Çilecilik (Asceticism)
|
Yatağı Çivili Tahta olan "Çileci" bir Hint Fakiri |
Asceticism
Grek dilinde “ἄσκησις, áskēsis,” uygulama veya eğitim anlamına
gelir.
“Ascetic” zamiri eski Grek dilinde tecrübe, eğitim ve uygulama
“askesis” teriminden gelir. Ruhani veya
dini amaçlara ulaşmak için kişinin kendi isteğiyle çeşitli dünyevi arzularından
kendisini alıkoyma karakterine dayalı yaşam şeklini tanımlamaktadır.
Hıristiyanlıkta “askesis”(çilecilik) kökleri antik çağ filozoflarının
uygulamalarına dayanır.
Çilecilik Hıristiyan Manastır yaşamının ayrılmaz bir parçası olduğundan
dolayı yazımıza konu edilmiştir.
|
İnanna |
Şimdi İnanna’nın “The
Thunder and Perfect Mind- Gök Gürültüsü ve Mükemmel Akıl” ilahi metnini işleyen
yazar, Elizabeth Cunningham, İnanna’nın sözlerinin mistik yorumunu yaparken
alenen “İnanna’ya Tapınmaya ve kültünü kısmen de olsa yaşamaya davet ediyor
sanki? Okuyalım;
“En azından batı dünyasında bu gün yerlerini belirtmek istemediğim tanrıça
ibadetinin bütün karanlığının yakınında tespit edilenler hakkında çok sayıda
teoriler vardır. Dikkat çekmek istediğim o (her ne ve kimse (kadın) ) tekrar
ortaya çıkan/zuhur eden olarak görünmektedir. Dağılmış olan arketiplerinin
(örnek numunelerinin) bir araya toplanma zamanıdır. Onun en azından Roma
Katolikleri arasında bâkire anne görünümünde tamamen ortadan kaybolmamıştır.
Amerika ve İngiltere’nin öne çıkan Protestan kültürlerinde tanrıçanın kokusunun
yokluğu ile geç Galler prensesi gibi bir kadının trajik pohpohlanmasını merak
etmemek elimden gelmiyor. İnanıyorum ki bireysel ve ortak ruhumuzun sırasıyla,
sadece kutsal bâkireye ya da bedeninden ayrılmış ilahi akla da değil, ama bir
kutsal orospu, “şefkatli fahişe” gibi ilahi bir dişiye ihtiyacımız vardır.
Bu gün, (bazılarımızın isteyebileceğine rağmen) kutsal fahişeliğin
uygulanabileceği tapınakları tanrıçalar için inşa etmemiz pek olası, kullanışlı
görünmemektedir. Fakat kutsal fahişenin örnek tipini daha renkli bir ortama
koyarak içinde onu kucaklamaya başlayabiliriz.
Hatta kendimizi, kültürümüzü, kendisini Harimtu olarak tanıtan İnanna’nın
torunları olan, geçinmek için çalışan fahişeler üzerine yönelterek
sınayabiliriz…”
Sümer, Babil, Asur, İran, Mısır, Arap,
Grek, Hint dinlerinin temel ibadet şekli olan “Tapınak fahişeliği” ülkeye
bereket ve bolluk vermesi için tapınakta “tanrı ile ilişkiye giren rahibe,
rahip” kültüne dayalıdır. Zamanla tarnının yerini kral-rahibe ilişkisi almış.
Dinlere gore tanrılar bu dünyadan ayrıldıktan sonra da tabancılarla ilişkiye
giren kutsal kadınlar ve erkeklerin barındırıldığı bu tapınaklar bir tür dini
genel eve dönmüşlerdir.
Romalılar döneminde Serapis, Hermetizm ve
Hırisityanlık ile son şeklini almış ve Hırisityanlıkta “Manastır Rahipliği ve
rahibeliği, İslam’da hiç olmamasına ragmen peygamberin arkasından Yezidi Kureyş
iktidarları özellikle Halife Yezid dönemlerinde “Tekke Fakirliği, Dervişliği”
şeklinde Kabul görmüştür.
Yahudilik dahil Tevrat’ta üreyen
Hıristiyanlık ve İslam dinlerinin Roma, Bizans ve İslam imparatorluğu
dönemlerinde kılıç, ağır vergi gibi her türlü zorlamalara ragmen bu dinler
içinde farklı tarikatlar kurarak “o dindenmiş gibi” yapan mezhepler ve
tarikatlar ile Sabilik, Mecusilik ve Yezidilik bir şekilde “dönmüş” gibi
yaptıysa da bu dinlerden çok küçük bir azınlık her zaman “değişmeden” kalmayı
başarmıştır.
En eskilerinden olan Sabileri kısaca görelim;
Sabiler
hakkında geçmişin filozoflarından bazı tespitler;
|
Fırat nehrinde vaftiz (suya daldırılan) olan Sabiler.
|
Ali El
Mesudi,(Irak-896-957) Harran
Sabileri, Yunanlıların avam (aşağı halk) tabakasıdır. Felsefeleri,
Mütekaddimun felsefesinin (Sünni-Selefi) haşeviye (Allah’a eş koşan) kısmı
olduğunu söylemektedir.
İslam Ansiklopedisi yazarı Carra De Vaux, makalesinde, Sabi adının “s-b” kökünden geldiğini ve “suya daldırma-vaftiz” anlamına
geldiğini yazmıştır.
Ebu Bekir El Kassas,(İ.S.980),”Kendilerine Sabi adı veren, Süryani dili
konuşan, Harran bölgesinde yaşayan bir grup vardır ki hiçbir peygamberi kabul
etmez, Allah’ın hiçbir kitabına
inanmaz, kitap ehli değil, putperesttirler. Kestikleri yenmez,
kadınları ile nikâh edilmez” demektedir.
Ay görününce oruca başlanması ve izleyen ayın başında bitmesi geleneği, İslamiyet’ten önce Sabiler arasında
görülmektedir.
Muhammed öncesi Hicaz Arapları da ay kültü dine
sahiptiler. Diğer dinlerin tersine, Araplarda ay, erkek, güneş dişiydi.”
Filistin
Kıptilerinde İnanna/İştar/ Aşera Tapınak Fahişeliği Kültü ve Allah;
“Universite des ciences Humaines de Strasbourg” Strasbourg Üniversitesi İnsan Bilimleri, Din
ve Tarih Araştırmaları bölümünden Fransız yazar Jacques E. Menard’ın internette
yayınlanan “Les Textes de Nag Hammadi” Nag Hammadi Metinleri adlı kitabının
102. sayfasında Sabilerin ve Sabilikten etkilenen Kenan/Filistin, Lübnan
bölgesi ve İsa’nın memleketi Nasıra Yahudilerinin dini inançlarında “Tapınak
Fahişeliği kültü” hakkında şu tespitlerini Türkçemize çevirdim;
“Korkunç Büyük Ana’nın olumsuz görüntüleri, insanları
sıklıkla günaha teşvik eden, kışkırtan, Mandean (Harran Sabileri) ayinlerini
yapacak yaşamın elçilerini engellemek için stratejiler geliştiren, yedi
gezegenin annesi dişi şeytan Ruha ’ya atfedilmiştir.
Mandean edebiyatında Ruha’nın esas tabiatın bazı
kıvılcımlarını hala koruyan ruh ve dünyanın ışığına ait olduğunu kanıtlayan
bazı paragraflar vardır.
“Universite des ciences Humaines de Strasbourg” Strasbourg Üniversitesi İnsan Bilimleri, Din
ve Tarih Araştırmaları bölümünden Fransız yazar Jacques E. Menard’ın internette
yayınlanan “Les Textes de Nag Hammadi” Nag Hammadi Metinleri adlı kitabının
102. sayfasında Sabilerin ve Sabilikten etkilenen Kenan/Filistin, Lübnan bölgesi
ve İsa’nın memleketi Nasıra Yahudilerinin dini inançlarında “Tapınak Fahişeliği
kültü” hakkında şu tespitlerini Türkçemize çevirdim;
Mandeanların (Harran Irak Sabileri) Kutsal Dua
Kitaplarında yaşamın açıklanmasına Ruha’ nın, kendisini cennetten kovan babası
Allah’a tepkisini okuyoruz;
Değişiklik, uydurma iddiası olmasın diye metnin
İngilizcesini de koydum;
Spirit
(Ruha) lifted up her voice
She cried aloud and said “My Father, my father,
Why didst thou creat me? My God My God.
My
ALLAH, why hast thou set me afar off
And cut me off and left me in the depths of the
earthg
And in the nether glooms of darkness
So that I have strenght to rise up thither?
Türkçesi;
Ruh
(Ruha) sesini yükseltti
Yüksek sesle bağırdı ve “ Babam, Babam”,
Beni neden yarattın? Tanrım, tanrım,
Allah’ım, beni uzaklara neden sürdün
Beni mahrum ettin ve yeryüzünün derinliklerine
bıraktın
Ve karanlığın en alt karanlığına
Oraya çıkmaya gücüm olmasın diye?
*Not=Evliya Çelebi’nin
Seyahatnamesinde vet digger Osmanlı kaynaklarında Urfa adı geçmez. Urfa yerine Ruha veya Roha Sancağı adı geçmektedir. Ahmet Nezihi Turan
tarafından Kültür Bakanlığı Yayınları arasında çıkan "XVI.Yüzyılda RUHA (Urfa) Sancağı" adlı kitaba baktığınızda Urfa'nın Sabilerin merkezlerinden
birisi olduğunu ve okuduğunuz kaynağın boş olmadığını göreceksiniz! Bu delil
sayesinde Sabilerin şeytanının babasının da "Allah (El Lah) olduğunu
öğrenmiş oldunuz! http://e-magaza.ttk.org.tr/switch.php?file=ProductInfo&cat_id=82&product_id=3329
Ruha, Gnostik Kabalizmin Shechina (Şekina) ve
Sofya’sı gibi, ışığın krallığından mahrum edilmiş ve bu dünyaya sürülmüş
olduğunu mükemmel olarak biliyordu. Bu Yahudi Aklının tahminlerinin çelişikliği,
duygu karmaşası olarak da görünmektedir.
Ruha aynı zamanda, Bronte’deki Sofya’nın aziz ve fahişe
olması, Simonyalı Gnostik Sofya’nın “Kutsal Ruh ve Orospu olması
gibi Kutsal Ruh ve fahişe olarak da anılıyordu.”
Ruha’nın bu yakarışı bize Kürt Yezidi kutsal Kitabı
Mushaf-ı Reş’in tanrısı cehennemde çektiği cezasından sonra bağışlanmış şeytan
Ezd, Ezdi, Ezda, Yezid, Tavus’u, Zerdüşt’ün Ehriman’ını, Haz. İsa’yı (Kutsal
ruh-oğul-kuzu İsa teslisi), Kuran’ın kovulmuş şeytanını hatırlatmaktadır ama
burada geçen “Allah” adı ise İsa’nın babası Kutsal Ruh’u işaret
etmektedir.
Önceki tespitlerimde de yazdığı gibi Harran Sabiliği
Sümer, Akad, Babil dinlerinden doğmuştur. Ondan da Mitracılık, Zerdüştlük,
Yahudilik, Hermetizm, Serapis dini, Hıristiyanlık ve İslamiyet doğmuştur.
|
Sabi köylüleri (Nasıralılar) |
Burada dikkat edilmesi gerek önemli nokta geçmişin
büyük dünya devletlerinin kralları, imparatorları kendi milletleri için
yaptıkları yeni dinleri halklarına dayatırken haliyle Sabilere de dayattılar.
Babillerin yıkılışlarından sonra Asur ve Pers
medeniyetleri Sabileri ve Yahudileri değişikliklere zorladılar.
Yukarıda verdiğim Tevrat 2. Krallar Kitabı Bölüm 33’ün 3,5,6.
Ayetlerinde geçen Yahudi Krallarının “gök cisimlerine tapmaları, çocuklarını
putlara kurban etmeleri, kutsal fahişe kültü” bu dayatmaları bize
göstermektedir.
Grekler M.Ö.4.yy ile M.Ö.1.yy. arasında kendi dini
kavramlarını bu kavimlere dayattılar ve Sabiler dâhil eski Pers İmparatorluğu
coğrafyasındaki bütün kavimler az çok Grekleştirildi.
Özellikle Harran ve Irak Sabileri çoğunlukla
Greklerin halk tabakası ile kardeş oldular.
Greklerin ardından gelen Roma, Serapis Dinini
özellikle Hıristiyanlığın yerleşmeye başladığı M.S. VI.yy. a kadar dayattılar.
Bu dayatmayı Hıristiyanlık ve İslamiyet takip etti.
Böylece yeryüzünde “ilahi” kabul edilebilecek gerçek
doğru din kalmadı. Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların bütün dini ibadet ve
ayin şekillerini Sabilerde bulmak mümkündür. Bu yüzden din ve tarih
araştırmacılarının yoğun ilgisi doğal olarak Sabilik üzerinde toplanmaktadır.
Ay Tanrısı Kültünde İnanna’nın
Yeri;
|
Bereket tanrıçası İnanna |
Enlil’in Zina/Tecavüz
ilişkisinden doğan Ay Tanrısı Sin’in Kızı Tanrıça İnanna Kendisini Tanıtıyor;
Yukarıda “İnanna” bahsinde dikkatinizi muhakkak ki çekmiştir. İnanna hem
göklerin ve yerin kutsal fahişesidir. Hal böyleyken de her daim “bakiredir.”
Milattan sonra III.yüzyıllara ait olan bu kısa risale, Mısır’da Nag Hammadi
kütüphanesine 1945 yılkında bulundu. Bilim insanı George MacRae bu risalenin adını “The Thunder and Perfect
Mind” yani (Gök Gürültüsü ve Mükemmel Akıl)
koydu. MacRae bu belgenin sınıflandırılmasını zor olduğunu ancak ne Hıristiyan
ne Gnostik (Sabi, Mecusi, Zerdüşt, Mitracılık) ne de Yahudi dönemlerine aitti.
Bunlardan çok daha eskiydi demektedir.
İnanna
Güç tarafından gönderildim
Ve üstüme yansıyana geldim,
Üzerime bakınız, siz benden yansıyansınız,
Ve işitenler işitin beni.
Kendinize götürmek için beni bekliyorsunuz
Ve beni görüşünüzden uzak tutmayınız.
Ben ilk ve sonum,
Ben onurlandırılan ve aşağılananım.
Ben fahişe ve kutsal olanım…
Ben anlaşılabilir sessizliğim,
Ve sıklıkla hatırlanan düşünceyim.
Ben çoğaltılmış olanın sesiyim,
Ve çok yerde ortaya çıkan sözüm.
Ben adımın telaffuzuyum…
İlk ve son olduğum için,
Onurlandırılmış ve kutsanmış biriyim
Ben fahişe ve kutsal olanım,
Ben karı ve bakireyim,
Ben (anne) ve kızıyım,
Ben annemin azalarıyım,
Ben anlaşılabilir sessizliğim,
Ve hatıraları sık
sık beliren fikirim,
Ben çok çalınan ses, görüntüsü çok olan sözüm,
Ben, “gök gürültüsü ve mükemmel akıl” olan adımın
söylenişiyim. “The Thunder and Perfect Mind” dan alıntıdır. Nag Hammadi
Kütüphanesinden.
Her
Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman’ın bilmesi gereken şudur; Böyle rüyalar gören, vahiyler söyleyen,
Cifr/Kabala ilmiyle uğraşıp bağlar bağlayanların Yahudi, Grek Tevratında cezası
“yakılarak ölüm”dür.
Kur’anda
da buna bir itiraz yoktur ve büyücülük, bağcılık, muskacılık ayetlerle
yasaktır. Hatta bunları görenlerin bildirdikleri doğru çıksa bile” Der Tevrat.
Hermes Dini, Romalılar döneminde resmileşmiş, başlangıçta çöl cinlerine
tapınan Hicaz Kabile dini olan İslâm felsefesini geliştirmeye karar veren
Abbasiler döneminde Hermes dini ve Aristo Mantığı, “İdris peygamber’in dini”
olarak kabul edilerek felsefi değerleri,
VIII. yüzyıl Bağdat İslam Üniversitesinde İslâm tasavvuf kültürünün esaslarını
belirler hale getirilmiştir.
Evliya Çelebi (Seyehatname C-4,S-642,prg-4) Tebriz ziyaretinde, Tebriz
Han’ının İbşir Paşa olayıyla ilgili sorusuna cevap verirken “Aristo’yu anar ve
başka yerlerde de sıklıkla bunu tekrar eder;
“…Eğer Hanım bu aciz kulundan İbşir’in katlediliş sebebini öğrenmek
isterse, hikmet dersini ARİSTO’dan,
şifa haberini de Lokman’dan dinlesinler!...” cümlesi buna örnektir.
İslâm’a Büyük İskender’in öğretmeni Aristo felsefesi ve Roma Hermetizm’ini
sokmanın önemine dikkat ediniz. Demek ki bu tarihe kadar İslâm sadece “kılıçla
kabul ettirilmiş” sıradan bir kabile diniydi dersek hata etmemiş oluruz. Hatta
“İslâm Grekleştirilmiş (Yunan), değiştirilmiştir” demek te mümkündür.
Mitolojiden
Hıristiyanlık Dönemine Filozoflar Arasında Kadın Düşmanlıkları;
Kökenleri Tevrat, İncil ve Kur’an öncesi
çağlara ait “Çilecilik” geleneğine sadık filozofların kadınlara bakışlarını
okuyarak çileciliğin ne olduğunu, II.Bayezit zamanında Endülüs’ten getirilen ve
günümüz Bulgaristan Rusçuk’a 1492’lerde yerleştirilen Seferad Yahudilerinden olan, 1911’de İngiltere, 1912’de Avusturya
Viyana’ya yerleşmiş olan bu yüzden Almanca dilinde eserler veren araştırmacı
yazar Elias Canett’inin (1905-Rusçuk-1994-Zürih) 26 yaşında yayınladığı ve
1935’de Nazilerce yasaklanan “Körleşme-Die Blendung”
adlı romanından yapılmış derlemelerde
görelim; (Hayatı
hakkında bilgiler; “http://www.kirjasto.sci.fi/ecanetti.htm”)
Buddha'nın , Konfüçyüs'ün , Homeros'un , Aziz Thomas'ın kadın düşmanlığı
nereden gelmektedir ?
Aklı başında sınıfına dahil ettiğimiz Entelektüel kesimin kadınlardan
duydukları bu nefretin, kaçışın gerçek nedenleri nelerdir ?
Buddha'nın dediği gibi cidden "aptal mahlukatlar mı" ? veya Aziz
Thomas'ın söylediği gibi "hızla yayılıp büyüyen yabani otlar" mıdır
?
Tarih boyunca ezilip hakir görülen, "İnsan sınıfı"na
dahil edilmeyen kadınlar hakkında, söylenenler, söylediklerini belgeleyenler...
Elias Canetti Körleşme kitabında ayrıntıları ile değiniyor bu konuya.. Meraklısı
içinde bir derleme yaptık..
(Karakutu.com)
....
"Öyle sanıyorum ki, kadınların önemini abartıyorsun", dedi, "Onları
aşırı ciddiye alıyorsun ve insan yerine koyuyorsun. Ben ise
kadınlara geçiçi bir kötülük gözüyle bakıyorum. Bu bakımdan bazı böcek
türlerinin durumu bizden iyi. Bir ya da bir kaç ana, bütün bir kovanı,
bütün bir türü dünyaya getiriyor. Öteki hayvanlar ise gelişmeden kalıyor.
Termitlerin alışkın olduklarından daha yoğun bir birlikte yaşama biçimi
düşünülebilir mi? Böyle bir kovan, ne denli korkunç bir cinsel uyaranlar birikimi
taşırdı-tabii hayvanlar, cinselliklerine sahip olsalardı! Ama cinsellikleri
yok, buna ilişkin içgüdüleri de en alt düzeye indirgenmiş durumda. Ve onlar, bu
denli az olandan bile korkuyorlar. İçinde binlerce ve binlerce hayvanın
görünüşte anlamsız biçimde ölüp gittikleri oğul ya da sürüyü ben, kovanın
içerdiği cinsellik birikiminden bir kurtuluş olarak görüyorum. Bu hayvanlar,
çoğunluğu aşkın yol açacağı karışıklıklardan korumak için, kitlelerinin küçük
bir bölümünü kurban ediyorlar.
Çünkü içinde aşka bir kez izin verilirse tüm kovan yıkılır gider. Bir termitler
kolonisindeki sefahat aleminden daha etkileyici bir tasarım canlandıramıyorum
kafamda. Böyle bir durumda hayvanlar, ne olduklarını unuturlar; dev bir
anımsama eylemi, onları boyunduruğu altına almış ve bağnaz bir bütünün
parçalarına dönüştürmüştür. Artık her biri kendi için var olmak ister; bu
içlerinden yüzünde ya da bininde başlar, sonra çılgınlık, onların çılgınlığı,
kitle çılgınlığı, giderek genişler. Nöbetçiler, geçitlerdeki yerlerinden ayrılırlar;
bütün koloni, mutsuz bir aşkın yalazlarıyla kavrulur. Cinsiyetleri
bulunmadığından çiftleşemezler. (s510)
(...)
- Aşk diye bir şey yoktur. Olmayan bir şeyin de yeri ne doldurulabilir ne de
doldurulamaz. Aynı kesinlikle kadın diye bir şey yoktur, diyebilmeyi isterdim.
Termitler bizi ilgilendirmez. Orada kadınlar yüzünden acı çeken var mı?
Onun için biz insanlarda kalalım. Dişi örümceklerin, zayıf yaratıklar olan
erkek örümcekleri kötüye kullandıktan sonra kafalarını koparmaları, yalnızca
dişi sivrisineklerin kan emmeleri burada konumuz dışında. Erkek arılar arasında
kraliçe uğruna yapılan savaş, bir barbarlıktan başka bir şey değildir. Erkek
arılara gerek yoksa neden yetiştiriliyorlar? Yararlıysalar, o zaman neden
öldürülüyorlar? Ben, tüm hayvanların en acımasızı ve en çirkini olan örümceği,
kadınlığın simgesi sayıyorum. Örümceğin ağı, güneşte zehirli ve mavi parıltılar
saçar. (s511-512)
(...)
Gerçek büyük düşünürler, kadının değersiz bir yaratık olduğuna inanmışlardır. Konfüçyüs’ün
konuşmalarını araştır bir kez; gerek günlük yaşamın konuları, gerekse
günlük yaşamın sınırlarını aşan konular üzerine belki bin görüş ve yargı
vardır; ama bak bakalım, kadınları uzaktan yakından ilgilendiren bir tek cümle
bulabilir misin! Suskunluğun ustası, kadınlar üzerine susar ve konuyu böyle
geçiştirir. Biçim kurallarının aynı zamanda içerik açısından da bir değer
taşıdığına inanmasına karşın, ölen kadınların arkasından, matem tutulmasını
bile uygunsuz ve rahatsız edici bulur. Konfüçyüs çok genç evlenmişti. Bunu da
inandığından ve aşık olduğu için değil, ama törelerin gereğini yerine getirmek
için yapmıştı. Karısı uzun süren bir evlilik yaşamından sonra öldü. Oğlu,
ölünün başında yüksek sesle yakınmaya başladı. Ağladı, kendini yerden yere attı
ve bu kadın, bir rastlantı sonucu annesi olduğu için, yerini hiçbir şeyin
dolduramayacağını sandı. Bunun üzerine Konfüçyüs, üzüldüğü için, oğlunu sert
sözlerle azarladı. İşte, erkek diye buna denir. (s512)
(...)
Buda’nın en sevdiği öğrencisi olan Ananda, bir defasında, Buda’ya şu soruyu
sormuştu:
"Yüce efendim, kadınların toplantılara katılamamaları, ticaret
yapamamaları ve ekmeklerini kendi uğraşlarıyla kazanamamaları nedendir, söyler
misiniz?"
- Kadınlar, hemen öfkelenirler, Ananda! Kadınlar, kıskançtır, Ananda! Kadınlar
aptaldır Ananda! İşte Ananda! Kadınların toplantılara katılamamaları,
ticaret yapamamaları ve ekmeklerini kendi uğraşlarıyla kazanamamaları
bundandır.
Kadınlar, tarikata girmek için yalvarmışlardı. Buda’nın öğrencileri de onların
yanını tutmuşlardı. Ama Buda, uzun süre onlara karşı koydu. On yıllar sonra,
yufka yürekliliğinin ve acıma duygusunun tutsağı olarak kendi doğru
düşüncelerine karşı çıktı; rahibeler için bir tarikat kurdu.
Rahibeler için kurmuş olduğu sekiz katı kuralın ilki şöyleydi: "Bir
rahibe, tarikata girişinin üzerinden, isterse yüzyıl geçmiş olsun, henüz o gün
tarikata girmiş bir rahiple bile karşılaşsa, onu saygıyla selamlamak, önünde
ayağa kalkmak, ellerini kavuşturmak ve onu gerektiği gibi onurlandırmak
zorundadır. Rahibe, bu kurala saygı göstermek, uymak, kutsal saymak ve yaşamı
boyunca karşı gelmemek yükümü altındadır.
Bunun gibi, rahibelerden kesinlikle kutsal saymalarının istendiği yedinci
kural da şöyledir: "Bir rahibe, hiçbir koşul altında, bir rahibi
aşağılayıcı davranışlarda bulunamaz ve onu azarlayamaz. "
Sekizinci kural: "Bugünden başlamak üzere, rahibelere erkekler
karşısında konuşma yolu kapanmıştır. Ama rahiplere, rahibeler karşısında
konuşma yolu açıktır." (s513)
(...)
Bir ağaç kadar sert,
Nehirler gibi kıvrımlı,
Bir kadın kadar kötü,
Bunca kötü ve aptal.
Der, Hintlilerin en eski özdeyişlerinden biri. Dile getirilmek istenen konunun
korkunçluğu karşısında, özdeyişlerin çoğu gibi bu da sertlikten kaçınan bir
özdeyiş. Ama Hindistan halkının duyguları açısından iyi bir gösterge! (s514)
(...)
Ölüm, evliliğe son verir, ölümün yaptığını, ben yapmak hakkına sahip değil
miyim? Nedir ki ölüm dedikleri. İşlevlerin durması, bir olumsuzluk, bir
hiçlik. Böyle bir hiçliği mi beklemeliydin. Dirençli, yaşlanmış bir bedenin
keyfini mi beklemeliydin.
Çalışmasına, yaşamasına, kitaplarına, kast edildiği zaman, kim eli kolu bağlı
bekler. O kadından nefret ediyorum. Şimdi de ediyorum. Ölmüş olmasına karşın
nefret ediyorum. Nefret etmeye hakkım var. Bütün kadınların nefreti hakkettiklerini
kanıtlayacağım sana. (s517)
(...)
Homeros, kadınlar hakkında bizden çok şey biliyordu. Biz görenlerin, o kör
ozandan ders almamız gerek.
Afrodite’in ihanetini anımsa. Topalladığı için, Hephaistos’u beğenmez. Kiminle
aldatır Hephaistos’u? Demirci Hephaistos’ta bulamadığı tüm güzellikleri
taşıyan, ozan ve Hephaistos gibi bir sanatçı olan Apollon’la mı? Tüm yeraltının
sahibi olan karanlık Hades’le mi? Denizlere fırtınaları yollayan, güçlü ve
öfkeli Poseidon’la mı? Onun, denizlerinden doğma olduğu için, Poseidon’la
mı aldatması uygun düşerdi, peki kiminle? Yoksa kadınlarınki de dâhil olmak
üzere, tüm hilelerden anlayan, kurnazlığı ve beceriksizliği karşısında,
kendisinin, yani bir aşk tanrıçasının bile geri çekilmek zorunda olduğu
Hermes’le mi? Hayır, Afrodit, kafasının boşluğunu bir sürü adale ile dolduran,
kızıl saçlı bir budalayı, Yunanistan’daki paralı askerlerin tanrısı olan Ares’i
yeğler. Akıl diye bir şey yoktur Ares’te. Yalnız yumruklarına güvenir. Kabalığı
sınırsızdır. Ama sınırlı bir kafanın somut örneğidir. (s519-520)
(...)
Karısı tarafından öldürülen, yeraltı dünyasında artık salt donuk, mavi bir
gölge gibi var olan Agamemnon’un, Odyseus’a söyledikleri, bence Homeros’un,
bize bırakmış olduğu en değerli ve en özgün mirastır:
Sen de ders al bundan,
Yumuşak olma karına,
Güvenip ona açma tekmil düşüncelerini,
Ara sıra açıl ona,
Ara sıra fikrini sakla,
Çok gizli yanaştır gemini, sevgili baba toprağına,
Görünme kimseye sakın, güven olmaz, kadın milletine.
Acımasızlık, Yunan tanrıçalarının başlıca özelliklerinden biridir. Tanrılar ise
daha bir insana yakındır. Hera’nın korkunç öfkesinin kurbanı olan, Herakles
kadar, acımasızca işkence görmüş ve amansızca izlenmiş bir başka yaratık daha
var mıdır şu yeryüzünde. (s522)
(...)
Kleopatra, kız kardeşini öldürtür “-her kadın, her kadınla savaşır zaten”,
sonra Antonius’u aldatır “-her kadın, her erkeği aldatır”. Kleopatra,
Antonius’u ve Roma’nın Asya’daki eyaletlerini kendi lüksü uğruna kullanır -her
kadın, lükse duyduğu aşk uğruna yaşar ve ölür. Kleopatra, Antonius’a, daha ilk
tehlike anında ihanet eder. Onu, kendini yakacağına inandırır. Bu arada
Antonius, kendini öldürür. Kleopatra kendini yakmaz. Ama kendisine yakışan bir
matem giysisini hemencecik buluvermiştir.
Bu giysiyi, Oktavianus’u yakalamak için yem olarak kullanacaktır. Gel gelelim,
Oktavianus, ona bakmayıp, gözlerini yere dikecek denli akıllıdır. Kleopatra’yı
hiç görmemiş olduğunu bahse girerim.
Genç ve kurnaz Oktavianus’un üzerinde zırhı vardı. Yoksa Kleopatra, teniyle
sonuç almayı dener ve öte yandan Antonius, son nefesini verirken, bedenini
Oktavianus’un bedenine yapıştırırdı. Ama Oktavianus denen o muhteşem insan,
tenini zırhıyla, gözlerini de bakışlarını yere dikerek korur. Kleopatra’nın onu
yalnızca burnundan yararlanarak ele geçirmesi ise olanaksızdı. Oktavianus,
burnuna güveniyordu. Büyük bir olasılıkla koku alma duyusu iyi gelişmemişti.
Erkek, evet erkek diye ona derler. Ona nasıl hayranım bir bilsen. Kleopatra’ya
Sezar bile yenildi de o yenilmedi. (s527-528)
(...)
Akino’lu Aziz Thomas "Kadın hızla büyüyüp, yayılan yabani otlar
gibidir. Eksik gelişmiş bir insandır." demişti. Bedeni ise, değersiz
olduğu ve doğa bu nedenle fazla ilgilenmediği için, erken gelişir. Ya ilk
modern komünest olarak değerlendirilebilecek Thomas Morus. Ütopya’da
yaşayanlara ilişkin, evlilik yasalarına nerede yer vermişti? Köleliğe ve
suçlara ayırdığı bölümde! (s.528-529) “”
Temeli kadın düşmanlığına ve
dünyevi zevk ve heveslerden feragat etmeye dayanan, Çilecilik hakkında yapılan
bu derlemeleri şimdi de dinlerin içinde görelim;
Hindularda Çilecilik;
|
Çileci Hintli |
Hindu dini kitabı Rig Veda çilecileri “uzun saçlı çilecilier” olan
“kesinler”, “Sessiz olanlar” anlamına gelen “Muni” ler olarak ayırır. (Muni,
Munis Türkçede “uysal, uyumlu, sessiz” kişileri tanımlamakta kullanılır.)
Kesinler, Gandarvalar, Rudvalar, Vayu’nun arkadaşlarıdır.
Sanyasa, Hindi dininde dört yaşam halinden birisidir. Bagavad Gita’da
Krişna “Sanyasa’yı” aşağıdaki gibi tanımlar;
Maddi arzular üzerine kurulu faaliyetleri terk etmek, büyü bilgiye sahip
insanların hayatın düzeninden vaz geçme çağrılarıyla olur. Bütün yaşama
çabalarını bırakmak aklın feragat etmeye çağırmasıdır (Tiyaga).
Rig Veda’da “tapas” terimi arzuların yakılması demektir.
Zaman içinde sözün suiistimallerini önlemek için “sessiz kalmak” Hindu
çilecilerin uygulamalarıdır. (Söylenilen sözlerin farklı yorumlanarak kötü
olaylara neden olmasını önlemek için susmayı tercih ederler.) Hintli çileciler,
kendileri gibi başka çilecilerde ormanda yaşamayı tercih ederler. Bu yüzden bunlara
“Dağ Dervişleri” de denilir. Bunların yıkanmayan, keçeleşmiş saçlarla dolaşıp
ızdırap çekmek için ayaklarına zincir bağlayıp gezenlerine Vayragiler,
Jangamalar denilir. Sarevralar başlarını traş edenler, yogiler de yoga
yapanlardır.
Bekârlık teriminin karşılığı “Brahmacharya” dır ve “ilahi yaşama
adanmışlık” anlamına gelir. Yoga rahipleri arasında “bekârlık/celibacy”
rahipleri tanımlamak için kullanılırıdı. Veda edebiyatında Srimad Bagavatam”
her varlığın maddi yaşam koşullarından sıyrılmasını emretmektedir. Sapık bir
öğreti olarak kabul edilir.
|
Sekiz bıyıklı Çileci rahip |
Bu inançta olanların;
Kadınları düşünmesi,
Cinsel yaşam hakkında konuşmaları,
Kadınlarla oynaşmaları,
Kadınlara iştahla bakmaları,
Kadınlarla sıkı fıkı konuşmaları, nişanlanmaya veya cinsel ilişkiye karar
vermeleri,
Cinsel ilişki işini yapmaları,
Cinsel yaşam ayarlamaları kesinlikle yapılmamalıdır.
Cincilerde (Jainist) Çilecilik;
En eski dinlerden olan Cincilik dininde çileciliğin en eski ve zor
uygulamalarına rastlamak mümkündür. Cinciler, oruç, yoga uygulamaları, çok zor
duruşları içeren yoga hareketleri ile öteki kısıtlamaları içermektedir. Bir
cinci çilecinin en yüksek amacı “doğum, ölüm ve yeniden doğum çemberinden
kurtulma haline verdikleri ad” olan Mokşa olmaktır. Bunu gerçekleştirebilmeleri
için ruhun her türlü düşkünlük/zafiyetten arınmış olması gerekir.
Bu arınmaya ulaşabilmek için de beş temel ilkeye bağlı kalırlar;
1- Ahimsa- Tecavüz
yok anlamındadır ve her varlığı incitecek tavır ve davranışlardan kaçınmayı
gerektirir. Gözümüzle göremediğimiz varlıkların bile incitilmelerini önlemek
için çeşitli önlemleri vardır. Bir, söz, bir bakış bile bazen tecavüz sayılır.
2- Satya- Gerçek
demektir. Yalan yasaktır. Doğrucu olmayı şart koşar.
3- Asteya “Çalma”
hırsızlık amaçlı olmasa bile hak edilmeyen veya başkasına ait olan bir şeyi
sahibinden habersiz almayı yasaklar.
4- Brahmakarya
iffet, temizlik, Namusluluk demektir.
5- Aparigraha,
bağlanmama-düşkün olamama halidir. Hiçbir şeye bağlanmamayı, düşkün olmamayı
şart koşar, Zenginlik, cinsellik, lüks yaşam vb. yanında değersiz de olan
şeylere bağlılığı ve düşkünlüğü de yasaklar. Cinci Digambara (Göğü giyinenler)
keşişleri çırılçıplak yaşarlar ancak kadın keşişler giyinmelidirler.
Kadın ve erkek keşişler köyden köye gezerler ve insanlara yardım ederler.
Yollarda ayaklarına böcekler musallat olursa onları incitmemek için dururlar ve
kurtuluncaya kadar beklerler veya geri dönerler.
Öteki cinciler, İslam’da Hacda giyilen ve cennet elbisesi de olduğu
belirtilen Hulle denilen ikiye katlanır dikişsiz kumaşlardan elbiseler
giyerler. İpek kullanmazlar. Et, süt gibi hayvansal ürünleri tüketmezler.
Budacılarda Çilecilik;
Budacılık Dini, Sidarta Gautama Budha (M.Ö.563-483) tarafından VI. yy.da
kuruldu. Hint Pali dilinde Sidharttha Gotama “ruhani öğretmen” ve “Buddha-Buda”
ise “ilk uyanan, ilk aydınlanan, uyanmış olan” demektir Şâkyamuni “Sakyaların (Buda’nın kabilesinin adı) bilgesi”
de denilir. Öğretileri de Hint yarımadasından dışarıya taşmıştır. Şramana
dinlerinde bulunan aşırı çileciliği çekilebilir hale getirmiştir. Doğum tarihi
kesin olarak bilinmemekteyse de 20.yy araştırmacıları yukarıda verdiğimiz tarih
aralıklarında yaşadığında hem fikir olmuşlardır.
Hindu dininde tanrı Vişnu’nun 10 Avatar’ından (Gökten inen/ düşmüşler)
birisi olarak yorumlanmıştır. Moğol Tatarı Ahmedi Kadıyani’nin İngiliz Mason
rahipleri yardımıyla çıkardığı 19.yy. sapık dini Kadıyanilik’te (İslami tarikat
sayılır) peygamber, aynı dönemde gene aynı güçlerin tesiriyle çıkartılan
Bahahilik dini de onun Tanrı olduğunu kabul etmişlerdir. Çinli Budacılar ise
Bahai’den daha insaflı davranarak Lao Tzu’nun reenkarne hali olduğunu
savunmuşlardır.
Aşırı çileciliğin şartlarının Buda tarafından yumuşatılmasıyla Therevadin
felsefesi doğmuştur. Terevadin felsefesinin farklı yorumlarına göre farklı
çilecilik şekilleri olduğu gibi orta yönü de vardır.
Terevadin uygulayıcıları olan erkek keşiş “Bikku”, çileci rahibelere
“Bikkuni” lerin yaşamlarının tarif edildiği Vinaya Pitaka’da ne ağır
kısıtlamalara ne de zevk düşkünlüğüne varacak şekilde tarif edilmmiştir.
Yaşamları tarif edilirken, yiyecek, su, giyecek için kumaşlar, sağlıklı
yaşamak, emniyette olmak ve hastalandığında bakılabilmek için barınakların
keşişler ve rahibeler için yeterli olduğu şeklinde tanımlanmıştır.
Manastıra
kapanan çileciler bunu kendi istekleriyle yapmalı ve bundan dünyevi beklentiler
ummamalıdırlar, rahip ve rahibelerin yönlendirmelerine uymalıdırlar. Tagata
çileciliğinde ise katı şartlar ret edilmektedir ve çileciler açık alanda
uyumak, ölü yakılan yerlerde veya mezarlıkta oturmak (ikamet), atılmış
kırpıntılardan ibaret giysiler giymek ret edilmiştir.
Mahayanalar arasında etyemezlik (vejeteryanlık) yaygındır ve Çin, Japonya
gibi uzak doğu ülkelerinde yaygındır. Kesinlikle bu rahipler et yemezler.
Bekârlık çekmek te Guatama Buda rahipleri arasında bin yıllardır idealdir,çileciliğin
parçasıdır.1982’de çıkartılan yasa gereğince Budist rahipler evlenmeye
başladılar ve bu gün %90’ı evlidir.
Zerdüştlükte Çilecilik;
Zerdüştlük manastır hayatı ve çileciliğin bütün şekillerini ret etmektedir.
Zerdüştlük daha çok askeri eğitimi içeren tapınak yaşamına sahiptir.
Yahudilikte Çilecilik;
Tevrat Sayıla 6. Bölümde Nasıralılardan ve çlde kırk yıl dolaşma cezasından
bahseder. Eski çağlarda çileciliğin farklı uygulamaları Yahudiler arasında
yaşanmıştır. Babil Sürgününden döndükten sonra peygamberler arasında inzivaya
çekilmelere rastlanılır. Çileci Yahudi mezhepleri arasında Esseneler,
Ebiyonitler ve erken Kabalacıların bu külte eğilimlerinden bahsedilebilir.
Kabalacıların aşırıları olan Hassidic Yahudi hareketinde “kendini aşağılama”
uygulaması parlamıştır. Ancak gene böyle kendini aşağılamanın insanda bunalım,
depresyon yaratacağı kesindir. 18.yy. da yaşamış Yahudi Rabbi’si bu durumu,
birisinin “tanrı Haşem’e tapınması doğru değildir” Diye açıklamıştır.
Hıristiyanlarda Çilecilik;
Esasında Grek Ortodoks Kilisesinde uygulanan haliyle “et, alkol, cinsel
ilişki ve giyinmekten kaçınma” (çıplaklık) şeklinde görülmüştür ve günümüzde
farklı türleri vardır.
Hıristiyanlıkta “rahip”
(Priest) tanrı ile insanlar arasında ilişki kurabildiğine inanılan din adamına
denir. Kiliselerde ibadet ayinlerini yürütürler, halka danışmanlık yaparlar.
|
Hristiyanlığı yayan Çileci Sütun Rahiplerinden birisi
|
Keşiş (Grk-Monachos,
İng-Monk) manastırlara kapanarak, dünyevi zevklerden, maddi beklentilerden
uzaklaşarak, inzivaya çekilmiş, ruhani derecelerde yükselerek tanrıya ulaşmayı
amaç edinmiş hem kadın hem erkek çileci (ascetic) ruhanilere verilen addır.
Bunlar evlenmezler, cinsel ilişkiye girmezler aşırı yemezler, yıkanmazlar, içki
içmezler, mal, mülk peşinde koşmazlar, toplumdan uzak yaşarlar ve sürekli meditasyon
yaparlar.
Bazı uygulama şekilleri arasında Hıristiyan Manastır yaşam tarzı ve Hint
dinlerinden Cincilik (Jainism), Budacılık ve Yoga dâhil, Hıristiyan Çöl
Babalarının maddi zenginlik biriktirmek ve cinsi arzulardan kaçınmak tarzında
kısıtlı yaşamları örnek verilebilir.
Manastır yaşamında bir keşiş için çilecilik kendi içinde bir son değildir.
Onun için amaç yaşamın amacı olan tanrıyı sevmektir. Manastır çileciliği ise
tanrıyı sevmeye engel olan şeyleri kaldırmaktır. Sevgi arzuların birleşimidir.
Yaratılan tanrıyı sevecekse her işte tanrının istediğini, onun isteklerinin
içine gömülerek onu belli bir yönde yapmalıdır. “Eğer Beni seviyorsanız
talimatlarıma uymalısınız! (Yahya 14:15). Rahipler daima şunu hatırlarlar; “Bir
arkadaşa olan sevgiyi göstermenin en iyi yolu onun için ölmektir (Yahya 15:13)
bu manada yaşam “feragat etmek” anlamına gelmektedir. Onlar yaşamı, kendilerini
fakirliğe, hareket tarzlarının değiştirilmesine ve kararlılıkla adamak olarak
yorumlamaktadırlar.
|
Mtra/ Mihr dininden Hristiyanlığa kalma Mağara Çileciliği |
Manastır yaşamında rahip ve rahibelerin kendilerini dine adamaları, dini
yaşamın esas uygulamalarına göre farklılık göstermektedir.
İleriki geleneksel uygulamalar dua etmek, öğretmek, esirleri serbest
bırakmak gibi bazı özel işler ve amaçları gerektirir, bunlara manastır yaşamına
kendisini adamış olanlarda yaygın olarak görülen, geniş yer tutan
uygulamalardır.
Bu yüzden “her şeyden el çekmenin” üç ana esası vardır, bunlar İncil
ayetleri, yoksulluk ve itaat’tir.
Edwin M. Yamauchi’nin yazdığı “Gnostic Ethics and Mandeans Origins”
(Gnostik Ahlak ve Mandean (Sabi) Kökenleri) adlı kitapta, (s 31-32-33-34)
Çilecilik kavramının kökenleri incelenmektedir.
“Gnostiklerin (Ruhaniciler- İlahi Bilgiye ulaşmak
isteyenler) büyük çoğunluğunun görünüşleri “misogynic” kadın düşmanı ve
“misogamist” evlik düşmanı/ evliliğe karşı olanlar şeklindedir. (Jonas,
çelişkicilik (antinomianism) ve seks düşkünlüğünün (licentiousness) kendi
kendini yok eden toplum dışılık olduğuna işaret etmektedir.)
Nassaneler
“cinselliği kötülüğün başlangıcı”, cinsel ilişkiyi ise “ölüme yönelten kötülük”
olduğu için cinsel ayrımcılığı el üstünde tuttular. “Sadece gerçek birliğin
ruhani olduğuna dikkat etmeksizin o (cinsellik) insanın ölümcül gayretlerinden
birisini temsil eder!” (Grant-Secrets Sayings Jesus” S. 144) Öteki Gnostikler cinsel
arzuların aile yaşamına yerleştirilmesini kötü olduğu gerekçesiyle evliliği ret
ettiler.
Zaten İncil’de
bu evliliği yasaklayacak olanlara da rastlıyoruz;
İncil Timoteyus
1Ti 4:3 .”Bu yalancılar evlenmeyi yasaklayacak, Tanrı'nın, iman
eden ve gerçeği bilenlerin şükranla yemesi için yarattığı yiyeceklerden
çekinmek gerektiğini buyuracaklar”.
Bunlar Gnostikler midir? Grant,
birinin onlardan olduğuna inanıyor. (Grant
–Gnostism and Early Christianity” S.16;Wilson
Gnosis and the New Tastement”
S.41 “Bu gnostikler ascetism-çileciliği uygulayan halklar mıdır?)
Ama bu bile Gnostiklerin
mantıklı gerekçeleriyle evliliği yasakladıklarını onaylamaktadır. Bunlar
geçmişte de ortaya çıkmış olan, evliliği yasaklayan yanlış öğretmenlerdir ve
asla evlenmemişlerdir, ve cennette melek olmuşlardır.
İşte İncil ayeti;
2Ti 2:18 Dirilişin olup bittiğini söyleyerek gerçek yoldan
saptılar. Şimdi de bazılarının imanını altüst ediyorlar.”
Markos 12:25
Markos 12:25 “İnsanlar ölümden dirilince ne evlenir ne evlendirilir, göklerdeki melekler gibidirler”.
Grek İncil’inde, “Yaşayan Grek
İnsan Tanrısı İsa, kendisini güv ey, havarilerini de “GELİN” görmektedir,
okuyalım;
İsa
yeryüzünde yaşayan bizlerin de “Güvey”i olduğunu söyler,yani
“damat”.
İncil 9:14
“Bunun üzerine Yahya’nın öğrencileri İsa’ya yaklaşıp sordular:”Neden Ferisiler
ve biz oruç tutuyoruz da, öğrencilerin oruç tutmuyor?”
9:15 “İsa onları şöyle yanıtladı:”Güvey”
kendileriyle birlikteyken,yakınları yas tutar mı?Ama güveyin onlardan
alınacağı günler gelecek,o zaman oruç tutacaklar.”
Gene Grek
İncil’ine gore, biz insanlar “aşağının aşağısıyız;
Matta 11:11
“Doğrusu size derim ki,kadınlardan doğanlar içinde Vaftizci
Yahya’dan üstün olanı çıkmamıştır.Ama ,göklerin hükümranlığında en
küçük olan ondan üstündür.”
Bu durum Encratitis’in
İskenderiye’li Celment (M.S.150-215) ile savaşının sebebiydi.
Marcion (Dosya 140-M.S 50) aynı
yolda olan ama evliliğe olumsuz olarak bakan farklı olan tipik bir Gnostiktir.
O yaratıcının gücüyle yer küreyi çocuklarıyla doldurarak genişletmesinden beri
takipçilerine evliliği yasakladı. (Jonas
Gnostic Religion S.144;Chadwick S22-Zerdüşt
mitinde Maşyo-Maşyoi’nin çocuk yapmaktan vazgeçmeleri-A.Y)
Özetle, M.S.2.yy. da Mneanderin öğrencilerinden
olan Saturninus (Satornil) bu tutumu çeşitlendirerek açıkladı.
Evlilik ve nesillerin üremesi şeytandandır.
Çocukların babalıklarının sayısı arttıkça kötü
meleklere tabi olacaklardır.
Evlilik ve cinselliğe aynı olumsuz bakış Nag
Hammadi’deki Kıpti metinlerinde de vardır. Thomas İncilinin 37. Bölümünden bir
örnek bunu anlaşılır kılmaktadır.
“Öğrencileri dedi (İsa’ya): Seni göreceğimiz zamanı
bize ne zaman açıklayacaksın?
İsa dedi;” Hiçbir
utanma duymaksızın çamaşırlarınızı çıkarttığınız, ayaklarınız altına aldığınız,
küçük çocuklar gibi çiğnediğiniz zaman “Yaşayan Bir’in” oğluna ait olduğunuzda
korku duymayacaksınız!” (Guillaumont,
“The Gospel According to Thomas.S.23)
Görtner bunun manasını şöyle açıklıyor; ”Aydınlanmış olduğumuz zaman cinsel yapımızı
işlevsizleşecek, çocuk gibi masum olacağız ve çıplaklıktan utanma duymayacağız
ve selamet (kurtuluş) gerçeklik olacak.”(Görtner “Becaming a Child İn Thomas “ S.250- H.Kee)
Thomas İncilinde özlenen seçim Kıpti dilince “Bir
Olan” anlamına gelen OUA olarak anılır ve muhtemelen Grekçede “Yalnız Olan”
anlamında bekârlık çeken kişi olan Grekçede “Yalnız Olan” anlamında bekârlık
çeken kişiyi tanımlayan esasında “çift cinsiyeti” ile “birleşmiş adama” atıf
yapmaktadır.
Aynı bölümün sonunda Peter der ki; “Aramızdan Meryem’in çıkmasına izin verelim,
çünkü kadınlar yaşamın değersiz şeyleridir!”
İsa cevaplar;” Anlayınız,
ona rehberlik edeceğim böylece onu “erkek” yapacağım….Kendini erkek yapan her
kadın cennetin krallığına girecektir.”(Guillamount
S.57)
Yukardaki bilgilere ek olarak Filip’in İncil’inde
“cinsiyet ayrımcılığı” ölüme neden olmaktadır. (Willson The Gospel Of Philip S.12,46,)
“Apocryphon Of John” (Yahya’nın Şüpheleri)nde
cinsel ilişkinin ve üreme arzusunun kötülüğüne atıf yapılmaktadır.
Thomas’ın
Kitabı Athlete (CG II,7) den okuyoruz; “Kadınlarla
sıkı fıkı ilişkileri kuranlar, üzüntü keder üstünüze olsun! ….Bedeninizin gücü
yüzünden keder sütünüze olsun!”
Kurtarıcının(İsa) karşılıklı konuşmalarında (CG.
III,5) okuyoruz; “Kadının olmadığı yerde
dua ediniz! Dişilerin işlerini yok ediniz!”
Gnostik dökümanların dışında Suriye İncil’inde
(Süryanilerin İncil’i) cinsellik ve evliliğe karşı özellikle Encratites veya
“Kendine Hâkim Olan” şeklinde olumsuz bakış görülmektedir.
((A.VÖÖBUS-Celibacy
in the Early Syrian Church-(Papaers of the Estonian Theological Society in
Exile, I. Stockholm 1951) )
Din bilginlerinden çoğu Thomas İncil’inin,
özellikle kendisi Gnostik olmayan ama Gnostikler tarafından kullanılan Suriye
Encratities (Tek Tanrıcılarının) gerçek belgelerinde Suriye İncil’i olduğunu
tartışmışlardır. Quispel ünlü “İnci’nin ilahisi” ni örnek vererek Thomas’ın
“gnostik değil daha çok Ortodoks olduğunu, Yahudi renklerini barındırdığını öne
sürmüştür. Ötekileri de Gnostik belgeler olduğunu iddia etmişlerdir.
Gnostiklerin çileciliğinin (ascetism) galibiyetiyle
oldukça kıyaslanabilen Thomas’ın İşlerinden Encratism hakkında yeterli şeyleri
söyleyebiliriz. Thomas’ın İşlerinde Tanrı yeni evlenenlere görünür ve evlilik
gecelerinde onları evlilik ilişkilerine
karşı uyarır;
Hatırlayın çocuklarım, biraderim Thomas sizinle konuştu,
size yaptığı yorumları da biliyorsunuz. Ve bu koca cinsel ilişkiden korunmanız gerektiğini de biliyorsunuz.
Sonunda size acı ve üzüntü verecek olan çocuklarınızın zor olan bakımlarından,
gizli açık üzüntülerden korunmanız için tapınaklarınız gibi arının! Eğer
çocuklarınız varsa onların hatırı için zalimler, soyguncular, yetimlerin
nalbantları, dulları günaha sokanlar olmayınız, yaptığınız bu kötülükler için
yargılanacaksınız!
Çocukların
büyük çoğunluğu büyük acılara neden olurlar ve kralınız onların üstüne düşecek,
şeytan üstlerine uzanıp kaldıracak,üstlerine felç inecek. Eğer sağlıklıysalar,
zina, hırsızlık, boş gurur, tamahkârlıkla kirlenecekler, Bu kötülüklerinden
dolayı onlar tarafından işkenceye uğratılacaksınız!
Son örnek olarak da Mani dininden seçilen üç
ifadeye bakalım;
“…Bütünüyle cinselliğin yokluğu evlenmekten feragat
etmektir. Cinsel istekten doğan bazı
şehvani duygular kötüdür, engellenen küçücük parçacıkların bir araya
getirilmesi anlamında üreme uzak manada kötüdür. (G.Widengen Mani and Manicheism London 1965 s.97 Jonas Gnostik Religion
s 227-231)
Kızılderililerde Çilecilik;
Alıntı yazı;
“Şaman ve Rahip
Kuzey Amerika Avcı Kızılderili kabilelerinin mitolojilerinde dinsel
yaşamlarında bireyin hayaller görebilmesi için oruç tutması üzerinde durulur.
12-13 yaşlarında bir çocuk babası
tarafından ıssız bir yere bırakılır. Hayvanların uzak tutulması için de küçük
bir ateş yakılır ve çocuk orada oruca
ve duaya başlar. Oruç ve dua etme kutsal ziyaretçi gelene kadar üç
veya daha fazla günlük zaman alabilir. İnsan veya hayvan biçiminde çocuğa
görünen kutsal ziyaretçi onunla konuşarak ona güç verir. Çocuğun daha sonraki
yaşamı bu hayalle şekillenir. Ona gelen ruh veya ziyaretçi şaman olarak insanları
iyileştirme gücü veya savaşçılık ruhu veya hayvanları yakalamak için avcılık
yeteneği verebilir. Kutsal ziyaretçinin verdiği yetenekler beğenilmezse
istenilen yetenekler elde edilinceye kadar oruç ve dua işlemine devam edilir.
Yaşlı Crow Kızılderili’si Mavi Boncuk’un anlattığı bir hikâyeyi şöyle aktardığını
görüyoruz.
“Çocukken zayıftım. Savaş çetelerinin önlerinde başkanları, geri
dönüşlerinin ve alayla geçişlerini görürdüm. Onları kıskanırdım. Ve oruç tutup
onlar gibi olmaya karar verdim. Hayali gördükten sonra özlediğime kavuşmuş
olarak kalktım. Sekiz düşman öldürdüm.”
Eğer birinin şansı kötüyse gücün kendisine verdiği armağanın yetersiz
olduğunu anlar. Öte yandan büyük şamanlar ve savaş önderleri oruç hayallerinden
fazlasıyla güç almışlardır. Bazıları parmak boğumlarını kesip ruha adamış olabilir.
Ova Kızılderilileri arasında bu tür kurbanlar yaygındır. Bazı yaşlıların
ellerinde ancak oku yerleştirip yay çekecek kadar parmak boğumu kalmıştır.”
Kynk-Yazar Joseph Campbell, “İlkel
Mitoloji” adlı kitabı.
Okuduğumuz bu Kızılderili ibadet
şekli aynen Avrasya kültürlerinde de vardır. Hint, İran, Arap dinlerinde
çilekeş manastır yaşamı, İslam’da tekkeye kapanma, inzivaya çekilme, istişareye
yatma olarak bilinen ibadet tarzıdır. Mitra/Mihri dindarlarının mağaralara
kapanıp kadın, yıkanmak ve dünyevi arzulardan arınarak oruç ve namaz benzeri
ibadetler ile vakitlerini geçirme şeklini İslâm peygamberi Muhammed’e
peygamberliğin gelmesinden önce Mekke’deki Hira Mağarasına çekilmesini örnek
gösterebiliriz.
İslâm’da Çilecilik;
İslamiyet’te bu anlamlarda çilecilik
yoktur. Zühd kavramı içinde zenginliğin, zekât, fitre gibi bağışlarla
sınırlandırılması, ipek giyilmemesi, erkeklerin altın takılar kullanmamaları,
günlük yaşamda şatafattan kaçınılması emredilmiştir. Yüksek sesle konuşmak,
başkalarını hor görmek, fena davranışlar, büyüklenme, bencillik kötü
gösterilmiştir.
Çileciliğin olumlu kısımları
Müslümanlar arasında korunmuştur. Bunların başında “dünya malına olan
düşkünlüğün “aşağılanması” önemli yer tutar;
Dört yıl önce
“Keykubat.Blogcu.com’da” yazdığım bir yazımdan alıntılar bu konuya gayet iyi
ışık tutacaktır;
Perşembe, August 21, 2008 - ALLAH ADI İLE KÖŞE OLANLAR
E-Mail'ime
gelen postalardan birinde Aydınlık Gelecek Hareketinden Ali Serdar Bolat adlı
arkadaşımızın yazısı denk geldi ben de baktım,Hz.Muhammed'den bu yana dini
liderlerin uyması gereken "devlet adamlığı kuralları" hakkında bir
şeyler derlemiş ve ben de yayınlamaya karar verdim.
Sizlerin
de takdirini kazanacağını umduğum bu yazı aşağıdadır.Seçim zamanları
yaptıkları poşet yardımlarını Fakfuk fona ödeten iktidarın diğer
marifetlerini,siyasi sayılmayan kişşilerin yazılarından toplayıp bir şeyler
üretmişler.
Bu şekilde
çalışmaya 1970-80'li yıllarda başlasalardı bu gün ülkemiz "Allah"
adı ile köşe dönenlerin iktidarda olduğu bir ülke olmayacaktı.
Akşam,bazı
kanalllarda cezası af edilen eski Başbakan N.ERBAKAN hoca'nın
Gayrimenkullerini saymaya ekran sayfalar yetmedi.Ey Allah'ım bunca yıl
durmadan senin adınla uyku uyumadan ibadetler edenlerin çektikleri hastalık
ve yoksullukları görmezsin niye?
Senin tarafından da görülmek için ille de "siyasi dindar" mı olmak
gerekiyor?
Süleyman
Paşa'nın Mevlid'ini hafif bir tadilatla duaya dönüştürdüklerini düşünürsek;
"Allah
adın zikr edelim evvela;
Zenginlik
acil gelsin bu kula"
diyen
duaları anında tutmuş görünüyor bu siyasilerin.
Ne de olsa
siyasiler değil mi yani?
"Kur'anın
"bir harfinden" dahi çıkar sağlayanı "kıyamette suratlarını
etten arınmış yaratacağım" derken,bunları serbest mi bıraktın?
Neyse sen
işini bilirsin ya,bakalım zaman neler gösterecek?
Neyse,işte
o yazı,severek okuyunuz;
Keykubat.
|
Hz. Ebu Zer
der ki:
"Uhud Dağı altına çevrilse de benim olsa, onun bir dinarını bile üç gece
yanımda tutmazdım. Yalnız borcumu ödeyecek kadar ayırırdım"
Hz. Muhammed
Peygamberimiz gayet sade yaşar, gayet sade giyinir, gayet sade yemekler yerdi.
Zevkler içinde yaşamaktan hoşlanmazdı. Kendisinin devamlı olarak giydiği, keçi
kılından örme elbiseydi.
Hz. Aişe diyor ki:
"Peygamberin vefatı zamanı, evimizde yiyecek olarak bir miktar yulaftan
başka bir şey yoktu"
Hicretin 9. yılında elde edilen ganimetler sayesinde refah artmıştı. fakat
peygamberin evi eskisi gibi idi. Bir yatak, bir hasır, su ibriği. Birçok
geceleri yemeksiz geçirir, günlerce bacası tütmez. Hurma ve su ile geçinirdi.
Hz. Ömer
anlatıyor:
"Çıplak bir sedir, deriden bir yatak, bir avuç yulaf, bir su tulumu gördüm
ve ağladım.
Rasul-ü Ekrem sebebini sordu:
"Kayserler ve kisralar dünyanın bütün zevklerini sürdükleri halde siz
böyle bie hayat geçiriyorsunuz" dedim.
Bana cevaben:
"Ey hattaboğlu! İstemez misin ki, bu dünya onların olsun, ahiret nimeti de
bizim olsun" buyurmuştu.
Şehbenderzade Ahmed Hilmi, Tarih-i İslam, Cilt 1 Sayfa 367
Atatürk
"Milletvekilleri bilirler ki, iktidar mevkiine saltanat sürmek için değil,
millete hizmet için getirilmişlerdir."
Medeni Bilgiler, sayfa 414
İran
Cumhurbaşkanı Ahmedinejad Albümü dağıtıldı; onlarca fotoğrafı var, hepsinde aynı gömlek, aynı ceket,
babasının nalbant olduğunu unutmuyor, sade, mütevazı, Batı'ya inat kravat
takmıyor...
"Halk çocuğuyuz" ayaklarına yatıp, bir giydiğini bir daha giymeyen,
ne oldum delisi, yatla-uçakla fink atan, Batı yalakası kravatlı mollalara
kızın.
Yılmaz Özdil, Hürriyet, 16 Ağustos 2008
Gazetelerde
fotoğrafları yayınlandı. Manşetleri tirizlenmiş gömlek giyiyor. Eski, ama
temiz.
Tayyip
Erdoğanlar
Tayyip Erdoğan
45,000 YTL lik Cintree Curvex Chronograph saat takıyor.
Dünyanın en zengin 8. lideri
Brunei Sultanı 30 milyar dolarla en zengin lider.
İkinci, 21 milyar dolarla Suudi Kralı Abdullah
3. ve 4. sırada Birleşik Arap Emirlikleri başkanı ve Başbakanı
5. sırada Lüksemburg Büyük Dükü
6. sırada Hollanda Kraliçesi
7, sırada Lihtenştayn Prensi
8, sırada ise 2 milyar dolar nakit varlığı ile Tayyip Erdoğan
(Bu rakamlara gayrımenkuller dahil değil)
Hayrünisa Gül:
"Renkleri zevkime uymuyor" dedi, köşkteki tarihi halılar çöpe atıldı.
450 Euroluk Fransız Lubotin marka ayakkabıları tercih ediyor.
65,000 YTL değerinde "Sultanahmet" adlı yüzüğü takıyor.
Kübra Gül
Adile Sultan Yalısı'ndaki düğün yemeği 107,000 YTL tuttu.
Deri Show'da dikilen gelinliği giydi.
Skyboard tekniği ile ışık şelalesi yaratıldı.
Gül Ailesi
Çankaya
Köşkünün aylık gideri 4 milyon 583 bin YTL'ye yükseldi.
2007'ye kıyasla %64 artış oldu...
AKP Şanlıurfa Milletvekili Zülfikar İzol
Pijan ve Haltan aşiretlerinin düğünleri Şanlıurfa'da 3 gün 3 gece sürdü.
İlk gece köyde, 2. gece 5 yıldızlı El Ruha Otelinde, 3. gece 5 yıldızlı Dedeman
Oteli'nde...
Gelin ve damat dans ederken dolarlar havaya saçıldı.
İzol
ve Ayseli türkü söylerken davetliler ikilinin başından aşağı dolarlar saçtı.
AKP Milletvekili, Başbakanlık Siyasi Danışmanı Ömer Çelik
Ayşe Arman:
"Gömleğiniz Zegna, takım elbiseniz Gucci, motosikletiniz Harley Davidson.
Pahalı zevkleriniz var."
Çelik:
"Üç motosikletim var. Harley Davidson, BMW Cruiser, bir de arazi için
Dakar.
Çok da pahalı değilller. Size de bir tane alalım mı?"
İngiliz
tahtının sadık hizmekarı ödüllerini de ekleyelim.
Arman:
"Cohiba purosu içiyorsunuz. Hedonist misiniz?"
Çelik:
"Benimki meşakkatlerle çerçevelenmiş bir hedonizm"
Oğullar
Başbakana ve Ulaştırma Bakanına özenen Bakan Pepe, iki oğluna da 9 trilyonluk
devlet kredisi ile gemi aldı.
Unakıtan'ın oğlunun başlattığı mısır ticareti, Bayındırlık Bakanının ve
İstanbul Belediye Başkanı'nın oğullarına ilham verdi.
Gül, Erdoğan ve Unakıtan'ın çocukları 5 yılda parladılar
Damat
2 milyar dolarlık holdingin CEO'luğunu 29 yaşındaki damat yapacak.
Dangır Dungur Fırat
Nişantaşı'nın sosyetik merkezi City's'deki Pal Zileri mağazasında .....
Portakal kamyonunda eroin çıktı.
Hz.
Muhammed'in Rüşvet tarifi
Vergi toplamakla görevli bir yetkili hasılatı getirip devlet hazinesine teslim
ederken, bayağı servet sayılacak miktardaki bazı malları bir kenara ayırmıştı.
Hz. Resulullah "Bunlar nedir?" diye sorunca, "Bunlar bazı
zenginlerin kendi rızaları ile bana verdikleri hediyelerdir" dedi.
Bunun üzerine Paygamber Efendimiz:
"Peki, sen vergi toplayan yetkili bir memur olmasaydın, bu adamlar şu
hediye dediğin şeyleri sana verecekler miydi?"
diyerek onların tamamını hazineye katmış, bu tür imkan ve ikramların esasında
RÜŞVET SAYILDIĞINI VE KARŞILIĞINDA MUTLAKA BAZI ÇIKARLAR SAĞLANDIĞINI
vurgulamıştı.
"Mücahit"likten
"mütahit"liğe sıçrayanlar ve Milli Görüş gömleğini çıkarıp
"Tayyo 2" pelerini kuşananlar, aslında haysiyet ölümlerinin kefen
bezini giydiklerini anladıklarında, iş işten geçmiş olacaktır.
AKP
kurmayları:
"Bizim aile fertlerimizin, dünürlerimizin, yeğenlerimizin ve yakın
çevremizin iktidarımız döneminde kazandıkları katrilyonlar, vurgun ve soygun
değildir; içerideki ve dışarıdaki sermayedar dostlarımızın sağladığı imkan ve
fırsatlar neticesinde elde edilmiştir" diyebilirler. Onlara yukarıda Asrı
Saadetten verdiğim örneği hatırlatırım.
Ahmet Akgül, Milli Çözüm Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Para, para,
para...felaketlerin ayak sesleri
Hiçbir şeye yanmam, Müslüman kesimin bir kısmının çok bozulmuş olduğuna çok
yanarım.
Toplum hırsızlığa, soyguna, talana, yolsuzluğa kanıksamıştır.
Toplumda temizlenme ve şefaflaşma konusunda yeterliniyet ve irade yoktur.
Malı götürenler "Artık yükü tuttuk, bu kadarı yeter" demesini
bilmiyorlar.
Nerden çıktı bu öldürücü keneler?
Dün tarhana çorbası ile geçinenler, bugün en pahalı restoranlarda isimleri
acayip nadide yemekler yiyorlar.
Pahalı mı pahalı. Çeteler, çeteler, çeteler. Altın ve gümüş, dolar ve euro.
Para, para, para...
Felaketlerin ayak sesleri duyuluyor, onların kulakları tıkalı, gözleri
görmüyor, kalpleri ve vicdanları mühürlü.
Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete, 17 Haziran 2008”
Din ulemalarının bazı özel
durumlarda tanrıdan veya meleklerinden yardım umabilmek amacıyla “istişareye
yatma” olarak bilinen yalnız bir yere kapanarak ibadet ve uyumak gibi davranışları
olmuştur. Fatih’in öğretmeni Akşemseddin’in İstanbul kuşatmasında, Eyüp
Sultan’ın mezarını böyle bir istişarede gördüğü rüyada bulduğu
geçmektedir. Akşemseddin’in rüya olayı,
yeni Müslüman olmuş Güney Türkistan kökenli ve Zerdüşt geleneklerinden gelen
Osmanlı Türkmenlerinde var olan “Ölen Tanrı Kültünden” türetilmiş
“dervişlik-ermişlik” kavramlarına göre yorumlanırsa daha mantıklı olur.
Peygamberin hayatında böyle bir konuya rastlanılmaz.
Öteki anlamlarda manastır yaşamı,
mağaraya çekilme, çilecilik ve bekârlık İslam’da yasaktır.
Günümüzün servet ve zevk düşkünü,
hileci İslamcılarının piri olan, okuryazar olmadığını kendi yazdırdığı
kitaplarında dile getiren Said- Kürdi’nin evliliğe bakışı Hıristiyan çilecileri
andırmaktadır. Okuyalım;
Said’in Evliliğe Bakışı
Önce “Said” adının kökenini Evliya Çelebi’nin
Siirt’i tanıtan yazısından öğrenelim isterseniz;
Siirt;
Eski
tarihçilerin yazdığına göre Yezdicürd Şah (Sasani imp, M.S.200-400) yapısı eski
bir beldedir. Hükümdardan hükümdara devir edip sonunda Hazreti Ömer evladından Hz. Abdullah Yezid kavmi elinden
fethetmiştir. 1517’de I. Selim’in veziri Diyarbekir valisi Bıyıklı Mehmet
Paşaya, Molla İdris’in teklif ve tedbiri ile bu Siirt hanı itaat edince
memleketi kendisine ebedi olarak bırakılmıştır. Sonra hanın bütün sülalesi
ölünce Diyarbekir’in sancak merkezi olmuştur. Diyarbekir valisi ile memur
oldukları sefere giderler. Kürdistan kavmi içinde Siirt askerinin çadırlarını
bulmak isteyen teşrifat üzere “Dar-ı
Said” diye çağırıp öyle bulur. Arap dilinde şehrin adı “Dar-ı Said’dir”.
Burası
Kürdistan ise de halkı Arapça konuşur. Kürtçe, Türkçe ve Ermeni dilini
bilirler. Bir Şeriat hâkimi vardır ki şeyhülislamdır. Dört mezhepten müftüleri
vardır. (Seyahatname IV. C. S.752)
Görüldüğü gibi “Said” adı “Yezidi” inancına
mensup Kürt, Arap, Ermeni halkların yaşadığı Şehrin halk dilindeki adıdır.
Said-i Kürdi’nin asla Müslüman” değil tam bir Yezidi olduğunun belgesidir.
Doğu ve Güney doğu Anadolu’da Kürtlerin
“eski ve yeni Kürtler” olarak adlandırıldıklarını, beyaz çarşaf veya Burka giydiklerini Evliya Çelebi 350 yıl
öncesinde yapmıştır. Bitlis’i tanıtım yazısından okuyalım;
“…Giyim;
Gerçi
Kürdistan’dır ama Samur kürklü han kölesi çoktur. Orta halli olanlar Şirvan
yakınlarında, Maden kasabasında çıkan şayakı, renkli çuhadan serhaddi ve kantuş
giyerler. Fakirleri Bogasi giyerler.
Kadınları beyaz çarşafa bürünüp yüzlerinde bürka, başlarında altın ve
gümüş takke, elbiseleri de hep ipekten imiş. (İpek, beyaz çarşaf-peçe, burka
Yezidi, Sabi kıyafetleridir.)
Rojiki denilen Bitlis Kürtleri aslında eski Kürtlerden olmalarına rağmen
lehçeleri diğer “12” Kürt dilini konuşanlarca tercüman olmadan anlaşılmaz.
Fakat bunlar diğer “12” Kürt dilini gayet güzel konuşurlar…”
On Yedinci Yüzyılda dahi Bitlis, Siirt, Mardin,
Hakkari Yezididir;
İsyancı
Yezidi Bitlis Kürtlerinin Gürcistan Bağları;
Ayrıca
Gürcistan beylerinin de Bitlis Hanı ile pazarlık edip anlaşmalarına rağmen
Osmanlı ordusuna katılmaları da şüphe uyandırmıştır. Gürcü- Bitlis işbirliğinin
1650’lerde de var olduğunu görmek bana şaşırtıcı gelmemiştir.
Kuşatma
esnasında Melek Ahmet paşa bir suikasttan Evliya Çelebi’nin uyanıklığı
sayesinde kurtulur. Gelen bir padişah fermanında da Van’dan orduya katılan
Sekban ve Sarıca askerlerinin Abdal Han yanında oldukları ve hemen “öldürülmelerini
isteyen” ferman da gelir.
Savaşa
başlamadan önce iki rekât namaz kılan Melek Ahmet paşanın, gözlerinden akan
yaşlarla ettiği zafer duasında da Bitlislilerin Yezidi oldukları
vurgulanır;
“-İlahi!
Kuvvet ve kudret, yardım ve fesat senindir. Verme, koruma ve doğruluk, iyilik
ve büyüklük yine senindir. Dini Mübin gayretine bir fırka Muhammed ümmetini
başıma topladım. Elimi yüzüme alıp, kapına dilenmeye geldim. Onu hiç boş
döndürmedin. Yine eşsiz padişahımdan dilerim ki, Ahmed’in bu ricasını da kabul
edip bu kadar insanı acındırma. BU YEZİDİ HAŞERATINI
SEVİNDİRME!”
Şimdi, Said’in evlilik yorumu;
“Kızlarım, hemşirelerim,
…İşte bu izdivaca sevk eden üç sebep var:
Birisi:
Tenasülün devamı için, hikmet-i İlâhiyece o fıtrî hizmete bir ücret olarak bir
fıtrî meyil ve şevk vermiş. Halbuki o zevk, on dakikada bir lezzet verse de, eğer meşru ise, erkek bir saat meşakkat çekebilir. Fakat kadın, on dakikalık o zevk için on ay çocuğu
kendi vücudunda zahmetini çekmekle on
sene çocuğun hayatına yardımla meşakkat çeker. Demek, o on dakikalık fıtrî meyil, bu uzun
meşakkatlere sevk ettiği için, ehemmiyeti kalmaz. His ve nefis, onunla onu izdivaca tahrik etmemeli..
..”Emirdağ Lyh.46
Said’in evliliğe tam bir “Çileci”
mantığıyla bakmasının, kendisinin evlenmemesinin bir nedeni olan “Çlieci”
yaşamının kökeni ise Yezidilerin “Kitab-ul Cilve” adlı kutsal kitaplarının
dördüncü bölümünde tarif edilir. Şeytan Tavus, Ezd, Yezd veya Yezdan, uğruna
çile çeken kullarını ödüllendireceğini vat eder;
“Benim uğruma
acı çekmeye katlananları, kuşku duyulmasın ki, dünyalardan birinde
ödüllendireceğim.”
“Benim
uğruma acı çekmeye katlanananları” ifadesi şeytan uğruna, onun adına
duyduğu hürmet ve imanı göstermek için,
“dünya nimetlerinden el çekip kadından, maldan, mülkten uzak çlieci tekke
yaşamını” anlatan bir ifadedir. Çileciliğin Zerdüştlük hariç bütün eski
dinlerde olduğunu gördük.
Peki İslam buna nasıl bakıyor?
Öğrenmek için, Halife Osman ile
Muhammed arasında yaşanmış bir olayı örnek verelim;
Oysa evlilik İslam’ın temel
emridir. Nisa (Kadın) Suresi kadının evlilik ve boşanma hukukunu, cinsel
suçları düzenlemektedir. Üçüncü Halife Hz. Osman iki kez peygamberin damadı
olmuştur. İlk karısı olan peygamberin kızı Rukiye (Ürkiye de denir) ölünce
Osman peygambere gelerek malını mülkünü bağışlayıp Mecusilikten kalma
“Çilecilik” yaşamına gireceğini peygambere söyler. Peygamber ona;
“Ben sana iyi bir örnek değil
miyim?” Der. Osman da Örnek olduğunu söyler. Peygamber tekrar sorar;
“-Ben peygamber olarak sana iyi
bir örnek değil miyim?” Diye tekrar sorunca Osman demek istenileni anlar.
İslâm’da “çileciliğin” olmadığını açıklar. Peygamber öbür kızı Ümmügülsüm’ü
Osman’a vererek evlendirir. Kendisi de düğünden bir hafta sonra, kocası savaşta
şehir düşmüş olan Haz. Ömer’in kızı Hafsa ile evlenerek düğün yapar.”
Buraya kadar iyi ama İslâm
tarihinde bu olayın neredeyse hiç Müslümanların yaşamında yer almadığını
görüyoruz.
Diğer yandan Evliya Çelebi Seyahatnamesinde
Osmanlı toprakları içinde neredeyse her yerde “ istişareye, oruca, namaza,
zikire dayalı tekke yaşamı” bütün Müslümanlar arasında az çok var. Bir örneğini
koyalım;
Şam Yakınlarındaki Karalar Kalesinde Şeyh Çıplak Bekâr’ın Hikâyeleri;
Evliya’nın derlediği söylentilere göre, Şeyh Çıplak Bekâr Bağdat’ta bir
camide müezzindi. Gece yarısı temcit okurken Allah’ın rahmet kapısını açık
görünce kendisini aşağı atar ve çıplak olarak dolaşmaya başlamış, o zamandan
beri çarşı Pazar her yerde çıplak dolaşan birisiymiş.
Bir gün bir çorbacının hamile karısına kese ve sabun sürmüş ve;
-Bu senin karnındaki oğlan benim manevi evladım olup benim gibi gezsin!
Demiş.
Allah’ın emir ile kadın elmas parçası nur topu gibi bir erkek çocuğu
doğurmuş. O an Şeyh Bekâr gelip;
Bizim oğlanı verin! Deyip çocuğu alıpğ kulağına ezan okumuş ve annesine
teslim edip gitmiştir. Allah’ın hikmeti henüz yeni doğan bu çocuk harekete
başlamış ve nice kelimeler söylemiş. Beşik, kundak, elbise gibi şeyleri Kabul
etmezmiş. Üç yaşına vardığında Çorbacı ağanın oğlu çıpğlak olarak Şeyh Bekâr’ın
yanında gezmeye başlamış. Bütün vücud yapısı hal ve hareketleri hep şeyh
Bekâr’a benzerdi. Lakin şeyh Bekâr çok szö söylemez iken bu oğlu daima
konuşurdu. Her kime rast gelse, onula söyleşirdi. Adam bulamasa hayvanlar ile
veya taş ve ağaç gibi şeylerle konuşurdu. Himmeti var ola.
Şeyh Çıplak Bekâr, Karalar kalesinde başı kabak, yalın ayak ve çıplak olup,
iki ellerini omuzlarına koymuş, zevk ve şevke gelmiş olduğu halde İslam
askerleri arasında salına salına yürürken yüksek sesle;
-Ben Bağdad’dan geldim! Demeye başladı.
Deveciler başı Halil ağa gayet dindar bir adamdı, ona;
-Ey Şeyh Bekâr Bağdad nere biz neredeyiz? Dedi. Şeyh Bekâr kızarak;
-Bismillah!” Deyip iki elleri omuzunda iken sağ eliyle omuzundanm bir
salkım Bağdad hurması çıkardı ki henüz ağacın dalından kopmuş olup kırk Osmanlı
Batmanı gelirdi.
Onu Devecibaşıya verip;
-İşte Bağdad hurması! Dedi. Şeyh Bekâr Murteza paşanın yanına varıp;
-Ya Murteza, once Anadolu’ya git sonra İstanbul’a git ve sonra Bağdat’a
git! Diyerek daha nice rumuzlu sözler söyleyip bir anda gözden kaybolup Şam’a
döndü.
Sonra devcibaşı Şeyh Bekâr’ın verdiği hurma salkımını Murteza paşaya Verdi.
Murteza paşa;
-Subhanallah, henüz kopmuş Bağdat hurmnasıdır! Diyerek once bana bir çengel
hurma Verdi. Üç tanesini hatır için yedim, gerisini sakladım. Hala yanımda
saklı olup sara ve nüzül (inme) hastalarınabirer tane veririz. Bir gün
öncesinde Karalar kalesinde adolaşıp ertesi gün bize Bağdad hurması getirdi. O
zaman Bağdat’ta hurmanın çiçeği bile yoktu. Evliya kerameti haktır.
Ermişlerden çıplak bir kimse idi. Himmeti hâzır ve nâzır ola. Onunla
konuşup duasını alırdık. Benim evimde bir dairesi vardı. Bize geldiğinde
muhakkak daireyi bulup elime verir;
-Defe Vur! Deyip sıçrardı. Ben çaldıkça o kendinen geçercesine raks ederdi.”
Hatta büyücülük, sihirbazlıktan mekân
değiştirme ilmi gibi konulara kadar bir çok hokkabazlığın İslâm’da saygı,
hürmet gördüğüne de tanık oluyoruz.
İşte Mevlana’nın oğlu Sultan Veled
efsanesi;
Mekân
Değiştirme İlmi- (Tayy-ı Mekân)
H.712
‘de Mevlâna Celaleddin-i Rumi’nin oğlu Sultan Veled, rüyasında Larende’de oturan
babaannesinin kendisine;
-Yetiş
ya oğlum! Son nefesimdir. Beni defneyle! Dediğini işitir işitmez bir anda
Konya’dan Larende’ye varır ve son nefesini vermeden görüşür ve öldükten sonra
da Larende Mevlevi hanesine defneder. Sonra bir anda Konya’ya geri gelir.(
Seyahatname-C-3-S.14 Prg.5)
Yetmedi,
aynı olayın anlatımında bir de Halife Ömer’in “büyücülük” marifeti;
“…Ereğli (Konya), İslam hükümdarı elindeyken
Haremeyn (Mekke) vakfı imiş. Hatta kâfirler elinde iken kral Herakliyos bu şehrin
suyunun peygamberin (Muhammed) mucizesi ile aktığını bilmekte idi. Fakat imana
gelmemiştir. Ama Hazreti Ömer ve diğer müminlerin emirlerine her sene hediyeler
gönderirdi. Bu şekilde bu şehir Allah’ın resulünün himayesinde olmuştur.
Zira bu Herakliyos’u Hazreti Ömer
durduğu yerden parmağıyla gözünü çıkarıp kör etmişti. (Hz. Ömer de
büyücü bir Yezidi miydi?) O da korkusundan hayatta bulunduğu sürece halifeye
hediyeler gönderirdi. Halen bu şehir halifeler himayesinde olup Haremeyn
hâkimine bağlıdır. “
Evliya Çelebi böyle olaylardan o
kadar çok örnekler vermiş ki yazsam, konu başka yerlere sapar gider. Biz
konumuza dönelim.
Peygamber “Çilecilik” yaşamını
Hz. Osman’a yasakladığı anda bunu bütün Müslümanlara da yasaklamış olmaktadır.
Öyleyse bu İslam kültünde nasıl
kaldı veya nasıl geri döndü? Sorusuna cevap arayalım.
Benim tespitlerime göre bunun iki
esas açıklaması vardır;
1-
İslâm tam anlamıyla değil kısmen bile bırakın halkı, Halife ve Sahabeler
arasında bile “Fikir birliği” sağlayacak şekilde anlaşılmamıştı.
2-
Peygamberin ölümünden sonra, “Müslüman olduk” diyen başta Ebu Süfyan bin
Harb, oğlu Muaviye ve Muaviye’den olan torunu Halife I. Yezid zamanında
Yezidiliğe geri dönülmüştür. Kürt Yezidi kitabı Mushaf-ı Reş’de “Ebubekir, Ebu
Süfyan, Muaviye ve halife I. Yezid TANRI” olarak sayılırlar.
Önce İslam’ın anlaşılamaması
konusunu ispat edelim;
Peygamber’in soyu olan ve ”Hicaz
Arapları” olarak bildiğimiz kavim aslında “Melez” bir kavim olduğundan
Bedeviler Muhammed’i peygamber görmezler. Bilmeyenler için yazalım;
Yahudilerin büyük ataları İbrahim
peygamberdir. İbrahim, Sabi dininden, güneşin, gezegenlerin, yıldızların “tanrılar”
olduğuna inanan Babil toplumundandır. O zamanın dini inancı gereği kız kardeşi
Sara ile evlidir. Sara kısırdır ve çocuğu olmaz. “Tek kadınla evliliğe” inanan
İbrahim ikinci kadın ile evlenmez. Sonra tanrısı Yahve, onu Urfa, Kudüs
bölgesine göç ettirir. Bölge Mısır idaresinde olduğundan firavun askerleri Sara’nın
güzelliğini görünce satın almak için İbrahim’e kadının kim olduğunu sorarlar.
O da, askerlerin para ödememek
için kendisini öldürecekleri ve karısını alacakları korkusuyla, “kız kardeşi”
olduğunu söyler. İbrahim’e biraz para verip Sara’yı alır saraya götürürler. O
gece Firavun Sara ile birlikte olmaz. Yattığında rüyasında Yahve- Allah firavunu,
Sara’nın evli olduğu konusunda uyarır ve ona dokunursa ülkesini de harap
edeceğini söyler.
Korku ile uyanan firavun, İbrahim’i
çağırtır, yalanı yüzünden fırçalar ve hakkında tanrıya karşı davacı olmasın
diye bol miktarda para, köle ikramıyla onu zengin eder.
İbrahim böylece köşe olur ve
köleleri arasında Mısır’a esir düşmüş Bedevi prensesi Hacer adlı bir kadın da
vardır.
|
Tevrat'a göre, vaat edilen Kenan toprakları uğruna 100 yaşında sahip olduğu oğlu İshak'ı kurban etmeye götüren İbrahim |
Sara’nın izniyle İbrahim evlenir
ve İsmail peygamber doğar. Ancak, Sarayı Hacer “kısır” diye çok aşağılar.
Sonunda İbrahim 100 yaşına geldiğinde Yahve’nin yardımıyla Sara İshak
peygamberi doğurur. (Bakara 136. Ayet, İsmail, İshak, Yakup” şeklinde bu çocukları
doğrular). Sara- Hacer sürtüşmeleri yüzünden Yahveh İbrahim’i Kudüs bölgesinden
1000 km kadar güneye Kâbe’nin olduğu yere İsmail ve annesi Hacer’i götürüp bırakmasını
söyler.
Ortalıkta su b ile yoktur. Hacer,
çölde su için çırpınırken, İsmail’in topuklarıyla kazdığı kum içinden Zemzem
kuyusu çıkar.
Kâbe civarında büyüyen İsmail ve
soyu bölgenin Bedevi (Yörük) Araplarıyla evlenirlerse de İshak ve Yakup soyu
onları dışladıkları için Lut peygamberin soyu olan Moabilerle ilişkileri sürer.
Allah putu da Cürmühiler tarafından Moabilerden peygamber Muhammed’İn
doğumundan 600 yıl kadar önce Kâbe’ye getirilip konulmuş ve “Baş Cin/Şeytan”
olarak tapınılmıştır.
Kureyş kavminin Luti ve öteki Yahudi
kabileleri ile evliliklerini sürdürmeleri ve “İbrahim Suresi 4. Ayetin” Her
millete kendi dilinde peygamber gönderdik”
demesi yüzünden Bedeviler Kureyş peygamberine biat etmezler. O zamanın
vergisi olan Zekât vermezler.
Bunun üzerine de Hucurat Suresi
14. Ayet inmiş ve “Bedevilerin yüreklerine henüz İslam’ın yerleşmediğinden
fitnecilik ettiklerini bildirir ve Bedeviler “kılıç ile terbiye edilerek”
Müslüman edilirler.
Buna ikinci büyük örnek ikinci
halife olacak Hz. Ömer’in peygamberin ölümü esnasında yaptığı tespitlerdir ki
tam bir putperestliktir;
Peygamberin ölümünden kısa bir
süre önce ilk Müslüman olan Ashabtan Ömer’in de içlerinde bulunduğu bir ordu
Usame komutasında yola çıkmıştı. Peygamberin öleceği anlaşılınca, Ümmü Eymen
oğlu Usame’ye haber gönderdi ve ordu Mekke’ye dönmek üzere yola çıktı.
Hazreti Ömer, peygamberin hem
dava arkadaşı hem de kızı Hafsa’nın evliliği yüzünden kayınbabasıdır.
Böyle bir adam, peygamberin ölümünden sonra “
Kur’an’ın bir ayetini yanlış tefsir (açıklama) ettiğinden dolayı bir başka
insan sıfatında tekrar aralarına döneceğine inandığını, onun ölmediğini ve
ölmeyeceğini” savunur. Bu iddiasına o kadar inanmıştır ki, dönüşünde camide
verdiği vaazlarda ve peygamberin defin işlemi için bekleşen Müslümanlara
yaptığı konuşmalarda da tekrar eder.
Bu yaptığı apaçık, Yezidilikte ve
öteki dinlerde var olan “Ölen Tanrı Kültü” gereğince, peygamberin başka bedende
“reenkarne- yeniden canlanma” olacağına inanmak İslam’a göre putperestliktir ve
dinden çıkmadır. Hadi gel de bunu Ömer’e anlat.
Peygamberin evinin önünde bu
konuşmasını yaparken Ebubekir eve gelir, peygamberin cesedini görür ve yüzünü
örter. Dışarı çıktığında Ömer heyecanla aynı sözleri tekrarlamayı sürdürür.
Ebubekir, “Yavaş ol Ömer!” diye birkaç
kez uyarsa da Ömer duymazdan gelince Ebubekir sözünü keser ve Müslümanlara şöyle
der;
“-Ey insanlar! Kim Muhammed’e
tapıyor idiyse gerçekten Muhammed ölmüştür! Kim Allah’a tapıyor idiyse
gerçekten Allah diridir ve ölmez!” Demiş ve Uhud’da indirildiğini söylediği, “….peygamber
öldüyse topuklarınız üzerinde geri dönüp eski inançlarınıza mı döneceksiniz…”
diyen ve o zaman kadar hiç okunmadığı iddia edilen Ali İmran Suresi 144. Ayetini
okur. Daha sonra Ömer yaptığı açıklamada “Ebubekir’in yaptığı o konuşmaya kadar
peygamberin öldüğüne inanmamıştım, o zaman öldüğünü anladım ve yere yığıldım”
demiştir.
(Yanına girip bakmak yerine olasılık sıralıyor. Aklı bu kadar adamın.)
Ömer savaşa katılmadan önce de peygamber,
hastalığı yüzünden yerine imamlık etmesi için, Ayşe’nin bütün itirazlarına
rağmen Ebubekir’i görevlendirmiştir. (Ebubekir Siraceddin- Muhammed’in Hayatı
S-391)
|
Koyu Kahve- Muhammed'in bıraktığı topraklar, Kırmızımsı Dört Halife ve Sarı Emevi haritası |
Ömer’e imamet yetkisinin
önerilmesine ise Ömern kızı Hafsa’nın da söz aldığı yerde Ayşe ve Hafsa’ya; “ –Siz
Yusuf’un yanındaki kadınlar gibisiniz. Ebubekir’e imamlık etmesini söyle.
Bırakın suçlayan hata araştırsın, haris olan da arzulasın. Yoksa Allah ve
müminler buna sahip olamayacaklar!” Demiş ve son cümlesini üç kez tekrar
etmiştir. Bundan sonra ölümüne kadar bütün namazları Ebubekir kıldırmıştır.
Bu olay “İslam’ın anlaşılmama ve
peygamberin endişesi konusuna” yeterli bir açıklamadır.
İkinci olarak, iktidar kavgası
başlar. Tarihte olmamış bir şekilde Araplar ilk kez bütün Arap yarımadasını “Tek
bağımsız Arap devleti haline getirmişlerdir. Pasta büyümüştür, kabileler
iktidar yarışına başlarlar ve “Kureyşliler” devlet idaresini almazsa öteki
kavimlerin saygınlığı olmadığından İslam ve İslami devletin biteceği kanaatleri
tartışılmaya başlanır. Ömer ve Ebubekir Ebu Ubeyde tarafından önerilince Ömer
de pek istekli değildir ve Ebubekir’in yanına giderek onun elini yukarı
kaldırır ve desteğini bildirir. Böylece ilk halife belirlenir.
Örneklerden birisi, Peygamberin
ölümünden sonra Sa’d bin Muaz gibiler Ebubekir’in halifeliğini kabul etmeyip
Suriye’ye göçerler.
İkinci örnek Hz. Ali, her ne
kadar Ebubekir’e biat ettiğini söylediyse de “Bağlılık Yemini” etmemiştir.
Acısını ve yalnızlığını, peygamberin cesedinin gasil edilmesi esnasında onu
elbisesi üzerinden severek, “Ey bana annemden ve babamdan daha sevgili olan!” cümlesiyle
ifade etmiştir.
Ebubekir’in iki yıllık
halifeliğinin ardından Ömer, damadı Osman ve Ali gelmiştir. Osman ve Ali
öldürülmüşlerdir.
Bunların ardından, katil ve
işbirlikçi Yezidi Süfyan’ın oğlu Muaviye ve oğlu I. Yezid önemi gelir ki bu
dönem İslam’a yapılan bir “Karşı Devrim’dir.”
Konumuz olan çilecilik, türbe
fakirliği, sır sahibi ermiş, dervişlik, Şeyhlik, Pirlik gibi adlar ile İslâm
kültüne geri dönüş yapmıştır.
Böyle “Çileci Derviş ve
Mollaların” özellikle Yezidilerden çıkması çok doğaldır.
Ömrünü İngiltere’ye ve batılı
Hıristiyan devletlere ajanlık dâhil her türlü hizmetle geçirmiş olan Bitlis
Norşin (Gürpınar) Ermenisi veya Yahudi’si olması muhtemel olan ve “Kürtçülük”
ile geçiren Yezit Said-i Kürdi ömründe hiç evlenmeyerek, para harcamayarak,
manastır rahipleri gibi “Çilecilik” yaşamıştır.
Ve onun yolunda giden günümüz
Nurcusu Fethullah Gülen İslâm’da yasak olan “Çilecilik ve Bekârlık” çekerek
yaşamını Amerika Pensilvanya eyaletinde 600 dönümlük malikânesinde ABD-İngiliz
sömürgeci siyasetlerine alet olarak geçirmektedir. Her ikisi de Vatikan’dan
yani Hıristiyanlığın dini, ruhani önderi olan ve “Allah” ile haberleştiği iddia
edilen Papalık makamlarından ödüller almışlardır. Fethullah Gülen’in Vatikan’a
gömülmeyi çok istediğini açıkladığı videolar internette dolaşmaktadır.
“Çilecilik” ve yaptırımlarından
biri olan Bekârlık hakkında benden şimdilik bu kadar
Alaeddin Yavuz