31.10.2004
Murat BARDAKÇI
Biz 148 yıl önce böyle bir salonda Avrupalı olmuş, sonra yıkılmıştık
Başbakan Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül�ün Roma�daki Conservatori Sarayı�nda Papa Onuncu Innocent�in heykelinin önünde Avrupa Anayasası�nın nihai senedini imzalamaları bana artık unuttuğumuz bir başka Avrupa maceramızı, 1856�nın 30 Mart�ındaki Paris Anlaşması�nı hatırlattı.
Biz, bu anlaşma ile káğıt üzerinde de kalsa resmen �Avrupalı� olmuş, �büyük devlet� kabul edilmiş, o zamanın AB�si sayılan �Avrupa Devletleri Konseyi�ne girmiştik ama işler başka türlü neticelenmişti: Paris Anlaşması ile toprak bütünlüğümüzü garanti altına alan Avrupa�nın baskısıyla, anlaşmanın üzerinden geçen 50 sene boyunca her vesileyle toprak kaybetmiştik.
HAZIRLANMASI için neredeyse elli seneden beri çaba gösterilen Avrupa Anayasası, iki gün önce Roma�daki Conservatori Sarayı�nda ve Papa Onuncu Innocent�in heykelinin önünde imzalandı. Anayasaya birliğe üye 25 ülkenin lideri imza koyarken, Başbakan Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de diğer iki aday ülke ile beraber anayasayı değil, nihai senedi imzaladılar.
İmza merasiminin AB üyeliğimiz kesinleşmiş gibi gösterilmesi, bana bundan tam 148 sene önce, 1856�nın 30 Mart�ında imzaladığımız bir başka metni hatırlattı: Paris Anlaşması�nı... Biz, bu anlaşma ile káğıt üzerinde de kalsa resmen �Avrupalı� olmuş ve o zamanın AB�si sayılan �Avrupa Devletleri Konseyi�ne girmiştik.
Tahtta Sultan Abdülmecid vardı ve Türkiye o günlerde de aynen şimdiki gibi Avrupalı olabilmek için yoğun şekilde çalışmaktaydı. 1839�da bu maksatla Tanzimat Fermanı ilán edilmiş, �gávura gávur denmeyeceği� ve memlekette herşeyin artık çok başka olacağı söylenmişti.
Tanzimat memlekette birçok şeyi, özellikle düşünce yapısını ve günlük yaşayışı etkilemişti. Entarinin yahut kaftanın yerini ceketle pantolon alıyor, şehirliler yemeklerini artık masada yemeye başlıyor, hatta çatal-bıçak bile kullanıyorlar ama Türkiye�yi uzun zamandan beri �hasta adam� olarak gören Avrupa �Bu kadar yetmez, daha fazla reform lázım� diyordu.
Bütün bunların arasında 1854�e gelindi ve Kırım Savaşı patladı. Türkiye�nin zayıf bir ánını yaşadığını farkeden Rusya, Osmanlı İmparatorluğu�ndaki Ortodoks nüfusu himayesine almak istedi, İstanbul reddedince de Eflák ile Boğdan�ı işgal etti. Boğazlar�ın Rus tehdidi altına girdiğini gören İngiltere ile Fransa, Türkiye�nin tarafını tuttular; Rusya�ya harp ilán edildi ve Tuna boylarından Kars�a kadar uzanan sahada iki yıl boyunca devam edecek bir savaş başladı. Daha sonra Avusturya ve İtalya�daki küçük Piemonte hükümeti de Osmanlılar�ın yanında savaşa katıldı, Kırım�ın neredeyse tamamı savaş meydanına döndü, 1855 Eylül�ünde Sivastopol müttefiklerin eline geçti ve hayli zorda kalan Rusya ateşkes istedi.
Barış konferansı 1856 Şubat�ında Paris�te toplanacaktı, Türkiye, Avrupa�nın kendisini artık kabul edeceğinden emindi ama konferans öncesinde müttefiklerden beklenmedik talepler gelmeye başladı: Londra ve Paris �Barıştan sonra yepyeni bir Avrupa kuracağız. Siz de bu düzende yer almak istiyorsanız reformlara başlayın; meselá işkenceyi yasaklayın, azınlıklara bütün haklarını verin, tam bir din hürriyeti sağlayın, ekonominizi düzeltin ve bunları yaptıktan sonra gelin, konuşalım� diyordu.
UCU UCUNA CEVAP VERDİK
Avrupa�nın taleplerine aynen bugünkü gibi ucu ucuna cevap verebildik. Sultan Abdülmecid, Paris Konferansı�nın başlamasından bir hafta önce, 1856�nın 18 Şubat�ında tarihlere �Islahat Hatt-ı Humayunu� diye geçen meşhur fermanını yayınlayıp devlete daha çağdaş bir hava verdi. Zamanın sadrazamı Áli Paşa �Avrupalı olmamızın şartlarını bize resmen yazdırmalarını beklemeyelim. Böyle bir muamele devlet için utanılacak bir vaziyet yaratır. Dolayısıyla işi konferanstan önce kendimiz halledelim� demiş ve Islahat Fermanı�nı konferansın toplanmasından bir hafta önce yayınlatıp Avrupa�yı gelişmelerden haberdar etmişti. Fermanın maddelerini İstanbul�daki İngiliz ve Fransız elçilerinin yazdırdıkları söyleniyordu ama herşeyi kendimiz yapmış gibi görünüp zeváhiri kurtarmıştık.
Ferman işe yaradı ve 25 Şubat�ta başlayıp 30 Mart�taki imza merasimiyle sona eren Paris Konferansı�nda batı dünyası Türkiye�nin �Avrupalı� olduğunu ilán etti. O devrin AB�si sayılan �Avrupa Devletleri Konseyi�ne de alındık ve resmen �Avrupalı� olduk ve toprak bütünlüğümüz garanti edildi. Anlaşmayı Türkiye adına Sadrazam Áli Paşa ile Paris elçimiz Mehmed Cemil Bey imzaladılar.
Ama Avrupalı olmamız pek bir işimize yaramadı. İtalyan ve Alman prenslikleri devlet haline gelince Avrupa�da dengeler değişti, Fransa ile Avusturya eski gücünü kaybetti. Değişikliklerden Rusya istifade etti ve Paris Anlaşması�nın bazı maddelerini tek taraflı olarak iptal ettiğini duyurdu. Bizi kendilerinden kabul etmiş olan Avrupa ise her işimize karıştı ve Avrupa�nın her müdahalesinde daha da küçüldük.
İşte, toprak bütünlüğümüzün garanti altına alındığı Paris Anlaşması�nın imzalanmasının üzerinden geçen 50 sene boyunca Avrupa�nın sayesinde kaybettiklerimizden sadece birkaçı:
MAYIS 1860: İngilizler Lübnan�daki Dürziler�i, Fransızlar da Maruniler�i kışkırttı; başımıza uzun seneler devam edecek olan bir �Lübnan meselesi� çıktı.
HAZİRAN 1861: İngiltere, Fransa, Prusya, Rusya ve Avusturya, Lübnan�a donanma göndermeye karar verince Lübnan�da müstakil bir yönetim kurulmasını kabul ettik.
NİSAN 1867: Fransa�nın baskısıyla, Belgrad�ı Sırbistan�a terkettik.
HAZİRAN 1864: Avrupa�nın isteğine uyduk ve Eflak ile Boğdan�da seçimle işbaşına gelecek meclisler kurulmasına izin verdik.
EYLÜL 1866: Girit�te isyan çıktı, senelerce devam etti ve isyan Avrupa�ya �Türkler Hristiyanları kesiyorlar� diye yansıdı. 1897�de Yunanistan�a savaş açtık, Atina�ya girmemize ramak kalmışken Avrupa işe karıştı ve savaşta kazandığımız herşey barış görüşmelerinde elimizden çıktı. İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya, Girit�e özerklik verilmesini sağladılar, Girit Meclisi 6 Kasım 1908�de �Yunanistan�a ilhak� kararı aldı ve ada Yunan toprağı oldu.
MART 1870: Rusya�nın baskısıyla Bulgar Kilisesi�nin bağımsızlığını tanıdık.
MAYIS 1876: Hersek�te devam eden isyan, Avrupa�nın verdiği muhtıra ile bölgenin elimizden çıkmasıyla neticelendi.
MAYIS 1876: Selánik�te olaylar çıktı ve yine Avrupa�nın baskısıyla altı Müslüman�ı idam etmek zorunda kaldık. Aynı sene Rusya ile girdiğimiz ve tarihlere �93 Harbi� diye geçen savaşta yenildik, Ruslar Yeşilköy�e kadar geldiler ve çok büyük toprak kaybettik.
HAZİRAN 1878: İngiltere, Rus tehdidi karşısında vereceği desteğin bedeli olarak bizden Kıbrıs�ı istedi. Adayı, İngiltere�ye vermeye mecbur kaldı.
NİSAN 1881: Türkiye�nin toprak bütünlüğünü garanti eden ülkelerden biri olan Fransa, Türk toprağı sayılan Tunus�u işgal etti.
TEMMUZ 1882: İngiltere, alacaklarını tahsil edebilmek için Mısır�a donanma gönderdi ve İskenderiye�yi bombalattı. Karaya çıkan birlikler Kahire�ye girdiler ve Mısır�da seneler boyu sürecek olan İngiliz işgali başladı.
EYLÜL 1895: İstanbul�un Kadırga semtinde reform bahanesiyle ayaklanan ve Avrupa�dan destek alan Ermeniler ile askerler arasında çatışma çıktı ve bu olay Ermeni sorununun başlangıcı oldu.
KASIM 1901: Fransa, alacağını tahsil etmek bahanesiyle Midilli�ye donanma gönderdi ve adadaki gümrük binasını işgal ederek adanın bütün gelirlere elkoydu.
KASIM 1906: Türkiye�nin borçlarını ödemediği gerekçesiyle, Avrupa devletleri Midilli ve Limni adalarındaki posta ve gümrük dairelerini işgal ettiler. İşgale sadece Almanya katılmadı.
Erdoğan�ın arkasında heykeli duran Papa, bize KARŞI savaş açtırmıştı
BASINIMIZ dün bir yanlış yaptı ve Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Gül�ün Avrupa Anayasası�nı imzaladıkları masanın arkasında yükselen devásá heykelin Papa Beşinci Sixtus�a ait olduğunu söyledi.
Ama heykel Papa Sixtus�a değil, Onuncu Innocentus�a aitti, 17. yüzyılın önemli heykeltıraşlarından Alessandro Algardi�nin eseriydi ve Innocentus�un tarihimizde önemli bir yeri vardı, zira onun teşvikiyle açılan bir savaş, bizi çok uğraştırmıştı.
Asıl adı Giambattista Pamphili olan Innocentus 1574�te Roma�da doğdu, 70 yaşında papa oldu ve 1655�teki ölümüne kadar 11 sene boyunca, bu makamda kaldı.
Innocentus, papalığı döneminde iki konuya ağırlık verdi: Yolsuzluklarla mücadeleye ve Avrupa�daki Türk varlığını ortadan kaldırmaya... Papalık tahtına oturmasından bir sene sonra Türkiye�nin Girit�i fetih planlarını öğrenince adayı elinde bulunduran Venedik�i Türkiye�ye karşı savaşa teşvik etti ve her türlü mali desteği sağladı.
Osmanlı donanmasının 1645 ilkbaharında başlattığı Girit seferi, Papa Innocent�in bu desteği yüzünden tahminlerden çok daha fazla sürecek ve ada 24 sene devam eden savaşlardan sonra alınabilecekti.
Türkiye�nin Avrupa Anayasası�nın nihai senedini kendisine karşı bundan asırlarca önce başlatılan büyük bir savaşı finanse etmiş olan Papa Innocent�in heykelinin önünde imzalamasındaki tarihi cilvenin bize mi, yoksa Papa�ya mı yapıldığına artık siz karar verin.
İşte, bizi 1856�da Avrupalı yapan maddeler
PARİS�te 1856�nın 30 Mart�ında imzalanan anlaşmanın yedinci maddesi bizi �Avrupalı� yapıyor, bir sonraki madde ise Türkiye�yi uluslararası anlaşmazlıklarını hakeme götürmeye mecbur ediyordu.
İşte, bizi 148 sene önce Avrupalı yapan Paris Anlaşması�nın bu maddeleri:
MADDE 7: Avusturya İmparatoru, Fransız İmparatoru, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Kraliçesi, Prusya Kralı, Sardunya Kralı ve Rusya İmparatoru, Osmanlı Hükümeti�nin Avrupa Devleti sayılmasını, Avrupa devletlerinin bütün haklarından ve Avrupa Devletleri Konseyi�nden faydalanmasını kabul ettiklerini duyururlar. Bu hükümdarlardan her biri, Osmanlı Devleti�nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeyi kabul ederlerken bu saygının devamı konusunda birbirlerine kefil olurlar. Bu kurala aykırı olan her hareket, kendileri tarafından genel çıkarlarla ilgili bir mesele şeklinde görülecektir.
MADDE 8: Osmanlı Devleti ile bu anlaşmayı imzalayan devletlerden biri veya birkaçı arasında bir anlaşmazlık çıktığı takdirde, Osmanlı tarafı ve Osmanlı ile ihtiláflı olan taraf kuvvete başvurmadan önce bu anlaşmayı imzalamış olan diğer devletlerin aracılığına başvuracaklardır.
AB tartışmaları sırasında da bunun aynını yaptık; işin sosyal, kültürel yahut ekonomik boyutlarını tartışacağımız yerde kalkıp �üst kimlik�, �anadil� yahut �Sevr� meselelerine daldık, insan hakları kavramını azınlık hakları sınırlarına indirdik ve askerden �üniter devlet yapımızı tartışmaya açmayı tasvip edemeyiz� açıklaması geldi. Biz, benzer tartışmalara bundan 96 yıl önce İkinci Meşrutiyet�in ilánından hemen sonra girmiş, ifrata vardırdığımız ve işleri çığrından çıkartan bu özgürlük hevesi �Sıktınız artık� diyen İttihad ve Terakki�nin sopasıyla noktalanmış, uzun yıllar yine demir bir yumrukla idare edilmiş ama bütün bunlar olup biterken uğramadığımız feláket kalmamıştı.
AVRUPALI olma hayalleri içerisinde AB işini son haftalarda giderek başka alanlara kaydırdığımızın, bilmem farkında mısınız?
Asırlardan buyana hiç değişmeyen bir ádetimiz vardır: Hangi konuda olursa olsun ifrata yahut tefride kaçmadan, yani aşırılığa gitmeden edemeyiz.
AB işinde de aynını yaptık; işin sosyal, kültürel yahut ekonomik boyutlarını tartışacağımız yerde kalkıp �üst kimlik�, �anadil� yahut �Sevr� meselelerine daldık, insan hakları kavramını azınlık hakları sınırlarına indirdik. İçerisinde �Türkiyelilik� ve �Sevr� sözlerinin sıkça geçtiği raporlar canlı yayınlarda yırtılıp atılırken, her zaman olduğu gibi yukarılardan bir yerlerden uyarıyı andıran bir ses gelince ortalık biraz durulur gibi oldu. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, AB Komisyonu�nun ilerleme raporundaki azınlıklarla ilgili ifadeler konusunda ordunun düşüncesini açıkladı ve �Türkiye�nin üniter devlet yapısını tartışmaya açmak, TSK tarafından tasvip edilemez� dedi. Orgeneral Başbuğ bunları söylerken sadece AB raporuna değil, bizdeki bazı çevrelerde son zamanlarda moda olan �alt kimlik� yahut �üst kimlik� gibisinden tartışmalara da cevap vermiş oluyordu.
Biz, benzer tartışmaları bundan 96 yıl önce de yapmış ama yapmakla kalmayıp uygulamaya da kalkışınca başımıza olmadık işler açmıştık. Önce birliğimizden olmuş, parçalanıp toprak üstüne toprak kaybetmiş, tarihimizde örneğine rastlanmamış bir sefaletle tanışmış, derken ifrata vardırdığımız bu özgürlük hevesi sopayla noktalanmış, arkasından uzun yıllar demir yumrukla idare edilmiş ama yumruk tepemizden kalkınca herşey daha da fena olmuştu.
1908�de ilán edilen İkinci Meşrutiyet�ten sonra yaşadıklarımızdan ve hemen arkasından gelen İttihad ve Terakki diktasından bahsediyorum.
ÖZGÜRLÜK, ANARŞİ OLDU
Meşrutiyet�in ilánınını çoğumuz bir özgürlük hareketi ve �33 sene boyunca devam eden Abdülhamid istibdadından kurtuluş� olduğunu zannederiz. Ama işin aslı hiç de öyle değildir, Abdülhamid�in baskıya dayalı idaresi gerçi nihayete ermiş ve memlekete ilk zamanlarda bir hürriyet havası hákim olmuştur ama bu hava daha sonraları anarşiye dönmüş ve anarşinin neticesinde ardarda feláketler yaşanınca da düzensizlik sopayla halledilmiştir.
İşte, 1908�de bu aşırı özgürlük havasını teneffüs etmemizden 1918�e kadar yaşadıklarımızın kısa öyküsü: İkinci Abdülhamid, içeriden ve dışarıdan gelen baskılar neticesinde, 1908�in 24 Temmuz�unda, 1878�de kapatmış olduğu Meclis�in yeniden açılmasına karar verdi ve bu karar tarihlerimize �İkinci Meşrutiyet� yahut �Hürriyet�in ilánı� olarak geçti. Siyasi sürgünler affedildi, söz söyleme hürriyetinin üzerindeki yasaklar ve sansür kalktı, dernek ve parti kurma serbest hále geldi, Selánik�te faaliyet gösteren ve hükümdara o zamana kadar en büyük muhalefeti yapmış olan İttihad ve Terakki de merkezini İstanbul�a nakletti.
Türkiye, hürriyetin ilánından Meclis�in yeniden açıldığı 17 Aralık�a kadar geçen beş ay içerisinde o güne kadar görmediği bir serbestlik havasına girdi. Hemen her gün yeni birkaç gazete yahut dergi çıkıyor, alışılmadık sayıda kitap yayınlanıyor, parti üstüne parti kuruluyor, her köşede ayrı bir fikir kulübü doğuyordu.
BİRLİK PARÇALANDI Meşrutiyet ile beraber Meclis�te ve Osmanlı topraklarında �ittihád-ı anásır� yani �unsurlar birliği� kuralına uyulması ve �Osmanlılık� şemsiyesi altında toplanılması temel politika olarak kabul edilmişti. Ama bu düşüncenin hayalden ibaret olduğu kısa zamanda anlaşıldı. 1908�in 17 Aralık�ında açılan Meclis�teki milletvekillerinin 142�si Türk, buna karşılık 60�ı Arap, 23�ü Rum, 25�i Arnavut, 12�si Ermeni, üçü Sırp, dördü Bulgar, beşi Yahudi ve biri de Ulah idi. Türk milletvekilleri azınlıklardan sadece dokuz kişi fazlaydı ve bu durum daha sonraları ayrılık faaliyetlerine yol açacaktı.
Hürriyet�in ilánıyla sınırsız bir fikir hürriyetinin geldiği zannedilince gazeteler hiçbir kurala uymadan istediklerini yazdılar, politikacılar akıllarına geleni söylediler, işin içine dini ve milli duygular da karışınca �ittihád-ı anásır� kuralı bir tarafa bırakıldı, �Osmanlı üst kimliği� unutuldu ve azınlıklara tanınan haklar bağımsızlık hayáline dönüştü. Meclis�teki bir Rum milletvekili �Osmanlı Bankası ne kadar Osmanlı ise, ben de o kadar Osmanlıyım� diyebiliyor, Türk olmayan ama �Osmanlı� olan milletvekilleri kendi milliyetçiliklerine soyunuyor, siyasi partiler de bu arada birbirlerini yemeye çalışıyordu.
İstanbul�da böylesine bir kargaşa hüküm sürerken sınırlarımızda değişiklikler başladı, yani ardarda toprak kaybettik. Avusturya, 1908�in 5 Ekim�inde Bosna-Hersek�i ilhak ettiğini açıkladı; aynı gün o zamana kadar Osmanlı İmparatorluğu�na bağlı bir prenslik olan Bulgaristan bağımsızlığını duyurdu ve krallık oldu, muhtar bir yönetime sahip bulunan Girit de hemen ertesi gün Yunanistan�a katıldığını ilán etti. Derken, 1909�un 13 Nisan�ında tarihlerimize �31 Mart Olayı� diye geçen meşhur ayaklanma yaşandı, İstanbul tam bir anarşi yaşadı, Selánik�ten gelen Hareket Ordusu birkaç gün sonra İstanbul�a girdi, sıkıyönetim ilán edildi, Abdülhamid tahtından indirilip Selánik�e sürgüne yollandı ve tahta Sultan Reşad geçti.
31 Mart olayından sonra ortalık daha da karıştı, ordu siyasetin tamamen içine girdi ve hemen herşey �özgürlük� kavramının ardında yapılır oldu. Bazı gazeteciler faili meçhul cinayetlere kurban giderken, İtalya 1911�de Libya�yı işgal etti ve 1912 Ekim�inde Balkan Harbi patladı. Tarihimizin en büyük mağlubiyetlerinden birini yaşadık ve Edirne dahil bütün Rumeli�yi kaybettik.
Bütün bunlara rağmen, herkes aklına geleni söylemeye hálá devam ediyordu. İttihadçılar 23 Ocak 1913�te Babıáli�yi basıp iktidarı güç kullanarak ele geçirdiler ama �özgürlük� adı altında yaşanan kaos birkaç ay daha devam etti.
SOPAYI ELE ALDILAR Herşey, 1913�ün 11 Haziran�ında bir anda değişti. Sadrazam Mahmud Şevket Paşa, Divanyolu�nda uğradığı suikastte hayatını kaybetti ve yerine Said Halim Paşa getirildi. Bu, İttihad ve Terakki�nin tek başına işbaşına gelmesi demekti.
Balkan Savaşı�nda Bulgarlar�a terkedilen Edirne, İttihadçılar�ın iktidarının ilk günlerinde kurtarıldı ve bu başarıdan güç alan parti, memlekette beş sene boyunca yaşanan özgürlüklere bir anda son verdi. �Hürriyet�, �eşitlik� ve �adalet� kavramları rafa kalktı, iktidara muhalefet eden kim varsa sürgüne gönderildi, bazı yazarlar gemilere doldurulup Karadeniz sahillerine yollandılar ve bu arada ortalığı karıştırmasından endişe duyulan bazı sert muhalifler de faili meçhul cinayetlere kurban gittiler.
Türkiye, artık Abdülhamid döneminden de sert şekilde idare edilen bir yasaklar ülkesi olmuştu. Bütün bunların hemen arkasından durup dururken Birinci Dünya Savaşı�na girdik. Sonrası ise, hepimizin málumu...
Bugün girdiğimiz �üst kimlik�, �Türkiyelilik� yahut �azınlık hakları� gibisinden tartışmalar, bana 1908 ile 1918 arasındaki bu yaşadıklarımızı özgürlükler konusunda ifrat ile tefrit arasında gidip gelmemizin bize nelere málolduğunu hatırlattı ve sizlere de hatırlatayım dedim.
Not: Hürriyet Gazetesinden Alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.