Sayın hocamızın bu yazısını severek okuyacağınıza inandığım için aldım.Umarım yararlanan olur.Keykubat.
Hepimiz koyunuz!
deniz.ulke@aksam.com.tr
Bu vatan hainlerine Türk ve Müslüman olduğu veya anti emperyalist olduğu halde KAHRAMAN diyenler başka ne olabilir ki? |
Bağırıp çağırıp durmayın sağda solda. Biz ne Hrant Dink’iz, ne Ogün Samast’ız; çünkü hepimiz koyunuz. Üstelik de iyice semirmiş, yağlanmış cinsinden. Sofraya servis edilmeye hazır bir vaziyette kaderimizi bekliyor, nereye derlerse oraya doğru sürükleniyor; otlanıyor, meleşiyor, toslaşıp duruyoruz. Önümüz uçurumsa uçurum, aldıran yok. Herkes birbirine bağırıp duruyor. En milliyetçisi, en küreselcisi, en devletçisi, en laikçisi, en ırkçısı herkes aynı sürüye girmiş bulunuyor. Kimin gerçekte neci olduğunu keşfetmekse artık imkansız. Hepimiz aynı uçuruma doğru koşuşturduğumuza göre, kimlik tespitine de gerek yok zaten. Varsın sürünün ardından “nasıl bilirdiniz” diye sorduklarında, “biraz kimliksiz, kişiliksiz bilirdik” desinler.
Buna razıyım da, benim korkum “akılsız bilirdik, akılsız” diye dalga geçmeleri. Ve ilave etmeleri; “cennet diye sunulan mekanı cehenneme dönüştürdüler; kardeş diye gönderileni düşmana döndürdüler; bereket diye sunulanı kıtlığa çevirdiler; tüm sevgileri nefrete, öfkeye dönüştürdüler. Yüzeyi kıvrımlı bozuk bir ayna gibi kendilerine görünen her şeyi, bozup yozlaştırıp geri yansıttılar. İşte bu yüzden olanlara müstehaktılar.” Böyle derler mi ardımızdan bilmiyorum ama doğrusu uçurumdan yuvarlanmaktan çok bundan korkuyorum. Tarihte onurlu ama akılsız milletlere yer olmadığını biliyorum. Çoban köpeklerinin, kurtların maskarası olmaktan çekiniyorum.
Ve biliyorum ki bir ülkede yöneticiler, yönetmek ve yönlendirmek işlevlerini bir kenara bırakıp kendilerini genel akışa bırakırlarsa, geniş kitleye liderlik edecek bir mekanizma kalmaz. Seçilmiş siyasal elitler karar almak; geniş kitlelere yön veren kavramlar, ideolojiler üretmek; varolan ideolojileri şekillendirmek; temsil ettikleri ülkenin uluslararası varlığını ve etkinliğini garanti altına almak; dünya dengelerini ve sistemik değişimleri yakından takip ederek uygun pozisyonu belirlemek durumundadırlar. Bunu yaparken de kişisel tercihlerini değil, doğru tutumları öncelikli kılmak zorundadırlar. Zira siyasetle meşguliyet bir bağımlılık ilişkisidir. Özgürlük alanı sınırlıdır.
Halkın tepkileri önemlidir, ama en demokratik ülkelerde bile tek belirleyici değildir. Demokratik sistemlerde halk istediğini seçebilir, ama seçilen kişi istediği siyaseti tercih edemez. Siyaset, akil adamların işidir. Siyesetçiyseniz en sevmediğiniz ülke ile anlaşma yapmak zorunda kalabilir, faizin haram olduğunu düşünseniz bile kapitalist ekonomik sisteme entegere olabilmek adına her gün yeni faiz oranları açıklayabilir, gayet ırkçı bir kişiliğe sahip olsanız da eşitliği savunabilir, en öfkelendiğiniz siyasi parti lideriyle ittifak yapabilirsiniz. Siyaset kişiselliği barındırmaz. Zira çobanın derdi asla kendisi olamaz, öncelik sürünün selametidir.
“İnsanlar kendilerine liderlik edecek birilerini bulamadıkları zaman ne yaparlar?” diye sormayın. Cevabı hepimiz biliyoruz. Kuzu postuna bürünmüş tilkiler, sürünün arasına girip “derin sürü”yü oluştururlar. Kitleye diledikleri gibi yön verip, tepkileri şekillendirirler. Her gün yeni bir yalan haber üretip kötü kurtlara, vahşi köpeklere karşı uyarılar yapar, sonra korkudan şaşkına dönmüş koyunların itaatini sağlarlar. Önce çoban güvenilmez kılınır, sonra sürüdeki kara gözlü kuzu düşmandan sayılır. Sonrası ise koşmaca, toslamaca belki de uçurumdan yuvarlanmaca!
Oysa geniş kitlenin bütün bu korku, ürküntü hallerinin dışına çıkıldığında son derece uyumlu bir karakteri vardır. Farklılıklar renklendirir, zenginlik katar, ruh verir. Yöneticiler bu uyumun bozulmamasının garantisi olmalıdırlar. “Akil devlet” sürünün kontrolünü ele almazsa, derinlikler çukurlaşır, uçurumlaşır. Biz de karanlıkta yalnız yürüyen insanlar misali bağırıp dururuz, “hepimiz koyunuz, kuzuyuz” diye. Üstelik de özünde mertlikten değil, korkudan!
29.3.2008