SÜRYANİLER
KENDİ KALEMLERİNDEN
Önsöz;
|
Süryani ruhani önderi Yusuf Çetin ve başbakan Erdoğan
|
Süryaniler, Büyük İskender
(M.Ö.325’ler) ve Roma İmparatorluğu süresince (M.Ö.50-1453) soyları
Grekleştirilmiş (Yunanlılaştırılmış) bir halktır. İkisinin de dinleri “Şeytan
İbadetine dayalı” olan Sabi ile İran Mitracılığı, Zerdüştlük, Zervanilik (Hakiki şeytan ibadeti) dinlerinin bozulmuş
halidir. Emeviler, Abbasiler ve Osmanlı dönemlerinde Müslüman devletlerin
bunların arasını “Hıristiyanlarla bir tuttuklarını” yazarlar. “Sabilik” adlı
yazıma, Elmalılı Hamdi Yazır’ın Kur’an Maide Suresi 68. Ayet tefsirine bakınız.
Süryaniler, İsa peygamberi vaftiz eden
Hazreti Yahya tarafından Hıristiyan edildiklerini söylerler ve bu yüzden
İsa’nın “Allah” olmadığını, “sahte Mesih” olduğunu söylerler. Kiliselerinde
Müslümanlar gibi namaz kılarlar. Oruc, hac, tespih, tavaf, hac tıraşı gibi
İslâm’da olan bütün ibadetlerin temeli bu dine dayanır. Günde yedi vakit
namazları vardır.
M.S.325’te Hıristiyanlığı resmi din
olarak benimseyen Roma ve Bizans imparatorlukları, İznik konsülünde Grek incili
olarak bilinen İncil’i kabul etmişlerdir. Süryanilerin ve Gregoryen Ermeniler
ile Nasturilerin İncillerini ve nicelerini ret etmişlerdir. Grek İncil’i de
Grek (Yunan) Milliyetçisidir.
Bizans bunlara Grek İncil’ini
zorlamışsa da tepkiyle karşılaşmıştır. 637’lerde Ömer’in ordusu buralara
geldiğinde umutlanmışlarsa da Emeviler de bunları “Şeytani” kabul edip ezince
Müslümanları bölgeden kovmak isteyen Bizans’ın birden dostları olmuşlardır. Ardından
bölgeye Türkler yerleşince bunlar her iki kesimin baskılarından
kurtulmuşlardır. 1516’da Osmanlı idaresine girmekten hiç hoşlanmamışlarsa da
1567’lere kadar sakin yaşamışlar, padişah Yavuz’un Sünnilik mezhebini
dayatmasıyla Türkmenler, Yezidiler, Süryaniler, Aleviler ile aralarında
onlardanmış gibi yapan Ermeni’lere karşı savaşlar başlatılmıştır. O zaman güç
karşısında boyun eğmişlerse de 1680’lerde Hıristiyan dünyasının bütün
mezhepleriyle işbirliğine geçmişler, aldıkları desteklerle Müslümanlara karşı
savaşmışlardır.
Süryaniler, Şeytan Er Ruha’nın (Ruda, Ruza, Uzza gibi adları da vardır) Âdem
ile Havva’yı yarattığını ve onun soyundan asil millet olduklarını savunurlar.
Dişi şeytan Er Ruha, Kâbe’de İslâm öncesi tapınılan Allah’ın kızı dişi şeytan El
Uzza’ya karşılık gelir. Her iki inançta da dişi şeytanın babasının ortak adı
“Allah’tır.”
Bu yüzden “Abdullah” adı gibi
Müslümanlarca sevilen birçok sahabe adları halen Süryaniler arasında çok
yaygındır. İslâm’ın “Şeytan Bazut” dedikleri peygamber Muhammet’in uydurması
olduğuna inanırlar.
Mardin, Urfa çevresi ve Suriye sınır
içinde kalan bu bölgedeki dağlar onlar için kutsaldır. Bu dağlara “Tur Abdin
(Köleler Dağı) derler. Asur krallarınca soykırıma uğratıldıklarında bu dağlara
kaçıp asırla boyunca eşkıyalık yaparak genel lakapları olan “Harrani” den
değiştirilerek ve “eşkıyalar anlamına gelen “Harami” adını aldıklarından bu
dağları kutsal sayarlar.
Bu gün Suriye’de Esad rejimine karşı
sürdürülen Arap Baharı savaşçılarının barınak yerleri de bu Tur Abdin bölgesi
ile Süryaniler gibi çarşaf-peçe giyen Sabi temelli Beyt Şemeş Yahudilerinin
yaşadığı bölgelerdir. Irak, Yemen, Etiyopya Yahudileri de çarşaf-peçe-burka
giyerler.
Süryanilik
dini, Yemen, Etiyopya, Irak, Suriye, Urfa-Harran, Filistin bölgelerinde yaygın
olan Ay Tanrısı Kültüne dayalı Sabilerin Harrani kolunun kendi beyanlarına
göre, M.S. 38’de Hazreti Yahya’dan öğrendikleri Hıristiyanlığı benimsediklerini
söyleyen Harran Sabi Araplarının dinidir.
İspanya
ve öteki bazı Avrupa ülkelerinde çok miktarda eski Süryanilerin yerleşik
kalıntıları vardır. Hatta Clint Eastwood’un
“İyi,Kötü,Çirkin” adlı filminde bir Meksika sahnesinde çarşaf-peçe ve
burka giyen Hıristiyan köylü kadınları
görmek mümkündür. Ermeni Süryani’si olan Gülen ve cemaatinin ve başbakan
Erdoğan’ın “Dinlerarası Diyalog”
girişimini İspanya ile “Eşbaşkanlık” şeklinde yürütmelerindeki sır biraz da bu
akrabalıkta-din kardeşliğinde yatmaktadır.
“Assurian
(Asuri) =Suriyeli” adından türetilmiş, Sabi Suriye Araplarının dinidir.
Arami
olduklarını söyleyenleri olsa da birçok arkeolog ve dilbilimcisi bunun aksini
söylediğinden kendileri de “Arami’yiz” diyememektedirler. Kutsal kitapları
Aramice, Arapça ve Yunanca yazılmıştır.
Roma
ve Bizans dönemlerinde Babil’in Ay Tanrısı Sin’i (Allah) baş tanrı sayan,
cennetten kovulmuş kızı İnanna/İştar’ın (bazen Ereşkigal) ataları Âdem ile
Havva’yı ürettiğine ve ondan türediklerine inanırlar. Şeytan’ın cezasını
çektiğinden bağışlandığını ve dünyanın efendisi olduğunu, kendilerini ilahi
bilgilerle “nurlandırdığını (Nurculuk)” savunurlar.
Şeytan’ın
yaygın adı “Er Ruh, Er Roha (Ruh)” olup, Urfa ‘nın da adı Osmanlı zamanında
Halep’e bağlı “Eruha Sancağıydı.” Siirt Eruh da aynı tanrıçanın adını taşır.
Allah’ın (Sin’in) kızıdır.
İsa’yı
anarken de;
“İbn
el Allah el Mesihiye (Allah’ın oğlu Mesih)” , “İbn El Allah (Allah’ın oğlu), “İbn
el Allah rabbenelalemin (Alemlarin rabbi Allah’ın oğlu)” diyerek Allah’ı İsa’nın
üstünde anarlar.
(Yezidiler ve Mısır Kıpti Hıristiyanları da,
çarşaf peçe giyen Sabi temelli Beyt Şemeş (Güneş Evi) Yahudileri de aynı şekilde “ Allah” derler. Her “Allah;
Lailaheillallah” diyen Müslüman değildir. Hepsinin ortak özellikleri
çarşaf-peçe ve burka giymeleridir. Müslümanlar peygamber zamanından beri FERECE
giyerlerdi.)
Okuryazarlık,
tapınaklarda sürekli ibadet, istişareye yatmak ve çilekeşlikle şeytanın ruhu
ile görüşmeyle elde edilir. (Ortodoks
Hıristiyan Süryaniler bu gün çileciliği” ret ederler. Muhammet de 3’ncü halife Osman’a
ikinci kez kızını vererek yasaklamıştır.)
Okuryazarlığı
şeytandan öğrenmiş kişi en büyük rahip olur ve “Ganzibra” adıyla anılır.
Kiliselerinde Müslümanlar gibi namaz kılarlar ancak başlarına takke giymezler.
Altın güneş tanrısı Şemeş’in (Şems-Güneş) sembolü, gümüşün de Ay Tanrıları Sin’in
remzi olduğundan Irak, Suriye, Türkiye ve birçok Avrupa ülkesinde kuyumculuk
Süryanilerin işidir. Kendilerinden olmayan birini kuyumcu çıraklığına almazlar.
Onlardan olmayan kuyumcular sadece “hazır alıp satan” esnaflardır. Büyücülük
dini eğitimleri arasında önemli yer tutar, hatta dinlerinin temelidir.
Takiyecidirler.
Birbirlerini
tutarlar, kendilerini aralarında yaşadıkları halkın dininden, mezhebindenmiş
gibi tanıtırlar, onlar gibi ibadet ederler, evlerinde tekrar kendi ibadetlerini
yaparlar. Yalancılık şeytanın işlerinin başı olduğundan Yahudiler gibi onlarda
da yalanı “zekânın belirtisi” kabul ederler. Birbirlerine destek verirler,
işsiz bir tek Süryani yoktur diyen kendileridir. Kendilerinden olmayan halkı
soymaları, sömürmelerine engel olacak hiçbir ahlaki ilkeleri yoktur. Soy
güderler, kendilerinden olmayanlara kız vermezler.
Mezopotamya
(Dicle- Fırat arası) Ermenileri de Süryaniliği benimsemişlerdir. Kafkasya’dan Irak- Suriye Adana bölgelerine
kadar bölgelerde yaşayan Ermeniler de Süryani dinine girmişlerdir.
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın, muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’na “Önemli olan boy değil soydur soy!” demesi,
Kürt, Arap, Yezidi, Ermeni, Kıbrıs, Sümela manastırı, Aktamar kilisesi gibi (Süryani Ermeni- Kripto Rum kilisesi) açılımlarının
arkasında geçmiş işbirlikçiliklerini zafere ulaştırma projesi yatmaktadır.
Aile içi evlilikler yaptıkları Arkeolog ve
dilbilimcilerce yazılır çizilir. Günümüz Süryanileri bunu ret ederler.
İran
Mitracılığından Zerdüştlüğe, ondan Sabiliğe ve devamı olan Süryaniliğe geçen
rahip dereceleri olan “Okuyuculuk (Soferim-Müezzin), Yazatalık (Yazıcılık)
Hıristiyanlığa da geçmiştir.
Nur
ve Gülen cemaatlerindeki Soferimlik ve Yazıcılık dereceleri bunlarda da aynen
vardır.
1096-1099
I. Haçlı Seferi ile Haçlılar Adana’da “Klikya Ermeni Krallığı, Urfa’da da “Edesa
Ermeni Krallıklarını kurmuşlardır. Ardından Kudüs’e yürüyüp orada bir Hıristiyan
krallığı kurmuşlardır.
Urfa
Edesa Kralı olan Ermeni kral Toros’un evlatlığı olmayı başaran sonra da
zehirleyerek öldürüp kendisini kral ilan eden Fransız asilzadesi aslen İtalya
Bologna’lı (Bourcq) Baldwin (Boudouin “Bedevi”) saltanatını kısa sürede 07
Mayıs 1104’te Balık Nehri kıyısında yapılan “Selçuklu-Haçlı” savaşı olan “Harran
Savaşında” kaybetmiştir. Çünkü haçlılar yenilince Baldwin sekiz yıl esir
kaldıktan sonra serbest bırakılıp Kudüs’e gitmiş ve orada Mason teşkilatının
temeli olan “Tapınak Şövalyelerini” kurmuştur.
Bu
Bedevi Süryani büyücülerin geçmişte Avrupa’ya sürülmüşlerinin soyundan olduğu
adından belli olan “Boudouin (Buduvi-Bedevi)” asırlar sonra ata yurduna dönmüş
bir Sabi büyücüsünün soyundandı. O zamanlar Hıristiyan Süryani olan Urfa-
Harran Süryanileri aslında Sabi dinine bağlıdırlar ve hiçbir gelenekleri
Hıristiyanlığa uymaz. Baldwin bedevisi de Harran rahiplerinden atalarının eski
dinini öğrendi böylece Masonların da dini Süryanilik oldu.
14
yüzyılda Fransa kralı IV. Filip’in gazabından kurtulan Tapınak Şövalyeleri
İskoçya’ya va Almanya’ya kaçtılar. 1456’da Rosslyn Chapel’i (Gül Kilisesi) yani
ilk Masson kiliselerini inşa ettiklerinden kendilerine “Duvarcı” anlamına gelen
“Mason” adını aldılar. Gül adı bu kiliseyle, yayılan Masonluğun da simgesi
oldu.
İskoç
ve İngiliz tahtlarında hükümran olan Mason dindaşlarını gören bizim Süryani
Ermeni ve Araplar ise onların yanlarında saf tutmakta gecikmediler. Her yer
güllerle dolmaya başladı.
“Gül
adı hem Sabilerde, Yahudilerde, Süryanilerde, Hıristiyanlarda, Yezidi Kürtlerde
ve Masonlarda kutsaldır. Hepsinin de adlarında, tapınaklarında ”Gül, Rose,
Rosa, Ross” gibi gülün Latince adlarına rastlamak mümkündür.
Bizde
her yerde bir “Gül” adına rastlamak çok kolaydır. Burası “Güller ülkesidir!”
Annesinin adının “Adeviye” olduğunu,
Adeviye’liğin de Osmanlı anlayışı gereğince Yezid Kürtlerini İslâm’ın “Selefiye
(dinden çıkmış) tarikatı kabul ettiğini bildiğimizden cumhurbaşkanımız Siirtli
Abdullah Gül’ün Yezidi olduğunu, başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Siirt’ten
İstanbul Fatih’e oradan da Üsküdar’a yerleşmiş, Zeynep Kâmil ilkokulunda okumuş
ardından Mithatpaşa Sanat Okuluna devam ettiği ama okuldan mezuniyetine dair
kayıt bulunamadığını(*1) yandaş sitelerinde bile dile getirilen Arap Hayriye
lakaplı anasının yegâne kızı olan, eşleri Emine hanımın kızlık soyadının
“Gülbaran (Gülyağmuru)” olmasını, ve hatta aşağıda Süryanilerle ilgili yazdığı
kitabından alıntı yaptığım, kitabının sonunda “Süryanilerin asla vatanına,
milletine hizmet etmediğini” yazan (yalan) Zeynep Gül Küçük’ün de adında
“Gül” olmasının, başbakan ile birlikte Süryani Arap ve Ermeni kiliselerinin
mallarının iadelerinden tamiratlarına ve cemaati olmadığı halde hizmete
açılmalarında gösterdikleri önceliği, bu mabetlere olan eşli ziyaretlerini, “Egemen
Bağış, Ali Babacan, gibi Süryani Ermenilerden Dengir Mir Mehmet Fırat gibi
Yezidi Kürtlere verilen bakanlıkları; da gördükten sonra; http://www.ensonhaber.com/gundem/20572/emine-gulbaran-erdoganin-bilinmeyen-oykusu.html
“Devlet
Atatürk sonrası Yezidi- Süryani Kürt, Arap, Ermeni ve Yahudi işgaline mi
uğradı?” sorusunu sordururcasına ben de soruyor ve çalışmamı takdirlerinize
bırakıyorum.
Okuyacağınız
yazılar Süryanilerin ve onları araştırıp, sevdirmeye çalışan Süryani Zeynep Gül
Küçük(*2) hanımın yazıları ve görüşleridir.
Benim
görüşlerim çok kısa olarak yazının ara yerlerinde ve sonunda yer almaktadır.
Alaeddin
Yavuz
*1-
Yezidi ve Süryanilerde okuryazarlık dinden çıkmadır. Cumhuriyet kanunlarınca
mecburen okudukları için cumhuriyete düşmandırlar. Okul yakma, öğretmen öldürme
olaylarının arkasında okuryazarlığın yasak olduğu Sabi, Süryani ve Yezidi
dindarlığı vardır. Başbakan Erdoğan da “kitap okumadığını okuyanlardan dinleyerek
öğrendiğini itiraf etmiştir.
*2- Küçük adı, Hıristiyanlığı Anadolu
ve Yunanistan’da yayan aziz Pavlus’un adının Türkçesidir. Türklerde bu adı
kimse kullanmaz. Ünlü “Küçükler”; Yalçın Küçük, Veli Küçük, Küçük Emrah
(Diyarbakırlı)…
Buyurunuz;
Kitap;
MARDİN
VEÇEVRESİNDE SÜRYANİLER
Zeynep
Gül Küçük
Çukurova
Üniversitesi
Sosyal
Bilimler Enstitüsü
Felsefe
ve Din Bilimleri Anabilim Dalı
Lisans
Tezi
Adana 2008
Süryani Adının Kökeni;
Süryani
adının Pers kralı Sirus(Cyrus)’tan (Keyhüsrev) geldiği belirtilir. Sirus,
Babil’i fethederek Yahudileri kurtarmış ve Yahudiye’ye(Kudüs) dönmelerine izin vermiştir. Babil
tutsaklığından Kudüs’e dönen Yahudiler,
Sirus’a duydukları minnettarlıktan dolayı kendilerini “Surin” olarak tanıtmışlardır.
Süryani
isminin kökeni hakkındaki diğer bir görüş ise, Asurluların ülkesinde Yunanlılar
tarafından sözcüğün sonuna bir “y” harfi eklenerek “Asurya” denilmiştir.
Zamanla
sözcüğün başında bulunan “a” harfi düşerek, “Surya”
biçimini almıştır.
Coğrafi
terim olarak da buradan geldiği ileri sürülmektedir. Süryani isminin
“Suriyeliler” anlamına geldiği kabul edilerek ortaya konulan görüşe göre,
Suriye sözcüğünün, Lübnan’ın Sur şehrinden türediği daha sonra bu ismin
Yunanlılar tarafından tüm sahil bölgesi için kullanıldığı ve burada yaşayan
halka da Süryani lakabının verildiği ileri sürülmektedir. Diğer bir görüş ise Suriye adı, Hz İbrahim’in sülalesinden gelen Dadanoğlu
Asur ya da Asurin’den türemiştir. Süryani isminin “Suriye” kelimesinden
geldiğini ileri süren bir başka görüşte de, “Suriye” adı bölgeyi ele geçiren “Suros”dan
gelmektedir. Süryani adı da bu sözcükten türemiştir.
Süryani
isminin anlamı konusunda Keldanice-Arapça sözlükte şu bilgilere yer
verilmektedir: Süryanilere eskiden bu isim verilmiyordu. Ataları Nuh oğlu, Sam
oğlu Aram’a izafeten Doğulu ya da Batılı da olsa bunlara Aramiler deniliyordu.
Bu şekildeki bir isimlendirmeyi ilk kez Yunanlılar, Asur Krallarının Şam
diyarını istilalarından sonra yapmışlardır.
Araştırmacıların
çoğuna göre, Süryani kelimesi Asurcadan türemiş ve daha sonra Yunancanın etkisiyle
bazı değişikliklere uğramıştır. Bu
şekildeki bir adlandırma ilk önce M.S. I. yüzyılın ortalarına doğru Şam diyarı
sakinleri tarafından ve aynı şekilde Şam’a giden elçiler vasıtasıyla
Mezopotamya, Asur ve Babil’de oturanlar arasında da kullanılmaya başlandı. Bu
elçiler adı geçen memleketlere Hıristiyanlığı sokmuş ve kabul
ettirmişlerdir. Bundan sonra onlar yeni
dinlerine sımsıkı sarılmalarından dolayı, eski putperestlikleriyle birlikte
eski isimlerini de kullanmayı terk etmişlerdir.
Bununla birlikte onlar kendilerini Hıristiyanlaştıran söz konusu
elçilere nispetle ve yine kendilerini, aynı ırktan geldikleri putperest
Aramilerden ayırmak için, Süryaniler olarak isimlendirmişlerdir.
Bu
yüzden Arami kelimesi Sabii ve Putperest terimlerinin, Süryani kelimesi de
Nasranî ve Mesihî kelimelerinin eş anlamlısı olarak kullanılmıştır.
Süryani
ismi konusunda vereceğimiz son görüşe göre ise, Süryani kelimesi bir lakap olup
bu lakabın kullanılması dini bir zorunluluktur.
Pavlos’un Suriye ve Filistin’deki putperestleri Hıristiyanlaştırması
sırasında bu bölgede yaşayan Aramiler’in bir kısmı da Hıristiyanlığı kabul
etmişlerdir. Hıristiyanlığı kabul eden Aramiler, kendilerini putperest
ırkdaşlardan ayırmak için “Suryoye- Süryani” lakabını kullanmaya başlamışlar ve
zamanla bu lakap, ayrı bir mezhebe ad olmuştur.
Sonuç
olarak “Süryani” kelimesi bugün çeşitli ırklara bağlı olmalarına rağmen, bir
Hıristiyan mezhebi ve kilise yandaşlarının adı olarak kullanılmaktadır.
Süryaniler, günümüzde yaklaşık olarak beş milyon tahmin edilen nüfuslarıyla
Türkiye, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail ve Hindistan’da yaşamaktadırlar. Süryani tabirinin yanı sıra günümüzde “Süryani
Kadim” tabiri de kullanılmaktadır.
Bu
tabir 1845 yılında ortaya çıkmıştır.
1782’de bir patriklik seçiminde çıkan ihtilaf neticesinde Mihayel Carve
liderliğindeki bir grubun Roma Katolik Kilisesine bağlanması ve bu grubun
Osmanlı Hükümeti tarafından kabul
edilmesi sonucu geleneksel
Antakya Patrikliğine bağlı kalanlara kendilerini
Katoliklerden ayırt etmek
için “Kadim Süryaniler”
ismi verilmiştir. Günümüzde bazı
batılı eserlerde “Doğu ve Batı Süryanileri” tabirine rastlanır. “Doğu Süryanileri” tabiri
ile kökenleri “Urfa Kilisesi”ne dayanan ve Asur soyundan gelen Nasturiler,
“Batı Süryanileri” tabiri ile de tarihi “Antakya Kilisesi”ne dayanan ve Arami
soyundan gelen Süryaniler kastedilmektedir.
1.1.4.2.Hıristiyanlık Döneminde
Süryaniler
Süryaniler,
Mezopotamya bölgesinde, M.S.38 yılında Hıristiyan olduklarında Antakya’yı
merkez edinmiş bir topluluk halinde idiler. Süryaniler, Hıristiyanlığı Havari
Petrus(Saint Piere), arkadaşı Thomas, onun kardeşi Aday ve onların şakirtleri
Agay ve Mara’dan öğrenmişlerdir. Petrus’un arkadaşı Thomas, Thomas’ın kardeşi
Aday ve Mara, Süryanilerin yoğu olara
yaşadıkları Mezopotamya bölgesinin Hıristiyanlaştırılmasında büyük
rol oynadılar.
Antakya’da
Hıristiyanlığın yayılmasından sonra Thomas ile Aday ve yardımcıları Mara
Urfa’ya gitmişlerdir.
Urfa’da
putperest Abgarlar kraliyet ailesi hüküm sürmektedir. Efsaneye göre kral bir
nevi bir cilt rahatsızlığına yakalanmıştır. Bu arada Kudüs’ten gelen haberlere
göre yeni bir peygamber gelmiştir. Bu
peygamber hastaları iyileştirmekte, mucizeler
göstermektedir. Bunu duyan Kral Abgar
Kudüs’e bir heyet göndererek Hz. İsa’yı memleketi Urfa’ya çağırır. Hz. İsa
“görevinin İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına olduğunu bu yüzden
gelemeyeceğini ancak kendisine bir havarisini göndereceğini” bildirir. Hz.
İsa’nın çarmıh olayından sonra Havari Thomas’ın kardeşi Aday Urfa’ya gider,
Kral Abgar Hıristiyanlığı kabul eder ve Aday tarafından vaftiz edilir. Urfa’da
bütün putlar kırılıp bir kilise inşa edilir. Aday Urfa’daki çalışmalarını
bitirince yanına öğrencileri Agay ve Mara’yı alarak Mezopotamya’nın diğer
bölgelerine gider.
Aday,
Agay ve Mara ile birlikte Diyarbakır, Nusaybin, Dicle’nin doğusu, İdil, Erbil,
Begermay, Keker, Ahvaz ve civarlarında dolaşıp buralarda misyonerlik çalışması
yaparlar. Aday Urfa’ya döndükten bir süre sonra vefat eder ve inşa ettiği
kiliseye gömülür . Aday’ın ölümünden sonra yerine Agay geçer. Agay zamanında
Hıristiyanlık Harput, Eğil, Lice, Silvan ve Mardin’e yayılır. Mardin
yakınlarında Kefertut’da bir kilise inşa edilir.
1.2.
Süryani Ortodokslarda İnanç ve İbadet Esasları İle Kilise Teşkilatı
1.2.1.
Süryaniler Ortodokslarda İnanç Esasları
1.2.1.1. Tanrı
Süryaniler, Tanrı’daki
üç sıfatı (Ataallah, Kelamallah,
Ruhallah) ayrı ayrı mütalaa ederek bu üç sıfatın bir
cevherde toplandığını ve bir birlik oluşturduğunu kabul ederler. Monofizit
akideyi savunan Süryani Ortodoks Kilisesine göre Baba(Tanrı) ile Oğul, birdir.
Hz. İsa’da insan ve Tanrı tabiatı birleşerek tek tabiatı oluşturur. Hz. İsa,
Tanrı olarak insan gibi doğmuş, belli
bir süre yaşadıktan sonra ölmüş ve yeniden dirilmiştir. Yani Hz. İsa hem Tanrı hem de insandır ve Hz.
Meryem Tanrı’nın anasıdır(Teotokos) .
Bunu
Mar İğnatius Yakup III. şöyle ifade etmektedir: “Biricik oğul ve Allah’ın
kelimesi, mukaddes üçlüğün ikinci şahsı, gökten yere indi ve bakire Meryem’den
ve Kutsal Ruh’dan tenleşip insan oldu. Dokuz ay sonra tarif edilemeyecek
şekilde doğdu. Yani Meryem, doğumdan önce ve sonra bakire kaldı. Tanrılığın insanlıkla birleşmesiyle,
bakirenin onunla gebe kalması ilk anda vuku buldu. Öyleyse rahimde insanlığı
mevcut olmadan Allah mevcut değildi ve Allah mevcut olmadan önce insanlık
mevcut değildi. Bu sabit ve ayrılmaz birlikten dolayı kilisemiz inanmaktadır
ki, insan olan Allah’ın kelimesi hiçbir karışma, katma ve değişme olmadan iki
şahıstan bir şahıs ve iki tabiattan bir tabiattır. Doğan çocuk gerçekten Allah
tam insandır. Annesini de “Allah’ı doğuran” (Teotokos) olarak kabul ediyoruz”.
Süryani
Kilisesi, İskenderiye Patriği Kurilos’un
430 yılında, İstanbul Patriği Nestoryus’a karşı hazırladığı ve Süryani
Ortodoks, Kıpti, Ermeni ve Habeş Kiliselerinin akidelerine temel oluşturan
aforoznamesine göre, İsa gerçek Tanrı, Meryem de Tanrı Anasıdır. Baba’nın
Kelamı, Mesih gövdesiyle “Tek”tir, bu yüzden İsa hem Tanrı hem insandır.
Mesih tek uknumdan oluşur ve iki uknum güç ve saltanatta birleşik bir doğaya
sahiptir. İncillerde yazılan konuşmalar
bazıları Tanrı bazıları insana aittir şeklinde ayrılamaz. Mesih sadece insan
olarak yaşamıştır denilemez ve O’nun Baba’nın oğlu olduğu ve aynı zamanda kan
ve etle bizimle birdir. Her kim bunları inkar ederse aforoz edilir .
1.2.1.2. Melekler
Süryani
inancında kâinatta görünen ve görünmeyen varlıklar vardır. Melekler görünmeyen
varlıklar olup ruhani âlemde Allah’a hizmet eden, O’nun emirlerini insanlara bildiren nurani
varlıklardır .
Süryani inancındaki
meleklerin varlığının ve
insanlara yaptıkları yardımların delilleri Kutsal Kitapta geçen şu
ifadelerdir: “Bir melek Hacer’e teselli verdi” , “İki melek Lut ve çocuklarını
zindandan çıkardı” “Başka bir melek
Petrus’u büyük bir mucize ile zindandan çıkardı” . “Bu çocuklardan birini hor
görmekten sakının. Zira size derim ki, göklerde onların melekleri daima Babamın
yüzünü görürler.” .
Meleklerin
bir kısmı günah işlemiş ve cennetten atılmışlardır. Cennetten atılan bu
meleklere şeytan denir. Şeytanların işi, insanları aldatmak ve onları günaha
teşvik etmektir. Ancak kimseyi zorlayamazlar. Çünkü her insanın iradesi ve
mantığı vardır. Meleklerin cinsiyeti yoktur ve insani ihtiyaçları yoktur.
1.2.1.3. Kutsal Kitap
Süryani
geleneğine bağlı tüm kiliseler için geçerli (resmi) Kutsal Kitap formu, Pşitto
olarak bilinen Süryanice çeviridir. Eski Ahit bölümü, doğrudan özgün İbranice
metinden, Yeni Ahit bölümü de aynı şekilde özgün Yunanca metinden çevrilmiştir.
Pişitto’nun
günümüze kadar gelen çok sayıda el yazması mevcuttur. Bunların en eskileri
beşinci ve altıncı yüzyıllara aittir.
Süryanice Kutsal Kitabın tamamı elle yazıldığı için, hacimce çok büyük
ve kullanışsızdır. Bu yüzden yazmalarının çoğu, aynı anda Kutsal Kitabın
yalnızca birkaç kitabını içermektedir. Kutsal Kitabın tamamını içeren el
yazmaları çok azdır. B undan dolayı, Süryanice Kutsal Kitabın kesin içeriği ve
kitapların sıralanışı, hiçbir zaman tam olarak
saptanamamıştır. İçerik açısından Süryanice Kutsal Kitabın en önemli
özelliği, Yeni Ahit’in Pşitto çevirisinde bazı genel mektupların (Petrus’un
İkinci Mektubu, Yuhanna’nın İkinci ve Üçüncü Mektubu) ve Esinleme (Vahiy) kitabının eksik
olmasıdır. Bununla birlikte Süryanice Yeni Ahit’in
hemen hemen
tüm baskılarında, bu
kitapların eksiği, daha
sonraki Süryanice çevirilerinden
tamamlanmıştır .Süryani Ortodoks Kilisesi diğer kiliselerin kabul ettiği gibi,
İncil yazarlarını aynen kabul etmektedir.
1.2.1.4. Kıyamet, Ölüm ve Sonrası
Süryani
Ortodokslar, ölüm ve kıyamete, cennet ve cehenneme, şeytanın insanın düşmanı
olduğuna ve irade hürriyetine inanırlar. Süryani Ortodokslara göre ölüm,
vücuttaki bütün hücrelerin bir hastalık veya başka bir sebeple canlılığını
kaybederek, hücrelerin özünü oluşturan can ve ruhun bedenden ayrılması
demektir. Beden topraktan geldiği
için tekrar toprağa
dönecek; fakat ruh
Allah’ın nefsinden olduğu
için diri kalacaktır. Bu itibarla
ruh, vaftizden aldığı kutsiyeti muhafaza etmiş ise ve günahsız yaşamışsa
cennette mutlu olacak; yoksa suçlarını görmekle devamlı huzursuzluk ve ızdırap
içinde kalacak ki bu onun için cehennem olacaktır.
Dirilme;
insanın öldükten sonra Allah’ın kudretiyle ruhani bir beden alması ve
bir melek gibi ebedi hayatta ruhi
bir varlık olmasıdır. Duruşma;
Rab İsa’nın yüce divanında yargılanmak
demektir. Mükafat insanın
gelecek alemde iyi
veya kötü işlerinin karşılığını
almasıdır. Tanrı kendi kudret ve adaletini göstermek için kendisine
dünyada kulluk eden,
ilahi emirlerini tatbik
eden, O’nun uğrunda sıkıntı ve fedakârlıklara katlanan
müminlere mükâfat vermek
için ölümden sonra
bir hayat yaratmıştır.
Günahkârlar ise Rab İsa tarafından yargılanacaktır. Rab İsa diri ve ölüleri
ebedi hükümranlığı altına almak için tekrar gelecektir .
1.2.1.5. Günah
Süryani
Ortodokslarda günah, Tanrı’nın emirlerine karşı gelmektir. Asli ve Şahsi olmak
üzere ikiye ayrılır. Asli Günah, Hz. Âdem’in şahsında Allah’a karşı işlenen,
irsi olarak bütün insanlara geçen günahtır. Bu günah Hz. İsa’ya iman etmekle ve
vaftiz olmakla silinir . Vaftiz olmadan insanın asli günahtan temizlenmesi
imkânsızdır. Şahsi Günah ise insanın iyiyi kötüyü ayırabildikten sonra kendi
arzusuyla işlediği günahtır. Bu günah, ağır ve hafif olarak iki
türlüdür: ağır olan günah, kasdi olarak işlenen günahtır; bunun cezası ebedi
hükümdür. Hafif günah ise, ruhsal hayatı
lekeleyen
ve insanın itibarını zedeleyen gayri ihtiyari işlenen ve ihmalkârlıktan gelen
hatalardır. İnsan iyiyi kötüden ayırt edebildiği andan itibaren günahtan
sorumludur.
Şahsi
günah, gerçek tövbe ile suçu itiraf etmek ve yapılan zararın bedelini ödemekle
affedilir.
Günah itirafı
Süryaniler de ruhanilere
yapılır ve günahın
büyüklüğüne göre maddi veya
manevi cezalar verilir. Maddi cezalar kilise v.b. yerlere yardımlar şeklinde
manevi cezalar ise namaz, oruçla yerine getirilir. Takdir edilen cezalar yerine
getirilince ilgili ruhaniye haber verilir, itiraf biter. Kişi tövbesini
ruhaninin huzurunda yapar.
1.2.2. Süryani Ortodokslarda İbadet
Esasları
1.2.2.1. Namaz
Süryani
Ortodoks Kilisesinde namaz çok önemli bir ibadettir. Süryanilere göre namaz,
Hıristiyan dininin ilkelerine inanmış bir kimsenin Tanrı’ya taparken; O’na
niyaz ve şükranlarını sunması, nimet ve rahmetlerini dilemesidir. Namaz, inanan
kişinin Tanrı’ya bir niyazı, yalvarması ve duasıdır. Namaz nefse kuvvet verir
ve onu ruhi arzularla doldurur.
Süryanilerde
namaz Sabah Namazı,
Kuşluk Namazı, Öğle Namazı,
İkindi Namazı, Akşam Namazı,
Yatsı Namazı ve
Gece Yarısı Namazı
olmak üzere yedi
vakittir .
Bu
namazlardan dördü ( sabah, öğle, akşam, gece yarısı ) mecburi (farz); üçü
(kuşluk, yatsı, ikindi)
mecburi değildir(sünnet). Sabah, öğle,
ikindi kilisede topluca kılınır. Diğer namazlar kişisel olup, evde veya
işyerinde kılınabilir. Kıble doğu’dur, namazlar Pazar ve bayram günleri dışında
secdelidir. Namaz esnasında erkeklerin başı açık kadınların ise örtülü olması
gerekmektedir.
Süryanilerde
namaz duaları, vakitlere göre değişmekle
beraber namazların kılınışı aynıdır.
1.2.2.2. Oruç
Bedensel
arzu ve istekleri zayıflatarak, ruhsal yapıyı güçlendirmeyi hedefleyen bir
ibadet olan oruç; belirli zamanlarda yeme, içme ve cinsellik gibi istek ve
duyguları terk etmek, ruhsal ve zihinsel yapıya ağırlık vermektir. Oruç yeme ve
içmeden tamamen uzak durmak şeklinde olabileceği gibi, et ve diğer hayvansal gıdalar gibi belirli
yiyecekleri yememek şeklinde de olabilir.
Süryanilerde
çeşitli zorluk ve uzunlukta birçok oruç vardır.
Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
Büyük
Oruç: Şubat, Mart, Nisan aylarında tutulan Büyük Oruç kırk gündür.
Elem
Haftasının yedi günü eklenir toplam kırk sekiz gün olur . Hafif yemek yemeye
cumartesi Pazar bile dikkat edilir. Bu sıkı oruç öğleye kadar sürer. Herhangi
bir şey yemek hatta sigara içmek yasaktır.
Havariler
Orucu: Haziran başında perhiz olarak üç gün tutulur. 1946 yılına kadar süresi
on gün olan bu orucun, 1946 yılında toplanan III. Humus Konsili yalnızca üç gün
olmasını kararlaştırmıştır.
Ninova
Orucu: İlkbaharda, Şubat ayında tutulan üç günlük oruçtur. Sadece bu oruç,
büyük oruç gibi, hem öğleye kadar orucu hem de perhizi ihtiva etmektedir.
Meryem
Ana Orucu: Ağustos ayının onundan on beşine kadar devam eden beş günlük
perhizdir. 1946 yılına kadar süresi on beş gün tutulan bu oruç, 1946 yılında
toplanan III. Humus Konsili’nde beş güne indirilmiştir.
Noel
Orucu: İsa’nın doğuş bayramı orucu olan Noel Orucu, Aralık ayının on beşinden
yirmi beşine kadar on gündür. 1946 yılına kadar yirmi beş gün idi. 1946
yılındaki III. Humus Konsili on gün olmasını kararlaştırmıştır.
Bu
oruçlardan Büyük Oruç ve Ninova Orucu hem perhiz hem de oruç olarak tutulur,
diğerleri sadece perhizdir .
1.2.2.3. Ondalık
Süryani
Ortodoks Kilisesinde, zekât tabiri kullanılmaz. Bunun yerine ondalık ve sadaka
kavramları kullanılır. Ondalık, kilisenin masraflarını karşılamak, Allah’ın ve
cemaatin hizmetine kendini vakfetmiş ruhani ve diğer müstahdemlerin geçimini
sağlamak üzere gönüllü olarak verilmesi gerekli olan yardım ve hediyedir.
Ondalık verilmesi geleneği vardır ama günümüzde düzenli olarak ödenmemektedir.
Bu ödeneğin yerini, gönülden kopmuş bir bağış doldurmaktadır. Bazı *abraşiyelerde
aidat sistemi uygulanmaktadır. Kilise kurallarına göre ondalığı ödemek
isteyenler, yasal olmayan kazançları haricinde, kazançlarının onda birini
verir. Ondalık ve bağış verilmelidir. Fakat vermeyene de bir müeyyide söz
konusu değildir. Kilise yasasına göre her abraşiyenin gelirinin onda birinin
patrikliğe gönderilmesi gereklidir.
Fakat bu
da günümüzde abraşiyeler
tarafından patrikliğe düzenli
olarak gönderilememektedir .
1.2.2.4. Kutsal Ziyaret
Süryani Ortodoks
Kilisesinde, zekât tabiri
kullanılmadığı gibi hac
tabiri de kullanılmaz. Bunun
yerine “Sourutho Kadişto” (Kutsal Ziyaret) tabiri kullanılır Hacı olana da
“Makedşoyo” (Kutsanmış) tabiri kullanılır. Kilisede kutsal ziyaret töresi, ilk
çağlardan beri, zorunlu olmayıp ihtiyaridir. Yediden yetmişe herkes, Kudüs’ü
ziyaret edip Makedşoyo olabilir. Ancak
pratikte, genelde orta yaşın üstünde
olanlar gitmektedir. Daima Paskalya Bayramı’ndan bir hafta önce gidilir. Elem
Haftası’nda ve Paskalya Bayramı’nda mutlaka orada bulunulması şarttır.
Bir
istatistikî bilgi olarak, 1994 yılında
Türkiye’den, Paskalya (Diriliş) Bayramı’nda kutsal topraklara
(Kudüs) kırk sekiz Süryani Ortodos’un ziyaret için gidip “Makedşoyo” olduğu
kayıtlara geçmiştir. Bununla birlikte azizlerin şefaatine inandıkları için
azizlerin kemiklerinin bulunduğu kilise ve manastırları da ziyaret ederler.
Mardin ve Tur Abdin bölgesindeki onlarca kilise ve manastır manevi değere sahip
olduğu için Süryaniler tarafından ziyaret edilirler.
Ortodoks Süryanilerde Ruhban
Yapılanması-Kilise Teşkilatları;
Episkoposluk,
Papazlık, ve Diyakos’luktan ibarettir.
Süryani
Kiliselerini içine alan Metropolitlik Merkezine Tur Abdin (Köleler Dağı) adı
verilmiştir. Demografik olarak Süryaniler sürekli kan kaybetmişlerdir. Bugün onların anayurtlarında fazla Süryani
kalmamıştır. Bölgedeki terör gerginliği, Kuzey Irak’taki güvenliğin yokluğu, bölgede yaşayan Süryanilerin başta İstanbul
olmak üzere Türkiye’nin muhtelif şehirlerine göç etmelerine sebep olmuştur.
Bu
arada başta Amerika, İsviçre, Almanya, Fransa, Hollanda, Brezilya, Hindistan
gibi ülkelere göç edenler de olmuştur. Süryaniler, günümüzde yaklaşık olarak
beş milyon tahmin edilen nüfuslarıyla Türkiye,
Suriye, Irak, Lübnan,
Ürdün, İsrail ve Hindistan’da
yaşamaktadırlar.
Bütün
bunların varlığına rağmen günümüzde Süryaniler, Türkiye’de yoğun olarak Mardin
il merkezi, ilçelerinde ve köylerinde yaşamaktadırlar. Mardin ve çevresindeki Süryanileri ifade
etmek üzere, Süryanilerin bu çevredeki kiliselerini içine alan bir
Metropolitlik merkezine Tur Abdin ismi verilmektedir.
Buna
göre Tur Abdin, Midyat merkez olmak üzere Mardin ve Mardin’in bazı ilçelerini
içine alan bölgedir. Tur Abdin aynı zamanda, merkezi Midyat’ta bulunan ve
İstanbul ile Ankara çevrelerindeki kiliseler hariç, Türkiye’de ki bütün
kiliselerin bağlı olduğu bir Metropolitliktir.
Türkiye’de bir de İstanbul ve Mardin Metropolitlikleri mevcuttur.
1.2.3. Süryani Ortodokslarda Kilise
Teşkilatı
Hıristiyanlıkta
büyük öneme sahip olan kilise “Hz. İsa’ya inanan topluluğa” ve bu topluluğun inançlarının gereğini yerine
getirmek için toplandıkları yapıya işaret eder. Süryani toplumunda din
adamları, kilisenin ruhani hizmetlerini yerine getirmek için görevlendirilmiş
kimselerdir. Din adamları, kiliseye üye olanların manevi babasıdır.
Ruhbanların
bu yetkilerini “baba beni gönderdiği gibi ben de sizi gönderiyorum. Sizi
dinleyen beni dinlemiş olur. Ruhu’l-Kudüs’ü alın, kimlerin günahını bağışlarsanız,
onlar bağışlanmış ve kimlerinkini alıkoyarsanız onların ki alıkonulmuş olur” ifadelerinde olduğu gibi Hz. İsa’dan
aldıklarına inanılır. Süryanilerde
ruhanilik Episkoposluk, Papazlık, Diyakosluk olmak üzere üçe ayrılır. Bu
sınıflar da kendi içinde şu şekilde rütbelere ayrılır.
1.2.3.1. Episkoposluk (Başrahiplik)
Episkoposluk,
papazlık ve diyakosluğun kendisine bağlı olduğu, kilisedeki en üst rütbedir.
Episkopos “gözetmen” anlamına gelen Yunanca kökenli bir isimdir. Kutsal
Kitap’ta ise episkopos, yaşlı ve ihtiyar anlamında kullanılmaktadır. Bir
metropolitan bölgede kiliseler üzerinde otorite sahibi olan rahiplere verilen
addır. Episkoposluk kendi arasında üçe ayrılır: Patrklik, catliklik
(mafiryanlık) ve metropolitlik.
Patriklik: Patrik,
topluluk başı veya başkanı anlamında Yunanca bir isimdir.
Episkoposların
ve metropolitlerin başıdır. Patrik ruhaniler arasından seçimle başa gelir. Patriğin rahipler zümresinden seçilmesi
zorunludur. V. yüzyılda patriklik unvanı, Antakya, Roma ve
İskenderiye gibi üç büyük elçisel kürsünün başkanlarına verilmiştir.
Patrik,
Süryani Ortodoks cemaatinde en yetkili ve sonrası olmayan makamdır.
Doğu
Hıristiyanları arasında Patrik ünvanının,
Roma Katolik Kilisesi’ndeki Papa kelimesinin karşılığı olarak kullanıldığını
ve onun temsil ettiği misyonu yüklendiğini söyleyebiliriz.
Süryani
Ortodoks Kilisesinin ilk patriği, Semun Petrus (Sen Piyer)’tur. Şimdiki
patrik “Antakya ve
Bütün Doğu’nun Elçisel
Kürsüsü Patriği” ve
bütün dünyadaki Süryani Ortodoks
Kilisesi’nin reisi 122.
Patrik olan Moran
İğnatiyos I. Zekka Ayvaz’dır
. Patriklik merkezi 1959 yılından beri Şam’dadır.
Catliklik
(Mafiryanlık): Catlik, genel anlamına gelen Yunanca bir kelimedir. Patriğin bir
astı, metropolitin bir üstüdür. Süryani Kilisesinde her zaman sadece bir tane
catlik (mafiryan) bulunur. Günümüzde, mafiryanlık görevi, Hindistan Süryani
Ortodoks Kilisesinin uhdesinde bulunmaktadır.
Metropolit: Episkoposların başı anlamında Yunanca kökenli
bir isimdir. Metropolit, belirli bir bölgedeki ruhani ve Süryanilerin dini
reisidir ve o bölgedeki ruhaniler tarafından seçilen bir rahiptir. Metropoliti patrik takdis eder. Eskiden metropolitler yalnızca büyük
şehirlerde (metropollerde) görev
yapmaktaydı. Fakat günümüzde –dul kaldıktan
sonra-papazlıktan metropolit kutsanmış olanlara, episkopos; rahiplikten
kutsanmışlara metropolit denilmektedir.
Türkiye’de
İstanbul, Tur Abdin ve Mardin Metropolitlikleri mevcuttur. İstanbul
Metropolitliği’nin merkezi, Tarlabaşı’ndaki Süryani Ortodoks Meryem Ana
Kilisesi, Tur Abdin Metropolitliğinin merkezi
Midyat’taki Deyrul Umur-Mor
Gabriyel Manastırı’dır. Tur Abdin Metropolitliği’ne İstanbul ve Ankara
çevrelerindeki kiliseler hariç, Türkiye’de ki bütün kiliseler bağlıdır.
1.2.3.2. Papazlık
Papaz
kelimesinin Süryanicesi Kaşişutho’dur ve ihtiyar anlamına gelmektedir.
Kutsal Kitapta papazlıktan
şöyle bahsedilir: “Kilise
topluluklarının her birine ihtiyarlar(yani papazlar) atadıktan
sonra, oruç tutarak dua ettiler.” . Ruhani okulunda İncili Şammas
rütbesine gelen bir
diyakos isterse ve
metropolit uygun görürse papaz(keşiş) tayin edilir. Papazlık
müessesesinin ilk rütbesi, episkoposluk ikinci ve son rütbesi, horepiskoposluk (başpapazlık)tur. Episkoposluktan horepiskoposluğa terfi yetkisi, metropolitin elindedir.
Bu
kategorilerde bulunabilmek için, Diyakosluk basamaklarından geçmiş olmak
gerekir.
Bekârlık-Çilekeşlik
Diyakosluk sürecinde evlenen kişinin
ulaşabileceği en son
ruhani rütbe papazlıktır. Diyakosluk
sürecinden geçip evlenmeyen kişi,
üstlerinin de uygun görmesiyle rahiplik görevini üstlenir.
Rahip olanlar, idari ve dini anlamda etkinliği güçlü olan diğer hiyerarşi
basamaklarına tırmanabilirler .
1.2.3.3. Diyakosluk
Diyakosluk,
kendi arasında beşe ayrılmaktadır.
Başdiyakos(Arhedyakno): Adından da anlaşılacağı üzere bütün
diyakosların başıdır. Bu basamakta bulunanlar kilise papazının birinci derecede
yardımcısıdır. Alt rütbedekilerin görevlerini belirler. Başdiyakos rütbesi alacak
kişide 25 yaşını bitirmiş ve kilise hizmetlerini en iyi şekilde kavramış olma
şartları aranır.
İncili
Diyakos:
Tanrısal
gizlerin gerçekleşmesinde ve duaların tamamlanmasında episkopos ve papazın
hizmetçisidir. İncili Diyakos 23 yaşını bitirmiş, kilise müzik kitabı ve kilise tarihini
öğrenmiş yardiyakoslardan seçilir. Episkoposun oluruyla kilisede hitap ve vaiz
görevini yapabilir.
Afodiyakon (Mürettip-Yardiyakos): Yarım diyakos anlamında Yunanca bir
kelimedir. İncili diyakosun
yardımcısıdır. 17 yaşını bitirmiş ve
kilise tarihini öğrenmiş okuyucu sınıfından seçilir. Ayin sırasında
ışıkların yakılması, ortamın tertip ve düzene sokulması işlerini yapar.
Okuyucu (Koruyo):
Tek vazifesi pazar günleri papazın İncil’den vereceği bölümleri
cemaatin huzurunda yüksek sesle okumaktır.
12 yaşını bitirmiş ve ilköğrenimini tamamlamış olması gerekir.
Mürettil(Mzamrono):
Ayin sırasında ilahilere eşlik eden güzel sesli ve makam bilgisi olan
kişilerdir. 10 yaşını bitirmiş, mihrabın hizmet kitabını, duaları ve gerekli
mezmurları ve Mesihsel öğrenimi almış olmaları gerekir.
S-79
SONUÇ
Süryani
kelimesi, hakkında çeşitli görüşler bulunmakla birlikte, çeşitli ırklara bağlı
olmalarına rağmen, bir Hıristiyan
mezhebi ve kilise yandaşlarının adı olarak kullanılmaktadır. Süryaniler,
günümüzde yaklaşık olarak beş milyon tahmin edilen nüfuslarıyla Türkiye,
Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail ve Hindistan’da yaşamaktadırlar.
Süryanilerin
dili, Süryanicedir. Hıristiyanlığın
kabul edilmesinden sonra Urfa’nın II. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığın önemli
bir merkezi haline gelmesiyle
önem
kazanan Süryanice, çok geçmeden Hıristiyanlık dünyası için Yunancadan sonra en
önemli dil konumunu kazanmış ve zamanla bölgenin bilim, kültür ve edebiyat dili
haline gelmiştir. Günümüzde Süryanilerin
yoğun olarak yaşadığı Mardin ve çevresindeki Süryanilerin günlük hayatta
konuştukları dile “Turoyo” adı verilmektedir.
Konuşulan
bu dil ile yazılı kaynaklarda önceleri kullanılan Süryanice birbirinden oldukça
farklıdır.
Günümüzde
Süryaniler Türkiye’de yoğun olarak Mardin il merkezi, ilçelerinde ve köylerinde
yaşamaktadırlar. Bunun yanı sıra
Diyarbakır, Hatay, Elazığ ve
Adıyaman’da
kiliseleri ve birkaç aile bulunmaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinden göç
edenlerin büyük bir bölümü (30 bin) İstanbul’dadır. Bu gün dört bine yakını Güneydoğu, 30
bin kadarı İstanbul’da
olmak üzere toplam
Türkiye genelindeki nüfusları 35
bin civarındadır.
Günümüz
Hıristiyan inancının doğuşu ve gelişmesindeki ilk tarihsel olaylarda
Antakya’nın özel bir yeri vardır. Antakya, Hıristiyanlığın Kudüs dışına
yayılmasından
sonra
bugünkü çehresine bürünmesinde etkin rol oynayan üç büyük merkezden (Roma,
İskenderiye ve Antakya) birisidir. Hatta Hıristiyanlığın ilk kilisesi olması
sebebiyle birincisi de denilebilir
Türkiye’deki
Süryaniler dini karakter yapıları itibarıyla üç grupta toplanabilir.
İlk
grup, patriklik merkezi Şam’da bulunan ve “Antakya Süryani Ortodoks
Patrikliği”ni ifade eden “Süryani Kadim Cemaati”dir. Bunların da İstanbul,
Turabdin ve Mardin’den oluşan üç Meropolitliği vardır. İstanbul Metropolitliği’nin merkezi İstanbul
olup, İstanbul ve Ankara bölgelerini kapsar. Turabdin Meropolitliği’nin merkezi
Midyat olup, Turabdin, İdil, ve
Nusaybin’le köylerini kapsamaktadır. Mardin Metropolitliği’nin merkezi ise Mardin
olup, Diyarbakır, Adıyaman,
Malatya ve Elazığ bölgelerini kapsamaktadır. İkinci grup, patrikliği
Beyrut’ta bulunan “Süryani Katolik Cemaati”dir.
Üçüncü
grup ise Protestanlığa geçen “Süryani Protestan Cemaati”dir.
Süryani
Ortodokslarında inanç ve ibadet esasları ile kilise teşkilatı kendine has bir
takım özellikler göstermektedir. Süryani Ortodoksları, inanç esasları
konusunda,
Tanrı’daki
üç sıfatı (Ataallah, Kelamallah, Ruhallah) ayrı ayrı mütalaa ederek bu üç
sıfatın bir cevherde toplandığını ve
bir birlik oluşturduğunu kabul
ederler. Süryani inancında meleklerin varlığı ve insanlara yaptıkları
yardımlar, delilleri ile birlikte Kutsal Kitapta ifade edilir. Süryani
geleneğine bağlı tüm kiliseler için geçerli (resmi) Kutsal Kitap formu ise,
eski ahit bölümü, doğrudan özgün İbranice metinden, yeni ahit bölümü de aynı
şekilde özgün Yunanca metinden çevrilen ve Pşitto olarak bilinen kitaptır.
Süryani Ortodoksları,
ölüm ve kıyamete, cennet
ve cehenneme, şeytanın
insanın düşmanı olduğuna ve
irade hürriyetine inanırlar.
Süryani Ortodoksları günahı
ise, Tanrı’nın emirlerine karşı gelmek olarak nitelendirirler
Süryani Ortodokslarında ibadet
de önemli bir
yer tutar.
İbadetler arasında namaz, oruç, ondalık, kutsal ve ziyaret
yer alır. Süryanilere göre namaz, inanan kişinin Tanrı’ya bir niyazı,
yalvarması ve duasıdır. Sabah, kuşluk, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve gece
yarısı namazı olmak üzere yedi vakittir. Süryanilerde oruçta önemli bir yer
tutar.
Şubat,
Mart, Nisan aylarında tutulan “büyük oruç”, Haziran başında perhiz olarak üç
gün tutulan “havariler orucu”,
İlkbaharda, Şubat ayında tutulan üç
günlük “ninova orucu”, Ağustos ayının
onundan on beşine kadar devam eden beş günlük “Meryem Ana orucu” ve İsa’nın doğuş bayramı olan “noel orucu”
olmak üzere çeşitli zorluk ve uzunlukta birçok oruç vardır.
Diğer
bir ibadet şekli de ondalık denilen ve kilisenin masraflarını karşılamak,
Allah’ın ve cemaatin hizmetine kendini vakfetmiş ruhani ve diğer müstahdemlerin
geçimini sağlamak üzere gönüllü olarak verilmesi gerekli olan yardım ve
hediyedir. Bir başka ibadet şeklide “Sourutho Kadişto” olarak adlandırılan
Kutsal Ziyaret’tir. Kutsal yeri ziyaret edene de kutsanmış
anlamında “Makedşoyo” denilir.
Süryani
Ortodokslarında kilise teşkilatı,
Episkoposluk, Papazlık, Diyakosluk olmak üzere üçe ayrılır. Episkoposluk,
papazlık ve diyakosluğun kendisine bağlı olduğu, kilisedeki en üst
rütbedir. Episkoposluk’da patriklik, catliklik (mafiryanlık) ve metropolitlik
şeklinde kendi arasında üçe ayrılır. Papazlık müessesesinin ilk rütbesi, episkoposluk
ikinci ve son rütbesi, horepiskoposluk (başpapazlık)tur. Episkoposluktan
horepiskoposluğa terfi yetkisi, metropolitin elindedir. Diyakozluk ise, kendi
arasında “Başdiyakos(Arhedyakno)”, “İncili
Diyakos”, “Afodiyakon (Mürettip-Yardiyakos)”, “Okuyucu (Koruyo)” ve
“Mürettil(Mzamrono)” olmak üzere beşe ayrılır.
Mardin
ve çevresindeki Süryaniler’in bu çevredeki kiliselerini içine alan bir
Metropolitlik merkezine kendilerinin verdiği isim Tur Abdin’dir. Buna göre Tur
Abdin,
Midyat
merkez olmak üzere Mardin ve Mardin’in bazı ilçelerini içine alan
bölgedir.
Mardin
ve çevresinde yaşayan Süryanilerin yaşantıları,
bazı özellikler göstermektedir. Süryanilerin örf ve adetleri daha çok
dini bir mahiyet taşır.
Özellikler
Süryanilerde
bayram anlayışı kutsallıkla iç içedir.
Bayram öncesi tutulan oruç ve perhizin ardından yapılan bayramlar
toplumda birlik ve beraberliği sağlayan önemli uygulamalardır. Oruç-bayram bağlantısı kilise ve din adamlarınca
iyi bir şekilde değerlendirilerek toplumun bütün kesimin katılımı sağlanır ve
arzu edilen birliktelik meydana gelir. Süryani bayramları, İsa’nın doğumundan
göklere çekilişine kadar olan olayları ve Meryem ve Kutsal Ruh ile ilgili
olayları konu edinen rabbani bayramlar ve kilise tarihinde önemli olan kişi ve
olayları anma şeklindeki rabbani olmayan bayramlardır.
Mardin
ve çevresinde yaşayan Süryanilerde evlilik, yararlı bir nesil yetiştirmek ve
müşterek yardım ile ailenin geçimini sağlamak üzere, erkek ve kadın arasında kurulan dini ve hukuki
bir bağ olarak görülür.
Evlenecek
kişiler arasında yakın akrabalık ilişkisi olmaması gerekir.
Süryaniler
arasında büyük bir dayanışma
vardır. Bu dayanışma neticesindedir ki, yaşadıkları
çevrelerde dilencilik yapan bir Süryani’ye rastlanmaz. Hiçbir
Süryani’nin işsiz kalmaması için
aralarında tedbir almışlardır. Süryani Kadim Vakfı, her kilisenin
masraflarını karşılamak ve o kilisede bulunan ruhanilerle birlikte yoksul ve
düşkünlerin geçimlerini karşılamak için kurulmuştur. Her kilisenin bir vakıf
yönetim kurulu vardır.
Süryaniler
ölümü, vücuttaki bütün hücrelerin canlılığını kaybederek, hücrelerin özünü
teşkil eden can ve ruhun bedenden ayrılması, dünyevi acıların bitiş noktası,
ebedi huzurun ve sonsuz hayatın başlangıcı olarak tarif ederler. Ölen kişi tek
parça bir kumaş ile kefenlenir ve yüzü açıkta kalacak şekilde, tabuta
yerleştirilir ve cenaze merasimi için kiliseye gidilir. Cenaze merasiminden
sonra ölen kişi ayakları Doğu yönünde olacak şekilde mezara konur. İlk toprağı
papaz, dualar eşliğinde serper. Ölen kişilerin anısına; ölüm
yıldönümlerinde, bayram günlerinde özel
anma, ayin ve mezarlık ziyaretleri yapılır.
Süryaniler
özellikle ince el sanatları, mimari ve mimari süslemeciliğinde başarılı olmuşlardır. İnce el sanatlarında kuyumculuk başta gelmektedir.
Bugün Mardin, Diyarbakır
kuyumcularının tamamı ve İstanbul kuyumcularının büyük çoğunluğunu oluşturmaktadırlar. Süryaniler,
Süryanilerden başkasını yanlarına çırak olarak almamaktadırlar.
Süryanilerde sanat, özellikle görsel sanatlar, el nakışı, basmacılık, yün ve
ipek halıcılık, bakırcılık, kilim
dokumacılığı, taş oymacılığı ve
telkaricilik alanlarında gelişmiştir.
Süryaniler, pek çok sanatta
başarılı oldukları gibi tarım ve bağcılıkta da başarılı idiler. Özellikle
Midyat ve Adıyaman bölgelerinde geniş bağlara sahiptiler. Bağcılığa önem vermeleri sonucunda
şarapçılıkta Süryaniler arasında gelişmiştir.
Mardin
ve çevresinde yaşayan Süryanilerin mabetleri de bu çalışmanın önemli bir
bölümünü oluşturur. Hıristiyanlıkta mabet kavramından kilise ve manastır
anlaşılır.
Kilise, ilk olarak Hıristiyan öğretisinde, bütün olarak Hıristiyanlar topluluğu ya da
Hıristiyanların oluşturduğu örgüt ya da kuruma verilen bir isimdir. Manastır
ise, kendi kendine yeterli bir dinsel topluluğun (keşişler ya da rahipler)
gereksinimlerine hizmet eden yapılar topluluğudur.
Mardin
merkez, merkeze bağlı köyler ile ilçeler ve onlara bağlı köyler de birçok
Süryani Ortodoks mabedi bulunmaktadır. Kayıtlardaki kilise ve manastır sayıları
gerçek rakamlardan çok daha fazladır. Bunun sebebi ise kilise ve manastır
yapıları içerisinde çok sayıda küçük
kilisenin bulunmasıdır. Küçük odacıklar, ayrı bir kilise olarak adlandırılmaktadır. Bu
nokta da dikkat çeken bir başka husus ise, Süryani cemaatinin azlığı sebebiyle
periyodik yapılan ibadetler ve törenler her defasında farklı kiliselerde
yapılmak suretiyle bu kilise ve manastırlar da işler durumda tutulmaya
çalışılmaktadır.
Mardin
merkez ve çevresinde, kayıtlara göre
birçok kilise ve manastır bulunmakla birlikte faal durumda olan ve dikkat çeken
kilise ve manastırlar, Kırklar
Kilisesi,
Deyrul-Zafaran Manastırı, Mor Gabriyel Manastırı, Meryem Ana Manastırı, Mor
Yakup Manastırı ve Mort Şimuni Kilisesi’dir.
83
Sonuç
olarak, Süryaniler tarih boyunca hiçbir
devlet kuramamışlardır. Her zaman bağlı
bulundukları devletin kanunlarına saygılı olmuşlar; asla ihanet etmemişlerdir (Yalan.2003
Gürcistan Azınlık Raporu-Ermeni, Yezidi Kürt göçleri-Bknz-A.Yavuz). Bu özelliklerinden
dolayı çok uzun yıllar Müslümanlar ve Süryaniler aynı topraklarda ve özellikle
de Mardin ili ve çevresinde kardeşçe yaşamışlardır. “”
Şimdi, Sabi, Süryani,
Yahudi, Hırsitiyanların “Totem” kültlerine de bakalım;
EŞEK KÜLTÜ
Eski Ahit: Mısır'dan Çıkış 13:13
"İlk doğan her sıpanın bedelini bir kuzuyla ödeyin.
Bedelini ödemezseniz, boynunu kırın.
Bütün ilk doğan erkek çocuklarınızın bedelini ödemelisiniz."
“Ey
Siyon kızı, sevinçle coş!
Sevinç
çığlıkları at, ey Yeruşalim kızı!
İşte kralın! Eşeğe, evet, sıpaya, Eşek yavrusuna
binmiş sana geliyor!”
Matta 21
İsa, dişi eşeğin sıpasının kendisine
getirilmesini istiyor… ...
Yeruşalim'e yaklaşıp Zeytin Dağı'nın yamacındaki Beytfaci Köyü'ne geldiklerinde
İsa, iki öğrencisini önden gönderdi. Onlara, "Karşınızdaki köye
gidin" dedi, "Hemen orada bağlı
bir dişi eşek ve yanında bir sıpa bulacaksınız. Onları çözüp bana getirin. Size bir şey diyen
olursa, 'Rab' bin bunlara ihtiyacı var,
hemen geri gönderecek' dersiniz." Bu olay, peygamber aracılığıyla
bildirilen şu söz yerine gelsin diye oldu: "Siyon kızına deyin ki, 'İşte,
alçakgönüllü Kralın, Eşeğe, evet
sıpaya, Eşek yavrusuna binmiş Sana geliyor.'"
Öğrenciler gidip İsa'nın kendilerine buyurduğu gibi yaptılar. Eşekle sıpayı getirip üzerlerine
giysilerini yaydılar, İsa sıpaya
bindi. Halkın büyük bir bölümü giysilerini yolun üzerine serdi.
Bazıları da ağaçlardan dal kesip yola seriyordu. Önden giden ve arkadan gelen
kalabalıklar şöyle bağırıyorlardı: "Davut Oğlu'na hozana! Rab'bin adıyla
gelene övgüler olsun, En yücelerde hozana!" İsa Yeruşalim'e girdiği zaman
bütün kent, "Bu kimdir?" diyerek çalkandı. Kalabalıklar, "Bu,
Celile'nin Nasıra Kenti'nden Peygamber
İsa'dır" diyordu.
( Matta 21)
Balam'ın
Eşeği
İncil: Say.22: 23
Eşek, yalın kılıç yolda
durmakta olan RAB'bin meleğini görünce, yoldan sapıp tarlaya girdi. Balam yola
döndürmek için eşeği dövdü.
Eşek RAB'bin meleğini görünce
duvara sıkıştı, Balam'ın ayağını ezdi. Balam eşeği yine dövdü.
Eşek RAB'bin meleğini
görünce, Balam'ın altında yıkıldı. Balam öfkelendi, değneğiyle eşeği dövdü.
Bunun üzerine RAB eşeği konuşturdu.
Eşek Balam'a, "Sana ne
yaptım ki, üç kez beni böyle dövdün?" diye sordu. Eşek, "Bugüne dek hep üzerine bindiğin eşek değil miyim ben?"
dedi, "Daha önce sana hiç böyle davrandım mı?"
Balam, "Hayır" diye
yanıtladı. Eşek beni gördü,
üç kez önümden saptı. Eğer yoldan sapmasaydı, seni öldürür, onu sağ
bırakırdım."
Saz
Kulübe-Çardak Kültü
Levililer
kitabına göre, Tanrı Musa’ya halka şunu emretmesini söyledi:
“Yedi
gün çardaklarda (Sukalarda) oturacaksınız, İsrail’de bütün yerliler
çardaklarında oturacaklar. İsrail oğullarını Mısır diyarından çıkardığım zaman,
onları çardaklarda oturttuğumu nesilleriniz bilsinler.” (Lev. 23:42-43).
Kurallar
ve adetler
Sukot
yedi günlük bir bayramdır. İlk günü özel dualar ve yemeklerle kutlanır. Diğer
günleri ise Hol Hamoed (festivalin hafta içi günleri) olarak bilinir. Yedinci
günü Hoshana Rabbah ( Büyük Hoşana) olarak adlandırılır ve kendine özgü
rituelleri vardır. İsrail dışında, ilk iki günü tamamen festival olarak
kutlanılır. Bütün hafta boyunca yemekler sukalarda yenir ve Ortodoks Yahudi
aileleri sukalarda uyur. Her gün Lulav ve Etrog ile dualar okunur.
Suka
inşa etmek
Suka'nın
duvarları herhangi bir maddeyle yapılabilir (tahta, bez, alüminyum cephe
kaplama ya da bez.) Duvarlar ortada tek durabilir ya da bir yapının yanında
yapılabilir. Tavan organik maddelerden yapılmalıdır (Skhakh) yapraklı ağaç
dalları ya da palmiye yaprakları gibi. Sukanın içini sallanan seyler dekore
etmek adettir.
(Yedi
tür. [3])
Özel
ibadetler
Sukot’taki
ibadetler arasında, Tevrat okumak, sabah ayininden sonra Musaf’ı okumak,
Hallel’i okumak ve Ana duaya özel eklemeler yapmak ve yemeklerden sonra şükran
duası etmek vardır. Buna ek olarak, ibadetlere 4 türün katıldığı ritüeller de
dâhildir. Lulav ve Etrog Şabat’ta sinagoga getirilmez.
Hoş’ana
raba
Sukot’un
yedinci günü, Hoş’ana Raba’dır (büyük yalvarış.) Bu günde, yedi tur
gerçekleşen, ayine katılanların ellerinde dört türle ve ek dualar okuduğu özel
ayinler gerçekleşir.
SÜRYANİ
İNTERNET SİTELERİNDEN TESPİTLERİM;
SÜRYANİLERİN
BİTMEYEN ÇİLESİ
EMİNİM kimileriniz son yılların
modasına uyup Sıla dizisinin popülerleştirdiği Mardin ve Midyat'a
gitmişinizdir. Ve bu en egzotik coğrafyamızın tarihsel, kültürel zenginlikleri
karşısında büyülenip dönmüşsünüzdür.
Eşe dosta aldığınız telkari broşları,
dünyanın en kadim manastırlarından Mor Gabriel önünde çektirdiğiniz
fotoğrafları gösterip Süryanilerin ev yapımı tatlı şaraplarını paylaşırken,
"Azınlıklarımız ne büyük de zenginlik katıyor" diyerek "Mutlaka
görün" tavsiyesinde bulunmuşsunuzdur.
Tabii birçoğunuzun belki bilmediği şu
ki, Süryaniler "Tur Abdin" dedikleri bu coğrafyada asırlar boyu
azınlık değildiler: 1915'te tıpkı
Ermeniler gibi büyük bir kıyıma uğradılar. Ekonomik göç ve Güneydoğu'daki
şiddet buna eklenince Tur Abdin'deki Süryanilerin sayısı 2500'e indi. Geriye
kalan bu minnacık, korunaksız cemaatin gitmemesi için (Lozan Antlaşması'nda
Süryanilere azınlık statüsü verilmedi) Mor Gabriel Manastırı'nın yürekli
metropoliti Timoteos Samuel Aktaş yıllardır mücadele veriyor. Ve bu
mücadelesine 2002 yılında iktidara taşınan AK Parti'den hayat öpücüğü geldi.
Hasretle andığımız "çıraklık" döneminde Avrupa Birliği'ne girme
hevesiyle reform rüzgârı estiren (ve bugünlerde Talatpaşa Bulvarı'na doğru
direksiyonu kıran) AK Parti, yıllarca kiliselerine bir tek çivi çakılmasına
izin verilmeyen Süryanilere bu yönde takdire şayan kolaylıklar sağladı.
Yurtdışında yaşayan Süryanilere "Memleket dönün" çağrısında bulundu.
Ve hükümetin sözüne güvenen Süryaniler azar azar köylerine dönüp yeni güzel
evler dikmeye başladı. Manastırda ise neşe dolu bir restorasyon furyası esti.
Taşlar temizlendi, freskler onarıldı, ağaçlar dikildi, bu evrensel mirasımız,
turizm broşürlerini süsleyen milli gururumuz pırıl pırıl hale getirildi.
Ancak Süryani baharı uzun sürmedi.
Süryanilerin arazilerini senelerce işgal eden civar köylüleri 2008 yılında
kadastro çalışmaları sürerken Mor Gabriel Manastırı'na dava açıp manastırın
sahip olduğu toprakların kendilerine ait olduğunu öne sürdüler. Aralarında köy muhtarlarının
da bulunduğu davacıların manastır aleyhinde sundukları "deliller" ise
tam bir komedi. Mesela 397 yılında kurulan manastırın bir caminin üzerine inşa
edildiğini ihbar ediyorlar (Süryaniler bu işi nasıl olduysa İslam dini henüz
doğmadan başarmışlar) ve "şüpheli" diye sıfatlandırdıkları Aktaş'ı
"irticai faaliyetler" yürütmekle suçluyorlar. Güler geçerdik ama ne
yazık ki 2009 yılında bu kez arazilere göz diken Hazine devreye girip manastır
aleyhinde bir dizi dava açtı.
Sizleri hukuki detaylara boğmadan
davalardan en önemlisini özetleyecek olursam: İhtilaf konusu 244 dönüm arazinin
vergilerini, 1936 yılı beyannamesi olarak bilinen ve gayrimüslimlerin bazı
taşınmazlarının kaydedildiği belge uyarınca ödediğini yine belgelerle
ispatlayan manastırı Midyat İdare Mahkemesi 2009 yılında haklı buldu. Hazine
ise manastırın sunduğu belgeleri "görmediğini" iddia edip davayı
Yargıtay'a taşıdı. Yargıtay Hazine lehinde karar verince manastır itiraz edip
"kayıp" belgeleri tekrar yollamış ama Yargıtay'ın "körlüğü"
sürmüş. Ve Yargıtay yine manastır aleyhinde nihai kararını verdi.
İç hukuk yolları tükendiğinde Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurulabilirken AİHM'de ceza rekoruna sahip
Türkiye bu süreci yavaşlatmak adına yeni bir itiraz mekanizması geliştirdi.
Bundan böyle AİHM'ye gidilmeden önce Anayasa Mahkemesi'ne itirazda bulunmak
gerekiyor. Sonucu ne olur bilinmez ama Süryanilerin bu manzara karşısında geri
dönüşlerinin durma noktasına gelmesi sürpriz sayılmaz.
Geçtiğimiz ay manastıra uğradığımda
metropolit sanki bu sonucu çoktan biliyormuş gibi, "Sanki bizleri buradan
topluca sürmek istiyorlar" demişti bana. Konuyu Erdoğan ve Cumhurbaşkanı
Gül ile ayrı ayrı görüşen Aktaş'ı dinlerken içim hüzünle doluyor.
Son yılarda Ermeni ve Kürtlerden
destek alan yurtdışındaki Süryani aktivistler, 1915'in kendileri açısından da
"soykırım" olarak tanınması için bir kampanya başlattılar. İsveç
parlamentosundan 2010 yılında bu yönde bir karar çıktı. Duyduğuma göre bu
çalışmalardan vazgeçmeleri için Aktaş gibi ruhani liderlerin telkinlerde
bulunması isteniyor. Yarım asırdır kendini tümüyle manastır ve Tur Abdin'deki
cemaatine adamış Aktaş'ı 92 yılından beri tanıyorum. Siyasete bulaşmamak için
elinden geleni yaptığını çok iyi biliyorum. Umarım manastırın toprakları daha
farklı bir kavganın, pazarlığın unsuru haline getirilmedi, getirilmez.
Kaynak: HABERTÜRK , Güncelleme Tarihi: 21 Kasım 2012
DERTLERİ
ANA DİLDE EĞİTİM Mİ DEVLET KURMAK MI?
SÜRYANİLERİN
EN BÜYÜK SORUNU ANADİLDE EĞİTİM
BDP’nin Süryani milletvekili Erol
Dora, Süryanilerin cumhuriyet tarihiyle birlikte ciddi bir asimilasyon
yaşadığını vurgulayarak, “Süryaniler, bu toprakların köklü sahipleridir. Ancak
Lozan’da belirlenmiş olan haklarımızı kullanamıyoruz. Okullarımız 1928’de
kapatıldı. Okul açmak istiyoruz ‘asli unsursunuz’ diyerek reddediyorlar"
dedi.
Kadim Mezopotamya topraklarında
filizlenen medeniyetlerin köklü toplumlarından Süryaniler. Bu toprakların en
eski halklarından olan Süryaniler ve Ortodoks Hristiyanlar için önemli bir yere
sahip Mor Gabriel Manastırı’na ait alandaki gayrimenkulların hazineye
aktarılması için 2008’den bu yana süren bir yargı süreci var. Bu süreç şu ana
kadar Süryanilerin aleyhine sonuçlandı. Ancak hukuk mücadelesini sürdüren
Süryanilerin, parlamentodaki temsilcisi olan BDP Mardin Milletvekili Erol Dora
ile M.S. 397 yılından bu yana ayakta kalan Mor Gabriel’i, Süryanilerin
tarihsel, kültürel ve sosyal yaşamları ile inançlarına dair gelişmeleri
konuştuk.
Öncelikle güncel bir konu olması sebebiyle
Mor Gabriel Manastırı’nı ele almak gerekirse 2008'den bu yana süren bir hukuk
süreci var. Buradan başlayalım.
1935’te gayrimüslimlerin vakıflarından
mal beyannamesi isteniyor. Müslüman vakıflardan da isteniyor tabi. Vakfınızın
ne kadar gayrimenkulu varsa bize bildirin deniyor. Bu 1936 beyannamesi olarak
geçiyor. Vakıf da açılan dava sürecinde o tarihte beyanname vermiştim,
dolayısıyla bu gayrimenkuller benimdir diyor ve belgeleri sunuyor. Beyannamede
bunlar gözüküyor. O yüzden hem mahkemede hem vakfın savunmasında geçiyor
bunlar. O tarihte bile bunların hepsini size beyan ettik diyor vakıf. Bunlar
gözüküyor. O tarihten sonra kesintisiz olarak bunların vergileri de ödendi.
Dolayısıyla bunlar vakfın gayrimenkulleridir. Yerel mahkeme vakıf lehine karar
verince hazinenin avukatları itiraz etti. Yargıtay’a gitti dosya. Yargıtay,
sizin iddia ettiğiniz vergi makbuzları ve beyanname bize ibraz edilmedi dosyada
yok, diyerek yerel mahkemenin kararını bozdu.
Vakıf da nasıl olmaz diyerek, gerekli
belgeleri Yargıtay’a iletti. Ve bunların Yargıtay’a nasıl ulaşmadığı ise muamma
konusu. Çalındı mı yoksa dosyanın içinden? Olmazsa yerel mahkeme nasıl böyle
karar verir? Hazine dava açtı ben de belgelerle ispatladım dedi vakıf.
‘KARAR GAYRİHUKUKİ’
Mahkemeye tüm belgeler verildi.
Yargıtay karar düzeltme aşamasında vergi ödendiğine ve mülkiyetin vakıfta
olduğuna dair belgelere rağmen aleyhte bir karar verdi. Bunu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Hazinenin avukatı Yargıtay’a temyiz
etti. Yargıtay kararı bozdu. Siz bu beyanname ve makbuzlardan bahsediyorsunuz
ama dosyada göremedim dedi. Vakıf ise nasıl göremezsiniz, kanıtladım dedi.
Fakat Yargıtay kararı bozup tekrar yerel mahkemeye gönderdi. Ancak Midyat’taki
mahkeme kararını tekrarlayarak, Süryaniler lehine bir kez daha karar verdi. Bu
kez Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gitti. Kurul bu kez “dediğiniz belgeleri de
göz önünde bulundurarak sizin lehinizde değişiklik yapma gereği bulmuyorum.
Bozma kararımı onuyorum” dedi.
Gerekçe olarak ise “vergi makbuzları
ve beyannamenin gayrimenkullara ait olup olmadığını kanıtlayamadınız” dediler.
Vakfın avukatları ise “1936 beyannamesi ve gayrimenkullara ait belgeler var”
diyerek kararı hukuk dışı bulduklarını söyledi.
Bunun üzerine gerekçeli karar yerel
mahkemeye gönderildi. Vakıf için karar düzeltme hakkı kapsamında yeni bir
savunma durumu vardı. Onu da geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdi. Müracaat
etmişler. Dosya şu an yerel mahkemededir. Yargıtay’a yeniden gelecek. Son karar
düzeltme yoluna da gidilmiştir. Süreç devam ediyor. Yine Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu bakacak. Onun için karar düzeltme yolunu kullandı vakıf. Dilekçeler
yerel mahkemeye verildi.
Peki bu kez de aleyhte bir karar
çıkarsa?
Yargıtay kararını onarsa iç hukuk
yolları tüketiliyor. Ancak geçtiğimiz yıllarda çıkan bir kanun var. O da Anayasa
Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı. Bu kanun da 23 Eylül’de yürürlüğe giriyor.
Kanun çoktan çıktı ama yürürlük tarihi budur. Artık iç hukuk yolları
tükendiğinde Anayasa Mahkemesi’ne gidilecek. Oraya gidilmeden AİHM’e
gidilmeyecek. Elensin diye birçok dava bu uygulamaya gidildi. Türkiye’nin genel
prestiji anlamında, hem de vatandaşın kendi ülkesinde hakkını alabilmesi
anlamında kabul edilmiştir. Şimdi Mor Gabriel davası 6 ay sonra sonuçlanırsa,
Yargıtay kararını yinelerse Anayasa Mahkemesi’ne gidecek vakıf.
Temmuz’dan itibaren imza kampanyası
başlatıldı. Siz bir siyasetçi olarak politik alanda nasıl mücadele
yürütüyorsunuz?
Aydınlar bir kampanya başlattı. Ben de
Süryaniyim ve o kampanyaya katılarak imza attım. Parlamentoda da siyasi anlamda
yanlış bir karar olduğunu söylüyoruz. Meclis’te de yaptığımız görüşmelerde de
dile getireceğiz. İç hukuk yolları da tükenirse AİHM’e gidilecektir. Tabi o
zamana kadar farklı bir çözüm olur mu olmaz mı bilinmez. Süreçleri beklememiz
gerekiyor. Kesinleşmiş kararı bekliyoruz.
‘TÜRKİYE VE OSMANLI YOKKEN MOR GABRİEL
VARDI’
Yargı sürecinde lehte kanıtlar
belgeleriyle sunulmasına rağmen aleyhte karar çıkmasını nasıl karşılıyorsunuz?
Sizce bu durum rutin bir gelişme mi yoksa siyasi olarak mı ele almak lazım?
Manastır 397’de kurulmuştur.
Gayrimüslimlere aittir. O zaman ne Osmanlı vardı ne Türkiye Cumhuriyeti. Zaten
bölgeyi incelediğinizde de Süryanilere aittir. Buradaki birçok yapı, miras
atalarımız Asurilerden kalan yapılardır. Süryaniler başka yerden mal
almamıştır. Kendi mülküdür. Dava haklı bir davadır. Vakıf mağdur olmuştur.
Aydınlar da buna reaksiyon göstermektedir. Ayrıca BDP’de takip ediyor.
Manastıra gidip orada Hasip Kaplan ile basın toplantısı yaptık. Her yıl
yaptığımız toplantıyı bu yıl Mardin’de gerçekleştirdik ve vekil
arkadaşlarımızla yine ziyaret ederek konunun takipçisi olacağımızın mesajını
verdik.
‘LOZAN’DA BELİRLENEN AZINLIK
HAKLARIMIZI KULLANAMIYORUZ’
Süryanilerin daha geriye gidecek
olursak yaşadığı sıkıntılar yine mevcut. 1928’e kadar Süryani okulları vardı.
Onlar kapatıldı. 1950’lerden sonra göç ettirildi. Bugün Mor Gabriel sorunu var.
Bu durum Süryanilerin inanç özgürlüğüne nasıl bir etki yaratır, siz bu
yaşananları nasıl ele alıyorsunuz?
Şimdi bu soru doğrultusunda Lozan
Antlaşması’ndan bahsetmek zorundayız. Çünkü gayrimüslimlerin statüsünü
düzenleyen uluslararası anlaşmadır. 1923’de imzalandı, Türkiye ve ilgili
devletler arasında. Gayrimüslimlerin statüsünü belirleyen bir bölüm vardır. Tüm
gayrimüslimler azınlıktır. Şu andaki fiili uygulamaya baktığımız da Yahudiler,
Ermeniler, Rumların okulları var ve anadillerinde eğitim görüyorlar. Süryaniler
de aynı haklara sahiptir. Ancak Süryaniler azınlık değilmiş gibi uygulama var.
Bu Lozan’a da aykırı bir uygulamadır. Azınlık olma kriteri TC vatandaşı olmak
ve Müslüman olmamaktır. Ki Süryaniler dünyanın ilk Hıristiyan halkıdır.
Biraz önce siz de ifade ettiniz.
Mardin’de 1928’e kadar pozitif bilimlere yönelik eğitim veren okulumuz vardı.
Ve verdiği diplomalardan bir tanesi de örnek olarak halen Kırklar Kilisesi’nde
duruyor. Lozan 1923’te imzalanıyor ama ancak 5 yıl varlığını sürdürüyor.
“Cemaat kendi müracaat etmiş ve okulu kendisi kapatmış” deniyor. Önemli olan o
zamanda orada Elazığ’da, Diyarbakır’da okulları var. En son kapatılan 1928’de
kapatıldı. Elazığ’daki vakfımız da kapatıldı ama yürütülen mücadele sonrası
yine açıldı. Kilise var. Malatya, Elazığ, Hakkari, Şırnak, Diyarbakır, Urfa,
Mardin, buralar Süryanilerin yoğun yaşadığı yerlerdi.
1915 ve sonraki tarihte azaldılar ve
Hakkari, Şırnak, Mardin ve Diyarbakır’da kaldılar. Ama onlar da peyderpey göç
ettiler. Şimdi Turabdin Bölgesi’nde, Mardin, Midyat ve Şırnak civarındadır.
1920’lerde Nasturi Patrikliği vardı. Nasturiler Süryanilerin bir mezhebidir.
Halen duruyor o patriklik. Yine hizmete açmaya çalışacağız. Çünkü orası bize
kalan bir miras.
Geçtiğimiz ay İstanbul’daki Süryani
Ortodoks Vakfı. ana okul açmak için müracaat etmiş. “Azınlık değilsiniz asli
unsursunuz” deyip talebi reddedilmiş. Lozan çerçevesinde bu hakların tanınması
gerekir. Bu karar Lozan’a aykırı ve uydurmadır. Geçersizdir. Bununla da
ilgileniyoruz. Vakıf başkanıyla da görüştüm. Evrensel insan hakları
mücadelesinde yanınızdayım dedim.
Türkiye’de tüm vatandaşlar asli
unsurdur. Anayasanın 10. maddesi tüm vatandaşları eşit görür. Asli tali unsur
olamaz. Tüm vatandaşlar asli unsurdur. Kürtler için de kullanılıyor, bunlar
yanlıştır. Bu mantalite yanlış. Bunu kullanan bürokrat kendi kafasına göre şunu
diyor; gayrimüsmler Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerdir. Bunlar asli unsur
değildir diyor. Bunlar tali unsur mudur? Hukuk ta ve vatandaşlıkta asli tali
unsur olamaz. Onu yorumlayan bürokrat bunlar gayrimüslim diyor. Bu farklı bir
algılama yaratıyor vatandaşlarda. 1974’te Yargıtay azınlıkları yabancı olarak
değerlendirdi. En yüksek yargı organı bunu dedi. Bu yanlıştır. Bu bağlamda
vakfa verilen yanıt “asli unsursunuz” demeleri gayrı hukukidir. Bu karardan
dönülmesi gerekir. Aynı zamanda sizin de vasıtanızla bunu buradan belirtelim.
‘HALKLARA YÖNELİK TASFİYE POLİTİKALARI
OKULLARI KAPATTIRDI’
Başvuru salt ana okul statüsü için
miydi?
Ana okuldan başlayıp orta ve liseye
gidilecekti. Bu düşünceyle müracaat edilmişti. Süryanilerin bu haklarını
kullanmamaları azınlık olmadıklarını göstermez. Ermeniler, Rumlar ve
Yahudilerin okulları var. Lise düzeyine kadar okulları var ama bir tek
İstanbul’dakiler ayakta kalmıştır. 1935’ten bu yana bu halklar tasfiye edildi.
İstanbul’dakiler ayakta durabildi. Sivas’ta, Elazığ’da vardı. Neden
Süryanilerin yoktu. 1928’e kadar vardı. Ama İstanbul’da okulları olmuş olsaydı
varlıklarını sürdürecekti. Hepsi kapandı. Ermenilerin de Rumların da
Yahudilerin de bir tek İstanbul’da kaldı.
Neden kalmadı bu okullar?
Öğrenciler kalmadı. Bu yüzden kendi
kendilerine kapattılar. Bazı Rum okullarında 5 öğrenci kalmıştır. Bir sınıfta
birkaç öğrenci kalmış. Böyle trajikomik durumdur. Otomatikman okul kapanıyor.
Öğrencisi olmayan bir okulu ayakta tutamazsınız. Devlet ben kapatıyorum dediği
için değil öğrenci kalmadığından.
O tarihten bugüne hiçbir müracaat
olmamış mı peki?
Hayır etmemişler. Süryanilerin nüfusu
azalmış. Kendi haklarını da bilmediğinden kullanamadılar. Yeni yeni haklarını
duyurmaya başladılar. Ancak bölgedekiler bilir. Tokatlılara sor, bilmez
Süryanileri. Parlamenterlere söylediğimizde tanımıyorlar. Anlatmak durumunda
kalıyoruz. Halklar birbirini tanıyamamış. Halklar birbirine yabancılaştırılmış.
Böyle bir rejim oluşturulmuş. AB süreciyle birlikte yine benim milletvekili
seçilmemle gelişti. BDP beni Süryani olarak davet etti. Daha da tanınmamıza
sebep oldu. Ayrıca son dönemde Süryani diasporası daha güçlü bir düzeye ulaştı.
İsveç parlamentosunda 6 vekil var. Mardin’den gidip orada okuyan insanlardır
bunlar. Almanya, İsviçre ve Amerika’da var. Oradaki bu gelişmeler buraya
yansıyor. Çünkü oraya gidenler buradan gidenlerdi.
‘CUMHURİYET TARİHİ BOYUNCA ÖZGÜRLÜKLER
OLMADI’
Süryaniler 1928’den bu yana yani
eğitim alanları kapandıktan sonra sosyal, kültürel hayatlarını ve inancını
nasıl sürdürdü?
Birçok etken var. Cumhuriyet tarihi
boyunca özgürlük yoktu. Türkiye’deki farklılıklar tasfiye edilmeye çalışıldı.
Ermeniler, Rumlar, önce gayrimüslimler. Sonra etnik gruplar. Lazlar, Çerkezler,
Kürtler. Dersim olayları niçin oldu? Birçok örnek verebiliriz. Kürtler
Dersim’den sonra sesini çıkaramadı 1970’lere kadar. Kendileri nasıl
sürdürebildiler, bilakis tasfiyeye yönelik uygulamalara maruz kaldılar. Türkçe
konuş diyorlardı.
Bahsettiğiniz dönem özellikle tek
partili CHP dönemidir ki, bu dönemde ciddi asimilasyon politikaları mevcuttu
Kürtlere, Lazlara yönelik. Bu asimilasyon politikaları tarihi belgelerle de
mevcut. yerleşim yerleri isimleri, insan isimlerinin ve günlük konuşulan dilin
Türkçeleştirilerek ırkçılık temelinde geliştirilen politikalar ciddi
boyutlardaydı.
Evet, asimile edildiler. Kalanlar
susturuldu. Kalanlar da gelecek göremedikleri için azala azala sembolik nüfusa
kaldılar. 25 bin Süryani kaldı. Süryaniler azınlık değil deniyor peki niye Mor
Gabriel Vakfı var. İstanbul’da Süryani Ortodoks Vakfı var. Azınlık olmayanların
vakfı değil. Ötekileştirilip tasfiye edilmeye çalışıldı. 1984’ten sonra en az
60 Süryani bölgede faili meçhul denilen ancak failleri belli cinayetlere kurban
gitti. Bu kişiler tanınmış doktor, müteahhit, işadamıydı. Çatışmalı süreçte bu
insanlar öldürüldü. Halen hiçbirinin faili bulunmadı. Bu Süryanilerin göçünü
hızlandırdı.
Biliyorsunuz Kopenhag kriterlerinden
biri de azınlık haklarıdır. AB sürecinde azınlık hakları gündeme gelmeye
başladı. Bilişim çağındayız ve bilgi ediniliyor. AB sürecinde Türkiye’de
insanların seslerini yükseltmeleri bakımından ilerleme oldu. Süryaniler biraz
daha işlenmeye başlandı basında. Belge Yayınları tarafından Süryaniler ve
tarihleriyle ilgili birçok kitap yayımlandı. Bu da daha tanınır bir duruma
getirdi.
‘EN BÜYÜK SORUNUMUZ OKULLARIMIZIN
OLMAYIŞI’
Okulları kapanan Süryanilerin anadilde
eğitim konusuna gelecek olursak..?
Ama en büyük sorun okullarımızın
olmayışı. Anadilde eğitim yapamıyor Süryaniler. Bu da azınlık haklarını
getiriyor gündeme. Türkiye’nin demokratik bir devlet olamamasından
kaynaklanıyor. Sadece Süryaniler değil, Kürtler, Ermeniler Çerkezler, tüm
halkların sorunu devam ediyor. Anadilde eğitim Kürtlerin en büyük talebi.
Lazlar ve Çerkezler de bunu istiyor. Şu an da BDP’de yer alıyorum. Osmanlı ve
Cumhuriyet tarihinde Süryaniler meclise giremedi. İlk kez BDP sayesinde meclise
girmiştir. Bunu da tarihe not olarak düşmek gerekiyor. Unutmamak gerekiyor
Süryaniler ve Türkiye açısından.
Anadilde eğitimin yapılamayışı,
okulların olmayışı asimilasyonu nasıl etkiledi?
Birçok Süryani, ben azınlık değilim
diyordu son yıllarda. Asimilasyonun etkisi var. İşine böyle geliyor. Hak arama
özgürlüğüne girmiyor. Yaşanan travmalar devam ediyor. Birçoğu da yeni yeni
kendine geliyor. İstanbul’da okul için başvuru yapılıyor ama “asli unsursun”
deniyor. Peki asli unsursak neden devletin hiçbir biriminde Süryani yok? Neden ilk
ve tek vekil benim? Bu nasıl asli unsur? Tabi bu süreçte Süryanilerdeki kendine
gelme durumunda BDP’nin etkisi de var. Aydınların da katkısı var. Özgürlüklere
eşit temelde bakan insanların da eksiklerin giderilmesinde pozitif katkıları
var. Bunlar Süryani halkını daha bilinçli bir hale getiriyor. Lozan’daki
hakları gereği eğitim hakları var. Bunları talep etme noktasında sesler daha da
yüksek çıkmaya başladı. Bu sürecin takipçisi olmaya çalışıp, taleplerimizi dile
getirip, savunuculuğunu yapacağız.
Kaynak: İbrahim AÇIKYER / ANF - ANKARA, Güncelleme Tarihi: 13 Eylül 2012
Hürriyet’in “Emine Erdoğan Süryani Ortodoks Manastırında
Mum Yaktı haberinden;
Cihan Haber Ajansının 31 Mart 2011
tarihli haberi;
“Suriye Süryani Ortodoks Patriği
Başbakan ile görüştü” başlıklı haberde,
Suriye Süryani Ortodoks Patriği İgnatiıus Zakka Iwas (Aygnetyus Zekki
Ayvaz okunur.) ile görüşmeden önce gazetecilerin fotoğraf çekmesine izin
verildiği ve yarım saat süren toplantı sonunda p0atriğin ayrıldığı belirtilmiş!
http://www.hristiyangazete.com/2011/03/suryani-ortodoks-patrigi-basbakan-ile-gorustu/#.UNNe4aB5dtk
Aynı
haberin “Mor Gabriele dokunma” kampanyası yürüten, Süryani internet sitesindeki
yorumundan bir alıntı;”… Süryani vatandaşların sorunlarıyla ilgili görüş alışverişi yapıldığı
bildirilen kabule, Iwas"ın yanı sıra Halep Süryani Metropoliti Yuhanna
İbrahim, Turabdin Metropoliti Timotheus Samuel Aktaş, Şam Patrik
Yardımcısı Mattos Nayis, İstanbul Ankara ve İzmir Süryani Metropoliti Yusuf
Çetin, Şam Patrik Sekreteri Matta Alkhouri ve İstanbul Süryani
Kilisesi Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Altınışık katıldı. Görüşmede
Süryaniler için büyük bir öneme sahip olan Mor Gabriel Manastırı ile
ilgili hukuki süreç konusunda görüşmeler yapıldığı öğrenildi.
|
Ignatius Zakka Iwas |
Kabulde, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, AK Parti Genel Başkan
Yardımcısı Ömer Çelik, Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala, Başbakan
Başdanışmanı Fuat Tanlay, Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem
de bulundu.
Süryani Patriği Ignatius Zakka Iwas ve beraberindekiler 31 Mart
Perşembe günü saat 17'00'de Türkiye Cumhurbaşkanı sayın Abdullah Gül ile de
görüşecek.
Kaynak ve Fotoğraf: İHA Ankara, Güncelleme Tarihi: 31 Mart 2011””
Süryani İnternet sitesinde,
Ortaöğretim kitaplarında Süryani isyanlarını konuların kitaplardan kaldırılması
için Milli Eğitim Bakanlığına yaptıkları çağrı;
Süryani
Dernekler Federasyonu / NEFRET SÖYLEMİ KİTAPLARDA HALA DURUYOR
“”Bilindiği gibi Türkiye’deki Süryani
kurumları olarak geçtiğimiz yıl, 2009 eğitim-öğretim yılında okutulan 10. sınıf
tarih ders kitabındaki Süryani halkına yönelik ırkçı ve kışkırtıcı ifadelerin
yanlışlığını ortaya koymuş ve bakanlıktan bu yanlışlığın giderilmesi talebinde
bulunmuştuk. Başta Sayın Milli Eğitim Bakanı Ömer DİNÇER olmak üzere birçok
devlet ve hükümet yetkilisi duyarlılığımızı yerinde görmüş ve yanlışlığın
ortadan kaldırılması hususunda çalışmalar yapacaklarını bildirdiler.
Keza, Milli Eğitim Bakanlığı, Talim ve
Terbiye Kurulu Başkanı sayın Prof. Dr. Emin KARİP imzasıyla gönderilen cevabi
yazıda, duyarlılığımızın haklı bulduğu belirtildikten sonra, gelecek eğitim
yılı 2012-2013 için hazırlanacak ders kitaplarında gerekli düzeltmelerin
yapılacağı açık bir şekilde dile getirildi. Hatta eğitim döneminin başlangıcı
öncesinde yapılan birçok açıklamada hazırlanacak eğitim müfredatında yer alacak
tarih ve din kitaplarının hazırlanmasında konunun uzmanlarına danışılacağı ve
birçok yerden yardım alınacağı dile getirilmiş ve bizlere de bu anlamda umut
verilmişti.
Ancak bugünlerde başlayan yeni eğitim
döneminde çocuklara dağıtılan 10. Sınıf tarih ders kitaplarına baktığımızda
verilen sözlerin yerine getirilmediğini üzülerek görmekteyiz. Çünkü değişiklik
yapıldığı iddia edilen bölümlerde; kelimelerde değişiklik yapılmakla birlikte
yaklaşım ve anlayışta Süryanilere hala “hain” ve “işbirlikçi” gözüyle
bakılmaktadır. Dolayısıyla geçmişte çocukların beynine yerleştirilmeye
çalışılan kin ve nefret tohumlarının günümüzde de ekilmeye çalışıldığına şahit
oluyoruz. Ki geçmişte yaratılan bu kin ve nefret tohumları ile büyüyen
nesiller, Süryanilere her türlü baskıyı reva görmüş ve kendi ülkelerinde
yaşamalarına izin vermemiştir.
TC Anayasası’nın eşitlik ilkesi, Sayın
Başbakan’ın, 13.05.2011 tarihli ve 27580 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5862
sayılı ve 12.05.2010 tarihli genelgesi, MEB Talim ve Terbiye Kurulu
Başkanlığı’nın 23.12.2012 tarihli mektubu ve yine Sayın Başbakan’ın, Hükümet’in
nefret suçuna yönelik olarak harekete geçeceğine ilişkin açıklamaları
ortadayken, devletin okullarında okutulan tarih ders kitaplarında bulunan bu
kin ve nefret söylemlerinin ne anlama geldiğini anlamakta zorlanıyoruz.
Bugüne kadar yapılan her türlü baskıya
rağmen, binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan ve yaşamı boyunca yarattığı
değerlerle insanlığa hizmet eden Süryanilerin, hayal mahsulü ve gerçek dışı bu
söylemlerle tanıtılmasını değerlerimize yapılmış bir hakaret olarak görüyor ve
kesinlikle kabul etmiyoruz. Bizler Başbakanın, hükümetin ve bakanların
söylediklerine inanmak istiyoruz. Bugüne kadar verilen sözlerin yerine
getirilmesini ve en kısa zamanda bu durumun düzeltilmesini istiyoruz.
Saygılarımızla
Kaynak: Süryani Dernekler Federasyonu “”
Süryanilerin Osmanlı’ya karşı
1567’lerde beri Gürcistan ve Yezidi Kürtler ile birlikte isyan ettikleri,
bunlardan 68.000’inin 1915-1917 arasında Enver paşa korkusundan Gürcistan’a
sığınmaları üzerine Batum’a yerleştirildikleri Avrupa Parlamentosuna 2033
yılında Gürcistan’ın verdiği “Gürcistan Azınlık Raporunda” yer almaktadır.
Türkçeye çevirip bloğuma koymuştum.
Huylu Huyundan Vazgeçmez;
Yukarıda alıntı yaptığım Süryani
internet sitesinde, yakında Abdullah Öcalan’ın talimatıyla son verilen sözde
açlık grevlerine Süryani cemaatinden destek haberi de var. Aynen veriyorum;
“” SÜRYANİLERDEN
AÇLIK GREVİNE DESTEK BİLDİRİSİ
Süryani Aydın ve Aktivistleri, en
temel ihtiyaçlarını özgürce kullanabilmek için 50 gündür açlık grevinde bulunan
tutuklular için bir destek bildirisi yayınladılar. Açlık grevinin artık 50’inci
günündeyiz. Bir çok hapishanede 700 kadar tutuklu insan süresiz,
dönüşümsüz açlık grevinde.
KCK davası nedeniyle tutuklanan
ve aralarında seçilmiş milletvekilleri ile belediye başkanlarınında bulunduğu
yaklaşık 700 tutuklu sanık, 12 Eylül’de süresiz-dönüşümsüz açlık grevine
başladılar. Yaşamı, onun uğrunda ölecek kadar seven bu onurlu insanlar,
bedenlerini ölüme yatırdılar. "İnsan olarak en temel hakları olan yaşam
haklarını, ölümle imtihan etmek zorunda bırakıldılar. Bu tutsaklar Türkiye’nin
utancıdır! insanlığın utancıdır"!
Tutukluların anadilde eğitim ve
anadilde savunma hakkını istemelerini ret etmek ve 14 ay boyunca Öcalan’a
tecrit uygulamasının kaldırılmasını inadına ret etmek, Anayasa’yı ihlal
etmektir ve suç işleyen iktidardır. Açlık grevleri ile istenen bu talepler ise
her insanın temel haklarıdır. Yapılan haksızlıklara dikkat çekmek amacıyla
başlatılan bu açlık grevlerine, özellikle Türkiye’de, Kürdistan’da, Avrupa’da
ve tüm dünyada seyirci kalınması da utanç vericidir! Açlık grevleri 50. gününe
yaklaşırken AKP hükümeti temelde ve Türkiye’nin diğer partileri genelde, BDP
dışında bu insani çığlığı duymamakta ve görmemezlikten gelmektedirler. Bu
aldırışsızlık ve bir faşizan bir tutumdur.
Yaşar Kemal’in “’Bugün insanların ölüm
pahasına talep ettikleri, demokrasilerde insan haklarının içindedir. Bir
kişinin açlık grevinde ölmesini izlemek acıların en büyüğüdür. Bu insanlığa
yakışmaz. Ölümler engellenemezse vebali hepimizin olacaktır” açıklamasına
sonuna kadar katılıyoruz.
Kürt siyasi tutukluların istekleri
derhal kabul edilsin.
Bu ülkede insanca yaşamak istiyorlar. İnsanlık istiyorlar. Ölümler olmadan bu
açlık grevlerinin son bulması için adım atmak insanlık görevidir.
Süryani Aydın ve Aktivistleri olarak, derhal çözüm istiyoruz, ölüm değil!
Bethnahrin Aydın ve Aktivistleri
Kenan Araz (Almanya)
İbrahim Seven (Almanya)
Jakop Gabriel (Turkiye)
Daniel Begic Masse (Türkiye)
Ferit Altunsu (Türkiye)
Shabo Boyacı (Türkiye)
Yakup Sohdo (İsviçre)
Adnan Challma Kulhan (Hollanda)
İsa Bakır
Cemil Konutgan
Besim Altundağ Barhe (ABD)
Morris Dal (Almanya
Bobil Brahim (İsveç)
Sait Arslanlar (Türkiye)
Fehmi Bargello (İsveç)
Gabriel Uygur (Holanda)
Gabro Ayaz (Almanya)
Turan Güloş (Hollanda)
Fikri Göksal (Almanya)
Hamurabi Beth Shammas Stayfo (Türkiye)
Nail Beth-kinne (Belçika)
Robert Rhawi (Holanda)
Suat Arslanlar (Hollanda)
Sabri Yıldız (İsveç)
Abut Can (Almanya)
Ferit Sağ (Almanya)
Yusuf Haddadoğlu (Avusturya)
Jan Beth sawoce (İsveç)
Meryem Kangus (Hollanda)
Abut Buğday (Türkiye)
Sanharip Gorgis (Hollanda)
Aminuel Rhawi Akbaş (İsviçre)
Soner önder (Hollanda)
Yusuf Dikmen Gauro (İsveç)
Dr. Yusuf Günay (Avusturya)
Yohan MackayRume (Hollanda)
Numan Ogur (Almanya)
İshak Gösteriş Adö
Abut Seven (Holanda)
Denho Ishak (İsveç)
Aslan Gabriel (Avusturya)
Cemal Jimmy Kesebir (İsveç)
Circis Grigo (Almanya)
George Aryo (Hollanda)
Güncelleme Tarihi: 31 Ekim 2012””
Rahibe Kıyafeti Tartışmalarına
Süryanilerden Tepki
|
Mardin Süryani kilisesi girişi |
Rahibe Kıyafeti Tartışmalarına Süryanilerden Tepki
Mardin, Midyat’taki Süryani Kültür Derneği ile Dünya Mıhellemi Birliği,
çarşaflıları rahibeye benzeten afişler ve ardından yaşanan tartışmalara tepki
gösterdi.
Süryani Kültür Derneği Başkanı Yuhanna Aktaş, Hıristiyanların Başbakan
Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından
aşağılandığını belirterek, iki lideri özür dilemeye çağırdı. Midyat Süryani
Kültür Derneği Başkanı Yuhanna Aktaş yazılı açıklamasında, rahibe kıyafetinin Hıristiyanlık için önemli bir değer
olduğunu belirterek, “Rahibe kıyafeti aşağılanacak bir kıyafet değil, aksine
başörtüsü kadar şerefli ve onur verici bir kıyafet. AKP ve Başbakan Diyarbakır
mitinginde ‘CHP, başörtüsünü rahibe kıyafetiyle özdeşleştiriyor’ diyerek
Hıristiyanlar için önemli bir değer olan dini bir kıyafeti küçümsemiş ve
aşağılamıştır. Oysa Başbakan bu ülkede yasayan azınlıkların sıkıntılarıyla
birebir ilgilendiğini bir çok yerde ifade etmiştir.”
Açıklamaya katılanlar, “Başörtüsü onurumuzdur”, “Tesettür kutsal bir
emirdir”, “CHP başörtülülerden özür dile”, “CHP rahibelerden özür dile”,
“Rahibeler Hz. Meryem’in varisleridir” yazılı dövizler taşıdı.
Süryani Kültür Derneği, Midyat / Dünya Mıhellemi
Birliği
Görüldüğü gibi Süryaniler, Osmanlı’nın
çöküşünde, Atatürk’ün devrimlerinin önlenmesinde, ardından öldürülmesinde ve
devletin azınlıklarca ele geçirilmesinde başrol oynamışlardır. Ama “Türk ve
Müslüman” kimliğinde yaptıkları için kimse, doğu Anadolu’nun Urfa’sında, Eruh’undaki
sayıları birkaç bini geçmeyen köylü, kasabalı, çilekeş Süryanileri
suçlamamıştır. Çünkü oradakiler gerçek kimlikleriyle kendi halleriyle
yaşıyorlardı.
Bu şeytan taktiği Yahudilerin de
değişmez taktiğidir. İsrail ateş olsa 2-3 milyon nüfusu ile kimseyi ürkütmez.
Ama 74.000.000’luk Türkiye’de ne kadar Yahudi var? Burası Yahudi
cumhuriyetidir. Ergenekoncu generallerin ağlama duvarındaki gözyaşı döken
görüntülerini hiç birisi yalanlamadı! Adlarımız bile Tevrat adlarıyla doldu.
Ya Amerika, Avrupa ve Asya, Afrika,
Avustralya kıtalarında “o toplumlara uymuş, onlar gibi yaşayanları ne kadardır?
Sabiler de şeytanlarına uyup, doğuda
bıraktıkları bir parça numunelik Süryani ile dikkat çekmediler ve hatta “mağduru”
oynadılar. Oysa şu an AKP ile “Yezidi Bizans’ı” kuruyorlar. Ülkemizde kaç
Süryani var?
Şeytan’ın soyu şeytanca iş yapar
anlayana. Anlamazsan çoook sorarsın “Hani dinde şu yoktu?” Diye.
Hey güzel insanım, o zaten seni
uyutuyor, mallığını anlamak için ille de ahıra mı bağlanman gerekiyor?
Artık istedikleri gibi açık, falso
verip havalarını da basıyorlar.
İşte bir örnek;
Geçmişteki Dersim Rum-Ermeni isyanları
yüzünden dedeleri Manisa’ya sürülmüş kripto Rumlardan olan Çemişkezekli Başbakan
yardımcısı Bülent Arınç bey bu konuda en rahat olanların başında gelmektedir.
Rahatlığının sebebi de on yıldır
gerçek kimliği deşifre edilmesine rağmen hala oy alabilmesinden mal milletin
ona güvenmesinden gelmektedir. Ben olsam ben de yaparım.
Daha iki gün önce, BDP milletvekili
bir hanımın anısını dinlediğini ve doğruluğunu teyit ettikten sonra “Ben olsam
onun yerine ben de dağa çıkardım” şeklinde ulusal yayın yapan Tv’lerde reyting
yapan beyanatını vermişti.
Adam şimdi de son olarak ne mi
yumurtlamış?
Pkk örgütünün İmrali sakini önderi
Abdullah Öcalan için;
“-O öğrenciliğinde namaz kılardı!”
demiş.
Face book’ta yorumlayan arkadaşlar
basmışlar;
“Hani dindar gençten terörist
çıkmazdı?”
Ben de şu yorumu ekleyiverdim.;
“- Yalan
değildir, Urfalı Ermeniler Süryani’dirler ve gerçekten namaz kılarlar. Abdullah
ta Süryanilerin Sabilerin kullandığı adlardandır. Müslüman olmamasına
rağmen Peygamberin babasının da adı Abdullah'tı. Kur'an tefsirlerinde en az
yirmi beş tane Sahabenin adının "Abdullah" ya da sonu “Allah” ile
biten bir o kadar daha ad olduğunu görürsünüz.
Abdullah
Öcalan adıyla soyadıyla dört dörtlük Ermeni’dir.
Süryanilerin
I. Abdullah ve II. Abdullah adlı iki tane metropolitleri/mezropları vardır.
Onları "Abdullah, Yusuf, Ziya, Hayrullah, Suceddin, Sadettin,
Alaeddin, Fahreddin, Şerafeddin, Feyzullah,
gibi adlarına bakıp Müslüman sanan salakların
bilgisizliği ortadadır. Bu adların tümü İslâm öncesi Arap adlarıdır.
Müslüm-gayrimüslüm bütün Araplar hala kullanırlar.
"MARDİN
VEÇEVRESİNDE SÜRYANİLER-Zeynep Gül Küçük" kitabını PDF forrmatında
indirirseniz oldukça geniş bilgiye sahip olacaksınız! Onları Müslümanlardan
ayırmak zordur! Boşuna mı yazıyoruz bunlar Süryani, Yezidi ve Beyt Şemeş
Yahudileri tayfalarıdır, hepsinin ortak kıyafetleri çarşaf-peçe ve
burkadır" diye! Adam onlara göre terörist değil, devlet kuran
"Atasüryani; Ataermeni" dir.
Adamlar,
"Dindar ve kindar(Öcalan) gençlik" diyorlar.
Ama
asla "DİNDAR MÜSLÜMAN GENÇLİK; DİNDAR MÜSLÜMAN TÜRK GENÇLİĞİ"
demiyorlar. Kelimelerin büyüsüne kapılıp eriyorsunuz. Bunlara Müslüman ve Türk
dedikçe onlara güç veriyorsunuz. Siz gene bildiğinizi okuyunuz.”
Bu
yorum da son sözüm oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.