1950-60 yılları arasında bizim köyde askerden gelmiş iki genç çoban köyün korusunda keçileri sahaya koymuş, otunu, suyunu vermiş, sütlerini güğümlere doldurup eşeklere yükleyip köye yollamışlar.
Bir yar'a sırtlarını verip yorgunluk sigarası yakmışlar.
Birisi muzip biraz;
- Yav, sağdıç, bu tekelere şeytan diyorlar. Aha bu teke de geldi, başımızda nöbet tutuyor ya.
- Heee, öyle.
- Şimdi, ben kalksam, şu tekenin taşaklarını bir sıksam, teke mi şeytan mı anlarız değil mi?
Deyince teke dile gelir;
- Ben şimdi ikinizin de taşaklarını sıkıp sizi hadım etsem ne yapacaksınız? Demez mi?
Iki çoban sürüyü bırakır, ayakları kıçlarına vura vura kaçarak köye gelirler.
Bir süre korkudan çobanlık bile yapmazlar.
Konuşan gerçekten teke miydi yoksa onları ziyarete sessizce gelen muzip diğer bir çobanın muzipliği miydi?
Bu konuda bilgi yok.
Bu hikâye, bizim yaşlarda olanların hâlâ anlatıp güldükleri bir hikayedir.
Kahramanlarından biri rahmetli babamdır. Babam zeki, muzip, köyün masalcısı olan biriydi.
Misafirliğe gittiğimizde masalları bitmezdi, bir Armutçu masalı vardı. Üç günde biterdi.
Masalın devamı için yemekli davetler yapılırdı. Televizyon, radyo, bırak köyde elektrik bile yok.
1974-76'larda köye elektrik geldi.
Köy kahvesinde tek pilli radyo vardı. Her erkek, akşam yemeği sonrası kahveye Ajans ( haber) dinlemeye giderdi.
Islâm bile halen Araplarda ve diğer milletlerde Teke Şeytan kutsiyetini yok edememiştir. Çünkü hâlâ tapınılan bir din.
Aslı var mı yoksa yav? 🙏🤣🤣🤣
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.