallarının çakma soyları da böylece
rezillikleriyle sonuçlanmıştır.
İddialara göre Rusları yöneten Romanoflar, Fransa, Polonya, Gürcistan,
Ermenistan'da hep bu aileden gelen soylar hüküm sürmüştür. Osmanlı'yı da yıkan
bunlar olmuştur
Bu kadar kişiliksiz insanlara devlet teslim edenler de tarih boyunca
satılmıştır. Osmanlı da buna en iyi örnektir.
İlginç bir şekilde Bagratunilerin hüküm sürdüğü Fransa, Rusya, Osmanlı gibi
büyük devletler yağmalanmakla son bulmuşlardır. Fransa (
Capetian/Kapetyanlar- 987-1328;
Burbonlar 1589-1789-1875-1931)
1789 devrimi ve Napolyon ile, Rusya (
Romanovlar (1613-1917) 1917 devrimiyle, Osmanlı 1919'da
yağmalanmış, Gürcistan ve Ermenistan ise tarih boyunca vergi ödeyen, kukla
devletler olarak kalmıştır. Musevi Kırım Tatarı olan ve eşi de Musevi olan
Ahmet Davutoğlu'nun projelerini yaptığı 14 yıllık AKP hükumeti, Gürcü Bagratuni
Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde açıkça uluslararası yağmaya terk edilmiştir. Devletin
tüm kamu kurum ve kuruluşları ile özel şirketleri, kamu arazileri, yolları,
köprüleri, demiryolları yabancılara yok pahasına satılmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin hala cumhurbaşkanlığını yapan, başbakanlığı ile
14 yıldır iktidarı işgal eden bir kişinin kendi ağzıyla görsel yazılı basın
önünde verdiği soy ağacı da, aynı Bagratunilere benzemiştir.
Yalan kimlikleri;
Gürcistan- Batum şehrine
bağlı Bagata’lıyım dedi. Batum’da
“Bagata” adında bir yer çıkmadı. Günümüz Batum’un yerleşim bölgeleri ; Eski Batumi, Rustavelli, Kimhiaşvili,
Bagratyuni, Ağmeşenebeli, Javakişvili,Tamar, Boni Gorodok, Havaalanı,
Gonyo-Kvaryati, Kakaberi, Batum Sanayi, Yeşil Burun (Batum İl İdare
Meclisinin bulunduğu merkezi bölgedir).
Gürcü’yüm dedi, Yahudi veya
Arami=Rum kökenleri ağır bastı. Osmanlı’da, Trabzon’a bağlı kasaba olan Rize’nin Rus işgali sırasında kökenleri
Grek veya Rum Arap olan Potomya (Güneysu) kasabasının Pilihoz (Dumankaya)
köyüne ait nüfus kaydı ile ne Türk ne de Müslüman olamayacağı belgelendi.
2008’de, yoldaşı ve soydaşı, kendisi gibi Amerikan kuklası Gürcistan cumhurbaşkanı Mihail Sakaşvili
Ruslardan sopa yerken yalnız bırakılmasının öcünü almak için Avrupa
Parlamentosuna verdikleri “2003
Gürcistan Azınlık Raporu”nda geçen Enver
paşanın önünden kaçıp Rus çarının emriyle Batum ve Tiflis’e yerleştirilen
Süryani (67500) ve Yezidi Kürt (37,500) asileri internet ortamına, 2010
referandumundan önce vermiştir.
Bunu ben Türkçeye çevirip yayınlayınca Google’ın sahibi ülkemize
çağrılmış ve silinen 600 kadar blog arasında benim bu blogum da silinmiştir.
Diğerleri de zaten engelliydi.
Kendisini aklayan bilumum
tarihçiler, Rize 1850 nüfus ve vergi kayıtlarına dayanarak verdiği
bilgilere göre, dedesinin vergi kayıtları anlatılmaktadır.
1981 yılında üniversite bitirip, 1979-1981 arasında “6”aylık yedeksubay (asteğmen) olarak
askerliği 20 ayda yapan, 1982 yılında açılan Marmara Üniversitesinden 1981
yılında diploma alan, diplomasında, 1982 yılında ne dekan ne de eğitmen olmayan
bir dekanın imzası bulunan sahte diplomalı bir cumhurbaşkanının, 1850'lerde
Rize vergi dairesinde dedesinin gıcır gıcır yeni basılmış arşiv kitabından
kayıt okuması inandırıcı değildir.
Recep Tayyip Erdoğan, kendisine soy uyduran ama cahillliğinden dolayı
sürekli asılsız yalanlar uyduran, söylediği yalana da inanan bir hastadır. Bu
hastalığı ona her türlü suçu mübah göstermektedir.
Bagratuni sözde Davut soyu çakma soylu Gürcü krallarının kendilerini
“Şahlar şahı; Allah'ın oğlu” ilan etmeleri gibi, partili Düzce
milletvekili Fevai Aslan’dan yayılan kendisini Allah ilan ettirme derdine
düşmüştür.
Namaz kılıp oruç tutması Sabilik, Süryani, Ermeni, Gürcülerde de
vakitlerinden rekatlarına, ramazanda otuz güne kadar aynı ibadetlerin olması
nedeniyle hekresin aldanması doğaldır.
Biraz da kukla devlet adamlığı ile bile şişinen bu Bagratunilerin
kendilerini Allah, Yanrı, Mesih v.b. ilan etmelerinin putperestlik kökenlerini
inceleyelim;
Kralların Kralı kavramının
kökenleri
Asurlarda Şarşarrani. Melik ve Şar Asur dilinde “Kral”
anlamına geliyordu. M.Ö. 13.yy. Tukult
ve Ninurta adlı krallarca
kullanıldı. Devletin her şehrinin bir kralı vardı, devletin kralı da Krallar
Kralı oluyordu. Bronz çağı şehir devletleri şeklinde örgütlenme yaygındı.
İran; Şehinşah;
Şahların şahı anlamına gelen
bu sıfat Zerdüşt Akameniş İmparatorluğu
çağında satraplık (eyalet)ların başındaki küçük
şahların hepsinin başı anlamında
kullanılıyordu. Tevrat Ezra:7:12 ayette İran şahı Artakzerkses için kullanılmıştır.
Greklerde Büyük İskender
zamanında ortaya çıkmıştır.
Büyük İskenderin namı “Basilesu
ton Basilion” Krallar Kralı anlamına geliyordu. M.Ö.140-55.de Ermenistan’lı
II.Tigranes de bu namı kullanmıştır.
Aynı sıfat Mısır’ı Sezar’a teslim eden Kleopatra tarafından da kullanılmıştır. “Krallaın kralı” yanında “Allah’ın
oğlu” sıfatı da kullanılmıştır.( Meyer Reinhold, Studies in
classical history and society, Oxford University Press US, 2002, p.58)
İbranilerde Melekmelakîm (Arami
kökenli kelimler);
Yahudilikte “Melech Malchei
ha-M’lachim” yani “Kralların
Kralının Kralı” anlamında Allah’ın adı olarak da kullanıldı
Hristiyanlıkta
Tanrı/Allah İsa için Kral İsa
sıfatı kullanılmıştır.
Jesus Krist için de Vahiyle kitabı 17:14-19:16 ile Timoti ilk bölümde
6:15 ayetlerde “Kralların kralı”
olarak geçmektedir.
Hristiyan monark geleneğinde “Kralların
Kralı” sıfatı “Basileus Basileon,
Basileuon, Basileuonton” şeklinde “Şu
yönetenlerin üstündeki yöneten” anlamında Bizans Palayologos hanedanınca kullanılmıştır.
Etiyopya Kralının namı da “
Naguşanâgast” yani
Kralların kralı” idi.(
Haile
Selassie's full title in office was "His Imperial Majesty Haile
Selassie I, Conquering Lion of the Tribe of Judah, King of Kings of Ethiopia,
Elect of God" (
Ge'ez: girmāwī ḳedāmāwī 'aṣē ḫayle
śillāsē, mō'ā 'anbessā ze'imneggede yihudā niguse negest ze'ītyōṗṗyā, siyume
'igzī'a'bihēr).)
İslamda;
Sahih Buhari, “Kralların Kralı”
sıfatını eleştirmiş, “Allahtan başka
Allah yoktur” ayeti gereğince bu sıfatın kullanılması yasaklanmıştır. Onun yerine Allah’ın “99” adından biri de olan “Malik el Mülk” yani “Mülkün/devletin Sahibi” sıfatı
kullanılmıştır.
Sonunda İslam hariç bütün dinlerde tanrı yiyen, içen, evlenen, ölen,
boyları 70m ile 5m arasında değişen insan bedenli dört kadar yüzü olan, yılan
çiyan, sineğe kadar şekillere girebilen göksel cin ve şeytanlara
tapındıklarından kendilerini de onların soylarından saydıkları için böyle
benzetmeler yapılmıştır.
Kur’an’ın Allah tanımı da Sabilerin din kitabı Cinze Rabba kitabının
ilk yaratılış tanrılarından Hayya/Hayy’dır.
Bedeni olmayan, nurdan olan bu tanrının insani, hayvani ihtiyaçları yoktur.
Dört kitaba bağlı dinlerin yürüttükleri Nurculuk akımı da adını Hay’ın Nur adından alır. Bizde İslam da
denilse farklı bir dindir. Kur’an Ali İmran Suresi 2., okunduğunda sevabı çok
olduğuna inanılan Ayetl Kürsi duası yani Bakara 155. ayetlerde geçen, övülen
tanrı Hay’dır. “Hayyülkayyum” adıyla
övülür.
Müslümanların kafasındaki Allah tanımı ise bunlardan da farklıdır. Her
Müslümana göre bir tanrı tanımı bulmak mümkündür.
Bu yüzden, İslam’ın temelleri olan dinlerden olup da Müslüman görünerek
Türk ve Müslümanları soyan, satan, tarikatlar, mezheplerle bölen, gizliden
sömürgeci batılı devletlerle işbirliği eden ve kendilerini Allah ilan ettiren
bu din ve devlet adamlarının hakaretlerini bile dindarlık olarak
yorumlamaktadırlar.
Gerçek bir tanrı yok ki bu kendilerini bu kadar ululayanlara ve onlara
arka çıkanlara cezasını versin.
Sonuç olarak, Bagratunilik, Gürcülerin ve Ermenilerin Hristiyan Roma
ile İran arasında her iki tarafa da sadık görünebilecekleri zekice düşünülmüş
yakıştırma bir karakterdir. Böylece hangisi işgal ettiyse onlara uygun
görünerek kendilerini azla ezdirmemişlerdir. Davur hem Hristiyan hem de
Müslüman İran’ın karşı çıkamayacağı bir karakterdir iyi kullanılmıştır.
Bu zamanda, koskoca Türkiye cumhuriyetini bu tür uydurma soy sop
hırslarına kurban ederek, geçmiş 3000 yılın tampon devletlerini yeniden inşa
edip, halkı kukla, sömürge haline getirmenin de anlamı yoktur.
Dört mezhep, 1000 kadar tarikata bölünmüş İslam dünyasında Anadolu
Müslümanlarını İslam kabul eden sadece Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerdir.
Diğerlerine göre Mecüc soyu namaz kılmayan, kafirler ülkesidir burası.
Bu nedenle, mezhep ve tarikatlarla bölünmüş, sağ-sol kapışmalarına
fatiha okutacak tarikat ve mezhep kavgalarına neden olacağı şimdiden belli olan
dini şeri rejimler batı ne kadar dayatsa da ret edilmelidir. Diğer dinler de
aynı durumdadır.
Devlet idaresini ele geçirmiş kripto azınlık dinci-kinci, ırkçı
yapılanmalar bu emellerini kendi nesillerinin de geleceği için acilen terk
etmeli, yeryüzünde kardeşliği kucaklayıcı, barışçı siyasetlere soyunmalıdırlar.
İnsanlık, dinci, ırkçı bölünmüşlüklerden arınıp, her milleti eşit insan
kabul eden, tabiatı ve hayvanları olduğu gibi koruyan evrensel barışı temin
eden bir yaşamı mutlaka kuracaktır.
Her insanın ve canlının buna ihtiyacı vardır.
Takdir sizindir.
Şimdi bu konuda” başlığıyla yayınaldığım bir yazımdan alıntı yaparak,
Ermenilerin nasıl emperyalist sermaye tarafından kullanıldığını gene bir
Ermeninin kaleminden bilginize sunuyorum;
İnternet sitesinin sayfa resmi
Fransız Mandası
Altındaki Kilikya, 1918-1921
Kilikyalı Ermeniler, Soykırım. Savaş, Türk Saldırganlığı, Ermeni
Ermeni Özlemleri, Türkiye Entrikaları ve Fransız Çifte Standartları
Bu raporun diğer bölümlerini okumak için tıklayın.
[GİRİŞ ve FRANSIZCA YÖNETİM]
[ ERMENİ LEJYONU ]
Yazar: Garabet K.
Moumdjian - E-posta
GİRİŞ
Birinci Dünya Savaşı’ndaki Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi sonucu, Küçük
Asya’nın güneydoğu köşesindeki bir Osmanlı bölgesi olan Kilikya, Aralık
1918’den Ekim 1921’e kadar Fransız kontrolü altına alındı. İşgalin ilk
aylarında önce İngilizler ve sonra Fransızlar tarafından 170.000'den
fazla Ermeni mültecinin evlerine geri getirilmesi için gerekli
önlemler alındı. Geri gönderilenlerin çoğunluğu, Türklerin zorla
1915'te Suriye Çölü'ne sürdüğü Kilikyalı Ermenilerdi.
Savaş sırasında Müttefik güçler tekrar tekrar Ermenilere ve
imparatorluğun diğer azınlıklarına, yakında Türk
boyunduruğundan kurtulacaklarına dair güvence verdi. Fransızlar, en azından Kilikya'yı
işgal ettikleri ilk aşamada, bölgeye Ermenileri yeniden yerleştirmeye
çalıştı. Fransızların desteğiyle cesaretlendirilen Ermeniler,
Kilikya'da özerk bir Ermeni varlığı yaratmayı umuyorlardı
30 Ekim 1918'de, İngiliz
Mondros limanına demirlenen İngiliz savaş gemisi Agamemnon, mağlup olmuş bir
Osmanlı İmparatorluğu'nun temsilcileri, aşağılayıcı bir teslim anlaşması
imzaladılar. General Edmund Allenby'nin komutasındaki Müttefik Seferi
kuvvetine karşı Arara (Filistin, Eylül 1918) savaşındaki Türk yenilgisi,
Osmanlı İmparatorluğunu I. Dünya Savaşı'ndan çıkmaya zorlayan önemli bir
etkendi.
Mağlup Osmanlılar, Müttefiklerin barışı korumak için
"stratejik" olarak kabul edecekleri Osmanlı bölgelerinin işgalini
kabul etmek zorunda kaldı. Üstelik, Mondros Mütarekesi'nin 16.
maddesi, diğerlerinin yanı sıra, Adana Kilikya'da yer alan mağlup olmuş Türk
ordusunun, askerlerinin bulunduğu Pozantı-Hacin-Maraş hattının kuzeyine
çekileceğini belirtti.
Buna göre, İngilizler
Adana bölgesini işgal etmek ve halen yapım aşamasında olan son derece
stratejik *Amanos ve Toros tünel sistemine askeri birimler
yerleştirmek durumundaydı.
(*Amanos-Toros Tünel
Sistemi nedir?
Almanların Türk/Osmanlı
demiryollarını yenileme kampanyası gereğince Pozantı ve Osmaniye aralarında Almanlar
ve Türklerin gayretleriyle Toros ve Amanos tünelleri inşa edilmiştir. Amanos
tüneli 36 km’lik bir kompleks olarak Şubat 1917 yılında tamamlandı. Daha zor
olan 54 km uzunluğundaki Toros tünel kompleksi 1918 Ekim ayının başlarında
diğerinden 18 ay sonra tamamlandı. Bu hatlar üzerinde çalışacak 120 demiryolu
buharlı motoru da Almanya tarafından gönderildi. Kaynak; Edward
J.Erickson- Ordered to Die- A History of the Ottoman Army in the First World
War- Ekleyen-Çeviren Alaeddin Yavuz)
[2] Silahları teslim etme anlaşmasından sonra güçlerini
Kilikya'ya ilk gönderen İngilizlerdi. 1916 Sykes-Picot anlaşmasına göre
İngiltere ve Fransa Levant’ı kendi aralarında pratik olarak bölmüşlerdi, bu
anlaşmaya aykırı olsa bile, İngilizler Kilikya’yı elinde tutabileceğini
düşünüyorlardı. [3] Anlaşma, Müttefiklerin zafer kazanması durumunda
Fransa’nın Suriye’yi Kilikya ve Doğu Anadolu ve Mezopotamya’daki diğer
bölgelerle birlikte ele geçireceğini belirtiyordu. [4]
Aralık 1918'in sonlarına
doğru Fransız sivil idaresi Kilikya'da küçük askeri birlikler
kurdu. Ancak, yeterli güç bulunmaması nedeniyle İngilizler bölgede bir yıl
daha kaldı. İngilizler ve ardından Fransızlar, Kilikya'dan sürgün edilen
Ermenileri bölgeye tekrar yerleşmeye teşvik etti. Sonuç olarak,
170.000'den fazla Ermeni mülteci geri döndü.
Ancak, bir yandan
Fransız ve İngiliz müttefikleri arasındaki savaş sonrası rekabet ve diğer
yandan Kemalist istilalar, özerk bir Kilikya'ya yönelik Ermeni özlemlerini
yavaş yavaş yok etti. 21 Ekim 1921'de Fransa, Kemalistler ile Ankara
Anlaşması'nı imzaladı ve Kilikya'yı onlara bıraktı. [5] 1922 Ocak ayına kadar bölge, Kemalist güçlerce
kontrol altına alındı…
KAYNAKLARI
armenian-history.com
ADANA VALİLERİ
Gülhan Slem
07/01/2018 23:50 1427
18.yüzyıl sonlarında ve 19.yüzyıl başlarında Osmanlı devleti güçsüz ve
her tarafta özellikle Çukurova'da otorite yokluğu, soygunlar, küçük isyanlar,
asker kaçakları, vergi toplayamama. Bu ortamda, Çukurova'daki yetkili
idareciler iş göremiyorlar ve sık sık değiştiriliyor. Bu kargaşaya son vermek
için yapılan ve büyük ölçüde başarılı olan Fırka-i
İslahiye harekatından (1865-67) sonra 1867'de Adana il yapılıyor.
Osmanlı İşgal Yıllarına kadar;
1-Adana valileri içerisinde
başarılı olanlarda var, olmayanlarda. Şehir merkezindeki kaçak yapıları gaz
yağı döktürüp yaktıran ve adı deliye çıkan Halil
Paşalar gibileri de.
Halil Paşa, bu nedenle yargılanmış ve beraat etmiş. Onun yakıp açtığı
alana da, sonradan Vali Abidin Paşa, ünlü saat kulesini yaptırmış.
2-Sadrazam Mahmut Nedim Paşa,
1873-75 yıllarında Adana'da görevliymiş.
3-1870-80 arasında 2 yıl
valilik yapan özgürlük savaşçısı, şair ve devlet adamı Ziya Paşa. Fransızca kursları açtırmış, bu kurslara memurları zorla
devam ettirmiş, tiyatro binası yaptırarak eserler oynattırmış. Ayrıca, birçok
okul açma, köprüleri onartma ve ünlü Taş Köprü'ye korkuluklar koydurtma gibi
hizmetleri var. 1880'de 49 yaşında ölen Ziya Paşa'nın mezarı, Adana'daki Ulu
Camii haziresinde. Hazire, etrafı çitle-duvarla örtülü mezar demek. Adına bir
cadde ve de okul var Ziya Paşa'nın Adana'da.
4-Ziya Paşa'dan sonraki vali
Abidin Paşa. Abidin Paşa, dışişleri
bakanlığı da yapmış değerli bir idareci. 5yıl kaldığı Adana'da iz
bırakanlardan biri. Yabancıların ve gayrimüslimlerin Çukurova'daki bereketli
toprakları almalarını önlemek için Anavarza, Yumurtalık, Karataş'a kadar uzanan
1 milyon 100 bin dönümlük araziyi devlet çiftliği yapıvermiş. Bu gün adını
taşıyan caddeyi de, saat kulesini de, erkek lisesini de yaptıran o.
5-Faik Paşa, Devlet
Hastanesi'ni yapıp hizmete açtıran bir vali. 1894'de hizmete giren bu hastane,
sonradan Bahri Paşa tarafından büyütülmüş. Şehrin tanınmış zenginlerinden Arnavut
Salh denen Salih Bosna, bu hastaneye devamlı yardım elini uzatmış. Ayrıca her
gün, ücretsiz olarak kalıp kalıp buzları da gönderirmiş bu hastaneye.
7-1899-1908 yıllarında yani
9 yıl valilik yapan Bahri Paşa,
otoriter, sert ama yapıcı bir kişi. Yollara parke döşetmiş, Girit muhacirleri
için bir mahalle yaptırmış, bazı camileri onartmış. Diğer bıraktığı eserler:
Adana ve kazalarında hükümet konakları, çarşı, okullar, Adana merkezinde sanayi
mektebi, Kuruköprü genişletmesi yapılırken yıktırılmış. Bu gün Atatürk
Parkı'nın bir köşesinde bu çeşmenin aynısı yer alıyor.
Bahri Paşa, bu kadar başarılı olmasına rağmen, şehirdeki bazı eşrafın
örneğin Güçlüler, Paksoylar, Suphi Paşaların, tepkileri sonucu görevden
alınmış, sürgüne gönderilmiş, İşin en acı yanı da, Adana'dan ayrılırken ona
domates fırlatmışlar. Dürüst ve başarılı çalışmanın mükafatı, bu mu olmalıydı.
8-1909'da Adana'da şehri
harabeye çeviren Ermeni isyanı bastırıldıktan sonra, Ağustos ayında Adana'ya
gelen İttihat Terakkinin ünlü Cemal
Paşa'sı. İsyanı çıkaran Ermeniler uğradığı hasarları da ödemiş. Bir de
Ermeni yetimhanesi yaptırmış. Seyhan nehrinin kıyısına setler, Kadirliye bir
köprü, Adana'ya bir öğretmen okulu yapılması da onun döneminde. Bu öğretmen
okulu sonradan Adana Lisesi olmuş.
1918-1921 İŞGAL YILLARI VALİLERİ
1-18 Aralık 1918'de Fransızlar
Adana'ya girdiğinde, vali Hasan Nazım Akyürek. Bu vatansever vali,
Fransızlarla işbirliği yapmamış, onların isteklerine boyun eğmemiş ve Eylül
1919'da istifa edip ayrılmış. Yerine
vekaleten gelen Nihat Paşa (Anılmış) da bu görevde kalmamış, ama halkı
örgütlemiş, sonra Konya'ya gitmiş.
2-Daha sonraki vali Hopalı Esat Bey (Özoğuz) de
Fransızların isteklerini yapmadığından görevden alınmış. 27 Mart 1950'de ölen
Esat Özoğuz, sonraları Rize ve Kars milletvekilliği de yapmış. Vali vekili
olarak atanan Kadı Nazif Efendi de Fransız isteklerini yerine getirmemiş.
3-Milliyetçi, cesur ve iyi
bir idareci olan, yabancı dil bilen, Fransız kültürüne aşina eski ticaret ve
ziraat bakanlarından Mehmet Celal Bey, 2
Kasım 1919'da Adana'ya vali olarak gelmiş. İlk yaptığı iş, vilayetteki
Fransız bayrağını indirmek. Çukurova'da örgütlenmeye, çetelere ve kurulan
Kilikya cephesine al altından yardım eden değerli bir insan. Toroslardaki
tünelleri tahrip etmek isteyen 15 Türkü Fransızlar idama kalkınca, milli
kuvvetler komutanı Sinan Paşa'ya eğer bunlar öldürülürse, bende elimdeki bütün
Fransız esirlerini öldürtürüm diye ültimatom verdirten, akıllı bir idareci
de. Bu ültimatom etkili olmuş, Fransızlar idamdan vazgeçmişler.
Celal Bey'in yaptığı önemli hizmetlerden biri de şu: İstanbul
hükümetinin Kemalist harekatı kınayan fetvasına karşı, Kadirli müftüsüne bir
karşı fetva hazırlatması ve bunu camilerde okutması ve bu fetvada Kuvâ-yi
Milliyecileri öven sözlerin bulunması. Fransızlar, İstanbul hükümetine baskı
yapıp kendisini 20 Mayıs 1920'de görevinden aldırıyorlar. Onunla
birlikte eczacı Basri, Kemal Kusun, Fahri Uğurluda sürgün ediliyor. Bu değerli
vatansever devlet adamının vefat tarihi 1926. Celal Bey, valilikten ayrılıp
gittikten sonra mektupçu Süleyman Çelik, defterdar Tevfik Bey valilik
tekliflerini reddediyorlar.
İş Birlikçi Hain Vali
Abdurrahman Paksoy Son İşgal Dönemi Valisi
4-Bu teklifi kabul
eden 20 Haziran 1920'de vilayet idare heyeti üyelerinden Bağdatlı Abdurrahman (Paksoy). Ne acı ki, bu
zat işgalin son gününe kadar Fransızların emrinde kalmış ve onların her
istediğini yerine getirmiş. Baskı, zulüm, sıkıyönetim ilanı, 9-13 Temmuz kaçkaç
olayı, kaçanların geri dönmemesi halinde mal ve mülklerine el konulacağı
bildirileri. Bütün bunlarda vali olarak onun imzası mevcut. Adana, Fransız
işgali altında olduğu için, 5 Ağustos 1920'de Ankara hükümetinin kararıyla
il merkezi Pozantı'ya alınmış.
Adana Kurtuluş Dönemi
İlk vali de(1) İsmail Sefa Özler.
Daha sonra(2) Nuri Conker ve(3) Serfiçeli Hilmi bey.
20 Ekim 1921'de Ankara anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla Hatay
dışındaki Suriye sınırımız çizildi. Anlaşma uyarınca, Fransızlar 2 ay içinde
yani en geç 20 Aralık 1921'e kadar Çukurova'dan çekileceklerdi. Adana'yı
Fransızlardan devralmak için, yabancı dil ve diplomasi bilen bir bir valiye
ihtiyaç duyuldu. Çünkü, vali Hilmi Bey ve cephe komutanı Sinan Paşa bu iş için
yeterli değildi. Askeri işleri yönetecek Muhittin Akyüz Paşa, diğer sivil ve
diplomatik işler için de eski vali, milletvekili, müsteşar ve içişleri
bakanlığı yapmış olan 1878 Rodos doğumlu Hamit Bey görevlendirildi.
Adana'daki Fransız kuvvetleri komutanı general Dufie, teslim tarihinden
çok önce vali Bağdatlı Abdurrahman 'ı da
yanına alarak Adana'yı terk etti.
5 Ocak'ta şehir artık Türklerin
elindedir. Devir teslimde herhangi tatsız bir olay yaşanmamıştır. 8 Ocak'ta
Hamit Bey Adana valisidir. Cesur,
mert, onurlu, özü-sözü doğru, boyun eğmeyen bir kişilik. Lakabı da deli Hamit.
Bu vali, sonradan görevden alınır, 1926'da İstiklal Mahkemesi'nde yargılanır,
beraat eder. Vefatı 1928'de.
Sonraki vali General Refet Bele
(1922-23).
Cumhuriyetin ilk valisi de (1923-25) milletvekilliği, CHP sekreterliği,
çeşitli bakanlıklar yapan değerli bir devlet adamı Hilmi Uran.
Mustafa Reşat Mimaroğu
(1925-27), Reşat Bey mahallesini kuran kişi.
Müştak Hilmi, Vehbi Demirel,
Süleyman Mümtaz ve disiplinli, Adana'da kumara külhanbeyliğe, hırsızlığa
son verdiren ünlü bir vali Tevfik Hadi
Baysal.
Sonraları Faik Üstün
(1939-1942).
Milletvekilliği ve başbakan yardımcılığı da yapmış olan Akif İyidoğan (1942-1946).
Zühtü Durukan (1946-50),
Ahmet Kınık (1950-53), Cemal Dinç
(1950-55), Kazım Arat (1955-57), Hilmi İncesulu (1957-59 sonradan
milletvekili ve bakan).
Turan Kapanlı (1959-60 sonra
milletvekili ve bakan), Gafur Soylu
(1960), Mukadder Öztekin (1960-66 sonraları milletvekili ve bakan), Ömer Lütfi Hancıoğlu (1966-70), Ali Rıza
Aydost, Osman Meriç (1971-72), Nezih Okuş (1972-73), Alaattin Özkiper
(1974-75), Lütfi Fikri Tuncel (1978-79), Hayri Kozakçıoğlu (1980-83
sonradan milletvekili ve bakan), Erdoğan
Şahinoğlu (1981-88), Feyzi Yetkiner (1988-89), Recep Birsin Özen (1989-1992),
Bekir Akyüz (1992-1993 sonradan milletvekili ve bakan), Naci Parmaksız (1993-95), Sami Durukan (
vekil 1995-96), Oğuz Kağan Köksal (şimdi Emniyet Müdürü), Kemal Önal (Ankara
valisi), Cahit Kıraç (İzmir valisi).
1972'de Adana'ya geldiğim zaman, vali Nezih Okuş'tu. Kendisini mülkiyede basketbol oynadığı zamanlardan
beri tanırdım. Çok iyi bir dostluğumuz oldu. Aynı dostluk, Erdoğan Şahinoğlu, Lütfü Fİkri Tuncel, Recep Birsin Özel ve Naci
Parmaksız'la da.
Valilerin hepsi devletin valisiydi. Ama 1980 darbesi öncesi, anarşinin
zirveye tırmandığı günlerdeki iki vali,
Tahir Gençağa (1978-79) ve Aydemir Ceylan (19.02.1979 - 10.11.1979) için aynı
şeyi söyleyemeyeceğim. Onlar, siyasal bir görüşün ve bir partinin
elemanlarıydı sanki. Aynı görüşteki emniyet müdürü Cevat Yurdakul'un öldürülüşü de Aydemir Ceylan'ın vali olduğu günlerde.
Görülüyor ki Adana'ya seçme ve değerli valiler gönderiliyor. Aralarında daha
sonra müsteşarlık, daha büyük illerin valiliği, milletvekilliği ve bakanlık gibi
önemli görevlere gelen birçokları var. Bu tablo gurur verici. Hizmeti dokunan
tüm valilere saygılarla...
KUTLANMAYAN CUMHURİYET BAYRAMININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
29. Ekim.1923’de ilan edilen cumhuriyetimizin sözde seksen
sekizinci yılı kutlanacaktı. Önce törenlerin bir kısmının Dağlıca baskınında
verilen 26 şehidin anısına iptal edildiği açıklandı ardından gelen Van depremi
bahane edilerek de tümü iptal edildi.
AKP hükümeti ve onun seçtiği cumhurbaşkanı, kendilerini
iktidara getiren bu Cumhuriyete karşı allerjilerini gene gösterdiler.
Ama halk buna uymadı ve yurdun hemen hemen her yerinde bir
şekilde halk onlara katılan bazı siyasiler ile birlikte cumhuriyete sahip
çıktılar.
İstanbul barosu oldukça anlamlı bir açıklama yaparak bu
iptal kararından duydukları endişelerini dile getirdiler. Açıklama aynen
şöyledir;
“Türkiye’yi 1923’ün
kuruluş felsefesinden koparacak, çağdaş demokrasi ölçütlerinden yoksun
bırakarak ulus devlet olmaktan çıkaracak bir hukuk metni sivil anayasa
söylemleriyle toplumun önüne konulmaya çalışılmaktadır. Milli Kurtuluşun önderi,
Cumhuriyet’imizin kurucusu, çağdaş Türkiye’nin mimarı Atatürk, devletin kuruluş
felsefesinden çıkarılmaya ve toplumsal bellekten silinmeye çalışılmaktadır.
Bunun Cumhuriyet’le topyekûn bir hesaplaşma anlamına geldiği anlaşılmalıdır.
Ulusumuzun kendisini millet olmaktan çıkarıp yeniden tebaa haline getirmeye
yönelik girişimlerin ayırdına varacak demokratik olgunluk içinde olduğundan
kimsenin kuşkusu olmamalıdır.”
SevrHaritası
Peki, ülkemizde meydana
gelen yukarıda mazeret gösterilen olaylar bir şekilde yas tutmayı gerektirmiyor
mu?
Bizler neden bu “yasa” katılmıyor da cumhuriyetin bekasından
kuşkuya düşenlerin içinde bulundukları endişeleri neden hissediyoruz?
Dağlıca baskınında şehit edilen askerlerimiz cumhuriyetin
bekası ve devletin varlığı için yaptıkları görevleri esnasında şehit
edildiklerinden cumhuriyet bayram törenlerinin iptaline gerekçe olamazlar ve
hatta onları şehit eden terörün kınanması ve terörü coşturan AKP iktidarına
halkın tepkilerinin sergilenmesi de gerekirdi.
AKP’nin ve seçtiği cumbabanın “iptal gerekçesinde” aslında
bu korkunun yattığı apaçıktır.
Gelelim Van depremine.
Depremde hasar gören ve yıkılan evlerin çoğunun 1999 Deprem
yönetmeliğinden önce inşa edilmiş binalar olduğu hükümet yanlısı basın yayın
organlarınca vurgulanırken televizyon kanallarında en yoğun ölümlerin yaşandığı
binaların AKP iktidarı döneminde inşa edilen binalar olduğu vurgulanmakta,
inşaat firması sahiplerinin “tek çatlak olmayan” kendi villalarında utanmadan Kızılay
çadırı kurarak içinde kaldıkları görüntüleri, son olarak boşbakanın “iktidarımız mal olsa
bile çürük binaları yıkacağız” açıklaması onun ne kadar vatansever olduğunu
değil, aksine toplanan deprem vergilerini milleti kandırmak için kullandığı
“duble yol” ve makarna, poşet dümenine harcadıklarının ve de “deprem için hiçbir şey yapmadıklarının”
dosdoğru itirafıdır.
AKP hükümetinin depremi suistimal eden Kürtçülük eylemleri
karşısında “acizlik” göstermesi hiçbir mantıkla izah edilememektedir.
Deprem felaketini, halkı
devlete karşı “yardım gelmedi, yardım edilmiyor” izlenimi yaratılarak
kışkırtarak provoke etmek isteyen BDP ve PKK gibi örgütlerce, evi yıkılan da
sağlam olan da çadır olayı derdine düşürülmüştür.
Bu provokasyon eylemleri kapsamında, yardım götüren bütün
kara nakil vasıtalarının otoyollarda, şehir yakınlarında ipsiz sapsız
kimselerce yağmalanması engellenememiştir, engellenmemiştir.
Nakliyeci araç şoförleri getirdikleri yardım mallarını resmi
hiçbir makama teslim edememeleri yüzünden yardımı gönderen kişi ve kurumlara
hesap vermekte çözümsüz dertlere düşürülmüş, gösterilen toplanma merkezlerinde
de yardım bekleyen halk da bir türlü ulaşmayan yardımlar yüzünden devlete karşı
kızgınlık içine düşürülmüştür.
|
Bütün çabalar bu harita için |
Cumhuriyeti tasfiye
edecek ve Yezidi- masonik sapık bir tarikat yorumu olan Nurculuğun devlet
olanaklarıyla halka “İslam” olarak
tanıtılıp kabul ettirilmesini takiben
devleti özerk tampon kantonlara böleceği önceden bilinen yazılan yeni AKP Anayasa çalışmalarının ardından bölünme
olaylarına bu deprem rezaleti ile hükümet zemin hazırlıyor görüntüsü içindedir.
1915’lere kadar
Ermeni çeteleri ile birlikte Osmanlı askerini arkadan vuran Kürt Yezit
aşiretleri ve Süryanilerin 1915-17 arasında Gürcistan’a kaçtıkları ve kurtuluş
savaşı boyunca da yerleştirildikleri Tiflis ve Batum göçmen kamplarından
ellerine silah verilerek Tokat’tan Adana’ya, Diyarbakır’dan Yozgat’a çıkarılan
Ermeni isyanlarına gönderilmişlerdir.
“Müslüman olduk”
diyerek tehcirden kurtulan bazı asiler de bulanık hava ortamında bunlara
katılmışlardır.
Ayrıca,1917’ye kadar geçen zaman içinde imparatorluğun
Suriye’den başlayarak diğer güney bölgelerine tehcir (göç) ettirilen Ermeniler
de, 19 Eylül 1918’de Osmanlının bozguna
uğradığı Nablus Bozgunu, Nablus Yarması, Megiddo Muharebesi*1, İngilizlerin de
Armageddon Savaşı, Megiddo Savaşı adlarıyla tarihe geçmiş ve 30 Ekim 1918
Mondros Mütarekesine neden olan yenilgimizin ardından bölgeye İngilizlerin
hakim olmasıyla gün doğuyordu.
Bu savaşın cephelerinden birisi olan Filistin’de Ara (Arara)
Vadisi savaşında Osmanlı ordusu Fransız ordusunda “Ermeni Lejyonu” adıyla
anılan ve Ermenilerden oluşturulan lejyonerlere buradaki savaşı 19 Eylül
1918’de kaybetmiş ve Ermenilerin aşırı cesaretlenmelerini sağlamıştı.
İngiltere ve Fransa arasındaki anlaşma sonucunda İngilizler
sadece Adana’da kuvvet bırakmışlar ve Suriye dahil Klikya (Adana-Hatay bölgesi)
havalisini Fransızlara teslim etmişlerdi.
İşte bu olayın
ardından, I.ve II.Haçlı Seferleri
(1099-1199 arası) ile kurulmuş ve 1375’lerde ömrünü tamamlamış olan
Klikya Ermeni Krallığını kurma vaatlerine dayalı olarak işgal kuvvetlerinin yaptığı çağrıları sürgündeki Ermenilerden
178.000’inin bölgeye tekrar gelerek yerleşmelerini sağlamıştı.*
İşte tehcir edileninden kaçanına bütün hain ve
işbirlikçilerin geriye döndükleri bu kara günlerde “Haçlı Zaferleri” çığlıkları
altında Türk ve Müslüman kıyımı tekrar başlatılmıştı.
1778 Küçük Kaynarca
Antlaşmasından itibaren askere alınmayan gayrimüslüm azınlıkların nüfusları
1918 I.Dünya Savaşı yenilgisine kadar hızla artmış, batılı misyonerlerin
kiliselerden topladıkları bağışlarla zenginleştirilmiş, savaşlarda ölen eşleri
yüzünden erkeksiz kalmış kadınları ve köylülerin malları bunlarca yağmalanmış
böylece türedi zengin bir gayrimüslüm sermaye doğmuştur.
Zenginleşen gayrimüslüm cemaat batının bunları devlet
hizmetlerinin başında görmek için yaptığı baskılar sonucu devlet bürokrasisi
Osmanlı’nın çöküşüne kadar bunlara teslim edilmiştir.
11 Kasım 1938 İsmet
paşa iktidarı ve 14 Mayıs 1950 Adnan Menderes iktidarı cumhuriyete İngiliz,
Fransız, Amerikan çıkarlarına hizmet için Osmanlı ve genç Türkiye Cumhuriyetine
savaş vermiş işbirlikçi feodal Yezit Kürt aşiret reislerini iktidar etmiştir.
Aslında bütünüyle İngiliz ve Amerikan makamlarınca ordunun
başına getirilmiş, emirleri yurt
dışından alan cuntacı yapılanma sözde “cumhuriyet rejimine bekçilik” ettiği
bahanesi ile yaptığı darbeler ile ülkenin bağımsızlığı, özgürlüğü, vatandaşın
demokratik özgürlüklerini daha ileri düzeye taşımak için mücadele veren herkesi
sindirmiştir.
Gün bu gün “Cumhuriyet
Bayramı Törenlerinin iptali” konusunun egemen olduğu bu günde CHP’nin
başındaki Kemal Kılıçdaroğlu’nun eşi basına
bir mülakat veriyor ve eşinin ailesinin “Cumhuriyet
rejimine” karşı İngiliz-Fransız destekli Kürt isyanlarının bastırılmasının
ardından çıkarılan 1937-38 Dersim isyanlarında “40” kırk kadar akrabasının
devletçe öldürüldüğünü açıklayarak cumhuriyete adeta geçmişten, Atatürk’ten hesap sormaktadır.
Adı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) olan meclisimizi
oluşturan siyasi partilere baktığımızda Osmanlı’yı
yıkan bu gayrimüslüm yapılanmanın TBMM’yi oluşturduğunu görmemek için insanın
kör ve cahil hatta “körcahil” olması gerekir.
Bir yanda terör örgütünün siyasi kanadı olan BDP, diğer
yanda Dersimlilerin idaresinde bulunan CHP, iktidarda Cumhuriyete karşı
çıkarılan 26 Kürt isyanının sorumlusu olan aşiret reisleri ile şıh ve pirlerin
nesilleri ile dönme Ermeni, Süryani, Rum, Arap ve Yezit Kürtleri barındıran
AKP.
TBMM, yüzyıllardır batılı Haçlı devletlerinin korumasında
palazlanmış, Osmanlı’yı yıkmış, Atatürk’ü öldürmüş işbirlikçilerinin doluştuğu
bir merkez haline gelmiş olduktan sonra Cumhuriyet Bayramı törenlerinin
iptaline şaşırmamak gerekir.
Aksine 2011’den itibaren cumhuriyetin ve devletin
tasfiyesini de beklemek gerekir.
İptal kararını veren Siirt’li cumbaba Abdullah Gül’ün
annesinin adının bile 12.yy. da Kürt Yezitlik dinini kuran, kendisini
Hakkari’nin tansısı Tavus, Şeytan ilan eden Kürt tanrısı Şeyh Hadi veya Adi’nin
adından türetilerek “Adeviye Dini” adı
ile bilinen bu dinin adını taşıması, soyadının da Gül Yahuda, Gül Haç’tan gelen
“GÜL” olması, Cumhurbaşkanı olur olmaz İngiliz Sadakat nişanı ile
ödüllendirilmesi sizce bir şey ifade etmiyor mu?
Ya başbakanın bütün İsrail karşıtı söylemlerine rağmen
İsrail karşıtı faaliyetleri karalama örgütünden “Cesaret madalyası almış olması
ve Malatya’ya NATO=ABD radarlarını kurması size bir şeyler fısıldamıyor mu?
Bence bu ülkenin sadece adı “Türkiye” olup devlet
mekanizması tamamen haçlıların ve işbirlikçilerinin elindedir Türk olan halkı da Nurculuk v.b. bir takım
tarikatlar ve yeni dinlerle farklı etnik gruplara ait oldukları
şartlanmaktadır.
Kavimler Kazanı adını
verdiğim Anadolu yüzyıllardır Türklerin eritildiği bir “Türk Eritme Kazanı”
haline gelmiştir.
İyi erimeler Türk
milleti!
Adilyargic/
Keykubat
*1- Armageddon Savaşının da bu Megiddo denilen yerde çıkacak
bir savaştan çıkacağı İncil’de geçmektedir.
TAYYİP ERDOĞAN VE ÇOCUKLARININ ASKERLİK DURUMLARI
02-5.2012 Savaş Kararı Veren
Asker Kaçağı Başbakanlar yazımdan alıntıdır;
Menderes’in de askerlik
yapmadığını tespit ettiğimden başlık böyle konulmuştur.
2002 Model Menderes
RE.T.E’nin Özellikleri;
RE.T.E, 03 Kasım 2002’de
hükümete geçtiği için bu deyimi kullandım.
Adnan MENDERES’ten 42
yıl sonra ülkemizin başbakanı olan Recep
Tayyip Erdoğan’ın da askerliği tartışma konusudur. Bir iki kişi dışında onunla
askerlik yaptığını hatırlayan insanın olmaması, başbakanın kendisinin
fotoğraf albümlerinde birisi Tek Tip denilen çarşı elbisesi bir de eğitim elbisesi
ile çekilmiş iki fotoğrafı dışında resminin olmaması hayli ilginçtir.
26 Şubat 1954 doğumlu Recep Tayyip Erdoğan’ın olağan haliyle 1974’de
askerlik yapması gerekirken 1982’de askerlik yapması daha da ilginçtir.
Benim bildiğim üniversite nedeniyle en fazla “26” yaşına kadar
askerlik ertelenebilmekteydi, doktora ve mastır eğitimlerine katılan Üniversite
öğrencileri ise 28 yaşına kadar erteleyebiliyorlardı.
Başbakanın herhangi bir mastır ve doktorası olmadığına göre
1982’de “28” yaşında askere alınması da hayli ilginçtir.
Ektir;
"Bu konuyu 11 Eylül 2012 günü Ulusal Kanal'da Teoman Alili
ile birlikte program yapan eski Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı
olan Zekeriya Beyaz Hoca açıkladı.
Durum şöyleymiş;
Fatih İmam Hatip Lisesini "futbol düşkünlüğü" nedeniyle
çift dikiş le veya çok zayıf karneyle bitirmiş ve Fatih Belediyesine topçu
olarak girmiş ama "Muhasebeci" olarak maaş almaya başlamış.
1954 doğumlu olan RE.T.E efendi, 1974'de Kıbrıs Savaşının
patlayacağını gören Yahudi yakınlarının telkinleriyle olsa gerek
1973 yılında İstanbul Eminönü ilçesinde bulunan İstanbul
Üniversitesi'nin arka taraflarında bulunan Soğanağa mahallesinde günümüzün açık
öğretimini andıran İktisadi
İdari İlimler Yüksek okulu adlı devam mecburiyeti olmayan bir
"Yüksek Okul" a
girmiş ve bu okuldan sekiz yılda yani 1981 yılında mezun olmuştur.
Not; Bu yazıdan yıllar sonra bu okulun “3” yıllık olduğu aşağıdaki
yazar tarafından da yazılmıştır. Üç yıllık okulda hiçbir idare “8” yıl
öğrencilik yaptırmaz. Erdoğan’ın Lise mezunu olduğunu iddia ettiği 1973’lerde, hatırladığım kadarıyla Lise
mezunları zaten yedek subay olarak askerlik yapıyorlardı. Bu gerekçeyle
1976’ya kadar Ortaokulda bile üç yıl subay şapkası ile okula gittim. Bize
Ortaokul mezunlarının yedek subay askerlik yapacağı söylenirdi, aklımda böyle
kalmış. Yani, Erdoğan’ın askerden kaçması için bir neden yoktu. Yoksa o aptal
asker şapkasını 13 yaşında çocukların kafasına geçirmenin bir mantığı yoktu.
Ben, 12 Eylül 1980 darbe gecesi toplanıp, askerliğini yapmamış
olan herkes istisnasız asker ocaklarına teslim edildi ve kimse bu görevden
kaçamadı.
1981’de Üniversite bitirdi, 1982’de “yedek subay” asker oldu işi
hiç mantıklı değil. Kıbrıs harbine gitse yedek subay olacaktı. Sekiz
yıl gitmeyince asker kaçağı olur o zaman kimse de yedek subay askerlik
yaptıramaz bir adama. Fakülte mezunu da olsa asker kaçağı yedek subay yapılmaz.
Erdoğan'ın askerlik belgesini yayınladı ve...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın hayatıyla ilgili yazdığı kitaplarla adından söz ettiren Ergün
Poyraz, Erdoğan'a ilişkin yeni belgeler yayınladı.
30.09.2015 16:47 Karakter
boyutu :
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın hayatıyla ilgili yazdığı kitaplarla adından söz ettiren Ergün Poyraz,
Erdoğan'a ilişkin yeni
belgeler yayınladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın askerlik belgesini ve sigorta sicil geçmişini yayınlayan Poyraz,
"askerliği de şaibeli 'kantin subayıydım' diyordu. Teskere
belgesinde 'takım komutanı' yazıyor. Üstelik askerken Coşkun sucuk da
bile çalışmış" dedi. Poyraz "sucukçu da çalışan asker. Bölük
komutanının da soyadı Erdoğan, ne tesadüf, üstelik askerlik yaptığı yerde
evinin yanı" diyerek belgeleri paylaştı.
İşte Ergün Poyraz'ın paylaştığı o
belgeler:
Poyraz geçen günlerde de
Erdoğan'ın üniversite diplomasını yayınlamış, kamuoyunda yayınlanan diplomayla
farklılıklara değinmiş ve Erdoğan'ın üniversite diplomasının sahte olduğunu
iddia etmişti.
Oğul
Erdoğan'a çürük raporu
İşçi Partisi'nin yayın organı olarak bilinen Aydınlık,
Başbakan Erdoğan'ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan'ın 'kuşkulu' bir çürük
raporuyla askere gitmediğini yazdı.
Aydınlık'ın son sayısında yer alan iddiaya göre Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan, aldığı çürük raporuyla
askere gitmedi. Dergide yer alan iddiaya göre Burak Erdoğan 2000 yılında
Kasımpaşa Deniz Hastanesi'nden aldığı raporla çürüğe ayrıldı.
Aydınlık'ın iddiasına göre Ahmet Burak Erdoğan dönemin Baştabibi Tuğamiral
A.Vehbi Alpman'ın imzaladığı rapora dayanarak askerlik görevinden kaçtı.
Haberde, raporda Burak Erdoğan'ın testis kanseri tedavisi gördüğü bilgisinin
yer aldığı ancak Erdoğan'ın böyle bir tedavi gördüğüne dair herhangi bir
bilgiye ulaşılamadığı iddiası da yer alıyor.
EN SON HABER
Erdoğan'ın
oğlu kanser değil
Başbakan'ın büyük oğlu Ahmet
Burak Erdoğan'a 'askerliğe elverişsiz raporu' veren emekli Tuğamiral, Erdoğan'ın
'testis kanseri' olduğu iddialarını yalanladı
Aydınlık dergisindeki haberde Başbakan Erdoğan'ın büyük oğlu
Ahmet Burak Erdoğan'ın Kasımpaşa Deniz Hastanesi'nden "testis
kanseri" teşhisiyle rapor aldığı ve askere gitmediği öne sürüldü.
Erdoğan'ın belirtilen tarihlerde "Askerliğe elverişli değildir"
kararı aldığını doğrulayan Alpman, "Ama söz konusu derginin yazdığı gibi o
tanıyla değil.
Tanının ne olduğunu etik davranmak adına, hasta haklarına
gösterdiğim saygı gereği söyleyemem. Testis kanseri teşhisi ve yorumu yanlış.
Böyle bir teşhis yok" diye konuştu. Erdoğan ile ilgili yapılan işlemlerde
en ufak bir hata ve yanlışlık bulunmadığını anlatan Alpman, "Tüm
değerlendirmeler bilimsel olarak titizlikle yapıldı. Verilen karar kesinlikle
doğru ve yasaldır. Konulan teşhisin kanserle alakası yok. Tanı konusunda hiçbir
şey söylemek durumunda değilim, raporun
hangi branşta verildiği konusunda da bir şey söylemeyeceğim" dedi.
İddianın nasıl ortaya çıktığı konusunda bir bilgisinin olmadığını anlatan Alpman, Erdoğan'ın raporunu yazan doktor
arkadaşına da güveninin tam olduğunu ve tüm işlemlerin yasaların emrettiği
şekilde yapıldığını kaydetti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın büyük oğlu
Ahmet Burak Erdoğan'ın "testis kanseri olduğu ve rapor alarak askere
gitmediği" yönündeki iddialara, raporu veren Kasımpaşa Deniz Hastanesi'nin
eski baştabibi emekli Tuğamiral Arif Vehbi Alpman cevap verdi. Alpman, "'Askerliğe elverişsizdir' raporu aldı, ama
konulan teşhisin kanserle alakası yok" dedi.0
ERDOĞAN’IN
BİR OĞLU ÇÜRÜK BİR OĞLU BEDELLİ ASKER
“Askerlik yan gelip
yatma yeri değildir” sözünü hemen hatırlayacaksınız. Tayyip Erdoğan, bölücü
teröre kurban verdiğimiz şehitlerle ilgili haberlerin yoğunlaştığı günlerde
sarf etmişti bu sözleri. Erdoğan’ın bu sözleri şehit cenazelerinde büyük
tepkiye neden olmuştu. Şehit cenazelerinde “Tayyip oğlunu askere gönder” dövizleri açılmıştı.
İşte Tayyip Erdoğan şimdi küçük oğlunu askere gönderiyor.
Ama bir farkla… Bedelli olarak. Büyük oğul Burak Erdoğan’ın da askerlik
yapmamak için aldığı çürük raporuyla ilgili yoğun tartışmalar olmuştu.
“Askerlik yan gelip yatma yeri değil”.
Bu sözlerin sahibi, bu ülkenin Başbakanlık koltuğunda oturuyor. Peki çocukları
ne yapıyor?
Recep Tayyip Erdoğan’ın küçük oğlu Bilal, aslanlar gibi askerlik yapacak! Burak
Erdoğan, 5 bin Avro’ya vatan borcunu ödeyecek. Bir de üstüne 21 gün askerlik
yapacak.
Bilal Erdoğan’ın vatani görevi 3 Temmuz’da başlıyor.
Erdoğan’ın diğer oğlu da aldığı bir raporla askerlik yapmamıştı.
Recep Tayyip Erdoğan’ın bir diğer oğlu da 1979 doğumlu Burak…
Burak 2000 yılında hastalığını bahane ederek çürük raporu aldı ve askere
gitmedi.
Burak Erdoğan’ın hastalığı ise
testis kanseri olması. Ancak uzmanlar bu hastalığın
askerlik görevini yapmasını engellemeyeceğini belirtiyor. Çünkü,
asker adayının çürük raporu alabilmesi için
iş görme gücünün yüzde 60’ını yitirmesi gerekiyor. Maşallah Burak
sapasağlam… Fazlasıyla iş görüyor. Kamuoyu Burak’ı gemicikleriyle tanıyor…
Şehitlerimize “kelle” diyerek şehit
ailelerinin açtığı davada 3 kuruşa mahkum olan Tayyip Erdoğan, anlaşılan
şehit ailelerinin ‘
Tayyip oğlunu askere
gönder’ çağrılarını dikkate almış; küçük oğlunu bedelli de olsa askere
gönderiyor.
ulusalkanal.com.tr
http://gizlibelge.wordpress.com/…/erdogan-familyasindan-bu…/r
adikal.com.tr
Bilal Erdoğan'ın 21 günlük askerliği başladı
Bilal Erdoğan'ın 21 günlük
askerliği başladı
01/07/2009 00:00
Başbakan'ın oğlu Bilal Erdoğan, Burdur 58. Piyade Er Eğitim
Alay Komutanlığı'na teslim oldu
BURDUR - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan, vatani görevini
yapacağı Burdur 58. Piyade Er Eğitim Alay Komutanlığı’na teslim oldu. Erdoğan’ı
asker ocağına, AKP Burdur Milletvekili Bayram Özçelik ile aile dostları Mustafa
Gündoğan getirdi.
Washington’da bankacı olarak çalışan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın küçük
oğlu Bilal Erdoğan, 21 gün yapacağı döviz bedelli askerlik için Burdur’a
geldi.
Bilal Erdoğan’a Burdur’a gelişinde bir koruma aracı eşlik etti. Erdoğan,
araçtan inmeden önce son kez cep telefonu ile konuştu. Birliğine teslim olmadan
önce basın mensuplarına açıklama yapan Bilal Erdoğan, "İşte biz de
görevimizi yerine getireceğiz. Bildiğiniz gibi dövizli askerlik görevimizi
yerine getirmek için buradayız. Çok teşekkür ediyorum" dedi.
Bu arada bir asker yakını Erdoğan’a asker cüzdanı hediye etti. Erdoğan, birçok
asker yakını tarafından da sevgi ile karşılandı.
Erdoğan’ın askere geleceğini öğrenen basın mensuplarının üç gündür tuttuğu
nöbet de sona ermiş oldu. Bilal Erdoğan’ın da aralarında bulunduğu bedelli
erlerin 10 Mayıs Cuma günü yemin etmesi bekleniyor.
http://www.radikal.com.tr/turkiye/bilal-erdoganin-21-gunluk-askerligi-basladi-943123/
Bilal Erdoğan neden bedelli askerlik yaptığını açıkladı!
CNN Türk'te Ahmet Hakan'ın sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Bilal Erdoğan neden bedelli askerlik yaptığını açıkladı. Bilal Erdoğan babasının "Bu hakkını kullanmalısın" dediğini söyledi.
GÜNDEM , 03 Ekim 2019 Perşembe, 19:11
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan, dün CNN Türk ekranında Ahmet Hakan'ın sorularını yanıtladı.
"CUMHURBAŞKANI OLDUĞUM İÇİN YARARLANMIYORSUN"
Bilal Erdoğan neden bedelli askerlik yaptığını açıkladı. Erdoğan, babası Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın " Sen bu haktan Cumhurbaşkanı olduğum için yararlanmıyorsun; yaklaşık 9 yılını ABD'de geçirmiş olan, üç yıldan fazla orada sigortalı çalışan birisin, bu hakkını kullanmalısın' dediğini aktardı.
"BU HAKKINI KULLANMALISIN"
Bilal Erdoğan "Başbakan'dı o zaman. Dedim ki 'Er olarak gideyim, ne dersiniz? ' Arkadaşlarımıza sordum, en son Cumhurbaşkanımıza sordum. Bana 'Hakkını kullan. Sen bu haktan Cumhurbaşkanı olduğum için yararlanmıyorsun; yaklaşık 9 yılını ABD'de geçirmiş olan, üç yıldan fazla orada sigortalı çalışan birisin, bu hakkını kullanmalısın'" dediğini söyledi.
http://www.bursahakimiyet.com.tr/haber/bilal-erdogan-neden-bedelli-askerlik-yaptigini-acikladi-311064.html
Erdoğan’ın Anne Tarafından Dedesi Sarıkamış Şehidi
mi?
KAYIP SİCİL
Erdoğan’ın Çalınan Dosyası
Soner Yalçın©
Soner Yalçın, 2014
© Kırmızı Kedi Yayınevi, 201
Hadi diyelim, Başbakan Erdoğan’ın baba tarafı karışık, ya
anne tarafı?
Recep Tayyip
Erdoğan, 8 Ocak
2011’de Sarıkamış şehitleri
için yapılan kardan heykellerin
açılışını gerçekleştirdikten sonraki
konuşmasında “Dedem Kemal Mutlu burada şehit düştü”
dedi!
“Büyük dedem, Rize Güneysulu
Kemal Mutlu, burada, Sarıkamış’ta şehit düşerek Hakk’ın
rahmetiyle kucaklaştı. Derlerdi ki:
Tüfeğine sarılı olarak, donarak
şehit olduğunu gördük ve adeta gözlerindeki soğuğun verdiği gözyaşları buz
damlacıkları gibi, damlamış halde şehit olmuş.”
(9 Mayıs 2008, Sabah)
Kemal Mutlu,
Erdoğan’ın annesi Tenzile tarafından büyük dedesi.
Şehit miydi?... Kaynaklara bakalım...
Milli Savunma
Bakanlığı’nın Şehitlerimiz adlı beş ciltlik yayınında, Sarıkamış
Şehitleri’nin yer aldığı 1. Dünya
Savaşı kategorisinde 276 Rizeli
şehidin ismi var. Sarıkamış Harekâtı’nda şehit
olan Rizeliler arasında “Kemal Mutlu” diye bir isim yok…
Bu arada:
1914 yılının son günlerinde
gerçekleşen Sarıkamış Harekâtı sırasında
Soyadı Kanunu henüz çıkmamıştı. Yani, o yıllarda “Mutlu” diye bir soyadının olması mümkün değil. İlgili kanun tam 20
yıl sonra, 1934 yılında yürürlüğe girdi.
Karışık bir konu...
Kaynak; chromeextension://oemmndcbldboiebfnladdacbdfmadadm/http://www.okumedya.com/soner-yalcin-kayip-sicil.pdf
Erdoğan’ın Lise, Üniversite ve Askerlik Dönemleri ile Diploma Sorunsalı
Bu yazı, çeşitli gazete, sosyal medya ve bloglarda
yayımlanan yazılardan alıntıdır.
Yayımlandığı bazı ortamlarda Gökçe
Fırat, bazılarında Turan Akıncı yazıları yazıyor.
Biz, bu önemli yazıyı sadece tarihe not düşmek ve arşivlemek amacıyla buraya
alıyoruz.
Hiç bir şeyi ispat etmek veya suçlama niyetinde değiliz,
sadece bu yazıdaki soruların kafamızı kurcalayan sorular olduğunu ve
cevaplandırılması gerektiğini düşünüyoruz.
İşte o yazı:
___________________________________________________
Tayyip Erdoğan’ın diploması yine
gündemde.
Yani olmayan diploması.
Diploma meselesinin önemi büyük.
Çünkü diploması yoksa, cumhurbaşkanlığı düşer, hatta düşmekle kalmaz, hiç
cumhurbaşkanı olmamış kabul edilir.
Attığı her imza geçersiz olur, yaptığı tüm atamalar düşer, hatta onayladığı
hükümet bile otomatikman düşer.
Dokunulmazlığı kalkar.
Silivri’yi boylar!
O kadar kritik bir konu yani.
İlkokul
İsterseniz Tayyip Erdoğan’ın eğitim hayatına daha yakından
bir göz atalım.
26 Şubat 1954 doğumlu.
Kasımpaşa Piyale Paşa İlkokulu’nu 1965’te bitirmiş.
İlkokul Eylül ayında başlar. Yani 6 yaşında okula başlamış olsa 1960 yılının
Eylül ayında ilkokula kayıt yaptırır.
1960-61, 1961-62, 1962-63, 1963-64, 1964-65 dönemlerinde okula devam eder.
Kayıpsız bir şekilde mezun olur.
Hiç belli etmiyor deseniz de demek ki ilkokul diploması var!
Ortaokul-Lise
1965’te ilkokulu
bitirdikten sonra İstanbul İmam Hatip
Lisesi’ne giriyor.
O yıllarda orta kısım 4 yıl, lise kısmı
ise 3 yıl, toplamda 7 yıllık eğitim veriyor.
1965-66, 1966-67, 1967-68, 1968-69 dönemlerinde orta kısım 1969-1970, 1970-71,
1971-72 yıllarında lise kısmı.
Yani Tayyip Erdoğan’ın 1972 yılında İstanbul İmam Hatip
Lisesi’nden mezun olması gerekir.
Ama 1973’te mezun olmuş!
1 yıllık bir kayıp var, acaba Tayyip Erdoğan 1 yılı tekrar mı etti?
Yani sınıfta mı kaldı?
Lise yıllarında pek başarılı bir öğrenci olmadığını zaten arkadaşları da
aktarıyor.
Süleyman Demirel’den
Turgut Özal’a kadar, tüm devlet liderlerinin ilkokul karnelerine kadar,
aldıkları tüm notları biliyoruz.
Öyle ki Osmanlı döneminde okuyan Mustafa Kemal’in bile okul sicilleri,
karneleri, ders notları elimizde.
Ama Tayyip Erdoğan’ınki yok!
Neden?
Kasımpaşa Piyalepaşa İlkokulu veya İstanbul İmam Hatip
Lisesi, böylesine önemli bir mezun verdiğine göre, o talebenin tüm sicil
defterini, karnelerini, okul notlarını, çerçeveletip okul girişinde neden
sergilemez?
Biz cumhurbaşkanımızın ortaokul veya lisede sınıfta kalıp kalmadığını bile
bilemiyoruz!
Üniversiteye nasıl
girdi?
Aslında bu lise son sınıf devresinin üzerinde durmak gerek.
Çünkü o iki yıl çok kritik.
12 Mart dönemi.
1971-73 arası.
Artık lisede reşit bir öğrenci.
1973’te İmam Hatip’ten mezun oluyor ama üniversiteye girme hakkı yok.
Çünkü o tarihlerde, İmam Hatip
mezunları İlahiyat dışında bir bölüme giremiyorlar. Girmek isteyen olursa normal bir liseden diploma almak zorunda.
Tayyip Erdoğan da, çok dini bütün bir
insan olduğu için İlahiyat’ta okumak istemiyor, Ticari İlimler okumak istiyor!
Bunun için de önünde bir yol var. Lise fark derslerini verip, bir diploma
alıp, üniversiteye girebilir.
Ortaokul-lise döneminde 1 yıl sınıf kaybı olan Tayyip Erdoğan, 1973
Haziran’ında liseyi bitirip eve kapanır, ders çalışır ve Ekim ayında Eyüp
Lisesi’nden diploma alır!
Sonra bu diplomayı alır ve Aksaray
Ticari İlimler Akademisi’nin yolunu tutup orada kayıt yaptırır.
Lise fark diploması
neden yok!
1973 yılında Ekim
ayında yine de üniversiteli sayılamaz.
Çünkü kayıt yaptırdığı yer üniversite değil Akademi’dir.
Bir tür Yüksek Okul ama üniversite değil!
1973’te kayıt yaptırırken Akademi’ye iki adet diploma sunmuş olması
gerekir.
Birincisi, İstanbul İmam Hatip Lisesi diploması.
İkincisi, Eyüp Lisesi diploması.
Bildiğimiz kadarıyla İmam Hatip diploması var ama Eyüp Lisesi diploması yok!
Eyüp Lisesi, bu pırlanta öğrencisini mezunları arasında
saymasına rağmen, diplomasını çerçeveletip okul girişine asmamış!
Kaldı ki Eyüp
Lisesi’nde verdiği kaç fark dersi var, bu sınavlar ne zaman yapılmış, bu
sınavlardan kaç almış, bu kayıtlar da ortada yok.
Eyüp Lisesi’ne ait
öğrenci numarası ve sicil kaydı yine yok.
İnsan ister istemez meraklanıyor, nerede bu diploma?
Ya da var mı böyle bir diploma!?
Hadi diyelim Eyüp Lisesi bu kadar ihmalkar, Aksaray Ticari İlimler Akademisi’nde her iki diplomanın da orijinali ya
da noter onaylı bir sureti olmak zorunda.
Eğer Aksaray Akademisi sonradan Marmara Üniversitesi haline
dönüştü ise, o zaman da Marmara
Üniversitesi’nde, Tayyip Erdoğan’a ait bir pembe karton kapaklı sicil dosyası
olmalı. Burada da bu diplomalar olmalı!
Ama yok!
Sahi nerede bu Eyüp Lisesi diploması?!
Üniversite yılları
Gelelim Akademi günlerine…
1973 yılında Akademi’ye girmiş.
Normal şartlar altında, 1976 yılında mezun olması gerekir. Çünkü okul 3 yıllık.
Ama mezuniyet tarihi 1981!
3 yıllık okulu 8 yılda bitirmek!
Hadi hakkını yemeyelim. Son yılı şubat döneminde bitirmiş, yani yarım sene
eksiği var.
Ama sayalım:
1973-74, 1974-75, 1975-76, 1976-77, 1977-78, 1978-79, 1979-80, 1980-81.
Yine 7.5 yıl ediyor!
Burada hemen bir duralım ve 8 Aralık 2013 tarihine dönelim ve Başbakan Tayyip Erdoğan ne demiş
okuyalım:
“Üniversitelilere sınırsız af diye bir
şey tanımıyoruz. Çünkü bu öğrenciler üniversiteleri terör alanına çevirdiler.
Hazırlığımızı yapıyoruz, 6-7 yıl içinde bitirdin bitirdin. Bitiremedin güle
güle?” dedi.
Bak sen şu Tayyip’e!
Sen 3 yıllık Akademi’yi 7.5 yılda bitir
ama 4-5 yıllık üniversiteyi 6-7 yılda bitiremeyen öğrencileri okuldan şutla!..
3 yıllık okulda 7.5 yıl öğrencilik.
Lise döneminde 1 yıl kaybı olan bir öğrenci için, normal bir
kayıp diyebilirdik belki.
Ama biliyoruz ki, Lise’de 1 yıl kaybeden Tayyip Erdoğan, 1973 yazından itibaren
çok çalışkan bir öğrenci olmuştur ve fark derslerini bir çırpıda vermiştir!
Hadi diyelim tekrardan biraz tembelleşti.
Ya da rehavete kapıldı.
Ama 3 yıllık okulda, 7,5 yıl kayıt
silmeden kimseyi tutmazlar!
Birinci ihtimal;
kaydı silindi, diploması o yüzden yok!
İkinci ihtimal; kaydı silindi ama 1981’de afla geri döndü ve
okulu bitirip diplomayı aldı.
Ama her iki halde de,
kayıt silme belgesinin olması gerekir.
Nerede bu belge?
Afla döndü ise, başvuru belgesi nerede?
İki belge de yoksa, nerede bu öğrenci?
Arkadaşsız öğrencilik
Aslında bu da üzerinde çokça durulan bir konu.
Tayyip Erdoğan’ın üniversite arkadaşı
hiç yok.
Onu tanıyan, bilen, gören, duyan kimse yok.
Düşünsenize, sizinle aynı sırada oturan, aynı sınıfınızdaki arkadaşınız, önce
Büyükşehir Belediye Başkanı oluyor, sonra Başbakan ve şimdi de Cumhurbaşkanı.
Ama bir tane bile üniversite arkadaşı çıkmıyor.
Üstelik, İmam Hatip arkadaşları ile çok sıkı bağlarını onlarca yıl sürdüren
vefalı bir arkadaştır Tayyip Erdoğan.
Ve yine tüm arkadaşlarını kollayan, iş veren biri.
Neden bir tane arkadaş çıkmaz şu Akademi’den?
İki kritik yıl:
1971-1981
İsterseniz Tayyip Erdoğan’ın lise ve üniversiteden mezun
olduğu, ya da mezun gözüktüğü veya gösterildiği iki yıla odaklanalım.
1972’de bitirmesi gereken liseden
1973’te mezun oluyor.
Yıllar 1971 darbesi
dönemi.
MİT’in İslami kesimler içine sızdığı yollar.
Mümtaz’er Türköne 5
Temmuz günü şu satırları yazdı:
“70’lerin başına ait bir hikâye. Üniversitede okurken polisler sebepsiz
yere Siyasî Şube’ye alıyor; iyi
polis-kötü polis muhabbeti ile korkutucu bir sorgudan geçiriliyor. En
nihayetinde üçüncü bir kişi ‘bize çalışacaksın’ diye meseleyi bağlıyor. İslâmcı
dostum, ‘Ben reddettim, ama çevremde aynı tezgâha düşüp teklifi kabul eden çok
sayıda tanıdığım olduğunu anladım’ diye bitirdi hikâyeyi.”
Ertesi gün Ali Bulaç açıklama yaptı. O
kişi benim ve olay doğrudur diye…
1970’lerin başı…
Liseyi bir yıl uzatan
bir isim, kendi ifadesine göre İslamcı hareketin içinde yer alan bir isim
Tayyip Erdoğan!
Acaba?
10 yıl ileriye gidelim ve 12 Mart’tan 12
Eylül darbesi dönemine gelelim.
1976’da bitirmesi gereken Akademi’yi 1981’de bitiriyor.
Tesadüf yine darbe dönemi.
Her iki darbe döneminde de, Tayyip Erdoğan’a kimse dokunmuyor.
Kendi ifadesi ile İslamcı gençliğin
en önde gelen lideri olduğu halde.
12 Eylül’ün en önemli nedeni olarak gösterilen Konya mitinginin başında olduğu,
İstiklal Marşı okunurken oturma eylemi
yaptığı halde…
Diğer İslamcılar hapse atılırken, Tayyip Erdoğan’a üniversite diploması
veriliyor!
MİT ajanı mı?
Aslında diplomalardaki tutarsızlıklar, başka bir şeyin
göstergesi.
Akademi’ye nasıl girdi?
Neden hiç devam etmedi?
Neden ve nasıl diploma alabildi?
Bunun ülkemizde tek açıklaması olabilir:
Ya Emniyet ya da MİT elemanı ya da personeli olmak!
Tayyip Erdoğan’ın okul yıllarındaki karanlık, ancak MİT arşivine bakılarak
aydınlatılabilir.
Sahte geçici mezuniyet belgesi
Gelelim işin sahtecilik
kısmına.
Tayyip Erdoğan’ın elinde 1981 yılında
aldığı geçici mezuniyet belgesi var.
Ama bu geçici mezuniyet belgesi
Mühürsüz,
Resimsiz,
İmza sahte.
Bir belgede üç ayrı kalpazanlık!
Mühürsüz mezuniyet belgesi asla olamaz.
Mühürsüz hiçbir devlet evrakı olamaz.
Mühür varsa devlet vardır, mühür yoksa devlet yoktur!
Kaldı ki Tayyip Erdoğan’la aynı yılda ve dönemde geçici mezuniyet belgesi
alanların evrakında mühür de var, fotoğraf da var.
Üstelik imzalar farklı.
Tayyip Erdoğan’ın geçici
mezuniyetindeki dekan Doç. Dr. Sinan Arıtan’ın imzası ile diğer geçici mezuniyet belgelerindeki dekan
Doç. Dr. Sinan Arıtan’ın imzası farklı.
Belli ki Tayyip
Erdoğan, askerliğini yedek subay olarak yapmak için bir sahte belge düzenlemiş.
Belki kendi isteğiyle belki de üstlerinin yönlendirmesiyle.
1982 yılının askerlik belgelerine bakılarak, Tayyip Erdoğan’ın nasıl yedek
subay olabildiği araştırılabilir. Askerlik şubesindeki dosyasında neler var.
Askeri birliğindeki dosyasında ne evraklar var.
Yedek subay kantinci?
Kaldı ki burada da bir başka sıkıntılı durum var.
Tayyip Erdoğan, kendi hayat hikayesini
anlatırken askerliğini 1979 yılında yaptığını anlatıyor.
Ama askerlik kayıtları 1982’yi gösteriyor.
(Bu arada Soner Yalçın, Kayıp Sicil’de 1983 olarak belirtmiş)
Öyle garip bir durum ki, askerliğini
1979’da yaptığına dair gazete küpürleri ve bir de asker şapkalı bir resim var.
Hafıza yanılır.
Çünkü insan yanılır.
Ama bir insan askerliğini 1982’de yapıp
da 1979’da yaptığını anlatamaz.
Basit bir nedeni var, 1980’de darbe
oldu.
Tayyip hem 1979’da askerlik yaptığını iddia ediyor, hem de 1980’da darbede
gözaltına alınıp Metris’e atıldığını.
Herkes Metris yalanına gülüyor, bir caka satma olayı diye.
Ama daha vahimi, Tayyip, Metris
kurulduğunda Metris’i kuran ordunun yedek subayı!
Üstelik bunu da karıştırıyor.
Burada hemen askerlik parantezi de açalım derim.
Tayyip’in askerlikle ilgili de bir
fotosu ve arkadaşı yok!
Tıpkı üniversite gibi.
Kantinci olduğunu söylüyor ama sadece tek
başına çekilmiş bir fotosu var.
Bu arada Ergün Poyraz’ın yayınladığı askerlik belgesinde kantin subayı değil
takım komutanı gözüküyor.
Yoksa diyorum, bu belge de mi sahte?
Garip değil mi?
Hem hayalet öğrenci…
Hem hayalet asker…
Bu işte sizce bir MİT yeniği yok mu?
Tayyip Erdoğan’ın askerlik fotosu olmadığı için şüpheler oluşunca, Rize Müftüsü Yusuf Doğan bir foto yayınladı
Tayyip Erdoğan’ın da olduğu.
Ama Yusuf Doğan askerliğini 1983’te
Kıbrıs’ta yapmıştı!
Her yalanı kapatmak için başka bir yalan çıkıyordu piyasaya.
Sahte diploma
Aslında üniversiteden diploma almanız şart değildir. Geçici
mezuniyet belgesi ile de pek çok işleminizi yapabilirsiniz.
Prosedür şöyledir.
Okuldan mezun olduğunuz an, üniversite size bir geçici mezuniyet belgesi verir.
Ama hemen akabinde diploma da hazır olur ve diplomalar arşivinde saklanılır.
Siz okula gittiğinizde öğrenci işlerine gider ve ben diplomamı almamıştım
dersiniz, arşivden çıkartıp verirler.
Yani zaten hazır olan diploma size verilir, yeniden bir diploma düzenlenmez!
Tabi verirlerken imzanızı alırlar, teslim tesellüm belgesi ile.
Tayyip Erdoğan, 1981’de mezun olduğunda
Akademi mevcut.
O yıl içinde mutlaka diploma hazırlanmış olmalı.
1982 yılında Akademi Marmara
Üniversitesi’ne bağlandı ise, bu diploma, arşivle birlikte Marmara Üniversitesi
arşivine devredilmiş olmalı.
Yani Tayyip Erdoğan’ın elinde, üzerinde Marmara Üniversitesi yazmayan bir
diploma mutlaka olmalı!
Ama yok!
Marmara Üniversitesi, eski diplomaları imha edemez. Saklamak
zorundadır. Ama bir imha kararı alınacaksa, bu da üniversite karar defterinde
yazılı olmalı.
Kararsız imha olamaz.
Ama böyle bir karar da yok!
Diploma ihtiyacı
Aslında Tayyip Erdoğan’ın bir diplomaya da ihtiyacı yok ki.
Bir dönem muhasebecilik yapıyor, sonra particilik. Ondan diploma isteyecek
kimse yok. Zaten 1981’de mezun olan
Tayyip Erdoğan, 1994 yılına kadar okula uğramıyor ve diploma da almıyor.
1994 yılanda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday oluyor.
İşte o tarihte diploma gerekiyor.
Ya da kendisi öyle hissediyor.
YSK’ya bir diploma veriyor.
Dikkat edin tarih 1994!
Peki bu diploma nerede?
Evet bu diploma
ortalıkta yok!
İki diploma ikisi de sahte
Ama Ergün Poyraz bu diplomayı yayınladı.
Ne zaman?
Tam da cumhurbaşkanlığı seçimleri
sonrasında.
26 Eylül 2015’te Oda TV haber sitesinde.
Ama bu tarihte başka bir şey daha olmuştu, Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olunca,
Yusuf Halaçoğlu, Tayyip Erdoğan’ın 4 yıllık üniversite mezunu olmadığını, bu
nedenle aday olamayacağını açıklamıştı.
Peki ne oldu?
Bunun üzerine Marmara Üniversitesi hemen
Tayyip Erdoğan’a bir diploma düzenleyip verdi.
Artık diploması vardı!
Ama büyük bir hata yapmışlardı. Verdikleri yeni diploma ile
1994’te Tayyip Erdoğan’ın YSK’ya sunduğu diploma farklıydı!
Yani iki diploması vardı artık Tayyip Erdoğan’ın ve ikisi de
birbirinden farklıydı.
İki sahte diploma!
Kim sahtekar?
Marmara Üniversitesi’nin bir kabahati yoktu aslında.
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması
gerekiyordu ama diploması yoktu.
Mecbur bir diploma vereceklerdi.
Yoksa hapsi boylarlardı.
Onlar da kendilerince bir diploma hazırladılar.
Ve tam da o dönemde İstanbul Anadolu 5.
Sulh Ceza Mahkemesi, Marmara Üniversitesi’nin diploma erişim linkine erişimi
yasakladı.
Bir haltlar karıştırıyorlardı ve bu ortaya çıksın istemezlerdi.
Sadece bu karar bile, ortada bir kalpazanlığın olduğunun kanıtıdır.
Erişim engellendi, üniversite rektörlüğü
sahte diplomayı üretti ve açıkladı.
Ama üniversitenin Tayyip’in daha önce bir diploma aldığından (ya da
kendisinin hazırladığından) haberi yoktu ve şimdi iki diploma birbirini
tutmuyordu.
Sıkıntı şuradaydı,
üniversite bir kişiye 1994’te diploma verdi ise, bunu bilirdi.
Belli ki Tayyip
Erdoğan, bu diplomayı üniversiteden almamış kendisi hazırlamıştı, o nedenle
üniversitede kaydı da yoktu.
Eğer üniversiteden alınmış olsaydı, bu kaydı gören üniversite Tayyip
Erdoğan’ı uyarır, siz zaten daha önce bir diploma almışsınız derdi.
Gerçekten de aldığınız diplomayı kaybedebilirsiniz, çaldırabilirsiniz vb.
Böylesi durumlarda bir kayıp ilanı çıkartır, o ilanla başvurur, o kayıp ilanı
üzerine üniversite size yeni bir diploma verir.
Ama işte bu prosedür de uygulanmamıştı.
Biri Tayyip
Erdoğan’ın hazırladığı,
Diğeri Marmara Üniversitesi’nin hazırladığı iki ayrı diploması olan
Ve ikisi de sahte olan bir cumhurbaşkanımız var.
Ne kadar övünsek
azdır.
Marmara’nın
sahte diploması
Marmara Üniversitesi’nin yeni hazırladığı diploma da baştan
aşağı sahteydi.
Nasıl mı?
Diplomada 1981 Şubat mezunu yazıyor. Ama
üniversitelerde Şubat diye bir dönem yoktur. Güz dönemi ya da yaz dönemi
yazması gerekir.
Üniversitenin altında dekan olarak Prof.
Dr. Ömer Faruk Batırel ismi ve imzası var. Ama o Ömer Faruk Batırel o dönemde
ne dekan ne de profösör.
Geçici mezuniyet belgesindeki öğrenci numarası ile diplomadaki öğrenci numarası da birbirini tutmuyor üstelik!
Ve bir üniversite böyle abuk sabuk bir diploma düzenler mi?
Bu sahte diploma üzerine yazılar çıkmaya başlayınca, AKP’nin
internet trolleri bir belge yaymaya başladılar internet üzerinde.
İngiltere’den Principal Forensic Service adlı bir adli kuruluştan, Anthony
Stockton’un diplomayı incelediği ve doğruluğunu onayladığı iddia ediliyordu.
Sonra Nokta dergisi uzmana ulaştı, uzman çok şaşırdı, ne
böyle bir belge incelemişti ne de böyle bir rapor vermişti.
Yani sahte diplomanın sahte olmadığını ispatlamak için sahte
bir rapor düzenlemişlerdi.
Eee reislerine özenmişlerdi doğal olarak.
Diplomasız
başkanlık
Diyelim ki üniversite diploması sahte.
Kim ne yapabilir ki mi diyorsunuz…
Yanılırsınız.
Hukuk sistemi, bir anda ters bir hamle yapabilir.
İşte o zaman Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı mevkiini
yitirebilir.
Zaten o da bu riski görüyor, o nedenle Başkanlık sistemini istiyor.
Başkan olursa, Başkanlık yeter şartı olarak üniversite
mezunu olmak aranmayacak.
Zaten 2007’den itibaren yaptıkları Anayasa taslaklarında cumhurbaşkanının
ilkokul mezunu olması yeterliydi!
Tabii Tayyip Erdoğan yerine Abdullah Gül cumhurbaşkanı oldu
ve o Anayasa değişikliğine gidilmedi.
Bu arada da sahte diploma ile Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı
oldu, üstelik Anayasa değişikliği de yapılmamıştı.
İşte o nedenle üniversiteye erişim engeli kondu.
Diploma
sahte dedi ölü bulundu
Ama bu dönemde sadece erişim yasağı konmadı, bir de şüpheli
bir ölüm gerçekleşti.
Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayınca, onunla aynı dönemde Aksaray Ticari İlimler Akademisi’nde okuyan
muhasebeci Ömer Başoğlu, “Recep Bey’in Diploma Kalpazanlığı” başlıklı bir video
hazırladı ve facebook sayfasından paylaştı.
Sonra olanlar oldu.
Video ortadan
kaybedildi.
Banka hesabına bile bloke konuldu.
Ve birgün Ömer Başoğlu evinde ölü bulundu.
Kimilerine göre zaten ölümcül hastalığı vardı ama zamanlaması pek manidardı.
Diploma kaydı yok!
Son olarak, Ankara’da görülen dava haber olunca, Oda TV
muhabiri bir uyanıklık yaparak yeni bir haber yaptı.
Marmara Üniversitesinin diploma sorgulama bölümü vardı.
Link üzerinden ister isim yazarak, ister
TC kimlik numarası ve okul numarası ile, diplomanız var mı yok mu
sorgulayabiliyordunuz.
Muhabir Tayyip
Erdoğan için arama yaptı, diploma kaydı yoktu!
Ne olur olmaz diye,
bu defa videoya da kaydetti.
Bu haber üzerine 29 Mayıs tarihinde ben de aynı aratmayı
yaptım, Tayyip Erdoğan’ın diploma kaydı yoktu.
Attığımız twitlerle olayı duyurunca,
sahte diploma Türkiye’nin en çok konuşulan olayı haline geldi.
Ve bunun üzerine Marmara Üniversitesi, sorgu bölümünü değiştirdi.
Artık Tayyip Erdoğan’ın diploma kaydı var!
Sahte
diplomaya dava açmıyor!
Kısacası olay basit
bir sahtecilik değil.
Organize ve ısrarlı bir sahtecilik sürüyor.
Ve her şeye dava açan Tayyip Erdoğan, bu sahtecilik iddialarına dava açmıyor.
Şimdiye kadar bana 7 dava açmıştı, diploma ile ilgili yazama dava
açmadı.
Ergün Poyraz’ın iddialarına da dava açmadı, Yalçın Küçük’e de Yusuf
Halaçoğlu’na da…
Garip bir durum değil mi?
________________________________________
Tayyip Erdoğan’ın diploması sahte mi değil mi? Nasıl
anlaşılır?
İlkokula kayıt olursunuz. Kayıt olduğunuz andan itibaren
size bir ilkokul numarası verilir. Bu sizin ilkokul “kimlik” ya da “sicil” numaranızdır.
İlkokul’da her yılsonu bir karne alırsınız. Bu karneler size verilir ama okul
kütüğünde tüm karneler sizin sicil defterinize kaydedilir. Bu defterler
atılmaz, saklanır.
İlkokulu bitirirken size bir diploma verilir. Diploma verildiği andan itibaren
mezun olursunuz.
Bir işe başvuracak olursanız eğer, o diplomayı, aslını ya da fotokopisini, ya
da noter onaylı bir suretini işyerinize sunarsınız.
Eğer orta eğitime devam edecekseniz bu diplomanın aslını
gireceğiniz ortaokula teslim edersiniz.
Ortaokulda da aynı prosedür devam eder. Yeni bir numaranız, yeni bir sicil
kaydınız olur. Ortaokuldan mezun olurken de yine bir diploma alırsınız.
Sonra lise hayatı başlar, liseye girerken bu defa ortaokul
diplomanızı liseye teslim edersiniz. Yeni bir numara ve yeni bir sicil defteri.
Liseyi bitirirken de yine bir diplomanız olur. Üniversiteye
girerken de o diplomayı teslim edersiniz.
O halde üniversiteye girerken mutlaka ve mutlaka bir diploma
teslim etmeniz gerekir. Bu teslim edilen diplomayı üniversite saklar.
Üniversiteyi bitirirken üniversite size bir diploma verir.
Peki üniversite mezununun elinde ne kalmıştır.
Sadece bir üniversite diploması.
Peki lise diploması.
O hâlâ üniversite arşivindedir ve saklanır.
Marmara Üniversitesi’nin diploma belgesi sunması yeterli
değildir.
Tayyip Erdoğan’ın İstanbul İmam Hatip Diploması ve Eyüp Lisesi diploması şu
anda Marmara Üniversitesi’ndedir. Üniversite acilen bunları da kamuoyuna sunmak
zorundadır.
Yani orijinallerini.
Karbon testine sokalım görelim…
Ha tabi varsa böyle bir diploma.
Peki bu yeterli mi?
Elbette değil.
Tayyip Erdoğan’a ait tüm okul kayıtlarını da çıkartmak zorundalar.
Hangi dersleri almış, hangi dersten kaç puan almış bilelim.
Ama:
Lise diploması yoksa
Ders geçme belgeleri yoksa…
Diploma da yok sayılır.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ın diplomasını noterde şoför onaylatmış
Fotokopiyi notere gerçeğini göstermeden "aslı
gibidir" şeklinde tasdik ettiren Hasan Tükenmez’in, Erdoğan’ın özel kalem
müdürü Hasan Doğan’ın şoförü olduğu öğrenildi
14 Haziran 2019 09:30
Türkiye Noterler Birliği’nin Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan’ın fotokopi diplomasını “aslı gibidir” şeklinde onaylayan noter
kâtibine soruşturma açmayan notere verdiği uyarı cezası sonrasında yeni
ayrıntılar ortaya çıktı. Buna göre fotokopiyi notere gerçeğini göstermeden
"aslı gibidir" şeklinde tasdik ettiren Hasan Tükenmez’in
Erdoğan’ın özel kalem müdürü Hasan Doğan’ın şoförü olduğu öğrenildi.
Şoförün vekâletname olmadan bu işlemi gerçekleştirebilmesi soru işaretlerine
neden oldu.
"Hatırlamıyorum"
Cumhuriyet'ten Alican Uludağ'ın
haberine göre Noter kâtibi, fotokopiyi “aslı gibidir”
şeklinde onayladıktan sonra arkasında Tükenmez’in adı ve soyadını da yazdı.
Telefonla ulaşılan Tükenmez, Başbakanlık’ta çalışırken kaza geçirdiğini,
geçmişine ilişkin birçok şeyi hatırlamadığını, diplomanın noterde onaylatılmasıyla
ilgili süreci de hiç hatırlamadığını kaydetti.
Ne olmuştu?
İstanbul 15. Noterliği’nin diplomanın aslını görmeden
fotokopisini “aslı gibidir” şeklinde tasdik etmesi, YSK’nın de yanılmasına
neden oldu. 10 Ağustos 2014’te yapılan seçim sonrasında Erdoğan’ın
Cumhurbaşkanı olmasından iki yıl sonra Avukat Ömer Faruk Eminağaoğlu,
YSK’ya başvurarak diplomanın sahte olduğunu iddia etmişti. YSK 14 Haziran
2016’da verdiği kararda, itirazı reddetti. Ret kararına, diplomanın İstanbul
15. Noteri’nce 27 Haziran 2014 tarihli “Dairemizce onaylanması istenilen işbu
fotokopinin ilgilisi tarafından gösterilen ve iade edilen aslına uygun olduğu
ve 2 örnek verildiğini onaylarım” şeklinde onaylanması gerekçe gösterildi.
Noter onaylı diploma örneğinin sahteliğinin ancak mahkeme
kararı veya aynı kuvvette bir başka belge ile ispatlanabileceği anlatılan
kararda, seçim kurullarının delil araştırma ve toplama görevi bulunmadığı öne
sürüldü. Oysa YSK, 31 Mart yerel seçimlerine AKP’nin yaptığı itiraz üzerine
İstanbul’da delil araştırmasına gitmişti.
AB
YOLUNDA EŞCİNSELLİK VE DEVLET
|
A.B Ilga örgütünün LGTBİ dayatması |
Dini
yazıları yazma nedenim aşağıda linklerini verdiğim haber yazılarıdır.Bu
bölüme "devletin" yani hükümetin tutumunu aldım.Haber linklerini
okuduktan sonra başlıkla ilgili konuya geçebilirsiniz.
AB’a uyum
hızlı başladı… Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Gay ve Lezbiyen derneği
tüzüğünü ahlaka aykırı bulmadı(!)
Peşinen kanunlara konmuş
Başsavcı kararında, 5253 Sayılı Dernekler Kanunu’nun, AB Siyasi Kriterleri,
Katılım Ortaklığı Belgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve taraf olunan
uluslararası insan hakları sözleşmeleri dikkate alınarak hazırlandığı belirtildi.
Kararda,
5253 Sayılı Dernekler Kanunu’nun, AB siyasi kriterleri, Katılım Ortaklığı
Belgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve taraf olunan uluslararası insan
hakları sözleşmeleri dikkate alınarak hazırlandığı belirtildi.
Yasanın temel felsefesinin derneğin özeline girmemek, resmi makamların veya
kamuoyunun gözetiminden uzak serbestçe etkinlikte bulunmasını sağlamak olduğu
anlatılan kararda, ”Yasa, devletin derneklere karşı baskıcı değil, kollayıcı
tavrını göstermesi usulüne göre yapılandırıldı” denildi.
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı, KAOS Gay ve Lezbiyen Kültürel Araştırma ve Dayanışma
Derneği’nin adında ve tüzüğünde ahlaka aykırı bir durum bulunmadığı
gerekçesiyle, derneğe kapatma davası açılmasına yer olmadığına karar verdi.
İstanbul
Bilgi Üniversitesi’nde kurulan gay-lezbiyen öğrenci kulübü, Türkiye’de bir
ilke imza attı. 15 öğrenci tarafından bir ay önce kurulan ve üniversitede
paneller düzenleyecek olan kulübün üyeleri “Heteroseksüeller de bize destek
oluyor” dedi.
Bilgi
Gökkuşağı Lezbiyen - Gay - Biseksüel - Transseksüel - Travesti Kulübü’nün
kurucuları “Darısı diğer üniversitelerin başına” diyor.
BİLGİ ÜNİVERSİTESİ
İzin vermememiz insan hakları ihlali olurdu;
Bilgi Üniversitesi Öğrenci Dekanı Yrd. Doç. Dr. Halit Kakınç, "Türk
toplum yapısına ters düştüğü için 10-15 kadar veli tepki gösterdi. Biz
liberal bir bakış açısıyla kulübün açılmasına izin verdik. Onları yok
saymamız ve kulübün kurulmasına izin vermememiz, insan hakları ihlali olurdu.
İyi bir yaklaşımda bulunduğumuzu düşünüyoruz. İnsan hak ve tercihlerine
saygılı bir üniversiteyiz" dedi.
“http://www.genckolik.net/egitim-ogretim/47707-universitede-escinsel-kulubu-krizi.html”
Üniversitelerde bilimsel görünümlü sinsi faaliyetler
3
Amaçları gençlerin ahlâkını bozmak
Türk gençliğini yüceltecek, ulusal ve kültürel değerlerine, tarihine sahip
çıkmasını sağlayacak Gençlik Kulüpleri yerine, ahlaki değerleri yozlaştıran
bir eşcinseller kulübü kurmak bir üniversiteye ne kazandırır ki? Bilimsel
özgürlük adı altında düzenledikleri faaliyetlerle sık sık tartışılan
üniversiteler arasında yer alan İstanbul Bilgi Üniversitesi’ndeki ilk
eşcinsel öğrenci kulübü, veliler ve eğitim camiasının da sert tepkisine neden
oldu.
Bu
icraatlara kim evet diyebilir?
AKP iktidarının, son altı yılda, Avrupa Birliği’nin istek ve destekleriyle
gerçekleştirdiği ve yapılmasına izin verdiği şu icraatları normal
karşılayabilmek ve tasvip edebilmek mümkün müdür:
• DOMUZ ETİ SERBEST BIRAKILDI: AB’nin isteği üzerine Türk Gıda Kodeksi
Tebliği’ni değiştirerek domuzu kasaplık et kapsamına alan hükümet şimdi de,
Cumhuriyet tarihinde ilk kez üretimini teşvik etmek için domuz yetiştirecek
olanlara kredi verecek.
Tebliğ
Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. (Milli Gazete,
26.12.2006-http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/4716801_p.asp)
• ZİNAYI SERBEST BIRAKAN YASA ÇIKARILDI: “Zina suç olmaktan çıkarıldı.”
(2004)
• SULTANAHMET CAMİİNDE EROTİK FİLM: İspanyol filmciler, ilgili yarlerden izin
alarak Sultanahmet Camii'nde Türkiye aleyhtarı ve ahlaksız konulu bir film
çektiler. “La Faison Turka” isimli filmde Türk insanı film boyunca
aşağılanıyor. Filmde Türkler, camide sevişen, sevgilisini, sevdiklerini başka
insanlara çıkar için peşkeş çeken insanlar olarak anlatılıyor. Türk
oyuncuların da yer aldığı İspanyol filmde İstanbul'da camide sevişme sahnesi
çekildi.
• OKULLARDA EŞCİNSELİK DERSİ: TAP Vakfı'nın hazırladığı cinsellik derslerine
program öncesinde katılarak bir rapor yazan rehber öğretmenler, konuların
öğrencilerin psikolojisini bozacağını vurguladılar. Programda
homoseksüelliğin ve lezbiyenliğin normal bir yönelim olarak anlatıldığını
naklettiler. (16 Mart 2007, Zaman Gazetesi)
• EŞCİNSEL
OTELİNE İZİN VERİLDİ: Türkiye’nin ilk eşcinsel oteli açıldı. (31.05.2007 –
Posta)
• EŞCİNSEL
FESTİVALİNE İZİN: AKP’den bir ilk: Gay ve Lezbiyen Filmleri Festivali’ne onay
verildi. (27.09.2004 –Vakit) “Outistanbul 1. Uluslararası İstanbul Gay ve
Lezbiyen Filmleri Festivali”
• DÜNYA BANKASI’NDAN EŞCİNSEL HİBELERİ: Dünya
Bankası'ndan geçen yıl (2006) aldığı hibeyle ebeveynler için eşcinsellik
konusunda broşür hazırlayan Kaos Gay ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve
Dayanışma Derneği (Kaos GL) 2007 yılında da aynı kurumdan 5 bin 143 dolar
dolar aldı. http://www.milliyet.com/2007/05/13/ekonomi/eko06.html
• KİMLİKLERDE DİN OPERASYONU: AB’den nüfus kimliklerinde “din hanesi”
kaldırılsın dayatması karşılığında değişiklik yapıldı. TBMM'ye sevk edilen
Nüfus Hizmetleri Yasa Tasarısı'na göre, anne ve babanın istemi üzerine
çocuklarının nüfus cüzdanlarındaki din hanesi boş bırakılabilecek. Çocuk 18
yaşına geldiğinde, kimliğindeki din hanesini mahkeme kararı olmaksızın,
dilekçe vererek değiştirebilecek... (Birgün Gazetesi, 27.02.2006)
• EZAN SESLERİ KISILDI: Ezan Sesinin kısılması konusunda genelge yayınlandı (http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=6767
• OKUL
ÇEVRESİNDE İÇKİ SERBEST BIRAKILDI: Umuma açık içkili yerlerin okullara
uzaklığını 200 metreden 100 metreye indirdi. Turizmi teşvik kapsamında olan
yerlerde ise mesafe şartı aranmayacak. (4.4.2004 – Türkiye)
• APARTMAN
KİLİSELERİ YASASI: 4928 No.lu ve 15.07.2003 tarihli kanunla apartmanlarda
kilise açılması resmen serbest hale getirildi. (25173 sayılı Resmi
Gazete-Yayın tarihi:19 Temmuz 2003 Cumartesi)
•
CAMİLERDEN SU-ELEKTRİK PARASI: Camilerden elektrik ve su parası alınmaya
başlandı. (Oysa kiliseler bu parayı ödemiyor) İlginç olan, önceki
hükümetlerin çekindiği bu uygulamaya AKP’nin 2005 yılında başlaması.
•
OKULLARDA İSLAMİ KAVRAMLAR YASAKLANDI: Okullara gönderilen genelge ile bazı
İslâmî kavramların ve terimlerin kullanılması yasaklandı. Bu kelimeler
şunlar: Cemaat, cihad, fetva, halife, hicret, imam, imamet, kafir, medrese,
mücahid, mümin, münafık, şehadet, şehit, şeriat, şirk, tağut, tebliğ, tekke,
tevhid… Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı’nı söz konusu genelgeyi göndermekle
görevlendirdi. (http://arsiv.sabah.com.tr/2005/01/13/gnd106.html)
• DİN
DERSİ KİTAPLARINDA HIRİSTİYANLIK: Milli Eğitim Bakanlığında AB’nin etkisiyle
Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında değişiklikler yapıldı. Örneğin:
İlköğretim 6. Sınıf Din Dersi kitabında “Kutsal Kitaplar” konusu işlenirken,
Kur’an-ı Kerim’le birlikte Tevrat ve İncil de yan yana aynı resim karesinde
gösteriliyor, aynı değerde ve aynı önemde tanıtılıyor. Kur’an’dan örnekler
verilirken, Tevrat ve İncil’den de cümleler sıralanıyor. (1) Bu durumda
çocuklar, söz konusu kitapları
Kur’an-ı Kerim gibi güvenilir ve inanılır olarak algılamış oluyorlar. Aynı
kitapta ders düzeninde Tevrat ve İncil’le ilgili olarak şöyle değerlendirme
yapılıyor: “Müslüman bir kimse kutsal kitapların Allah tarafından
gönderildiğine ve onlarda yer alan bilgilerin doğru olduğuna inanır. Bu, İslam
dininin başta gelen esaslarındandır.”
“http://gizligercek.com/haber/727/striptiz-kulubu-yapilan-camilerimiz.html”
Keykubat
|
AKP, ABD ve İsrail
projesidir, proje bitene kadar AKP iktidarda kalacak...!
AKP, ABD ve İsrail
projesi...!
Dilipak, AKP Amerika, İsrail
PROJESİDİR.
AKP ve Erdoğan'ın, parti kurma çalışmalarına girişmeden kurduğu uluslararası ilişkiler yeniden
sorgulanıyor. İşte Erdoğan ve arkadaşlarının 1990'lı yıllarda ABD ve İsrail
destekli olarak bu yola nasıl çıktığının izleri.
AKP'nin Batı’nın destek, teşvik ve bu ülkelere verilen bir
dizi taahhütle kurulduğu yolunda bugüne kadar pek çok haber yayınlandı.
Üstelik bu iddialar, bugün ortaya atılmadı. Daha partinin kuruluşundan itibaren
bu iddialar dillendirildi. Gündeme getirenler de eski yol arkadaşları idi. Yani
içinden çıkıp geldiği Milli Görüş hareketinin lider ve temsilcileri...
Ancak bu kez farklı bir şey oldu. Ünal
Tanık’ın Rotahaber’de 16 Aralık’ta yayınlanan “Çamlıca’daki o villada
anlatılanlar” başlıklı yazısı ile yazar Abdurrahman Dilipak’ın anlattığı
bilgilerle su yüzüne çıkan ilişkiler yumağı, dalga dalga bir etkiye sebep oldu.
Bu iddialar ilk kez duyuluyormuş gibi kamuoyunda yankılandı.
İşte AKP'nin kuruluşu böyle oldu.
Dilipak’ın,
Merkez Parti Genel Başkanı
Abdurrahim Karslı’nın evinde anlattıklarının özeti şu idi:
Batılı ülkeler, 1990’lı yılların başlarından itibaren Türkiye’ye sıklıkla gidip
gelmeye başladılar ve siyasal İslamcı gruplarla, bir takım taahhütler
karşılığında yol arkadaşlığı yapmak istediler.
Bu teklif başta, Milli Görüş
lideri
Necmettin Erbakan ve
ardından
BBP lideri merhum Muhsin
Yazıcıoğlu’na yapıldı. Her iki ismin yapılan teklifi reddetmesi üzerine
arayışa giren
ABD, İngiltere ve
İsrail temsilcileri, aynı teklifi bu
kezTayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’e yaptılar.
Her iki isim aldıkları taahhüt karşılığında desteklendi ve AKP kurularak
iktidar yolu açıldı.
ABROMOWİTZ, BEYOĞLU İLÇE BAŞKANI İKEN
KEŞFETTİ
Tayyip Erdoğan
ismi, Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı olduğu dönemde gündemlerine girdi.
Daha o yıllarda Amerikan Büyükelçisi olarak görev yapan
Morton Abromowitz’in dikkatini çekmişti. Karşısında, insanlarla
kurduğu ilişki, hitabeti ve cesur ifadeleriyle göz dolduran bir lider adayı vardı.
Erdoğan ile Abromowitz’in ilk ilişkisine ilişkin bilgiler, halen TRT Haber’in
başında bulunan Nasuhi Güngör’ün 2001’de yazdığı “Yenilikçi
Hareket” isimli kitabında yer alıyor. İki isim arasındaki ilk ilişki,
gazeteci Ruşen Çakır’ın arabuluculuğu ile Kasımpaşa’da gerçekleşti. Erdoğan ismi,
o tarihten itibaren hep Batılı siyasetçilerin gündeminde oldu.
RUŞEN ÇAKIR 13 YILDIR YALANLAMADIĞI KİTABI HABERİMİZ ÇIKINCA
YALANLADI
Ruşen Çakır, haberimizde kaynak olarak gösterdiğimiz Nasuhi Güngör’ün
2001’de yazdığı “Yenilikçi Hareket” isimli kitabında yer alan bilgiyi
haberimizin yayınlanmasından sonra yalanladı. Ancak Ruşen Çakır'ın 13 yıl
boyunca yalanlamadığı bu bilgiyi konu bugün tekrar gündeme gelip konjoktür
değiştiğinde yalanlaması dikkat çekti.
Diyarbakır ABD'nin dediği gibi, BOP Projesinin yıldızı olabilir.
Aslında, Batılıların
Benzer iddiaları Ergun Poyraz da 'Takunyalı
Fuhler' isimli kitabında ortaya atmıştı.
Ancak Ruşen Çakır, 2010 yılında kaleme aldığı yazısında bu iddiaları direk
yalanlamak yerine; "Ergun Poyraz son kitabı “Takunyalı Führer”de de hakkımda
atıp tuttuğunu duydum ve şaşırmadım. Bunun dışında Adnan Hoca
(Oktar) grubu ile daha sonra Bağımsız Türkiye Partisi’ni kuracak olan
Haydar Baş ve çevresi de beni yıldırmak için epey uğraşmışlardı. Tamamen
bağımsız ve olabildiğince objektif bir şekilde, sadece vicdanımı dinleyerek
gazetecilik yapmaya çalıştığım için maruz kaldığım bu saldırılar yüzünden
onurumun çiğnenmiş olduğunu asla düşünmedim. Hatta tam tersine, başıma
gelenlerden onur duydum. Bugün de aynı durum söz konusudur." ifadesini kullanmıştı.
RP İstanbul İl Başkanı iken ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri ile
şimdilerde gündeme gelen görüşme ve taahhütler tamamlandı. İddiaya göre,
Erdoğan, 29 Mart 1994’de yapılan yerel seçimlere bu destekle girdi.
Bu seçimlerde, daha sonra yapılacak 2002 seçimlerinde olduğu
gibi oyların, partiler arasında dağıtılması sağlandı ve Erdoğan’ın küçük bir
farkla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinin önü açıldı. (RP: 25.6,
ANAP: 24.6, SHP: 17.5, DSP: 14.1, DYP: 12.5)
Muhsin Yazıcıoğlu, arkamda mafya, çeteler olmadı.
İBB BAŞKANI OLUNCA KURUMSAL İLİŞKİLER KURULDU
Erdoğan, Belediye Başkanı olduktan sonra ilişkiler daha kurumsal bir şekilde
yürütüldü. 14 Ekim 1996’da Erdoğan’ı başkanlık makamında ziyaret eden
Abromowitz, Erdoğan’a, “Siz Türkiye’nin geleceği için çok önemlisiniz” dedi.
Erdoğan da, Abromowitz’in olumlu ve sıcak bir mesaj getirdiğini söyledi.
Bu samimiyetin nereden geldiğini bilmeyen gazeteler bu
görüşmeye ilişkin haberi, “Erdoğan’a ilginç ziyaretçi”olarak verdi.
Görüşmenin perde arkasını ise bir dönem Yeni Şafak gazetesinin haber
müdürlüğü görevini de yapan “Yenilikçi Hareket” kitabının
yazarı Nasuhi Güngör, şöyle anlatıyor:
“Türkiye’nin geleceği için Tayyip Erdoğan’ı çok önemli gören Abromowitz,
gittiği her ülkeden kovulan bir isimdi. Abromowitz, Amerika’mn eski Ankara
Büyükelçisi sıfatına ek olarak, sık sık MOSSAD ajanı suçlamalarıyla karşı
karşıya kalmış ırk bilinci yüksek bir Amerikan Yahudisi olma özelliğini de
taşıyordu. ABD Dişişleri İstihbarat ve Araştırma Müsteşar yardımcılığı
görevlerinde de bulunan Abromowitz, Amerikan istihbarat örgütleri arasındaki
koordinasyonu sağlamakla görevliydi.”
Refah-Yol iktidarının 28 Şubat fırtınası ile yıkılıp gitmesinden sonra, Türkiye
hem ekonomik anlamda hem de siyasi anlamda bir dizi kargaşa yaşadı. Bu sırada
Erdoğan, “Akbil yolsuzluğu davası” gibi kapsamlı suçlamaların bulunduğu
dosyalar varken, okuduğu bir şiir bahane edilerek cezaevine gönderildi.
Savaş Süzal'ın, AKP'nin kuruluşu
hakkındaki görüşleri.
GÜNERİ CIVAOĞLU, NİÇİN HAYAL KIRIKLIĞI YAŞADI?
O dönemin en etkin iki üç gazetecisinden biri olan Güneri Cıvaoğlu, Erdoğan’ın
ABD, İngiltere ve İsrail ile girdiği angajmanları bilen biri idi. O zamana
kadar koparılan fırtınaları “Erdoğan’ı cilalama” olarak gören Cıvaoğlu, 10
aylık cezanın kesinleşmesi üzerine hayal kırıklığını yansıtan bir yazı kaleme
aldı. 24 Eylül 1998 tarihli Milliyet’te, “Yanlış oyun” başlığı ile bir
yazı yazdı:
“Bir de, siyaset satrancındaki yanlış oyuna işaret edelim.
Siyasetin doruklarında, FP'yi bölme planı yapılmıştı...
Recep Tayyip Erdoğan ismi, iyice cilalanıp parlatılacaktı.
Fazilet Partisi'nin başına geçerse, bu partiyi neredeyse- tek başına iktidara
taşıyacağı havası estirilecekti.
Erbakan, elbette buna razı olmayacaktı.
Erdoğan, peşine 40-50 milletvekili alarak FP'den kopacaktı.”
Bu yazının yazıldığı günlerde Fazilet Partisi'nde “Yenilikçi Hareket” diye
bilinen grubun adı bile ortada yoktu.
Erdoğan gittiği yerlerde, “ABD ve İsrail benim liderimi sevmiyormuş. Onların
sevmemesi, benim Erbakan’a bağlılığım için referanstır” nutukları attığı günler
idi.
Civaoğlu, Erdoğan ile ilgili her şeyin bittiğini sanarak yaşadığı derin hayal
kırıklığını satırlarına yansıttı:
“Hayali siyaset şatosu, dünkü Yargıtay kararıyla çöktü.
Başkalarının ayağını kaydırmaya dönük hesaplar yerine, bu hesap sahiplerinin
kendileri, siyaset zeminine sağlam basmalılar.”
CEZAEVİ, PARTİ KURMAK İÇİN BİR OFİS GİBİ KULLANILDI
Oysa Erdoğan, cezaevi günlerini, sağlanan ortam sayesinde bir tür kamp hayatı
yaşadı. Günlük koşturmalardan arınmış olarak yeni parti kurma çalışmalarına
odaklandı.
Tayyip Erdoğan, 26 Mart 1999 günü girdiği Pınarhisar Cezaevinden, ceza
süresini tamamlayarak aynı yılın 24 Temmuz’unda çıktı. Çıktığında kurulacak
partinin örgütlenme çalışmaları il il tamamlanmış durumda idi.
FP 1. Kongresi'nde Gelenekçi ve Yenilikçi kanatlar arasında yapılan mücadeleden
Yenilikçilerin adayı Abdullah Gül’ün mağlup çıkmasından sonra o çatı altında
kalmanın bir manası yoktu. (14 Mayıs 2000'de yapılan kongrede Yenilikçi kanadın
adayı Abdullah Gül 521, Recai Kutan 633 oy almıştı.)
Önceleri; NATO'nun Libya'da ne işi var? Sonra; Tabi ki var...!
ERDOĞAN: BEKLEYECEKSİN Kİ EMR-HAK VAKİ OLSUN
Artık, bir bahane bularak Fazilet Partisinden kopmaya sıra gelmişti. Çalışmalara hız
verildi.
Bu sıralarda Hasan Cemal, Erdoğan ile yaptığı görüşmeyi 4 Ocak 2001’de
Milliyet’teki köşesine taşıdı.
Erdoğan, Hasan Cemal’e Türkiye’deki siyaset tarzına ve siyasetçilere yönelik
ağır eleştiriler yöneltiyordu. En ağır eleştiriyi ise o tarihte lideri
olan Necmettin Erbakan’a yaptı:
“İşte bu yüzden parti içinde kalıp mücadele etmek çok zor.
Hatta imkansız. Bekleyeceksin ki lidere emr-i Hak vaki olsun.”
Oysa Erdoğan ve arkadaşlarının “emr-i Hak” vaki oluncaya kadar bekleyecekleri
zamanları yoktu. Hazırlanan plan yürümeli idi. Zaten öyle de yaptılar.
ABD, İNGİLTERE VE İSRAİL TEMSİLCİLERİYLE SON RÖTUŞLAR
“Yenilikçi hareket, Türkiye’deki İslamcıların öncüleridir” sözleri ile
Türkiye’de tanınan CIA Ortadoğu ve Türkiye masası şefi Graham Fuller üzerinden
ABD ile yapılan temaslar devam etti. Artık partinin kurulma çalışması
tamamlanmıştı. 14 Ağustos 2001’de resmen kurulacak olan AK Parti’nin
açıklanmasından bir hafta önce Erdoğan’ın Üsküdar’daki bürosunda bir görüşme
gerçekleşti.
İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosu Roger Short ile Erdoğan
arasında yapılan görüşmenin ayrıntıları, Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen 8
Ağustos 2001 tarihli Yeni Şafak gazetesinde yer aldı. Habere göre,
Short, “Böyle bir partinin kurulması bizi mutlu eder” diyor ve
devamında şu ifadelere yer veriliyordu:
“Roger Short, "Tayyip Erdoğan'ın misyonu hakkında ne düşünüyorsunuz?"
sorusuna ise şu karşılığı verdi: "Bu parti çoğulcu demokrasiyi benimserse,
yeni atılımlar yaparsa bizi mutlu eder. Çoğulcu demokrasinin benimsenmesiyle,
oy kullananlar isteklerini daha kolay ifade edecekler. Bu onları mutlu eder.
Böylece demokrasinin gelişmesi de bizi mutlu eder."
Türkiye'nin de sınırları değişecektir...
"Fazilet
Partisi'nin bu şekilde ayrışması konusunda ne düşünüyorsunuz?" sorusu
üzerine de Başkonsolos Short, "Bu, bizim cevap vereceğimiz bir konu
değildir" dedi.”
İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ: YENİ PARTİ POLİTİKALARIMIZLA TERS DÜŞMEYECEK
Peki İsrail ABD ve İngiltere temsilcileri ile görüşen Erdoğan, parti kurulma
öncesinde İsrail temsilcisi ile dışa dönük temas kurmadı mı? Bu sorunun cevabı
da yine “Yenilikçi Hareket’in 97. sayfasında. Dönemin İsrail Büyükelçisi David
Sultan ile yapılan görüşme şöyle anlatılıyor:
Erdoğan, Theodor Herzelin Mezarında SAP gibi duruyor.
“Tayyip Erdoğan'ın AKP'yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001'de
İsrail büyükelçisi David Sultan'la bir görüşme yaptığı ve Ona "Yeni
oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği"
yolunda garanti verdiği konuşulup yazıldı. Bu David Sultan, uzun yıllar İsrail
ordusunda görev yaptıktan sonra dışişleri kadrosuna alınan azılı bir İslam
düşmanıydı...”
“İKİ KOLDAN YÜRÜYOR” SÖZÜ ERBAKAN’I ÇOK KIZDIRDI
Saadet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, ilerleyen yaşına rağmen
sesini duyurabileceği her ortamı değerlendirip AK Parti’yi ve Erdoğan’ı
anlatmaya çalıştı. Erdoğan'ın ülkeyi borçlandırarak refah içinde gösterdiğini
ve esas itibariyle de uluslararası güçlerin oyuncağı olduğunu söyledi. Erbakan,
kamuoyunda AK Parti kaynaklı dolaştırılan, “Erbakan Hoca akıllı adam. Kendi
Saadet Partisinde, öğrencileri de AK Parti’de bu ülkeye hizmet ediyor"
iddialarına çok net çıkış yapıyor:
Peki Erdoğan, bu kadar ABD ve İsrail ile ilişkili de nasıl bu kadar İsrail
aleyhine konuşabiliyor. Bu sorunun cevabını da Erbakan açık yüreklilikle
ortaya koyuyor:
Bu kadar İsrail aleyhine konuşabildiği için, Erdoğan ve AK Parti iktidarı iş
icraata gelince en cesur adımları atabiliyor. Bu tavrı en açık ortaya koyan ise
Has Parti Genel Başkanı olduğu dönemde Numan Kurtulmuş oluyor. Kurtulmuş’a
göre, Erdoğan’ın kalbi Muaviye diyor, dili Ali.
En zayıf hükümetler dönemlerinde bile kabul edilmeyen İsrail’in OECD üyeliği AK
Parti döneminde onaylandı. Numan Kurtulmuş’a göre İsrail’in OECD üyeliği,
1967’den bu yana İsrail’in elde ettiği en büyük zafer idi.
AKP'nin kuruluş u şahitler ve belgeler ışığında bu şekilde gelişirken, AK
Parti’nin kuruluşundan bu yana geçen 13 yılda Türkiye'de de çok şey değişti.
DİLİPAK DA DOĞRULADI
Merkez Parti Genel Başkanı Prof. Abdurrahim Karslı’ya dayanarak Ünal Tanık'ın
köşesine taşıdığı bilgi gündemi sarsarken olayın tanıkları ise peşpeşe o
günlerde yaşananları doğrulamaya başladı. İlk doğrulayan görüşmelere katılan
Abdurrahman Dilipak oldu. Dilipak, Erdoğan'ın artık bağımsız hareket ettiği
şerhini düşerek Ünal Tanık'ın yazısında yer alan bilgileri doğruladı.
ALİ BULAÇ: O TOPLANTIYA KATILDIM
Dilipak'ın ardından toplantıya katıldığı belirtilen bir diğer isim Ali Bulaç da
köşesinde toplantıya katıldığını doğrulayarak, şu ifadelere yer verdi.
"Dilipak, Rotahaber’den Ünal Tanık’a konuşulanları teyid edince yazmaya
karar verdim. İkincisi, AK Parti hükümetinin neden Batı’yla bozuştuğunu anlamak
için artık bunları yazmak lazım. Evet, o toplantıda vardım, 40 senedir
tanıdığım Abdurrahman Dilipak, bunları –ifadelerde bazı değişiklikler olsa da-
anlattı. Mesele şu:
1998’lerden başlamak üzere Amerikalılar, sıklıkla bizlerle görüşmeye
başladılar. Biri gidiyor, üçü geliyordu.
Sordukları şuydu: “Türkiye’de dindar zemini kuvvetli bir iktidar mümkün
mü?” Ben ana fikir olarak şunları söylüyordum: “Türkiye’de
İslami-muhafazakâr aktörlerin belirleyici rol oynadığı bir döneme giriyoruz. Kronikleşmiş
sorunlarımızı eski zihniyetle çözemeyiz; bölge gibi Türkiye de yeniden şekillenmek
durumunda,
Batı İslam’a, Müslümanların
hayat tarzına ve kaynaklarına saygı göstermelidir. Batı ile savaşmak zorunda
değiliz ama Batı’nın süren tahakküm ve hegemonyası altında Ortadoğu böyle devam
edemez. İsrail sınırlanmalı, rejimler demokratikleşmeli, kaynaklar adil
dağıtılmalı, İslam’ın cevaz verebileceği siyasetlere engel olunmamalı.”
Ancak ne aktivisttim ne siyasi bir hevesim vardı.
Dilipak ise çok hareketli, aktif bir arkadaşımız. Tanıyanlar bilir,
her konuda projesi var. Yeni dönemde
Türkiye için mümkün bir siyasi proje hazırladı, bundan hayli saygın kişilere
bahsetti. Ve onun ifadesine göre Ankara’da birilerine çalıştığı dosyayı verince
, Amerikalıların görüşme trafiği değişti,
bir süre sonra Dilipak, projesinin “bazı değişiklikler”le AK Parti olarak
ortaya çıktığını gördü. Bundan sonrası hepimizin malumu!
Amerikalılar, ikna edebilselerdi söz
konusu projeyi Erbakan hocaya uygulatmayı düşünüyorlardı, ancak o reddetti.
Erbakan hoca vefatından önceki son görüşmemizde
AK Parti’nin nasıl kurulduğunu uzun uzun anlattı, elindeki bazı
belgeleri bana gösterdi; Ertan Yülek Bey şahittir.
M. Ali Bulut’un yazdığına göre o
dönemde bu proje rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na da teklif edilmiş.
Yazıcıoğlu, Erdoğan’a: “Kardeşim zaman
ve hadiseler bana öğretti ki, Amerika’nın desteğindeki bir siyasete hizmet
edilmiyor. Eğer millete dayanarak siyaset yapacaksan geleyim. Aksi takdirde
Amerika hep kendine hizmet ettirir.”
Tayyip
Bey ona, “Bir müddet Amerika’nın dediklerini yaparız, sonra millete hizmet
ederiz. Mani olurlarsa dirsek vurur, gideriz.” deyince rahmetli, “
Amerika dirsek vurulacak bir güç değil. Fil
ile gireceğin yataktan ezilerek çıkarsın.” demiş, teklifi nazikçe
reddetmiş."
23
Aralık 2014 karsigazete.com
ABD-İSRAİL-İNGİLTERE:
“SİZİ İKTİDARA TAŞIYALIM”,
“ENGEL OLACAKLARI İTİBARSIZLAŞTIRALIM”,
“İSRAİL’İN GÜVENLİĞİ İÇİN BOP’TA YANIMIZDA OLUN”,
“AMERİKANCI BİR İSLAM ÜRETİN”
En önemli icraatı yalanı,
hırsızlığı, itibarsızlaştırmayı, ahlâksızlığı kitlelere yaymak olan Erdoğan-AKP
İktidarının içinde olduğu tüm bu sapık ilişkiler hakkında konuşan
Dilipak, daha önce AKP’nin
Amerika-İsrail-İngiltere projesi olarak kurulduğunu da söylemişti.
Dilipak, Abdurrahim Karslı’nın evinde ve bir çok gazeteci önünde şu itiraflarda
bulunmuştu:
Abdurrahman Dilipak “AKP’nin bir proje partisi” olduğunu ve ABD,
İngiltere ve İsrail’in desteğiyle kurulduğunu söylediği toplantıda ABD,
İngiltere ve İsrail’in AKP’den talepleri olduğunu ve anlaşmanın şu maddeler
üzerinde olduğunu da belirtiyor:
1- Biz sizi iktidara taşıyalım.
2- Sizi iktidarda sorun çıkaracakları “opere” edelim.
3- Size gerekli finansal destekleri getirelim.
Bunlara karşılık olarak ABD, İngiltere ve İsrail’in isteklerini
ise yine Abdurrahman Dilipak şöyle anlatıyor:
1- İsrail’in güvenliğini arttıracaksınız, önündeki engelleri
kaldıracaksınız.
2- Büyük Ortadoğu projesi, yani sınırların değişmesi.
3- İslam’ın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız.
28 Şubat döneminde başta İBDA olmak üzere Batıcı düzene karşı
mücâdele veren Müslümanlara düşmanlık etmesiyle, yapılan protesto
gösterilerinin her birine katılıp kitlenin öfkesini etkisizleştirmekle,
“hoşgörü” safsatası altında Düzenin yürütücüleriyle fotoğraf vermesiyle meşhur
olmuş Dilipak, ortaya çıkan bu sözlerinin ardından anlaşmayı inkâr etmemişti.
Ardından gelen yoğun tepkiler üzerine “ABD’nin projesi paralel yapı üzerinden
AK Parti’yi ele geçirme projesiydi” şeklinde kıvırmıştı.
Fakat bu defa aynı toplantıya katılmış olan eski dostu,
yol arkadaşı Ali Bulaç ve Ünal Tanık’ın yazıları üzerine toplantıyı doğrulayan
Dilipak, şecaat arz ederken sirkatin söyleme deyimini hatırlatan şu ifâdeleri
kullandı:
“ABD’nin projesi paralel yapı üzerinden AK Parti’yi ele geçirme
projesi idi. Daha doğrusu paralel yapının siyasi ayağını AK Parti üzerinden hayata
geçirmekti. Bu şekilde
paralel bir din, paralel bir siyaset ve toplum örgütlenmiş olacaktı. Bu şekilde
İsrail’in varlığı ve güvenliği güvence altına alınmış olacaktı. İslam, Batı
değerler sistemine rekabet etmemiş olacaktı. Aynı şekilde NATO ve ABD’nin
askeri ve stratejik hedefleri ile çelişmeyen bir İslam Dünyası dizayn
edilecekti… Projenin aslı bu.”
Bugün, Erdoğan Cemaatinin Lideri Tayyip Erdoğan’ın “İsrail’e muhtacız!”, “İsrail
dost ve müttefikimiz!” sözleriyle
savunduğu bu projenin sorumluluğunu birbiri üzerine atmaya çalışan bu isimleri,
gizli toplantılarla plânlar yaptıkları ABD-İsrail kurtarabilecek mi, göreceğiz!
TAYYİP ERDOĞAN NASIL BAŞBAKAN
OLDU
Bu yazı
kimseyi karalamak,yermek,suçlamak amacı ile yazılmamıştır.Herkes biliyor ki
ABD’den izinsiz ülkemizde belli yerlere memur bile tayin edilemez.Yüksek mevkilere
gelenler onlar tarafından seçilirler.
Bütün
siyasi parti liderlerini büyük bürokratları inceleyin.Hepsinin muhakkak bir ABD
ödülü,desteği vardır.Bunlar sadece ülkemize ait değil her ülkede vardır. ABD bu
işi her hükümet için de yapıyormuş zaten.
18-19 Kasım 1999 yapılacak
olan AGİT (OSCE) Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı toplantısı nedeniyle
ülkemize gelecek olan ABD Başkanı Bill CLİNTON’un ön heyeti tarihten bir ay
önce İstanbul’a gelir.Heyet başkanlarının kalacağı otel geçeceği güzergahlar ve
toplantı mahalleri üzerine ciddi bir çalışma yaptı.Bu heyetin çalışması
esnasında yardımcı olmak amacı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğünden yabancı dil
bilen bir tercüman polis memuru ve yeteri kadar rütbeli,rütbesiz memur
görevlendirildi.
Bu gelen
her heyet için değişmez bir kuraldır.Amerikalılar biraz
ayrıcalıklıdırlar.Sadece bizde değil,tüm dünyada onların kuralıdır.
Heyete tercüman olarak görevlendirilen polis memuru
İstanbul ABD Başkonsolosluğunun güvenlik Amirileri olan Sabit.ve Mete ile görev
gereği tanıştı.
Heyetin
İstanbul’un tarihi yerlerini gezdikleri esnada da bu İstanbul hakkında geniş
bilgiler verince genel kültürü ile dikkat çekti.Derken elçilik görevlileri daha
sonraki bir çok olayda bu memuru şahsen istediler.
Aralarında
ciddi bir arkadaşlık olmuştu.Hatır sormak için bile biri birlerini arar
olmuşlardı.
Bir gün
bu memur arkadaşları tarafından elçilik binasına yemeğe davet edilir.Davet
sırasında aralarına elçiliğin ABD’li idarecileri konsolos falan da katılır.Derken o zamanlar yasaklı ve
Çorum Cezaevinde bulunan Tayyip Erdoğan da gazetelerin mağdur adamı olduğundan
onun hakkında da görüşlerini sorarlar.
Memur
Tayyip Erdoğan’ı Belediye Başkanlığı sırasındaki hizmetleri ile tanıdığını ve
onun zamanında suların içilebilir hale geldiğini,ve diğer hizmetlerini takdir
ettiğini söyler.
Bu defa
Konsolos Memura “Sağcı mı, solcu mu? Olduğunu sorar.
Memur da
eskiden solcu olduğunu ancak memuriyeti ve ülkede değişen şartlar nedeni ile
artık bunları bıraktığını,ülkeye hizmet eden herkesi desteklediğini anlatır.
Olay
öyle kalır.Bir daha o konulardan pek konuşulmaz.
Bir gün
memurun görev yerine BAD Başkonsolosluğundan bir telefon gelir.Arayan Güvenlik
Müdürü “S.”dir.
Birkaç
gün içinde ABD Deniz Kuvvetleri
Komutanının geleceğini ,onun İstanbul gezisi sırasında kendisine
rehberlik yapmasını istediklerini,görevi isteyip istemediğini sorar.
Memur da
Emniyet Müdürlüğüne yazı yazın,görev verilirse yaparım.Özel olarak mümkün değil
der.
Yazı
yazılır ve memur için istek yapılır.
Yazıda
USCG (United States Coast Guard (ABD-SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI AMİRAL) Commander Admiral James M.LOY isimli
Amiral’in İstanbul gezileri sırasında mihmandarlık la görevlendirildiği
yazılır.
Uzun
sürmez ve beklenen şahıs gelir.Geziye başlanır.
O
sıralarda da Tayyip Erdoğan Çorum’dan Vize Cezaevine getirildiği basında geçer.
Ayasofya
Müzesi çıkışında Amiral bu memura “Size özel bir konuda soru sorabilir miyim,Bu
çok özel olacak.Göreviniz dışındadır ve tamamen siz ve benim aramda olan bir
konuşma olacaktır.” deyince
Memur
“Buyurun” der.
Amiral
“Siz sağcı mısınız solcu mu?”
Memur
“İlgilenmiyorum.”
Amiral
“Askeri ihtilal öncesi zamanlarda da mı?
Memur “O
zamanlar solcuydum,ama militan değil entelektüel düzeyde”
Memur-Peki
bu konular sizi neden bu kadar ilgilendiriyor?
Amiral-Biliyorsun
ülkenizin hükümetinden herkes şikayet ediyor. Halkınızın büyük bir kısmı da
hapisteki köktendinci belediye başkanını beğeniyor.
Cuma, 20
Nisan 2007
4
KASIM'DA WOLFOWİTZ'E GÖNDERİLEN İHANET MEKTUBU
Tayyip Erdoğan'ın Yüce Divan'lık suçlarını
açıklamayı sürdürüyoruz. ABD'nin Türkiye'yi de bölen Büyük Ortadoğu Projesi'nin
görevilisi olduğunu her fırsatta söyleyen Tayyip Erdoğan'ın 4 Kasım 2002
tarihinde yani seçimlerden 1 gün sonra ABD Savunma Bakan Vekili Paul
Wolfowitz'e yazdığı ihanet belgesini getiriyoruz ekranlarınıza.
Dr. Paul
Wolfowitz
Savunma Bakan Vekili
Pentagon
Washington DC, 20301
Ford
4 Kasım 2002
Değerli Dr. Wolfowitz,
Ülkelerimiz arasındaki tarihsel ortaklık ve dostluğun gelecekte de sürmesi
ümidimi paylaşmak için, bu mesajımı ortak dostlar aracılığıyla doğrudan size
ulaştırmak isterim.
Seçim sonuçlarının bizim genelkurmay saflarında biraz rahatsızlık yaratmış
olabileceğinden, resmî konumunuz gereği, hiç kuşkusuz haberdarsınızdır.
Bilmenizi isterim ki, onların Türkiye'nin müreffeh, seküler (çağdaş) ve birinci
dünya topluluğunun güvenilir bir üyesi olması ümitlerini partim ve ben de
paylaşıyoruz. Ve geçmişte hiç olmadığı kadar birleşmiş olan ülkemizin çıkarları
için en iyisi olacak şekilde birlikte çalışabileceğimiz kanaatindeyim.
Bu amaçla, Org. Özkök ile mümkün olduğu kadar kısa sürede mahrem, özel bir
toplantı yapabilmeyi ümit ediyorum. Özel cep numaram şudur: 0533 7…
Bu yardım ve ülkeme geçmişte gösterdiğiniz dostluk için çok teşekkürler.
Sizinle kişisel olarak görüşmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Samimiyetle sizin olan,
Recep Tayyip Erdoğan
Genel Başkan
Tayyip Erdoğan, bu ihanet mektubunu 3 Kasım seçimlerinden bir gün sonra ABD
Savunma Bakan Vekili Paul Wolfowistz'e yazdı. Mektubu özel kurye ile gönderen
Erdoğan, özel cep telefonu numarasını da bu mektuba yazmış. Erdoğan mektupta,
Genelkurmay'ı, 3 Kasım 2002 seçim sonuçlarından rahatsız olduğu gerekçesiyle,
ABD Savunma Bakan Vekiline şikâyet etti. Wolfowitz'ten Türkiye Cumhuriyeti
Genelkurmay Başkanı ile kendisi arasında arabuluculuk yapması istedi.
Erdoğan'ın mektubundaki "bu yardım ve ülkeme geçmişte gösterdiğiniz
dostluk için çok teşekkürler. Sizinle kişisel olarak görüşmeyi sabırsızlıkla
bekliyorum. Samimiyetle sizin olan," sözleri de bir "amir-memur"
ilişkisini yansıtıyor.
Bu
mektupla ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi memurluğunu açıkça sergileyen Tayyip
Erdoğan, mektubu bu günü kadar yalanlamadı.
YORUM:Ulusal Kanal yine yeni bir başarıya imza attı.İkili ilişkileri
belgelemede usta olduğunu bir kez daha gösterdi.ABD dünyanın Valisi,RTE
efendi de sadık bendeleri imiş gibi yazılar.Bu millet de bu oylarını böyle
verip böyl seçim yapıyor işte.
Kara Murat'ın Kazıklı Voyvodayı değiştirmeye gitmesi gibi bize de ABD kaç Sarı
johny gönderiyor acaba?
Haberin doğruluğu yakında gündeme oturur.Hep beraber ne olacağını görürüz.Ben
bu kanalın pek yanlışını görmedim ama okuyucu açısından en azından böyle
bakmakta yarar var.
DENİZ FENERİNİN ÖZELLİKLERİ;
Bakanlar Kurulundan iki karar
Deniz
Feneri, 20 Aralık 2004 tarihinde Bakanlar Kurulu'nun 2004/8278 sayılı kararı
ile kamu yararına çalışan dernekler arasına alındı. Bakanlar Kurulu 12 Mayıs
2005 tarihinde Deniz Feneri Derneği ile ilgili ikinci bir karar daha aldı. Bu
karara göre dernek, İçişleri Bakanlığı, Valilikler ya da emniyetten izin
almadan maddi yardım toplayabilecek kuruluşlar arasına alındı.
Ayrıcalıkları var
Bu
dernekler, Bakanlar Kurulu kararınca izin almadan her türlü yardım kampanyası
düzenleyebiliyor, nakit para yardımı kabul edebiliyor, hazineye ait arsa ve
arazileri satın alma kolaylıklarını kullanabiliyor, mali yapılarının güçlenmesi
ve hizmet götürebilmeleri için vergi kolaylıklarından yararlanabiliyor, Katma
Değer Vergisi ile (KDV) veraset ve intikal vergisinden muaf tutuluyor,
harcamaları vergi matrahından indiriliyor, derneğe ait bina ve arazilerden
vergi alınmıyor, başbakanlık uygun görürse derneklerin araçlarına resmi plaka
tahsis ediliyor.
Doğu Perinçek'in
Aydınlık Dergisindeki Başyazısı (2 Kasım 2008)
Siz kim milli irade kim?
Şu sözü
Meclis kürsüsünden CHP Genel Başkanı'nın veya bir milletvekilinin Tayyip
Erdoğan'ın yüzüne söylemesi yerinde olurdu:
"Siz kim milli irade kim?"
Ne var ki, bu tür büyük gerçeklikler, tarihte hep sistemin dışından
söylenmiştir.
BOP EŞBAŞKANISINIZ!
Bugün her yerde, her
fırsatta Abdullah Gül - Tayyip Erdoğan ikilisine hatırlatılacak gerçek şudur:
Siz,
Türk milletinin değil, ABD'nin iradesini temsil ediyorsunuz, BOP
Eşbaşkanısınız!
Siz, ABD'nin Sözleşmeli Personelisiniz, Washington
yönetimine "2 sayfa 9 maddelik" hizmet sözleşmesiyle bağlısınız!
|
22 İslam ülkesinin bölünmesi projesi BOP
Haritası |
Sizi
iktidar koltuklarına oturtan, ABD Gladyosu'dur; Abramowitzler'dir;
Grossmanlar'dır; Bushlar'dır!
Siz
milletin değil, şeyhlerin, cemaatlerin iradesine bağlanmışsınız, İskenderpaşa
Dergâhı mensubusunuz!
İşte
AKP'li saltanat düşkünlerinin çalımına son verecek doğrular bunlardır!
İRADE FESADI
Toplumsal
gerçeklikte olsun, hukukta olsun, iradenin geçerli olmasının koşulu, bağımsız
ve özgür olmasıdır.
Nikâh memuru evlenen çifte sorar:
"Hiçbir baskı ve etki altında kalmadan falancayı eşiniz olarak kabul
ediyor musunuz?"
Ekonomik hayatta ve siyasette de böyledir. İradenin yasal ve geçerli olması
için, kişinin veya topluluğun, özgür ve bağımsız kararı gerekir. Bu koşul yoksa
irade fesadından söz edilir.
SÜPÜRÜLEN İRADE!
Tayyip Erdoğan'ın en
yakın çevresinden Cüneyt Zapsu ABD yetkililerine diyor ki:
"Bu adamı kullanın, deliğe süpürmeyin."
Deliğe süpürülen milli irade olmaz!
Şu an Türkiye'nin en büyük gerçeği budur. Ülkemizi Washington yöneticilerinin
deliğe süpürebileceği bir cemaat yönetmektedir. O cemaat, kaderini ABD'nin süpürgesine
bağlamıştır. ABD süpürgesiyle gelenler, ABD süpürgesiyle gitmekten korkuyorlar.
ANAYASA MAHKEMESİNİ AŞAN YETKİ
Anayasa
Mahkemesi'nin AKP hakkındaki kararı dahi, Türkiye'de milli irade olmadığını
kanıtlıyor. Çünkü Türkiye'nin yazılı olmayan, gerçek anayasasına göre, iktidar
partisini deliğe süpürme yetkisi, ABD'ye verilmiştir. Anayasa Mahkemesi,
AKP'nin Cumhuriyet yıkıcısı faaliyetin odağı haline geldiğini saptıyor, fakat
kapatılmasına karar veremiyor. Mahkeme de biliyor ki, böyle bir karar, onun yetkisini
aşar. O yetki, Atlantik'in ötesindedir.
YASALAR İTHAL EDİLİYOR
Meclis'e ipotek
koyan, Anayasa Mahkemesi değildir; Türkiye'yi AB kapısında çarmıha gerenlerdir.
Hangi Meclis iradesi?
Bugün Meclis'in milletten kaynaklanan bağımsız ve özgür iradesi yoktur.
Türkiye'nin yasaları Meclis'te yapılmıyor; ABD'den AB'den geliyor. "Reform
süreci", "Uyum yasaları" vb dedikleri, Washington ve Brüksel'de
yapılan sözde yasalara parmak kaldırmaktır. Meclisi bir cimnastik salonuna
dönüştüren bu süreç, 12 Eylül'de başlamıştır.
12 EYLÜL'ÜN GAYRİ MEŞRU ÇOCUKLARI
ABD'nin 12 Eylül
darbesi, milli iradeye tecavüzdü. Bu gladyo darbesi, aynı zamanda Türk
Ordusu'na darbe idi; 2000 Atatürkçü subayı TSK'dan attı.
12 Eylül rejimi, Cumhuriyet Devrimi'nin ekonomik, toplumsal ve kültürel
kurumlarını yıkan programı zulümle, şiddetle uygulamaya soktu.
Kenan Evren'i yüzde 92 oyla Cumhurbaşkanı yapan irade, Tayyip Erdoğan'ı da en
son yüzde 47 ile BOP Eşbaşkanılığı'na atamıştır.
Tayyip Erdoğan'lar, Tansu Çiller'ler, Turgut Özal'lar 12 Eylül'ün gayrimeşru
çocuklarıdır. Amerikancı askeri darbeyle gelen Neoliberal programı bunlar
yürüttü.
GLADYO REJİMİ
Doğru, bu sistemin
zehirli kökleri, İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar uzanıyor. Ancak
Cumhuriyet'in kurumları, 12 Eylül'e kadar az çok yaşıyordu. 12 Eylül, bir
Gladyo rejimi getirmiştir ve o Gladyo doğası gereği Fethullahçı Gladyo
olmuştur.
Artık demokrasi adına söylenen her şey, kuyruklu bir yalandır.
Türkiye'de bir rejim sorunu vardır; Cumhuriyet rejimi esas olarak yıkılmıştır.
Varolan rejim, Atatürk önderliğinde devrimle kurduğumuz Cumhuriyet değil, bir
Mafya-Gladyo-Tarikat rejimidir. Sandıklar, seçimler, ABD güdümlü Haçlı
irticanın tahakkümü altında, halkın özgür iradesini fesada uğratan dalavere
mekanizmalarına dönüştürülmüştür. İşte Cumhuriyet'e karşı asıl darbecilik
budur. Türban, ABD tarafından yalnız kadınlarımızın ve kızlarımızın başına
değil, siyasal rejimimizin başına geçirilmiştir.
GAZOZ KAPAĞINDAN MADALYA
Şu gazoz kapağından
milli irade madalyasını Tayyip Erdoğan'ın göğsüne ne yazık ki MHP ve CHP
taktılar. ABD servislerinin 1996'da başlayan bir operasyonla milletin tepesine
oturttuğu cemaat mensuplarına, siz "ABD iradesiyle geldiniz"
diyemediler. AKP liderlerinin "yüzde 47" diye tutturduğu laf
cambazlığı karşısında eziklik duydular. ABD'nin kurguladığı sahte demokrasiyi
sorgulayamadılar. Hele MHP, yasadışı Gladyo rejiminin koltuk değneği oldu.
Zaten daha 1960'lardaki kuruluş amacı buydu.
AKP YÖNETİMİNİN
YASADIŞILIĞI
Halkın ABD
dayatmalarıyla ve Ortaçağ ağları içinde zavallılaştırıldığı ve köleleştirildiği
bu milli irade fesadından tek bir çıkış vardır:
Bağımsızlıkla!
Özgürlükle!
Bağımsızlık varsa, milli irade vardır!
Laiklik varsa, özgür yurttaş ve milli irade vardır.
Milli devlet yaşıyorsa, milli irade vardır.
Bugün bağımsızlık da, laiklik de, milli devlet de can çekişiyor.
O zaman milli iradeyi boğan bu tahakkümden kurtulmak, bir ölüm kalım sorunudur.
Türkiye üzerindeki ABD ipoteğini kaldırmanın zamanı gelmiştir.
İnsancıklarımızı cemaat ve tarikat şeyhlerinin tahakkümünden kurtarmak şarttır
ve biricik demokrasi çaresidir.
Anayasa Mahkemesi, AKP iktidarının Cumhuriyet yıkıcısı, yasadışı karakterini
yargı kararıyla da saptamıştır.
Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan yönetimi, kaderini Türkiye'yi parçalayan ABD'nin
BOP planıyla birleştirmiştir; Türkiye'yi parçalayan büyük tertibin içindedir.
ÇAĞRI VE GÖREV
Bütün milleti, ülke
bütünlüğünü ve Cumhuriyeti savunan bütün siyasal partileri, BOP Eşbaşkanlığı'na
karşı birleşmeye ve ABD güdümlü saltanat düşkünlerinin yüzüne şu büyük hakikati
haykırmaya çağırıyorum:
Siz kim, milli irade kim!
Bundan sonra milli irade, BOP Eşbaşkanlığı'na son veren, Türkiye'yi
bağımsızlaştıran ve halk yönetimini kuran iradedir!
Türkiye halkı, AKP'yi süpürme yetkisini ABD'nin elinden alacaktır.
FETHULLAH
GÜLEN’İN PAPAYA MEKTUBU
Dunya
barışı için
Fethullah
Gulen Hocaefendi, Islam ve Hiristiyan dunyasini temsilen 'Dinlerarasi Diyalog'
cercevesinde Papa 2. Jean Paul ile yarim saat gorustu.
MESUT
ERISEN / MUSTAFA ERMEK
ROMA /
VATIKAN (Zaman)- Vatikan'in Turkiye Buyukelcisi Piere Luigi Celata'nin, Papa
John Paul II'nin davet mektubunu Hocaefendi'ye takdiminden sonra dun TSI
12.00'de, gorusmeye tahsis edilen ozel malikanede Papa ile Hocaefendi bir araya
gelerek gorustuler.
Islam ve Hiristiyan dunyasini temsilen 'Dinlerarasi
Diyalog' zemininde bir araya gelinen gorusme, yaklasik yarim saat surdu.
Tarihi
ve onemli bir olayin gerceklestigi gorusmede Vatikan'in Istanbul Temsilcisi
Monsenjor George Marovitch, Hocaefendi'yi hizmetleri ve konumu itibariyle
Papa'ya takdim etti.
Hocaefendi,
Papa'ya hitaben, Cumhurbaskanimizin davetini hatirlatarak, Papa'yi Turkiye'ye
davet etti. Hocaefendi kendilerinin de bu konuda ev sahibi olabileceklerini
ifade ederek, Papa "Kudus'e ziyareti arzu ederse, Yaser Arafat ve Diyanet
yetkilileri ile goruserek, bunun gerceklesmesi icin gayret sarf
edeceklerini." soyledi.
Hocaefendi,
"Harran'in uc buyuk kitabi dinin dogus yeri (Hz. Ibrahim, Hz. Isa ve
Museviligin), olmasi itibariyle bizim icin fasl-i musterek olabilir. Bu sebeple
cok rahat gorusup konustugumuz Hz. Isa'nin 2000. dogum yili kutlamalari
munasebeti ile onemli mesajlar verilebilir. Hosgoru adina onemli imzalar
atilabilir. Tarsus'a dini ziyaretler musterek duzenlenebilir. Hz. Isa adina
paneller ve konferanslar duzenlenebilir." dedi.
Hocaefendi,
Papa'ya hitaben, Vatikan'daki Islam ogretilen enstituye gonderdigi 2 talebenin
kabulu munasebetiyle tesekkur ederek, kendilerinin Papa'nin da uygun gordugu
miktarda ogrenciyi Turkiye'ye gonderebilecegini ve bunlara bakim ve
gorumlerinin yapilabilecegini sozlerine ekledi.
PAPA:
DAVETINIZ BENI HISLENDIRDI
Papa
Jean Paul II, Hocaefendi'nin kendisini Turkiye'ye davetinden cok hislendigini
belirtti. Papa, Turkiye'yi 1979'un Aralik ayinda ziyaret ettigini ve Efes,
Istanbul ve Ankara'yi ziyaret ettigini ve "Turk misafirperverliginden cok
memnun oldugunu" sozlerine ekledi.
Papa,
Hocaefendi'ye, inananlar arasinda kurulacak diyalogun cok onemli oldugunu
belirttikten sonra, bunun devamini diledi. Gorusme sonrasinda Papa ayaga
kalkarak, "Allah Turkiye'yi takdis etsin." dedi.
Hocaefendi
Papa'ya degerli bir ipek hali ile islenmis gumus bir vazo hediye etti.
Papa
verilen hediyeler icin tesekkur ederek, Hocaefendi'ye, Aziz Paulas ve Aziz
Petruo'nun kabartmalarindan olusan bir tabloyu hediye etti.
BASINDAN
YOGUN ILGI
"Son
yillarin en onemli olayi olarak nitelendirilen bir gorusmeye" yerli ve
yabanci basin mensuplarinin oldukca onem verdikleri gozlendi.
Yapilan
ikili gorusmeye, Vatikan'in ozel tv ve foto muhabirleri disinda, yabanci basin
mensuplari alinmadi.
Gorusme
sonrasi Hocaefendi, basinla bir toplanti yapti.
Papa
Hazretleri ile gorusmesinden once, Hocaefendi, Vatikan Dinlerarasi Diyalog
Konseyi Baskani Kardinal Francis Arenzi ve yardimcilari ile gorustu.
Konseyin
merkezinde yapilan gorusmede, hosgoru ve diyalog adina yapilabilecek
etkinlikler ele alindi.
Hocaefendi'nin
gorusleri konusunda memnuniyetlerini belirten Konsey Baskani Kardinal Arenzi,
Hocaefendi'ye, "Siz bu anlattiklarinizi sadece konusmuyorsunuz, ayni
zamanda yasiyorsunuz. Umarim diyalogumuz bundan sonra da devam edecektir."
dedi.
HOCAEFENDI'DEN
PAPA'YA MEKTUP
Pek muhterem Papa cenaplari,
|
ABDli kardinal John O'Connor ile |
Uc buyuk
dinin dogum yeri olarak bilinen topraklarin dunyayi daha iyi yasanabilir bir
mekan kilma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasiyla bilen halkindan size en
icten selamlari getirdik. Yogun gundeminizde bize zaman ayirarak sizinle
muserref olmayi bahsettiginiz icin zatialilerinize en derin kalbi
tesekkurlerimizi sunariz.
Papa 6.
Paul Cenaplari tarafindan baslatilan ve devam etmekte olan Dinlerarasi Diyalog
Icin Papalik Konseyi (PCID) misyonunun bir parcasi olmak uzere burada
bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edisini gormeyi arzu ediyoruz. En aciz bir
sekilde hatta biraz curetle, bu pek kiymetli hizmetinizi icra etme yolunda en
mutevazi yardimlarimizi sunmak icin size geldik.
Islam
yanlis anlasilan bir din olmustur ve bunda en cok suclanacak olan
Muslumanlardir. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlis anlamanin buyuk
oranda azalmasina katki saglayabilir. Musluman dunyasi, Islam'in asirlarla olculen
yanlis algilanmasini silip atacak bir diyalog imkanini bagrina basacaktir.
Beseriyet,
celisen gorusler ortaya koyduklari gerekcesiyle, zaman zaman bilim adina dini,
din adina da bilimi inkar etmistir. Bilginin tamami Allah'a aittir ve din
Allah'tandir. O halde bu ikisi nasil celisebilir? Insanlar arasinda anlayisi ve
hosgoruyu artirmaya yonelik dinlerarasi diyaloga yonelik ortak gayretlerimiz
cok is gorebilir.
Kendi
memleketimizde simdiye kadar cesitli Hiristiyan mezheplerinin liderleriyle
diyalog icinde olduk. Bu naciz gayretlerin bosa cikmadigini acizane ifade etmek
isteriz. Amacimiz bu uc buyuk dinin inananlari arasinda hosgoru ve anlayis
yoluyla bir kardeslik tesis etmektir. Bizler bir araya gelmek suretiyle sozde
medeniyetler catismasinin gerceklesmesini gormek isteyen yolunu sasirmis ve
supheci kimselere karsi dalgakiranlar gibi, isterseniz bariyerler gibi deyin,
karsi durabiliriz.
Gecen
yil bazi unlu uluslararasi bilim adamlarinin katildigi medeniyetlerarasi baris
ve diyalog konulu bir sempozyum duzenledik. Bu gayretin basarisindan aldigimiz
tesvikle bu tur etkinlikleri tekrarlamak istiyoruz. Halihazirda uc buyuk dinin
baglilari arasindaki baglari guclendirmeye yonelik olarak dinlerarasi diyalog
konusunda Vatikan'in da temsil edilecegini umit ettigimiz bir konferans
duzenleme surecinde bulunuyoruz.
Yeni
fikirlerimiz varmis iddiasinda bulunmuyoruz. Yine musamahaniza siginarak, bu
misyonun hedeflerine yakindan hizmet etmek icin ustlenmek istedigimiz birkac
teklifte bulunmayi arzu ediyoruz. Hiristiyanligin ucuncu bin yilina girisi
munasebetiyle yapilacak kutlamalar vesilesiyle Ortadogu'daki Antakya, Tarsus,
Efes ve Kudus gibi bazi kutsal yerlere musterek ziyaretleri iceren bircok
etkinlik onermek istiyoruz. Bunu Sayin Cumhurbaskanimiz Demirel'in, cenaplarinin
ulkemizi ziyaretine ve mezkur kutsal mekanlari gostermeye davetini tekrarlamak
icin bir firsat addediyoruz. Anadolu halki size misafirperverligini gostermeyi
ve sevkle selamlamayi hararetle beklemektedir. Filistinli liderlerle diyalog
kurmak suretiyle Kudus'u birlikte ziyaret etmemize davetiye cikarabiliriz. Bu
ziyaret bu mubarek sehri Hiristiyanlar, Yahudiler ve Muslumanlarin, hicbir
kisitlama, hatta vize dahi olmaksizin serbestce ziyaret edebilecegi
uluslararasi bir bolge olarak ilan etme gayretlerine yonelik dev bir adim
teskil edebilir.
Uc buyuk
dinden liderlerin isbirligi ile ilki Washington DC'de olmak uzere muhtelif
dunya baskentlerinde bir konferanslar serisinin gerceklestirilmesini teklif
ediyoruz. Ikinci serinin zamani icin Hz. Isa'nin dogumunun 2000. yildonumu
ideal olabilir.
Bir
ogrenci degisim programi da cok faydali olacaktir. Inancli genc insanlarin
birlikte egitim gormesi birbirlerine yakinliklarini artiracaktir. Ogrenci
degisim programi cercevesinde uc buyuk dinin babasi oldugu ikrar edilen Hazreti
Ibrahim'in dogumyeri olarak bilinen Urfa sehrindeki Harran'da bir ilahiyat
okulu kurulabilir. Bu, ya Harran Universitesi'ndeki programlarin genisletilmesi
suretiyle ya da uc dinin ihtiyaclarini da temin edecek sumullu bir mufredata sahip
bagimsiz bir universite seklinde gerceklestirilebilir.
Onerilen
programlar asiri buyuk isler gibi algilanabilir; ama bunlar erisilmez degildir.
Dunyada iki tip insan vardir. Bazilari kendilerini topluma adapte etmeye
calisir. Diger bazilari ise topluma uymaktansa toplumu kendi degerlerine adapte
etmek ister. Toplum butun ilerlemeleri bu ikinci tip insanlara borcludur.
Onlari yarattigi icin Rabb'e sukurler olsun.
M.
Fethullah Gulen / Rabb'in aciz kulu / 9 Subat 1998
BÜYÜK İHANET!!!
insanın kanını donduruyor.. öncelikle şunu söyleyeyim.
09.02.2012 tarihli. UNUTMAMAK İÇİN
YAYINLIYORUM!!!
MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile eski MİT
Müsteşarı Emre Taner ve Yardımcısı
Afet Güneş'in KCK soruşturması kapsamında ifadeye çağırılmasına neden olan
belgeler dehşete düşürdü.
Buna göre KCK, MİT gözetiminde kuruldu. Bazı eylem talimatları MİT tarafından
teröristlere ulaştırıldı. Hedef önce Kürdistan sonra Öcalan’a özgürlük.
Bugün gazetesi şoke eden iddiaları
manşetine taşıdı. Bu soruşturmanın kendisi ve yankıları uzun süre
konuşulacak gibi. İşte o belgelerle ortaya atılan çok ağır iddialar:
"KCK'NIN KURULUŞU MİT GÖZETİMİNDE TAMAMLANDI"
Terör örgütüyle görüşen MİT heyeti, istihbarat toplama ve bilgi edinme
görevinin dışında örgütün yönetilmesine aracılık etti. Silahlı faaliyet
yürütmesi en baştan beri öngörülen KCK yapılanması, MİT heyetinin gözetiminde
tamamlandı.
"ÖCALAN'IN SİLAHLI EYLEM TALİMATLARI ULAŞTIRILDI"
MİT'in bazı mensupları, doğrudan temaslar ve ajanları aracılığıyla elde
ettikleri saldırı talimatlarının önlenmesi için harekete geçmedi. Hatta eylem
talimatlarını yerine getirecek olan Kandil ve kırsal kadrolara iletilmesine
aracı oldu.
"ÖNCE KÜRDİSTAN SONRA ÖCALAN'A ÖZGÜRLÜK"
İstihbarat toplama vazifesi aşılarak devletin bütünlüğü ve Anayasal düzene
karşı anlaşma noktasında varıldı. Yeni Anayasa da özerk Kürdistan'a imkan
tanınması, Öcalan'ın önce ev hapsine ardından özgürlüğüne kavuşması konusunda
mutabakata varıldı.
"PKK POLİS OLACAK, NATO VE BM BÖLGEYE ÇEKİLECEK"
PKK'nın özerk Kürdistan'da polis gücü olarak kullanılması, Birleşmiş Milletler
veya NATO'nun bölgeye müdahalesini de içeren mutabakat metinlerine ulaşıldı.
Tutuklu KCK sanıklarının serbest bırakılacağı teminatı da verildi.
'İMRALI İLE İLETİŞİMİ TEŞKİLAT SAĞLIYORDU'
KCK operasyonlarında ele geçirilen özel Yetkili Savcılığın elinde bulunan
bilgi ve belgeler, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan ile örgüt üst yönetimi
arasında mektuplaşma trafiğini MİT mensuplarının sağladığını ortaya koydu.
İddialara göre Öcalan tarafından 6 Temmuz 2011 günü yazılan "KCK Yürütme
Konseyi Başkanlığına" başlıklı el yazısı mektup da MİT heyeti tarafından
örgütün Avrupa kadrolarına ulaştırıldı. Bu bilgiler Diyarbakır'daki KCK
operasyonları sırasında ele geçirildi. Öcalan görüşme notlarında birçok defa heyetle
görüştüğünü, mektup trafiği yaşandığını söyledi.
HUKUKSUZLUĞU BİLİYORLARDI
Basına "PKK-MİT Oslo Görüşmeleri" olarak yansıyan ses kaydında da MİT
Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş'in, Öcalan ile Avrupa'daki örgüt yöneticileri
arasında mektup iletişimini yürüteceğine dair sözleri yer almıştı.
Ses kayıtlarında Güneş, "Notun (5) sayfayı geçmeyecek şekilde yazılmasını,
İmralı'ya gittiklerinde ilk olarak örgüt tarafından hazırlanan notu Öcalan'a
verdiklerini, hiç ses çıkarmadan okumasını beklediklerini, Öcalan'ın notu 1,1.5
saat boyunca okuduğunu, Öcalan'ın cevabını mektubun arkasına yazdığı, bunun da
45 dakika civarında sürdüğü, ona 'kısa yaz' diye yalvardıklarını, İmralı ile
böyle bir kanal kurulmasının büyük bir fırsat olduğunu" söylüyordu. Ses
kayıtlarında Afet Güneş "Öcalan ile örgüt üst yönetimi arasında devam eden
karşılıklı mektup trafiğine izin verilerek hukuka uygun olmayan bir iş
yapıldığını, devletin bu durumun daha nereye kadar gideceğini sorgulayacağım,
bu sebeple bu mektuplardan sonuç alınmasının önemli olduğunu"
kaydediyordu.
KCK'LILARA TAHLİYE SÖZÜ
MİT heyeti ile örgüt arasında yapılan ve Diyarbakır'da ele geçirilen mutabakat
metinlerinde KCK tutuklularının serbest bırakılması için MİT heyetinin
taahhütte bulunduğu anlaşıldı. Mutabakat metninde "Kürt halkının siyasi ve
legal temsilcileri, basın yayın organları ve çalışanlarına yönelik uygulanan
baskı, tutuklama ve çalışmalarım engelleme vb. yönelimlere son verilmesi ve KCK
adı altında gerçekleşen siyasi operasyonlarda tutuklananların serbest bırakılması
sürecin yumuşatılması ve çözüm yönünde ilerlemesi için önemli bir adım
olacaktır. Bu çerçevede Türk tarafı ilk adım olarak Newroz ve sonrasında
tutuklanan Kürt siyasetçileri bırakmayı taahhüt eder" ifadeleri yer aldı.
Abdullah Öcalan'm 23 Mart 2011 tarihinde avukatları ile yaptığı görüşmelerde,
MİT heyetinin hükümeti Öcalan'a şikayet ettiği ve kendisine verilen sınırın
dışında bir rol yürüttüğü anlaşıldı. Öcalan avukatlara MİT heyeti hakkında
şunları söyledi: "AKPnin uyguladığı bu yeni konseptin yani siyasi tasfiye
ve taviz politikasının sorunu çözme konusunda yanlış ve yetersiz olduğunu
düşünüyorlar. Tam emin değilim ama edindiğim izlenim bu."
TERÖR ÖRGÜTÜNE TARAF STATÜSÜ KAZANDIRILDI
MİT heyeti "Oslo Görüşmeleri" adı altında Türkiye'nin kırmızı
bültenle aradığı PKK/KCK'nın liderlerinden Zübeyr Aydar, Mustafa Karasu ve
Sabri Ok'un da bulunduğu üst düzey örgüt mensupları ile görüşmeye devam etti.
Böylece terör örgütünün devlet düzeyinde taraf olarak görülmesine olanak doğdu.
Ele geçirilen "Mutabakat Metni" belgesinde "Üç paragraflık giriş
ve 9 maddeden oluşan iş bu mutabakat metni, taraflar arasında arabuluculuk
yapan (Hakem Devlet) HD temsilcileri tarafından, taraflar adına imza altına
alınmış ve aslı (Hakem Devlet) HD merkezinde arşive alınmıştır" ifadelerinin
yer aldığı belirlendi.
NATO BÖLGEYE ÇEKİLECEK
MİT heyetinin. Öcalan'ın BM Müdahalesi planını örgüte ilettiği ve en baştan
beri Devlet Yapılanması olarak tasarlandığı bilinmesine rağmen KCK
yapılanmasının tamamlanmasına da göz yumduğu ortaya çıktı. Öcalan 17 Haziran
201O'da avukatları ile yaptığı görüşmede "Eğer Hükümet bir temsilcisini
gönderirse, gelip görüşürlerse, bu konuda parlamentodan bir karar çıkartıp
önümü açarlarsa ben iki günde tüm silahlı güçleri bir alanda toplayabilirim.
Buna gücüm de var iddiam da var. kendime güveniyorum. Silahlı güçler BM'nin ya
da NATO'nun denetimi altında bir bölgeye de çekebiliriz" şeklinde beyanda
bulunmuştu.
Öcalan'ın bu talimatı Cengiz Kapmaz tarafından MİT'e de iletildi.
'PKK POLİS GÜCÜ OLACAK'
Ele geçen belgelerde ayrıca PKK'nın özerk Kürdistan’da polis gücü olarak
kullanılması. Birleşmiş Milletler veya NATO'nun bölgeye müdahalesini de içeren
mutabakat metinlerine ulaşıldı... Bazı MİT mensupları, Öcalan ile terör
örgütünün Avrupa ve Kırsal kadrolarıyla iletişiminde kuryelik yaptı.
SİLAHLI FAALİYETE GÖZ YUMULDU
MİT heyetinin örgüt ile yaptığı görüşmelerde KCK yapılanmasının tamamlanması
için Devlet birimlerinin oyalanması konusunda taahhütte bulunduğu anlaşıldı.
Ses kaydında da Afet Güneş "Örgütün metropolleri patlayıcı maddelerle
doldurduğunu bildiğini" belirtiyordu. Öcalan bir taraftan heyetle
görüşürken bir taraftan da avukatları aracılığıyla örgüte talimatlar verdiği,
MİT heyetinin de avukatlar içindeki ajanı Asrın Hukuk Bürosu aracılığıyla tüm
bu gelişmelere izleyerek eylem talimatlarından haberdar olmasına rağmen seyirci
kaldığı anlaşıldı.
HABUR'U ORGANİZE EDENLER
MİT heyetinin, bir taraftan hükümet adına bu görüşmeleri sürdürürken öte yandan
hükümeti zor durumda bırakacak provokasyonların ortaya çıkmasını sağladığı
belirlendi. Bu durum Gizli Tanık Bahar'ın ifadesinde "Habur olayını
organize edenlerle Öcalan'la görüşenler aynı kişilerdir ve Habur hükümete karşı
bir operasyon gibi planlanmıştır" sözleriyle ortaya konuldu.
SAVAŞ NOTUNU GÖTÜRDÜLER
MİT heyeti tarafından KCK Yürütme Konseyine ulaştırılan Öcalan'a ait el yazması
mektupta KCK'nın alternatif devlet kurma girişimi olduğu belirtiliyor. MİT
heyetinin ulaştırdığı bu mektubu talimat olarak kabul eden örgütün, KCK'nın
yapılanması için seferber olduğu anlaşıldı. O mektupta KCK Öcalan tarafından
şöyle tanımlanıyor: "KCK'nın her düzeyde kendini yaşatmak için eğitmesi,
lojistiklendirmesi, irtibatlandırması, örgütlendirmesi, demokratik ulus
çözümünü pratikleştirmesi için kaçınılmazıdır." MİT heyeti tarafından
örgüte ulaştırılan mektup üzerine 14 Temmuz 2011'de DTK tarafından demokratik
özerklik ilan edildiği anlaşıldı. MİT heyetinin özerklik ilanından haberdar
olduğu hatta bu talimata aracılık ettiği halde bunu ilgili kurumlarla
paylaşmadığı belirlendi. MİT'in ilettiği o mektupta Öcalan'ın halk savaşı
talimatı da şu şekilde yer aldı: "Dolayısıyla süreç hem anlamlı Demokratik
Çözüm ve Barış konusunda olduğu kadar 'halk savaşı' konusunda da olağanca
ağırlığını sürdürmektedir."
TAYYİP ERDOĞAN HIRSIZ MI?
Hırsızlık; Her
dilde bir insanınkendisine ait olmayan şeyleri çalmasıdır. Bu para, mal, eşya,
çalınabilecek her şey olabilir.
Halkın güveniyle seçilmiş bir devlet adamı zenginliğini
açıklayamaz, hatta bazı gizli gelirlerini yurt dışı bankalara, sermaye
kurumlarına, kuruluşlarına yatırıyorsa bu gelirlerin yasal yoldan olmadığı
açıktır. Yargı kurumları burada olağan kanun veya hukuk devletlerinde devreye
girerek gerekli soruşturmaları yaparlar.
Sadece diktatörlük dönemlerinde çok aşırı baskı var ise
bunlar yapılamaz. Şimdi aşağıda ülkemizin bir siyasi partisinin, Halkın
Kurtuluşu Partisinin internet sitesinden kopyaladığım haberi okuyunuz. Bu
haber, dünyada çok konuşulan Wikileaks belgelerine dayanır.
SİYASETİ MİLLİYE NOTLARI...
"Efendiler!...Her halde âlemde bir
hak vardır. Ve hak, kuvvetin üstündedir."
Mustafa Kemal Atatürk
1 Aralık 2010 Çarşamba
Türkiye'nin gündemi, daha önce hiç bu kadar yoğun ve peşpeşe gelen ve
her biri diğerinden ilginç olaylarla dolu olmuş muydu, hiç zannetmiyorum.
Özellikle internet teknolojilerindeki gelişmelerin küresel çapta iletişim ve
paylaşımı olağanüstü kolaylaştırması, aynı zamanda dünya halklarından, onların
aleyhine gizli saklı işler çevirenlerin de işlerini bir hayli zora sokmaya
başladı.
Bugünlerde, bizde olduğu gibi diğer bir çok hükümetin de başını ağrıtan
"Wikileaks Belgeleri" de, dünyada artık yeni bir dönemin başladığının
adeta habercisi sanki.
Bu belgelerden Türkiye'nin payına düşenler ise epey bir baş ağrısına sebep
olacak gibi. Bunların başında ise sayın başbakanımızın serveti ile ilgili
bölümler geliyor.
Bu belgelerde söylenenlere bakınca insan, ister istemez biraz daha gerilere
gitmek ihtiyacını duyuyor. Mesela;
-
Daha AKP kurulurken Rahmi Koç gibi
ülkenin en önde gelen bir işadamı; "Erdoğan'ın 1 Milyar Doları var!"
demek gereğini neden duymuştu?
-Daha sonraları aynı konu yeniden gündeme gelmiş,
Yeniçağ
Gazetesi yazarlarından Sabahattin Önkibar, 6 Şubat 2010 tarihinde; "Wikipedia
sitesinde yer alan: “
Tayyip bey; Brunei
Sultanı, Suudi Kralı ve Körfez Emirlerinden sonra dünyanın en zengin 7.
lideridir. 2 milyar dolarlık serveti var.” bilgisini köşesine taşımış,
ardından Rahmi beyin söyledikleri karşısında sessiz kalan Erdoğan,
Önkibar’a
karşı ise sessiz kalmamış ve derhal dava açmıştı. Önkibar, bunu köşesinde şöyle
dile getiriyordu:
"“Bendeniz herkesin erişebildiği bir siteden aldığım bu
haberi (Yazım yayımlandıktan sonra o bilgiler siteden çıkarıldı, ama eski
çıktısı mevcut) iddia olarak yazdığım için mahkemeye verilir ve tazminat talep
edilir durumuna getirilirken aynı konuda benden çok ama çok öte sözler eden
birine böyle bir dava Tayyip bey tarafından açılma gereği bile duyulmadı.
Kastettiğim kişi, Koç’un patronu Rahmi beydir.
Rahmi Koç, AKP kurulma aşamasındayken manşetlere oturan şu sözü etmişti:
"Tayyip Erdoğan'ın 1 milyar doları
var"
Rahmi Koç’a dava yok
Evet Rahmi bey direkt itham ederek böylesine ciddi bir iddiada bulunurken,
Tayyip Erdoğan bu sözü edeni mahkemeye vermeye gerek görmemiş.
Peki ama niçin?"
Rahmi beyin somut olarak bildiği şeyler vardı da Erdoğan bundan mı ürktü?
Yoksa Rahmi Koç’un kişiliğini veya konunun uçukluğunu mu ciddiye almadı!"
Şimdi biraz daha gerilere gidelim ve
gazeteci
Güler Kömürcü'nün 2 Ekim 2007 tarihli Akşam Gazetesi'de, "Yeşil
cennetteki sır hesaplar..." başlıklı makalesinden alıntıladığımız
şu satırlara bir göz atalım.
‘Erdoğan’ın BM’deki
ikili temasları arasında
St.
Vincent Grenadinesisimli ada devletinin başbakanı da yer aldı.
Bağımsızlığını elde edeli daha 30 yıl bile olmamış
120 bin nüfuslu bu ülkenin BM oylamalarında Karayipler’deki beş
komşusunun tercihini de etkilediği biliniyor. BM Güvenlik Konseyi’nde koltuk
hedefleyen Türkiye’nin ada devlete ilgisi bu yüzden.
Ayrıca Erdoğan’la görüşen Başbakan Ralph Gonsalves’in Temmuz
ayında tatile Türkiye’ye geldiği de ortaya çıktı...’
Karayipler’deki ‘bizim mahalle kadar’ bile nüfusu olmayan bu ada
devletin başbakanına ‘geniş çevrelerce gösterilen’ bu özel ilgi, dünyanın tatil
cenneti Karayipler’den ‘tatil için sık sık Türkiye’ye gelen
Gonsalves’in dikkat çekici bu sosyal
alışkanlığı beni yine şeytanın avukatlığına mecbur etti.
Başbakan Erdoğan’ın da ‘dış işleri’ nedeniyle yakın ilgisine mazhar
olan
Karayipler’deki malum adanın
çoook önemli bir özelliği var; dünyanın sayılı
vergi cenneti, sır hesapları barındıran off shore bankalara sahip
olması. İnternette kısa bir gezintiyle bulduğum bilgilere bakalım hemen;
‘
St. Vincent ve Grenadines: ‘Vergi
cenneti ülkelerin sayısı aslında 50’nin üzerinde. OECD resmi internet sitesinde
yer alan listede,
38 ülke vergi cenneti
olarak sayılmış. Bu ülkelerin
başında
‘St. Vincent and the Grenadines, geliyor. Vergi cennetlerinin amacı,
bankacılık ve finans alanında olsun, vergisel konularda olsun,
sundukları imkânlarla ve gizlilik
prensipleriyle her ülkeden her milletten yabancı yatırımcıyı, yabancı sermayeyi
kendilerine çekmek. Bunda da başarılı oldukları söylenebilir, zira rakamsal
olarak
trilyon dolarlık işlem hacminden
ve mevduattan bahsediliyor.
Bakın,
Sayın Muzaffer Demir (Eski
Gelirler Başkontrolörü, YMM) bir makalesinde ne diyor? ‘
Sözgelimi, 300.000 nüfuslu Bahama
Adaları’ndaki off-shore bankalarda biriken mevduat tutarı 350 milyar doları
bulmuştur? (tek bir bölgede 350 milyar dolaaarlık hesap, rakama bakın)
Şimdi, bu bilgilerden sonra sizlerin de aklına aynı soruların geldiğine eminim, acaba?
Vergiden muaf olan, sır hesapları barındıran bu adalarda acaba Türkiye’den
kim-kimlerin ‘sır hesapları’ vardır? (off shore hesap açmakta elbette bir
yasadışı durum yok) Asıl sorum daha doğrusu şu; Bu hesapların ne kadarı
‘Türkiye’den kayıt altında çıkmıştır? Kayıt dışında gezinen sır hesaplar
Karayipler’de hangi ‘gelişmiş ülkenin’ kontrolünde bulunmaktadır? Bu sır
hesaplar acaba hangi şirket hesaplarının içinde gizlenmiştir?
St. Vincent Grenadines isimli ada
devletinin başbakanı Gonsalves beye acaba sık sık gerçekleştirdiği Türkiye
seyahatlerinde kim-kimler ev sahipliği yapıyordur?
Benden bu kadar, soru ve cevaplara katkıda bulunmanızı bekliyorum ey benim
meraklı okurum...”
Şimdi biraz daha yakınlara,
16 Ocak 2010
tarihinde "Açık İstihbarat" adlı sitede yayınlanan bir
makaleye gelelim.
Makalenin başlığı şu: "
Bir
Milli Güvenlik Sorusu : "Erdoğan"'ın Servetini Kim Yönetiyor?"
İşte bu makaleden bazı satırlar:"
Avrupa
; derin bir skandalla çalkalanıyor. Aslında son iki senedir arka planda
pişen bir skandal bu.
Gizlilik yasaları ile ünlü bir bankacılık sektörüne sahip
İsviçre'nin bankalarındaki gizli hesapları içeren bir CD için yürütülen
pazarlık bir çok insanı uykusuz bırakacak cinsten. Almanya; içerisinde İsviçre
bankalarında gizli hesapları bulunan kişilerin listesinin bulunduğu CD için 3.4
milyon dolar ödemeye hazırlanıyor.
Bu CD'deki hesapların hangi bankalara ait olabileceği konusunda spekülasyonlar
mevcut. Tahminler Credit Suisse, UBS ve HSBC üzerinde yoğunlaşmış durumda.
Hatırlarsınız geçenlerde;
Fransa Devlet
Başkanı Sarkozy'nin Erdoğan'a, serveti ile ilgili imalı bir çıkışta bulunduğunu
yayınlamıştık. (Bkz. Çok zenginleştiniz Mösyö /
http://www.acikistihbarat.com/Yazilar.asp?yazi=695)
Erdoğan bu tarz imalara alışık. Başbakanlığının daha ilk günlerinde
Rahmi Koç; "her şeyi biliyoruz"
mesajını bir gazeteciye verdiği röportajda araya sıkıştırdığı şu cümle ile
vermişti:
Bu servet söylentileri, 8 senelik bir
iktidar pastası keyfinden önceydi. Ne Aycell'ler Aria ile birleştirilip Avea
yapılmış (Berlusconi dostluğunun tohumlarının atıldığı özel satış) , ne
yandaşlara özelleştirme rantları dağıtılmış, ne Lübnan'da Telekom balayılarına
çıkılmış, ne Çamlıca sırtlarında villalar alınmıştı.
Sarkozy'nin Tayyip Erdoğan'a yaptığı
dokundurma ile
Rahmi Koç'un dokundurması
8 yıl arayla geldi ama mesaj aynıydı.
"Servetini biliyoruz"
Fakat Başbakanınızın bu servetinin Sarkozy gibi bir küresel palyoçunun diline
pelesenk olması bir "milli güvenlik" sorunudur ve bu günlerde
Avrupa'da istihbarat servislerinin elinde dolaşan özel CD'lerle bağlantılı ele
alınmalıdır.
Son günlerde ; küresel finans şebekelerin kontrolündeki dev bankalardaki gizli
hesapların çeşitli istihbarat servislerinin elinde oyuncak olduğu yukarıda
belirttiğimiz haberlerden aşikar.
Tayyip Erdoğan'ın da bu ülkenin görüp göreceği en şaibesiz başbakan olmadığı da
herkesin malumu.
Maliye Bakanı
Unakıtan'ın ani istifası ve "ortadan kayboluşu" ile ilgili
iddialarla yanyana konulduğunda ve daha seneler öncesinden,
Üzeyir Garih'in rahle-i tedrisatından / rahle-i
ihalelerinden geçen Erdoğan'ın Koç'un iddiaları karşısındaki suskunluğu
hatırlanıldığında;
HSBC bombalamalarının Balyoz planı ile ilişkilendirildiği şu günlerde; özel
hesap bilgileri ve ülkenin başbakanının dillere destan servetinin kimler
tarafından yönetildiği hepimizi ilgilendiren bir sorun olmaya devam
ediyor."
Amerikan Yahudi Kongresi'nden ödülünü,
New York'taki HSBC binasında düzenlenen törenle alan Tayyip Erdoğan'ı bu
bilgiler ne kadar ilgilendirir bilemiyoruz. Hesap bilgilerinin
bir çalışan aracılığı ile bankadan
çıkarıldığı ve daha sonra Fransız yetkililerin eline geçtiği
belirtiliyor.
HSBC ; bir daha bu tarz bir veri
hırsızlığı vakasının yaşanmaması için güvenlik sistemlerine 100 milyon
İsviçre frangı (93.5 milyon dolar) yatırım yaptığını eklemeyi de unutmadı.
Çalınan hesap verilerinin 2006 Ekiminden önce açılan hesaplar olduğu
belirtiliyor. HSBC daha önce yaptığı açıklamalarda bilgileri
çalınan hesap sayısının 10'dan az olduğunu
açıklamıştı. Geçen Perşembe günü yapılan açıklamada ise HSBC'nin İsviçre'deki
özel bankacılık biriminden bilgileri
çalınan
hesap sayısının 15.000 olduğu belirtildi. HSBC'den geçenlerde yapılan bir
açıklama, bu bankanın özel bankacılık biriminde gerçekleşen veri hırsızlığının
boyutunun tahmin edilenden de büyük olduğunu ortaya çıkardı. Haberde
İsviçre'den çalınan özel hesap bilgilerinin olası kaynaklarından biri de HSBC
olarak belirtilmişti.
Fransa Devlet
Başkanı Sarkozy'nin; Erdoğan'a yaptığı , "Çok zenginleştiniz mösyö"
şeklindeki imalı çıkışının da bu arka plan çerçevesinde okunması gerektiğini
belirtmiştik.
Mehmet Metiner'i bile kaygılandırması
gereken bir sorundur bu. "
HSBC bombalamalarının Balyoz
planı ile ilişkilendirildiği şu günlerde; özel hesap bilgileri ve ülkenin
başbakanının dillere destan servetinin kimler tarafından yönetildiği hepimizi
ilgilendiren bir sorun olmaya devam ediyor."
Şimdi vatandaş; WIKILEAKS Belgeleri, işte bu yüzden kafamızı daha bir
karıştırıyor dese haksız mı?
Wikileaks :
Tayyip Erdoğan’ın İsviçre’de 8 hesabı var
WikiLeaks internet sitesi, ABD’nin karşı çıkmasına rağmen
yeni belgeleri Le Monde, El Pais, Der
Spiegel, Guardian ve ilk öncü olarak New
York Times’da yayınladı.
MUHALEFET SESSİZ
Türkiye’de büyük yankı uyandıran bu açıklamalarla ilgili muhalefetten henüz ses
çıkmadı.. AKP’li bakanlar ve Erdoğan
hakkında ciddi iddialar muhalefet için argüman olabilecek nitelikte.. Ancak
gece geç saatlerden bu yana gündemi meşgul eden iddialarla ilgili ne Chp ne de Mhp’den bir açıklama gelmedi..
Wikileaks‘in yayınladığı belgeler arasında Erdoğan’ın İsviçre’de 8 hesabı olduğu iddia
edildi.
YOLSUZLUK BELGELERİ
Belgelerin içinde ABD’nin eski Ankara
Büyükelçisi Eric Edelman’ın AKP hükümetindeki yolsuzluk iddialarına dair
geçtiği gizli belgeler de bulunuyor. Ankara’dan 30 Aralık 2004 tarihinde
geçilen belgenin 21. maddesinde Erdoğan’ın İsviçre Bankası’nda 8 ayrı hesabı
olduğu iddia ediliyor.
CİDDİ YOLSUZLUKLAR VAR
21. maddede şu ifadeler yer alıyor:
“AKP iktidara yolsuzlukların kökünü kazıyacağını söyleyerek
geldi. Halbuki AKP’lilerin bize anlattığına göre, partinin ulusal, bölgesel ve
yerel seviyesinde ve bakanların aile üyeleri arasında çıkar çatışmaları ve ciddi
yolsuzluklar var.
ERDOĞAN’IN 8 BANKA HESABI
İki ayrı kaynaktan edindiğimiz bilgiye
göre, Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı var. Erdoğan’ın
varlığının oğlunun düğününde gelen hediyeler ve dört çocuğunun okul
masraflarını karşılıksız ödeyen Türk işadamından kaynaklandığını söylemesi ise
çok yüzeysel”
YOLSUZLUĞA KARIŞAN BAKANLAR
Aynı belgenin 22. maddesinde ise yolsuzluğa en çok karışan bakanların İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Dış Ticaretten Sorumlu
Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen ve AKP eski İstanbul İl Başkanı Mehmet Müezzinoğlu
olduğu iddia edildi.
Başbakan Erdoğan, Libya’ya gitmeden önce havaalanında
düzenlediği basın toplantısında dün açıklanan Wikileaks belgeleriyle ilgili
kısa bir değerlendirme yaptı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, WikiLeaks internet sitesinde
açıklanan belgelerle ilgili olarak, ”Şu anda WikiLeaks‘in eteklerinde neler
var, bunları bir döksün görelim. Ondan sonra da bunların ne kadar ciddi, ne
kadar gayri ciddi olduğunu öğreniriz. Çünkü WikiLeaks‘in ciddiyeti şüphelidir.
Bu bakımdan şu anda sadece biz eteklerindeki taşın dökülmesini bekliyoruz.
Ondan sonra da değerlendirmesini yapar, gerekli açıklamaları yaparız” dedi.
WikiLeaks: ERDOGAN AND AK PARTY AFTER TWO YEARS IN
POWER:TRYING TO GET A GRIP ON THEMSELVES, ON TURKEY, ON EUROPE
Biz yazamıyoruz onlar yazıyor Wikileaks iddialarını Türkiye’de sadece 2 gazete yazarken Avrupa
basını Recep Tayyip Erdoğan’ı manşetlerine taşıyor.
WikiLeaks belgeleri ile ilgili Türk basını ne kadar ortamı
yumuşatmaya çalışırsa çalışsın, Avrupa basını yazmaya devam ediyor.
Üstelik de, “Bunları
yazanlar da, yayınlayanlar da alçaktır, namussuzdur“ sözlerini hiç de
dikkate almadan.
Der Spiegel, Başbakan Tayyip Erdoğan ile ilgili ABD’lilerin
değerlendirmelerini ilk yazan olarak tarihteki yerini alırken, İsviçre basını
da “tersten çakmaya“ devam ediyor.
Basler Zeitung’tan sonra bu kez ülkenin en çok satan
gazetesi Blick ve Neue Züricher Zeitung (nzz), Erdoğan’ın İsviçre
bankalarındaki hesaplarıyla ilgili iddiaya yer verdi.
Blick, Erdoğan’ın açıklamasını “Ben ve İsviçre’de para mı? Varsa istifa ederim“ başlığıyla verdikten
sonra, “kaderin garip bir cilvesi”ne değindi.
MALVARLIĞI BİZE EMANET
Blick, ABD Büyekelçiliği’nin kriptolarında Erdoğan’ın İsviçre’de en az 8 hesabı
olduğu iddialarının bulunduğunu belirttikten sonra, şu yorumu yaptı:
“Türk lider için büyük aksilik… Aslında o,
geçen yıl Erdo-dev (Erdowahn) unvanını almış ve İsviçre’yi minare yasağı
konusunda faşist bir devlet olarak tanımlamıştı. Şimdi ise malvarlığını
İsviçre’ye emanet ettiği ortaya çıkıyor. Ve bundan da haberi yokmuş?”
Blick devam ediyor:
“Erdoğan’ın çok kızgın olduğu görünüyor.
Kendini öne atıp, mal varlığı ve İsviçre’deki hesaplarla ilgili iddiaların
doğru olduğu ispatlanırsa istifa edeceğini söylüyor. Ama mal varlığının
kaynağını da tam olarak açıklayamıyor. Çocuklarının nasıl olup da yüksek
vergiler ödediği sorusu da hala cevap bekliyor…”
BAŞROLDA HEP TÜRKİYE VAR
WikiLeaks’in belgeleriyle ilgili Avrupa basınındaki haberlerin tümü Türkiye
ağırlıklı. Rus Mafyası, Putin, Berlusconu, Ahmedinejad tabii ki var ama onlar
başrolde değil…
Başrolde ve manşetlerde yine Türkiye var.
Türk basınının aksine, Avrupa basını “sözünü
esirgemiyor“ da üstelik.
Her yapılan haberde, ABD kriptolarında Türk
hükümet üyeleri ve başbakan Erdoğan için verilen tanımlamalar tekrar tekrar
kullanılıyor.
Euronews, “Erdoğan ABD’ye kızgın“ başlıklı
haberinde, “Türkiye ile ABD ilişkileri açıklanan belgelerden sonra biraz
dumanlı. Başbakan Erdoğan, kendisini İsrail’e kini olan göz yumucu bir İslamist
olarak tanıtılmasından rahatsız“ diyor.
Haberde ayrıca İsviçre’deki 8 hesap konusu
işleniyor ve Erdoğan’ın buna karşı öfkelendiği vurgulanıyor.
HÜSEYİN ÇELİK TARTIŞMA KONUSU…
Özellikle İsrail nefreti konusu ile ilgili haberler önemini yitirmeye
başlamışken, ABD’li diplomatların tespitini doğrularcasına gelen Hüseyin
Çelik’in yaptığı açıklama yine gündem oluyor.
Çelik’in, “Bu belgelerin açıklanması en çok hangi ülkenin işine geliyor bakmak
lazım. İsrail çok memnun“şeklindeki sözleri Avrupa basınında “ironik“ bir
şekilde yer buluyor.
Almanca yayın yapan İsrailHeute isimli
internet sitesi, bu açıklamayı geniş şekilde duyuruyor.
Haberde, “Türkiye suçluyu buldu; İsrail“
denirken, ABD dökümanlarında Türkiye için neler yazıldığının bir özeti
veriliyor, İsviçre bankalarında hesap olup olmadığı konusunun büyük tartışma
yarattığı vurgulanıyor.
İslamcılar’ın sık başurduğu “İsrail’i hedef
seçme“ yönteminin bu olayda da kullanılması, kafalardaki soru işaretlerini
artırıyor ve yargıları pekiştiriyor.
NZZ: İSVİÇRE’DE KARA PARASI VAR
Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları ve İsviçre’deki hesaplar konusu Neue Züricher
Zeitung (NZZ) isimli İsviçre gazetesinin de baş konusu.
Gazete, “Türkiye’nin başbakanı ABD eski
elçisinin cezalandırılmasını talep ediyor“ başlıklı haberinde,“Erdoğan’ın
İsviçre’de kara parası var… Bunu ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi belirtiyor.
Erdoğan kızgın“ diye yazıyor ardından da, Erdoğan’ın servetini oğlunun
düğününde takılan takılarla açıklamaya çalıştığını, kızlarının ise bir işadamı
tarafından ABD’de okutulduğu vurgulanıyor.
İletişim çağında, tüm haberler aynı anda her yerde işte böyle
yayınlanıyor…
Die Presse isimli gazete, diğer onlarcası gibi
konuyu manşetlerine taşıyanlardan…
Erdoğan’ın “İsviçre’de param yok“ açıklamasını
başlığa taşıyan gazetenin internet sitesinde, ABD’li diplomatların Erdoğan’ın
kişisel karakterini olumsuz tasvir ettiği, onu bir maço olarak tanıttığı,
otoriter eğilimli ve kendini beğenen biri olduğunu vurguladıklarını belirtiyor.
Die Presse, Erdoğan’ın gelirlerini oğlunun
düğünüyle açıklamaya çalışması ve kızlarının ABD’de bir işadamı tarafından
okutulması konusunu da haberinde işliyor.
Avrupa’nın yazılı basınının yanı sıra TV’leri
de konuyu geniş işleyenlerden.
N-TV’nin dışında, genişçe gelişmeleri
aktaranlardan biri Alman Devlet Televizyonu ARD oldu.
ARD: ABD’YE BU KAISER LAZIM
Ana Haber Bülteni Tagesschau’nun internet sitesi, “Washington’un Anadolu’daki
bu kaiser’e (Volkstribun) ihtiyacı var“ başlığıyla duyurduğu haberinde
kızdıracak yorumlar yaptı.
Tagasschau’da, “Wikileaks’taki Erdoğan’la ilgili açıklamalar hoş değil; ABD
Elçiliği tarafından göz yumucu bir İslamist olarak tanımlanmış… Washington’un
Ankara’ya ihtiyacı var, çünkü onların İran’la bağlantıları kuvvetli“deniliyor.
Ulrich Pick imzalı olan ve ARD-Hörfunk-Studio
İstanbul mahreci taşıyan yazı, ABD Elçiliği’nin belgelerinde Erdoğan için ne
denilmişse yeniden özetleniyor.
Geniş bir haber analiz yayınlayan Tagesschau, Erdoğan’ın İran’ın dışında
Suriye ile ilişkileri geliştirdiğini, İsrail’le ilişkilerin kötüleştiğini, 1
Mart Tezkeresi’nin reddi ile ABD ilişkilerinde sıkıntılar yaşandığı sözde
Ermeni soykırımı gibi konularda da sorunların sürdüğünü irdeliyor."
Sonuç olarak her sözü, her hali,her işi hem
ülke içinde hem de dışında sansasyon yaratan, yabancı bankalardaki hesapları
başka devlet başkanlarının elinde olan bir Recep Tayyip Erdoğan hakkında
yapılan hiçbir tespit, itham boş yere gereksizce yapılmamıştır. Hala DÖRT
YILLIK ÜNİVERSİTE DİPLOMASINI İBRAZ EDEMEMİŞ bir şahıs cumhurbaşkanı, başkan
değil, bahsedilen yabancı ülkelerin devlet adamları ve sivil toplum örgütleri
ile gizli aleni işbirliği yaparak hükumeti, devleti ele geçirmiş, “yetki gaspı”
yapmıştır, kendisinin de artık gideceğini anladığı 31 Mart 2019 yerel
seçimlerinden önce yaptığı bir açıklamada “Belediyelerden
çekilirsek DEVRİ SABIK YARATMAYIN” demiştir. Kemal Kılıçdaroğlu’da belediyelere
böyle talimat verdi mi vermedi mi aklımda değil.
O ve belediyeleri devri Sabık olamayacakca
bunca vatansever onun yüzünden niye DEVRİ SABIK olsun ki?
Takdir vicdanlarındır.
Alaeddin Yavuz