İNSAN YETİŞTİRMEK EŞEK YETİŞTİRMEĞE BENZEMEZ.
Avrupa’da 1452’de matbaanın icadı ve arkasından 16.yüzyıl ortalarına kadar yaygınlaşması ile ortaya çıkan Rönesans ile başlayan yeni insan yetiştirme anlayışı ile eğitim alanında yepyeni ufuklar açılmıştır.
Bu tarih öncesine dayalı binlerce yıllık dönemde ise erkekler kralları,imparatorları,beyleri,ağaları ve sonunda dinleri veya ülkeleri uğruna ölmeye hazır savaşçı bireyler,kadınlar ise eve dönük,çocuk doğurmak,büyütmek,namusuna sahip çıkmak,devletin ve yaşadığı toplumun belirlediği şartlarda evlat yetiştirmekle yükümlü tutulmuşlardır.
Barış zamanında toprak sahibinin isteklerine uyan ve iyi bir çiftçi veya hayvan yetiştiricisi ya da savaşçı ve uysal vatandaş olmayı başaran erkekler ile eşi savaşta iken onun çocuklarına ve malına sahip çıkan, ve sağlıklı çocuklar doğurup büyütmeyi başaran,ev ve tarla işlerinde başarılı kadınlar da ideal kadın tiplerini oluşturmuşlardır.
Durmadan çıkan savaşlar yüzünden sürekli erkek nüfus kaybı veren devletler ve toplumlar ise, varlıklarını sürdürebilmek için evlilik yaşını kız çocuklarının adet görmeye başladıkları 7 ile 9 yaşlarında,erkek çocuklarını ise cinselliklerinin belirmeye başladığı 12 yaşında ergen saymayı uygun bulmuşlardır.
Bu tercih tarımsal üretim alanında da tarım işçiliği alanında da çocuk evlilikleri sayesinde iş gücü kazanma şansını da yaratmıştır.Bu yüzden elan düğünler bile hasat zamanı öncesi bahar aylarında yapılmaktadır.
9 ile 12 yaşları arasında evlendirilmiş kız çocukları ise çocuk yaşta anne olup doğum yaptıklarından ve bir yandan da tarım işçiliği,hayvan bakımı,analık görevlerine eklenen ev işleri ile ezildiklerinden kısa boylu güçsüz hale geliyorlardı.
Kadının köle olarak alınıp satıldığı,hele köleci toplumlarda sadece çocuk doğurmaya yarayan birer makine olarak görülmeleri ise ailenin kazandığı maldan pay alamamasını,aman başkasına kaçar gider diye zorunlu işler dışında düşünmesinin bile yasaklanmasının üstüne, Hıristiyanlık ve İslam kültürleri ile gelen vücudunun örtülerek kapatılması,evin penceresinden bakmasının yasaklanması gibi güvensizliğe dayalı uygulamalar ile kadınlar hayvanlaştırılmıştır.
Bu derece şüphe ile bakılan ve her davranışı gizlice gözetilen,halı silkelerken veya çamaşır yıkarken veya tarlada çalışırken bile gözünün nereye baktığına dikkat edilmekte ve azarlanıp aşağılanmakta olduğundan paranoyak hale sokulmuştur.”Saçı uzun aklı kısa” tanımı da kadınlara gecikmeden yapıştırılmıştır.
Buna bir de 8. ve 9.yüzyıllarda kadını aşağılayan bir kültüre sahip Arap İslam İmamlarının yorumları da eklenince kadın insan olmaktan iyice çıkmıştır.
Çocuk doğuran,ev,tarım işleri,hayvan bakıcılığı ile sınırlandırılmış,her davranışında da kendinden şüphe eder hale sokulmuştur.
Yürürken,tarlada çalışırken veya evine ya da köyüne misafir gelmiş olan birine gözü değse dini bakımdan “göz zinası “, bir bardak su verirken dokunsa “el zinası”,ya da o da insan gerçekten hoşlandığı için aklından geçirse “düşünce zinası” işlemiş sayıldığından kendini suçlu hissetmektedir.
Kendim de Sünni aileden gelen biriyim.Annem “kadının saçının teli görünse kırk bin yıl “
cehennemde yanacağına inanırdı.
İşte bir eğitim manzarası.İnsana verilen değer.
Halen de Kur’anda böyle şey olmadığını söylesek de kitapların değişik yazdığına inandırıldığı için bizlere de itibar etmemektedir.
Saçının telinin görünmesinden bu kadar korkutulmuş bir kadın yukarıda saydığım hiç biri de zina olmayan zina tiplemelerinden birinden dolayı kim ne acılar çekmektedir.
Erkekleri de içine alan bazı uydurmalar da az değildir.”Kendini döven biri büyük olduğu için ona karşı koymak günahmış.Büyüğün elini tutarsan ellerin kururmuş” şartlaması yüzünden gereksiz yere ne kadar dayak yediğimi ben bile bilmem.
Allah’tan çabuk uyandım da kendimi korumaya başladım.Çünkü hatam olmadığı halde “sadece kendi üstünlüğünü göstermek,yanlış olan isteğini yaptırtmak için saldıran birine karşı koymayanın “ suç olmadığına karar vermiştim.
Sonradan,insanların,toplumda kafalarına göre düzen sağlamak,evlatlarını,eşlerini,kız ve erkek çocuklarını istedikleri gibi yönlendirebilmek için bu tür hurafe ve dogmalara sarıldıklarını keşfettim.
Bu zihniyette yetişen bir kadını yurt dışına ajan olarak gönderdiğinizi düşünün.Hiçbir bilgi toplamayı bırakın yolda kendini kaybeder.Gözleri,elleri ve bedeninin bir parçasının görünmesi ile işlediğini sandığı günahları için tövbe namazları kılmaktan helak olur ya da yolunu bile doğrultamadan bir pezevengin eline düşer, ne olacağına siz karar verin.
Ayrıca çarşaf,peçe,türban gibi kıyafetleri ile de her yerde yaban eşeği gibi sırıtacağından herkesin dikkatini de üstünde toplayacaktır.
Ya da ajanı bir erkek yapalım.Düşman ajanı kendinden büyük diye dayak yediğini,elindekini kaptırdığını,açık saçık kadınları görünce,gözleri ile işlediği suçlardan tövbe namazları ile helak olduğunu düşünün.
Saydıklarıma daha toplumların kültürel farklılıklarını eklemedim ,bunları da eklersek bizim ajanların kendilerini korumayı bile başaramayacakları açıkça ortada.
Bu anlayışta bir insanı çarşıya,pazara,mağazaya alışverişe bile göndermek bile mümkün değildir.
Böyle korkunç bir saçmalıklar dizisi içinde ancak komedi üretilebilir.Hizmet ise asla.
Geçen yıl arabamla mahalle arasında seyir halindeyim 25-30 yaşlarında türbanlı bir hanım yanında dört çocukla yol kenarında duruyor.Durdum ve geçmesi için işaret ettim.
Başını geriye çevirdi,işaretimden rahatsız oldu ve geçmedi.Ben de tam adamını buldum bir sakarlık yapmasa bari diyerek umutla hafifçe gaza dokundum. Çünkü arkasını bile dönmüştü.Tam aracın tekerleri bir iki tur yaptı ki, birden çocuklarla birlikte önüme atladığını gördüm.Bir salaklık yapacağını beklediğimden hemen durdum ve artık bir insan değil de bir öküze nasıl bakılırsa öyle baktım.
Çünkü önceki bilgilerime göre de, İstanbul trafiğinde,minibüs,taksi,kamyon ve türbanlı- çarşaflı kadın kadar tehlikeli varlık yoktur.Çocuklar ve köpekler bile bunlardan daha dikkatlidir.
Bayan karşıya geçti ve bir de; ”Altına arabayı alan kendini kral sanıyor,dikkat etsene hayvan herif” demez mi?
Ben de indim ve gerekeni söyleyecektim o sırada bir esnaf susmamı işaret etti ve “Bu model insanlar maalesef çoğaldı sinirini bozduğuna değmez beyefendi” deyince lanet olsun deyip arabama tekrar girdim.
İşte size çağdaş,türbanlı bir Müslüman kadın tipi.Bunlar kendilerinden olmayana “Müslüman” demedikleri için bu ifadeyi kullandım.Böyle anaların yetiştireceği çocuklarla biz çağdaş ülkeleri nasıl takip edebilir ve anlayabiliriz ki?
Bunlardan yetişmiş siyasetçi,bakan,başbakan,cumhurbaşkanı veya ordu komutanı ne kadar evrensel düşünceye sahip olabilir ve ülkesini koruyabilirse biz de de o kadarı olmaktadır.
Yani,bu hükümet döneminde yarı sömürgelikten tam sömürgeliğe razı oluşumuz,her gün yüksek yargı organlarımızın kararları dahil hükümetimizin her davranışına birileri uzaktan şekil veriyorsa bunların sebebi de bu tür annelerin yetiştirdiği insanlar olmamızdan kaynaklanmaktadır.
Amerika ve Avrupa neden İslam ülkelerinde Siyasal İslam’ı destekliyor sanıyorsunuz?
Bu tip varlıklarla siz Amerika ve Avrupa toplumunu tehdit edebilir misiniz?
Asla edemezsiniz.
İngilizler bunu daha 16-17 .yüzyıllarda keşfettikleri içindir ki İslami hareketleri desteklemektedirler.Dünya ile hiçbir alakası olmayan,pozitif bilim sözü hakkında kulak alışkanlığı dahi olmayan,sürekli işlemedikleri günahlar için bağışlanma dileyen,ilahi suçluluk duyguları için bocalamaktan beyni sıkılmış sünger gibi büzülmüş insanlardan oluşan toplumlar Amerika,Avrupa gibi gelişmiş toplumlar için tehdit olabilir mi?
Adamlar elbette siyasal İslam’ı destekler.
İnsan şeklinde hayvanlaşmış güruh yetiştirmek için yeni bir ideoloji keşfetmeye ne gerek var ki?
Son zamanlarda moda olan yerli ajan filmlerinin kahramanlarına baktığımızda da iki kişilik,biri kadın diğeri erkek Rus ajan karşısında koca polat alemdarın düştüğü sefil durumları başka hangi mantık açıklayabilir?Onu ancak senarist kurtarabilir ve öyle olmuştur.
Son haftaki bölümde,”Ergenekoncu” gösterilen İskender Büyük tiplemesinin kullandığı adam kalitesi ile Polat Alemdar arasındaki fark anında belli olmaktadır.Bu acizliği yüzündendir ki şeriat menşeeli Amerikancı Polat Alemdar bu hafta izleyenleri yine hüsrana boğmuştur.
Çünkü adamlarından hiç birinde sivrisinek beyni kadar beyin olmadığı kabak gibi meydandadır.Bütün bu özelliklerin kökeninde de yine de gerici,dinci,hurafe ve dogmalara dayalı aile eğitimi mantığı pişmiş kelle gibi sırıtmaktadır.
Bu mantığı onlar da görse de millet olarak cehaletten kurtulsak olmaz mı?
Bir de başka bir tecrübemi anlatayım;
2000 yılının temmuz ayında çalıştığım büroma kadının bir 1.85 cm boyunda bir Türk’ün kolunu arkasına bükmüş olarak içeri girdi.Kadın sarışın,1.65.cm boyunda sporcu tipine sahipti.Yanında da eşi vardı.
Önce hayretimi yendikten sonra olayı sorduğumda,Ayasofya Camiisinin yanından Gülhane Parkına doğru eşi ile inerken arkasından gelen adamın poposuna eli ile sarkıntılık ettiğini,ancak önceden farkına vardığı için japon oyunu ile adamın bileğini kavradığı gibi yere vurduğunu kadından dinledim.
Adama sorduğumda ise,Gazi Antepli konfeksiyon mağazası sahibi olduğunu,Laleli’de mal aldığı işyerinden bu bölgede bol bol yabancı kadın olduğunu ve hepsinin erkek aradığını öğrendiğini,bu yüzden bu hareketi yaptığını anlattı.Ve de kadının onun ayaklarını havaya getiren hareketi nasıl yaptığını da hala çözemediğini ballandıra ballandıra anlatıyordu.
Kadın Prag’da Emniyet Şube müdürü eşi de Albaymış.İstanbul’a Boğaziçi Uzakdoğu Spor Turnuvası için eşi ile birlikte müsabakalara geldiklerini, ikisinin de sporcu olduklarını öğrendim.
Birer çay ikram ettikten sonra kadın davacı olmadığını ve şahsı serbest bırakmamı istedi.Adamın da erkeklik gururunu yerle bir ettiği için yeterince cezalandırılmış olduğunu söyledi ve teşekkür edip ayrıldılar.
İşte eğitim derken ben bunu kastediyorum.Bizim kaç tane böyle bayan emniyet müdürümüz askerimiz var?Kaç tanesi uluslar arası olmuş da hangisini biliyoruz?
İşte serbest mantıkla eğitim dediğim bu.Kıtalar fetheden,uzaya çıkan,atomu parçalayan,uçakları bir sinyalle susturan teknolojileri yaratan,tıpta insanı kopyalayan,genlere şekil vermeye başlayan “Batı Eğitimi” dediğim budur.
Devletleri güçlü kılan insanlarının eğitimle kazandıkları yetenekleri ve becerileridir.
İşlemediği günahları için bağışlanma dilemekten beyni büzülmüş veya aksi olarak inancını yitirdiği için de ahlaki değerlerini kaybettiğinden toplumun güvenini kaybetmiş insanlar yüzünden ülkemiz bu sefil haldedir.
Demokratların siyasette güven kaybetmesi de ancak bu mantıkla anlaşılabilir.
Tüm yazdıklarımın ışığında,önce kendine ve aile fertlerine,sonra çevresine ve devletine ve de vatandaşına güvenen insanlardan oluşmuş bir toplum olmamızın zamanının gelmiş ve geçmiş olduğunu söylemek istiyorum.
Hiç olmazsa;
-Çocuklarımızın yetişme çağında,onları her türlü hurafe ve sapık düşüncelerden korumayı,
-Onlara çocuk değil,yetişkinmiş gibi davranıp doğru bildiklerimizi öğretmeyi bilmediklerimiz için de araştırdıktan sonra öğretmeyi,
-Çocukları kendi başına iş yapma ve araştırma konusunda desteklemeyi,kararlarına güvenmeyi,
-Onlara yalan yanlış konuşmamakla örnek olmamızı ve bu şekilde yetişmiş çocuğun da sözüne ve yaptığına güvenileceğini bilmeyi,
-Olduğu gibi tabiatı sevmeyi ve korumayı,insanları inançlarına değil de edimlerine,değerlerine göre sevmeyi öğretmeyi,
-Vatanını ve milletini ancak böyle yüceltip koruyabileceğinin mümkün olduğunu,
-Onları elden geldiğince “serbest mantık” içinde düşünmeye sevk etmek için bilime dayalı eğitim vermeyi ilke edinirsek belki bir ışık bulabiliriz.
Yoksa gelişmiş toplumların,” yakında tarih sayfasında yok edilecek olan toplumlar listesine” girmiş olduğumuz için zaten akıbetimiz belli,kaderimiz yazılmıştır.Bu kafayla da yazılan bu kaderi değiştirme olanağımız da yoktur.
Bu zihniyetle,Çanakkale’de,esir düştükleri düşman birliğinde elleri bağlı topların yanında otururlarken, arkadaşlarını hedef alan Topların namlularının üstüne atlayacak kahramanlar yetiştirdik ama, 60 km. uzaktaki gemiyi vurabilecek top,onu batıracak mayını ve denizaltı yapmayı beceren bilim adamları yetiştiremediğimiz içindir ki yüz binlerce askerimizi harcayarak bile düşmana yenilmekten ve masum halkımızı toplu mezarlara doldurulmaktan kurtaramadık.
Halen de bizi yeryüzünden silmeye yemin etmiş haçlı birliği devletler arasına girebilmek için de her türlü yalamalık ve yüzsüzlüğü yapan siyasetçilerimizi,iş adamlarımızı tartışmaktayız.
Oysa Japonların Avrupa ve Amerika’da yetiştirdikleri bilim adamları yanında Samuraylarını,Yakuzalarını teknoloji casusu haline getirerek nerelere geldiğini, Rus’ların KGB’sini,İsrail’in 150 milyonluk Arap dünyasına Mossad’ı ve ordusu ile nasıl meydan okuduğunu hepimiz görmekteyiz.
Bizim elan çağdışı kaldığı tarihte defalarca test edilmiş “Şeriat terbiyesi ve mantığı”nda ısrar etmemiz sadece gülünçtür.
Bu ideolojiyi savunan insanlarımız vatansever olabilirler ama vatanı manda etmekten başka çare bulamadıkları da yaptıkları ve söyledikleri ile gözler önündedir.
Dünya milletleri arasında kabak gibi sırıtan,doğuştan suçlu olmak ve günahkar olmakla kendini yiyen,üstleri çarşaflı,başları türbanlı, ya da cüppeli ve Keldani sarıklı, hurafe ve inaklarla beyni büzülmüş süngere dönmüş köle ruhlu,dünyadan bir haber “kullar topluluğu” yaratmaya devam ediniz ve ABD ve AB’li efendilerinize çok iyi hizmet etmiş olursunuz.
Devlet,Millet kimin umurunda ki?
İnsan yetiştirmek eşek yetiştirmeye benzemez,bunun sorumluluğu bütün devlet adamlığı görevi yapanların,ayrıca her anne ve babanın da zorunlu görevidir.
Keykubat
25.4.2008