Yaptığım bir yoruma, bir arkadaşım şöyle yorum yapmış;
"Alaeddin Yavuz bey, memleketi satan... kaç tane Süryani Yezidi tanıdınız....?"
Cevabını verdim.
-"Başımızda yeterince var..." ve ilgili yazılarımın linkini de verdim.
Osmanlıda da, Atatürk sonrası da devleti yönetenler daima devşirmelerdir. Türkler, Fatih Sultan Mehmet tarafından devlet işlerinden uzaklaştırıldıklarıldan beri, göçer yaşamları içinde kaldılar ve sadece devşirmelerin işbirlikçi siyasetlerinde can vererek devlete hizmet ettiklerine inandılar ise de devletlerinin elden çıkmasına engel olamadılar.
Çünkü, Allah, Muhammed, Kur'an diyen devşirmeler onları daima sattılar.
Atatürk sonrası devletimizin halini düşününüz;
Bütün devlet adamları Müslümandılar, İsmet paşa dahil hepsi dinci yapılanmanın taraftarı ve uygulayıcısı oldular.
Bu kadar, dindar Müslüman siyasi, bürokratlarca yönetilmemize rağmen neden devlet hep geriye gitti?
Bu "kader ve fıtrat" kelimeleriyle açıklanamaz. Bu ancak ihanetle açıklanabilir.
Çünkü, bir insanın Müslüman ülkede siyaset yapabilmesi, bürokrat olarak çalışabilmesi için, halkın çoğunluğunun inancından olmaması düşünülemez.
Ama, her insanın davranışlarını o insanın kültürü yani dini inancı belirler.
Bir siyasinin, bir bürokratın davranışlarını da işlerini de ailesinin, geldiği toplumun dini inançları belirler. Kişi buna göre vatansever ya da işbirlikçi vatan haini olur.
Müslüman ve Türklükte bize meydan bırakmayan, adlarını bile Öztürk, Türkoğlu, Türk gibi adlardan veya İslam öncesi Türk mitlerindeki dini, siyasi kişiliklerden seçmiş insanların yanında, bu adları asla kullanmayan Türkler bile "Türk'üm" diyemediler ve çoğu da bu yüzden Yavuz Selim'den bu yana İran'a kaçtılar ya da Kürtler, Ermeniler arasında asimile oldular.
Ama, bu bizden çok "TÜRK" ve "Müslüman" olan devşirmelerin idaresinde olan devlet hep geriledi ve yıkıldı. Bu gün de son yıkılışını seyretmekteyiz.
Türk ve İslam sıfatlarını öne çıkartarak iktidar olan bu siyasilerin nedense işbirlikçilik ettikleri ülkeler ve milletler tarih boyunca hep aynıdır.
Kürt, Ermeni ve Süryaniler daima Gürcistan, Fener patrikhanesi, Vatikan ile birlikte olmuşlar.
Bu gün, AKP, iktidara gelir gelmez, Gürcistan'ın başına aynı şekilde monte edilen Sakaşvili ile birlikteydi. Fener patrikhanesi, Ermeni ve Süryani patrikhaneleri gibi Ortodoks Hristiyan cemaatlerin, kiliselerinin vakıf arazilerini, Osmanlı'dan çok çok önce Alpaslan zamanında camiye çevrilenlerini dahi bu cemaatlerin vakıflarına geri iade etmiştir.
Ülkemiz için hiç bir iyilikleri, hizmetleri olmamasına rağmen Cumhurbaşkanlığı köşkünde özel protokol ile karşılanıp ağırlanmışlardır.
Kaç-AKsarayın ilk yabancı konuğu, Vatikan'ın Papa'sı olmuştur.
Bunların evvelleri ne yapmışlardı?
Bitlis'i Ruslara teslim edecek işgali yürütecek Rus Kafkas orduları komutanı Nikolay Nikolaviç'e, Tiflis'te, Doğu Anadolu'nun askeri, demografik, coğrafi haritasını, akıl hocası olan İngiliz rahip ajan Robert Frew'dan alarak teslim eden Said-i Kürdi Deliüzzaman, Ruslar Bitlis'İ işgal ettiğinde, Seyit Rıza, Şeyh Sait gibi işbirlikçi, kripto Hristiyanlarla birlikte "sadakat madalyaları" takmışlardı.
Üç yıl, Rusya'da Türk ve Müslümanları, devrimcilere karşı kışkırtıp, Stalin döneminde soykırıma uğratılmalarını sağlamıştı.
Halifenin adamı sıfatıyla adına yazılmış bazı saçmalıkların Müslüman ülkelerde yayılmasıyla, İslami direniş sıfıra indirilmiş, tek kurşun atmadan Müslüman dünyası emperyalizme teslim olmuştu.
1952'de bu hizmetleri için Deliüzzaman'a Vatikan özel sadakat ödülü verilmiş, öldüğünde "Aziz" ilan edilip Vatikan'a gömülmesi sağlanırken, uydurma bir mağduriyet senaryosuyla cenazesinin kaybedildiği yalanlarıyla, halk devlete düşman edilmiştir.
Bu günlerin planlayıcısı Fethullah Gülen, 1992'de Paa II.Jean Paul'den sadakat madalyası almıştır, geçen yıllarda da "ölünce Vatikan'a gömülmek istediğini" resmen ilan etmiştir.
Recep Tayyip Erdoğan'ın 2008 Gürcü-Rus savaşında Gürcistan'a destek olamaması yüzünden, Gürcistan internete 2003 Gürcistan Azınlık raporunu sızdırmıştı. Ben de tesadüfen bulup dilimize çevirince, Tayyip Erdoğan'ın çok övündüğü dedesinin, Enver paşanın Ermeni tehcirinden kaçıp Gürcistan'a sığınan Süryani bir isyancı olduğu, 30 Ekim 1918 Mondros Anlaşmasından sonra da, Adana bölgesinde Fransız üniforması giymiş Ermeni asilere desteğe geldiği de ortaya çıkmıştı.
Bu yazım üzerine Tayyip Erdoğan, 2010 referandumuna 30 gün kala "adilyargic.blogspot.com" blogumu sildirmişti. Olaydan 45 gün sonra, başka blog açıp Google ile birlikte hükumeti suçlayan İngilizce yazımdan sonra Google, hükumetle ipleri kopartmış ve blogumu iade etmişti.
Bunların hepsi çok iyi birer Müslüman iken nasıl oluyor da, 1096'de başlayan Haçlı Seferlerinin merkezi olan Vatikan'a gömülme sırasına giriyorlardı?
Kendilerini bizden gösterip bizi satan işbirlikçileri tanımak için de onların kendileri hakkında bize verdikleri bilgileri kullanmak, atalarının dinlerini, kültürlerini tespit ederek, devletin nasıl elden çıktığını açıklamak benim gibi "vatanseverim" diyen herkesin görevidir.
Yoksa, yeryüzünde hiç bir hain yoktur ki boynuna "BEN HAİNİM" yaftasıyla dolaşsın!
Müslüman toplumlarda "ırkçılık" yapılmaz.
O halde, Kürtçülük akımını nasıl açıklayacağız?
Kürtçülüğün temeli 12. yy.da Şeyh Adi'nin kurduğu, Mushafı Reş (Kara Kitap, şimdi Kur'an-ı Kerimi Mushafı Reş diyorlar) ve "Cilvename" gibi iki din kitaplarına Talmud gibi iki de gizli kitapları olan "Yezidi Kürt dini" ile açıklayabiliyoruz. PKK kamplarında İslami dini ibadetlerle alay eden ama, Diyarbakır, Hakkari meydanlarında Yezidi imamları olan Mele imamlarının kıldırdıkları toplu namazlarda, Yezidi ibadeti yaptıklarında hiç alay konusu görmüyoruz.
Bunlar Allah'a inanır, Kur'anı ve Muhammed'i saymayan putperest, Allah'ın kızı, cennetten recm ile kovulmuş, düşmüş dişi şeytan olduklarına inandıkları şeytan Tavus'a tapınan bir dindir.
Süryani, Ermeni, Sabilerin de dinleri aynıdır ve onlar da aynı şeytana Ruha, Anahita, Ruda, NUR gibi adlarla tapınan, günde beş ile yedi vakit namaz kılan ama ne Muhammet'i peygamber ne de Kur'an'ı kitap sayanlardır. Aksine büyük kinleri vardır.
İşte size, bir türlü iyiye gitmeyen devlet işlerinin en mantıklı açıklaması. Bu yüzden;
"TACI HAİNE GİYDİREN MİLLETİN KANI DİNMEZ" dedim ve hala diyorum.
Kişi kendini ne veya kim olarak tanıtırsa tanıtsın, dini kültürüne göre hareket eder ve işlerini de ona göre yürütür. Hainleri bu şekilde tespit etmenin dışında deşifre etme olanağı yoktur.
Bu çalışma tarzım, sosyoloji biliminin de temel ilkesidir. Bir toplum incelenirken önce dini incelenir, sonra dini ile yaşam şekli incelenir ve komşularıyla bağları incelenir. Böylece bir toplum hakkında da karar verilir.
Benim yaptığım da sosyoloji biliminin teme ilkesini uygulamaktır.
Bu önemi yüzünden insanlarımız, yeni tanıştıklarında, kasabalarına misafir gidildiğinde ilk önce "Nerelisin", sonra, "Kimlerdensin?", sonra tatmin olmazsa din, mezhep, tarikat gibi sorular yöneltirler.
Bu sorularla, kişinin, dini/sosyolojik kimliği, ahlakı, dostluğu-düşmanlığı, ahlakı hakkında yorum yapılabilir.
Size de tavsiye ederim ki zaten bilerek, bilmeyerek her gün yaptığınız bir şeydir bu!
Takdir sizindir.
Alaeddin Yavuz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.