"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

1 Ocak 2012 Pazar

İSLAMA İHANETLER VE ANA ÇOCUK-İSA MERYEM KÜLTÜ



İBRAHİMDEN İSAYA YALANLARIN İÇ YÜZÜ "ANA ÇOCUK- İSA MERYEM KÜLTÜ"


Son yüz yıldır Nurculuk safsatası ülkemiz ve Müslüman ülkelerde emperyalizmin destekleriyle yayıldı. 
Peygamber Muhammed'in düşmanları olan Ebu Süfyan, Hind, Muaviye ve oğlu halife Yezid ile Mervan gibiler "Peygamber soyu imanlı Müslümanlar" olarak insanlara öğretildi. Oysa bunlar sadece şeytana tapan Kürt Yezidlerinin tanrılarından başka bir şey değillerdi. 

25 Aralık 2023'de eklendi. 


Said-i Kürdi de Bitlis'li muhtemelen bir dönme Ermeni veya Kürt Yezidiydi. "Okuryazar" olmaya karşı gösterdiği direncini "Tahrir-i Hayatım" adlı "50" yaşından sonra kâtibi Hüsrev'e yazdırdığı saçmalıklardan ibaret kitabında anlatmıştır.

AKP'nin 03. Kasım 2003'ten beri "açılım" adı altında açtırdığı apartman kiliselerinde din değiştiren ve geleceğin "azınlıklarını" oluşturacak olan gençlerimiz bu yazıyı okuyarak hem İslam içindeki ihanetleri hem de "İsa-Meryem" kültünün Sümerden Çin'e uzanan köklerini okuyup öğrenebilirler.

Arapların kendi kral ve ruhbanlarını Yerel 
Tanrıları, yeryüzüne hükmeden büyük devletlerin krallarını da Yeryüzü Tanrısı kabul etme gibi gelenekleri.



Arapların kendi kral ve ruhbanlarını Yerel 
Tanrıları, yeryüzüne hükmeden büyük devletlerin krallarını da Yeryüzü Tanrısı kabul etme gibi gelenekleri.

Islâm dünyası daha asr-ı saadet devri denilen görkemli döneminde, Kuran’ın Rum Suresinde geçen İran’lıların Bizans’ı perişan ettiği dönemde, Rumların (Bizansın) kitap ehli oldukları için galip geleceğini bildirmesine ve İslam öncesi Hicaz Araplarının Harran Sabiliği (Yezidiliği) inancına sahip olmaları, yani büyü, sihir, yıldızlara ve şeytana tapınma kültünden (Hermetizm) gelmeleri, Hz. İbrahim’in Hacer’den olma oğlu İsmail soyundan da olmaları nedeniyle kendilerini Yahudi, Semitik (Hint, Arap, Mısır, Grek) kökenli kabul etmeleri yüzünden geri dönüş yani siyonizme kölelik dönemi başlamıştır.


Ebu Süfyan’ın soyunun devlete hâkim olması, peygamberin düşmanlarının sürgünden geri çağrılarak devletin başına geçirilmeleri, (Halife Mervan’ın babası Hakem bin Ebil as bin Umeyye bin Abd-i Şemsbin Abd-i Menaf gibilerin) bunlara örnektir.
Hicaz Araplarının Hermetizm ve Mitraizm karışımı olan Yezidi olduklarını gene İslam kaynaklarından öğreniyoruz. 

Malum, Greklerin hileci tanrısı Hermes aynı zamanda “hırsızların, fahişelerin, kazıkçı tüccarların da koruyucusuydu” ve hırsızlık kötü sayılmazdı.

Mekke’nin fethinden sonra Hz. Muhammet’in Mekkeli kadınları toplayıp onlara verdiği nasihatlere bir bakalım;
Kureyşliler ve Hırsızlık;

“…Araplar, şiir söylerler, panayır yerlerinde, toplantılarda, vaaz ve nasihat verirlerdi. Haz. Muhammet, Safâ tepesine çıkıp oturdu. Eshabtan Ömer-ül-Fârûk da alt yanına oturdu. Önce erkekler, sonra kadınlar gelip birer birer Müslüman oldular. Kadınların arasında hazret-i Ali’nin kız kardeşi Ümm-i Hânî ile, Muaviye’nin annesi Hind de vardı. Peygamber, kadınlara;
-Hırsızlık etmeyeceğinize söz verin! Deyince, Hind öne çıkarak;
-Eğer hırsızlık etseydim, Ebu Süfyan’ın (Kocası) malından çok şey çalardım! Dedi…”
Çağrı Filminde Hind

Hind’in Muhammet’e Kini Bitmiş miydi?
Hind, eşi ve Ümeyye (Emevi) ailesi, Muhammet’in gücüne karşı koyacak hali kalmamış, Mekke’nin fethine engel olamadığından, artık “düşmanla savaşı sürdürmek” yerine, “tarafına geçerek içerden çökertme” yolunu seçmiştir. Bunu gene peygamberle aralarında geçen yukarıda yazılı olan münazaranın devamından anlıyoruz;
“…Muhammet o vakit Hindi tanıdı;
-Sen Hind misin? Dedi.
-Ben Hindim. Geçmişi affet! Allah da seni af eylesin! Dedi.”
Hazreti Muhammet’i Allah’ın af etmesini istediğine göre ortada “dine geçme değil, güce boyun eğme”  durumu vardır. Devam edelim;

Hind, Muhammet’i Cinayetle Suçluyor;
-Evlâtlarınızı öldürmeyiniz! Diyen Kuran emrini bildirince (Bilindiği gibi Yezidi Hicaz Arapları, kız çocuğu sahibi olmaktan utanır ve onları diri diri kuma gömerek öldürürlerdi) Hind;
-Biz onları küçük iken büyüttük. Büyük iken, sen onları Bedir’de öldürdün. Artık ne oldu ise orasını sen ve onlar daha iyi bilirsiniz! Dedi. (Görüldüğü gibi, kadının düşmanlığından zerre eksilmemiş.)
Faroha/ Faravahar/ Cibril/ Cebrail

İ.S.740’larda Emevilerin (Süfyan soyunun) hanedanı Hz. Muhammet’in amcası Abbas’ın soyuna teslim etmelerinden sonra, Yezidi İsmailiye fırkasını kurarak Bizanslılarla işbirliği içinde hanedanı ele geçirmek için kavgalara girmeleri gibi çok sayıda örnekler vardır. Emevi ailesinin İslam’ı eski Yezidi inançları temelinde düzenlediklerine dair ciddi iddialar, günümüz Vehhabilerinin, ülkemizdeki Yezidi Nurcuların Vatikan ile işbirliği içinde olmalarıyla ilişkili olarak yorumlanmaya açıktır.

Yezidi ismi, eski İran dinindeki `hayır` tanrısı olan `izd` veya `yezdan` kelimesinden geliyor.
İran kaynağının kökeni de Sümer yer, su ve tohum tanrısı Enki’nin Babil ya da Borsippa adlarıyla bilinen şehirdeki evinin adı  E-zida’dan gelmektedir inancındayım.
Marduk'un oğlu Kâtip tanrı
Nabu/ Nebo/ Nebi
"E-zida'da Oturan"
Sümer’in baş tanrısı Anu’yu darbe ile deviren Enki’nin oğlu Marduk baş tanrı olunca oğlu Nabu-Nebo- Nebi de Sümer’in kâtip tanrısı, kader tabletlerinin koruyucusu, tanrıların ve Sümer halkının kaderlerini değiştirme yetkisine sahip olur. Dedesi Enki’nin görevi olan “Tanrıların emirlerini insanlara iletme duyurma, tebliğ” görevini üstlenir. İran Yezidiliğinde “gergin kanatlı” kuş şeklinde helikopter ayağını andıran üç ayağı bulunan bir aracın üzerinde belden yukarısı görünen sakallı olan ve sola bakarken resmedilmiş Faravahar’a Arap Yezitleri Cibril derlerdi. 
O da peygamber Muhammed’e “uçan kürsüsünden vahiy tebliğ eden Cibril yani Cebrail’dir. Diğer adıyla Meryem’i İsa’ya hamile bırakan Ruh-ül Kudüs yani Kudüs şehrinin ruhudur. Enki’nin Babil veya Borsippa’daki evi E-zida da bu kentin batıya Kenan ülkesine taşınmış yeni adıyla Kudüs’tür. Hicaz Araplarının baş tanrısı olan ay tanrıları Hubel/ Ellah (Allah) da bir alt tanrıydı. Yezitlerin Ezda’sı da görüldüğü gibi alt tanrıdır. Enki torunu Nabu/Nebo/Nebi onun Mısır uyarlaması olan Thoth/Yah, Yehuti, Lah da alt tebliğci ve kâtip tanrıdır. Bu yüzden Yezitlerin tanrıları şeytana “Tanrı verdi” adı koymaları efsaneye uymaktadır.

Bu topluluğa göre Adem peygamberden sonraki ikinci ataları `Tanrı verdi` anlamına gelen ezda `dır. Buna nisbetle `Ezdai (Ezidi=Yezidi)` deniliyor.
Zerdüştlükte horozun kutsal bir hayvan olarak kabul edilmesi gibi Yezidilikte de `Melek Tavus` tavus kuşu şeklindedir. Ancak horoz da şekillerinden birisidir. Horozun kökeninin İmdigut/ Anzu kuşu olduğu son olarak ta tavus kuşundan dönüştürüldüğü sanılmaktadır.
İnanna’nın bahçesine bir kadının diktiği Huluppu ağacına yuva yapan İmdigut kuşu (Anzu kuşu, şeytan, Anka kuşu) horozun ilkel halidir.
Günümüz Yezit Kürtlerinin inançlarında da İslamiyet’te de cennette namaz vakitlerin müminleri namaza çağıracak olan kuş ta horozdur ve bu yüzden kutsaldır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri Marifetname’sinde horoz konusunu işlemiştir.

Yezidilerin Mervan soyundan "Yaşayan Şeytan Tanrıları
Şeyh Adi bin Emeviyye" M.S.12.yy.
`Ezda`dan (Ezida) geldiklerine inanan Yezidilere göre, kendi soylarından olmayan birinin bu dine girmesi mümkün değil; çünkü Yezidi soyu temizdir, üstündür. Onlar saf olarak Hz. Adem`in terinden yaratılmıştır. Havva’nın terinden olmuşlardır. Yezidilerde “okuma- yazma bilmebüyük günahtır. (A.M.Üçışık-Saadeti Ebediye- E.H.Yazır Kuran Tefsiri- Rum Suresi açıklaması.)
Hazreti Muhammet te bir Yezitti ve “ümmi- okuryazar olmayan” olmasının nedeni de Yezidiliğidir. Babasının mirası Yezidi geleneğine göre  “erkek akrabalarına” bırakıldığından Muhammet de “Yetim ve fakir” büyümek zorunda kalmıştır.

Bu yüzden bunlar,  Osmanlı döneminde de okuma yazmaya karşı direnmişlerdir. Günümüzde de özellikle Hakkâri ve civar bölgelerinde yapılan okulları yakarlar, öğretmenleri öldürürler. Nurcuların piri Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi’nin “okur” ama “yazamaz” oluşunun da “Sünni din uleması” olarak gösterilmesinin ardında aslında “yaşayan bir Yezid tanrısı” olduğu gerçeği vardır.
Said-i Kürdi. İngiliz İşbirlikçisi, "Yaşayan Ezd"

İ.S.1733’de Vehhabilik dini partisinin kurulmasından günümüze Vatikan destekleriyle çıkarılmış Kadıyanilik, Nurculuk gibi Yezidi-masonik tarikatların ülkemizde 1950 sonrası devletin başına getirilmelerinin etkileriyle, kiliselere, katedrallere benzeyen camiler, otomobil ya da silah sanayi bile olmayan Müslüman ülkelerin roketleri andırır dev minareleri, diyanet işleri başkanlarının Papa kıyafetini andıran “altın sırmalı” elbiseler giymeleri ve dini bilgilerinin de diyanet işleri başkanından herhangi bir camide namaz kılan dini bilgisi kıt mümine kadar “cehalet” düzeyinde olmaları, bütün Müslüman dünyasının Hıristiyan milletlerine köle olmakta yarışmaları ve daha nice sapıklıkların her gün artarak çoğalmaları benim bu yazıyı hazırlamam gerektiğine inanmamın nedenidir.

Oysa İslamiyet’in Kuranı “kitap ehli” denilen Yahudi ve Hıristiyanların kitaplarını temelinden çürütmekte, en eski gerçek dine daha yakın, daha akılcı bir din olmasına rağmen, papaz hocaların ve din adamlarının etkileriyle Müslümanlar inançlarında büyük sapıklık içine düşmüşlerdir.
Bunun nasıl olduğunu anlamak için önce bu yazıyı okumanız gerekmektedir.

Kuran, Hz. İsa ve Meryem ve de Hz. İbrahim ile Sara konularında asla Tevrat ve İncil’i değil, eski Mısır ve Sümer kökenlerini işaret etmektedir. Ayrıca son dokuz yıl içinde açılan “apartman kiliseleri” yüzünden inançlarını değiştirerek ülkemizde ardı arkası kesilmeyen “azınlık” sorununa bir “odun” olmuş olan vatandaşlarımızın da yararlanacağı bir yazı olduğu inancındayım.

Farkı anlamanız için yazıyı okumanız gerekir. Dindarların (!) yoldan çıkıp sapıttıkları dönemde, onlara benim gibi “dine inanmayanların” yol göstermesinin nedeni de, “dindarların”(!) dinlerini bilmedikleri için kolayca Hıristiyanlaşmalarıyla bozulmaya başlamış toplum dengesini önlemeye yöneliktir.
Ne de olsa kimseyi inancından caydırmak niyetinde olmadığımızın da bu yazı göstergesidir.

Alaeddin Yavuz

Yazının Bölümleri;
1-İbrahim adının etimolojisi (köken bilimi)
2-Hint Vedalarında İbrahim Sara ikilisinin kökenleri;
3-Hz. İsa-Meryem ikilisinin kökenleri;
4-Bekâret Kavramı,
5-Bakire Doğumun mitlerdeki kökenleri,
6-“6 Ocak ve 25 Aralık (NOEL) Kutlamalarının Kökleri.”
7-“Dört İlkel Kuvvet ve Haç’ın Kökeni,
8-Diğer yandan “TESLİS-ÜÇLEME” inancına da bakmakta fayda vardır,
9-Hıristiyanlığın Roma’nın Resmi Dini Oluşu ve Teslis,
10-İsa’nın Kayıp “17” Yılı- İsa’nın Eşiyle Hindistan’a Yolculuğu,

Ana ve Çocuk
11-1-Ana ve Çocuğun Kökeni,
11-2- Çin’in Şing Mu ve Ma Tsooopo (İsa ve Meryem’i)
11-3-Arapların Şeytan ya da İblis’li gelecek tanımlaması-Titanlar,
11-4-Hz. İsa tanımında Kuran, Tevrat ve İncil’e değil Horus’a değinmektedir,
11-5-İslam’da Tanrı İnancının Farkı.


1-“İbrahim’in” Etimolojisi;

a) Brahma’nın dil bilimi açısından kökenini incelediğimizde,”Brah” kelimesi “İbadet etmek, seçmek, çevrelemek” anlamına gelen “Bri” kökeninden gelir. Sonuna bir “h eklendiğinde “Briha” olur ve “artmak, büyümek” anlamına gelir. Sonuna “an “ eklenerek Hinduizm’de “en üstün Tanrı” anlamına gelen “Brahman” sözünü elde ederiz.
İbrahim Kenan yollarında
Brahman, cinssiz, biçimsiz ve çoğul yapılamayan bir kelimedir. Yalnızlığında Kozmosun meydana gelmesidir.
Brahman’ı Erkek kelime olarak düşündüğümüzde “Brahma” olarak adlandırılan “yaratılış işi” ile ilişkilidir.
Tevrat Yaratılış Böl.15;
Yar.17: 5 “Artık adın Avram* (Abram) değil, İbrahim* (Abraham-Abraam) olacak. Çünkü seni birçok ulusun babası yapacağım.”
D Not 17:5 “Avram-Abram”: “Yüce Baba” anlamına gelir.
17:5 “İbrahim”: İbranice Avraham, “Çokların babası” anlamına gelir.”
* Tevrat Ladino İbranicesi ile yazıldığından İspanyol dili kurallarına göre yazılmıştır. ”V” harfi “B” sesi verdiği gibi “H” harfi de okunmaz. Bu da, İbrani alfabesinde “b” ve “v” harfleri birbirlerinin sesleriyle okunur demektir. Gerçekten de öyledir.
2-Hint Vedalarında İbrahim Sara benzerliği;
b)Benzer olarak İbrahim’in ilk karısı “Sara” Hint vedalarında “Saraiswati” olarak geçmektedir. Bu da tekrar ses benzerliklerine bağlıdır.
Ne yazık ki, Veda ayetlerini çalıştığımızda,”Saraiswati”nin “nehir” anlamına geldiğini görmekteyiz.
(Kurumuş efsanevi bir nehir olduğuna inanılır)
Yeri hakkında büyük tartışmalar olsa da anlamının “nehir” olduğu bir gerçektir.
Vedalar, onu dağlardan denize dökülen ve ibadet eden bir nehir tanrıçası gibi tekrar tekrar tanımlamaktadır.
Sonradan her nasıl oluyorsa da onu “öğrenme tanrıçası” olarak da tanımlar. Sadece orta çağlarda Brahma’nın yoldaşı olur. Vedalarda, kesinlikle Brahman’ın eşi değildir.
Şimdi de konu ile ilgili Tevrat ayetini ortaya koyalım;
“Yar.17: 15 Tanrı, “Karın Saray’a gelince, ona artık Saray (Sarai)demeyeceksin” dedi, “Bundan böyle onun adı Sara* olacak.”
*Not 17:15 “Sara”: “Prenses” anlamına gelir.”
Oğlu Şeva ise, Hint tanrısı Şiva’yı ve aşağıdaki Tevrat ayetini anımsatır;
Yaratılış-Böl.21
Yar.21: 31 Bu yüzden oraya Beer-Şeva * adı verildi. Çünkü ikisi orada ant içmişlerdi.
D Not 21:31 “Beer-Şeva”: “Ant Kuyusu” anlamına gelir.
Yukarıdaki ayette Şeva’ın “Yemin” anlamına geldiğini çevirmen belirtmiş. Yemin nedir?
Osiris- Urisa (Ur'lu İsa- M.Ö.3000.'ler)
Osiris-İsis efsanesinin bozulmuş yansımalarını İbrahim-Sara efsanesinde görmekteyiz. Bu durumda önce yaşayan gerçek, sonraki uydurmadır.
“Mu ‘nun Çocukları” kitabının yazarı James Churchward, bu kitabında Osiris’in Mu imparatorluğunun sömürgesi olan Atlantis kıtasının batışı ile Afrika’ya deniz yolu ile göç eden bir rahip olduğunu yazar. Yani Osiris “Sudan Gelen” biridir. Yukarıda tanrının da su ve sislerin için taratıldığı gerçeğini unutmayalım.
Öğretilerini Etiyopya, Sudan (Kuş İmparatorluğunda) yaydıktan sonra Nubia yani Sudan’dan Mısır’a geçen Osiris Mısırlılara ekip biçmeyi, tarımı, bazı bilimleri, büyüyü öğretir. Bu yüzden çok sevilir ve bereket tanrısı olarak da bilinir.
Eski Mısır’ın 18.Hanedan döneminden başlayarak Roma hâkimiyetine girerek tarihteki görkemini kaybetmesine kadar geçen süre içinde en yaygın olarak inanılan Osiris Dinine göre, Mısır yer tanrısı “Geb” ile bakire eşi “Nut’un” oğlu olan Osiris kız kardeşi İsis’in de eşidir.

Böyle büyük, insanlığa hizmet eden insanların öldükten sonra “Tanrı” olacağı inancı nedeniyle ölümünden sonra tanrı olduğuna inanıldığından aynı zamanda da bir “İnsan Tanrıdır”.
James Churchward, Hz. Musa’nın da Sina dağında bulunan bir Osiris tapınağının başrahibi aynı zamanda da taht hakkı alınmış Mısır prensi olduğunu yazar. Musa ‘da Tevrat’ta firavunun gazabından annesi tarafından sepete konularak nehre bırakılan bir sepet çocuğu olduğu yazılır.
Firavun’un kız kardeşi nehirde yıkanırken Musa’yı bulunca ona “Musa” adını koyar. Musa’nın da kelime anlamının “Sudan gelen” olduğu yazılır.
Osiris Rahibi Musa

Musa Tevrat’ta “Moşe” dir. İngilizce olarak “Moses” olarak yazılır ve Mosis okunur. Tanrı “Osiris” adındaki kelime ortasındaki “r” yi birçok Avrupa dili “Ağr” gibi telaffuz eder. Yani Osi (r)is-Osis’ten Mosis’e gelinir ki bu da Arapçada “Abdullah-Allah’ın kulu” gibi Mosis de “Osiris’in kulu-kölesi” olarak düşünülebilir.
Mısırdan Çıkış Bölüm 4-7;
“Çık.4: 16 O sana sözcülük edecek, senin yerine halkla konuşacak. Sen de onun için Tanrı gibi olacaksın.”
“Çık.7: 1 RAB, “Bak, seni firavuna karşı Tanrı gibi yaptım” dedi, “Ağabeyin Harun senin peygamberin olacak.”
ayeti ile Musa da Osiris efsanesini kendisini “İnsan Tanrı” şekline sokarak tekrar etmektedir.

2-Hz. İsa-Meryem İkilisinin Kökenleri;
Bakire Hz. Meryem’in Seçilmesi ve Hamile Kalması;
Luka İncil’ine göre, melek Cebrail, Galile’de Nasıra şehrinde Davut evinden Yusuf adındaki adama nişanlı olan Meryem adlı bir kıza gönderildi ve kıza dedi;
“Selam ey nimete eren kız, Rab seninledir.” Bu sözlerden bir şey anlamayan Meryem ne selamı ne de iletiyi anlamıştır. Cebrail ona;
“Korkma Meryem, çünkü Allah önünde inayet (iyilik) buldun. Ve işte gebe kalıp bir oğlan doğuracaksın, ve adını İsa koyacaksın. O büyük olacak, ona Yüce Allah’ın oğlu denilecek. Rab Allah (Öğretmen Tanrı) ona Davut’un tahtını verecek, Yakup’un evi üzerinde ebediyen hüküm sürecek ve onun melekutuna (inananlarına) hiç son olmayacaktır.”
Meryem bu meleğe ;
“Bu nasıl olacak, ben hiç “er” bilmem”
Melek;
“Ruhül Kudüs (Kudüs’ün ruhu) senin üzerine gelecek. Yüce olanın kudreti üstüne gölge salacak, onun içinde doğacak mukaddese (kutsala) Allah’ın oğlu denecektir.”
Meryem;
“İşte Rab’bin kulu, bana dediğin gibi olsun” ve melek ondan ayrıldı.
Bulgar Kilisesinde Zenci İsa/ Meryem

Kuran’a göre, Meryem’in hamile kalışı-Meryem Suresi;
16-Kitap’da Meryem’i de an. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmişti.
17-Onlarla arasına bir perde çekti. Derken kendisine ruhumuzu (Cebrail’i) gönderdik de o, düzgün bir insan şeklinde ona göründü.
18-Meryem ona: “Ben bağışlayan Allah’a sığınırım senden, eğer Allah’tan korkan biri isen!” dedi.
19-Ruh (Cebrail): “Haberin olsun, ben sana tertemiz bir oğlan vermek için Rabbinin elçisiyim sadece!” dedi.
20-Meryem: “Benim nasıl bir oğlum olabilir? Bana hiçbir insan dokunmadı; ben bir kahpe de değilim!” dedi.
21-Cebrail: “Öyle! Fakat Rabbin buyurdu ki, o Bana göre kolaydır. Ayrıca onu insanlara gücümüzün bir delili ve tarafımızdan bir rahmet kılacağımız için böyle yapacağız. Hem de o, karara bağlanmış bir iştir.” dedi.
22-Bu şekilde ona hamile oldu ve bu haliyle uzak bir yere çekildi.
İsa’nın doğumu;
30-O:(İsa) “Haberiniz olsun ben Allah’ın kuluyum. O, bana bir kitap verdi ve beni bir peygamber yaptı.
31-Beni her nerede olursam mübarek kıldı ve hayatta kaldığım müddetçe bana namazı ve zekatı tavsiye buyurdu.
32-Beni anneme saygılı kıldı, beni eşkıya bir zorba yapmadı.
33-Selam bana; hem doğduğum gün, hem öleceğim gün, hem de diri olarak kaldırılacağım güne!”
Elmalılı Hamdi Yazır tercümesi.

Ayrıca Mısır inançlarındaki cehennem tanımı kaynar zehirli suların içirildiği, içinde yıkanıldığı bir yerdir. Yakıtı da insan ve kükürt taşıdır. Kuranda da cehennemde “kaynayan zehirli zakkum suyu içirilmesi ve kükürt taşları konusu  çok tekrar edilmektedir.
16.yy.İran İslami cehennem tanımı Sağ üstte Allah bulut üstünde
altta Muhammed "insan başlı atı üstünde
cehennemde azap çekenleri seyrederken

Cehennemin Tanımı;
Bakara Suresi:
20- “Fakat bunu yapamazsınız. Hiçbir zaman da yapamayacaksınız. İnkar edenler için hazırlanan yakıtı insanlar ve taş olan ateşten sakının.”
ANKEBUT SURESİ
55- O GÜN AZAB ONLARI HEM ÜSTLERİNDEN HEM DE AYAKLARI ALTINDAN SARACAKTIR. Allah onlara “yaptıklarınızın cezasını tadın” diyecektir.
Mecusilikte cehennem erimiş metal denizi, Hıristiyanlıkta Güneş ve ateş denizidir. Yani volkanlar veya magmadır. Tevrat’ta böyle şeyler yoktur.
Dini kitaplara göre Hz.İsa, Tanrı ruhunun yani Ruhül Kudüs’ün Kudüs şehrinin Ruhu diğer yandan gerçekte de bu Cebrail adı ile bilinen Melek’ten başkası değildir. İbrahim’e oğlu İshak’ı, İshak’a Esav ve Yakup’u, Meryem’e İsa’yı adeta “Tüp Bebek” şeklinde önceden dölleyip getirir ve aşılayıp gider.
4-Bekaret Kavramı;
Sümer, Mısır ve diğer inanışlarda tanrıçaların bakirelikleri her ilişkiden sonra yenilenir. Onlar sürekli bakiredirler. Sümerli İnanna, Yunanlı Afrodit, Mısır’lı İsis daima bakiredirler.
Hatta İncil Yuhanna’ya vahiyler bölümünün 1 ile 5.ayetlerinde dünyada yaşama karşılığında İsa’ya kurtulmalık olarak kıyamet gününde fidye verilecek 144.000 gılmanın (erkek çocuk eş veya fahişe) da “kızoğlankız”,kadınla ilişkiye girerek kirlenmeyenlerden oldukları yazılır.
Geceleri bu kılıkta "insan avlayıp yiyen
 kutsal Fahişe her daim bakire şeytan İnanna

Bu olayların bizlere verdiği mesaj da İncil’deki “Teslis’dir. Yani “Üçleme” dir.
1-Kutsal Ruh-Her şeyi yaratan güçtür.
2-Baba-Gerçek, görünür, maddi olan, her varlığı yaratan tanrıdır. Sembollerinden biri Koç’tur.
3-Oğul-Tanrı biçiminde tanrıdan doğan tanrıdır. Sembolü de Kuzu’dur.
Sümerlerde de tapınağa bağışlanan kızların çocukları doğsa bile öldürülürdü. Çünkü doğan çocuk tapınağın adına yapılan tanrının çocuğu sayılacağından, tanrılar da kendileri ile köle Sümer halkı melezlerini aralarına almadıklarından doğan çocukların öldürülmeleri gerekiyordu. Sümer tapınaklarında erkek ve kadın fahişe rahibeler vardır.
İsa’nın annesi Hz. Âli İmran’ın kızı Meryem de “erkek olur” ümidi ile ebeveynince doğmadan önce tapınağa adanmıştır. 

Doğduğunda kız olmasına rağmen tapınağa bağışlanmış, ilişkiye girmemiş bir bakiredir. Çünkü, tapınak tanrının evi olduğundan doğuracağı çocuk da Yarı tanrı veya tanrı olacağından öldürülmesi gerekirdi. Bu yüzden “tanrıya adanmış bakireler ilişkiye giremezlerdi.

Hz. İsa bakire Meryem’den doğar.  Yahudilerde de bu külte dayalı tapınağa çocuk bağışlama geleneği gereğince Meryem’den doğacak çocuk da “Bakireden doğma Tanrı Oğlu/Kızı” olacaktı ki ikisinin de öldürülmeleri gerekiyordu. Meryem’in çocuğunu gizli bir yerde doğurma nedeni de kendini ve çocuğunu öldürülmekten kurtarmaktır.
Hıristiyanlık öncesi Bizans dini olan İran kökenli Zerdüşt tanrısı Mitra’da “taştan doğarak” bakireden doğma kabul edilir.

5-Bakire Doğumun mitlerdeki kökenleri;
Bu olayın benzeri de Mısır Mitolojisinde doğal kaynaklara hükmeden, Tanrı Osiris rüzgârları estiren, bitkileri yeşerten insanlara bereketi sağlayan tanrıdır. Tek olan büyük tanrı “RA”nın eşi olmadığından Otuzbir çekerek yarattığı yer tanrısı Geb ile Gök Tanrıçası Nut’tan doğan ilk oğludur. Diğerleri de İsis, Set ve Neftis’tir.
Osiris, güneş tanrısı Ra’nın gücünü kendisine vermesi ile hüküm sürmektedir. Firavunlar da Güneş tanrısı adına ondan güç alarak hüküm sürmektedirler.
Osiris, topraktan hayvan ve insan şekilleri yaparak onlara ruh üfleyerek can verir.
Mısır papirüslerinde Bakire İsis- Horus
İsa-Meryem'e köken olan Ana-Oğul kültü
Sümer Tanrısı Gök Tanrısı Anu’nun oğlu Enki de Su ve Yer tanrısıdır. Yeryüzündeki su ve kara canlılarını o yaratır ve kıtaları o düzenler.
Adapa’yı (Adem’i) kırmızı kil topraktan şekillendirip ruh üfleyen de odur. Tufanın sularını da kutuplarda o toplar. Kızı İnanna-İştar ile ilişkilerinin bozulmuş halleri Mısır ve Hint destanlarında yer almaktadır.
Osiris Mısır’ın uygarlaştırılmasını tamamladıktan sonra, bütün dünyanın uygarlaştırılması işine girişir. Tahtı kardeşi ve aynı zamanda da karısı olan İsis’e bırakır ve yanında veziri Thot , Anubis ve Ofois ile birlikte sefere çıkar. Uzun süre dünyanın uygarlaşması için çalışır.
Asıl adı “Usir ya da Urisa (Ur’lu İsa) olmasına rağmen Yunanlılar adını kendi şivelerine uydurarak Osiris demişlerdir. Kendi tanrıları Dionysos ve Hades ile eş tutarlar.
Osiris, kardeşi Set’in kendisine kurduğu tuzağa hiç şüphelenmeden kuzu kuzu gider ve sandık şeklindeki tabuta girer, daha sonra Set tarafından parçalanarak öldürülür. Kız kardeşi ve eşi İsis onu dirilttiğinde dünyada yaşamak istemez ve düzenlemek istediği yer altı dünyasına iner ve ölüler dünyasının tanrısı olur.
İsa da kendisini ihbar eden havarisini bildiği, Yahudilerin kendisini öldürteceğini bildiği halde bütün mucizelerine rağmen hiç bir şey yapmaz ve İnsanlığın günahlarını çekmek için kuzu kuzu kendisini çarmıha gerdirir. Sonra tekrar Mariya Magdelana’ya görünür ve göğe çıkar.
İsa’nın doğumunda Meryem’e doğacak çocuğun peygamber olacağı melek Cebrail’in “Korkma Meryem, çünkü Allah önünde inayet (iyilik) buldun. Ve işte gebe kalıp bir oğlan doğuracaksın, ve adını İsa koyacaksın. O büyük olacak, ona Yüce Allah’ın oğlu denilecek. Rab Allah (Öğretmen Tanrı) ona Davut’un tahtını verecek, Yakup’un evi üzerinde ebediyen hüküm sürecek ve onun melekutuna (inananlarına) hiç son olmayacaktır.” demesi gibi Osiris de doğduğu zaman gizemli bir ses “Evrenin Efendisi” nin geldiğini söylemiştir. Mısır üzerinde hüküm sürme hakkı ona verilmiştir.

 “Size doğrusunu söyleyeyim, insanoğlunun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz. Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.
Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir. Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda.” (Yuhanna 6:53-56)
Son derece dikkat çekici olarak, Pagan Tanrısı Mitra da İsa’dan yüzyıllar önce bir yazıtta şöyle demiştir:
Benim bedenimden yemeyecek kanımdan içmeyecek ve böylece benimle bir olmayacak kişi, kurtulamayacak kişidir!” (Godwin, J. Mystery Religions in the Ancient World 1981, 28)
İsa

Kendisinin besin maddesi olarak yenilmesi için bu kadar reklam yapan İsa’nın “göğe çekilmek yerine”, zamanın Suriye Valisi olan Romalı ya da inananları tarafından yenmediğini kim iddia edebilir?
Bu kadar bilgiyi aklımızda bir kıyasladığımızda, Yahudi Tevrat’ının Sümer-Hint, Mısır mitlerinin, Hıristiyanlığın ise, İran, Mısır, Yunan mitlerinin harmanı olduğunu gayet açık bir şekilde görmekteyiz.
Bunu dinsizce bir yorum olarak algılamayınız. Çünkü gerçek dinler, İbrani dinlerden önceki dinlerdir diye düşünmekteyim.
Köle Yahudilerin Mısır’lılara meydan okuyarak yamanma ve “Asil Kavim Olma Mücadelelerini” aşağıda Bizans İmparatorluğunun İran dinlerinin baskısından kurtulmak için neler çektiklerini ve önce horladıkları Hıristiyanlığı, İznik Konsülünde Yunan Dilinde ve yukarıdaki cümledeki şartlarda düzenledikten sonra yarattıkları Siyonizm ile bu gün nasıl dünyanın hâkimi olduklarını okuyacaksınız.
6-“6 Ocak ve 25 Aralık (NOEL) Kutlamalarının Kökleri.”
“Bu olay, bu gün Hıristiyan dünyasının bazı kesimlerince 6 Ocak’ta kutlanıyor.
Mısır’da Aion’un yani diğer bilinen adıyla Osiris’in de doğum tarihi bu gündür. Aion, Kore’den doğmuştu. Kore, bakire İsis’le eşleştirilmişti ve parlayan yıldızı Sirius (Sothis-Süreyya yıldızı) binlerce yıldır ufuktan yükselsin diye bekliyordu.
Sirius/ Süreyya yıldızı
Yıldızın yükselmesi, Nil’in yükselen sularını haber verirdi, böylece Rab Osiris’in ölü ve dirilen dünyayı yenileyici gücü ülkeye dökülürdü.
İskenderiye’deki tapınağında Kore Festivali hakkında yazan aziz Epiphanius (Epifanyus) (İ.S.315-402) “bu günün arifesinde bütün geceyi şarkılar söyleyerek geçirmek ve tanrıların imgelerine başvurmak adetti.” Diyor.
Şafakta tapınağı yer altı kemerlerine inilir, ahşap imge çıkarılırdı.
Bu imge “altın bir YILDIZ ile bir HAÇ’tı. Ellere, dizlere ve başa dokundurulurdu. Bu alayla dolaştırılır, gene kemerlere indirilirdi. Bu, Bakire (İsis-Sümer ve Mısır’da ve tüm inanışlarda Tanrıçalar her daim bakireydi.) Aion’u (Osiris’i) doğurduğu için yapılırdı.”
Haç ile ilgili olarak James Churchward “Kayıp Mu Kıtası” adlı kitabında şunları yazar;

7-“Dört İlkel Kuvvet ve Haç’ın Kökeni”;
Naacal yazılarında “Kutlu Dört” adını alan büyük iptidai kuvvet daha başlangıçtan itibaren beşerin dininde rol oynamıştır. Kadim teknolojinin en büyük bir kısmı bu farkların tesirlerine dayanmaktaydı. Bir çok teolojik meslek ve ihtilafları onlarda ortaya çıkmıştı.
Grek tanrısı Dionisos M.Ö.4.yy.
Elinde "Kutsal Dört Kuvvet'i
temsil eden Haçıyla.
Bu kuvvetler ölmüş değillerdir. Aslında ilk devirlerden beri dış görünüşleri değişmiş, mütemadiyen mitoloji süsleri eklenmişse de elan bizimle beraberlerdir.
Eski zamanlarda bu kuvvetler tapınaklar inşa etmek epey geçerliydi. Niven’in Meksika’daki taş tabletleri narasındaki bütün planlarda mabetlerin her birinin yaratanın kadirikül kudretini temsil etmek, onun kudretinin sembolü olmak sıfatı ile “Dört Kutlulara” ithaf olunduğunu gördüm.
Kutlu Dördün,en eski sembolünü 70.000 yıl önceki Naacal yazılarında buldum. Bu sadece bir “Haç” işareti idi. Zamanla bu ilk haç üç muhtelif şekilde inkişaf ederek sonunda;
1-Svastika
2-Malta Haç’ının bir başka şekli,
3-Kanatlı daire halini aldı.

Bütün haçlar “Kutlu Dört”ün sembolüdür.
“Kutlu Dört”, yaratıcının yedi emrini yerine getirmekle mükellefti ve yerine de getirmiştir. Eskiler şöyle düşünürlerdi;
Başlangıçta kaos hakimdi ve kainat karanlık ve sessizdi. Sonra tanrı dünyalar yaratmak istedi. Yaratılışın başlayabilmesi için dört büyük kuvvete kainatta kanun ve düzen kurmalarını emretti. Kanun ve düzen oluşturulduktan sonra onun arzu ve emirlerine göre mahlukat vücuda getirildi.”
Bu paragraf eski Naacal yazısındandır. Demektedir.
Öyle anlaşılıyor ki, bütün eski kavimler dillerindeki Kutlu Dört’e birer ad vermişlerdir. Bazı dillerde bu adların sayısı pek çoktur.
Bu kuvvetlere “Kutlu Dört, Dört Büyükler, Dört Kudretliler, Dört Büyük Hakan, Dört Büyük Mihrace, Dört Büyük Yapıcı, Dört Büyük Mimar, Dört Büyük Mühendis gibi sıfatlar verilirdi.
Az sonra bunlara “Kainatın Dört Büyük Sütunu”,”Dört Gin-Genii” gibi adlar verildiğini görüyorum.
Ankh Mısır Haç'ı M.Ö.3000'ler
Daha sonra Mazdeizm saliplerinde (haçlarında) “Amshaspand”lar, İbranilerde “Elohim”ler-İlahlar, Serafiydun (Seraphs) ve Hesiod’un teogonisinde ise “Rabiri” ve “Titan”lar adı verilir ve bu günkü Hıristiyan ve Müslümanları da “Meleki Mukarrepler” (Archangels-Cebrail ve diğer üç Melek-Mihail, Azrail, İsrafil) dir.
Mısır Mitolojisinde bu Dört Cin’in adları şöyledir;
1-Amset Doğu Cini (Doğuda oturan)
2-Hapu Batı Cini ” ”
3-Tasautmutf Kuzey Cini ” ”
4-Kuabşenuf Güney Cini ” ”
Keldanilerce de insan ırkını koruyup himaye eden dört cin Şunlardır;
1-Sad-Alap ya da Kirub İnsan yüzlü bir boğa ile temsil edilirdi.
2-Lamaş veya Nigal İnsan kafalı bir aslan (sfenks) ile temsil edilirdi.
3-Ustar Tamamen insana benzerdi.
4-Nattig Kartal başı ile temsil edilirdi.
Bu cinleri, Tevrat Hezekyel 1.bölümde Tanrının uçan dairesi çevresinde metal kanatları ile uçarken gördüğünü okuyoruz.
Hez.1: 10 Her yaratığın dört yüzü vardı: Önde dördünün yüzü insan yüzüne, sağda dördünün aslan yüzüne, solda dördünün öküz yüzüne, arkada dördünün kartal yüzüne benzer bir yüzü vardı.”
Hez.1: 11 Yüzleri böyleydi. Kanatları yukarıya doğru açılmıştı. Her yaratığın iki kanadı yanda öbür yaratıkların kanadına değiyor, iki kanatla da bedenlerini örtüyordu.”
Bu bölümde geçen hayvanlar Ninova kazılarından çıkarıldıktan sonra British Museum’a getirilmişlerdir.
Hezekyel muhtemel olarak, Ninovayı gezdiğinde bu şehrin duvarları üstünde süs-koruyucu amblem olarak bulunan bu heykelleri görüp tanımış olmalıdır.

8-Diğer yandan “TESLİS-ÜÇLEME” inancına da bakmakta fayda vardır;
Üç başlı teslis insanlığın var oluşundan beri vardır. Bu, filozofların eserlerinde bu güne kadar muhafaza edilmişlerdir ve aralarında Hıristiyanlarla Brahmanlarda bulunan birçok tayfa ve cemaatler tarafından kutsal olarak tanınmaktadır.
Kutsal sembollerin en eskisi olarak tanınan teslis alameti üç dalı birbirine eşit bir “Üçgen” di.
Bu sembol başka nerede, ne zaman hangi eserde veya hangi kitabede bulunmuşsa muhakkak ki eski teslise ve gökyüzüne işaret ettiği görülmüştür.
Peru İnca teslisinde mutlak güç sembolü olan teslisin adları Paça-Kamak, Con ve Virakoçça’dan ibaretti.
Hinduların Nirukta” kitabında yalnız üç tanrının bulunduğu ve bu üçün bir ilah vücuda getirdiği üç defa tekrar edilmiştir.
Tanrılar yalnız üç tanedir. Bazen kendisine Mahatma (Ermiş) denilen bütün mahlukatın sahibi Pradjapati kollektif bir tanrıdır.
Mısırlılar üç başlı tanrılarında “Şu”,”Set” ve “Horus” vardır.
Mu'nun kutsal sembolü
M.Ö.60.000'ler.
Süleyman Mührünün kökeni
Yunanlılarda Eflatun ve orfeus teslisten “üç kral” olarak bahsederler.”Fanes,Uranüs” ve
Kronos” tur. Proklus,”yaratan Demiurgos”un bir teslisten oluştuğunu söyler. Yüceliğin diğer kısımları üç idrak veya üç kraldır ki, biri vardır, biri maliktir (sahip),biri de zahirdir (görünen). Pisagoras müritlerine Tanrı “adetler ve ahenk (uyum)” diye öğretmiş ve onlara adetlerle üç eşit açılı üçgene Tanrı” adını verdirmiştir.
(Hadi gel de dindar olarak matematik çalış. Üçgen,1-10 arası tüm sayılar tanrıyı temsil ediyor.)

Hıristiyan eski Katolik Kiliselerinde mihrapların üzerinde içinde bir göz resmi olan üçgenler görülür. Üçgenin içine bu göz “Osiris’in gözü” olarak Mısır’dan eklenmiştir.
İşte Kutsal Ruh, Baba Koç’un oğlu kuzu İsa-Osiris üçlemesinin aynısı.

Ankh- Mısır Haçı;

Ank, (i). Eski Mısır'da hayat sembolü olan tepesi halka şeklindeki kulplu haç.
Ankh, “T” harfinin üzerine oturtulmuş küçük bir daireden ibaret olup çoğunlukla haç'a benzetilen; fakat Hıristiyanlıkla pek alakası olmayan  en yaygın bir eski Mısır sembolüdür. Kadın ve erkeğin birlikteliğini simgeler ve "evrensel yaşamın çekiciliği" olarak ele alır.[2] "Hayat anahtarı" ya da
 "Nil'in anahtarı" olarak da bilinir.
Ank, Eski Mısır'da en güçlü kültürel ve dinsel sembollerden biriydi. Yaşamın sembolüydü, firavun ve tanrıları Ankh ile gösteren bir çok sanat eseri mevcuttur.

İsis misterleri, inisiyasyonunda kullanılan bu sembole birçok Mısır tanrısının elinde rastlanmakla birlikte, en çok İsis'in elinde rastlanır. Bu sembole “kulplu haç” (crux ansata) da denilir.
James Churchward'a göre daire, Mu'da ilâhî bir semboldü;

İsis elinde Ta-Ha- Crux Anksata ile
"T" sembolü (Tau) ise "Ta-Ha" diye okunurdu ki, anlamı "yıldızlardan gelen sular"dır. Ezoterik bilgilere göre de su sembolü tesirleri ifade eden bir semboldür.
Ejiptologlar ise sembolün dairesinin İsa'yı temsil ettiği kanısındadırlar ki, ezoterik bilgilere göre Ra'nın yıldızı fizikî Güneş değil, "süptil Güneş" ya da "Güneş'in ardındaki Güneş" olarak ifade edilen "Sirius"tur . Bu durumda, sembol, Sirius ile ilgili bir anlam taşımaktadır. Nitekim Ankh'ın biraz değişik bir biçimi olan "İsis düğümü", Sirius'u temsil eden İsis'in (isis ve Osiris) adıyla anılır.

9-Hıristiyanlığın Roma’nın Resmi Dini Oluşu ve Teslis;
Teslis’in de Hıristiyanlığa Mısır’dan geçtiğini ve ilkel inançlarda da bulunduğunu yazdıktan sonra “Mecusi Roma-Bizans’a” dönelim.
Roma İmparatorları başlangıçta Hıristiyanların inançlarını halkının inançlarından saymaz ve Hıristiyanları dinsizlerle birlikte yakarak eğlenirler.
Onlar da İran dini olan Mitraizm’e inanan halkın 25 Aralık’ta kutladıkları tanrı Mitra’nın doğum günü kutlama törenlerine katılarak “Bizim tanrımız İsa da 25 Aralıkta doğdu” diye sempati ve yandaş toplamaya çalışırlar.
Mevlid’i 25 Aralıkta kutlama geleneğinin İ.S.353 veya 354 yılına kadar kurumsallaşmadığı anlaşılıyor.
Roma’da Papa Liberius zamanında herhalde Mitra’nın (İran Zerdüşt Tanrısı) doğum gününü içermek için bu güne alınmıştı.
Çünkü,25 Aralık o günlerde “kış dönümünün” günüydü. Artık İsa’nın da, Mitra ve Roma imparatoru gibi yükselen güneş(*) olarak da anlaşılabileceği ortaya çıkıyor.
Böylece iki doğum mitosumuz ve iki tarihimiz var,25 Aralık ve 6 Ocak.
Biri İran’a birisi de Mısır dünyasına yöneliyor.”
01 Ocak da haliyle Gregorien takviminin “yılbaşı” olarak kutlanmaktadır.
Roma Mitra'sı Taştan/ Bakire doğum
*Büyük Piramit’in Sırları kitabının yazarı George Barbarin’e göre ise Hz.İsa 07 Ekim’de doğmuştu. Ama Hıristiyanların bu kutlu doğum gününü o tarihte kutladıkları takdirde hamam sütunlarına asılarak, yakılarak öldürüleceklerini bildiklerinden Mitraistlerin tanrısı Mitra’nın doğum günü ile birlikte kutluyorlar ve inançlarının uydurma değil, ilahi olduğunu savunarak sempati topluyor, inananların sayılarını arttırırken aynı anda da kamuflaj yapıyorlardı.
Görüldüğü gibi her yeni çıkan inanış kendisinden öncekilere benzediğini gösterme çabası içindedir. Bu tüm dinlerde vardır. Okursanız örneklerini görmeniz kolaylaşır.
Roma Ordusu Din Kardeşliği Yüzünden İran’a Savaş Açamaz ve Yeni Din Arayışı Başlar;
Septimus Severus’un oğlu Caracalla (İ.S.213) Germenleri Tuna ötesine, Mısır ve Anadolu’daki isyanları bastırmaya muvaffak olur. Parth’lara (İran) doğru yöneldiği sırada yakın koruması tarafından öldürülür. Çünkü Zerdüşt-Mitraist olan İran halkı ile “din kardeşi” olan hiçbir Romalıyı onlarla savaşa ikna etmek mümkün olmamıştır. Çünkü tanrıları ve peygamberleri de İranlı olduğu gibi o halk onlarca zaten kutsal bir halktır da.
Ardından kuzey Karadeniz kıyısındaki Gotların isyanı da başlar ve Anadolu’yu korsan akınları ile yağmalamaya başlarlar. Roma’nın her yeri tekrar Germen istilalarına uğrar, yıkılır ve yakılır.
İ.S.226’da İran’daki Part’ları deviren Sasaniler de yeni bir tehlike olarak ortaya çıkarlar. İmparator Diocletian Sasani’lere karşı sefer düzenlese de başarı sansı din yüzünden mümkün değildir.
Roma’da çıkan karışıklıkların temelinde de İran inançları çerçevesinde yapılanmış olan kiliseleşme ve ruhbanlık vardı.
Gökte "Hoc Vince-
Bununla Fethet"
Yazısının temsili
Roma’nın İran’a Teslimiyeti ve Ardından Hıristiyanlığa Güneşin Doğuşu;
Sonunda Diocletian rakibi Asyalı Sasani kralı ile uyuşmak ve onun inançlarını da giyim tarzını da kabul etmek zorunda kalır. Simgesel incilerle bezenmiş evrenin burçlarını temsil eden değerli taşlar taşıyan “cennet elbisesini” giymişti.
Bu elbisenin ortasında da altın taçlı başı ile, kralın başı da evrenin ortasında güneş gibi parlamaktaydı. Dünyanın basamağı onun ayaklarının altındaydı ve her şey önünde eğilmeliydi.
10-İSA’NIN KAYIP “17” YILI- İSA’NIN EŞİYLE HİNDİSTAN’A YOLCULUĞU
Mason, Siyonist, Yahudi İngiltere-Amerika küresel sermayesi, 18. yy. da başladığı “küresel Mason Dinini” yapılandırma ve yayma işlemini sadece İslamiyet ile sınırlı tutmamış, Hıristiyanlığı da işin içine katmıştır. Şöyle ki;
Mitra'nın kutsal sembolleri olan Meşale (Ateş getiren)
Güneş halesi ve Kırbacı


Bir Rus savaş muhabiri ve ajanı olan Nicolas Notovitch (1858-?) 1887 yılında Tibet-Hindistan’a giderek Hemis manastırında Budist rahipler olan Lamalardan eğitim aldığını ve Hz. İsa’ın Hindistan’da yaşadığını yazar. Yazarın iddiasına göre, Hz. İsa İsrail topraklarının Roma tarafından işgal edilmesini takip eden yıllarda “13” yaşındayken yanına bir eş (karı) alarak bir kervana katılarak yolculuğuna başlar. Jains tarafından karşılanır.Hindistan’a Tibet’te bulunan Jaganath (Juggernaut), Rajagriha kutsal kentlerindeki Hemis manastırlarında Pali dili öğrenir ve “6” yıl kalarak eğitimini tamamlar. Hindistan’da o dönemde Kshatriyaslar (Savaşılar Sınıfı),Sudraslar (emekçi,çiftçi köylü sınıfı) ve Brahminler (rahipler) sınıfları arasında meydana gelen sınıf çatışmalarını durdurmak için onlara bakmasına izin verilmeyen Vedalardan (Ramayana kitabının ayetleri) örnekler vererek vaazlar verir, önerilerde bulunur.


Sudralar yani emekçiler tarafından "teslimiyetçilik tavsiyelerinin" tepki görmesi üzerine, tarafından uyarılan İsa orayı terk ederek Himalaya’ların eteklerinde Buda’nın doğum yeri olan yere gider. “29” yaşında ülkesine geri dönerek vaazlarına başlar.


Notovich bu tespitlerini 1894 ‘de “Life of Saint Issa, Best of the Sons of Men." (Aziz İsa’nın Hayatı,İnsanoğullarının En İyisi) adıyla yayınlar. Kitap Fransızcaya La vie inconnue de İsa Mesih adıyla çevrilerek yayınlanır.
19.yy.Kadıyaniler


Aslen Moğol kökenli bir Tatar olan Mirza Ahmed Kadıyani’nin 1881 yılında ilan ettiği Kadıyanilik diğer adıyla Ahmediyelik fırkasının sapık İslam dışı öğretisinde Notovich’in bu tespitlerine yer vermesi ve kendisinin de Hz. İsa olduğunu vurgulamasında yer almaktadır.


Hindistan’da İngiliz sömürge ordusunda Yarbay olan J.Archibald Douglas (1874-1941) Agra Kolejinde öğretmendi ve 1895’de Hemis manastırını ziyaret etti. Yaptığı araştırmalarını “Report on a Mission to Sikkim and the Tibetan Frontier, with a Memorandum on our relations with Tibet" (Tibet ile İlişkilerimiz Üzerine Notlar ve Sikkim Görevi Raporu” adlı bildirisinde Notovich’in manastırda asla bulunmadığını tespit etti ve maskesini düşürdüğü yazılmaktadır.

Bu yazıdan anlaşılması gereken, İngiliz ve Amerikan devletlerini ve Avrupa’yı eline geçirmiş Siyonist, Yahudi, Mason yapılanmasının, Brahmanizm, eski İran Mitracılığı (Yezidilik), Yahudilik, Hıristiyanlık ve Emevi ailesinden, halife Mervan’ın soyundan gelen Şeyh Hadi’nin Hıristiyanlarla işbirliği içinde Edesa Ermeni devletinin 1110’larda Selçukluların eline geçmesi üzerine Sincar dağlarına gelerek yerleştiği Laleş vadisinde Kürtlere aşıladığı Kürt Yezidiliği inancı karşımı olan ve gelişen “Sosyalizm” akımlarının karşısına çıkarılan bir mason dini olan Bahailik (Nurculuk-1845), Mısır’da 1870’lerde çıkarılan mason Efganiliği, 1881’de Kadıyanilik sapıklığını 1910’lardan itibaren Bitlis Yezidi Said-i Kürdi’nin Nurculuğu takip etmiştir.

25 Aralık 2023'de bu ve sayfa başındaki 
resimler eklendi. 


1894’de Notovich’in bu “Life of Saint İssa”sı ile hem Hint Müslümanlarını hem de Hintli Brahman ve Budistleri Hıristiyanlığa çekme faaliyetleriyle “Tek Dünya Dini” yaratılmak istendiği açıkça ortadadır.

Notovich’in sözde tespitlerine göre İsa’nın, insanları doğuştan köle olduklarına inandıran Budizm’in “Kast Sistemine” Sudraların (emekçilerin) direnişlerini kırmak için vaaz vermesi ile saya geldiğim masonik İslam kökenli bu dini partilerin tümünde, emekçilerin hak aramalarının ve bağımsızlık mücadelesinin “anarşi-asayişi bozmak” olarak görülmesi, “sosyalizm- komünizm düşmanlığı” yapmaları dikkat çekicidir. 

Yeryüzü küresini sömürge haline getiren zamanın küresel sermayesi “demokrasi ve milliyetçilik” akımlarını destekleyerek arzın bütün devletlerinde feodal iktidarları ve ruhbanları yıkarken aynı anda insanları tekrar kendi çıkarlarına uygun köleler haline çevirmek için “ideolojik ortamı” hazırlamıştır.
Amerikan başkanlarının kendilerini Roma imparatorları gibi Yeryüzünün En Büyük Tek Tanrısı görmeye devam etmeleri ilginçtir.
25 Aralık 2023'de eklendi. 

11-ANNE VE ÇOCUK
Bu yazı tarafımdan Türkçeye çevrilerek sunulmuştur. İsa- Meryem ikilemesinin Sümer kökeninden Çin’e ve Hıristiyanlığa geçişine kadar tespit edilmiş mitleri konu almaktadır;
1-Tanrının anası;  Anne ve Çocuk, Çocuğun Kökeni.
Konu II.
Bölüm II.
Mısır'ın İsis- Horus Ana-
Çocuk kültü-Horus İsis'in
kardeşi-kocasıdır. İsis Horus'un önce
kız kardeşi,karısı,ölümünden sonra
onu doğurarak da anası- Karısı olur.
Bu konu bir teoriyken tanrının başının içindeki insanların gözünden kolayca kaçtı. ”Ulu Görünemeyen” iken, insanların işlerine pek dikkat etmezken, ”yalnız sessiz olan” olarak ibadet edildi, işin aslına bakarsanız ibadet edilenlerce çoğaltılmadan ibadet edildi.
Aynı şey bu günlerde Hindistan’da göze batan bir şekilde örneklerle açıklandı. Kutsal kitaplara göre Hindu “üçleme-teslisinde” ve Hindistan dininde bu adla çağrılan kişinin adı Brahma olsa bile, resmen onuruna dikilmiş olan “tek bir tapınak” vardır ve halen “asla ibadet edilmemiştir”.
Papalık sisteminin tamamıyla gelişmemiş olduğu dönemlerde de Avrupa ülkelerinde de böyleydi.
İncil’in yeni girdiği dönemler hariç, evrensel gezginlerin de itiraf ettiklerine göre, ibadetin büyük nesneleri “Anne ve Çocuk” iken, “Ebedi ve Görünmez Kral’a ibadet” İtalya Papalığında dahi görünüşte “nesli tükenmiş” bir olaydı.
Tamamıyla böyleydi, sonradan gösterilen bu saygı sadece eski Babil’deydi.
Babilliler, sevilen dinlerinde “üstün olan, kucağında bir çocuk ile resmedilen”  bir oğula ve tanrıça anneye”  (Tanrının annesine) ibadet ediyorlardı. “Anne ve Çocuğa İbadet” Babil’den bütün dünyanın uçlarına kadar yayıldı.
Sol resim Babil sağdaki de Hint kültüründen alınmıştır.
Mısır’da “Anne ve Çocuk” a” İsis ve Osiris*” adı altında ibadet edildi.
Hindistan’da bu gün bile  “İSİ ve İŞVARA”, Asya’da “KİBELE ve DEYUS”, putperest Roma’da “Fortuna ve Jüpiter-puer” ya da oğlan Jüpiter, Grekya’da (Yunanistan) Barış Tanrıçası, Ulu ana İrene’nin kollarında meme emen “Seres” iken, kollarındaki Plutus, hatta Tibet’te, Çin’de, Japonya’da Cizvit rahipleri Meryem ana (Madonna) ve çocuğunun” denklerini görünce, hala Papalık tarafından ciddiyetle ibadet edilmesine” şaşırıyorlardı.
Çin’deki Kutsal Ana’nın adı Shing Moo (Şing MU- okunur.) idi ve kollarında bir çocuk ile temsil ediliyordu ve Roma’lı sanatçıların*** ellerinden çıkmışçasına resimde, etrafını bir “NUR” sarmıştı.
Açıklamalar;
Solda Babil'in İsa- Meryem'i Ba'al- Beltis sağda da Hint'in İsa- Meryemi İşvara ve kocası
*Osiris, “çocuk” olarak Horus adıyla anılmıştır.
** Kennedy’nin Hindu Mitolojisinde İşvara’nın kocası olsa da onun kollarında süt emerken resmedilmektedir.
***İtalyanlar “Bakire-Tanrının Anası-Grk-Theotokos” adını çoğunlukla “Babil’in Tanrıçalarının” rütbelerinden biriymişçesine tercüme etmekte ve etrafını öyleymişçesine düzenlemektedirler.

Babil’in “ilahi erkekliğinin “ adı Baal ya da Belus, “dişi ilahiliğin” adı ise Beltis’ti.(Hesychius, Lexicon) Bu ad, Ninova’da “Tanrının Annesi” şeklinde kullanılmış olarak bulundu.(Vaux’un Ninova ve Persepolis” adlı eseri)
Ve bir konuşmada Nebukadnezar (İnsana çok dik baktığından Nebukadarnazar olan adı pek değişmiş değildir, A.Y.) a atfedilmiş,”Belus ve Beltis’in”, Babil’in ulu tanrı ve tanrıçası rütbesiyle birleştiği Proeparatio Evangel’nin EUSEB.II’sinde korunmuştur.
Grek Belus, Babil’in en ulu tanrısını temsil etmekteydi ve şüphesiz olarak “Tanrı Baal’di.”  Beltis, bu yüzden dişil ilahiliğin rütbesiydi.
Baalti’ye eşitti,
İngilizce “Hanımefendim” demekti,
Latince’de Mea Domina,
Ve, İtalyancada çürümüşlüğü bilinen haliyle “Madonna”ydı.
Juno
Bu bağlantıyla, klasik “Cennetin Kraliçesi” adıyla ” JUNO, “Hanımefendi” olarak da bilinen Grek Hera, ayrıcalığı olan Kibele veya Rhea, Roma’da “hanımefendi” Domina’ydı.
Atina’daki Minerva’nın adının çok bilinen haliyle Athena (Asena-Atina) olduğuna inanmak için ileride kuvvetli nedenlerimiz olacaktır.
İbrani Adon’un (Tanrı) Athon (Aton, Ason) olarak söylendiğine işaret edilir. Bu adın, “Athan” biçiminde Asyalı putperest Greklerce çok iyi bilindiğine Avrupalı Greklere böylece geldiğine dair büyük ölçüde delillerimiz vardır. Eustathius, Diyisus’un Periergesisi üzerindeki notunda Leodikya (Konya Ladik) bölgesindeki yerel adları sayarken “Athan” tanrıdır diyor. Athan’ın dişili “Tanrı” Athan’dır, 

Hanımefendidir”, Atinalıların söyleyişlerinde “Athena-Asena’dır”. Minerva’nın bakire olarak temsil edildiği şüphesizdir; Girit’te Hiyerapitna’da Strabo’dan öğrendiğimize göre, Helius ya da Güneşe tapan Corybantes’in (Koribantes- hadım rahipler. ) anası olduğu söylenilmekteydi.
Mısır’ın Minerva’sının Atina’nın tanrıçasının prototipi “bir ana” olduğu, “Tanrıça Ana” ya da “Tanrıların Anası” olarak şekillendirildiği kuşkusuzdur.
”Crabb’ın Mitolojisinde Gutzlaff, bireysel olarak düşünüldüğünde Hıristiyan ve putperest hikayelerin birleştirilmesiyle elde edilebilmesi olası olan Şing Mu’nun, Papalıktan alınmış olabileceğini düşünmüştür. Fakat, Sör J.F.Davis, Avrupalıların, Çin kantonunun putperest tanrıçası Kuanyin ile Papalığın Madonna’sı arasındaki benzeşmeyi her ikisinin de sık sık farksız bir şekilde söyleyişlerde aynı rütbe ile anmalarını keşfederek “Davı’s China-Davis’in Çin’i”nde  göstermiştir.
Çin’deki ilk Cizvit rahipleri, Avrupa’ya yazdıkları yazılarda, kendi Meryem ana ve çocuğuna çok benzeyen “Ana ve Çocuk’un” putperestliği açık olan kutsal kitaplarında bahsedildiğini yazmışlardır.
Çin’in Kutsal Ana’sının adlarından biri olan Ma Tsoopo’nin aşağıdaki notta neye karşılık geldiğini görün.
10-2-“NOT”;
Çin’in Şing Mu ve Ma Tsoopo
Çin’in “Kutsal AnasıŞing Mu adı , Çin’in bir başka eyaletindeki bir başka tanrıça ile kıyaslanarak Şing Mu’ya benzetilmiş olması kuvvetle muhtemel olup, Babil’in Ana Tanrıçasının en bilinen adlarından birinin eş anlamlısıdır. Gilespie (in his Land of Sinim-Sinim’in onun toprağında), Çin’in ana tanrıçası ya da “Cennetin Kraliçesi” nin Fuh Kien eyaletinde gemiciler arasında Ma tsoopo adıyla ibadet edildiğini ifade etmiştir. Şimdi, ”Ama Tzupah”Dik bakan –Nazar eden Ana” nın Şing Mu’yu işaret ettiğinden şüphe yoktur.”Mu”nun da , (Bunsen’in sözlüğünde) Mısır’da ortaya çıkan Mısır’ın büyük anası “Mut” ya da “Maut” biçimine ; ve Shng’ın, Kalde’de “Bakmak-Nazar”a karşı geldiğini belirtmektedir.

Mısır’ın Mu veya Maut’u  “Akbaba” ile veya Wilkinson’a göre kanadında bir gözle sembolleştirilmiştir. Akbaba’nın sembolleştirilmesinin anlamı dini metinlerden öğrenilebilir. Tevrat’ın İşler Bölümünün 28:7” ayetinde “ Kümes hayvanları ve kuşlar arasında “görülmeyeni görenakbabanın gözüdür” demektedir. Akbaba keskin bir görüşe sahiptir bu yüzden veya başka nedenle göz akbabanın kanadında resmedilmiştir. Mısır’ın “Büyük Anası”  aynı zamanda “NAZARCI” olarak da bilinirdi.

Fakat Mısır sembolünün fikri, Babil’in en çok adı “Ana Tanrıçalarının” adları arasında anılan Kalde’nin Rheia’sını içermektedir. İbranice Rhaahdik dik bakan, nazar eden”  ve “akbaba” anlamlarına da gelir.(Rhea Zoe)
İbrani (Yahudi) Rhaah kendisi telaffuz farklılıkları içinde Rheah olarak da söylenirdi; bu yüzden Asur’un  “ana tanrıçasının” adı bazen Rhea bazen de Rheia (Reya) olarak da ifade edilirdi.
Aynı fikir, Grekya’da (Yunanistan), “Güneşin Çocuklarının Anası” na ithaf edilen öyle görülen Minerva ya da Asena’yla ilişkilendirilirdi.
Mısır Ra'nın Gözü

Bunlardan en güzide olanı Smıth’s Classıcal Dictionary, ATHENA’da  geçen Ophthalmitis’ti (Oftalmitis), dolayısıyla,”Göz”ün Tanrıçasına işaret etmekteydi. Vaux’s Antiquıiy’inde geçtiği gibi Atina’lı Minerva önünde “göz delikleri” bulunan miğfer giymiş şekilde temsil edilirken, Mısır’ın Maut’u da “iki gözlüakbaba şekilli miğfer giydiğinden ikisinin de aynı olduğundan şüphe yoktur.
Ve, bütün dünyayı aldatan, “Şeytan” adlı yaşlı yılan, büyük ejderha kovuldu, yeryüzüne kovuldu ve melekleri de onunla birlikte kovuldu. (Vahiyler- 12:9)
Kuran’da da Şeytan’ın “düşman ilan edilmesi”  konusu aynen sürmektedir;

Araf Suresi:13-”Ve Allah buyurdu; ”Cennetten meleklerin içinden in öyleyse. Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın.”
*“OPHİS” (g3789) (Gözün keskinliği, bir yılan,(kurnaz tip bir yılan), özellikle zararlı derecede mahir, şeytan, yılan anlamına gelir.)
Tanrıların anasına yakıştırılan böyle bir adın kökeni ne olabilirdi? Yeryüzünün yukarıdan gözleyenNazarcı ana” neye dayanıyordu? Sanchuniathon’dan alınan bir bölümde Fenike mitolojisi tatmin edici bir cevapla bizi donatmaktadır.

Rheia’nın tanrıların babası olarak bilinen Kronos tarafından, Philo- Byblius’un söyleyişiyle “Ölüm”  anlamına gelen kelime ile ifade edilen Muth adıyla çağrılan, “kendi erkek kardeşine” hamile bırakıldığı söylenilir. Sanchuniathon, Hesiod’un, aslında kötü işler işleyen ve aşağıya cehenneme  atılan “tanrıların babası” Kronos konusunda tabii olarak anımsayacağımız  ifadesine göre bütün açıklığıyla bu “tanrıların babasını” Hypsistos’tan “En Yüce Olan” dan* ayırmaktadır. (Theogonia)
*Sanchuniathon’ın okunmasında tercüman Philo Byblus’un yazdığı yazıda tarih ve mitolojiyi karıştırdığı Fenike Tarihin sonunda ifade ettiğini aklımızda tutmamız gerekmektedir.
Kronos, Hesiod’un bu yazısındaki tarihte oldukça geniş yer işgal eden Nemrut ya da tanrıların insan babasından farklı bir Kronos’a aşikârane bir şekilde atıf yapmaktadır.
Adı TİTAN ya da bazı hallerde verildiği gibi TEİTAN, Araplar arasında genel adı “büyük düşman” olarak da bilinen Kalde’nin ŞEYTAN’ı olan ŞEYTAN’dan başka bir şey değildir.
Hermafrodit (Kadın-erkek organlarına sahip)
dev Titanlar, Şeytanlar  Grek Miti

10-3-Arapların Şeytan ya da İblis’li gelecek tanımlaması-Titanlar;
“Evleriniz helalar olacaktır;
Tuzağınız kadınlar olacaktır;
Müezzinleriniz müzik aletleri olacaktır;
Mescidleriniz Pazar yerleri, alışveriş merkezleri olacaktır.”
Kalde muammalarının olduğu birçok yerde “Boynuzlu Yılan” ya da tam olarak “Boynuzlu Olan” olarak ifade edilen Kerastes ile sembolleştirilmiş, bütün pagan tanrılarının babası olan (Saturn) Kronos’un rütbesiyle anılan düşman (şeytan) birleştirilmiştir.
Yüz kızartıcılıklarıyla eşit bir şekilde anılan TİTANLAR olarak adlandırılan bütün bu tanrıların babasından olan kardeşler, “Cennetin Tanrısı” olan kendi babalarına karşı isyana bulaşmışlardır, isyanda önderliği yapanın olduğu kadar hepsinin de öne çıkan rütbeleri Titan’dır.

Titanların bu isyanlarında, yeryüzünün tanrıçaları ilişkilendirilmiş (Hesiod sakladığı işlerin bazı figürlerini yazıdan çıkarmıştır) “düşüşü” doğrudan ima eden, yeryüzünde Cennetin Tanrısının çocuk sahibi olması doğal olarak imkânsız hale getirilmiştir.
Kuran- Meryem (19.) Suresi-19;35 - “Çocuk edinmek asla Allah'ın şanına yakışmaz. O bundan münezzehtir. O, bir şeyin olmasını dilerse, ona sadece "ol" der, o da oluverir.”
Şimdi, bu kibirli  “Tanrıların Babasının” Tanrıların anası olarak bilinen hatta “GE” ya da “Yeryüzü Tanrıçası”  olarak da adlandırılan, Muth veya Ölüm adlı çocuğu olan, “Tanrıların Anası” olabilen Rhea,aslında sadece bizim “Hava anamızdır” (Zoe)
Rhea ya da “Nazarcı-nazar eden”adı ona şaşılacak biçimde yerine oturmuştur. Ve o, şimdiye kadar inleyen dünyanın altında ölümcül doğumu getiren  “şeytan” tarafından hamile bırakılmış insanlığın anası “NAZARCI’dır”.

Ahdi Atik’te  (İlk Sözleşme-Yahudi Tevratı) “ Yaratılış Bölüm 3; Yar.3: 6 Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi.
Yar.3: 7 İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. “

Ayetlerinde yazdığı gibi, Nachash (Naçaş) ya da Nahash (Nahaş-araştıran, yol bulan, yılan) adlarıyla bilinen “yılan biçiminde” şekillenmiş, “büyük düşman”  ile ölümcül biçimde bağlantılanmış gözlerindendir. Ayette geçen “gördü” ifadesi dikkatlice düşünüldüğünde “nazar etmek, dik dik bakmak” ya da “görünüş” anlamlarını vermektedir.

Nachash, Yılan, Tanrının Sözünden uzak olan kutsal insanların idare ettikleri birçok mite göre tam olarak “müzikle ibadeti” tanımlamaktadır. (Yılan ya da Şeytana İbadete bakınız)


İşte, öyleyse, günah ve ölümün soyağacına sahip oluyoruz;

İncil James 1;15:-“Zevke düşkünlüğün sonucunda, günahı doğurmaya hamile kaldığı zaman; ve ölümü doğurduğu zaman günah tamamlanacaktır.”
Rhea’nın oğlu Muth ya da “ölüm” olsa bile ondan gelen bu soy ağacı;
Kuramdaki “ölüm” gibi değil,
Ama “ölümün tanrısı” gibi anlaşılacaktır.
Bunun için, Philo Byblius, Muth sadece “ölüm” olarak değil Pluto olarak da söylenmiştir. Demektedir.
10-4-Hz. İsa tanımında Kuran, Tevrat ve İncil’e değil Horus’a değinmektedir;
Mısır Abidos’taki İ.Ö.13.yy.a ait bu kabartmada Horus, İsis ve Osiris’e Ma’at’ın bir figürünü sunmaktadır. (Ma’at, Horus’un elindeki “kuş” figürü ile remz edilmiştir)
İsa’nın Sümerli Enki ve Osiris’e ait topraktan yapılan hayvan ve insan şekline üfleyerek ruh veren yetenekleri Kuran’da da yüceltilir;
Kuran Ali İmran Suresi:49. Onu Beni İsrail’e söyle konuşan bir resul yapacak: “Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir mucize getirdim: Ben, çamurdan, kuş görünümünde bir şey yapar, ona üflerim de Allah’ın izniyle kuş oluverir. Ben, körü ve abrası iyileştirir, ölüleri Allah’ın izniyle diriltirim. Evlerinizde yemekte ve biriktirmekte olduklarınızı size haber veririm. Eğer inananlarsanız, bunda sizin için tam bir mucize vardır.”
Maat, Mut, göklerde insanları besleyen
kutsal inek ana tanrıça Gergin kanatlı kuş ve Cennetin kutsal
Apis Boğası
Britannica ansiklopedisine göre, Mısır mitolojisindeki dişi Mut, büyük ilahi ana ve gök tanrıçasıdır. Mut, ya orta Mısır’daki ya da Nil deltasındaki kökenine dayanır. 18.hanedan döneminde (İ.Ö.1539-1292) Theban üçlüsü olarak,Mut’un oğlu olduğunu söyleyen  gençlik tanrısı Khons (Saturn) olarak biçimlenmiş, Tebes’teki Amon’un arkadaşıydı. MUT,ana” demekti ve rolü de tanrılar arasındaki en yaşlı kadın olmaktı. Tanrıların anası olan Ureus’a (Şaha kalkmış Kobra yılanı) benzetilmişti.
Britannica’dan daha fazlası;  Yeni krallıktaki Amon rahiplerin kuramlarına göre (Ptah ve Ra) ile birlikte üçlünün parçası olan Amon, görünüşte, Ptah ve Ra’dan başka diğer tüm tanrıların birleşimi olan “Tek Tanrıydı”. Tebes’teki  (İ.Ö.1075-950) Amon rahiplerince yönetilen rahipler devletinde, Amon, devletin bir çok işinde kâhinler arasına karıştırılmış evrensel bir tanrı sıfatına evrilmişti.

(SANCHUN) Roma mitolojisinde, Mısır’da Osiris’in, cehennemin kralı ya da “Pluto” veya  “cennetin tanrısı” olan “kadının tohumu” (Wilkinson;Bunsen) olarak Pluto, Jüpiter ile (Ovid Fasti) aynı onur seviyesinde hürmet görmüştür. Ve açıklamalı örneklerin başlatılmasıyla (bu yazının ayrıntılarında  bir çok deliller ve özellikler okuyucuya sunulacaktır.) kendisi “şeytandan olan öteki” olmayan, ruh göçüyle dirildiğine inanılan, kadınla ilişkisi nedeniyle günahı yeryüzüne getiren  “ilk günah” sayılsa bile, buna rağmen insanlığa sayısız yararlar sağlamış demektir.

Roma tanrısı Pluto
Pluto adı, Saturn (Saklı Bir-Saklı olan) ile tamamıyla aynı anlama gelirken, Satürn hakkındaki diğer mitlerin dikkatle gözden geçirildiği zaman geriye doğru olaylar izlendiğinde eninde sonunda, ona hangi ad verilirse verilsin, hemen onun  “Cehennemin saklı tanrısı”, bütün tanrıların babası, putataparlığın ve günahın babası Şeytan olduğu görülecektir.
O, bahçenin ağaçları arasında Adem ve yılan şeklinde kendisini başka kılıkta saklayan,
O, geminin içinde uzanarak bütün bir yıl boyunca kendini saklayan Nuh, Babil esrarları içindeki sırlarda saklanan Nemruttur. O bütün Kalde’nin kötülük düzeni içinde biçimlenmiş Nemrut’u yüceltendir.

O, “AnaAmmas olarak anılan, kendi eşi Rhea ve oğlu “Nin” olarak bilinendir. Bir başka deyişle, “bütün tanrıların ve insanların anasıRhea adı Semiramis’e atfedilmiştir. Onun karakterinin bütün heybetini ortaya çıkarmak için, ve bu yüzden,  ölümü yeryüzüne getiren olarak ve ölümü yok etmek için doğmuş, birçok sembollerde “doğurup, kollarında tuttuğu oğlu” şeklinde yer alan ilk tanrıçalarla birlikte tanımlanması gerekir. Ve elbette, Babil düzeninin yayıldığı bütün farklı ülkelerdeki şekliyle de.

10-5-İslam’da Tanrı İnancının Farkı;
Kuran Meryem Suresi;19:44- "Babacığım! Şeytana tapma, çünkü şeytan Rahmân (olan Allah)a âsî oldu."
45- "Babacığım! Doğrusu ben korkarım ki, sana Rahmân'dan bir azap dokunur da şeytana (cehennemde arkadaş) olursun."
Sonuç olarak insanların geçen karanlık çağların etkileriyle “her şeyi yaratan, koruyan, yarattıklarını seven, her şeye rağmen kusurlarını hoş görüp, günahlarını bağışlayan ve her şeyin sahibi, hâkimi, yargılayıcısı, “hayvani, maddi, cismi bir biçimi olmayan,insan ve hayvanlara yakışır sıfatlardan arınmış Tek Tanrı” kavramını terk ederek, bir takım göksel, yaratılmış ama bizlerden üstün veya göklerde geçmiş bir savaş sonrası cetlerimizi yok ederek, kendileriyle “savaşamayacak özellikte” bir genetik yapıda “köle olarak kullanmak üzere”  bir takım genetik mühendisliği işlemleri sonucu yaratmış olması muhtemel, eski, doğru dini inancı da “kendi üzerlerinden” yeniden yazmaları olası cismi, hayvani varlıklara tapmaları ile “gerçek tanrı inancını yitirdikleri” ortaya çıkmaktadır.

İslamiyet’te “tanrıya hayvani sıfatları, kusurları ve cismi görüntü sahibi olduğuna dair sıfatları yakıştıran”  bu sapıklığın adına “HAŞVİLİK” denilir. Okuduğunuz bunca efsane ve mitin yanında Tevrat, İncil kitapları da dâhil olmak üzere tümü “haşviliktir”.
Bir insana ister ermiş, ister derviş ister din uleması hatta peygamber olarak bilinsin hatta peygamber dahi olsa bile “insanüstü sıfatlar” yakıştırmak da bu anlamda kabul edilmelidir.
Kuran içinde Hz. Muhammet’in “tanrının izni olmaksızın” kendi başına gerçekleştirdiği tek bir mucize bile yoktur.

Kuran, Fatır Suresi-22-“Dirilerle ölüler de bir değildir. Şüphesiz ki Allah dilediği kimseye işittirir. Ya Muhammed ,sen kabirlerde olanlara işittiremezsin!”
23- “Sen sadece uyarıcısın.”
26-“Sonra ben o inkâr edenleri yakalarım. Bak benim onları inkarım nasıl olur!”

Ayetleriyle, peygamberin sadece bir “uyarıcı” olduğunu ayrıca “cezayı verecek olanın da kendisi” olduğunu gayet anlaşılır şekilde açıklamaktadır.
HUCURAT SURESİ-14-“ Ya Muhammed Bedeviler “ İman ettik “ dediler. De ki;” İnanmadınız ama Müslüman olduk deyin. İman henüz sizin için gönlünüze yerleşmemiştir. Allah’a ve peygamberine itaat ederseniz O sizin iyi işlerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah bağışlar ve merhamet eder.”

Irkçılığa,aşağılamaya gelince, Hucurat Suresi;11- “Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte bu kimseler zalimlerdir.”

Kendileriyle “aynı inançta olmayanlara ceza verme manyağı” haline gelenlerin, kendi tarikatlarından olmayanları öldürüp mallarını yağmalamaya kalkışan Tevrat kökenli Vehhabilik, Nurculuk, Kadıyanilik, Efganilik gibi mason localarında hazırlanmış, dinden çıkmış, “Sünni Müslüman takiyyesi yapan” sapık inançlardan olanlara kapılmış, Siyonistleşmiş, aldanmışların dikkat etmesi gereken ayetlerdir bu ayetler.

Türkçeye Çeviren ve yazan;
Alaeddin Yavuz


25 Aralık 2011 Pazar

YAHUDİLER ÜSTÜN IRK MI CÜZAMLILAR ORDUSUNUN SOYU MU


YAHUDİLER ÜSTÜN IRK MI YOKSA CÜZAMLILAR ORDUSUNUN SOYU MU?


Asırlardır Yahudiler tartışılıp durmaktadır. Kimine ve kendi kitaplarına göre hatta onlardan türeyen kitaplara göre tanrının seçtiği "üstün ırk ve seçilmiş kavimdirler." Böyle olduğunu büyük ölçüde kabul ettirdiler. 


Kimine göre de yersiz yurtsuz başıboş ve kovulmuş kavimdiler. Bu yazı onların hakkında en çarpıcı gerçekleri M.Ö.3.yy. da açıklayan Maneto'nun kitabından kısacık bir anlatıdan oluşmaktadır. Bu kitap yazıldıktan sonra kaybolmuş ancak izleri kitaptan dört yüzyıl sonra Apion adlı bir İskenreriye'li Grek tarafındant tekrar gündeme getirilince Yahudiler çok sert cevap vermişler.
Türklere de asırlardır "Şeytanın askerleri" anlamında "Yecüc- Mecüc- Gog- Magog" diye adlar takanlar da bu Yahudilerdir.
İki gün önce de bir Macar Yahudi'si olan Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy "vatanlarını savunan dedelerimizi SOYKIRIMCI" ilân etti.


Elimiz boş mu duralım?
Onların inançlarının, kökenlerinin neye dayandığını yazmayalım mı?
Bakalım bu "üstün ırk" kendi kitaplarında başkalarınca nasıl yorumlandığını yazmış mı?
Macar Yahudi'si Sarkozy

Şimdi Tevrat’ın şu ayetlerine bakalım;

Yar.43: 32 “Yusuf'a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yusuf'la yemek yiyen Mısırlılar'a ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler'le birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı.”

Yar.46: 33 “Firavun sizi çağırıp da, 'Ne iş yaparsınız?' diye sorarsa,”
Yar.46: 34 '”Atalarımız gibi biz de çocukluktan beri hayvancılık yapıyoruz' dersiniz. Öyle deyin ki, sizi Goşen bölgesine yerleştirsin. Çünkü Mısırlılar çobanlardan iğrenir."
Musa'nın Sudan gelen sepet çocuğu efsanesi
Asur'un Sargon'una aittir.

Bu ayetlerin ışığında soralım da birisi bize açıklasın;

-Allah aşkına bu Yahudilerin neresi “Sam soyu” yani “Semitik”?

İnanın bunlar kuraklıktan göçmüş, başkalarına karışmamış, sanatıyla ekmeğini kazanan çingene bile değiller.

Şimdi işin aslını öğrenelim;

Osarseph (Osarsef) veya Osarsiph (Osarsif) Mısır’ın peygamber Musa’ya karşılık gelen efsanevi bir şahıstır. Hikayesi Ptolomeo döneminde yaşamış olan Mısır’lı tarihçi Maneto’nun yazdığı Aegyptiaca (Eciptiyaka-Mısır’ın Tarihi) adlı eserde  yer almıştır. Ancak eser kaybolduysa da Yahudi tarihçi Josephus ondan yoğun alıntılar yapmıştır. (Kimin neden çaldığı belli olmuş.)

Hikâye, Osarfis’in dinden dönmüş bir rahip olduğu ve cüzzamlılardan kurduğu ordusu ile firavun Amenophis’e (Amenofis) karşı savaşmış ve firavuna karşı Hyksoslarla da işbirliği yaparak firavunun Mısır dışına çıkarlmasını sağlamış ve ardından Mısır’ın tanrılarına firavunun dönmesine kadar büyük saygısızlıklar yapmıştır. Firavun Mısır’a döndüğünde Osarfis Mısır’dan sürülmüş, ömrünün sonuna doğru da “Musa” adını almıştır.

Çok tartışılmasına ve ret edilmesine rağmen tarihi gerçekler insanların önünde durmaktadır. M.Ö. birinci ve ikinci yüzyıllarda, Tevrat’ın “Mısır’dan Çıkış” bölümünün “tersine çevrilmişi” olarak suçlanıp “Yahudi karşıtlığı” ile ilişkilendirilmiştir. Fakat Mısır bilimcisi Jan Assmann, efsanenin arkasında hiçbir kimse veya olayın kast edilmediğini ve zamanın travmalar yaratan olayları ile Akheneton (Amenophis IV)’un kayda değer icraatlarını dile getirdiğini belirtmiştir. Akenethon bilindiği gibi “Tek Tanrılı Dini” Mısır’da kuran ve “put ticaretini” ortadan kaldırarak devlet bütçesine zarar verdiği için rahiplerce öldürülen ilk firavundur.
Tek Tanrıcılığı başlatan
ilk firavun Akeneton

Yukarıdaki açıklamalar ışığında Maneto’nun Osarsif/Musa’nı okumadan önce sırasıyla yazarı Maneto ve onu yüzyıllar sonra gündeme getirerek başını Yahudilerle derde sokan Grek Apion’u tanıyalım;

Manetho (Manethon- Maneton); M.Ö.III.yy.da Ptolomeo döneminde (Grek dönemi) yaşamış Mısırlı rahip ve tarihçidir. Aegyptiaca (Mısır’ın Tarihi) adlı kitabı yazmıştır. Firavunların saltanat dönemlerinin kronolojik tarihleri ve Mısır’ın geçmişi hakkında deliller bulmak için Mısır bilimcilerinin çok sık başvurduğu bir kitaptır. Adının anlamı günümüzde kaybolmuşsa da “Thoth’un Sevdiği”,”Thoth’un Gerçeği”,”Neith’in Sevdiği”,”Neith’in aşkı” anlamlarına geldiği hakkında spekülasyonlar yapılmaktadır. Daha az kabul edilen anlamları arasında “Seyis, At çobanı”, “Ma’ani Djehuti-( MâniYehuti)” “Thoth/ Yahudiyi* Gördüm anlamları da vardır. Eski Grek kaynaklarından olan Kartaca ve Flavyus Josephus’un eserlerinde Manethônn Plato’da ve öteki Greklerde Manethôs, Manethô, Manethôs, Manethôn ve Manethoth olarak geçmektedir. Latincede Manethon, Manethos, Manethonus ve Manetos olarak geçmektedir.

*Djehuti, Tehuti, Jehuti tanrı Thoth’un adlarındandır ve bu adlar “Yahudi” demektir.

Maneto, Mısır’ın Grek Firavunları Ptolemi I.Soter (M.Ö.323-283) ve Ptolemi II.Filedelfiyus (285-246) saltanatları döneminde yaşamış olduğu M.Ö.241/40 tarihli Hibeh Papiri’de yazmaktadır. Ayrıca Aegyptiaca’nın da yazarı olduğu ve III.Ptolemi Euergetes (M.Ö.246-222) döneminde de yaşadığı belirtilmiştir. Kendisi Mısırlı olmasına rağmen, sadece Grek dilinde eserler vermiştir. “Heredot’a Karşı, Kutsal Kitap, Din ve Antik Kültür Üzerine, Bayramlar Üzerine, Kifi’nin Hazırlanması Üzerine ve Fiziğin Lezzeti” adlı eserleri vardır. Astroloji üzerine “Sothis’in Kitabı” adlı eser ona atfedilmiştir. “Aegyptiaca- Mısır’ın Tarihi” adlı eserinde Grek hanedan dönemini ve devletin gücünü anlatmıştır.

Kendisi Heliopolis’te güneş tapınağında bir rahip olup Ra dinine inanırdı. Syncellus’a göre tapınağın başrahibiydi. Osiris- Apis boğa kültüne dayanan Sarapis kültünde otoriteydi. Bu kült, Greklerin Mısır’a yerleşmelerinden sonra doğmuş Mısır/Grek inançları harmanı bir dindi.

Apion (M.Ö.20-MS-45-48); -M.S.I.yy.da Siva Oasis’de yüzyılın ilk yarısında doğmuş, Homer üstüne yorumlar yapan sufi, Mısır/Grek dil bilimcisidir. İskenderiye’de yetişti ve Caludius zamanında Roma’da bilinmeyen bir yere yerleşti. Çok sayıda yazdığı eserlerden hiç biri günümüze kalmadı. En çok bilinenleri “Androclus and the Lion –Androklus (Kaçak kölenin adı)ve Aslan” Aulus Gellius’ta korundu, diğeri de “Aegypiacorum (Mısır’ın Harikaları) dır. 
Apion’un Yahudi kültürüne yaptığı eleştiriler Josephusún “Against to Apion- Karşı Apion” yazısıyla cevaplandırıldı. Josefusun cevabında “Yahudiler inançları için ölmeye hazırdırlar” ifadesini “ölüm tehdidi” olarak algılamış olsa gerek ki Roma’ya adresi meçhul bir yere göçerek kendini emniyete almaya çalışmıştır. Eserlerinin “Anti-semitik” olması yüzünden Maneto’nun “Aegyptiaca’sının kaderini paylaşarak hiç birisinin bulunamaması da bu savı desteklemektedir.

Ayrıca, dünya imparatorluğunu henüz Roma’ya kaptırmış olan Greklerin kendi kültürlerini korumak için Yahudilere karşı verdikleri kültürel mücadelede Apion mükemmel bir kişilik olmasına rağmen ne yazık ki, Roma- Bizans’ın, İran Mitra/ Mehr ve Zerdüşt dinî kültür emperyalizminden kendisini kurtarıp kendilerine uygun yeni bir din kültürü yaratmak isteyen ve bunu Yahudi uydurmalarından temin eden Grek rahiplerinin Yahudi ürünü olan İsevilik/ Hıristiyanlığı devlet dini yapmaları yüzünden bu güne kadar batı dünyası bir Apion çıkarmış değildir. Hele Grekler, atalarının başlarını taşlara vurduracak derecede Hıristiyanlığa bağlanarak tam bir Yahudi mevalisi/ kölesi olmuşlardır. Aynen öteki kavimler gibi.

MISIR’IN MUSA’SI / OSARSİF’İN HİKÂYESİ;
"On Emir taş tabletini tutan
Mısır'ın Musa'sı /Osarfis mi
Yoksa Peygamber Musa mı?
Josephus’un “Against to Apion” adlı çalışması Maneto’nun Agyptiaca’sından çok sayıda alıntıya yer vermektedir. İlk olarak Hyksosların  (bu ad Maneto’ca verilmiştir) kovulmaları ve Judae/ Yuda’da yerleşmeleri ardından Jerusalem (Kudüs) şehrini kurmaları anlatılmaktadır. Maneto kendisi bu konuda herhangi bir tespit yapmazken, Josefus, Maneto’nun Hiksoslarının kovulmalarını Yahudilerin Mısır’dan Çıkışları olarak altını çizerek belirtmiştir.
İkinci olarak Osarfis’in hikâyesi ondan iki yüz yıl sonra anlatılmıştır. Josefus’a göre, Maneto, Osarfis’i Heliopolis’teki Osiris mabedindeki korkunç bir yüksek rahip olarak tanımlamıştır.

Firavun Amenofis tapınaktaki tanrıları görmek ister ama ilk önce Mısır’ı cüzzamlılardan ve kirli insanlardan Mısır’ın temizlemesi gerekir o da onlardan 80.000’ini doğu deltasındaki Hiksosların eski başkenti olan Avaris’e onları hapseder ve taş ocaklarında çalıştırır. Bundan sonra Osarsif onların önderi olur ve tanrılara ibadet etmeyi bırakmalarını kutsal sayılan hayvanları yemelerini emreder. Osarsif’e inananlar bunun ardından Hyksos’ları ülkeye davet ederler onların da yardımıyla firavun Amenifisi oğlu Ramses ile birlikte Nubiya’ya sürgüne sevk ederler. Firavun ve oğlunun sürgünde oldukları 13 yıl boyunca şehirleri, tapınakları, tanrıların heykellerini, büstlerini tahrip ederler ve tapınakları da mutfağa çevirirler, kutsal hayvanları ateş üstünde kızartırlar. Sonunda firavun ve oğlu Ramses dönerler, Hyksoslar ile cüzzamlıları kovarlar, eski dini de yeniden onarırlar. Hikayenin sonuna doğru, Maneto, Osarfis’İn Musa adını aldığını bildirir.

APİON’A KARŞI veya KARŞI APİON
Yahudi Kabalası
“Karşı Apion “ latince “Contra Apionem veya İn Apionem” Josephus Flavius’un klasik felsefenin ve Yahudilik  (Judaism) dininin, Greklerin çok daha eski geçmiş geleneklerindeki algılanmasına karşı vurgulama yapmak ve savunmak için yazdığı ihtilaflı bir yazıdır.

“METİN”
Karşı ApionYahudi metinlerinin olduğu kitabın olduğu gibi görülmesini tanımlar;
“Greklerde de olduğu gibi birini yalanlayan ve onunla anlaşmazlığa düşen sayısız çoklukta kitaplara sahip değiliz ama eski zamanlara ait kayıtlar içeren sadece “22” kitabımız vardır. Bunların beşi Musa’ya ait olup, insanlığın kökenleri, gelenekleri, onun yasaları hakkında ölümüne kadar yazdığı ve ilahi olduğuna inanılan kitaplardır. Küçücük üç bin yıllık bir dönemin araya girmesi hariç Musa’nın ölümünden sonra Zerkses’ten saltanatı devralan Pers kralı Artakzerkses’in saltanatları boyunca gelen peygamberler on üç kitap yazdılar. Kitapların kalan dördü insan yaşamının idare edilmesi ve tanrıya ilahileri içermektedir.
Tarihimizin Artakzerkses’ten beri çok özel olarak yazıldığı doğrudur ama o cetlerimizce biçimlendirilmiş bir otorite gibi kabul edilmemelidir çünkü o zamandan beri peygamberlerin mutlak tahta geçmeleri olmamıştır ve geçtiğimiz çaplarda olduğu gibi milletimizin bu kitaplara ne kadar bağlılık ve güvenleri ve sıkı bağlılıkları yapabileceklerimizin kanıtıdır. Hiç kimse onlara ne bir şey eklemeye ne de çıkarmaya cesaret edememiştir ve bütün Yahudiler o ilahi ilkeleri içeren kitaba bağlılıklarını sürdürmeye ve uğrunda hemen gönüllü ölmeyi doğal görmektedirler.
Yahudiler ve Hyksoslara dayanan Maneto’nun görünür kafa karışıklıkları olmasına rağmen yaşlı Maneto’nun olduğu kadar Apion’a (Josephus onların Grek olmadığını ifade eder) bazı Semitizm karşıtı iddialar Josephus tarafından atfedilmiştir.
Maneto’nun işaret ettiklerine tamamen alışık olan Josaephus’un farzettiği gibi, Maneto bütün Semitik insanları tamamen susturacak kolay bir suçlama yazmıştır. Hyksosların bilindiği gibi kuzey Asya kökenli Semitik kavim olmaları olasıdır. Onların tam kökenleri ve milli kimlikleri bilinmemektedir.

Josephus’un Apion’un üzerine “Kan Davası Yazısı” (Karşı Apion 2:8)

Apion’un öteki insanların da peygamberi olması sebebiyle der ki; “Antiokus/ Nemrut bir gün tapınağımızda yatağın üzerinde uzanmış, üzerinde denizin balıklarından kuru toprakların kümes hayvanlarına kadar çeşitli leziz yitecekler bulunan önünde küçük bir masa bulunan bir adam bulmuş ve adam hemen dizleri üzerine çökerek salıverilmesi için yalvarmaya başlamış. Kral ona oturmasını, kim olduğunu orada neden oturduğunu, böyle yürek parçalayıcı iç geçirmeleri, gözlerinde yaşları ile içinde bulunduğu durum hakkında rahatsızlık yaratan şikayetler yapmasıyla masadaki çeşitli yiyeceklerin ne anlama geldiğini sormuş.

Ve, adam kendisinin Grek/ Yunan olduğunu, bu eyalete geçimini sağlamak için geldiğini ve birden yabancılar tarafından tutlarak tapınağa getirilip içeri kapatıldığını ve kimseye gösterilmediğini ve önceden yapılmış sinsi planla, görünüşte büyük bir ikram gibi görünen leziz bol yiyecekler verilerek şişmanlatıldığını, bir ara yanına gelen hizmetçilerden ona söylenmemiş bir Yahudi yasasına göre bütün yıl boyunca onu şişmanlatıp  bir ormana salacaklarını ve öldürerek ayinlerinde kurban edeceklerini, barsaklarının tadına bakacaklarını ve her yıl bir Grek yabancıyı böyle yakalama adetlerinin  ve Greklere düşmanlıklarının olduğunu ve sonunda vücudunun kalan parçalarının da bir çukura atılacağını öğrendiğini anlatmıştır.”

Böyle bir hikâye zalimlik ve terbiyesizlikten başka hiçbir şeydir. Greklere karşı sinsi işbirliğine gizlice yemin etmek ve onlara tuzak kurup kanlarını akıtmak nasıl olabilir? Ya da Apion’un yaptığı gibi bütün Yahudiler nasıl olur da bir araya gelerek bir insanı kurban ederler kanını akıtırlar ve barsaklarının tadına bakarlar ve o adam binlercesine nasıl yetebilir? Ya da nasıl olur da kral bu adamın her kim veya her ne adı taşıdığına dikkat etmeden büyük bir törenle onu gerisin geriye ülkesine göndermez?

Bu vesile ile kendini dindar ve Greklerin büyük dostu olarak sayan ve bu sayede kendisini nefret edilen Yahudi doğumlulara karşı bütün insanlığın büyük yardımlarını sağlayan biri olarak görmek istemekteyiz. Ama şimdi bunu bırakalım ve “kendilerini onlara karşı yapan şeylere başvurmak” için, aptalları kandırmanın çok özel yolu olan “ kelimelerin çıplak anlamlarını” kullanmayalım.

Yahudilerin Apion’a karşı duyguları ne olursa olsun ama bu ihtilaf bazı gerçekleri ortaya sermiştir;
Resimde de görüldüğü gibi geçimleri doğal olarak
tarım ve hayvancılık olan Mısır'lıların
çobanları aşağılaması olanaksızdır.

1-Yahudiler, bu hikâyeyi üstlerine alınarak doğrudan kendilerinin “üstün ırk-tanrının seçtiği kavim” değil de “cüzzamlılar ordusunun soyu” olduklarının anlaşılmasından endişeye düşmüşlerdir.

2-Kitabı çalarak başkalarının okuyup öğrenmelerini engellemişlerdir. Bu sayede yalanlarına inanılacak “rakipsiz kültür ortamı” yaratmışlardır.

3-Yok ettikleri kutsal hayvanların kutsallıkları, Mısır gibi ekvator ikliminde her türlü zararlı canlının kolay ürediğinden bu hayvanlar onları yiyerek halkı zararlı hayvan istilalarından koruyorlardı. Mısır tanrılarının çoğunun Kartal, İbiş kuşu (Kelaynak kuşu/ Kara Leylek), doğan şahin, kedi, aslan gibi yılan, çiyan, akrep gibi zararlıları tüketen hayvanlar olmalarından gelmektedir.

4- Yahudilerin neden diğer halklara kolayca karışamadıkları ve çölde “kırk yıl dolaşma” cezasına çarptırıldıkları da böylece ortaya çıkmıştır. Cüzzamlıların sağlıklı nesilleri seçilerek çölde “yeni bir kavim” yaratılmıştır. Hastalıklı olanların ölerek tükenmeleri beklenmiştir.
3000 yıl önce Mısır'da tarım

5-Yahudilerin “üstün ırk” saçmalıkları da asırlardır yaşadıkları bölgede “cüzzamlılar” diye iğrenilmelerinin bir “ruhsal bozukluk” olarak bilinçaltlarına yansımasının sonucu olduğu tartışma götürmez bir gerçek olarak bu efsaneyle ortaya çıkmıştır.

6-Tevrat’ın şu ayetini bir okuyalım; Yar.43: 32 “Yusuf'a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yusuf'la yemek yiyen Mısırlılar'a ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler'le birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı.”

Ayette görüldüğü gibi, Yusuf bir başbakan/  Baş vezir (Köle başbakan) olmasına rağmen Mısırlılar ne Yusuf’la ne de Yusuf’un kardeşleriyle yemek yememişlerdir ve bunu “iğrenç” saymışlardır. Nedeni de “cüzzamlı soyundan” gelmelerinden başka ne olabilir ki? Oysa bu ayetin devamında “Mısırlıların çobanlardan iğrendikleri” belirtilerek Mısırlılar resmen karalanmış, insanların gözünde düşürülmüştür. Oysa Osarfis’in yazarı Maneto’nun adının anlamlarından birisinin de “At Çobanı-Seyis” olduğu gerçeğidir. 

Tanrıların ve kralların bile “insanların çobanı” olduğunu yazan dinlere inanan, tarım, hayvancılık ve çobanlıkla geçinen Mısır’da nasıl olur da “çobanlık” iğrenç meslek olur?


Günümüzden 350 yıl önce Evliya Çelebi zamanında da Yahudilerin "Cüzzamlı olmaları" iddialarının konuşulduğuna ve "Musa'nın inkârının İslâmı inkâr" olarak görüldüğünden ret edildiğine tanık oluyoruz;



Yahudilerin (Musa) Cüzzam Sorunları;
Hazreti Musa beyaz elini ve tecelli görmüş nurlu vücudunu halktan saklardı. Bu yüzden halk;
-“Musa’nın vücudunda CÜZZAM” var derlerdi.
Bir gün Musa elbiselerini bir taş üstüne koyarak Nil’e girdi. Çıkıp elbiselerini almak istediği vakit taş yürüdü. Musa arkasından koştu. Böylece şehre çıplak olarak girince halk onun vücudunda bir hastalık olmadığını gördüler. Hz. Musa asasıyla “12” kere vurdu. Taş dile gelip;
-“Ya Musa, ben Allah’ın emriyle şehre girdim ve halkın seni çıplak görmesini teminettim! Dedi. Hz. Musa da;
-Ya taş bilmedim sana vurdum, hele dervişe dervişan! Deyip özür diledi….” (Seyahatname C-3,S-206)

Elbette açıklaması işte bu “Osarfis” efsanesi olunca her şey yerli yerine oturmaktadır. 

Su arayan Yahudilere ille de
"kayadan su çıkarmaya" çalışan Musa.
Musa’nın ve tanrısının neden Mısır’ı “düşman” olarak gördükleri de bu sayede ortaya çıkmıştır. Yahudilerin her şeylerinin komşu kavimlerden çalınma ya da işgalleri altında yaşadıkları dönemde kendilerine yapılan dayatmalardan ibaret olduğu ortaya çıkmıştır. İsrail asla bağımsız olmamıştır ve Tevrat bağımsız ortamda yazılmadığı gibi, başka kavimlerin efsanelerinin Yahudilere göre uyarlanması olarak karşımızda durmaktadır.

7- Yahudilerin ne İsmail ne Lut ne Kenizeliler ne Amorlular ne Hititlilerle ne de Semitik Araplarla ve Greklerle asla akrabalıkları yoktur.

8-Bütün yaptıkları kendilerinin açıklarını keşfeden aydınları tehdit etmek, öldürmek veya bir şekilde aşağılamaya dayalı sinsi komplolarla varlıklarını sürdürmek olduğu Aion’a yazdıkları tehditkâr yazıdan da açıkça anlaşılmaktadır.

9-Ülkemizde, salak Osmanlı padişahlarınca devletin teslim edildiği bu adamların seçkinleri gizli açık dışardaki Mason yapılanmalarına ülkeyi peşkeş çekmiş, insanımızın cahil bırakılmasından emperyalizmin köleliğini kabul etmesine kadar her pisliğin içinde olmuşlar, Kürtleri ve Tatarları Yahudi olduklarına inandırarak komşularına düşman etmişlerdir. Yüzyıllardır akıtılmış sayısız masum kanın sorumluları bu işleri örgütleyenlerdir.

10-Televizyon, sinema, yazılı medyada sürekli olarak “soyluluk” kavramını utanmadan öne çıkararak halk arasında olmayan “sınıf farkı” yaratarak insanları bölmüşlerdir.

11-Josephus’un yazısı, Yahudilerin İran himayesindeyken İran etkisinde Tevrat’ı yazdıklarını da itiraf etmesi, “Değişmiş Tevrat” iddialarını da doğrulamaktadır.

12- “Soy davası güdenin soyuyla sorunu vardır” tespitim de böylece bir kez daha kanıtlanmış oldu.

Aslan bedenli, insan başlı Akeneton Güneş diski ile
13-Akeneton ((ack-en-AH-ten) Mısır firavunları içinde sadece tanrı “Aten’e”  Güneş diskine” tapınmayı şart koşarak “tek tanrıcılığı” başlatan ve bu yüzden öldürülen tek Mısır Firavunudur. M.Ö.1350’de iktidara geldiğinde bütün tapınakları kapatıp, rahipleri işsiz bıraktığı, tanrıyla sadece kendisinin iletişim kurabileceğini, tanrıdan dileği olanların kendisine bakmasının yeterli olacağı ilkelerini getirerek M.Ö.1346’da Amarna’da Aten tapınağını yaptırmış ve kendisini “tek rahip” tayin etmiştir. Firavunların ve eşlerinin öldükten sonra “tanrı” olacakları inancına sahip Mısır toplumu için geliştirdiği “kendisi ve eşi Nefertiti’ye” tapınılmasından ibaret inanç sistemi günümüze göre kusurlu da olsa hiç te yadırganacak bir “tek tanrıcı” din değildir. Bu durumda işsiz kalan sihirbaz kekeme rahip (Tevrat’ta Musa kekemedir) Osarfis’in Akeneton’a düşmanlığı hiç de anlamsız değildir. Bu durum da Yahudilerin önceden neden “putlara” taptıklarını açıklamaktadır. Yani Musa tam bir “sihirbaz ve putperestpiramit rahibiydi. Tevrat’ın günümüzdeki haline İran dönemindeki Zerdüştlük etkisiyle gelmiş olması gerekir. Günümüz Hıristiyanları, tanrıları olan İsa/ Hristos/ Christ’in başının arkasına koydukları bir güneş halesiyle halen Akeneton’un Aten güneş diskine tapmaktadırlar. Yahudilerin yaptıklarının gerisine artık siz karar veriniz.

Yazıyı Türkçeye çeviren ve yorumlayan;

Alaeddin Yavuz

Keykubat/adilyargıç


İşte İsraillilerin Gerçek Renkleri. Mısır'da Köle İsrailliler. Asla bağımsız olmadılar. Asla bağımsız Tevrat yazmadılar. Her şeyleri yalan. Başka milletlerden çaldılar, insanları kandırdılar.Seyredin İngilizcedir.