Ey Türk Milleti! Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz
Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar. Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır. İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz! Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir. Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat-
ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN
YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat
İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR.
VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat
YEZİTLER,SÜRYANİLER ve NURCULARIN KÖKENLERİ,VATİKAN BAĞLARININ İÇ YÜZÜ.
Deliüzzaman-ı Said- Kürdi,kökenleri,.İÖ.4.yy'da Büyük İskenderin Bölgede Bıraktığı "Kripto Grekler" olan Süryanilere,Onlara Karışmış Ermeni ve Kürtlere dayanır.Nakşibendi,Şafi Takiyyesi Yapan Yezidilerdir.
1-Önsöz
2-Harran Sabileri (Dönmeleri) 3- Şeyh Hadi Bin Musafir El Hekkari el Emeviyenin Hayatından kısaca Bakış
4-Mushaf-ı Reş (Kara Kitap-Şeytani Kürtlerin Tevrat,İncil,Putperestlik İçeren Kutsal Kitabı)
5-Destanla İlgili Açıklamalar-İslam İlişkileri
6-1650'lerde Sultan Ahmet zamanında İsyancı Yezidi Kürtlerin Gürcistan Bağları; 7-Osmanlı’ya Asker Vermeyen Yezidilerin Gerekçeleri (Apaçık Muhtıra)
8-İslam’a İlk Yabancı Düzeni-Vehhabilik (Hicaz Araplarının İslam öncesi inançları olan Yezidliğe dönmesi)
9-Bahailik (Tevrat,İncil,Kuran ve Hint Dinlerinden oluşan İngiliz uydurması siyasi din)
10-Kafkas Yezidileri ve Süryanileri (Gürcü kaynaklarından çeviri-İhanet Belgesi)
11-Deliüzzaman-ı Yezid el Said-i Kürdi’nin Anıları.
(Deli diyen ben değil,önce "meşhur" lakabını veren ailesi,çevresi,öğretmenleri ve Abdülhamit,Toptaşı Akıl Hastanesidir.) 12-Deliyullah'ın Yahudi Kökeni
13-Komşu Hıristiyan devletlerin Türkiye'yi İşgal Senaryolarını içeren videolar.
1-ÖNSÖZ
Deliüzzamn ve de Deliyullah Said-i Kürdi
1915’lerde bizi arkadan vuran sadece Ermeniler değilmiş.Yezidi Kürtler ile Hıristiyan Süryaniler de Gürcistan-Vatikan-İngiltere ile birlikte çalışmışlar.Yezidler ve Süryaniler, Gürcistan ve Ermenistan’a kaçmışlar.
Atatürk devrimlerini engelleyen 26 Kürt isyanı,bir o kadar gerici ayrılıkçı isyanın ardında bunlar varmış.
1950 Menderes hükümeti ile iktidara gelen "Sünni İslam maskeli" bu kripto yapılanmayı bizler “Nurcular olarak” tanıyoruz.Haliyle bu tespitime hemen bir çok insan tepki gösterecektir.
Bu tepkileri düşünerek ben de Said-i Kürdi’nin doğduğu bölgenin iki bin yıllık inanç kültürünü yazmak zorunda kaldım.
Said-i Kürdi (Nursi) Bitlis ilimizin o zamanki Tağ kasabasının Nurs köyünde doğmuştur.
Nurs “Nurlar,Nurani” anlamına gelmektedir.Bitlis’in hemen komşusu sayılan Hakkari Yezidilerin kurucu şeyhi Hadi’nin merkez yaptığı ve “Hakkari’nin Tanrısı” sıfatıyla kendisini yücelttiği yerdir.
Hicaz Araplarından alınan Şeyhlik ve Pirlik sanları, Yezidi Kürt inancının en önemli ruhbanlarına verilen rütbedir.Şeyh Hadi’nin mezarının bulunduğu Hakkari’ye yakın Musul civarlarındaki Laleş şehri de “Nurs” anlamına gelmektedir.Yani Nurani yer.”Yezidilerin hac ve doğan çocuklarını zemzem suyuna batırarak vaftiz ettikleri merkezdir.
Şeyh olabilecek yeteneklere sahip kişilerin "cahil okur yazar olmayan veya okur ama yazamayan” olması gereklidir.Bunların hepsi de Deliyullah Said-i Kürdide vardır.
Okuyacağınız dini yazılar tarafımdan yapılmış tercüme,yorum ve alıntılara dayalıdır. Alıntıların linkleri sayfa sonunda verildiği gibi daha başka bilgi kaynaklarının da linkleri verilmiştir. Tercümelerde İngilizce olan metindeki kelimelerin aslına sadık kalınmaya özen gösterilmiştir ve kelimelerin olası en gerçek anlamları seçilerek tercüme gerçekleştirilmiştir.
Kürt Yezidiliğini incelerken,tek başına bir kültür olmadığını,tamamen uydurma bir masal olması yüzünden, Harran Sabiliği (Sabi=her dine dönen,dönme,serhoş demektir.) yani ilk Süryanilik,Hıristiyan Süryaniliği, Bahailik,Vehhabilik,Ermeniler ve Gürcülerle ve dolayısıyla Vatikan-Bizans bağlarına da bakmak zorunda kaldım.
Ancak hepsini yazmaya kalksam, en az 150 sayfalık bir yazı olacağından bunu İnternet sayfasında yayınlama olanağım da yoktur.
Mushaf-ı Reş'in başlangıç kısmı
Bu yüzden gereği kadarıyla,Sabilik,Süryanilik,Kürt Yezidiliğinin kitabı “Mushaf-ı Reş”,Said-i Kürdi’nin özellikle “okur-yazamazlığının,çift revolver ve mavzeriyle,Yezidiliğin yaygın olduğu bütün El Cezireyi 16 yaşında at sırtında kat etmesi,bey paşa demeden gördüğü rüya üzerine Vali öldürmeye çıkması gibi olayları içeren meceralarında,kendisine neden böyle karakter biçtiğini,bu sırrın Yezidilik kökenlerini kendiniz ,dinleri,olayları okuyarak kavrayacaksınız.
Yezidilik her ne kadar İran Mecusiliğinin bir koluysa da,Kürt Yezidiliğinin kökenlerinin dayandığı inanç grubu ise Harran Sabi (dönme) inancıdır.
İ.S.10.yy’da Horasan’dan bölgeye yoğun olarak göçmeye başlayan Kürtler,Mecusilik,Türk Gök Tanrı,Mani inançlarının karışımı bir inanca sahiptiler.Yeni göç ettikleri bölgedeki Sabi Harran Süryanilerin kültürlerinden etkilenmeleri fazla zaman almadı.
12.yy’da Türk din bilgini İmam Gazali’den Bağdat’ta Abdülkadir Ceylani ile birlikte ders alan Şeyh Hadi Bin Misafir,VII.yüzyılda,Arap işgalleri sırasında,bölgede yaşayan kabilelerin başlarına bedevilerden birer bey atanması sonucu,aslen İbrahim peygamberin oğlu İsmail ile Hicaz Bedevilerinin melezi olan luti Hicaz Araplarının da “melezi” olduğu bilinci ile, Yezidiliğin “köleci,ırkçı,kadını aşağılayan yapısını değiştiren” devrimci Hz.Muhammedi aşağılamış,Yezidilik inancının kaynağı olarak gördüğü halife Ebubekir,Süfyan oğlu Muaviye ve onun da oğlu Halife Yezid’i tanrılaştırmış,kendisine de gruba dahil ederek bölgenin yenisi olan Kürtleri hem yeni bir Tanrı,ondan gelen bir din sahibi ederek Kürt Yahudiliğini oluşturmuştur.
Siyasette Kürt Yezidiliğini,Nurculuk ve Fethullahizm (Modarate-Ilımlı İslam) ile alakalı bulduğumdan başlığa koydum.
Ancak,Kürt Yezidiliğinin tek başlarına değil,tarih içinde Süryaniler,Ermeniler,Gürcüler ve Haçlı dünyası ile kol kola olduklarına tanık olacağız.
(Urfa’da) Harran putperest yıldız dinlerine tapan Süryanilerin* yaşadığı bir merkezdi.Yedi gezegenden biri için adanarak kurulan yedi şehirden birisiydi.Ay tanrısı Sin adına kurulmuş büyük bir tapınağı vardı.
*(Süryani-Suriye’li Hıristyanlara verilan bir addır.O çağlarda Hıristiyanlık olmadığından, “Suriyeli” anlamına gelir.)
Yıldızları gözlemek için kulesi vardı.Dünyanın ilk üniversitesinin burada kurulduğu,il kilise ve ilk caminin burada inşa edilmesine rağmen yıldızlara ve putlara tapmakla bilindikleri için bu durum göz ardı edildi.
Kökenleri Kaldelilere dayanan Harran’ın okullarında sihir ve büyü öğretilirdi.
Kuran’ın Kökenleri” adlı kitabın yazarı W.St.Clair Tisdal,(S.236-237)Suriye’de oturan Seth ve İdris’in takipçileri Sabilerden bahseder.Geceden,gün doğumuna 30 gün Sabilerin oruç tuttukjlarını,secde etmeksizin cenaze namazı kıldıklarını,Hz.Muhammed’in orucu,şafaktan akşam karanlığınına değiştirerek,cenaze namazını ise aynen kopyaladığını yazar.
Tek tanrılı yıldızlardan gelen meleklerin adlarına tapınan,kökenlerinin Nuh peygamber soyuna dayandığına inanan bir Ortadoğu inanç geleneğidir.Hileci Grek tanrısı Hermes (Trismegistus’*(Üç kere ulu) un (İdris peygamber) peygamberleri olduğuna inanırlar.
Güneş,Ay,Merkür, Venüs,Dünya, Mars,Jüpiter,Saturn yıldızlarıdır.Bu inancın İ.Ö.IV.yy’da Büyük İskender’in Harran’ı ele geçirmesiyle Hermes kültünün bölgeye yerleştiği sanılmaktadır. Yemen’li Sabilerle alakaları yoktur.Yemen’li Sabiler,Sabi yazarken Sat yerine Sin harfini kullanırlar.
Tam olarak Yahudilik veya Hıristiyanlığa göre ibadet etmezler.Grek kaynaklarında, Theosebeians (Seosabians-Allah’tan korkanlar) ve Sebomenoı (İnananlar),Phobeomenoı (Fobeominoy-Bir’in Dindarları) olarak adlandırıldılar.
İslam ulemalarına göre,Sabi-üna (Sabi’li) Seba’a sözünden gelir ve “bir dinden öbürüne giren” anlamındadır.
Taberi,Sabiün kelimesinin Sabi’nin çoğulu olduğu ve “din değiştiren,dönen,dönme” demek olduğunu,birisinin veya inancın sahiplerinin mevcut dinlerini bırakarak diğerine geçenleri tanımladığını söylemiştir.Araplar böyle insanlara “Sabi” derlerdi.
İbranice’de Sabi,”serhoş,içkici” demektir.
Irak Küfe şehrinde IX-X.yy’da doğan,Mısır Hiyerogliflerini Kıpti (Çingene) Mısır diline ilk çeviren ve yazan, sihir üzerinde uzman,Mısırolog ve tarihçi, Simyacı,çiftçi,Suriye Nebati’li Ebu Bekr Ahmed ibn 'Ali ibn Kays el-Wahşiyah el-Kasdani el-Kuseyni al-Nebati el-Sufi’nin öğretilerine dayalı bir dindir.
Süryanileri "Kripto Grekler" olarak bölgeye bırakan Grek İskender
Meleklere,putlara,yıldızlara ibadet ederler.Günde üç kez namaz kılarlar. domuz, köpek, eşek, yırtıcı kuş,fasulye, lahana, mercimek yemeleri yasaktır.
Ali El Mesudi,(Irak-896-957)Harran Sabileri,Yunanlıların avam (aşağı halk) tabakasıdır.Felsefeleri,Mütekaddimun felsefesinin (Sünni-Selefi) haşeviye kısmı olduğunu söylemektedir.
İslam Ansiklopedisi yazarı Carra De Vaux,makalesinde,Sabi adının “s-b” kökünden geldiğini ve “suya daldırma-vaftiz” anlamına geldiğini yazmıştır.
Ebu Bekir El Kassas,(İ.S.980),”Kendilerine Sabi adı veren,Süryani dili konuşan,Harran bölgesinde yaşayan bir grup vardır ki hiçbir peygamberi kabul etmez,Allah’ın hiçbir kitabına inanmaz,kitab ehli değil,putperesttirler.Kestikleri yenmez,kadınları ile nikah edilmez” demektedir.
Kaynak Wkipediya
Kuran’da Sabiler;
Bakara Suresi; 62-“Süphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hiristiyanlar ve Sabiiler; bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve iyi bir amel islerse, elbette bunlarin Rableri yaninda mükafatlari vardir. Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaklardir.”
Maide Suresi 69-“Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Sabiiler ve Hıristiyanlar her kim Allah'a ve ahiret gününe iman edip de dürüstçe çalışırsa, artık onlara korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir.”
Hac Suresi 17-“İman edenler, Yahudi olanlar, Sabiiler (yıldıza tapanlar), Hıristiyanlar, Mecusiler (ateşe tapanlar) ve müşriklere gelince, muhakkak Allah kıyamet günü bunlann arasını şüphesiz ayıracaktır; çünkü Allah herşeye şahittir.”
3-ŞEYH HADİ BİN MUSAFİR EL HEKKARİ EL EMEVİYYE
Şeyh Hadi-Şeytanı Siyah Yılanı ile
Şeyh Hadi İbn Musafir El Hekkari El Emeviye (1070 Beka Vadisi (Lübnan)- 1162). Emevi Halifesi Mervan İbn El Hakim’in soyundandır. İran’ın eski dini olan Mecusilik-Zerdüştlük-Yezidilik olarak bilinen inancın Kürtlere has uygulamasını İslam öncesi Hicaz Yezidliği ile birleştirerek Kürt Yahudiliği de denilen Kürt Yezidiliğini kurmuştur. En eski inanışlardan olan Sufiliği incelediğinden Sufi olarak da bilinir. Mezarı Irak Sincar bölgesinde Laleş şehrindedir. Bu yer Yezidlerin hac yeridir. Yezidilerin Tavus Melek-Şeytan diye taptıkları, Kürt olmayan Emevi kökenli şeyhleridir. Uyanık Emevi şeyhi Hadi, kendi soyu olan I. Halife Hz. Ebubekir, Hz.Muhammed’in düşmanı amcası Ebu Süfyan’ın oğlu Şam Valisi Muaviye ve oğlu Halife Yezid’i de Kürtlerin TANRISI ilan etmiştir.
Daha sonraları Hakkari’ye gelerek yerleşmiş ve “El Hekkari” lakabını adına eklediğinden Şeyh Hadi Bin Musafir El Hekkari El Emevi adı ile anılmıştır. 1111’de yerleştiği Laleş şehrinde kurduğu tekkeye kendi adından türetilen “Adeviye Tekkesi” ve tarikatına da “Adeviye Tarikatı” denilmiştir.
Aslında kutsal kitap olarak yazdığı Mushaf-ı Reş (Kara Kitap’ta) ” Hz.Muhammed’i tanrısı şeytan Tavus’un “ Nurlandırdığını” onun nuruyla peygamberlik ettiğini, aslında kötü birisi olduğunu, Muaviye’nin onun kölesi olduğunu ve onun soyundan gelenlerin Muhammed’in neslini kurutacağına dayanan kehanetin anlatılmasına ve hatta Allah’ın Kızları olarak bilinen El Uzza’nin Halid Bin Velid tarafından öldürülmesinin intikamını, Muaviye’yle evlenen 80 yaşında bir kadının sabahında 20’lik bakireye dönüşmesi ve Halife Yezid ve babası Muaviye tarafından da Muhammed soyunun kurutulması nı anlatır.Bu durumda Müslümanlığının kabulünün olanaksız olmasına rağmen, Şeyh Hadi’nin gerek Emevi soyuna dayanması ,gerek namaz ibadetlerinin olması ve gerekse de Kürtlerin kaybedilmemesi için olsa gerek Sünni Müslüman tarikatı olarak kabul edildiğini görüyoruz.
Yezidiler Hakkında Yabancı Tespitler;
'The Encyclopaedia Britannica 1986'Yezidi dini, Zerdüştlük, Maniheizm, Yahudilik , Nasturi Hristiyanlık ve İslami
elementleri içeren çeşitli dini düşünce okullarının bileşimidir” demektedir.
Ayrıca Yezidiler Emevi Halifesi I.Yezid’in destekçilerinin soyundan olduklarını
söylerler.
Yezidiliğin Hristiyan açıklamasında, Şeyh Adi, Koçak diye anılan peygamberlerinin arasında oturan kutsal ruhun kendisidir. Onlara
göklerin sırlarını ve gerçeği açıklayandır.
Çağdaş eleştimenlerden bazı
eleştirileri düşünmek eğlendiricidir. Adi, iyi ve Melek Taus kötü ilkedir. Şiir (30-32) bütün iyilerin
kaynağı olan iyi tanrı olarak temsil edilmiştir. Diğerleri onu Addi veya Adi adlı Mani’nin öğrencisi olarak tanımlamışlardır.
Diğerleri hala ona tanrının adı olarak hürmet ederler. Bu durumda, onun mezar mitinde ön ek olan “Şeyh” Müslümanları aldatmak içindir ve
bu yüzden kutsal tapınağın kutsiyetini korumak için de Hristiyanların Mar Mattie, Şeyh Mattie ve Mar Behrian manastırını da
Hızır İlyas diye anmaktadırlar.
Fakat en dahice teori G.p.Badger tarafından
geliştirildi. Yezidilerin yazdığı “Ad” Yahudilerin yazdığı tanrıları Adonibezek/Adonay’ın ilk iki harfi olan “Ad”
ile aynı kökten değildir. Yazar
kelimenin kökenine itiraz edilebileceğini biliyor ve Yezidilerin Elif ile değil de Ayın harfi ile yazdığını söylüyor. Ama, “Çok az okuma yazma
bildiklerinden Arapça yazıyorlar, kendi dillerinde (Kürtçe) asla yazmadılar ve geçen
zaman içinde asimile olarak tanrılarının adını “Mervani Halifelerinden birinin torununun adıyla açıkladılar belki
de Muhammedilerin onlara eziyet
edeceklerini düşündüler”, her ne kadar ellerinde kanıt olmasa da Şeyh Adi, öğrencileri tarafından
tanrılaştırılan Mani’nin öğrencisi Adi ile aynı kişidir” Diyerek düşüncesini
açıklamıştır.( Badger: Ibid, p. 247. (137) Ibid, p. 112)
Sacred Books and Traditions of
the Yezidiz, by Isya Joseph, [1919], at sacred-texts.com
“Yezidi Sözel Geleneklerinde Geç Antik
Motifler” Budapeşte 2009
Macar Doktora öğrencisi Eszter Spat’ın Merkezi Avrupa Üniv.
Ortaçağ Araştırmaları Bölümüne verdiği “Yezidi
Sözel Geleneklerinde Geç Antik Motifler” başlıklı Felsefe Doktora tezi.( Late
Antique Motifs in Yezidi Oral Tradition Eszter Spat’ın Central Eurepean University
Dept. Of Medieval Studies /fort he degree of Doctor of Philosophy)
189 Kreyenbroek, Yezidism 27
Yezidiler için Şeyh Hadi, dinin merkezinde bulunan çok
önemli bir figürdür. Toplumun tarihi önderleriyle ilişkili ilahi bir
figürmüşçesine cisimleşmiş bir melek olarak kabul edilir. Mezarı hac yeridir ve
adının sıklıkla geçtiği ilahilerle anılır. Ne Yezidi dini geleneğinde ne de
Suriye’den gelen ilahi metinlerinde Şeyh
Adi’nin Müslüman olduğuna dair bir ifade geçmez. Çok sayıda gezginler Yezidiliğin Muhammet’ten önce var
olduğundan bahsederler. Dokuzuncu yüzyılda Musul’da Fransa konsolos
yardımcısı olan N.Siouffi Şeyh Adi’nin
tarihi bir figür olduğunu ama bu gün Sufi şeyh Adi bin Musafir’in kimliğinin
Yezidilerce kabul edildiğini yazmıştır. (N.Siouffi “Notice sur le Cheikh Adi et la Secte des
Yezidis” JA ser 88, vol5 (1885);78-100).Bu tanımlamanın bu günkü Yezidilerce
kabul edildiğini ancak geçmişinde daha çok şaşırtıcı gelenekler vardır.
(Profesör Kreyenbroek bana Yezidi dininin Almanya’da yaşadığını ama Müslüman
kökenli Şeyh Adi kökenlerini anlatınca toplumdan dışlandığını anlattı.)
190 Bazı Hristiyan kaynakları Şeyh Adi’nin Laleş’te bir Hristiyan manastırını ele geçirdiğini veya
rahiplerini dinine çevirdiğini iddia ederler. I.Joseph, Devil Worship;
Sascred boks and Traditiıons of Yezidis (Boston;Badger 1919) 98-99 Kreyenbroek
Yezidism 30-31;Fuccaro, The Other Kurds 14.
Yezidi sözel kaynaklarında, yerel Hristiyanlar ile Adeviyeler arasında Mar Matti (Laleş’ten birkaç km uzaklıkta Meklup dağında Mar Mati manastırını
kuran rahip) Şeyh Adi ile benzer veya rakip bağlantılar gösterilir.
Türk tarihçi Birgül
Açıkyıldız’a göre Laleş Merkez
Tapınağı, Sufi rahibelerin yaşadığı bir yer veya tekke görünümüyle orijinal bir
Hristiyan Kilisesi veya manastır yeridir. Derelerle beslenen, bu yeşil,
düzenli vadinin daha eski bir ibadet yeri olduğundan şüphe yoktur. (Sayfa 44
dip notlardan çeviri)
Nusayriler -Sayfa
38-39;
Nusayriler, aşırı İran
Şii tarikatlarından olup Ali bin Talip’e (Hz. Ali) “En üstün tanrı” olarak
hürmet edenler olarak bilinirler. Nusayriler, Ali
bin Talip’in Allah’ın cisimleşmiş hali olduğuna, göksel teslisin en yüksek
olanı olduğuna, insanlık âleminde
peygamber olarak göründüğüne, en son olarak da Muhammet’in evlatlığı Ali bin Talip olarak göründüğüne inanan Alevilerdir.
Nusayriler, erken Hristiyanlık döneminden ve geç
Hristiyanlık dönemi olan Gnostizmden (ruhani bilgilere erişme akımı) kuvvetle
etkilendiklerine inanırlar. Yaygın inançlara karşı gruplar olarak tanımlandıklarından
kendilerinden olmayanların yanında “takiyye”
yaparlar yani kendilerini gizlerler bu yüzden dini el yazması belgelerine
erişmek zordur. Dokuzuncu yüzyıldan kalma bazı el yazması belgeleri
bulunmuştur. On Şii imamından birisi
olarak kabul edilen Muhammed ibn Nusayr
(ö-883) tarafından Irak’ta Nusayrilik tarikatı kurulmuştur. Nusayr’ın
ölümünden sonra, 13. Yy. da Emir Hasan Yusuf el Mahzun önderliğinde, Kürtlerin
baskı yaptığı dindaşlarına yardım etmek için Sincar Dağlarından batıya, Suriye
sahillerine paralel Nusayriye Dağları denilen bölgeye göç etmişlerdir. Bu gün
Lübnan, Suriye ve Türkiye’de yaşamaktadırlar.
Sünni Müslümanlar tarafından “kafir, zinakar” olarak tanımlanan Nusayriler bu gün Suriye ordusunu ve Alevi Esad ailesiyle
birlikte Suriye’yi yönetmektedirler…
Kynk1-Kreyenbroek, Philip G; Jindy Rashow, Khalil (2005), God and Sheikh Adi are Perfect: Sacred Poems and Religious Narratives from the Yezidi Tradition, Iranica, 9, Wiesbaden: Harrassowitz Verlag
AKP’nin
din hocalarının İslam peygamberi Muhammet’e
eziyet eden, güçlük çıkaran ve ona karşı savaşlar düzenleyen amcası Ebu Süfyan’a,
oğlu Muaviye’ye ve torunu Yezid’e
“Efendimiz”
demelerini çok azı hariç bütün Müslümanlar benimsemiştir. Ve bu partiyi oylamaktadırlar
ve hala bu parti 13 yıldır iktidardadır.
Oysa, 1970’li yıllarda bunu diyene “Sen peygamberin
düşmanlarına nasıl efendimiz dersin” diyerek küfür ederlerdi. 1974’de Erbakan’ın İmam Hatip liselerini
“arka bahçesi” ilan etmesiyle bu
okullar birer Yezidi, Ortodoks Yahudi Hristiyan yetiştirme merkezleri oldular.
Geçen zaman içinde insanlar alıştırıldılar ve
şimdi herkes bunu benimsedi.
İslam’a çok benzeyen Yezidilik/Ezdilik inancına göre,
Allah, kendinden aşağı “7” tanrı yaratmıştır.
Bunların ilki Tevrat’ta
geçen ve Yahudilerin “Teke” sunduğu Keçi Tanrı
Azazel’dir ve sembol hayvanı
Tavus kuşudur.
Ebubekir ise haberci melek Cebrail’dir.
Bu yüzden Ebubekir’i de Araplar gerçek Cebrail olarak gördüklerinden ona
saldırmaya cesaret edememişlerdir.
Süfyan ve oğlu Muaviye
de oğlu Yezid’in “tanrı” kabul etmesi nedeniyle
kutsal kişilikler olarak Yezidilerin hürmet ettikleri ulu kişilerdir.
Şimdi, M.S. 1111’lerde Şeyh Adi’nin,
Emevi Yezidiliğinden Kürtler için yaptığı Kürt Yezidi din kitabı Mushaf-ı
Reş’ten ayetler veriyorum. Bu yazdıklarımı bu ayetlerde göreceksiniz. Ama önce
“Teke Tanrılara tapınma ve kurban kesme hakkında Tevrat ayetlerini okuyalım;
İslam öncesi peygamber
Muhammet’in kavminin dini olan
Yezidilikti, ki kendisi de Ezdi kabilesinden olduğunu söylediği “Hüküm Ezd’edir” hadisine bağlayarak
siyer yazarları yazmaktadırlar.
Teke Tanrı Azazel
Ezdiler ve diğer Çöl Araplarının “Azazel” adlı “Teke/Keçi” tanrılara tapındığını,
M.Ö.VI.(6.).yy.da yani günümüzden “2.600” yıl, Hz. Muhammet’ten”1100” yıl kadar önce, Üzeyir
peygamber, (Katip Ezra) tarafından yazılmış Tevrat’ın Levililer kitabında
görüyoruz;
Lev.16:
10 Azazel'e düşen tekeyi ise halkın günahlarını
bağışlatmak için canlı olarak RAB'be sunacak. Onu çöle
salıp Azazel'e gönderecek.
Lev.17: 7 İsrail
halkı taptığı teke ilahlara artık kurban kesmeyecek. Bu yasa
kuşaklar boyunca geçerli olacak.
D Not 17:7 "Teke
ilahlar" ya da "Teke görünümlü cinler."
Okuduğunuz ayetlerin
kitabı Tevrat’ta “Teke Tanrı” ya tapınma kesindir.
İslam öncesi Kâbe’nin
Hubel putu yani Allah da “Kadın memeleri
olan keçi başlı bir tanrıydı.” Anadolu Rumları buna “Bafomet”
adıyla tapınıyorlardı. Paflagonya, Bafra, Bafa Gölü, Kıbrıs Baf şehirleri adını
bu şeytandan alırlar. Bunlar, namaz, oruç, kurban her şeyi günümüz Müslümanları
gibi yapıyorlardı. Bazılar iki, üç, bazıları beş vakit namaz kılıyorlardı.Günümüz
Yezidi Kürtleri işte bu tanrıya yani Keçi Şeytan Azazel’e tapındıklarını
kitaplarıyla ifade ediyorlar. Hem de , Yahudiler, Hristiyanlar ile
Müslümanların tanrılarına “küfür ettiklerini” de belirtiyorlar. Burada biraz
düşmanlık yok mu sizce?
Şimdi kitaplarından
konu ile ilgili ayet alıntılarını okuyalım;
“Başlangıçta Tanrı
(Allah),
kendi yüce özünden Beyaz İnci'yi yarattı ve bir kuş yarattı ki
adı Angar’dı. Ve İnci'yi
onun sırtına koydu, ve orada kırk bin yıl oturdu.
İlk gün, yani pazar günü, Azazil adlı
meleği yarattı; işte o, hepsinin başkanı olan Ta'us Melek (Tavuskuşu
Melek) 'tir.”
“Çarşamba günü, Cebrail adlı meleği yarattı; o da Abu
Bekr'dir.”
“Her bin yılda bir tanrının oturduğu
yerden yedi tanrıdan biri dünyaya inerek devletler, yasalar ve
kurallar koydular, sahip olduğumuz her kutsal yerde bizimle kısa süreli olarak
kaldılar.
Peygamber Muhammet'in de kavmi Yezidiydi ve bu dine tapınıyordu.
Son kez
olacak bu gelişinde,
önceki gelen tanrıların kaldığından çok daha uzun süre tanrı bizimle
kalacak.Azizleri takdis edecek ve Kürt diliyle konuşacak.”
“Hatta O, Muaviye adlı hizmetçisi olan İsmail
oğullarının peygamberi Muhammed’i, aydınlattı, O geldiğinde Muhammed
doğru biri değildi ve ona baş ağrısı ile eziyet etti. Sonra peygamber,
tıraş etmesini iyi bilen kölesi Muaviye’den başını tıraş etmesini istedi. O da aceleyle
zorlanarak onu tıraş etti. Sonuç olarak tıraş ederken başını kesti
ve kanattı, yere düşeceğinden korkan Muaviye, kanı diliyle yaladı.
Bunun üzerine Muhammed ;
“-Ne yapıyorsun Muaviye?” diye sordu. O da,”-Yere düşeceğinden
korkarak kanı yaladım”
dedi.
O da;
-“-Günah işledin Muaviye, senden sonra benim
soyuma karşı çıkacak bir millete sahip olacaksın.”
Muaviye cevapladı;
“-Öyleyse dünya evine girmeyeceğim ve
evlenmeyeceğim!”
Bir süre sonra tanrı Muaviye’ye bir akrep gönderdi ve
onu ısırttı, yüzü yerinden çıkacak gibi şişti ve doktorlar ona “ölmesin” diye evlenmesini
söylediler. Bunu işitince rıza gösterdi.
Ona çocuğu olmasın diye seksen yaşında bir kadın
getirdiler. Muaviye karısını bildi ve sabahleyin bu
kadın tanrının gücüyle yirmi beş yaşında bir kadın olarak ortaya çıktı.
Sonra hamile kaldı ve tanrımız Yezid doğdu.
Fakat yabancı soylar, bu gerçekten habersiz
olup, tanrımızın büyük tanrı tarafından horlanıp sürüldüğüne ve
cennetten geldiğine inanırlar. Ona bu nedenle
küfretmektedirler*. Bunda hatalıdırlar. Ama biz Yezidi soyu, yukarıdaki
yedi tanrıdan biri olduğunu bildiğimiz için öyle olmadığına
inanıyoruz. Bu kişinin görüntüsünde ve biçiminde olduğunu biliyoruz.
O sahip olduğumuz bir horoz şeklindedir.”
*(Küfür, Müslümanların
Euzubesmelesidir-Euzubillahimineşşeytanirracim=Huzurdan recim edilerek kovulan,
gönüllere vesvese veren şeytandan sana (Allah'a) sığınırım")
Böylece Muaviye oğlu I.Yezid’in aslında
“KEÇİ TANRI AZAZEL/AZAZİL” olarak hürmet edildiğini öğrendiniz. Emevi İslam'ı derken bunu kast ediyorlar.
Dikkatinizi çekmek
istediğim ikinci nokta da bu çağda “son kez gelmesini bekledikleri tanrıyı
işaret edelim. Bu tanrı, “Kürt dilince konuşacak ve azizleri takdis edecek”
deniliyor.
Bu da, Kürt İslam’ı
Nurculuğu kuran Said-i Kürdi/Nursi’den başkası değildir. Kürtçe konuştu,
devlete karşı geldi; Atatürk’ün ölümüne katkıda bulundu, Kürdistan kursunlar
diye 1916 başında Doğu Anadolu’yu dindaşları Ruslara teslim etti, kelepçeleri
çözdü, atının çarparak öldürdüğü çocuğu suya daldırarak vaftizle diriltti,
rüyasında Abdülkadir Geylani’den ve Muhammet Efgani’den vahiyler aldı. Hatta
Hz. Muhammet’i de rüyasında gördüğünü söyledi ama “mehdiliği“ kabul etmedi.
Hristiyanlardan şehit olur dedi, Çanakkale savaşına katılan Kürtlerin askerden
kaçmaları için fetva verdi. Yunan ordusuna "esir aldığınız Kürt asıllı
askerleri öldürmeyin, onları sonradan Türklere karşı savaşta kullanacağız"
dedi.
Bu lafı ondan önce
Osmanlı ordusuna asker vermemek, yerine para ödemek için "14"
maddelik dilekçe veren Kürt aşiret reislerinin şartlarında da var. Ve diyorlar
ki;
"Euzubesmele
çeken bir Müslümanı bir Yezid görür, onunla kendini birlikte öldürmezse kâfir sayılır"
Okuyalım şu "Kardeş Kürt kardeşlerimizin kardeşliklerini;
Madde 5.
Dinimize göre kabul
görmeyen ve hemen cezalandırılan olaylardan biride; bir Müslüman sabahleyin
kalkıp namaza başlamadan önce De ki: “Sığınırım ben , insanların Rabbine
- olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınırım”*[7] demesidir.
Bizlerden biri bunu duyar, hemen onunla beraber kendi
canına kıymazsa, bizden biri değil, dinsiz sayılır.
*(Bahsettiği ayet, her
Müslümanın her Kur’an ve namaz suresine ve de her işe başlarken zikrettiği
Euzubesmeledir. Euzubesmele çeken Müslümanı öldürmeleri gerekiyormuş.
Zaten Euzubesmelenin
aslında “Huzurdan kovulan şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım” dır.Bu cümlede
“şeytan” diyemediklerinden “vesvesecilerin” ifadesini tercih etmişlerdir.
Vesvese veren de şeytandır.Bu Yezidilerin ilkesi her Müslümanı gördüğü yerde
öldürmektir. Gerisi size kalmıştır. )
Bu gün, Fuat Avni'nin
"Yezid" adıyla andığı, Kürtlere Kürdistan kurmakla görevli olan
Kimdir?
Elinde Kürtçe Kur’an
ile oy isteyen, 13 yıldır PKK’yı ordu haline getiren, sık sık, Barzani ile
görüşen, karısının elinde PKK bayrağı ile Kürt siyasileri ve şarkıcılarıyla
sıkı fıkı pozları basında yer alan, Süryani rahibesi gibi giyinen, her türlü
destekle güçlendiren birisi size bir şeyler hatırlatıyor mu?
Ebu Süfyan efendimiz,
Muaviye Efendimiz, Ebubekir Efendimiz, Yezid Efendimiz gibi aslen Grek dili
EFENDİMOS’tan bozma Türkçeleştirilmiş bu kelimenin Arap ve Aramice karşılığı
ise “RAB”tır. Rab, öğretmen ve sahip demektir.
Ama bu Rum dölleri,
Grek dilindeki “EFENDİMOS” tan bozma “Efendi” kelimesini pek severler.
Karısı Siirt Süryanisi
olan bu zatın eski uleması Bitlis'li Said-i Kürdi/Nursi Delüzzamandır.
1658'lerde Osmanlı'ya
vergi vermediği için yapılan kuşatma esnasında Melek Ahmet paşa bir suikasttan
Evliya Çelebi’nin uyanıklığı sayesinde kurtulur. Gelen bir padişah fermanında
da Van’dan orduya katılan Sekban ve Sarıca askerlerinin Abdal Han yanında
oldukları ve hemen “öldürülmelerini isteyen” ferman da gelir.
Adıyaman'lı Kürt Yezidiler
Savaşa başlamadan önce
iki rekât namaz kılan Melek Ahmet paşanın, gözlerinden akan yaşlarla ettiği
zafer duasında da Bitlislilerin Yezidi oldukları vurgulanır;
“-İlahi! Kuvvet ve
kudret, yardım ve fesat senindir. Verme, koruma ve doğruluk, iyilik ve büyüklük
yine senindir. Dini Mübin gayretine bir fırka Muhammed ümmetini başıma
topladım. Elimi yüzüme alıp, kapına dilenmeye geldim. Onu hiç boş döndürmedin.
Yine eşsiz padişahımdan dilerim ki, Ahmed’in bu ricasını da kabul edip bu kadar
insanı acındırma. BU YEZİDİ HAŞERATINI SEVİNDİRME!”
Geçen hafta Diyanet’in
“baba kızına cinsel arzuyla yaklaşırsa karısıyla nikah düşer mi” konusunda bir
tek Sünni, Hanefi bunu bir iftira olarak değerlendirmedi.
Ben Sünni ve Hanefi
bir ailede ve toplumda büyüdüm. Böyle şeyi ağzına alanın ağzını da yırtan bir
toplumdu benim halkım.
Ama koskoca devletin
diyaneti bunu nasıl “Hanefi fıkhında da, şöyle böyle ...” diyerek bizi işin
içine sokuvermişti.
Ben dine inanmadığım
için bu güne kadar seyrettim. Basına yansıyan bir tek itiraz görmedim. Sadece o
fetvanın aşağılanması eleştirisi yapıldı. Ama bunun Hanefi fıkhında yeri
olmadığı işlenmedi. Ben de yıllardır din araştırıp yazarım ama buna ben de
rastlamadım.
Bu “toplum yaşamında
karşılığı olmayan “ bir yaşam şeklidir ve Hanefi toplumuna da hakarettir,
iftira dır.
Nasıl mı?
Anasını, kızını,
kardeşinin karısını kaçırmak, karı yapmak bunların din kitabında Mushafı Reş
adlı Keçi Tanrıları Azazil şeytanının emirlerinde vardır. Okuyalım;
Anasını babasından çalan, kızının ırzına geçen
Yezidilikte Hırsızlığın "HELAL" olduğunu
okuduk. Sümeyye dinine göre haklı. Sorun,
halkın bunları Müslüman bilmeleri
“Bir adam komşusunun
karısını,veya eski kendi karısını veya kız
kardeşini veya annesini çalarsa ona başlık
ödemek zorunda değildir.Çünkü o bir ganimet sayılır.”
Bunlar analarına bile
uçkur çözdüklerinden, "Baba kızına cinsel arzu duyarsa..." konularını
bu yüzden gündeme getiren Yezidilerdir.
Umarım kimler
tarafından yönetildiğinizi, dininizin, diyanetinizin nasıl değiştirildiğini
anlarsınız. Anlamazsanız felaket zaten üstünüze çökmüştür.
Ülke büyük felaketleri
getirecek maceraya itilmiştir. Sorumlusu da dinine de milletine de, vatanına da
sahip çıkmayan şerefini, onurunu kaybetmiş, F.Gülen’in Fuat Avni’sinin bile
“Yezid” adını kasten kullandığı şeytanın kölelerine köle olmuşsunuz demektir.
Bu durumda hiç olmazsa
“Allah” yerine “Azazil, Tavus” deyin, evlerinize Keçi başlı putlar koyun belki
onlar sizi kurtarır. Zira İslamı siz çoktan terk ettiniz.
"Euzubesmele"
çeken Müslümanı "öldürmeyi şehitlik sayan" Yezidi Kürt
kardeşleriniz, Yezidi Diyanet işleri başkanlarınız, imamlarınız,
siyasetçileriniz, devlet büyükleriniz idaresinde ne güzel (!) Müslümansınız
siz?
Dinine sahip
çıkmayanların yazılarıma yorum yapmalarını da kınıyorum ve onlara tükürüyorum.
Yezidi (Şeytani) Kürtlerin Kutsal Kitabı;
4-MUSHAF-I REŞ (KARA KİTAP)
Başlangıçta Tanrı, kendi yüce özünden Beyaz İnci'yi yarattı ve bir kuş yarattı ki adı Angar’dı. Ve İnci'yi onun sırtına koydu, ve orada kırk bin yıl oturdu.
Tevrat'ta Azazel adıyla geçen Teke şeytan Azazi Anadolu'da Bafomet olarak tapınılan Keçi başlı şeytandır. Melek Tavus dedikleri budur.
İlk gün, yani pazar günü, Azazil adlı meleği yarattı; işte o, hepsinin başkanı olan Ta'us Melek (Tavuskuşu Melek) 'tir.
Pazartesi günü Tanrı, Darda'il adlı meleği yarattı, ki o, Şeyh Hasan'dır.
Salı günü, İsrafil'i yarattı ki, Şeyh Şems'tir (Şemseddin) .
Çarşamba günü, Cebrail adlı meleği yarattı; o da Abu Bekr'dir.
Perşembe günü, Azra’ili yarattı ki, Secaeddin'dir.
Cuma günü, Şemna’il adlı meleği yarattı; o da Nasir'ed-Dindir.
Cumartesi günü, Nura’il adlı meleği yarattı, ki o [.Yedin-Fahr-ed-din’dir.] .
Ve, Melek Ta'us (Melek Tavus)'u onların başkanı yaptı.
Ondan sonra Tanrı, yedi göğü, yeryüzünü, ve güneşi ve ayı yarattı Fakat,Fahreddin İnsanı, kuşları ve canavarları ve tüm hayvanları yarattı.
Ve onları kumaştan elbisesinin cebine yerleştirdi, ve meleklerin eşlik ettiği İnci'nin üzerinden çıktı.Sonra yüksek sesle İnci'ye doğru haykırdı, bunun üzerine o da düşüp dört parçaya ayrıldı, içinden su fışkırdı ve okyanus oldu. Dünya yuvarlaktı ve bölünmemişti. Sonra Tanrı, bir kuş biçiminde Cebrail'i yarattı, ve evrenin dört bucağının yönetimini ona emanet etti. Sonra bir tekne yarattı ve onun içinde otuz bin yıl kaldı, ondan sonra Laleş'e geldi ve orada oturdu. Dünyanın içinde haykırdı, ve deniz katılaştı ve kara ortaya çıktı ama sallanmaya başladı.Bu esnada Cebrail'e, Beyaz İnci'nin iki parçasını getirmesini buyurdu, parçalardan birini yeryüzünün altına yerleştirdi, öbürünü de Göklere kapı olarak kaldı. Sonra onların içine güneşi ve ayı yerleştirdi, onların kırpıntılarından da yıldızları yarattı, ve onları göğe süs olarak, astı. Ayrıca yeryüzünü süslemek üzere meyveleri olan ağaçları, bitkileri ve dağları yarattı. Halı'nın üzerine Taht'ı yarattı.
Sonra, büyük tanrı dedi ki Ulu Tanrı: «Ey Melekler, Adem'le Havva'yı yaratacağım, onları insan yapacağım, ve ikisinden, Adem'in özünden Şehar bin Cebr olacak; ve ondan tek bir halk türeyecek yeryüzünde; Azazil'in, yani Ta'us Melek’in Yezidi soyu olacak.
Laleş'te Şeytana ilahi söyleyen Yezid kızları
Sonra,Laleş dağında oturmak için gelmiş olan Şeyh Hadi Bin Musafir’i gönderdi.
Sonra Tanrı, Kara Dağ’a indi ve 30 bin melek yarattı.Onları üç sınıfa ayırdı.Melek Tavus’a teslim edilip ,onlarla göğe yükselinceye kadar kırk bin yıl ona ibadet ettiler.
Bu sırada tanrı kutsal şehir Kudüs’e indi ve Cebrail'e, dünyanın dört bucağından toprak,yani dört temel element olan toprak, hava, ateş ve su getirmesini buyurdu:. Onu yarattı ve kendinden içine bir ruh koydu. Sonra Cebrail'e, Adem' Cennet'e kadar eşlik etmesini,orada meyveyle bütün yeşil bitkileri yiyebilmesini,ancak buğday yememesini söylemesini emretti.Adem burada yüzyıl kaldı.
Bunun üzerine Tavus Melek, Tanrıya “-Adem’e tahıl yemesi yasaklanırsa nasıl üreyip çoğalacak ve nesilleri olacak diye sordu? Tanrı ona “-Bütün meseleyi senin ellerine bırakıyorum” dedi. O zaman Melek Tavus, gidip Adem'e sordu: “-Hiç buğday yedin mi?
O da yanıtladı: “-Hayır; Tanrı bana yasakladı!” dedi.
Melek Tavus onu cevapladı.”-Buğdaydan yersen her şey senin için çok daha iyi gidecek.!”
Adem yedi ancak karnı yedikten hemen sonra şişti, ve Ta'us Melek onu Cennet'ten çıkarıp, bıraktı, ve göğe çıktı. Adem, vücudunda çıkış yeri olmadığından karnının şişkinliğinden rahatsız oldu ve acı çekti.Bu yüzden Tanrı bir kuş gönderdi, anüsünü gagalayarak bir çıkış deliği açtı, böylece Adem içindekini salıverdi.
Böylelikle Cebrail yüz yıl uzak kaldı,ve Adem üzüldü,ağlıyordu. O zaman Tanrı; Cebrail'e Adem'in sol koltuk altından Havva'yı yaratmasını emretti.
Havva ve bütün hayvanların yaratılışından sonra Adem ile Havva,insan neslinin hangisinden geldiği konusunda anlaşamayıp tartıştılar durdular.Her birisi insanların kendinden ürediğine inanmak istiyordu.Bu tartışma hayvanların çiftleşerek saygın soylarını üretmelerine tanık olmalarından kaynaklanmıyordu.Bu tartışmaların sonunda Adem ve Havva tohumlarını bir kavanozun içine boşaltmaya,üstünü kendi mühürleriyle kapatıp, ve dokuz ay beklemeye karar verdiler.Sürenin tamamlanmasından sonra kavanozu açtıklarında biri erkek biri kız iki çocuk buldular.
Bu iki kişiden Yezidiler türemişlerdir.
Havva’nın memelerinde çürümüş pis koku yayan kurtlardan başka hiçbir şey yoktu.Ve tanrı çocukların uzanarak emebilmeleri için Adem’de büyüyen meme uçları bitirdi.Erkekte meme ucu olmasının sebebi budur.
Bundan sonra Adem Havva’yı bildi (Cinsel İlişkiye girdi) ve biri erkek diğeri kız iki çocukları oldu.
Yahudiler,Hıristiyanlar ve Müslümanlar ve diğer milletler bu ikisinden oldu.
Adem’den olan ilk babalarımız,Set,Nuh ve Enoş’tu (Adil olan).
Kadının kocasının-erkeğin bir parçası olmasının inkâr edilmesi üzerine tekrar bir tartışma çıktı.Erkek kadının karısı olduğunda ısrar ediyordu.Her nasılsa tartışma yatıştı ve soyumuzun “Adil Bir’i” yasal olarak yapılan her evliliğe şahitlik için boru ve davul çalınmasını ferman buyurdu.
Sonunda melek Tavus,yarattığı soyumuz (Yezidiler ) için yeryüzüne indi ve birilerini bizler için kral ilan etti.
Bu krallar eski Asur Kralı Nisruç (ki o Nasır-ed-din’dir) ve Kamuş (o da, Sultan Fahr-ed-Din'dir) ve Artemus (ki, Sultan Şems-üd- Din'dir) adını taşıyorlardı. Bundan sonra iki kral tarafından yönetildik; birinci (224-272) ve ikinci Şapur (309-379) adlı. bu kralların yönetimi yüz elli yıl sürdü ve onların soyundan gelen Amir'lerimiz bizi bugüne dek yönetmişlerdir. Ama biz dört tanesinden nefret ettik.
İsa yeryüzüne indiğinde dinimiz “paganizm’di” (Çoktanrıcılığa dayalı putperest inanışlar).
Kral Ahab aramızdaydı.Ahab’ın tanrısı Baalzebub adıyla anılıyordu.Günümüzde biz onu “Pir Bap” olarak anıyoruz.Babil’de Bahtunasar adında bir kralımız vardı,diğeri olan Ahşuraş da İran’daydı bir diğeri de İstanbul^’da Agrikalus adındaydı.
Yahudiler,Hıristiyanlar ve Müslümanlar bize karşı savaştılar ve tanrının izniyle de boyun eğdiremediler ve onlara galip geldik.O bize ilk ilmi öğretti.Bu öğretinin ilki;
Yeryüzü ve cennet yokken resmen size yazdığımız gibi tanrı denizin üstündeydi.Kendisine bir tekne yaptı ve onun içinde Kunsiniyatta (Sır söz, muhtemelen sulardan olan evren),kendi kendisinden hoşlanarak seyahat etti.
1916'da yakılan Mushaf-ı Reşin kalıntıları Cizre Mushaf-ı Reş Camii'ndedir. Yezidiler, Müslümanları aldatmak için "Yanık Kuran Camisi" demektedirler.
Sonra bir Beyaz İnci yarattı ve onun üzerinde “kırk yıl” hükümranlık etti.Zamanla inciye kızdı ve onu tekmeledi ve onun çığlığından dağlar şekillendi,tepeler onun harikalarından, gökler ise dumanındandır.Tanrı göklere indi ve onu sağlamlaştırdı,sütunsuz inşa etti.Sonra yere tükürdü,eline bir kalem aldı ve bütün yaratılışı yazmaya başladı.
Başlangıçta,kendisinden ve kendi ışığından altı tanrı yarattı,yaratılışları bir ışıktan bir ışığın doğması gibiydi.Ve tanrı dedi ki;-“Ben,şimdi gökleri yarattım ve sizler de kalkın içinde bir şeyler yaratın!”
Bunun üzerine ikinci tanrı,indi ve güneşi,üçüncü ayı,dördüncü, göklerin kubbesini,beşincisi farg’ı (Venüs,sabah yıldızı),altıncı,cenneti,yedinci de cehennemi yarattı.Daha evvel söylediğimiz gibi bundan sonra da Adem ile Havva’yı yarattılar.
Ve bildiklerimizin ötesinde Nuh tufanından önce dünyada bir başka tufan daha vardı.Şimdiki soyumuz barışın kralı,onurlu bir kişi olan Naumi’den gelir.Onu Melek Miran diye çağırırız.Diğer bir soyumuz,babası tarafından horlanan Ham’dan gelir.
Gemi Musul’a beş fersah (30 km) mesafedeki Ayn Sifni köyünde durdu.İlk tufan Adem,Havva ve diğerlerinin soyundan olan Yahudiler,Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından alaya alındı.
Diğer yandan önceden de söylendiği gibi biz de yalnız Adem soyundandık.İkinci tufan soyumuz olan Yezidilerin üzerine gelmiştir.Sular kabarıp gemi yüzdüğünde,karaya doğru gitti ve bir kaya tarafından delindiği Sincar dağı üzerine geldi.Yılan,bir kek gibi şekil alarak deliği kapattı.Sonra gemi hareket ederek Cudi dağı üzerinde durdu.
Derhal yılan türleri arttı,insan ve hayvanları sokmaya başladılar.
Sonunda yakalandı ve yakıldı. Küllerinden pireler oluştular.Tufandan bu güne kadar yedi bin yıl geçmiştir. Her bin yılda bir tanrının oturduğu yerden yedi tanrıdan biri dünyaya inerek devletler,yasalar ve kurallar koydular,sahip olduğumuz her kutsal yerde bizimle kısa süreli olarak kaldılar.
Son kez olacak bu gelişinde,önceki gelen tanrıların kaldığından çok daha uzun süre tanrı bizimle kalacak.Azizleri takdis edecek ve Kürt diliyle konuşacak.
Hatta O,Muaviye adlı hizmetçisi olan İsmail oğullarının peygamberi Muhammed’i,aydınlattı, O geldiğinde Muhammed doğru biri değildi ve ona baş ağrısı ile eziyet etti.Sonra peygamber, tıraş etmesini iyi bilen kölesi Muaviye’den başını tıraş etmesini istedi.O da aceleyle zorlanarak onu tıraş etti.Sonuç olarak tıraş ederken başını kesti ve kanattı,yere düşeceğinden korkan Muaviye,kanı diliyle yaladı.
-“-Günah işledin Muaviye,senden sonra benim soyuma karşı çıkacak bir millete sahip olacaksın.”
Muaviye cevapladı;
“-Öyleyse dünya evine girmeyeceğim ve evlenmeyeceğim!”
Şeyh Adi'nin Lalşe'teki mezarının girişi.
Bir süre sonra tanrı Muaviye’ye bir akrep gönderdi ve onu ısırttı,yüzü yerinden çıkacak gibi şişti ve doktorlar ona “ölmesin” diye evlenmesini söylediler.Bunu işitince rıza gösterdi.
Ona çocuğu olmasın diye seksen yaşında bir kadın getirdiler.Muaviye karısını bildi ve sabahleyin bu kadın tanrının gücüyle yirmi beş yaşında bir kadın olarak ortaya çıktı.Sonra hamile kaldı ve tanrımız Yezid doğdu.
Fakat yabancı soylar,bu gerçekten habersiz olup,tanrımızın büyük tanrı tarafından horlanıp sürüldüğüne ve cennetten geldiğine inanırlar. Ona bu nedenle küfretmektedirler.* *(Müslümanların Euzubesmelesinden bahsediyor)
Bunda hatalıdırlar.Ama biz Yezidi soyu,yukarıdaki yedi tanrıdan biri olduğunu bildiğimiz için öyle olmadığına inanıyoruz.Bu kişinin görüntüsünde ve biçiminde olduğunu biliyoruz.O sahip olduğumuz bir horoz şeklindedir.
Hiç birimizin onun adını,adını andıran Şeytan,Kaytan,Şer (kötü),set (nehir) ve benzeri sözleri ağzımıza almaya izni yoktur.
Ne de küfür anlamında Melun,Lanet,Nal (at nalı) ve benzeri sesleri veren kelimeleri,sözleri telaffuz etmemiz,tanrıya olan saygımız yüzünden yasaklanmıştır.
Bize hass (marul) haram kılınmıştır, çünkü kadın peygamberimiz olan Hasiye’nin adını anımsatmaktadır; kuru fasulye de haramdır, koyu mavi boya kullanmamız yasaktır; Yunus peygambere saygısızlık etmiş olmamak için, balık yememiz haramdır; Ceylanları da yemeyiz, çünkü onlar peygamberlerimizden birinin sürüsü olmuşlardır. Ayrıca, Şeyh ve müritleri, tavus kuşuna saygısızlık etmemek için, horoz da yemeyiz; çünkü tavus kuşu daha önce sözü edilen yedi tanrıdan biridir ve biçimi horozu andırır.
Yine, Şeyh ve müritleri, helvacıkabağı yemekten sakınırız. Bundan başka, ayakta işemek, ya da oturmuş haldeyken giyinmek, ya da Müslümanların yaptığı gibi helada taharetlenmek, ya da onların hamamlarında gusül etmek, bize yasaklanmıştır. Her kim bu yasaklara uymazsa kafir ilan edilir.
Diğer soylardan gelenler Tavus Melek’i sevmedikleri için bunları bilmezler.Bu nedenle O onları ne eğitir ne de ziyaret eder.
Fakat O aramızda oturur,(Şeyh kılığında) öğretilerini,kurallarını ve babadan oğula sürüp giden gelenekleri bize
Teslim etti.Sonra Melek Tavus göklere döndü.
Yedi tanrıdan birisi bilge Süleyman’a bir sancak yaptı.Ölümünden sonra krallarımız onu teslim aldılar.
Şeyh Adi'nin tapınağının girişi Girişin sağındaki yılan Allah'tır.
Tanrımız barbar Yezid (Emevi Halifesi Yezid) doğduğunda bu sancağı büyük bir saygı ile aldı ve soyumuza bağışladı.
Bundan başka çok eski ve kabul edilebilir olan sancaktan önceki bir dilde söylenilen Kürt dilinde iki şarkı besteledi.
Bu şarkının anlamı;
“Elhamdülillah kıskanç tanrı” dır.
Onu söylerken yürümeden önce zilli tef eşliğinde zurna çalınır.Sancak Yezid’in tahtında oturan emirimizde kalır.Uzağa gönderildiklerinde Kavvallar,eski Asur tanrısı Nisruç-Şeyh Nasıreddin’i temsilen şey,büyük general ve emirin yanında kalır.
Sancakları kendi yöresinden olan Kavval eşliğinde biri Halataneye,biri Halep’e,biri Rusya’ya ve birisi de Sincar’a gönderilir.
Bu sancaklar,kavvallara antlaşma yapılarak teslim edilir.Sancaklar gönderilmeden önce Şeyh Hadi’nin türbesine,ilahiler ve danslar eşliğinde vaftiz edilmek üzere gönderilirler.Sancağı teslim alan herkes Şeyh Hadi’nin türbesinden bir miktar toz alır.Onu nohut büyüklüğünde yuvarlak parçalar haline getirerek yolculuk esnasında karşılaştığı insanları kutsamak için onlara verir.
Bir kasabaya yaklaşıldığında kavval ve sancağı karşılayarak onurlandırmak için önden bir çığırtkan gönderir, iyi elbiseler içinde buhurlar taşıyarak hepsi etrafında dönerler.Kadınlar hep birlikte hoşa giden şarkılar söylerler.Kavval onu durduran kimseler tarafından eğlendirilir. Geri kalanları durumlarına göre gümüş hediyeler verirler.
Bu dört sancağın dışında tümünü yediye tamamlayan diğer üç sancak daha vardır.Bunlar kutsal yerde iyileştirmek amacıyla tutulurlar.Bunlardan ikisi Şeyh Hadi ve üçüncüsü de Musul’dan dört saat kadar uzakta olan Bahazeni köyünde kalır.Her dört ayda bir bu kavvallar seyahate çıkarlar.Birisi emirin nezaretinde seyahat eder.Her yıl birbirine benzemeyen bir düzen içinde seyahat ederler.
Her dışarı çıktıklarında gezginler kendilerini sumakla ekşitilmiş bir su ile yıkayıp yağ ile vücutlarını yağlarlar. Kendisine ait bir odası bulunan her put için bir lamba yakılır.Bu sancağa yakışan bir yasadır.
Yeni yılımızın ilk günü olan Sersalie yılın başlangıcıdır.Nisan ayının ilk haftasının ilk Çarşambasına denk gelir.O gün her evde et bulunmalıdır.Zengin olanlar öküz veya kuzu keserken fakir olanlar bir piliç veya benzerini kesebilirler.Bu etler yeni yılın ilk günü olan Çarşamba gününün akşamı pişirilmelidir.Gün bozulursa yiyecek kutsanmalıdır.
Yılın ilk günü ölmüşlerin ruhuna mezarları başında sadakalar verilir.
Bu günlerde küçük ve yetişkin kızlar toplanarak kırlardan kırmızı renk içeren çiçekler toplarlar.Üç gün boyunca evdeki insanların kutsandıklarını göstermek amacıyla kapılarına asarlar.Sabahları bütün kapılar kırmızı zambaklarla süslenmiş görünür.Kadınlar kapılarının önlerinden geçen ihtiyaç içindeki insanları mezar başında yapıldığı gibi doyurur. Kavvallar,ellerinde teflerle Kürtçe şarkılar söyleyerek mezarlığa giderler.Böyle yaparak para kazanırlar.
Yukarıda bahsedilen Ser Saile gününde (her yıl emirle ayarlanan),tanrıya komşu olacak kumanda eden bilgelere ilahiler ve şarkılar eşliğinde doğrulacak ondan önce her üzerine kabak fırlatılma bayramından hoşlanacak olan tanrı tahtında oturduğundan müzik aletleri çalınmaz.
Tanrı onları kendi mührüyle mühürler.Ve büyük tanrı,aşağıya inen tanrıya mühürlü kararını verir.Bundan sonra ona takdir ettiği kadarıyla güçlerini bahşeder.
Tanrı,ibadet,oruç ve yardımseverlik gibi şeyleri tercih eder.Seyideddin gibi putlardan birisine ibadet etmek oruçtan daha iyidir.Oruca uygun olmayanlar, kış veya bahar aylarında oruçtan kırk gün sonra bir Köçeğe (*1) ziyafet verirler.Eğer köçek,”bu eğlence,sancağa verilen bir zekattır” derse, ona oruçtan muafiyet verilmez.
Eğer,herhangi bir vergi mükellefi yıllık aşar vergisini zamanında ödemezse, hasta oluncaya veya ölünceye kadar kamçılanır.Halk,köçeğin parasını,Yezidilerin soylarını korumaya yemin etmiş yılın adamının Roma ordusuyla savaşması için ödeyeceklerdir.
Her Cuma günü bir puta sunar gibi hediyelerini getireceklerdir.Bir hizmetçi,köçeğin evinin çatısından “Peygamberin oruca çağrısıdır” diye zamanında bağıracaktır.Herkes çağrıyı işittikleri an saygı ve hürmetle ve saygıyla dinleyecek,oldukları yerdeki toprağı veya taşı öpeceklerdir.
(Çatıdan yapılan çağrı-Bilal-ı Habeşi’nin çatıdan okuduğu ilk Ezan ve onu hürmetle dinleme ve secde ile toprağı öperek ibadet.Hepsi İslam’ın şartlarıdır.İslam öncesi Muaviye, Süfyan, Yezid'in dini buydu. Bu yüzden onları Tanrı/Allah görürler.)
Kavvalın yüzünden jilet geçirmemesi için bu bizim yasamızdır.Evlenme çağında olanların, Koçağın (Köçeğin) evinden alınan bir somun ekmeği gelin ve damat arasında tam ortasından kesilerek bölünüp paylaşılmasıyla yapılan evlilik geleneğimizdir.
Çift,evliliklerinin kutsanması için ekmek yerine Şeyh Adi’nin türbesinden bir parça toz yerler. Yılın ilk ayı olan Nisan ayında evlilik yasaklanmıştır.
Bu kural kavvallara uygulanmaz.
Uygun olmayan kişi kavvalın kızıyla evlenemez.(Kast sistemi)
Herkes kendi sınıfından olanla evlenmek zorundadır.
Fakat emirimiz istediği sınıftan sevdiği herhangi birisiyle evlenebilir.
Uygun olmayan kişiler 10 ile 80 yaşları arasında evlenebilirler.Bir yıl bir kadınla evlenen gelen yıl bir başka kadınla evlenebilir.
Damat ve gelin arzularına göre geçtikleri yerlerde kutsal emanetlerin bulunduğu bir yeri,herhangi bir putu,eğer Hıristiyan kilisesinden geçerlerse orayı ziyaret edebilirler.
Damadın evine gelindiğinde,damat hakimiyeti altında olan kadına küçük bir taşla vurmalıdır.
Bundan başka bir somun ekmek gelinin başı üzerinde kırılmalı,yoksulluğu ve düşkünlüğü sevebilmesi için azar azar yemelidir.
Analarını babalarından alıp karı yapmayı
"ganimet" sayanların verecekleri fetvalar
bu kadar olur. Ayetlerinde geçtiği
gibi
Kız kardeşlerini de "soy üretmek
için"
becerirler.
Hiçbir Yezidi Cuma ve Çarşamba akşam ve sabahlarında eşiyle yatamaz.
Bu emre karşı gelen herkim olursa olsun kafirdir.
Bir adam komşusunun karısını,veya eski kendi karısını veya kız kardeşini veya annesini çalarsa ona başlık ödemek zorunda değildir.Çünkü o bir ganimet sayılır. (Yan resme bak)
Kızlar babalarının miraslarından yararlanamazlar.
Genç bir kadın bir dönüm arazi fiyatına satılabilir.
Eğer evliliği ret ederse,kendi emeğiyle kazandığı bir miktar parayı babasına fidye olarak ödemek zorundadır.
Aslında bir çok gizli-açık anlatılan hikayelerle sürüp giden . Kitab-ı Reş’in burada sonu gelmiştir.
Türkçe’ye Çeviren:
Alaeddin Yavuz.
Sacred Books and Traditions of the Yezidiz, by Isya Joseph, [1919], at sacred-texts.com
”Mushaf” sayfalar halinde yazılmış kitap” demektir.Önceden kitaplar rulo halinde yazılırdı.Adının Kara Mushaf olması da diğer dinlerce lanetli olan “şeytanın” Yezidilerce tanrı edinilmesi ile bağıntısı ortadadır.Ayrıca Talmud gibi sır öğretiler barındırdığı inancı da yaygındır.Okuduğunuz bölüm Yezidilerin öğrenilmesine izin verdikleri kadarıdır.
Şimdi de Köçekler ve halk oyunları üzerine olan görüşlerimizden sonra içeriğini biraz didikleyeceğiz.;
(1*)Kôchaks(Köçekler)-(Çevirmenin notu)=Destan metninin İngiliz dilinde yazılmasından dolayı,bu dilde “Ö,Ü,Ç,Ş” sesleri bulunmaz. Bu yüzden tercüme sırasında Türkçe’yi iyi bilmeyen veya Anadolu kültürlerini iyi tanımayan tercümanların çevirilerinde ve bunların anlaşılmasında zorluklar ortaya çıkmaktadır.Yezidi kültüründe geçen bir çok olay eski Şaman,Gök Türk dini gibi Türk ve diğer kavimlerin kültürlerinde de vardır.
Örnek olarak Sibirya boyunca,Kazak Türklerinden Yakut Türklerine, oradan Hindistan’a kadar sabahın ilk ışıklarının yayılmaya başladığı tan vaktinde insanların,kapalı yerlerde veya çoğunlukla tabiata çıkarak,namazda olduğu gibi veya yüzükoyun yere uzanarak secdeye varmak suretiyle “ışık öpme” ardından göklere avuç açarak yardım dileme merasimlerine tanık olursunuz.Kızılderililerden Eskimolara kadar bu inanç her yerde vardır.
Yezidilikte “Kôchaks” olarak yazılan bu kelimenin seslendirilmesi “Köçeks “ şeklindedir.Ancak bazı çevirmen arkadaşlar bunu “Kochaks” şeklinde yazılmasından etkilenerek “Koçak” olarak çevirmişlerdir.Bu adın ifade ettiği dini kişilikler aslında Zonguldak,Bolu,Kastamonu,Sinop dolaylarında düğünlerde,ellerinde tefle,zille kadın eteği giyip oynayan “Köçeklerle” aynı işi yapmaktadır.
Yezidiler her ne kadar Kürt’seler,Kürt dilinin Fars-İran dilinin bir kolu olması,Türkçe kökenli kelimelerin,dilin %60’nı geçmesi göz önüne alındığında destanda geçen ifadeleri Türk dilinde düşünmemiz yerinde olacaktır. Yani,Koçak yerine “Köçek” demek doğru ifade olacaktır. Destandaki Sancak adı da Türkçe’den geçmedir.
”Çingene çalar Kürt oynar” deyişimizin kökeni de Kürt Yezidileri tanımlamaktadır.Bunların ibadeti de,eğlencesi de her şeyi “çalıp oynamak” üzerinedir.
Çalıp oynamak her millette olduğu gibi Türklerde de yaygındır.Örneğin Atatürk’ün sevdiği türkülerden biri olan “Manastırın* Ortasında “ türküsüne bir göz atalım;
“Manastırın ortasında,
Var bir havuz,canım havuz,
Bu yurdun kızları hepside yavuz,
Biz çalar oynarız.!!!”
*Manastır,Atatürk’ün askeri okula başladığı Trakya’da, Makedonya’nın ikinci büyük şehrinin adıdır.
Memleketimizin hangi yöresine giderseniz gidin ilk göreceğiniz “Halk oyunları” ile ilgili tasvirlerdir.
Bu gün “Mit” olarak adlandırılmış bütün kültürler aslında birer dindiler ve neredeyse hepsinde ibadet “günlük yapılan işlerin” müzik eşliğinde taklit edilmesine veya tanrıyı temsil eden dört kutsal hayvanın (Öküz,kartal,Aslan ve İnsan) davranışlarını andıran hareketleri taklit etmek üzerinedir.
Günümüzün halk oyunları İslamiyet öncesinin “ibadet şekilleriydi.”.Bu yüzden bir onur, asalet,yücelik içermektedirler.Günümüzde çıkarılan,Hip-hop disko kültüründen türeme, breakdanslar,Kolbastı gibi saçmalıklar kültür erozyonunu açıkça ortaya koymaktadır.
Ama Kürt Yezidiler,büyük devletlerin destekleri ile “Kürtçülük” konusunda terör örgütü ve destekçileri olan sivil toplum örgütleri ile iç içe girdiler.
Okuduğunuz mit,destan veya kutsal kitap “Kürtçülüğün İlmihali” dir.
Televizyonlardan sinemaya bütün eğlence kültür boşuna mı onların ellerine geçti?
1915’e kadar Osmanlı’yı sadece Ermeniler arkadan vurmamış.Suudi Vehhabiler bile iyi kötü öğretilirken bu Yezitler ve Süryaniler hiçbir şekilde bizlere öğretilmedi ya da biz görmedik.
Çünkü,bunlar bu gün “Sünni-Nakşibendi Kürtlerin arasına “Nurculuk” ile karışmış,devletin başındadırlar.Arkalarında İngiltere-Rusya Osmanlıya resmen meydan okuyorlar.
6-1650'lerde Sultan Ahmet zamanında İsyancı Yezidi Kürtlerin Gürcistan Bağları;
Ayrıca
Gürcistan beylerinin de Bitlis Hanı ile pazarlık edip anlaşmalarına rağmen
Osmanlı ordusuna katılmaları da şüphe uyandırmıştır. Gürcü- Bitlis işbirliğinin
1650’lerde de var olduğunu görmek bana şaşırtıcı gelmemiştir.
Kuşatma esnasında Melek Ahmet paşa bir suikasttan
Evliya Çelebi’nin uyanıklığı sayesinde kurtulur. Gelen bir padişah fermanında
da Van’dan orduya katılan Sekban ve Sarıca askerlerinin Abdal Han yanında
oldukları ve hemen “öldürülmelerini isteyen” ferman da gelir.
Savaşa başlamadan önce iki rekât namaz kılan
Melek Ahmet paşanın, gözlerinden akan yaşlarla ettiği zafer duasında da Bitlislilerin Yezidi oldukları
vurgulanır;
“-İlahi! Kuvvet ve kudret, yardım ve fesat
senindir. Verme, koruma ve doğruluk, iyilik ve büyüklük yine senindir. Dini
Mübin gayretine bir fırka Muhammed ümmetini başıma topladım. Elimi yüzüme alıp,
kapına dilenmeye geldim. Onu hiç boş döndürmedin. Yine eşsiz padişahımdan
dilerim ki, Ahmed’in bu ricasını da kabul edip bu kadar insanı acındırma. BU YEZİDİ HAŞERATINI SEVİNDİRME!”
Savaş başlar, Evliya’nın anlattıkları
yürekleri parçalar da ben sadece savaşın “barut kokan kısmından” bir kısmı
aktarayım;
“…Her iki taraftan binlerce top ve tüfek
atıldı. İki tarafın askeri de Nemrut ateşi içinde kaldılar. O an Mahşer gününe
döndü. Siyah barut dumanı göğe yükselip dost düşman yerleri seçilince Dihdivan
dağlarının tepelerinde olan Çaker Ağa gördü ki, Osmanlı askeri metrisler
içinden kılıç vurup geliyor. Kendisi tabyasında kalıp bir hayli cenk etti ise
de sonunda Malazgirt ve Mahmudi beyleri onu yerinden çıkardıklarında aşağı
Bitlis şehrine kaçtı. Paşa tarafından bütün Van askerine paye verildi…”
Bu savaşta Vanlıların, Malazgirtlilerin, Cilo
aşiretinden Hakkârililerin Abdal Han’a özel düşmanlıkları olduğundan çok
gönüllü, cansiperane savaştıkları ve zafer sonrasında paşa tarafından da memnun
kalacakları şekilde ödüllendirildikleri anlatılır. Abdal Han ise yükte hafif,
pahada ağır ne varsa beş altı yüz askeriyle savaşın kızıştığı anda sinsice
kaçmayı başarır.
Bitlis kalesine sıkışan Abdal Han’ın askerleri,
kale önünden gelip geçen kendi halkları olan Yezidilere de top tüfek atışları
ile zarar, korku verirler. Vanlıların özel teşviki ile durumun
değerlendirmesini yapan paşa, kalenin fethine karar verir ve teslim olmalar
için ferman gönderir. Kale içindekiler ise;
“Kale Hanındır, Osmanlının olsa içinde
Osmanlı askeri olurdu. Osmanlının kale ile ne ilgisi var? Biz hepimiz Han
kuluyuz!” Cevabını gönderince, gösterilen bu asilik üzerine fetih kararı
alınır.
Hazırlıklar tamamlanıp kale hisarı kuşatılıp ordular
yerini aldıklarında bir alay Yezidi gece toplanıp meşaleler, çıralar yakarak
kale içini aydınlatırlar ve;
M. 1652(H. 1065) yılının Ramazan ayında
Bitlis Kalesi Osmanlı veziri Melek Ahmet Paşa tarafından teslim alınır. Melek
Ahmet paşa, Abdal Han’a yandaşlık yapanların büyük çoğunluğunu affeder, bir
kısmını da Vanlılar ve savaşa destek veren öteki Kürtler ile birazını da Evliya
Çelebinin aracılığı ile afları gerçekleşir. Gerçekten “Müslüman olmayan
Yezidilerden Kürtçülük” yapanlar cezalandırılır.
Batıda vicdani redde öncülük eden dini tarikatların çıkışlarına benzer bir çıkışı Osmanlı döneminde Sincar (Musul-antik Ninova bölgesinde bir kasaba) bölgesinde yaşayan Yezidi Kürtler yapmıştır. Türkiye topraklarında vicdani ret konusunun ilk kez gündeme gelmesi Kore savaşı sırasında olduğu söylense de, yeni bulgular ışığında dinsel nedenlerden dolayı Osmanlı ordusuna hizmet etmeyi ret eden ve gerekirse bunun karşılığında vergi ödemeyi kabul eden ilk Kürt Yezidilerdir. Osmanlı hükümeti Yezidileri ilk defa 1847 yılında askere almak istemiştir. Ama Osmanlıların bu girişimleri İngiliz büyükelçisi Sr. Stratford Canning tarafından engellenmiş ve Yezidilere inanç özgürlüğü bir fermanla tanınmıştır. 1847 yılında tanınan inanç özgürlüğüne rağmen Osmanlı Sultanı II. Abdülaziz, ordu kumandanı Muhammed Tahir Beyi İstanbul’dan Musul’a gönderip, Yezidilerden 15.000 askerlik takviye gücü sağlamasını emretmiştir.
Berlin Kraliyet Kütüphanesi[1]nde bulunan bir elyazmasında[2], Yezidi Kürtler, Osmanlı ordusuna hizmet etmeyeceklerini 14 maddelik bir deklarasyonla açıklamışlardır. El yazması, 1873 tarihinde yazılmış. O dönemde Osmanlı toprakları içerisinde bulunan Laleş vadisinde yaşamlarını sürdüren Yezidi Kürtler, Osmanlı Sultanına iletilmek üzere kaleme aldıkları ve kendilerinin neden askerlik yap(a)mayacaklarını açıklayan 14 maddelik yazılı deklârasyonu; Jeramias Schamir, Kürtçeden Arapça çevirisini yaparak Berlin’e göndermiş. Jaramias Schamir el yazmasında, 1861 yılında, 31 yaşında Osmanlı tahtının başına geçen, Mahmut’un ikinci oğlu II. Abdülaziz tarafından, Osmanlı ordusunun komutanlarından Muhammet Tâhir Beyi, Yezidi Kürtlerin askere alınması için görevlendirdiğini belirtikten sonra olayı şöyle anlatır;
1861 yılında Osmanlı tahtına oturan II. Abdulaziz , komutanlarından Muhammet Tâhir Beyi İstanbul’dan Musul’a gönderdi. Musul’a yakın bir yer olan Sincar Dağlarında yaşayan Yezidi Kürtlerin Osmanlı ordusuna askerlik yapmaları için bir ferman hazırlamıştı. Sultan II. Abdülaziz tarafından görevlendirilen Tahir Bey, bu fermanı Musul’a çağırdığı Yezidi ileri gelenlerine okudu. Askere alınacak olanların sayısı 15 bini bulmaktaydı. Tahir Bey, Yezidi ileri gelenlerine 10 günlük bir süre tanırken bu süre zarfında 15 bin Yezidi vatandaşın Osmanlı ordusuna katılmasını emretti. Yezidi ileri gelenleri bunun üzerine kendilerine tanınan süre zarfında kendilerinin neden Osmanlı ordusuna askerlik hizmeti yapamayacaklarını bir deklârasyon hazırlayarak Tahir Beye ilettiler. Yezidi Kürtlerin hazırladığı 14 maddelik deklârasyonda şunlar yazılıydı:
Biz, Yezidiler aşağıda sıralanan dini nedenlerden dolayı Osmanlı ordusuna hizmet edemeyeceğimizi bildirmek istiyoruz! Bizler, Süryani ve Yahudiler gibi, orduya asker vermek yerine vergi ödemek istiyoruz. Bunun dışında birçok neden askerlik yapmamızı engellemektedir. Bunların bir kaçını size 14 madde halinde sıralıyoruz.
Madde 1.
Dinimize göre, yediden yetmişe, büyükten küçüğe her üyemiz, ister genç olsun, yaşlı olsun, kadın olsun, kız olsun yılda üç kere Jülyen[3] takvimine göre; ilk olarak nisan ayının başından sonuna değin, ikinci kez eylül ayının başından sonuna değin, üçüncü kez de ekim ayının başından sonuna değin kutsal varlıklarımızdan Melek Tavusu[4] ziyaret etmez zorundadır. Eğer bu gerçekleşmezse dinsiz sayılmaktadır.
Mushaf-ı Reş'ten bir sayfa Allah'ın şekillerinden olan "Kara Keçiler"
Madde 2.
Jülyen takvimine göre 15-20 Eylül tarihleri arasında yediden yetmişe, küçükten büyü e, genç olsun, yaşlı olsun her üyemiz, kutsal Laleş’de bulunan kerameti bol ilahımız Şeyh Adi İbn Musafir [5] türbesini ziyaret etmek zorundadır. Dinimize göre bu kutsal görev gerçekleşmezse kim olursa olsun dinsiz sayılır.
Madde 3.
Yezidi olan her kimse, her gün güneşin doğuşunda[6] ve batımında Müslüman’ın, Hıristiyan’ın, Yahudi’nin veya her hangi dine bağlı olan birinin olmadığı bir yer bulup ona ibadet etmelidir. Bu olmazsa kafir sayılır.
Madde 4.
Yezidilerin dini bir vecibesi de her ferdin, biri erkek iki ahret kardeşi(ahretlik) seçmesidir. Ahret kardeşleri birbirine her bakımdan yardımcı olurken, her gün birbirini ziyaret etmek zorundadır. Her kişi Mehdinin hizmetkarının ve şeyhinin ya da pirinin elini öpmek zorundadır Bunu gerçekleştiremeyen her Yezidi dinsiz sayılır.
Madde 5.
Dinimize göre kabul görmeyen ve hemen cezalandırılan olaylardan biride; bir Müslüman sabahleyin kalkıp namaza başlamadan önce De ki: “Sığınırım ben , insanların Rabbine - olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınırım”[7] demesidir. Bizlerden biri bunu duyar, hemen onunla beraber kendi canına kıymazsa, bizden biri değil, dinsiz sayılır.
Madde 6.
Dinimizden biri ölmekte iken yanında ahret kardeşi ya da şeyhi ya da piri ya da kavallardan biri olmazsa ve ona şu üç cümleyi, Ey Tavusu Meleğin hizmetkarı, sen inandığımız din, saygıdeğer Tavus-u Meleğin dinine bağlı olarak öleceksin.; bundan başka bir inanca bağlı olarak de il. Eğ er Müslüman dininden, Hıristiyan dininden, Yahudi dininden ya da Melek dininin dışında herhangi bir dinden birisi yanına gelirse, doğruyu söyleyeceklerini sanma, onlara sakın inanma. Eğer onlara inanırsan ve inandığımız yüce Tavus-u Meleğin dininden başka bir dine inanarak ölürsen kafir olarak ölmüş olursun söylemezse, kafir olarak ölür.
Madde 7.
Bizden herkes, Şeyh Adinin kutsal ve gizemli türbesinin bulundu u yerdeki topraktan biraz alıp her sabah yemelidir. Yoksa dinsiz sayılır. Eğer ölen birinin yanında bu kutsal topraktan yoksa ve ölmeden önce bu topraktan biraz yemezse bizden de ildir.
Madde 8.
Bu madde oruç ile ilgilidir. Dinimize bağlı herkes, oruç tutmak isterse, evinde oruç tutar. Bizde, aralık ayında üç gün tutulan oruç[8] yabancı yerlerde de il, kendi toprakları üzerinde tutulmalıdır. Bizden herkes, oruca her sabah şeyhinin ve ya pirinin evinde başlar. Orucun sonunda pir veya şeyh tarafından sunulan kutsanmış şarabı içerek orucunu bozar. Eğer bu şaraptan iki-üç bardak içmezse orucu kabul edilmez ve kafir sayılır.
Madde 9.
Eğer bizden biri başka bir ülkeye gider ve orada bir yılı aşkın bir süre kalıp tekrar geriye dönerse tekrar eşiyle birlikte yaşayamaz. Bizden olan biri de ona kızını vermez. Eğer buna karşı gelip kim kızını verirse dinsizliği seçmiş olur.
Madde 10.
Dördüncü madde de belirttiğimiz gibi her Yezidi dini vecibeleri nedeniyle bu dünyada iki ahret kardeşi seçer. Bunlardan biri erkek kardeşi, di eri ise kız kardeşi olur. E er bizden biri yeni bir gömlek diktirmek isterse bu gömleğin yakasını ilk olarak ahret kardeşi olarak seçtiği kız kardeşi açmak zorundadır. Bunun aksi bir durumda gelişmesi halinde o kişi bizden değildir.
Madde 11.
Eğer bizden biri yeni bir gömlek diktirmek veya yeni bir elbise giymek isterse onları kutsal Şeyh Adi türbesinde bulunan kutsanmış suda yıkaması gerekir, aksi taktirde bu suda yıkanmadan giyilirse, giyen dinsizleşir.
Madde 12.
Bizler, dini vecibelerimiz yüzünden rengi koyu mavi olan elbiseler kesinlikle giymeyiz. Biz, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan veya başka dinlerden olan insanların tarağı ile saçlarımızı asla taramayız. Asla kendimizden olmayan birisinin tıraş bıçağı ile tıraş olmayız. Ancak Şeyh Adinin türbesinin yanındaki kutsanmış suda yıkarsak kullanabiliriz. Ancak o zaman aynı tıraş bıçağını kullanabiliriz. Eğer bunu yapmadan kullanırsak dinsiz oluruz.
Madde 13.
Biz Yezidiler, kendi dinimizin dışında kalan insanların kullandığı helayı, hamamı veya buna benzer ortak kullanılan umumi yerleri kullanamayız. Onlara ait kaşıkla yemek yiyemeyiz. Onlara ait bardaktan içemeyiz. Aksi halde dinimize ihanet etmiş oluruz.
Madde 14.
Diğer dinlerdeki yiyeceklerle bizim dinimizin yemeye müsaade ettiği yiyecekler[9] arasında büyük farklılıklar vardır. Mesela; biz et, balık, kabak, bamya, lahana, marul yemeyiz. Hatta marulun yetiştirildiği yerde bile kalmamıza müsaade edilmez.
Yukarıda sıraladığımız ve buna benzer nedenlerden dolayı askerlik hizmeti yapamayacağımızı bildirmek istiyoruz.
İmzalayanlar:
Yezidilerin Sincan bölgesi ruhani reisi Şeyh Nâsır,
Sincan Yezidi Şeyhi Hüseyin Bey,
Mâm Reşân Köyünün ruhani reisi Pir Süleymân
Hatârah Köyünün ruhani reisi Eyüp,
Beybân Köyünün ruhani reisi Hüseyin,
Dahkan Köyünün ruhani reisi Hasan,
Topal Molla,Humeyni,Fethullah Gülen başlıklı eski bir yazımdan alıntıdır.1512’de keşiflerin tamamlanması sonucu dünyanın idaresi önce Portekiz ve İspanyolların ellerine geçmişti.Manş Denizinde İspanya-İngiltere arasında yapılan 1568 Armada Savaşlarının galibi olan İngiltere dünyanın hakimi olmuş,artık kendi emellerine uygun şekilde toplumların inançlarından devletlerinin sınırlarına kadar düzenlemelere başlamıştır.Bu düzenlemelerin başında Hicaz Araplarına Vehhabilik İslam’ını kabul ettirmesi başlangıç noktalarının en önemlisidir.
Yezidi Kürt aşiretlerinin,Osmanlı’ya “çöküş” döneminde “İngiltere’ye dayanarak” 1847 yılında yani, Arkeolog-iş adamı,gelecekte Osmanlı Bankasının kurucusu Henry Layard’ın,Sümer kazılarından elde ettiği tabletlerin tercümesinden,bölgenin Yezidi Kürtlerini “Sümerliler” zannetmesi ile İngiltere tarafından “keşfedilen ve devlete karşı kışkırtılmaları sonucu yaptıkları bu ihanetler,arkası kesilmeyen isyanlarla ve önce ailesinin sonra Müslüman dünyasının başının belası olacak olan 1876-78 doğumlu “Müslüman maskeli bir başka Yezit Said-i Kürdi’nin doğumu ile sürecektir.
Said’in doğduğu asırda ,1850’lerde Bahailik,1900’lerde Nurculuk,Mısır’da Efganilik yanında Prens Sabahattin’in Liboşlukları,İngiliz Manda yanlıları,Genç Türkler gibi siyasi akımlar da takip edecektir.
Atatürk’ten umduğunu bulamayan İngiltere,İsmet paşayı onun yerine deneyecek ama,Atatürk döneminde çıkarttığı 26 Kürt ve o kadar bölücü-gerici isyanın içinde “nazari –fikri emeği” olan Musul ve Kerkük’ü borçlu olduğu,asıl sevgilisi Said-i Kürdi’nin köyünün adıyla çıkaracağı Nurculuk,bütün Müslüman İngiliz ve Amerikan sömürgelerinde 1950 sonrası okutulacak,Said-i Kürdi tanrılaştırılacaktır.
Bunu son aşaması da Fethullah Gülen hareketi olacaktır.
Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde yaşayan Yezidilerin birçoğu, son on beş yıl içerisinde
muhtelif şehirlere veya ülke dışına göç etmişlerdir. Bu durum göz önüne
alınarak, Yezidilerin coğrafi dağılımları ve nüfus durumları ele alınacak,
ayrıca ülkemizde Yezidiler ile ilgili çalışmaların genel bir değerlendirmesi
yapılacaktır.
Sonuç
bölümünde de Yezidilerin yok olmaya yüz tutmalarının sebepleri üzerinde
durulacaktır…
…
Yezidilik
İnançları ve İbadetleri:
A- İnançlar
Yezidiliğin
kutsal kitapları olan Mushaf-ı Reş ve Kitab-ı Cilve’de
verilen bilgilere göre Yezidiliğin inanç esasları şöyledir:
Tanrı
inancı: Zaman ve mekan ile sınırlı olmayan, bütün her şeyi yaratan bir tek
Tanrı inancı vardır. Bu Tanrı yarattığı her şeyi idaresi altında tutar ve
yönetir.
Melek
inancı: Melek inancı, Yezidilik inançlarının önemli bir kısmını teşkil eder.
Melek inancının önemli bir mevkiini de Melek
Tavus inancı oluşturur.
Melek Tavus
hiç bir şey yokken vardı. Melek Tavus,
Tanrının katından mütemadi olarak Yezidilerin
sıkıntılarını gidermek ve onlara yardım
etmek içinyeryüzüne gelir.
Kitap inancı: Yezidiliğin iki tane kutsal kitabı vardır: Vahiy
kitabı olan Kitabı Cilve ile yaratılışın,
emir ve yasakların anlatıldığı Mushaf-ı Reş. Bu kitapların ne zaman,
nerede, kim tarafından ve hangi dillerde yazıldığı tartışma konusudur.
Peygamber inancı: Tanrı insanlara elçi
göndermeksizin doğrudan bilgi verebilir ve isterse onları doğru yola
iletebilir. Aynı zamanda Melek Tavus
Tanrının izniyle insanlara ve özellikle Yezidilere yol göstermek için Tanrının
katından yeryüzüne iner. Melek Tavus yeryüzüne insan şekline bürünmüş olarak
gelir. Ayrıca peygamberler de gönderilmektedir. Kitab-ı Cilve ve Mushaf-ı Reş’te adı geçen peygamberler vardır. Bunlar;
Adem, Şit, Nuh, Yunus, İsa ve Hasiye’dir.
Tenasüh inancı: Yezidilikte tenasüh inancı
vardır. Kutsal kitaplardan biri olan Kitabı Cilve’nin bu inancı açık bir
şekilde gösteren ifadesi şöyledir: “ Eğer
istersem öldürdüğüm kimseyi, ruhların tenasühü yolu ile bu dünyaya bir, iki
veya üç defa gönderirim.”
Yezidilikte
Dini-Sosyal Tabaka
A-Din
Adamları
a-Emir: Emir, dünyevi otoritedir.
b-Şeyh: Şeyh, dini otoritedir.
c-Kaval: Kaval, Sancak denilen, tunçtan
yapılma Melek Tavus sembolünü Yezidilerin yaşadığı yedi ayrı bölgeye götürmekle
görevlidir.
d-Köçek: Sincar’da
hizmet için kalan Köçek, dini ayinlerde dans eder.
e-Pir: Pir,
müritlere dini bilgilerin öğretilerek, yaşanmasını ve dini merasimleri icra
etmekle görevlidir.
f-Peşimam: Peşimam,
özellikle nikah gibi merasimleri yönetmekle görevlidir.
II –
Yezidilerin Coğrafi Dağılımı ve Nüfusu
Son
otuz yıl içinde muhtelif sebeplerden dolayı göç eden Yezidiler, özellikle
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde meydana gelen terör olaylarından önce neredeyse
tamamen topluluklar halinde göç etmişlerdir. Günümüzde Türkiye’deki Yezidi
nüfusuna bakarak, Türkiyeli Yezidilerden bahsetmek neredeyse mümkün değildir. Belki de Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli
Yezidilerden söz etmek daha doğru olacaktır. Çünkü yurtdışına göç eden
Yezidilerin büyük çoğunluğu Avrupa ülkelerine göç etmişlerdir. Bunlar, göç
ettikleri ülkeye iltica ederek o ülkenin vatandaşı olmuşlardır.
Türkiye‘de
Yezidilerin yerleşik oldukları yerler ve nüfusları 1985[2] ve 2000 yıllarına göre
şöyledir:
Şanlıurfa ili: Viranşehir ilçesi[8]:
İlçe merkezi: 60 kişi,
Oğlakçı köyü:56 kişi,
Burç köyü: 49 kişi,
Bozca köyü:
35 kişi,
Çavuşlu köyü: 7 kişi,
Fıstık köyü: 4 kişi,
Şölenli köyü: 15 kişi,
Yapraklı köyü: 19 kişi,
Viranşehir ilçesi toplamı: 255
kişi.
Şanlıurfa İli Toplamı:255 kişi.
Yıllara göre Yezidi nüfusun
dağılımı: 19852000
Batman:
5726 72
Diyarbakır:1356 9
Mardin: 9243
87
Şanlıurfa: 6307
255
İllere göre Yezidi nüfusun toplamı: 19852000
22632 423.
Son on
beş yıl içinde Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşayan Yezidilerden 22209 kişi göç
ederek bölgeyi terk etmiştir. Bu sonuca göre Türkiye’de yaşayan Yezidi nüfusun
neredeyse tamamının ülkeyi terk ettiğini söyleyebiliriz. Adı geçen illerde
dağınık olarak yaşayan Yezidiler göz önüne alındığında, ülkemizde yaşayan
Yezidilerden bahsetmek neredeyse mümkün değildir. Göç etmeyerek Türkiye’de
kalan Yezidilerin ise yaş ortalamaları 50 civarındadır. Yaşlıların geride
kalmalarının sebebi ise arazilerine sahip çıkmak ve göç etmiş olanların uygun
şartların oluşması durumunda sonra geri dönme ihtimalleridir. Ayrıca bu
yaşlılar doğup büyüdükleri yerleri terk etmek istememektedirler…
Prof. Ahmet Taşğın’dan alıntılar buraya kadardır.
[1] Ahmet Taşğın, “Anadolu’da Yok Olmaya Yüz
Tutan Dini Topluluklardan: Yezidiler”, Uluslararası
Anadolu İnançları Kongresi 23-28 Ekim Ürgüp/Nevşehir-2000, Ankara: Ervak
Yayınları, 2001, ss. 731-752.
[2]
1985 Genel Nüfus Sayımı, Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları, 1986;
Ahmet Turan, Yezidiler, Samsun:1993.
[3]
1985 yılında Batman ve Beşiri, Siirt iline bağlı iki ilçe idi. 1990 yılında
Batman il olduktan sonra Beşiri, Batman’a bağlı ilçe oldu. Siirt ili Kurtalan
ilçesine bağlı Yezidi köyleri de Beşiri ilçesine dahil edildi.
[4]
Yardımlarından ve göstermiş oldukları yakın ilgiden dolayı, Uğurca köyü
sakinlerinden TAĞAY ailesine teşekkür ederim.
[5] 1990 yılında
Şırnak il olunca İdil, Şırnak’a bağlı ilçe yapılmıştır.
[6]
Midyat Belediye başkanı Sayın Şeyhmus Nasıroğlu’na yardımlarından ve göstermiş
olduğu yakın ilgiden dolayı şükranlarımı sunarım.
[7]
Çilesiz köyü sakinlerinden Karaca Yaldız Bey’e, yakın ilgi ve yardımlarından
dolayı teşekkür ederim.
[8]
Viranşehir ilçesi Yezidilerinin ileri gelenlerinden ve Oğlakçı köyü
sakinlerinden olan Yüksel ailesinin, şahsıma gösterdikleri ilgi ve yardımlar,
bu çalışmanın hazırlanmasını büyük oranda hızlandırmıştır. Kendilerine minnet
borçluyum.
Şimdi Vehhabilik.
8-İSLAM'A İLK YABANCI DÜZENİ;İNGİLİZ MODELİ İLK ILIMLI İSLAM=VEHHABİLİK
İslam'a açıkça çekinmeden ilk şekil vermeye girişen İngiltere’dir.İngiliz casusu Hemper’in Kars’ta Ahmed adlı bir şeyhin yanında İslamiyeti öğrendikten sonra Basra’ya (Irak) “Müslüman olmuş bir İngiliz" şahsiyetinde gittiğinde tanıştığı,Mehmed bin Abdülvehhab isimli iyi niyetli,İslami bilgisini arttırmak için Mekke’den ailesi tarafından eğitim amacı ile gönderilmiş,Necef'li bu genç adamı sapıttırması ile başlayan ve 1738 yılında İngiliz hükümetinin maddi destekleri ile Mekke’li Suud ailesinin işbirliği sayesinde“Vehhabilik” tarikatını ilan etmesi ile İslam’da en büyük kırılma veya "Yeni İslam Modeli " bu günkü adıyla "İlk Ilımlı İslam" işlemi Haçlı zihniyetince başarılmıştır.
Bunlar daha sonra İngiliz sermeyesi ile güçlenecek,Medine'de 1789 yılında Hz.Muhammed'in mezarını "Putperest Türkler mezara gelip mum yakıp bez bağlıyorlar" gerekçesiyle top atışı ile yok edeceklerdir.Osmanlı bunu onaracaktır.
Bir parantez açarak da,Vehhabi'lerin bu olayı Cumhuriyet ilan edildikten,Arapların Osmanlı'dan ayrılmalarından sonra Atatürk zamanında da tekrar ettiklerini Avrasya Tv'de yapılan bir yayında,Prof. Nevzat Yalçıntaş;
"1930’lu yıllarda Suudilerin Peygamber Efendimiz’in kabrini yıkmak istediğini, bunu önleyen kişinin ise Atatürk olduğunu açıkladı. Prof. Yalçıntaş, Atatürk’ün olayı duyar duymaz Suudilere “Eğer siz resulün bir taşına dokunursanız, biz de aşağıya ineriz” ifadelerinin yer aldığı ağır bir telgraf çektiğini belirterek gündeme taşıdığını belirteyim.Sıra Mekke'ye de gelmiş,ancak Kabe top atışlarından bu Vehhabi isyancıların ve Mekkeli Sünni Arapların da desteği ile def edilmiştir.Ancak 1900'lere doğru geldiğimizde ortaya çıkacak olan İngiliz yüzbaşısı Lawrence Vehhabilerin askeri örgütleme işini de tamamlayacaktır.
İki yıl önce yıkılıp turistik otel yapılan o meşhur Ecyad Kalesi de Kabe'yi bu İngiliz uşağı Vehhabilerin saldırısından korumak için yapılan kaledir.
Onun otel yapılması da Osmanlı'dan 1789 yılındaki bozgunun "öcünün alınmasından" başka bir şey değildir.
Bu kırılma daha sonra Osmanlı’da 1900’lerde “Türkçülük” akımının doğmasına ve Arapların İngilizlerle birleşerek Vehhabi olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in 80.000 kişi ile katılıp Türk askerini içeriden vurması ile Osmanlı’ya son darbeyi 1917 Süveyş Kanalı Savaşlarında vurması ile son şeklini alacaktır.
Hitler’in zulmünden kaçarak ülkemize sığınan ve İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan, Yahudi asıllı büyük bilgin Prof.Dr.Neumark, öğrencilerine şunları söylemişti: “Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etti… Vahhabiliği kuranlar İngiliz Dominyon Bakanlığı’nın adamlarıdır. Batı, her yerde İslamiyeti sapık inançlara kanalize etti.”
Mustafa Karaca, Kasım 2005’te, Nokta Kitap Yayınları arasında çıkan “Evanjelizm Ve Vahhabilik” adlı eserinde şu değerlendirmeleri de yapmaktadır:
“Arap dünyasını Osmanlı’dan koparmak isteyen İngiltere, önce Vahhabi akımını teşvik etti. Daha sonra, Mekke Şerifi Hüseyin’e Ortadoğu’da kurulacak büyük Arap devletinin liderliğini vaad ederek kandırdı. Şerif Hüseyin’in İngilizler ile pazarlıklarını oğlu Emir Faysal yürütüyordu. Sonunda Şerif Hüseyin hiçbir şey elde edemedi. Kıbrıs’ta sürgünde öldü. Büyük Arap Devleti de kurulmadı. Şerif Hüseyin hatıratında İngilizler ile işbirliği yapmaktan pişman olduğunu yazdı (s.97).
Ardından "Mecidiye altını" olarak aldıkları maaşları yutmuşlardır diye Türk askerlerinin karınları yarılarak bağırsaklarında "Mecidiye altını" arayacaklardır.Vehhabiliği İran’da bir diğer İngiliz ajanı Molla takip edecek,”dört dini” birleştirerek yeni bir din yaratacaktır.Akka şehrinden İngiltere Kraliçesine övgüler dizecektir.
9-BAHAİLİK
(Bahailik=Nurculuk” demektir.)
Hayfa'da Bahai tapınağı
23 MAYIS 1844’de İran Şiraz kentinde Seyyid Ali Muhammed Bap (Kapı) bütün Müslüman dünyasının beklediği Mehdinin kendisi olduğunu ilan etmiştir.Binlerce kişi ona itaat ederek Babi oldu.
İran’da dini bütünlüğü bozduğu ve halkın inançlarını suistimal ettiği gerkçesiyle 1850’de Tebriz’de kurşuna dizilmiştir.Yerine yakın müritlerinden Mirza Hüseyin Ali el-Mazendarani en-Nuri“Bahaullah” adıyla vekil oldu.1852’nin 15.Ağustosunda ’de Nasıreddin Şah’a düzenlenen süikas ile Bahailer ilişkilendirilince inanç mensupları ağır baskılar altında kaldılar.Bu baskılar sonucu,Hüzeyin Mirza Siyah Çal adlı bir zindanda kaldı.Kaçar Hanedanı ile Osmanlı arasındaki görüşmeler sonucunda Bağdat’a sürgüne gönderildi.
1854’de Süleymaniye Kürtlerinden davet gelmesi üzerine yakınları ve adamları ile gizlice,İran kaynaklı Nakşibendi tarikatının bir kolu olan Sufilik inancına sahip Kürt bölgesine gitti.Yolda eşkiyalar tarafından bazı arkadaşları öldürüldü.
Onun çok güzel el yazısı olduğundan dolayı “okuryazar olmayan cahillerde” bulunan kutsal kişiliğe sahip olmadığı söylenildi.
Kürdistandayken,kendisinin görevinin kutsallığını anlatmak için Sufi tarzında “Bülbüle Övgü” adlı şiirini Arapça olarak yazdı.Bahaullah,iran’ın Sünni,Sufi Kürtleri üzerindeki etkisini bildiğinden onlarla bağlantısını kesti.Baban aşireti ile iyi ilişkilerini sürdürdü.
Alıntı yapılan yazar;Juan R.I.Cole-Mişigan Üniversitesi Tarih Bölümü
1863’de beklenen Bab’ın kendisi olduğunu söyledi.1868’de İran’ın İstanbul Büyükelçisi Mirza Hüseyin Han’ın baskıları sonucu Bağdat’tan Edirne’ye getirilen Mirza,beş yıl sonunda bazı yandaşları ile bu günkü İsrail Hayfa şehri yakınındaki antik Akka şehrine sürgün edildi,yandaşlarının bir kısmı da Kıbrıs’a gönderildi ve burada yaşadığı hapis hayatı 1876 I.Meşrutiyetin ilanı ile sona erdi.
"En Kutsal Kitap" Kitabül Akdas, Bahailerin din kitabı
1868-69’da İngiltere Kraliçesine ülkesindeki demokratik sistemi öven bir metin kaleme aldı.İran şahı ve II.Abdülhamit’i baskıcı uygulamalarından dolayı eleştirdi.1873’de meşhur kitabı Kitab el Akdas’ı yazdı.İran’da bir gün demokrasinin kendiliğinden ortaya çıkacağın kehanetinde bulundu.
1892’de Akka’da öldü.Hayfa şehri bu gün Bahai inancının merkezi haline geldi.
En Kutsal Kitap, Akdes Kitabı), İkan Kitabı [Kitab-ı İkan-kan, Arapça'da kesin bilgi demektir(ikan, yakin, yakinen vb.)], Saklı Sözler (Kelimat-ı Meknune), Kurdun Oğlu Risalesi gibi kitaplardır. Bahailer, tüm dinlerin Kutsal Kitaplarının, Tevrat, İncil, Bhagavad Gita ve diğerleri) tek bir sistemin parçaları ve insanlığın ortak dinsel mirası olduğuna, kutsallıklarını yitirmediğine inanırlar. Namaz, bireysel yapılan bir tapınmadır ve toplu namaz yoktur .
Dua, namaz, oruç bireyin kendi sorumluğundadır; temel amacı yaşamı konusunda onu meditasyona yöneltmek, karakterini düzeltmesinde yol göstermektir. Irkçılık, sınıfçılık ve dini grup taassuplarının hakim olduğu bir dönemde renkleri, ırkları ve dinleri ne olursa olsun bütün insanların bir olduğu iddiasıyla ortaya çıkan Bahâîliğin dikkatleri üzerine toplaması normal sayılabilir .
Allah birdir
Tüm dinlerin temeli birdir
İnsanlık âlemi birdir
Din bilim ve akıl ile uyum içinde olmalıdır
Irksal, dinsel, etnik taassuplar terk edilmelidir
Kadın ve erkek eşittir
Genel barış için çalışılmalıdır
Eğitim zorunludur ve evrensel eğitim hedeflenmelidir
Serbest düşünce ile gerçek araştırılmalıdır
Aşırı zenginlik ve yoksulluk kaldırılmalıdır"
Şimdi,Yezid Kürtlerin ve Hıristiyan Süryanilerin Osmanlı’yı nasıl arkadan vurduklarını onlara kapı açan Gürcülerin ve kendilerinin kalemlerinden okuyalım.
Aşağıdaki çeviri yazıyı okumadan önce,Said-i Kürdi’nin Rus bağlantılarına bir bakalım.Yıl 1916’nın başları.Birkaç ay sonra Ruslar Bitlis’e saldıracaklar,Said Ruslardan toplar çalacak,top mermilerine karşı atlayacak,yaralanacak ve esir düşecektir.Üç küsur yıllık esaretinde bol bol Rus devrimcilerine karşı Müslümanları Çar yanında örgütleyecektir.Devrim olunca da Warşova üzerinden sepetlenecektir.Kendi kitabından alınan şu hikayeyi ibretle okuyunuz.
Kendisine Veliyullah-Allah’In Velisi Bilgesi demiş.Ben de değiştirdim.Medrese Öğrtemeni Fethullah Efendi’nin hitabını uygun buldum=Allah’ın Delisi
Said-i Kürdi’nin eğitim hayatındaki halini kavrayabilmek için önce Medrese Eğitimi” nedir? Onu kavramak gerekir.
Ortaçağda ise Medreseler,üniversite olmadığından kademelere ayrılmışlardı. Okuma-yazma konusu halledildikten sonra,derece alan öğrenci bir üst kademe eğitimine geçiyordu. Osmanlı’da da bu eğitim,20’li,Otuzlu,Kırklı,Ellili,Almışlı şeklinde kademeli olarak yürütülmekteydi.
Örneğin “20’li” kademede,Belagat (Güzel konuşma ve hitabet),Kelam (Dilbilgisi) ve Fıkıh -“İslam-i tasavvufa giriş” dersleri öğretilir,derslerin her biri için en az bir kitap okutulurdu. Bazı derslerin kitapları,dersin adıyla değil yazarının adıyla anılırdı.
Medreselerde Said-i Kürdi’den 750-800 yıl önce okutulan derslere bir bakınız.Bu bilgiler,Said-i Kürdi’nin “zekasını” anlamanıza yardımcı olacaktır.
“...Niğde’deki Karamanoğlu Ali Bey Medresesinin vakfiyesinde; burada şer’î ve edebî bilimlerin okutulacağı, fıkıh ve usul-ü fıkhın yanı sıra on beş şer’î bilimin okutulacağı belirtiliyordu. Konya Kara-tay Medresesi vakfiyesinde, orada ders verecek müderrisin özellikleri sayılırken şeriat, hadis, tefsir, usul, furû’ ve hilaf bilimlerinde uzman olması isteniyordu ki, bu, orada okutulacak dersler hakkında bir fikir veriyordu.
Sultan II.Murad’ın Edirne’de yaptırdığı Dârü’l-Hadîs’in Vakfiyesinde de “şu da şartımdır ki, müderris medresede katiyen felsefî ilimlerle iştigal etmeyecektir. Orada müderris ders günlerinde hadis ilmi ve onunla ilgili diğer dersleri öğretecek ve onun öğrettiklerinden iadesi gerekenleri muîd tekrar edecektir”, deniyordu.
Osmanlı’da Medrese öncesi “Sıbyan (çocuk) Mektepleri” vardı.Ancak Said-i Kürdi’nin hayatında böyle bir okul geçmez.Çünkü o bölgede hepsi için Medrese vardı ve ağabeyi de “Mollaydı ve medrese öğretmeniydi.Üstelik,Kürtlerde “kast-köle” sistemi olduğundan,okula halk değil,asiller gidebiliyordu.Malum “Müslüman halkların “özerklik” hakları vardı.
Said-i Kürdi’nin “Medrese eğitimi” diye anlattığı şeyden,1880 sonrası,sadece “İlkokul” düzeyinde olan “Medrese Eğitimini” anlamak gerekir.II.Abdülhamit döneminde,Dar-ül Fünun adıyla İstanbul Üniversitesi,Mektebi Sultaniye” adıyla da Enderun’un yerini almış Galatasaray Üniversitesi Fransız tarzı eğitim vermekteydi.
İlk batı tipi eğitim düzenlemesi 1867’de yapılmış,1897’lerde “Dar-ül Hilafet-ül Aliye” adıyla anılmaya başlayan Medreselerde, Almanca, Fransızca, İngilizce, Rusça gibi yabancı diller ile Kimya, Biyoloji, Fizik, Tarih, Coğrafya, Felsefe” gibi çağdaş dersler okutulmaktaydı. Günümüzün İmam Hatip Liseleri kalitesinde eğitim veren bu kurumları düşündüğümüzde,10 yılda 10 okuldan kovulan,her kovuluşundan sonra ağabeyince bir kez daha kovulan ve ömrü boyunca Osmanlı alfabesini kaldırdığı için “Süfyan-Hz.Muhammed’in düşmanı olan amcası” diye Atatürk’ü aşağılayan Said-i Kürdi’nin asla “yazmayı” öğrenemediğine,sözlerinin anlaşılamamasından şikayet edenlere de “Ben kendi anlayacağım şekilde yazıyorum” diye kestirip attığına,kendi yazdırdığı yazıların halen tam Türkçe’ye çevirisi mümkün olmadığın-dan, nasıl ağdalı bir dil kullandığına tanık olacaksınız.
İleri yaşlarında Van Valisi Kürt aşiret reisi Hamidiye paşasının evinde “Kimya kitabı” bulup okuduktan sonra Suriye yollarına düşen Said-i Kürdi’nin kendisini “Kimyager” diye tanıttığı gülünç olayları bulacaksınız.
SAİD-İ NURSİ’NİN HAYATI Veya SERGÜZEŞT-İ DELİÜZZAMAN
(Maceraperest Zamane Delisinin Hayatı )
Aşağıda okuyacağınız Deliüzzaman’ın hayat hikayesi tamamen “Kürt Milliyetçiliğini İslam ile karıştıran ırkçı” Yezidi Kürtçü+Süryani zihniyetin,Said-i Kürdi’nin kendini kabul ettirmesinden yıllar sonra, ölümüne yakın,onu yüceltmek,ululamak için usta laf cambazı yazarlarca yazılmış, planlı, programlı bir yazıdır.Yoksa “9” ile “16” yaş arasında,Medrese öğretmeni olan ağabeyinin de ailesinin de baş edemeyip okuması için beş şehir dolaştırdıkları,kimisinde üç ay kimisinde daha az veya fazla zamanda eve postalanan,10 ayrı okuldan kovulan,asla diploması olmayan deli birisinin başına bir de her yaptığını yazacak katip atayacak halleri de yoktu.Onun hayatını yazan Hüsrev’in Said’in bozuk dilini bütün gayretiyle sadeleştirilmesine rağmen, cümle düşüklükleri,yanlış yerde kelime kullanımları yüzünden anlam keşmekeşi içinde cümleleri görünce zaten çıldıracaksınız.Bir delinin nasıl ULEMA edildiğine ve bütün dünyaya İMAM edilişine şahit olacaksınız.
TARİHÇE-İ HAYAT
Bediüzzaman Said Nursî, (Rûmî 1293) 1 tarihinde Bitlis vilâyet ine bağlı Hizan kazasının İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğmuştur.
Babasının adı Mirza , anasının adı Nuriye’dir. Dokuz yaşına kadar peder ve validesinin yanında kaldı. O esnada bir hâlet-i ruhiye, tahsilde bulunan büyük biraderi Molla Abdullah’ın ilimden ne derece feyizyâb olduğunu tetkike(1) sevk etti. (Okuldan ilk kovuluşu)
Molla Abdullah’ın gittikçe tekâmül ederek köydeki okumamış arkadaşlarından okumakla tezahür eden meziyetini düşünüp hayran kaldı. Bunun üzerine ciddî bir şevk ile tahsili gözüne aldı ve bu niyetle nahiyeleri İsparit ocağı dahilinde bulunan Tağ köyünde,Molla Mehmed Emin Efendinin medresesine gitti. Fakat fazla duramadı. Hâlet-i fıtriyeleri icabı, daima izzetini haşiyesini koruması ve hattâ âmirâne söylenen küçük bir söze dahi tahammül edememesi, medreseden ayrılmasına sebep oldu.
Tekrar Nurs’a döndü.(2)(Okuldan İkinci Kovuluşu)
Nurs’ta ayrıca bir medrese olmadığından dersini büyük biraderinin haftada bir defa sılaya geldiği günlere hasrederdi. Bir müddet sonra Pirmis karyesine,(Üçüncü Kovuluş) sonra Hizan Şeyhinin yaylasına gitti.
Burada da tahakküme tahammülsüzlüğü, dört talebe ile geçinmemesine sebep oldu. (Dördüncü kovuluş)
(1)-Bu cümlede,ağabeyi,bir ilkokul birinci sınıf öğrencisi olan kardeşine “ilmen yetersiz” kaldığı için kardeşini daha bilgili birine gönderdi demek isteniyor.Oysa,aşağıda ağabeyinin resmen ona “deli” dediğine tanık olacaksınız.Her şeyi hemen bilmek isteyen,bilmeden dinleyip anlamadan konuşan bu çocuk ağabeyini çıldırtmış olmalı ki ömür boyunca okuma yazma öğrenemediğine de tanık olacağız.
(2)-Ağabeyinin çekemediğini alem çeker mi.Sonunda bir insan onu idare etmeye karar verir.
Bu dört talebe birleşip kendisini daima tâciz ettiklerinden, bir gün Şeyh Seyyid Nur Muhammed Hazretlerinin huzuruna çıkıp,izhar-ı acz ile, arkadaşlarını şikâyet etmeyerek şöyle dedi:
“Şeyh efendi, bunlara söyleyiniz, benimle dövüştükleri vakit dördü birden olmasınlar, ikişer ikişer gelsinler.”
(Emrin olur Said!)
Seyyid Nur Muhammed,küçük Said ’in bu mertliğinden hoşlanarak,“Sen benim talebemsin, kimse sana ilişemez” (3)buyurdu.
Bu hâdiseden sonra “Şeyh talebe si” diye yâd edildi.
(3)-Olağanında okuldan atılması gerekir.Adam kazanmak umuduyla yoluna gitmiş.Sonra oradan da sepetlenir ve dördüncü yeri olan Nurşin köyüne giderler.
Burada bir müddet kaldıktan sonra, (Dördüncü kovuluşu) biraderi Molla Abdullah ile beraber Nurşin köyüne geldiler.
Yaz olması dolayısıyla,ahali ve talebelerle birlikte Şeyhan Yaylâsına gittiler. Orada, biraderi Molla Abdullah ile bir gün dövüşmüş.(4) Tâğî Medresesi Müderrisi Mehmed Emin Efendi,küçük (!)Said ’e,“Niçin kardeşinin emrinden çıkıyorsun?” diye işe karışmış.
(4) Ağabeyi ile de çocuk tam bir vukuat.Okul müdürünü de posta koyup ezecektir..
Bulundukları medrese , meşhur Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin olması dolayısıyla, hocasına şu yolda cevap verir:
“Efendim, şu tekkede bulunmak hasebiyle, siz de benim gibi talebesiniz. Şu halde burada hocalık hakkınız yoktur” (5)diyerek, gündüz vakti bile herkesin güçlükle geçebileceği cesîm bir ormandan geceleyin geçerek Nurşin ’e gelir.( Beşinci kovuluşu)
(5) Okul müdürünü de rezil etti.Müfettiş yanında ukalalık etti. Ancak,onu yüceltme edebiyatına dikkat ediniz.Hiçbir okul öğretmeni ve müdürü,kendisine hakaret eden, aşağılayan,vuran,silah çeken birine ”İzzeti nefsi yüksek” diye yapıyor demez.Okuldan atar.Mahkemeye verir cezaevine sokar.
Bundan sonra çifte toplu tabancalı (revolver’li) Red Kid Deliüzzaman’ı okuyacaksınız.Şimdi,yanındaymışçasına yazılan methiyeye dikkat ediniz. Resmen “tanrı yaratılıyor”.Tam bir Yezidi mantığı.
Şarkî Anadolu ’da medrese teşkilâtındaki hususiyetlerden birisi şudur ki: İcazet almış bir âlim, istediği köyde hasbeten lillâh bir medrese açar. Medrese talebelerinin ihtiyacı, iktidarı olursa medrese sahibi tarafından, iktidarı yoksa halk tarafından temin edilir; hoca meccanen ders verir,
talebelerin iaşe ve levazımatını da halk deruhte ederdi. Bunların içinde yalnız Molla Said, hiçbir suretle zekât almıyordu. Zekât ve başkasının eser-i minneti olan bir parayı kat’iyen kabul etmiyordu.
HAŞİYE-1
Nurşin’de bir müddet kaldıktan sonra Hizan’a döndü. Sonra medrese hayatını terk ederek pederinin yanına geldi ve bahara kadar evde kaldı. (Artık Doğu Anadolu’da kovulmadığı yer kalmadı.Şimdi peygamberliğe başlar.)
O sırada şöyle bir rüya görür:Kıyamet kopmuş,Kâinat yeniden dirilmiş. Molla Said, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı nasıl ziyaret edebileceğini düşünür. Nihayet sırat köprüsünün başına gidip durmak hatırına gelir: “Herkes oradan geçer, ben de orada beklerim” der ve sırat köprüsünün başına gider. Bütün Peygamberân-ı İzam Hazerâtını birer birer ziyaret eder. Peygamber Efendimizi de ziyarete mazhar olunca uyanır.
(Sonunda arkadaşlarını bulmuştur.Çıldırtmadığı bir peygamberler kalmıştı.Sıra onlara geldi.Onlar da yeniden okula gönderir.Yandı bütün dünya.)
Artık bu rüyadan aldığı feyiz , tahsil-i ilim için HAŞİYE-1 büyük bir şevk uyandırır. Pederinden izin alarak, tahsil yapmak üzere Arvâs nahiyesine gider. Burada icra-yı tedris eden meşhur Molla Mehmed Emin Efendi ,(6) kendisine ders vermeye tenezzül etmeyip, talebelerinden birisine okutmasını tavsiye edince,izzetine ağır (7) gelir.
(6)Hoca adamı tanıyor.Beş okuldan kovulmuş,halen okuma öğrenememiş bir deliyi başına iş mi alsın?Gene ağabeyinin hatırına öğrencisine havale etmiş ammaaa!
(7)Çocuğun deliliğini örtmek için kullandıkları sihirli kelime (İzzet) devreye girer.Kazık kadar oldu artık.Gidecek yer yok,kadere razı olacak.
Bir gün bu meşhur müderris camide ders okutmakta iken, Molla Said itiraz ederek,“Efendim, öyle değil!” hitabında bulunur. Okutmasına tenezzül etmediğini hatırlatır.
Orada bir müddet kaldıktan sonra, (Altıncı kovuluş) Mir Hasan Veli Medresesine gitti.
Aşağı derecede okuyan yeni talebelere ehemmiyet verilmemek bu medresenin âdeti olduğunu anlayınca, sırayla okunması icap eden yedi ders kitabını terk ederek, sekizinci kitaptan (8) okuduğunu söyledi.(Yedinci kovuluş)
(8) Verilen dersleri okumadan hoşuna giden (belki rengi) kitabı bitirdiğini söylüyor.Çocuk öğrenci değil,okulu tümden kendi iradesine almaya çalışıyor.
Birkaç gün sonra Vastan kasabasına gittiyse de, orada tebdil-i hava için ancak bir ay kadar kaldı.(Sekizinci kovuluş)
Bilâhare, Molla Mehmed isminde bir zatın refakatinde Erzurum
vilâyetine tâbi Bayezid’e hareket etti. Hakikî tahsiline işte bu tarihte başlar. Bu zamana kadar hep “Sarf” ve “Nahiv” (Osmanlıca Dilbilgisi dersleri.Hala okuyamadı.) mebâdileriyle meşgul olmuştu ve “İzhar”a kadar okumuştu.
(Öğrenmesinden geçtik bitirebildiği bir kitap bile yok)
Bayezid’de Şeyh Mehmed Celâlî Hazretlerinin nezdinde yaptığı bu hakikî ve ciddî tahsili, üç ay kadar devam etmiştir.
Fakat pek gariptir; zira Şarkî Anadolu usul-ü tedrisiyle, Molla Câmi
den (Mısırlı Sonunda Alfabeyi bitirmiş) nihayete kadar ikmal-i nüsah etti.
Buna da her kitaptan bir veya iki ders, nihayet on ders tederrüs etmekle muvaffak oldu ve mütebakisini terk eyledi. Hocası Şeyh Mehmed Celâlî Hazretleri niçin böyle yaptığını sual edince,Molla Said cevaben,
“Bu kadar kitabı okuyup anlamaya muktedir değilim.”
(Herkesin okuduğu İlk okul ders kitaplarını tabii ki anlamadığını itiraf ediyor.Kafa yok ki anlasın.Öğrenmeden ulema olmanın yolunu elbet bulacak bu deli.)
Ancak bu kitaplar bir mücevherat kutusudur, anahtarı sizdedir. Yalnız sizden şu kutuların içinde ne bulunduğunu göstermenizin istirhamındayım. Yani bu kitapların neden bahsettiklerini anlayayım da, bilâhare tab’ıma muvafık olanlara çalışırım” demiştir.
(Yanlış anlamışız.Kitapları beğenmiş ama ne anlattıklarını daha anlayamamış.Öğretmeni yağlıyor.Hayatta diploma alamayacak.)
Maksadı ise, esasen kendisinde fıtraten mevcut bulunan icad ve teceddüd fikrini medrese usullerinde göstermek ve bir teceddüd vücuda getirmek HAŞİYE-1 ve bir sürü hâşiye ve şerhlerle vakit zayi etmemekti. (Dokuzuncu Kovuluş-)
Bu suretle, alelusul yirmi sene tahsili lâzım gelen ulûm ve fünunun zübde ve hülâsasını üç ayda tahsil ve ikmal etmiştir.
(Ama belge almak için ağabeyine gidecek.Böyle bir öğrenci için yanındaymışçasına şu cümlede geçen kelimelerin ifade ettikleri anlamları böyle odun biri için kullanmak yazık ki ne yazık)
Bunun üzerine hocalarının “hangi ilim tab’ına muvafık” (Okumayı sökememiş,15’ine gelmiş birisine bu soru ancak alay için sorulur!) olduğu sualine cevaben,“Bu ilimleri birbirinden tefrik edemiyorum. Ya hepsini biliyorum veyahut hiçbirisini bilmiyorum” der.
(Öğretmenleri resmen alay ediyor.İlim ne diye sorsa silah çekecek,onca emeğe karşın alfabeyi güç bela geçmiş deliyi ilim adamı,ulema da yapıyor bu sömürgeci devletler,buna en büyük örnek de Red Kid veya çifte revolverli Tom Miks Deliüzzaman’dır.Şimdi açıklama metnine okuyun da adam nasıl yüceltilir öğrenin)
1
Herhangi bir kitabı eline alırsa, anlardı. Yirmi dört saat zarfında Cemü’l-Cevâmi,Şerhü’l-Mevâkıf,İbnü’l-Hacer gibi kitapların iki yüz sahifesini, kendi kendine anlamak şartıyla mütalâa ederdi. O derece ilme dalmıştı ki, hayat-ı zahiri ile hiç alâkadar görünmezdi. Hangi ilimden olursa olsun, sorulan suale tereddütsüz derhal cevap verirdi.
(.İnsafınız kurusun.Herif daha yazmayı öğrenememiş,birinci sınıfı geçememiş ,15’lik çocuğu filozof yaptılar.Böyle deliye kim diploma verir.Zaten veren de olmayacak ama adam dünyanın başına bela olacak)
....
“İlk Hayatına Kısa Bir Bakış’tan”;Red Kit Deliüzzaman Dönemi
Dil Bilgisi kitabını bitiremeden okuldan kovularak eve dönen Deliüzzaman gene ağabeyinin başına ekşir.Kurtul kurtulabilirsen;
“...Bundan sonra, Şirvan’daki biraderinin yanına gitti. Orada büyük kardeşiyle ilk görüşmede aralarında şöylece kısa bir muhavere cereyan etti.
Molla Abdullah: “Sizden sonra ben Şerh-i Şemsîkitabını bitirdim, siz ne okuyorsunuz?”
Bediüzzaman: “Ben seksen kitap okudum.”:))
Molla Abdullah: “Ne demek?”J))
Bediüzzaman: “İkmâl-i nüsah ettim ve sıranıza dahil olmayan birçok kitapları da okudum.” J))
(Yalandan kim ölmüş.Daha birinci sınıfı geçemedi.O zamanlar 15-16 yaşında askere alıyorlar.Askerlik çağına geldi.Allah’tan orduya katılmamış)
Molla Abdullah: “Öyleyse seni imtihan edeyim.” :))
Bediüzzaman: “Hazırım, ne sorarsanız sorunuz.” :))
(İfadelere bakınız.Kim hatırlar,10-15 yaş arasında bir deli çocuğun bu lafları ettiğini? Şahidi kim? Yok böyle aldatmacayı inanın ancak Kürtler yazmıştır tarihte.Deliden kahraman,ulema yaratmak budur işte.Yanında katip varmışçasına yazılmış.Halkı böyle soyuyor bu işbirlikçi Din Tüccarları işte.Kurtulmak için Abdülhamit’e gönderirler astırsın diye, oradan da dünyanın baş belası çıkar.)
Molla Abdullah,biraderini imtihan eder.
(Hala diploma alamamış,ağabeyinden belge almaya çalışıyor).
Kifayet-i ilmiyesini takdir ile, sekiz ay evvel talebesi bulunan Molla Said’i kendisine üstad kabul etti (Sabırlı,talihsiz adammış.Zalim kader) ve talebelerinden gizli olarak küçük biraderinden ders almaya başladı.
(Ona anlattırırken öğretme yolunu deniyor adam,o bile adamın aleyhine yorumlanıp,onca emeğine rağmen zalim gösteriliyor ama umutsuz vaka,faydası olmayacak.)
Ve bittabi , daha evvel okuttuğu kardeşini kendisine üstad yaptığını sezdirmiyordu. Nihayet talebeler,Molla Abdullah ’ın Molla Said nezdinde ders okuduğunu kapıdan, anahtar deliğinden gizlice görünce taaccüp ederek sormuşlarsa da,Molla Abdullah cevaben,“Nazar değmemek için, ben ona ders veriyorum” (Türkçe’ye bak!)demiş ve talebelerini aldatmıştı.
(Şu yazının yazarının Türkçe’si yazıları kadar yalan ve zavallı.Ne imla ne noktalama var.Tam vukuat,odun.Yahu adam dediğine itiraz edilince silahı çekiyor.Yıllardır dört vilayette dokuz okulda hatırı için kardeşinin kahrını alem çekmiş,ağabeylik var serde o da bakmış bu delinin başka idare yolu yok.Ne yapsın.Kürtler de delileri “Sır Sahibi” kabul ettikleri için adam zaten şöhreti yakalamış,yakında İngiltere’nin bile dikkatini çekecek,Osmanlı’nın da Türkiye’nin de bütün dünyanın da başına bela olacak.Neyse kısa sürede başından sepetlemenin bir yolunu bulur.)
Molla Abdullah’ın yanında bir müddet kaldıktan sonra Siirt’e gelir. (Onuncu kovuluş.Hala Diploma yok)
Deliüzzaman Ret Kit Said-i Kürdi’ye İlk Delilik Raporu Siirt’li Öğretmeni Fethullah Hoca’dan.
Orada bulunan Molla Fethullah Efendinin medresesine gider.Molla Fethullah,Molla Said’e,
“Geçen sene Süyûtî (1)okuyordunuz, bu sene Molla Câmi’yi (2) mi okuyorsunuz?” :))
(Artık meşhurdur.Gören makaraya başlıyor.)
Bediüzzaman: “Evet ‘Câmi’yi bitirdim.”
(At yalanı kim tutar sınırsız sorumsuz Said)
1*-Suyuti-(1445-1505) Uyanıkken rüya görüp Peygamberle sohbet etmekle meşhur Mısır’lı çatlak Cemalettin Suyuti’nin alfabe kitabı.
2*-Bu günkü ilkokul 1.Sınıf-Okuma öğreten kitap.Yazarının adıyla anılıyor.
Molla Fethullah hangi kitabı sorduysa, “Bitirdim cevabını alınca, tahayyürde (1) kaldı. Bu kadar kitabı bitirdiğini, hem de az zamanda bitirdiğini aklına sığıştıramadı, taaccüp etti ve dedi:...”
Yalan söylediğini biliyor ve şaşırmış ayakları yapıyor kurnaz Kürt hoca.Çocuk zaten “okuma-yazma” kitaplarını okuyor.Öyle bir ifade kullanılıyor ki,sanırsınız,adam Anştayn’ın İzafiyet teorisini çözmüş.Yahu hangi tarihte hangi öğrenci “kitabı okudum,bitirdim” deyince sınıf geçmiş?” Bunun yeryüzünde bir örneği varsa o da Deliüzzaman’dır.
“Geçen sene deli idin, bu sene de mi delisin?” J))
Bediüzzaman,“İnsan başkasına karşı kesr-i nefis için hakikati ketmedebilir. Fakat babadan daha muhterem olan üstadına karşı hakikat-i mahzdan başka bir şey söyleyemez..
(Ağabeyi bile kovuyor.Babası da illa diploma al diyor.Ne yapacak başka) Emrederseniz, söylediğim kitaplardan beni imtihan ediniz” der.:))
Molla Fethullah hangi kitaptan sorduysa, cevabını güzelce verir.(!)
(Yazılı yok,matematik,yabancı dil Türkçe Dersleri ne zamandır sözlü yapılıyor.?Osmanlı’da da böyle bir eğitim hiç olmadı.Olsa olsa taş devrinde olmuştur.Amaç sınav değil baştan atmak.)
Bunun üzerine bu muhavereyi dinleyen ve bir sene evvel Said’in hocasının hocası bulunan Molla Ali-i Suran namındaki zat, kendilerinden ders almaya başladı.
(Sonunda deliye öğrenci de buldular.Ortada Diploma halen yok)
Molla Fethullah, “Pekâla, zekâda harikasınız. Fakat hıfzınız nasıldır? J))
Makamat-ı Harîriye den birkaç satırını iki defa okumakla hıfz edebilir misiniz?” diyerek kitabı uzatır.
Molla Said alarak, bir yaprağını bir defa okumakla hıfzetti (ezberledi)ve okudu.
Molla Fethullah, “Zekâ ile hıfzın ifrat derecede bir kimsede tecemmuu nâdirdir” diyerek hayrette kaldı.
(Allah’tan bu yazıları Said yazdırırken ağabeyi yanında değildi.)
.........
Adam aldığı gerzekçe cevaplar yüzünden resmen yüzüne “DELİ” diyor,elli yaşındayken bile bunu Deliyullah hem yazıyor hem de sıkılmadan arkasından bütün kitapları “hıfzetti” diyor.Ulan daha hece kitabını bitirememişsin be.Bu kadar yalan olur, pes.İşte size Kürt’ün Evliyası ha görmediyseniz görün.
Said-i Kürdi Mehdi olup olmadığının sorulduğunda,Mehdiliği ret etmiştir ;
“Ömründe yaptık tek akıllı iş belki odurJ))
“Hem mehdilik isnadını hiç kabul etmediğimi bütün kardeşlerim şehadet ederler Hatta Denizli’deki ehli vukuf (bilgi sahibi kişiler) eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirtleri (talebeleri) kabul edecek dediklerine mukabil (karşılık), Said itiraznamesinde demiş ki: “ben seyyid değilim (Peygamber Muhammed soyu)Mehdi seyyid olacak” diye onları reddetmiş.(Şualar, s 365)
Amma,şimdi bunu okuyunuz;
Deliüzzaman Ret Kit Said-i Kürdi, Gittiği yerlerde Saçmalıklarına Halkın “Veliyullah-(Allah’ın Veli’si)” olarak Değer Vermesi Yüzünden Hocaları ve Öğrencilerini Kendine Saldırtır;
“...Bu hal etrafta işitilir.Ahali , kedisine veliyyullah derecesinde ihtiram eder ve o nazarla bakarlar.
Bu vaziyet , ikinci derecede (!) bulunan birtakım âlim ve talebelerin rekabetlerini arttırdı. Genç, tecrübesiz talebelerden bir kısmı, ilmen mağlûp(1) edemedikleri Bediüzzaman’ı kavga yoluyla iskât etmek teşebbüsünde bulunmuşlarsa da, meseleden haberdar olan Siirt ahalisi, kendisini kurtarmak için gelmişler. Ahali nazarında büyük mevkii olduğu için, derhal muarızların ellerinden kurtarılmış ve bir odaya bırakılmış ise de, Bediüzzaman, mesleklerine olan fevkalâde muhabbetinden, muarızları bulunan talebe ve ehl-i ilmin câhillere hedef olmamasını temin için, kendisi odadan çıkıp, muarızları tarafından telef edilse bile ehl-i ilmin işine cahillerin karışmamasını müdafaa eder. Bu ihtilâfı kaldırmak maksadıyla herhangi bir talebeye,“Beni öldürünüz, ilmin haysiyetini* muhafaza ediniz!” diyerek yüzünü çevirmişse de, hiçbir talebe kendisine hücum etmemiş ve nihayet ihtilâf bertaraf edilmiştir.
*(Adam Aristoyu geçti valla!)
Siirt Mutasarrıfı, kendisini muhafaza etmek üzere yanına çağırdığı ve o talebeleri nefyedeceği haberini tebliğ etmeye gönderdiği jandarmaya karşı Bediüzzaman*,“Biz talebeyiz; birbirimizle dövüşürüz, barışırız.Binaenaleyh, mesleğimiz haricinde bulunan birisinin bize karışması muvafık olmadığından, gelemeyeceğim. Ve hatâ da benimdir” cevabında bulunarak jandarmaları reddetmiştir.
Bu esnada on beş, on altı yaşlarında bulunuyordu.
(1)-10 kez okuldan kovuldu.Her biri bir öğrenim dönemi olsa 10 yıl yapar.Halen 16 yaşında olduğunu yazıyor ve halen Alfabe ve okuma-yazma öğreten kitap okuyor,diğer yandan da felsefe(!) okuyor .Amma adını bile yazamıyor.İlmiyle Hocaları,öğretmenleri kıskandırıyor(!). Saçmalıkları ile okumuş yazmış insanları,çıldırtıyor.Asıl çıldırtan Said değil,Kürtlerin ister Yezidi ister Alevi olsun hepsi “deliye” değer verir ve sır sahibi der.Deliye bağlanır. Okumuşları,hocaları delirten gerçek budur.(Adam kendisini Hz.Muhammed gibi “Ümmi Peygamber” gösteriyor.
İslam’ın hiçbir kaynağında,Hazreti Muhammed dışında bir insan için “Veliyullah” sıfatı kullanılmaz Bunu kullanmak Peygamberlik taslamaktır.Bir insanı böyle bilmek dinen “Müşriklik’tir.
Said’den önce de İngiliz ajanı İran’lı “Bahaullah (Allah’ın Nuru) aynı sıfatı kullanmıştır.
Bu durumu anlamak için muhakkak bölgede birkaç yıl polislik,Jandarmalık yapmanız lazım. Bölgenin ensest ilişki yaygınlığı nedeniyle delisi boldur ve çoğu akıllı delidir.Üniversite terkler çoktur.Her yıl,toplu olarak aileleri otobüs kiralar ve Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine yani Tımarhaneye gönderirler.Dört ile altı arası kaldıktan sonra polis-jandarma gözetiminde eve gönderilirler.Onlara göre her deli Sır sahibidir,ermiş adayıdır.Deliren birisini Aleviler,kırk kat kumaşa sararlar ve 15 gün sadece su vererek bekletirler.Gün dolduğunda açarlar.İlk sözü felsefi içerikli veya akıllıca bir söz ise “Pir veya Şıh ilan ederler.Mecusilik-Yezidilik geleneğidir. Kürtlerde kast sistemi olduğundan halk zaten okula gidemez.Ağabeyi de molla olunca,okula da gönderilince, inançlardan zemin hazır olduğundan halk doğal olarak ermiş sayar.)
RED KİD DELİÜZZAMAN OKUR AMA YAZI YAZAMAZ
26.İhtiyarlar Lemasında ;”Üçüncüsü;Yanımda devamlı yazıcı bulunmadığından katibin Riasle-i Nur’a ait dört beş vazifesi olmakla düzeltme yapmaya tam vakit bulamadığımızdan yazı düzensiz kaldı.”
Demektedir.
Dördüncüsü;Telifin (yazının) akabinde (sonrasında) ikimiz de yorgun olarak manayı dikkatle düşünmeyerek gayet sathi (yüzeysel) bir tashihle (düzeltmeyle) iktifa edildiğinden tarzı ifadede (ifade tarzında) elbette kusurlar bulunacak.Alicenap (yüksek ahlaklı) ihtiyarlardan ifadedeki kusurlarıma nazarı müsamaha (hoşgörü) ile bakmak,rahmeti ilahiye (Allah’ın sonsuz kudreti) boş olarak döndürmediği mübarek (hayırlı-uğurlu) ihtiyarlar ellerini dergahı ilahiyeye (Allah’ın ulu katı) açtıkları vakit bizi de dualarında dahil (dualarına katsınlar)etsinler.” Demektedir.
Rüyasında da Abdülkadir Ceylani’den vahiyler alıp Kürt Hamidiye paşası Vali Mustafa’yı öldürmeye de gidiyor.Yani vahiy de var.Adam tam peygamber havasına girmiş bir deli.Ama bir farkla bu çift toplu tabanca ve İngiliz Mavzeri ile geziyor ve deve çobanlığı yapmıyor. )
Said,Rüyalarıyla Hareket Eden Bir Deli.
Atatürk Gibi Bir Adamla Bunu Kıyaslamıyor-lar mı?
16 Yaşında Molla,Deliüzzaman Ret Kit Said-i Kürdi Rüya üzerine Toplu Tabancasını kapar, Kürt Paşası Öldürmeye Gider,atıyla Çocuk Öldürür ve Hazreti İsa olur Ölü Diriltir.;
Said-i Kürdi ,içki içtiği ve namaz kılmadığı için “Git önü öldür” diye bir rüya görmesi üzerine kalkıp öldürmeye gittiği ve ilk gördüğünde adama “Seni Öldüreceğim” dediği için adamın önce kale almadığı ancak yavaş yavaş çıldırmaya başladığı Mustafa Paşa ile bir gün at yarışına çıkarlar. Fakat kastî olarak Mustafa Paşa gayet serkeş ve talimsiz ve hiç binilmemiş bir at hazırlanmasını emreder. Molla Said’e binmek için verir. (Allah-u a’lem, attan düşüp ölmesini istemiş.) On altı yaşında bulunan Molla Said, serkeş atı biraz dolaştırdıktan sonra koşturmayı arzu eder. At, onun verdiği istikametten çıkarak başka bir istikamete doğru koşar. Var kuvvetiyle durdurmak isterse de muvaffak olamaz. Nihayet çocukların bulunduğu yere gider.
Cezire ağalarından birisinin oğlu yol üstündeyken hayvan iki ayağını kaldırıp çocuğun omuzları arasına vurunca çocuk yere düşerek hayvanın ayakları altında çırpınmaya başlar.
Nihayet etraftan imdada ulaşırlar. Çocuğu hareketsiz, ölü suretinde görünce Molla Said’i öldürmek isterler. Ağanın hizmetçileri hançerlerini çekince, Molla Said hemen rovelverine (Toplu tabanca) el atar ve adamlara hitaben:
“Hakikate bakılırsa, çocuğu Allah öldürmüş. Zâhire bakılırsa, at öldürmüş. Sebebe bakılırsa,
Kel Mustafa öldürmüş; çünkü bu atı bana o verdi. Durunuz, ben gelip çocuğa bakayım; ölmüşse sonra muharebe edelim” diyerek attan inerek çocuğu kucaklar. Çocukta hareket göremeyince soğuk suyun içine batırıp çıkarır.* Çocuk gülerek gözünü açar.”
*Soğuk Suya batırma,Yezidilerin doğan çocuğu vaftiz ettirmeleri,Şeyh Hadi’nin Laleş Vadisi civarında bulunan zemzem suyuna üç defa batırmaları şeklinde yapılır.Bu demek oluyor ki,Said çocuğu vaftiz etti ve diriltti.Yani mucize gösterip tanrılık taslamış.oluyor.Silah taşıması,Kabe Putu Hubel-El Lah,Yezid Arapların Gök Gürültüsü ve Kılıç Tanrısıydı.Yani eski Yezidi inançlarına göre Said bir tanrıdır veya yarı tanrıdır.Hazreti İsa oldu çıktı.Kürtler Muhammed’i takar mı hiç?16 yaşında bir gencin bu kadar olayı hesapları yapması elbette düşünülemez.Ancak,bu yaşta Erzurum’dan Musul’a bölgede gezmedik yer bırakmayan bu gencin yaptıkları,Yezidlerin bol olduğu bölge halkı belki de gizli Yezid olan ailesi tarafından kim kaç defa ona belletildi.On defa okuldan kovulan birinin okutulması için gösterilen gayret de ayrı bir ibret örneğidir.
.........
İngiliz İşbirlikçisi İskoç Mason Locası Üyesi Cemalettin Efgani talebeleri ile tanışması;
(Mardin Suryani Hıristiyan,KürtYezidi’lerin yoğun olduğu bölgedir.)
Mardin ulemasımuarazaya kalkışırlarsa da muvaffak olamazlar; evlâtları yaşında olan genç Said’te harika bir şekildeki ilmî kudreti görünce kendilerine üstad kabul ederler.
Bu esnada, Mardin’e gelen iki talebeye tesadüf etti. Bunlardan birisi, Cemâleddin-i Efganîye mensup olup, diğeri tarikat-i Sünûsiye den idi. Bunlar vasıtasıyla hem Cemâleddin-i Efganî'nin mesleğine, hem de tarik-i Sünûsiye âşinâlık peyda etti.
Molla Said çok genç yaşta iken siyasî hayata atılır, vatan ve millete hizmete başlar. İlk hayat-ı siyasiyesi Mardin ’de başlamıştır.
Cemaleddin Efgani ve Bediüzzaman “Bediüzzaman Hazretleri, Mardin'de Cemaleddin Efgani'nin "siyasette muktesit meslek"i ondan öğrendim (Beyanat ve Tenvirler, s. 105) dediği talebesiyle görüşüp fikirleri hakkında bilgi sahibi olmuş, İttihad-ı İslam'da seleflerini sayarken, Efgani'nin ismini de zikretmiştir... “(Tarihçe-i Hayat, s. 39, 59)
Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi’ye Abdülkadir Geylani Rüyasında Kürt Paşası İçin İdam Fermanı Verir.
Tillo’da iken, bir gece Şeyh Abdülkadir-i Geylânî (k.s.) Hazretlerini rüyasında görür. Geylânî Hazretleri (k.s.) kendisine hitaben,
“-Molla Said! Mîran aşireti reisi Mustafa Paşaya gidiniz ve kendisini tarik-i hidayete dâvet ediniz. Yaptığı zulümden vazgeçerek namaza ve emr-i mârufa müdavim olmasını tavsiye ediniz. Aksi takdirde öldürünüz.”
Molla Said, bu rüyayı görür görmez, hemen tedarikini yaparak Mîran aşiretine doğru Tillo’dan hareket eder, doğruca Mustafa Paşanın çadırına girer. Paşa orada bulunmadığından, biraz istirahat eder. Sonra Mustafa Paşa içeri girer. Orada hazır olanların hepsi kıyam ettikleri halde Molla Said yerinden bile kımıldanmaz. Paşanın nazar-ı dikkatini celb edince, aşiret binbaşılarından Fettah Beyden kim olduğunu sorar. Fettah Bey, meşhur Molla Said olduğunu bildirir. Halbuki Paşa, ulemadan hiç hoşlanmazdı. Şüphesiz bunun üzerine daha fazla kızmış ise de, izhar etmemişti. Molla Said’e niçin buraya geldiğini sorunca, Molla Said cevaben,
“Seni hidayete getirmeye geldim. Ya zulmü terk edip namazını kılacaksın veyahut seni öldüreceğim” demesinden, Paşa hiddetlenerek dışarı çıkar. Biraz dolaştıktan sonra yine çadıra girer ve Molla Said’e niçin geldiğini tekrar sorar. Molla Said,
“Sana söyledim ya, onun için geldim” der.
Mustafa Paşa çadırın direğinde asılı bulunan Said’in kılıcına işaret ederek,
Bitlis’de iken bir gün kendilerine Vali ile bir kısım memurların içki içtikleri ihbar olununca, hiddetlenerek,
“Bitlis gibi dindar bir memlekettehükûmeti temsil eden bir zatın irtikâp ettiği bu muameleyi kabul edemem” diyerek içki meclisine gider. Evvelâ içki hakkında bir hadis-i şerif okuduktan sonra pek acı sözler söyler. Valinin vurdurmak için işaret etmesi ihtimaline binaen de bir elini rovelverinin bulunduğu yerde tutar. Fakat Valifevkalâdemütehammil ve hamiyetli bir zat olduğundan, kat’iyen ses çıkarmaz. Oradan ayrılınca Valinin yaveri, Genç Said’e,
İçkiye Recm cezası Tevrat emridir.Ermeniler Bagratuni Musevi Hıristiyan'ın.Hıristiyandır. Kur'an'da içki haramdır ve içilmemesi önerilir. Said-i Kürdi de Bagrat Ermenidir.
Genç Said,
“İdam hayalime gelmedi; hapis ve nefiy zannederdim. Her ne ise, bir münkeri def etmek için ölürsem ne zararı var?” cevabında bulunur.
Oradan avdetinden bir iki saat sonra, iki polis vasıtasıyla Vali kendisini istetir. Valinin odasına girerken, Vali hürmet ve tâzimle genç Said’i karşılayarak elini öpmek ister. İltifatla yer göstererek,
“Herkesin bir üstadı vardır. Sen de benim üstadımsın” der.
(Başka kurtuluş yok.Adamı vurdursa,Allah’a tapmayan,deliye tapan Yezid Kürtler isyan edecek.Ne yapsın adam?Yezid Kürtleri de kazanmak için öyle yapar.(!)”
Yezid Kürt Tanrısı Said ,Kilitli Kelepçeleri Açar.
Molla Said çok genç yaşta iken siyasî hayata atılır, vatan ve millete hizmete başlar. İlk hayat-ı siyasiyesi Mardin’de başlamıştır. Bunun üzerine bir mutasarrıfın pençe-i kahrıyla, elleri bağlı, muhafıznezaretinde Bitlis’e nefyedildi. Jandarmalarla yolda giderken namaz vakti gelir. Namaz kılmak için, kayıtların açılmasını jandarmalara ihtar eder. Jandarmalar kabul etmeyince, demir kayıtları bir mendil gibi açarak önlerine atar. Jandarmalar bu hali keramet addedip hayretler içinde kalırlar. Teslimiyetle, rica ve istirham ile,
“Biz şimdiye kadar muhafızınız idik; bundan sonra hizmetçiniziz” derler.
Yezid Kürt Tanrısı Said’in Sevmediği Adama Laneti Tutar.Adam Ölür..
Molla Said, aşiretler arasında olan herhangi bir geçimsizliği işitince hemen müdahale ederek, irşad yoluyla her iki tarafı da derhal barıştırırdı. Hattâ hükûmetin bile barıştırmaktan âciz kaldığı Şeker Ağa ile Mîran Reisi Mustafa Paşayı barıştırdı. Ve Mustafa Paşaya,
“Daha tevbe etmedin mi?” diye sorunca, Mustafa Paşa da cevaben,
“Seydâ! Ne söylerseniz, sözünüzden çıkmam” demiştir.
Mustafa Paşa, at ile para teberru etmek ister. Bediüzzaman reddederek,
“Şimdiye kadar kimseden para almadığımı işitmediniz mi? Bahusus sizin gibi zâlimden nasıl para alırım? Ve siz galiba tevbenizi bozdunuz. Şu takdirde Cezire’ye ulaşamazsınız” demiştir.
Ve hakikatenCezire’ye yetişmeden yolda öldüğünü haber alır.
Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi Van’da Kimya Kitabı Okur ve Kimyager ve Bediüzzaman Olur;
Van’da mârufulema bulunmadığından, Hasan Paşanın daveti üzerine Molla SaidVan’a gitti. Van’da on beş sene kalarak, aşâirin irşadı için aralarında seyahatle tedris ve tederrüs vazifesiyle hayat geçirdi. Van’da bulunduğu müddet, vali ve memurîn ile ihtilât ederek, bu asırda, yalnız eski tarzdaki ilm-i kelâmın İslâm hakkındaki şek ve şüphelerin reddine kâfi olmadığına kanaat hasıl etmiş ve fünunun tahsiline lüzum görmüştür.HAŞİYE-1
Bu kanaati hasıl ettiği o zamanda, ulûm-u müsbete denilen bütün fenleri tetebbua başlayarak pek kısa bir zamanda tarih, coğrafya, riyaziyat, jeoloji, fizik, kimya, astronomi, felsefe gibi ilimlerin esaslarını elde etmiştir. Bu ilimleri bir hocadan ders alarak değil, yalnız kendi mütalâası sayesinde hakkıyla anlamıştır. Meselâ, bir coğrafya muallimini, mübahaseye girişmeden evvel, yirmi dört saat içerisinde eline geçirdiği bir coğrafya kitabını hıfzetmeksuretiyle, ertesi gün Van Valisi merhum Tahir Paşanın konağında onu ilzam eder. Ve yine aynı surette bir muaraza neticesinde, beş gün zarfındakimya-yı gayr-ı uzvîyi elde ederek, kimya muallimiyle muarazaya girişir ve onu da ilzam eder. İşte pek genç yaşındaki mezkûrharikulâdeliklere ve bahr-i umman halinde bir ilme mâlikiyetine şahit olan ehl-i ilim, Molla Said’e “Bediüzzaman” lâkabını vermiştir.
Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi İstanbul Yollarında.Toptaşı Akıl Hastanesinden Ajan Kucaklarına;
Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi’ye Van Valisi Kürt Hasan Paşa’nın II.Abdülhamit’e Vermesi İçin“Kürtçe Eğitim Muhtırasını” Teslim Eder.;
Onun yaptığı deliliklerden bir şekilde kurtulmak için mi yoksa ciddi olarak mı II.Abdülhamit’e muhtıra vermişlerdir. Artık siz karar veriniz.;
Zaten Said-i Meşhurdur.Tam Meşhur Olur.Akıl Hastanesini Boylar.Hocalarından Diploma Alamayan,On Kez Okuldan Kovulan ve “Deli” Denilen Said, Sonunda Abdülhamit’e Deliliğini Tasdikletir ve Mazhar Osman’dan Rapor Alır.
Said-i Nursi 31 yaşında, 1907 yılında İstanbul'a gelerek Abdülhamit Han'a hitaben bir dilekçe yazar ve saraya verir. Dilekçede kullandığı ad "Molla Said-i Meşhur"dur.
Dilekçenin içeriğinde Kürdistan(!) da eğitimin Türkçe yapıldığını, kendisinin buna karşı olduğunu ve Kürdistan’da(!) Kürtçe eğitim yapılması için üç okul açılmasını talep etmektedir.
Onu sevenler Abdülhamit’in onu anlayamadığını söylemektedirler.
Dünyanın süper güçlerini birbirine karşı 31 yıldır kullanarak,Osmanlı Sarayında onca akıl almaz entrikaya rağmen Avcı Mehmed’ten sonra en uzun iktidarda kalmış dünyanın en büyük beyinli adamı olduğu Almanya Başbakanı Bismark tarafından itiraf edilmiş bir Padişah,tüm eğitimi beş yıl köy medresesi eğitimi olup,o da yazmayı öğrenememiş 31 yaşında bir delinin hangi manalı sözü olmuş da anlayamamıştır? Deliüzzaman bu ifadeyi sadece kendini yüceltmek, deliliğini kapatmak için kullanmıştır. Kendisine itiraz edince Padişaha da diklendiğinden eminim.Örneği yukarıda vermiştim.Abdülhamit gerçekten sabır sahibiymiş.
Sadece anlama konusunun bir çok anlamda her okuyan kişi tarafından farklı anlaşılacağı düşüncesi ile de Abdülhamit’in eğitim durumu ve Osmanlının o zamanki eğitim sistemi hakkında da yukarıda bilgi vermiştim.
Bu dilekçeden sonra Said-i Nursi (namı diğer Said-i Kürdi) Abdülhamit han tarafından müşahede için Toptaşı Akıl hastanesine gönderilmiş ve bir süre orada tutulmuştur. Yani Abdulhamit Han tarafından tımarhaneye gönderilmiştir.Abdülhamit’in,okulda arkadaşlarıyla geçimsizliği,öğretmenlerine karşı terbiyesizliği yüzünden kovulmaktan,Molla Camii adlı “okuma-yazma-heceleme” kitabını on yılda bitirememiş,agressif,saldırgan,kafası bozulduğunda silah çeken böyle bir deliyle bir düşmanlığı olmayacağına ve olmadığına göre de bunu kabul etmekten başka çare yoktur.
Ve bu olayı daha sonra yazılarında kendisi şöyle açıklamıştır:
"-Nasıl ki zaman-ı istibdatta tımarhaneye düştüm, divanelerin hükmüne konuldum, eğer müdahaneye, kelbi tabassusa, şahsi menfaat için umumi menfaati feda alan aklın icabı ise, ben divaneliği kabul ettim.Şahit olunuz ki böyle akıldan istifa ediyorum. Ey Kürtler tımarhaneyi bunun için kabul ettim. Kürtlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahiyi, maaşını, ihsan-i şahaneyi kabul etmedim.*(!)"
1907’de tımarhaneden çıkınca Selanik’e gider ve orada İttihat Terakki Cemiyetine katılır ve Fransız hayranı Jön Türklerin kurucularından olan 1492 İspanya göçmenlerinden mason locası üyesi, daha sonra Selanik Mebusu olacak olan Emanuel Karasu ile tanışır.
II. Abdülhamit idaresine karşı hürriyet nutukları söyler. Nutuklarında hürriyet'in gelmesinden önce Gebermiş İstibdadı muhafaza için şeriat meselesinden geri adım atılmış olduğunu söylemişti.Yani Halife,”şeriatı terk etmiştir” diyor.İngiliz ajanları emri böyle verince öyle konuşur bizim Said.
Mütareke ve Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul'da Kürt ileri gelenlerinin(!) Sevr’in uygulanması için oluşturduğu " Kürt teali cemiyeti" vardır, bu cemiyetin üç no’lu kurucu üyesi olarak karşımıza çıkar Said-i Nursi(namı diğer Said-i Kürdi ve bir diğer namı Bediüzzaman) ve bu cemiyetin kurucu üyelerinin( ki 61 kişidirler) 1920 Koçgiri, 1925 Şeyh Said( Bu Said Elazığ Palulu Kürt aşiret reisidir, karışmasın),1938 Tunceli Kürt kalkışmalarında önderlikleri vardır.
Said,İstanbul’da Irak’taki Askerlere Gidecek Cephanelerin Taşınmasını Engellemek İçin Hamallara Boykot Yaptırır.Çok Sevdiği Abdülhamit’i Devirmek İçin İttihatçılarla ve Herkesle İşbirliği, Yapar.1950’den Sonraki Ömrü Boyunca Yücelterek Adını Sömürdüğü II.Abdülhamit’e de “HAYDUT” der;
ÜÇÜNCÜ CİNAYET;(Bu işbirlikçi ihanetiyle cinayet işlediğini bir şekilde itiraf etmiş) İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerimi, hamal ve gafil ve safdil olduklarından, bazı particiler onları iğfal ile vilâyât-ı şarkiyeyi lekedar etmelerinden korktum. Ve hamalların umum yerlerini ve kahvelerini gezdim. Geçen sene anlayacakları suretle meşrutiyeti onlara telkin ettim. Şu mealde:
İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at,marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zira husumette fenalık var, husumete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zirâ, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz.
İşte o hamalların, Avusturya’ya karşı, benim gibi bütün Avrupa’ya karşı HAŞİYE-1*) boykotları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda âkılâne hareketlerinde bu nasihatin tesiri olmuştur. Padişaha karşı irtibatlarını tâdil etmeye ve boykotajlarla Avrupa’ya karşı harb-i iktisadî açmaya sebebiyet verdiğimden, demek cinayet ettim ki, bu belâya düştüm.
Süryani rahibe kıyafetleri giyen Bitlis'li Nur cemaati kadınları
Deliyullah Said Meşrutiyeti Sever;
Zira, meşrutiyet, hâkimiyet-i millettir. Hükûmethizmetkârdır. Meşrutiyet doğru olursa, kaymakam ve vâli, reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır. Gayr-ı müslim reis olamaz, fakat hizmetkâr olur. Farz ediniz ki, memuriyet bir nevi riyaset ve bir ağalıktır. Gayr-ı Müslimlerden üç bin adamı ağalığımıza, riyasetimize şerik ettiğimiz vakitte, millet-i İslâmiye’den aktâr-ı âlemde üç yüz bin adamın riyasetine yol açılıyor. Biri zayi edip bini kazanan, zarar etmez.
(31 Mart Hâdisesi Hakkında Bir Cevabı)
Ben 31 Mart hâdisesinde şuna yakın bir hal gördüm. Zira İslâmiyetin meşrutiyetperver ve hamiyetli fedâileri cevher-i hayat makamında bildikleri nimet-i meşrutiyeti şeriata tatbik edip ehl-i hükûmeti adalet namazında kıbleye irşad ve tam mukaddesşeriatı, meşrutiyet kuvvetiyle ila; ve meşrutiyeti, şeriat kuvvetiyle ibka; ve bütün seyyiat-ı sabıkayı muhalefet-i şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular. Sonra, sağını solundan fark edemeyenler—hâşâ!—şeriatı, istibdada müsait zannederek tûti kuşları taklidi gibi “Şeriat isteriz” demekle, hakikî maksat ortada anlaşılmaz oldu. Zaten plânlar serilmişti. İşte o zaman yalan olarak hamiyet maskesini takınan bazı herifler, o ism-i mukaddese tecavüz ettiler. İşte câ-yı ibret bir nokta-i siyah!HAŞİYE-1
Hakikaten, bence, bir Müslüman neslinden gelen bir adamın akıl ve fikri İslâmiyetten tecerrüt etse bile, fıtratı ve vicdanı hiçbir vakit İslâmiyetten vazgeçemez. En ebleh ve en sefih bile, sedd-i rasîn-i istinadımız olan İslâmiyete bütün mevcudiyetiyle taraftardır—lâsiyyema siyasetten haberdar olanlar...
“Ey Asuriler ve Ciyaniler, cihangirlik zamanında peşidar kahraman askerleri olan Kürtler, beş yüz senedir yattınız, yeter artık uyanınız sabahtır”
”Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün şeklindeki vasiyetini şimdilik şehitlerin kanında açan kırmızı birgül destesini (*Gül Haç) ithaf etmekle yerine getiriyor, o büyük ruhun hoşnut olmasını niyaz ediyoruz.” şeklindeki çağrısı, bugün Kürt halkı tarafından yerine getiriliyor. Ve onun tabiriyle, Kürt halkı artık gafletten uyanıyor. “
*Gül Haç *DTP'nin Gül Haç'ı (Dört yeşil yaprak) BARLA 199-200
Bir Önceki Değiştirilmiş Hali)
Ahemenidlerin (Perslerin) cihangirlik zamanında, onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. İlâhi hikmet denilen âlem makinesinin nizamı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrı'nın nurlu kanununun kurucusu olan ilâhî hikmet, ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emrediyor ki: Ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir umumî ve millî cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek İslâm ve Osmanlı şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla muvazeneyi ve umumî ahengi muhafaza ediniz”
Bu “Kürt Halkı Gafletten Uyanıyor” ve uyanışa “Süryanileri,Ciyanileri” birlikte çağıran ifadesiyle Said-i Kürdi, Müslüman değil tam Kürtçü bir Yeziddir.Asuriler Ciyaniler diyerek de Harran Sabileri olan günümüz Hıristyan Süryanileri ile Gregoryen Ermenileri kastetmektedir..
Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi İstanbul’dan Rus Çarlığı İşgalindeki Gürcistan’a Gider;
Rus Polisiyle Görüşür.Rusların Bitlis’i İşgallerinden Kısa Bir Sür Öncesi 1916 Başlarıdır.Tarih Vermediyse de Olaylardan Bu Sonuç Çıkmaktadır.
Rus Ajanlığına Başlıyor;
Said Hiç Gereği Yokken,İngiliz Mandacılığını Savunan Volkan Gazetesine Yazı Yetiştirmek Yerine,Veya Doğruca Van ya da Bitlis’e Gitmek Yerine, İstanbul’dan Doğruca Gittiği,Sadece Süryanilerin ve Yezidi Kürtlerin Çoğunlukla Yaşadığı Tiflis Dağlarında,Halktan Birileri Yerine Rus Polisiyle Görüşür.
“”Bundan sonra İstanbul’da fazla kalmaz, Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır, Batum yoluyla Van’a giderken Tiflis’e uğrar. Tiflis’te, Şeyh San’an Tepesine çıkar. Dikkale etrafı temaşa ederken yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:
(Said’in Rus ajanı olduğunu yıllar sonra şoförü açıklamıştır.)
Tarihçei hayat 87/918
Deliüzzaman-ı Sadi-i Kürdi Gürcistan’dan Döner Dönmez Bitlis’e Rus Saldırısı Başlar.Ne Tesadüf Ama Değil mi? Maceraları Okuyunuz. Yorumsuz.
Said,Rus ordusundan Top Çalar,Top Mermilerinin Üstüne Atlar.
Bir müddet sonra, Ruslar Van ve Muş tarafını istilâ edip, üç fırka ile Bitlis’e hücum ettiği sırada, Bitlis Valisi Memduh Bey ile Kel Ali, Bediüzzaman’a,
“Elimizde bir tabur asker ve iki bin kadar gönüllünüz var; biz geri çekilmeye mecburuz” dediler.
Bediüzzaman onlara,
“Etraftan kaçıp gelen ahalinin ve hem de Bitlis halkının malları, çoluk ve çocukları düşman eline düşecek. Biz mahvoluncaya kadar dört-beş gün mukavemete mecburuz,” demesi üzerine, onlar,
“Muş’un sukut etmesi dolayısıyla otuz topumuzu askerler bu tarafa kaçırmaya çalışıyorlar. Eğer sen, o otuz topu gönüllerinle ele geçirebilirsen, birkaç gün o toplarla mukabele ederiz ve ahali de kurtulur” dediler.
Bediüzzaman, “Öyle ise ben, ya ölürüm veya o topları getiririm” diyerek üç yüz gönüllünün başına geçti. Geceleyin, Nurşîn tarafına, topların getirildiği cihete gitti. Topları takip eden bir alay Rus Kazağına, kendi muhbirleri “Bitlis’i müdafaa eden gönüllü kumandanı üç bin adamla ve dağdaki meşhur Musa Bey bin kişiyle topları kurtarmaya geliyorlar” diyerek pek ziyademübalâğa ile ihbar etmeleri üzerine, Kazak kumandanı korkmuş, ilerleyememişti. Bediüzzaman da, beraberindeki üç yüz gönüllüyü rastgeldikleri toplara birer ikişertaksim edip Bitlis’e gönderir; kendisi ise ilerleyerek topları birer birer kurtarıp, en son topu da üç arkadaşıyla birlikte ele geçirir. Bu şekilde, otuz topun Bitlis’e gelmesini temin eder. O toplarla üç-dört gün asker ve gönüllüler düşmana mukabele edip, bütün ahali ve cihazat ve mallar kurtulur.
Bediüzzaman, o harpte gönüllülere cesaret vermek için sipere girmeyerek avcı hattında dolaşırdı.*Avcı hattında en ileride atını sağa sola koştururken, birden hatırına gelir ve ruhuna ilişir ki: “Şu anda şehid olsam, bu vaziyetim, yani en ilerde göze çarpan şu halim, sakın mertebe-i şehadetin bir esası olan ihlâsıma zarar vermesin, bir hodfuruşluk mânâsı olmasın” diyerek, birden atını döndürür ve arkadaşlarının yanına gelir.HAŞİYE-1
Avcı hattında dolaşırken, vücuduna dört gülle isabet etmiş, fakat geri çekilmemiş ve gönüllülerin cesareti kırılmaması için sipere dahi girmemiştir.
.
“Bu kâfirlerin güllesi beni öldürmeyecek!”
Hakikatenüç gülle, ölecek yerine isabet ettiği halde, biri hançerini, diğeri tütün tabakasını delip geçmiş ve kendisine bir zarar vermemiştir.
Geceleyin vali ve kumandan Kel Ali ve ahali kurtulduktan, gönüllüler ve askerler çekildikten sonra, bir kısım fedakâr talebeleriyle Bitlis’te bakiye kalan bir kısım biçareler için kendilerini feda etmek fikriyle kaçmazlar. Sabahleyin düşmanın bir taburuyla müsademe ederler; arkadaşlarının çoğu şehid olur.”
Esir Düşmesi;
Lâtif bir inayet-i İlâhiyedir ki, otuz üç saatonlar Rus askerlerini gördükleri ve Ruslar da onları aradıkları halde bulamadılar.(!) Bu esnada Bediüzzaman, talebeleri olan gönüllü fedâilere hitaben,
“Arkadaşlar! Durmayınız. Sizlere hakkımı helâl ettim; beni bırakınız, siz kendinizi kurtarmaya çalışınız” demesi üzerine, fedakâr ve kahraman talebeler,
“Sizi bu halde bırakıp gidemeyiz. Şehid olursak, yine hizmetinizde olsun” deyip kalırlar. Sonra Ruslar esir edip, Van, Celfa, Tiflis, Kiloğrif, Kosturma’ya sevk ederler.
Ermeni fedaileri meşhurdur. Hattâ öyle rivayet ederler ki, “Fedailerin yüzleri, kızarmış kömür üstüne tutulup gözleri patlama derecesine gelse dahi yine sır vermezler.” İşte Ruslar o zaman diyorlardı ki: “Bediüzzaman’ın gönüllüleri, Ermeni fedailerinin fevkindedir. Bunun içindir ki, bizim Kazaklarımızı imhada fazla muvaffak olmuşlardır.”
Bediüzzaman’ı üserâ kampına götürürler. ...” Tarihçei hayat 143
Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi Esarette Değil Çiftliktedir Adeta, Sibirya’da Rus General Sevgisi;
Deliüzzaman ve Rus generali Nikolay Nikolaviç
Bir gün Rus Başkumandanı esirleri teftişe gelir. Teftiş esnasında, Bediüzzaman kumandana selâm vermez ve yerinden kalkmaz. Kumandan kızar, belki tanımamıştır diyerek tekrar önünden geçtiği zaman yine yerinden kalkmayınca, kumandan tercüman vasıtasıyla der:
“Beni herhalde tanımadılar?”
Bediüzzaman:
“Tanıyorum, Nikola Nikolaviç’tir.”
Kumandan:
“Şu hâlde Rus ordusuna, dolayısıyla Rus Çarına hakaret ediyorlar!”
Bediüzzaman:
“Hakaret etmedim. Ben bir Müslüman âlimiyim. İmanlı bir kimse, Cenâb-ı Hakkı tanımayan bir adamdan üstündür. Binaenaleyh, ben sana kıyam etmem” der.
Bunun üzerine Bediüzzaman divan-ı harbe verilir. Birkaç zabit arkadaşı, hemen özür dileyerek vahim neticenin önlenmesine çalışmasını istirham ederler.
Fakat Bediüzzaman:
“Bunların idam kararı, benim ebedî âleme seyahat etmem için bir pasaport hükmündedir” deyip kemal-i izzet ve şecaatle hiç ehemmiyet vermez.
Nihayet idamına karar verilir. Hüküm infaz edileceği vakit, namaz kılmak için müsaade ister; vazife-i diniyesini îfadan sonra, atılacak kurşunlara göğsünü gereceğini beyan eder. Tam bu esnada, namazını eda ederken, Rus kumandanı gelerek, Bediüzzaman’dan özür dileyip:
“O hareketinizin, mukaddesatınıza olan bağlılıktan ileri geldiğine kanaat getirdim, rica ederim, beni affediniz” diyerek verilen idam hükmünü geri alır.
.
Bediüzzaman, iki buçuk sene kadar Sibirya taraflarında esarette kalır. Bütün hayatını, fîsebilillâh Kur’ân’a, İslâmiyete, Sünnet-i Seniyenin ihyasına hasr ve vakfeden bu fedakâr-ı İslâm, buralarda da kat’iyen boş durmaz. İçerisinde bulunduğu muhiti tenvir ve irşad için çalışır. Bu müddet içinde kendisiyle beraber esarette bulunan zabitlere dersler veriyordu. Birgün, doksan zabit arkadaşına ders verdiği sırada, bir Rus kumandanı gelir, “Siyasî ders veriyor” diye dersine mâni olursa da, faaliyetinin dinî, ilmî, içtimaî olduğunu öğrenince serbest bıraktırır.
Nihayetesaretten firar ile kurtulup Petersburg ve Varşova’ya gelmeye muvaffak olur. Bilâhare, Viyanatarikiyle 1334 senesinde İstanbul’a teşrif eder.Tarihçei hayat 147
26.10.2014'te eklenmiştir.
İnternet gazetesi olan Oda Tv'nin Rus arşivlerinden alarak yayınladığı 1916 Bitlis Rus işgalinde Şeyh Sait, Seyit Rıza ve Said-i Kürdi Bediüzzaman ya da Deliüğzzaman'a "Sadakat madalyası taktıklarını aşağıdaki videoda göreceksiniz. Belge noksanlığından, Deliüzzaman'ın kendi kitaplarındaki bilgilerle tarihi gerçekleri kıyaslayarak bunca zahmetle elde ettiğim bu çelişkilerin doğruluğunu bu görüntüler onaylamaktadır. Deliüzzaman (Asrın Delisi) sıfatını ilk kez takan kişi kişi olarak şimdi bu, ölmüş gitmiş, Müslüman milletlerinin en büyük hainine "Yalanüzzaman" yani "Asrın yalancısı" sıfsatını da gururla takıyorum.
Muhtemelen Bitlis Süryani'si veya Süryeni dininde olan Bitlis Ermeni'si olması muhtemel bu aşağılık varlık, "savaş esiri, Osmanlı halifesinin elçisi" sıfatıyla, Rus Çarlık iktidarına hizmet etmiş, Müslüman Kırım, Kazak tatarlarını, Çeçenleri, Çerkezleri kandırmış, Rus devrimcilerine karşı savaştırmıştır. Bu yüzden Stalin zamanında "60.000.000" kadar olduğu iddia edilen Müslüman, Tatr, Türk kıyımına da sebep olmuştur. Adına yazılan saçmalıklar, aynı "halifenin din uleması" sıfatıyla diğer Müslüman ülkelerde Alman, fransız, İtalyan ve İngiliz istihbaratlarınca dağıtılmış, Müslüman dünyasının emperyalizme "direnişsiz teslimi sağlanmıştır. Bu günkü 11 Eylül 2001 operasyonuyla ilan edilen Haçlı Seferlerine bağlı işgallerde bu hainin geçmişte işlediği günahların hala etkisi vardır. Süryanilerin,Kürt Yezidilerin ve Ermenilerin Türk Milletine ihanetlerini anlatan Gürcü belgelerini okuyunuz;
10-KAFKASYA YEZİDİLERİ VE SÜRYANİLERİ
Gürcistan Yezidi ve Süryanileri;
Yezidiler hakkında araştırma yaparken,Gürcistan Tiflis’te kurulu,Uluslar arası Avrasya Derneği adlı bir kuruluşun İcra Müdürü Iraklii Chikhladze ve Basın sorumlu icra müdürü Giga Chikhladze tarafından hazırlanan, İsveç’te sunulan bir makale dikkatımi çekti.
“The Yezidi Kurds and Assyrians of Georgia -The Problem of Diasporas and Integration into Contemporary Society” başlıklı,Gürcistan’daki Sürgündeki Süryaniler ile Yezidi Kürtlerin Sürgün Sorunları ve Çağdaş Topluma Kazandırılmaları” anlamına gelen bu araştırmadan seçtiğim bazı noktaları göz önüne getireceğim.
The Yezidi Kurds and Assyrians of Georgia ;(Gürcistan’ın Yezidi Kürtleri ve Süryanileri)
The Problem of Diasporas and Integration into Contemporary Society
Iraklii Chikhladze
Executive Director,
International Eurokavkazasia Association
Tbilisi, Georgia
Executive Director, Profile Journal
Tbilisi, Georgia
Journal of the Central Asia & the Caucasus (3 /21, 2003)
Center for Social and Political Studies
www.ca-c.org
Sweden
Makalede,Süryanilerin,13 Süryani papazın Urfa’da bulunan Edessa Krallığından Gürcistan’a ilk gelişlerinin İ.S.6.yy’a dayandığını ve bu rahiplerin “13 Süryani aziz” olarak bilindiğini yazılıyor.
Yezidi Kürtlerin ise Çar III.Gregory zamanında 12.yy.ortalarında,Horasan’dan Mezopotamya ve Kafkaslara-Ermenistan’a göçlerinin başladığı dönemlerde olduğu anlatılıyor.Gürcü Çarına hizmet etmeye başlayan Yezidi Kürtlerden,Hıristiyan bir aile tarafından evlatlık alınarak yetiştirilmiş Ivo ve Zaa adlı kardeşlerin Kraliçe Tamara dönemindeYoani ve Zekeriya Mıkarrgzeli adlarını alarak,Çarın yakın korumasında ve askeri komutan olarak ün kazandıkları yazılı.
15.yy’da İstanbul’un düşmesi ile Bizans’ın soa ermesini takiben,İran ve Osmanlı imparatorluklarının kafkaslar ve Ortadoğu’da hakimiyet için aralrında savaştıkları dönemde,Gürcistan’ın 300 yıl Hıreistiyan bir devlet olarak bağımsızlığını koruduğu,Yezidi ve Süryanilerin ise eyaletliklerini kaybederek aralarında düşmanlıkların çıkmasına sebep olmuşlar.
1760’larda,Süryaniler ve Kürtlerin,Doğu Suryani Kilisesi Mar Avraam’ın patriği aracılığıyla
Yezidi Kürtler ile Süryaniler arasında yakın bağlar kurulması için Gürcü Çarı II.Irakli’den yardım istemişlerdir.25 Eylül 1768’de Osmanlı’nın Rusya’ya açtığı savaş ile beklenen zaman da gelmişti.Irakli II’le uzun müzakereler yürüten Rusya,Türkiye’ye karşı Gürcüleri savaşa sokmaya ikna etmişti. Bu ikna Gürcü heyetinden Artemii Andronikashvili’nin elinden
”Opısane sosednikg s Gruziey starn i narodov” (Gürcistan’a Bitişik Halklar ve Ülkeler” başlıklı, Konr Nikita Panin’in aldığı talimatlar sayesinde olmuştu.
Belge,Yezidi Kürtlere ve Süryanilere geniş yer vermiş,Çar Irakli’nın savaşta ,Osmanlı ve İran arasındaki dağlarda ve yaylalarda yaşayan sayıları milyonları bulan ve savaş tecrübesine sahip bu Hıristiyanlardan oluşan azınlıkların merkezi rol oynayabileceklerine inanmasını sağlamıştı.Belgeye göre, Çar Irakli, rahiplerini,keşilerini,piskoposlarını,prenslerini göndermeye başlayan bu halkların,askeri ustalıklarına işaret ediyordu.1770 Nisanında Rusya ile yapılan antlaşmaya göre,Irakli Akhaltsikhe’ye (Ahıska) birlikleri sevk etmişti.Aynı anda da Süryani piskopos İsaiyah da Tiflis’i terk etmişti.Yezidi Kürt önderi Çoban Ağa ile Süryani önderi Simon’e önceden verdikleri sözler uyarınca,Çar Irakli yanında,ortak düşmanları Türkiye’ye karşı savaşa girmelerini bildiren mektubu taşıyordu.Bu plan,Rus Generali Totleben-Irakli’nın müttefikliğine rağmen birliklerini,ihanet anlamına gelen Kartlı’ya çevirmesi yüzünden başarısız kaldı.
Eylül 1770’de Çar Irakli mektubuna yanıt aldı.Süryani Katolik Kilisesinden Simon,1770 Temmuzunda yazdığı mektubunda ;”İsa’ya yardımları için teşekkür ederiz,istediğiniz anda 20.000 kişilik ordu emrinize hazırdır.Lütfen,Osmanlı Türklerinden korkmamamız için cesaretlendirici bir yazı gönderiniz.Bize yaklaştığınızda birbirimiz daha iyi görebiliriz.Vakarla size hizmet edebileceğimiz günleri görmeyi hepimiz istiyoruz.”
Süryani piskopos İsaiah,”Yezidi Kürt önderlerine mektubunuzu göstermek için Müslüman Kürdistan’a gittim,sevindiler,mektubunuzu ellerine aldılar,sadık naçiz hizmekarlarınız olduklarını söylediler.Zaferleriniz için dua ettiklerini ve onlara Koşaba Hisarını vermenizi istediklerini bildirdiler.Onlara hisarı veriniz ve size hep birlikte katılacaklar,sürülere ihtiyaçları yoktur.Sadece bu iyiyliğinizi istiyorlar.Söyleyebileceğim budur.Hepsi iyi savaşçılardır ve önderlerini Çoban ağa gibi biliniz.” diye yazıyordu.
Çoban ağa kendisinin onayladığı bu mektubunda,Çar’a ”Biz Mahmudi Yezidileri,sizlere güvenebileceğimiz,güvenliğimizin sizler tarafından sağlanacğını temin eden bir emirname yayınlamanızı bahşetmenizi istiyoruz.Allah bilir,size bağlandığımızı size geldiğimizde nasıl sizlere hizmet edeceğimizi göreceksiniz.” Diyordu.
Fener Rum Patriği ve Fethullah.İşbirliği aynen devam!
Akhaltsikhe (Ahıska) harekatı başarıyla sonuçlanınca Gürcü Çarı bölgenin Süryan ve Yezidi Kürtlerine bölgenin coğrafi yapısının değiştiği gerekçesiyle birleşmelerini bildirmek için yaklaşım gösterdi.Şüphe yok ki Çarın desteği olmaksızın Süryani ve Kürtlerin Türkiye’ye karşı savaşmak için harekete hazırlıkları olamazdı.General Totleben’in ihaneti Çarı planını değiştirmeye zorlamıştı.Gürcü Çarı,Süryani ve Kürtlerin sadece Türkiye’ye karşı Çarın yanında yer almalarını değil,Ortadoğu’dan Gürcistan’a doğru harekata başlamalarını da istiyordu.Dört bin Kürt ailesinin Kakheti’ye (Azerbaycan Sınırında bir eyalet) yerleştirildiklerine dair bilgiler vardır.Bu dönem,Gürcistan’da muhtelif düzineler halinde Süryani ailelerinin ortaya çıktığı dönemdir.Osmanlı imparatorluğu ve ve İran’dan gelenler Mukhrani bölgesine (Azerbaycan Sınırı) yerleştirilmişlerdi.
Rusya 1828’de İran ile Türkçmençay Antlaşmasını imzaladığında,İran’lı sSüryani ve Kürtler Gürcistan’da kiraladıkları yerlere gelmeye fırsat bulmuşlardı.19.yy.ın ikinci yarısındasayıları büyük rakamlara ulaşmıştı.Diğer büyük Yezidi göçmen dalgası 1915-1917 döneminde ortaya çıkmıştı.Türkiye’den hayatlarını kurtarmak için kaçmışlardı.Belgelere göre,sadece Türklerin değil Müslüman Kürtlerin de Yezidilere karşı oldukları bilinmektedir.Yezidi tarihçiler,sadece bir günde 56.000 Yezidi Kürtünün Aras Nehrinde Müslüman Kürtlerin elleriyle öldürüldüklerini yazmaktadırlar.
50.000 kadar Süryani de benzer bir kaderden krtulmak içi Ermenistan’a gelmişlerdi.
20.yy.da Yezidi Gürcistan’daki Kürtlerinin rönesansları geriye gitmeye başlamıştı.
1915-17 dönemlerinde büyük kalabalıklar halinde Gürcistan’a göçen Süryani ve Yezidi Kürtleri ,özellikle Yezidi Kürtlerin dediklerine göre 1960-80 arası onların en iyi çağlarıydı.Tiyatroları,dramaları,radyoları,Kürt dilinde haftalık yayınları,profesörleri,akademisyenleri,artistleri,sanatçıları,sporcuları,partilerde boy gösterenleri vardı.
Ne z aman Sovyet dönemiz sona erip Gürcistan bağımsızlığını kazanınca,sayıları birden azalmaya başladı.1989 nüfus sayımına göre 35.000 olan sayıları bu gün bazı Kürt derneklerinin ve kuruluşlarının bildirdiğine göre “6” binden fazla değildir.Göç eden Kürtlerin oranı kıyaslanan bütün diğer diyasporalardan fazladır.1990’larda,Kürt dilindeki tiyatroları, radyoları,dans grupları kapandı,durdu.Diyaspor şöyle diyordu;”Basitçe,göçe zorlandık.1990 önces Milliyetçilik krizlerinin olmanaında da göçe zorlandık.Aklıma gelmişken,Gamzakurdiya,dünyada bir tek Kürt Drama Tiyatrosunun ülkesinde olduğundan gurur duyduğunu söylerdi.Ancak eşitlik ve demokrasi vaazları veren Şevardnadze zamanında o da kapanmıştır.”
Kürtlerin çoğunluğu küçük köylerde,şehirlerde ve başkentte yaşayanlar ya ülkeyi terk etmişler ya da Tiflis’e göçmüşlerdir.
Tiflis’te dört okulda test kitapları ve yardımcı eğitim kitapları yanında çocuklara Kürt dili konuşma dili olarak öğretilmektedir. Sovyet dönemlerinde olduğu gibi bu gün de Kürt nüfusunun çoğunluğu Yezidi Kürtlerden oluşmaktadır.1937-1946 dönemlerinde Ahıska Türkleri ile birlikte bütün Müslüman Kürtler de Samstkhe-Javekheti Batum ve Acarya bölgesinden Müslüman Kürtler de sürülmüşlerdir.
Günümüz Yezidi Kürtleri,tek ana sorunlarının bir tapınak eksikliği olduğunu söylemektedirler.Onlar,dünyanın en genç dinlerinden birisi olan Yezidizm’in takipçileridirler.
Gürcistan’da asla bir tapınağa sahip olmamışlardır.2002’de yaptıkları bir tapınak planı için seçilen araznin fiyatını ödeyemediklerinden dolayı tapınak yapamadılar.Bu gün bundan bahseden kimse yoktur.
Makale bundan sonra da Yezidi örgütlenmeleri ve diğer konulşar hakkında bilgi vermeyi sürdürmektedir.Ben bu kadarını meramım için yeterli buldum.
“Erivan-Ermenistan-Aziz Tamoyan,Ermenistan’ın başkentinde kendisine büro hizmeti veren sıkış tepiş,kırık dökük odasında masasının arkasında otururken,ülkesindeki en geniş etnik azınlık grubu olan Yezidilerin önderi olduğunu söylüyor.
Bazı sınırlamalara rağmen,Yezidi dini, ,bütün Yezidilerin dillerinin Kürtçe ve bütün Yezidilerin Kürt olduğunu söylemektedir.
Darmadağın masasının yan tarafında duvarda asılı b ulunan el yapımı bir posteri işaret eden Yamoyan ,gazetesinin de logosu olan bir sloganı söylüyor“”Milliyetim Yezididir,dilim Yezideren,-dinim Seferadin’dir.” Diye ilan ettikten sonra üç yıl önce yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre Yezidi hanelerini gösteren kopyayı açıyor.
“-Ermenistan’da 40.620 Yezidi,1.519 Kürt yaşamaktadır.Nüfus sayımı verilerine göre bütün bilmeniz gereken bunlardır” diye devam ediyor.”-Yezidilerin Kürtlerle ilişkileri yoktur ve Ermenistan’da Müslüman Kürt yoktur.Nüfus sayımı sonuçlarına göre Ermenistan’da Kürtçe konuşan kimse yoktur.”
Ama, Almanya Göttingen Üniversitesi İran Çalışmaları Bölümü Başkanı-Türkiye ve Kuzey Irak Kürtleri ve Yezidileri Uzmanı Filip Kreyenbroek onun bu anlaşmazlığa düşüyor.
“-Yezidi dindarlığı ve kültürel gelenekleri Kürt kültürü içine derinlemesine işlemiştir hatta bütün Yezidi kutsal metinleri Kürtçe’dir.” Diyor.”- Bazı farklılıklar olsa bile bütün Yezidi topluluklarının dilleri genellikle Kürtçe’dir, kendilerini Kürt kabul ederler.” Şeklindeki açıklamalarla metin sürmektedir.
Yezidiliğin “Şeytana Tapma” olarak yanlış bilinmesine karşılık,İslam,Hıristiyanlık, Yahudilik’ten motifler içerdiğini belirtmektedir.
Büyükada'da Patrik ve Said'in İşbirlikçi nesilleri!
1988-1994 Ermenistan-Azerbaycan savaşında Yezidilerin Ermeni milliyetçiliği yaptıklarını ve Azerilere karşı gönüllü savaştıklarını,savaş yüzünden,350.000 Ermeni’nin Azerbaycan’dan Ermenistan’a,Ermenistan ve Karabağ’dan da 200.000 kadar Azeri ve Kürt’ün Azerbaycan’a göç ettiklerini,1991’de gerilimin tırmanması ile bütün Müslimanların ülkeyi terk ettiklerini,
tampon bölgenin Ermenistan’a devredilmesi ile Karabağ bölgesine Yezidi azınlığın büyük çoğunluğunun yerleştirildiğini de belirtmiştir.Ermneilerin Yezidilere din değiştirmeleri yönünde baskı yaptıkları da yazılıdır.
Wikipedia İnternet Ansiklopedisinin “Yazidis in Armenia sayfasında ,19. ve 20.yy başlarında Sünni Kürt ve Türklerin İslamiyeti kabule zorladıkları gerekçesiyle,o zamanlar Rus Çarlığı idaresinde bulunan Gürcistan ve Ermenitan’a yoğun göçler yaşandığını yazmaktadır.
Sayfada yer alan bilgilerde 2001 nüfus sayımına göre 40.200 Yezidinin yaşadığı,dillerinde eğitim veren okulları olduğu ancak askere alma,eğitim verecek öğretmen yetersizliğinden ,polis baskısından dolayı sıkıntılarının olduğu belirtilmektedir.
1915’lerde,Alm Tv’nin haberine göre Ermeni Apostolik Kilisesi kökenli Ermeni Aryanlar Derneğinin ülkenin Yezidi ve Yahudilerden arındırılmasını istediklerini ABD’nin“Bureau of Democracy, Human Rights, and Labor-2004 February 28, 2005-Demokrasi ve İnsan Hakları Bürosunun 28 Şubat 2005 tarihli raporundan okuyoruz.
Bugün Yezidiler, Irak,Suriye,Türkiye,Gürcistan ve Rusya’da yoğun olarak yaşamaktadırlar. Avrupa,Amerika’da yoğun olarak işçi konumunda çalışmaktadırlar.
Abdullah Öcalan Yezidiler için;Aslında farklı dinlerdeniz ancak onlar Kürt ve hepimiz aynı milletteniz” demektedir.
Terör örgütüne ne Türkiye’den ne de Avrupa ülkelerinden katılıma karşı çıkıyorlar,evlerine Türk Bayrağı asıyorlar.”
BuGürcü belgesi, arkamızdan vuranların sadece Ermeniler değil,bu gün ve 1950 seçimlerinden beri devleti,Kore,Kıbrıs,sağ-sol,Türk-Kürt,Alevi-Sünni kavgalarına sokan,bu gün de her yerini,taşını toprağını,nehirlerini derelerini haçlılara satan siyaseti yürüten işbirlikçilerin kendileridir.Günümüzün PKK’sı AKP’si,darbecisi,cuntacısı,hepimiz Ermeniyizcilerini ne güzel teşhir etmektedir.
Anlayana!!!.
11-DELİÜZZAMAN SAİD-İ KÜRDİ'NİN ANILARI
Atatürk’e Posta Koyan Said
Tarihçei hayat 181
Bu parça, meb’uslara ve umum kumandanlara ve ulemalara okutturulmakla, Reisle şiddetli bir münakaşaya sebebiyet verir. Birgün divan-ı riyasette, elli-altmış meb’us içinde, karşılıklı fikir teatisinde, M. Kemal Paşa,
“Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz” der.
Bu söz üzerine, Bediüzzaman, birkaç mâkul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri uzatarak,
“Paşa! Paşa! İslâmiyette, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur” der. Fakat Paşa tarziye verir, ilişemez.
(Said gene atmış.Aslında,”Bazı milletvekillerini şeriat getirmekle korkuttunuz.Hareket bölündü.Yaptığınızı beğendiniz mi hocam” diye kibarca uyarır.Tarziye dediği budur.Said’in karşısında,onun yağ çektiği sömürgeci devletlere posta koymuş,ham harp okulu mezunu hem de dini Said’den çok iyi bilen ondan daha veli birisi vardır.Said’e Van yolu görünür.)
Said,Mustafa Kemal’e Fena Takmıştır.Olmayan Olayları Olmuş Gibi Yazmaktadır.
Birgün riyaset odasında, M. Kemal Paşa ile iki saat kadar konuştular. İslâm ve Türk düşmanlarının arasında nam kazanmak emeliyle şeair-i İslâmiyeyi tahrip etmenin bu millet ve vatan ve âlem-i İslâm hakkında büyük zarar tevlid edeceğini; eğer bir inkılâp yapmak icap ediyorsa, doğrudan doğruya İslâmiyete müteveccihen Kur’ân’ın kudsîkanun-u esasî noktasından yapmak lâzım geldiği mealinde ihtarlarda bulunur ve şu temsili ders verir. (Mektubat “Altıncı Risale Olan Altıncı Kısım” s: 587.)
İngiliz mandacısı Volkan Gazetesine yazı yaz,jayatın Hıristiyan destekleri üzerine kurulsun,dini siyasete alet ederek milleti böl ve Hıristiyanlaştır.Deliyullah’ın sinsi işbrilikçiliklerinin en büyük düşmanına “düşman” olması doğaldır.
Said’in Atatürk’ten Hayali Rüşvet Beklentileri ve Van’a Dönüş;
M. Kemal Paşa itiraz ile içindeki niyet ve hâlet-i ruhiyesini ifadeyle Bediüzzaman’ı kendine çekmek ve nüfuzundan istifade etmek ister. Ve Bediüzzaman’a meb’usluk, hem Darü’l-Hikmetteki eski vazifesini, hem Şarkta Şeyh Sünûsî’nin yerine vaiz-i umumî, hem bir köşk tahsisi gibi teklifler yapar.
Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı âhirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve Hürriyetten evvel İstanbul’da tevilini söylediği hadislerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine, gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan hizbü’l-Kur’ân hakkında, “O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak mânevî kılıç hükmünde i’câz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukabele edilebilir” tavsiyesine müraatla, Ankara’da teşrik-i mesai edemeyeceği için, kendisine tevdi edilmek istenen meb’usluk, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye gibi Diyanetteki azalığı, hem vilâyât-ı şarkiye vaiz-i umumiliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankara’dan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım meb’usların da arzularına uyamayacağını bildirerek Ankara’dan ayrılır, Van’a gider. (İsterse gitmesin Yezid Kürt paşalarına benzemez.)Ve orada hayat-ı içtimaiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernabad Suyu başında bir mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar.
Tarihçei hayaT,185-187
Atatürk Said’e Devrimleri Anlatsın Diye Hoca Göndermiş.Ama Yanlış Yapmış(!) Nur Talebelerine Son Dersinden;
Kırk sene evvel, bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için bazı kumandanları, hattâ hocaları benim yanıma gönderdi. Onlar dediler: “Zaruretler haramı helâl derecesine getirir. kaidesiyle, Avrupa’nın bazı usullerini medeniyetin icaplarını taklide mecburuz” dediler.
Ben de dedim: “Çok aldanmışsınız. Zaruretsu-i ihtiyardan gelse, kat’iyen doğru değildir; haramı helâl etmez. Su-i ihtiyardan gelmezse, yani zaruretharam yoluyla olmamışsa zararı yok. Meselâ; Bir adam su-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinayet yapsa, hüküm aleyhine câri olur, mâzur sayılmaz, ceza görür. Çünkü, su-i ihtiyarıyla bu zaruret meydana gelmiştir. Fakat bir meczup çocuk cezbe halinde birisini vursa, mâzurdur. Ceza görmez. Çünkü ihtiyarı dahilinde değildir.”
Said Nursî
Emirdağ Lyh.151
Red Kit Deliüzzaman’ın En büyük Düşmanı Bütün Haçlı Ordularını Çanakkale’den Kovan,Saunmasında Said’in Esir Düştüğü (Şikeli) Bitlis’i Rus Çarlığı İşgalinden Kurtaran Atatürk’tür;
Kendisinin Yaptığı Bitlis’i Kurtarma Savaşında Ruslara Esir Düşen (Rus saldırısından önce Said’in Tiflis’te Rus polisi ile görüşmesi vardır) Said-i Kürdi,Şehrini Ruslardan Kurtaran Atatürk’e “Kuran’a Zararlı Adam” der.
“Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis–i Şerif’in ihbariyle Kur’an’a zararlı bir adam çıkacak demiştim.Sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi.(Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis–i Cumhur’a ve üç makama gönderilen istida)
...Lozan Muahedesinde söz veren ve pek şiddetli ve dehşetli hücumlarına rağmen hiçbir
hakiki Müslüman Türk’ü Protestan yapamayan ve Millet–i İslam için pek zararlı olduğunu ef’aliyle ispat eden ve Hadis– Şerif’in haber verdiği o müthiş şahıs kendisi olduğunu(yani Deccal, y.n) hayat ve mematiyle gösteren Mustafa Kemal’e bir mahrem eserde ‘din yıkıcı Süfyan’ dediğimizi (...)” (Emirdağ Lahikası I,50–51;Yirmiyedinci Mektuptan Mahkeme–i Kübra’ya Şekva ve Müdafaatın Bir Haşiyesi olan Parçanın Hülasasıdır, Ayrıca Müdafaalar, 226–227)
Said'i Meclise sokan Menderes salağı
Atatürk’e SÜFYAN” Suçlamasını Kabul Ediyor;
“...bizim en mühim suçumuz, Risale-i Nur’un mahrem bir parçasında elli sene evvel bir hadîsin tefsirinde, cebrî kanunlarla şapkayı giydiren ve din-i İslâmı bu mübarek Türk milletinden kaldırmak için Lozan Muahedesinde söz veren ve pek şiddetli ve dehşetli hücumlarına rağmen hiçbir hakikî Müslüman Türkü Protestan yapamayan ve millet-i İslâm için pek çok zararlı olduğunu ef’âliyle ispat eden ve hadis-i şerifin haber verdiği o müthiş şahıs kendisi olduğunu, hayat ve mematıyla gösteren Mustafa Kemal’e bir mahrem eserde “din yıkıcı, süfyan” dediğimizi ve “kalblerdeki sevgisini bozmaya çalıştığımızı” isnad edip kararnamede mahkûmiyetimize sebep olduğunu...”Emirdfağ Lyh 48
“İşte hakikat böyleyken, Afyon Mahkemesi, adalet namına değil, belki o ölmüş adamın muhabbeti taassubuyla, eski harfle de neşredilenkararnamenin âhirinde, bizi mahkûm etmek için en mühim sebep savcının garazkârlığı sebebiyle mahkeme heyeti demişler ki:
“Said ve arkadaşları, Mustafa Kemal’e din yıkıcı, süfyan demişler ve kalblerdeki sevgisini bozmaya çalışmışlar. Onun için mahkûm ediyoruz.”
Acaba ölmüş gitmiş bir adamın şahsına karşı bin defa böyle itiraz da olsa umumî bir dâvâ oluyor. Mahkeme-i adalet buna dair böyle bir hükmü vermek, elbette pek acip bir mânâ iş içinde var.” Emirdfağ Lyh 58
1950'lerde Said-i Nursi ile bizzat görüşen ve 1966 yılında yayınlanan "Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktrinleri" adlı kitap yazan Seyfi Güzeldere şöyle vermektedir:
"Molla (Said-i Nursi) İstanbul'a geldiği vakit Mütareke olmuştu. Müslüman toptan tutsak gitmemek yer yer birleşip tedbir arıyordu. O hemen, kardeşinin oğlu Abdurrahman'ın Çamlıca'daki köşküne yerleşti. Kitap dediği uyduruk serisini bütünlemeğe başladı. Molla, bu işlerle uğraşırken, Anadolu bağımsızlık savaşının kan ve ateşi içinde idi. Bir dergi, Molla'nın bağımsızlık savaşına katıldığını yazıyor. Doğru değil. O savaşın gazilerinden binlercesi bugün yaşamdadır. Yalnız benim tanıdığım 200 var. Biri diyebilir mi ki bu insan, değil silahla fikir yoluyla olsun bu savaşa katılmıştır.?”
Bezmi Nusret Kaygusuz, Meşrutiyet yıllarına ilişkin anılarında Said-i Nursi'den şöyle söz etmiştir:
"İttihatçılar bu adamı şaşırtmışlardı. İptidada (önceleri) Said-i Kürdi'ye büyük paye verdiler. Güya Kürt meselelerinde ondan istifade edeceklerdi. Halbuki gösterilen saygıyı o kendi hakkı zannetti. Ve yükseklerden ötmeye başladı. Zamanın kutbu ve mehdisi tavrını takındı. Maaza, senelerden sonra da aklı başına gelmemiştir. Yeni tarikat iddiasında ve onun piri olmaya çalışıldığı işitilmektedir. Halen Nurcu diye maruftur (tanınmaktadır)."
Nursi, Nakşibendi tarikatına mensup, İngiliz yanlısı Derviş Vahdeti ile birlikte siyasal İslamcı İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'ni kurmuştur. Cemiyetin kuruluşu nedeniyle 3 Nisan 1919'da Ayasofya camiinde mevlit okutulmuştur.
Bir ara Teşkilatı Mahsusa'ya da üye olan Nursi, hem Kürdistan Teali Cemiyeti'nin hem de Kürt Neşriyat Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer almıştır.”
Atatürk’ün ölümünden altı ay iki gün sonra,12 Mayıs 1939 İngiltere-Türkiye Kredi Antlaşması ile ülkenin bağımsızlığını İngiltere’ye teslim eden,devleti gizli-açık bir İngiliz Mandası haline getiren İsmet İnönü, İngiltere’nin 1943 Adana Yenice Tren İstasyonu ve Kahire görüşmelerindeki “İkinci Dünya Savaşı Sonrası yeni dünya düzeni yapılanmasında Türkiye’ye verdiği “Müslüman ve Sömürge ülkelere “İngiliz-ABD idaresine girmelerinde sakınca olmadığını öğütleyecek rol gereğince başlattığı “Atatürk Türkiye’sini yıkmak ve Sünni İslam Türkiye’si Kurma” niyeti ile İmam Hatip Liselerini ilk o açmış,Kuran Kurslarını yaygınlaştırmıştı.
Tarihçi Cemal Kutay bu “Sünni İslam Türkiye’si” projesinin beyin adamı yapılmıştı.
Ancak Amerika’nın,İsmet paşanın partisini “Cunta Partisi” sayması ve başka bir siyasi ortak ortaya çıkarılmazsa NATO’ya Türkiye’nin alınmayacağını” açıklaması üzerine 1946’da Pembe Köşk’te Celal Bayar ile “Yeni Bir Siyasi Oluşumun” projeleri yapılmış,dandikten verilan “Toprak Reformu Yasa Teklifi’ne “ CHP’li milletvekilleri olan Celal Bayar,Adnan Menderes ved iki arkadaşının yasa teklifine itirazlarını içeren ve “Dörtlü Takrir” adı ile anılacak olan dilekçeyi vermelerini mecliste kavgaları izlemiş,proje gereği yapılan bu kayıkçı kavgası nedeniyle dört milletvekili CHP’den atılarak Demokrat Partiyi kuruyorlardı.1946 seçimlerinde İsmet paşa diktatörlüğünü korumuş,1947 NATO müracaatından olumsuz sonuç alınca,1950 seçimlerinde DP’nin önünü açmaya karar veriyordu.14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidar olan DP,Haziran ayında çıkardığı Af Yasası ile Atatürk döneminde bölücülük ve Şeriat Devleti bahanesiyle çıkarılan isyanların failleri ,fikri önderleri ve askerliğini yapanlar serbest kalıyorlardı.
Bu olay sonrası serbest bırakılan İngiliz işbirlikçisi Said-i Kürdi yeni Türkiye projesinin “Fikri Önderi” yapılıyordu.İşte bu amaçla ,İsmet paşanın adamı olmasına rağmen Said-i Nursi'yi parlatmak yazdığı "Çağımızda Bir Asrı Saadet Müslüman-ı Bediüzzaman Said-i Nursi” kitabını yazan Cemal Kutay: "Said-i Nursi'yi sindiği köşede bulup çıkarıp Amerika'nın izniyle gençliğinin düşünsel önderi olarak parlatılıyordu. Çünkü Amerika, dünya üzerinde eskiden Almanya çıkarına çalışan bütün ajanları toplayıp kendi hizmetine koşmaya başlamıştı. Türkiye'de yapılan buydu" diye olayı özetlemektedir.
Demokrat Parti lideri Adnan Menderes, 1951'de İzmir'de, Demokrat Parti II. Kongresi'nde, şunları söylemiştir: "Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılap softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Türkiye Müslüman devlettir ve Müslüman kalacaktır, Müslümanlığın bütün icaplarını yerine getirecektir."
1950'lerde sadece Said-i Nursi değil, önce Türkiye’deki Hitler örgütlenmesinde görev alan Alman güdümlü Cevat Rıfat Atilhan da Almanya yenilince rotayı Amerika'ya doğrultmuş ve 1950'lerde Amerikan güdümlü İslam çalışmalarına katılmıştır.
RED KİD DELİÜZZAMAN’A GÖRE MÜSLÜMAN DEĞİL HIRİSTYANDAN ŞEHİT OLUR;
“Birinci Dünya Savaşı’nda bizimle savaşmış da olsa, bir Hristiyan ölmüşse şehit sayılır, ahirette mükafatı vardır.”(Kastamonu Lahikası,s.45)
“Ne dinden olursa olsun bir nevi şehit hükmündedir. Mükafatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa’ya mensup Hristiyanların mazlumlarının çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denebilir.” (Kastamonu Lahikası,s.75)
“Hatta o mazlumlar kafir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevi afattan çektikleri belalara mukabil rahmet–i ilahiyenin hazinesinden öyle mükafatları var ki, eğer perde–i gayb açılsa o mazlumlar haklarında büyük bir tezahürü rahmet görünüp, “Ya Rabbi şükür elhamdü lillah diyeceklerini bildim ve kati surette kanaat getirdim.”(Kastamonu Lahikası,s.45)
Beyyine Suresi-6;” 6-Gerek kitap verilenlerden, gerekse müşriklerden küfredenler, muhakkak cehennem ateşindedirler, orada ebedi kalacaklardır. Onlardır bütün insanların en şerlileri!”
Hristiyanlar, Ehl-i kitabdır. Ehl-i kitabın hepsi de kâfirdir. (Fetava-i Hindiyye)
Demek ki Deliüzzaman gerçekten dinden çıkmış,sapıtmış,rotası şakulü kaymış bir deli.Neresi Müslüman bu sapığın?
Bu ifadeleri ile Said-i Kürdi,Üç İbrani dinini birleştirerek Kürt Yezidiliğini kuran Şeyh Hadi’nin Yezidiliğini,İran’Lı İngiliz ajanı Seyid Muhammed Bap’ın Bahailiğini (Nurculuğunu) aynen ifade etmektedir.Adam İslamiyeti bırakıp “Ilımlı İslamı “ o zaman kurmuş.Adam dinden çıkalı çok olmuş ama bizim milete anlat anlatabilirsen!
Said-Kürdi Allah’tan görümler görmektedir.Yani peygamber veya tanrıdır.
30.Lema;Eskişehir Hapishanesinin bir meyvesi,altı nüktedir.(Nükte,derin anlamlı söz anlamında)
Birinci Nükte;
İsm-i Kudüs’ün bir nüktesine dairdir.Bu Kudüs nüktesi Otuzuncu sözün zeylinin (ekinin) zeyli olması münasiptir (uygundur).
Zâriyât Sûresi, 51:48.“Yeri de döşeyip düzenledik. Biz ne güzel donatıcıyız!” ayetinin bir nüktesi ve bir ism-i azam (Adı büyük olan Allah) veyahut ismi azamın altı nurundan bir nuru olan Kudüs isminin bir cilvesi (yansıması) Şaban-ı Şerif (Yezidi Arapların İslam’a geçmiş “Haram aylar” diye bilinen kutsal üç ayından biri) ahirinde (sonunda) Eskişehir Hapishanesinde bana göründü.Şöyle ki gördüm;
Bu kainat (evren) ve bu küre-i arz (yer küre)daim (sürekli) işler bir büyük fabrika ve her vakit dalr boşalır bir han.”
Tevrat’ta Mısırdan Çıkış Yasaklar bölümünde,böyle görümler gören,düşlerle hareket eden,geçmişten haberler verenlerin “yakılarak öldürülmesi” emredilmiştir.Said eğer Yahudi olsaydı kesin yakılırdı.
Said’in görümleri bir alemdir.Sönmüş yanardağ olan Ağrı’yı bir harekete geçirir;
Şu Mesele, Yedi İşarettir.
Evvelâ, tahdis-i nimetsuretinde birkaç sırr-ı inâyeti izhar eden Yedi Sebebi beyan ederiz.
BİRİNCİ SEBEP: Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: “Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir.”
Birden, o halette iken, baktım ki, mühim bir zât bana âmirâne diyor ki: “İ’câz‑ı Kur’ân’ı beyan et.”
Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’câzın bir nev’ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.
Said eserlerini kendi anlayacağı şekilde yazdığını söylüyor;
Ayet-ül Kübra;
Ben kendi müşahedatımı (gözlemlerimi) kendi fehmime (anlayışıma)göre ve kendim için yazdım.Sair (Diğer) kitaplar gibi başkalarının fehmine (anlayışına) ve telakkisine göre yazmadım”
Kürt Said diyor ki;”Ben yazlıramdaki tespitlerimi kendi anlayacağım şekilde yazdım.Başkaları gibi başkaları anlasın diye yazmadım” Takdir sizindir.
Haz.Muhammedi Takiyye İcabı Yücelten Bir Yezidi’dir.
Reşhalar (Sızıntılar)
Birinci Reşha;”......Hazreti Muhammed Aleyhisalatüvesselam (Allah’ın selamı üzerine olsun) kimdir? Yapılan suale (soruya) cevaben deriz ki;
Hz.Muhammed (ASM) öyle bir zattır ki (kişidir) azameti maneviyesinden dolayı (maneviyatının büyüklüğü) sath-ı arz (yeryüzü) o zatın mescid-i aksasıdır.(Mescid-i Aksa Camii).Mekke-i Mükerreme (Kabe) onun minberi fazlı kemalidir.(Mükemmellik ve fazilet mimberi).Cemaatı mümine en son ve en ali (yüksek) nev-i beşerin (yeni insan) hatibi şehiridir (meşhur konuşmacısı)...”
(Yirmi Sekizinci Mektup’tan)
Yedinci Risale olan Yedinci Mesele
Tommiks Said Red Kit gibi.Çift toplu tabanca taşıyor;
Çünkü uzun imtihanlarda mahkemeler, düşmanlarım, benim gizli ve mevcut kusurlarımı göremediklerinden, hıfz-ı İlâhî ile bütün bütün beni çürütemediklerinden, Risale-i Nur’a galebe edemiyorlar. Fakat hayat-ı içtimaiyede çok tecrübelerle mahiyeti bilinmeyen, benim vârislerim genç Said’lerin bir kısmını, Nurun zararına iftiralarla çürütebilirler diye o telâştan bu ehemmiyetsiz hayatımı ehemmiyetle muhafazaya çalışıyorum. Hattâ yanımda bir rovelver varken, ikinci bir kuvvetli rovelver daha tedarik etmeye lüzum gördüm. Düşmanların zehirleri kardeşlerimin duasıyla kırıldıkları gibi, sâirsuikastları dahi inşaallahakîm kalacaktır.
İşbirlikçi Cumhurbaşkanları,Başbakanlar Sohbet Arkadaşı Olur. Deliyullah, ”Dini Siyaesete Alet Etme Gerekçesini Açıklar;
CELAL Bayar’a Mektubundan;
Said Anarşiye bölücülüğe karşıdır,dini siyasete alet etmez (!);
“Evet, biz dini siyasete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyaseti mutaassıbâne dinsizliğe âlet edenlere karşı, bizim siyasete bakmamıza mecburiyet-i kat’iye olduğu zaman, vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır ki, üç yüz elli milyon kardeşlerin uhuvvetini bu vatandaki kardeşlere kazandırmaya sebep olsun.
Elhasıl: Bize işkence edenlere, siyaseti asabiyetle dinsizliğe âlet etmelerine mukabil, biz de siyaseti dine âlet ve dost yapmakla bu vatan ve milletin saâdetine çalışmışız.”
Padişahın küçük bir tahakkümüne tahammül edemeyen ve Meşrutiyet ilânında ve Divan-ı Harb-i Örfîde mahkeme reisi Hurşid Paşaya ve mahkeme âzâlarına cevaben, “Eğer Meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün ins ve cin şâhid olsun ki ben mürtecîim. Şeriatın birtek meselesi uğrunda bin ruhum olsa fedaya hazırım” diyen ve Meclis-i Meb’usanda Mustafa Kemal’e karşı, “Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduttur” söyleyen ve İslâmî kıyafeti kat’iyen ve asla tebeddül etmeyen ve kıyafetine ilişmek isteyen ve sonra kendi kendini öldürmekle tokadını yiyen Nevzat isminde Ankara Valisine, “Bu sarık bu başla beraber çıkar” tarzında konuşarak boynunu göstermesiyle dokunulmayan bir zata, hem Isparta, hem Eskişehir, hem Denizli mahkemeleri dahi başını açtırmadıkları ve—son Afyon Mahkemesimüstesna—binlerce halk ve yirmi polislerin bulunduğu sıralarda bile başını açması ihtar edilmediği ve münzevî olduğu halde, o düşüncesiz memurların mânâsız ihanet için müdahale niyeti, doğrudan doğruya anarşilik hesabına vatan ve millete tehlike getirmeye çalışmaktır.
Konyalı Zübeyir
Konyalı Zbeyir,Sadi-i Kürdi Deliyullah’tan bir “Kürt Tanrısı” yaratmak için yazmış işte.
Büyük Doğu’nun yirmi dokuzuncu sayısında; “Lozan’ın İçyüzü” diye yazılan makaleden;
İşte Kripto Hıristiyan-Obama rehber
İngilizmurahhasheyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en mânidar sözünü söyledi. Dedi ki:
“Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz.”
Lozan’da Türk murahhasheyeti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıtları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hıristiyanemellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki:
“Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden, yani an’ane-i İslâmiyetten kurtulmak hususunda besledikleri—yâni İsmet’in beslediği—azmin, inkâr edilmez delilidir.”
Harfi harfine iktibas ettiğimiz bu sözlerle, Türk başmurahhasının, yâni İsmet’in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmakhususunda Türk milletine beslediği kat’î azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksat altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.
Konferansın birinci defasında Türk başmurahhası, bizzat karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne, yani Mustafa Kemal’e bildirmek zorunda olduğu için, memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa’dan Ankara’ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir’den Ankara’ya götüren trenle Eskişehir’de buluşuyor. Bir arada ve baş başa seyahat... Sonra Ankara gizli meclis toplantıları... Fakat esas meselelerde daima baş başa. Mustafa Kemal ile İsmet beraber içtimaları ve karar: “Din öldürülecektir.”
Lozan Konferansının ikinci safhası: “..... Artık herşey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile herşey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükûmeti) bundan böyle, bu millette, İslâmiyeti katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salip(haçlı) kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudut dışı değil de, hudut içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şüpheden varestedir.”
İşte Nurcuların iç yüzü
Büyük Doğu dergisi İsmet paşa’ın memleketi İngiliz mandası ilan etmesi ve 11 yıl sonra işbirlikçileri olan Kürt İsyancıların ve Süryanilerin de “Nurculuk” adıyla iktidara gelemsiyle gelen cesaretin serhoşluğu içinde burada sallamış.Bu yazıların ne kaydı var ne kuydu.Hepsi iftira ve iddia.Çıkma nedenleri ise sadece Rus Çarlığının Ekim devrimi ile yıkılmasını takiben kurulan “SSCB’nin yardımlarıyla kurulan yeni cumhuriyet yüzünden “İslam Kürdistanı” hayalleri güme gitmiş,devletin de sosyalist olan SSCB idaresine verilme beklentisi vardır.Bunu engellemek için “İngiliz ve Amerikan Mandacılığı kampanyası” başlatılmıştır ve “dinine düşkün ve işbirlikçi vekillerimizin istekleri, İngiltere ve Amerika’nın ,SSCB’nin Türkiye üzerinden sıcak sulara inmesini engellemek için zorlamalar sunucunda devlet İngiliz “Kontrol Bölgesine” bırakılmıştır.Zaten bizi savunacak hiç bir güç SSCB’de yoktu.
,”Kurtuluş savaşında esir düşen Kürtkökenli askerleri köldürmeyip kamplarda tutun,sonra onları Kürt isyanlarında Türkj devletini yıkmak için kullanalım diyen antlaşma yapan Deliyullah’ın Kürtlerine ne demeli?O zamanlar bu esir Kürt askerleri için Kurulan Lavrion Kampı,Cumhuriyet tarihi boyunca çıkan isyanlardan kaçan Kürtlere,Ermeni ve Süryanilere,Asala örgüt elemanlarından PKK militanlarına kadar halen “sığınak ve eğitim” yerdir.
Büyük Doğu adlı bu işbirlikçi yayının Türklere olan sevgisini anlayınız artık.
Nihaî Vesika
Lozan Muahedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarasında, “Türklerin istiklâlini niçin tanıdınız?” diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon’un verdiği cevap:
“İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları, mâneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz. Yani Mustafa Kemal ve İsmet’in verdikleri karar, Türk milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır.”
Artık bunun üzerine herşey ap açık anlaşılıyor, değil mi?
Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklâl işinde gizli anlaşmanınmüessiri, tek kelime ile, Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi MısırHahambaşısı bulunan Hayim Naum’dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türk’ün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani, masonlukhasebiyleKur’ân’ın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müthiş plânının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:
“Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyeti ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum.”
Aynı Hayim Naum Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş. Ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mâni kalmamıştır.
.
Hayim Naum o sırada Ankara’ya kadar da uzanarak plânın muvaffakiyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde—yani Mustafa Kemal yanında—emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki, bu tesir, mahutmevzuda Hayim Naum’dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türkü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.
İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadis-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hâdiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediyeye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmi beş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.”Sungur
1979'da Kripto Hırstyn-Humeyni hazır devrime kondu
En büyük işbirlikçisi başından beri İngilizler ve Vatikan yani Haçlı Dünyası olan ve “Bir Türk öldürmek yetmiş Hıristiyan öldürmekten evladır” diyen ,gene,Barla Layihaları 199-200’de ki Kürtlere,Süryanilere, Ermenilere yaptığı “Uyanın”çağrısına tekrar bakalım;
“Ey Asuriler ve Ciyaniler, cihangirlik zamanında peşidar kahraman askerleri olan Kürtler, beş yüz senedir yattınız, yeter artık uyanınız sabahtır.Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum....” Sizce bu adam kendine yer açmak için verilen talimatlar gereğince işbirlikçi siyasetine “düşman” ilan ettiği Türkleri alet etmeye gayret etmektedir.Başka açıklaması olamaz.
Yahudilerin yeni T.C devletinin kurulmasında yardımları olmuştur.Son iki yüz yıllık savaşlarda yetişmiş bilgelerinden köylü çiftçisi çobanına kadar kıyılan Türk milleti yeni kurduğu cumhuriyette “devlet adamı” sıkıntısı yaşamıştır.Gayri Müslümler,1774 Osmanlı-Rus Küçük Kyanarca Antlaşmasının dayatması ile “askerlikten muaf tutulmuşlardır.Bu da ardından gelen 150 yıl içindeki bütün savaşlarda sadece Türk ve Müslüman çocuklarının soylarının kıyılmasına sebep olmuştur.
Cumhuriyeti kuranlar Kanuni döneminin Osmanlısını değil,I.Dünya savaşı ile ordularını, askerini, silahını,cephanesini düşmana teslim etmiş,yenilmiş,Yezid Kürtler,Süryaniler, Ermeniler ve Rumöların arkadan vurmaları,erkeksiz köylü kadınların ellerinden mallarının alındığı,toprakları işgal edilmiş,ırzına geçilmiş bir tükenmişlikten yeni bir devleti çıkarmışlardır.
“Türk’ü içinden vurma planı” dediği planın en büyük uygulayıcısı,haini bizzat Yezidi Deliüzzaman ve yoldaşları olan Süryaniler,ciyani Ermeniler,Rumlardır.Menderes döneminde,Amerikanın kanserojen Vita ve ayçiçek yağlarını satabilmek için “3.000.000” zeytin ağacı kökleten,”Zeytin yağı kanser yapıyor” diye yayan ve bu gün onbinlerce kanser hastasının da baş nedeni olan bu hain Nurculardır.Evet Yahudiler Atatürk’, severlerdi Ermeniler de severlerdi.Atatürk de devletin vatandaşı olan insanları hoş tutmuşsa bu da suç değildir.Bunda ne var ki? Atatürk’e Deliüzzaman gibi Vatikan’dan “teşekkür mü gelmiş?
Şah Rıza'nın heykellerini kırdılar,şimdi arıyorlar
Celal Bayar Kürt Üniversitesine Işık Yakar;
İşte, Mecliste Reis-i Cumhur büyük işler sırasında, ehemmiyetli nutkunda bu gelen fıkrayı söylemiş. Vanhavalisinde Doğu Üniversitesinin kurulması için Maarif Vekâletinin tetkikatına giriştiğini söyleyen Celâl Bayar, demiştir ki: “Doğu vilâyetlerimizden olan Van’da böyle bir irfanmüessesesinin kurulması için bütün müşkilâtiktiham olunmalı ve önümüzdeki bütçe yılında işe başlanmalıdır” demiştir. Demek, Tarihçe-i Hayat’ı takdim eden genç üniversiteliler bir derece Nur Risalelerinin kıymetini Reise ihsas etmişler.”
Emirdağ Layihaları 30
IspartalılaraTürkçülük Kandırmacası;
Kıbrısi önünde Amerikan pasaportlu Merve
Salisen: Dinar’ın Baraklı imamı Süleyman’ın ehemmiyetli mektubuna karşı yazınız ki: Türkler hakkında senâ-i Peygamberîmuhakkaktır. Birkaç yerde Türklerden ehemmiyetle bahsetmiş; hadis var. Fakat bu hadisin hakikî sureti ne olduğunu, yanımda kütüb-ü hadisiye bulunmadığından bilemiyorum. Fakat mânâsı hakikat ve Türk milletinin senâ-i Peygamberîye mazhar olduğu hakikattir. Bir nümunesi Sultan Fâtihhakkındaki hadistir.
Nur’un birinci talebelerinden Hulûsi Beyin, Ankara’da dostlarına Risale-i Nur dairesine girmesine teşvik eden mânidar ve güzel mektubu dahi gösteriyor ki, yirmi beş seneden beri hiç sarsılmadan Nur hizmeti yapmasına bir nümunedir.
Umum kardeşlerime ve hemşirelere binler selâm.”Emirdağ Lyh.34
Deliüzzaman saçmalıklarını Başbakan dahil devletin her kademesine postalıyor, İngiliz-Abd Desteğinde Kominizm’e Savaş Açıyor.;
“Risale-i Nur imha edilmez” diye yazılan ayn-ı hakikat parçayı Başbakan, Adliye Bakanınaev adresleriyle, yine diğer bakanların da resmî adreslerine gönderdik. Görüştüğümüz meb’uslara veriyoruz. Hepsi de bu hususta çalışacaklarını söylüyorlar. Isparta Mebusu Senirkentli Tahsin Tola, ziyade alâkadar oluyor ve diyor ki: “Hükûmet şimdi komünistlikle mücadeleye başladı. Bu mücadeleyalnız zabıta ile olamaz. Nurcular yirmi seneden beri mücadele ediyorlar. Ve hükûmete büyük yardımda bulunuyorlar. Ve bugün memleketteki muhtelifcereyanların en hayırlısı ve en tesirlisi Nurculardır diyorlar.”
Vâiz ve meb’usÖmer Bilen, diğer meb’usHasan Fehmi Ustaoğlu ve Fehmi Çobanoğlu isimli ihtiyar zatlar, size pek çok hürmet ve selâm ediyorlar. Her ikisi dahi Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi namına sevgili Üstadımızı, bu asrın bir mürşid-i hakikîsi söyleyerek, “Onların himmetidir ki, bu umulmadık zafer kazanıldı”Emirdağ Lyh.47
Nur Saçmalıkları Devletin Başbakanından Hapishanesine ve Tüm Sömürge Müslüman Ülkelere Dağıtılır;
Lâfza-i Celâl üzerinde i’câzı gözle görülen Kur’ân’ımızı almak için istida ile Diyanet Riyasetinemüracaat edilmesi gibi sırf garazla ve ecnebî parmağıyla aleyhimize dönen işlerden ve işkencelerden bizi ve âlem-i İslâmı pekçok sevindiren Demokratların dikkat edip Nurcuları kurtarmalarını,hürriyetperver hükûmetten rica ederiz.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Bütün ruh u canımla geçmiş Mevlid-i Nebeviyenizi tebrik ediyoruz.
Saniyen: Sizin Nurun neşrindeki muvaffakiyetinizi âlem-i İslâmtebrik edip alkışlayacak. Şimdi de emareleri görünüyor ki: Ezcümle bir nümunesi, PakistanMaarif Vekili Nurlar için benim yanıma geldi, Risale-i Nur’un bir kısmını aldı. “Doksan milyon Müslümanlar içinde neşrine çalışacağım” dedi. Aldı, gitti.
Hem bu kadar aleyhimizde münafıklar çalıştıkları halde, hem Avrupa’da, hem Asya’da uzak yerlere Risale-i Nur’u götürmüşler.
Hem Berlin’de AlmanlarZülfikar’ı aldıkları vakit, bir gazetelerinde alkışlayarak ilân etmişler.
Hem dahildeehl-i iman, en ziyade muarızlar olan eski başbakan ve dahiliye vekili yasak ettikleri Asâ-yı Mûsâ ve Zülfikar’ı yasaklarına ehemmiyet vermeyerek kemal-i şevkle okuyorlar. Okuyanlar Ankara’da pek ziyadedir.
Hem birkaç yerde hapishane müdürleri iki üç vilâyette karar vermişler ki: “Biz hapishaneleri medrese-i Nuriye yapacağız ki, bizim mahpuslar da Denizli, Afyon hapisleri gibi Nurlarla ıslah olsunlar.” Emirdağ Lyh.49
Sâdisen: Yanıma Nur talebesi bir meb’us geldi, dedi ki:
“Ben Adliye Bakanlığına gittim. Afyon’da Nurların müsadere kararını söyledim.” Adliye Vekili Özyörükdedi ki: “Ben Afyon Mahkemesine Nur’ların tamamen verilmesine emir verdim. Hattâ bendeki Asâ-yı Mûsâ’yı da müellifine iade edeceğim diye bana söyledi. Halil Özyörük’ün bu sözü Demokratlara ve Nurlara taraftarlığını gösteriyor.
Bazan askerlikte ağır şerait altında bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmünde olduğu gibi, sizler ve İstanbul Üniversiteli Nurcuları dahi, az zamanda çok vazife gördünüz. Mesainizin semeresi az da olsa kanaat ediniz. Mücahede cephesinde bazı zaiflerin geri çekilmesi cesurlarda daha ziyade kahramanlık damarını tahrik ettiği gibi, Nur fedakârları, vehhamların çekilmesiyle daha ziyade gayret ve sebata, belki şevkle daha ziyade çalışmaya sebep olmak gerektir.” Emirdağ Lyh 50
Komünizm Mücadelesi
Çuval=ABD karşıtlığına darbe=Sol
“Hem mezkûrhakikati, hem Ankara, hem İstanbul Üniversiteleri o dehşetli, tahribatçı kuvvete karşı hem vatanı, hem gençliği kurtaracak hakaik-ı Kur’âniye ve imaniye olduğunu kat’iyen bildiler ki, Ankara’daki üniversiteliler 1700 imza ile Maarif Vekilinin din derslerini cebrîmekteplere koyması için tebrik etmişler. Ve İstanbul Üniversitesinde yeni hükûmetin en mühim bir rüknüne demişler ki:
“Anadolu’da din lehinde kuvvetli bir cereyan var. Onlara da, solcular gibi bir derece meydan vermeyeceğiz” demesine mukabil, o üniversitenin mümessili, din neşriyatı yapanlar aleyhinde olduğu halde, o reise demiş ki:
“Eğer dediğin o cereyan Risale-i Nur ise, ne siz ve ne de Avrupa onu mağlûp edemez.”
Bu mesele münasebetiyle, meslek ve meşrebime muhalif olarak Eski Said’in bir iki dakika kafasını başıma alarak diyorum ki:
Küfür ile iman ortası yoktur. Bu memlekette İslâmiyete karşı komünistmücadelesi ortası olamaz. Sağ ve sol, ortası, üç meslek icap ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deseler hakları var. “Sağ İslâmiyet, sol komünistlik, ortası da Nasraniyet” diyebilirler. Fakat bu vatanda, küfr-ü mutlaka karşı iman ve İslâmiyetten başka bir din, bir mezhep olamaz. Olsa, dini bırakıp komünistliğe girmektir.” Emirdağ Lyh 54
İngiliz Sömürgesi Mısır ile bağları;Saçmalıklarını El Ezher’e Hediye Eder.
. Bir iki hafta evvel Mısır’ın Camiü’l-Ezherinin büyük bir müderrisi olan Ali Rıza buraya hususî bir adamı gönderdiği gibi, iki gün evvel de aslen Buharalı ve Medine-i Münevvere’de mücavir ve Mısır’da büyük âlimlerle ve hususan eski Şeyhül-islâmımız ve Dârü’l-Hikmette benim arkadaşım Mustafa Sabri Efendiylealâkadar ve bu tarafa geleceğine dair onlarla görüşen ve bir derece onların namına mühim bir âlim yanıma geldi. Ben de Camiü’l-Ezher’e hediye-i vakfiyem olarak on bir tane hususî mecmualarımı o zât vasıtasıyla âlem-i İslâmın büyük medresesi olan ve o âlimin ihbarıyla şimdi yirmi yedi bin talebesi bulunan Camiü’l-Ezher’e hediye olarak o zâta verdik. Hem dedik: Başta Mustafa Sabri ve Ali Rıza ve Mehmed Zahid Kevserî olarak, Nur mecmualarına benim bedelime sahip ve hâmi ve vâris olsunlar ve Arabîye tercümeye çalışsınlar, dedik. Mektup da yazdık. O zât aldı, gitti.
Umum kardeşlerime ve hemşirelerime selâm ederim, dualarını isterim.” Emirdağ Lyh 55
DP Said’in Partisi haline gelmiştir.Bakanlar bile iş takipçiliği yaparlar;
İşte Yezid Brzani,Yezid Özallar
Salisen: Risale-i Nur’un mânevî avukatı ve bir kahramanı Ahmed Feyzi, İzmir’deki Nurun teksiri ve intibahkârâneİzmirvaziyeti ile Ahmed Feyzialâkadar olmuş, teksirdeki tashihatı deruhte etmiş. Mehmed Yayla ve Abdurrahman gibi ve yardım eden kardeşler gibi İzmir’de Nurun teksirinde alâkalarını devam ettireceklerine dair mektubu hapishanede Nurun küçük bir kahramanı olan Bayram getirdi. Ve Ahmed Feyzi onunla bir miktar zeytin ve zeytinyağı göndermiş. Ben Abdülmecid kardeşimin hediyesini kabul etmediğim halde, Ahmed Feyzi kardeşimi daha ziyade kendime yakın gördüğümden, hediyesini kabule mecbur oldum. Fakat kaidem bozulmamak için o hediyeye mukabil benim hesabıma bir Sözler mecmuası, beş tane Cevşenü’l-Kebir, üç tane Nazif’in mektubunda yazdığı
bana ait nüshalardan ve İstanbul’dan size gelecek Hizb-i Nuriyeyi ona gönderiniz.
İki Nurcu Ankara’ya gittiler. Hem Başvekil, hem Dahiliye Vekili, hem Maarif Vekili lehimizdedir. Ve bize müjdeli haber geldi. Onun için beni merak etmeyiniz. Ben gelen sıkıntıdan mânevî sürur duyuyorum.”
İngiliz Sömürgesi olan Suudi Arabistan ile bağları süreklidir.
AKP-Nurcular Haçlı ortağı Kripto Yunanlılardır.
[Seyyid Salih’in mektubundan bir parçadır.]
Bu sene on beş talebe birlikte Hicaz’a gidecekler. Hicaz’da olan masraflarını da Hicaz almayacak. Kendilerine düşen masraf çok az birşey olacak. Dönüşlerinde Salih ile bir iki arkadaşı, İran ve diğer hükûmetleri gezdikten sonra Pakistan’a İslâm Gençlik Konferansına âzâ olarak gidecekler. Belki bunların yol masrafını hükûmet verecek. Bu hususta emirlerinizi intizar ediyoruz.
Ali Ekber Şah’ı, Said Ramazan’ı, Abdurrahim Zapsu görmüş; Pakistan’da çok hürmet etmişler. Üstadımız yerine ellerini öptüler, duanızı rica etmişler.
Seyyid Salih
Emirdağ Lyh 61
Polis Teşkilatı Said’in Müdürlüğü Olmuş;
İşbirlikçi Yezid Kürtlere her şey serbest
Evvelâ:İstifsâr-ı hatırla el ve ayaklarınızdan öper, sıhhat ve âfiyetinizi Cenâb‑ı Haktan dilerim ve ziyade muhtaç olduğum duanızı beklerim efendim.
Saniyen: Bura için merak edecek hiçbir şey kalmadı. 5 Mart’taki merak 18 Nisan’da ferah buldu. Polis dairesi, Nur dairesi oldu. Tarsus Savcısı tetkik edip, “Bu kitapları geriye verin” o vakit demişti. Komiser Bey bana “Git, Mersin’dekilerini de al, gel, hepsini bir verelim” diye beni Mersin’e gönderdi. Mersin Emniyeti “Biz senin kitaplarını Ankara’ya gönderdik; gelirse veririz, gelmezse burada kitabın yok” dedi. Döndüm, tekrar Tarsus Komiserine geldim. Komiser Bey boynunu bükerek, “Hoca, biz emir kuluyuz. Gücenme, kusura bakma. Biz senin kitaplarını emirsiz veremeyiz” cevabında bulundu. 18 Nisan’da “Kitapların gelmiş. Git, al da gel” dediler. Hemen gittim. Zülfikar, Sikke-i Tasdik, Tılsım, Afyon Müdafaanızı, hülâsa bu beş kitaplarımızın Ankara’ya varıp geldiğini, dışındaki sarılı kâğıttan anladım.
Çok Kusurlu Köleniz
Süleyman Kaya
21.4.1951
....”Emirdağ Lyh 62
Ordu Said’in Hamisi Olmuştur.Said sevinçten Mirac’a çıkar;
Said'i asıl Miraca erdirecek olan Kenan paşadır.
Bu sene Mısır radyosu Perşembe gecesi Miractan çok bahsetmesinden, hem Perşembe ve hem de Cuma gecesi Mirac yaptım.
Saniyen: Bizden müsadere edilen İşaratü’l-İ’câz’ı Afyon jandarma kumandanlarından birisihiddet etmiş ki, bunun gibi ilmî ve eskiden yazılmış bir eseri ne hakla müsadere ediyorlar. Ve Afyon Müddeiumumîliği iadesine karar vermiş. Ve bize Cuma günü ve Mirac günü Hayri’yi çağırmışlar ve iade etmişler. Bunu da Tarsus’taki iade misilli Nurların intişarına set çekilmeyeceğine bir işaret-i Miraciye diye kabul ettik...” Emirdağ Lyh 63
Said’in Risaleleri Sömürgecilerce kullanılır ve hak arayan emekçilere karşı kullanılırlar;
“...Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsiyle, yüzde doksan mâsuma zarar gelmemek için on câni yüzünden âsâyişi bozmaya çalışanları men ediyorlar. Birisinin günahıyla başkası mesul olamaz. Bu sırra binaen, şimdi âsâyişi bozmaya çalışan mânevî, dehşetli kuvvetlermevcut olduğu halde; Fransa, Mısır, Fas, İran gibi yerlerden daha ziyade bu mübarek memlekette çalışıldığı halde emniyet ve âsâyişi bozamadıklarının en büyük sebebi, 600 bin Nur nüshaları ve 500 bin Nur talebeleri zabıtaya bir mânevî kuvvet olarak o mânevî tahribata karşı dayandıklarını zabıta mânen hissetmişler ki, yirmi sekiz seneden beri resmî memurlara muhalif olarak Nurlara insafkârâne ve merhametkârânevaziyet gösteriyorlar.. Hem Üstadımız diyor ki:
Ben derim: Bu zamanda hocalardan, hattâ sofîlerden ziyade zabıtaefradı ehl-i takvâ olup kebairden kendilerini muhafaza ve feraizi yapmasını vazifeleri iktiza ediyor. Ve ona ihtiyac-ı şedid var. Tâ ki karşısındaki mânevî tahribatçılara karşı âsâyiş ve emniyet-i umumiyeye ait vazifelerini tam yapabilsinler.
Burada “asayişi bozanlar” ifadesiyle Haçlı sömürgecilere direnen bağımsızlık için savaşan halklar,işçileriköleler kastedilmektedir.İslam öncesi Emevi Yezid kast sistemini Şeyh Hadi’nin Hz.Muhammed’i aşağılayan uydurma dini Yezidilik’te aynen yer almaktadır.Haliyle Deliyullah “özgürlük isteyen köleleri,direnen işçileri ve gerçek Müslşümanları” asla sevmez.O Hıristiyan,Vatikan,Patrikhane kokan ne varsa hocaları Mason Abdul Efgani,Bahaullah gibilerin yolundadır.
Said Papalıktan Takdirname alır.;
Papalık Makam-ı Âlîsi Kalem-i Mahsusu
Başkitabet Dairesi
Numara: 232247
Vatikan, 22 Şubat 1951
Efendim,
Zülfikarnâm el yazısı olan güzel eseriniz İstanbul’daki Papalık makam-ı vekâleti vasıtasıyla Papa Hazretlerine takdim edilmiştir. Bu nazik saygınızdan dolayı gayet mütehassis olduklarını bildirirken, üzerinize Cenâb-ı Hakkın lütuflarını dilediklerini tebliğe beni memur ettiklerini arza müsâraat eylerim. Bu vesile ile saygılarımı sunarım efendim.
Şubat 1951’de Deiüzzaman’ın izniyle İnebolulu Salahaddin Çelebi, İslam hattıyla yazmış olduğu Deliyullah’ın saçmalıkları olan Risale-i Nurlardan derlenmiş Zülfikar kitabını bütün Avrupa sömürgesi olan Müslüman ülkelere gönderirler.Böylece “bağımsızlık faaliyetleri” durdurulur.Alman meclisinde bu delyullah’ın saçmalıklarının bu başarısı alkışlarla kutlanır.
Çünkü adamlar Kant,Hegel,Nitchze gibi filozoflarla bir şeyler elde etmek için onca kafa yormalarına rağmen sonuç alamadıklarından bizim Müslümanları bir şeye benzetmişlerdi. Oysa Deliüzzaman’ın “Allah” adı ardına sıkıştırıp sokuşturduğu saçmalıklarının etkisi bütün Avrupa’yı ve papalığı sevince boğmuştur.Deliyullah Said hemen “Hazret” ilan edilir.Yakında papalıkça “Aziz” ilan edilirse şaşırmayınız.
,,,,,,,
Said’in Eserleri Sömürgeci Devletlerce Tüm Dünya’ya Dağıtılır.
Ardılı Fetoş'un 200 ülkede okulları oldu.Papa ödülü
30 Nisan 1958 tarihli Students’ Voice gazetesi “İslâm Dünyasındaki Müsbet Uyanıklık” başlıklı makaleden.
Her İslâm memleketinde, İslâmiyetin hâkimiyeti için yapılan övülmeye lâyık şerefli mücadeleler anlatılıyor ve Türkiye’de yapılan mücadelelerin neticesi olarak hükûmet, din hürriyetini sıkan bağları gevşetmiştir. Mehmed Âkifmateryalist milliyetçiliği takbih eden ve halk arasında taze bir heyecan verecek olan Safahat isimli eseri yazdı.
Hazret-i Said Nursî yılmadan, hakikat-i İslâmiye için mücadele etmektedir. Kendisi, Türkiye’de en büyük cinayet telâkki edilen Atatürkaleyhtarı olmakla ittiham ve aleyhinde neşriyat yapılmışsa da, bu zulümler, halkı onun etrafında toplamıştır. 130 parça eserin sahibi olan Üstad hapiste iken verilmiş olan zehirlerin tesiriyle ihtiyarlığını geçirmekte olup, bu hal—seksen yaşını geçtiği halde—hakikat-i İslâmiye ve İslâmların saadeti için mücadelesine mani olamamıştır.Dış Ülkeler 14/1
Said- Kürdi Yahudi ve Hıristiyanların Ortağıdır.Müslümanların Değil;
“Müslümanlık – Hristiyanlık ittifakını bozmaya çalışanlara karşı üç zümre; Nurcular, Hristiyan ruhaniler ve misyonerler uyanık olmalıdır.”(Emirdağ Lahikası I, s. 1712, Tarihçe–i Hayat, s.434’den nakleden Prof. Dr. Yumni Sezen, Dinlerarası Diyalog İhaneti, Kelam Yayınları)
Müslüman ruhbanlar yaratıp,Papayla anlaştırdılar!
“Misyonerler ve Hristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etme fikriyle İslam ve misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışacak.”(Lem’alar,111,141)
Bu iki cümlede en dikkat edilmesi gereken nokta “Müslüman” adı yoktur.Nurculuk” onun yerini almıştır.İşbirlikçileri de “Hıristiyanlar ve onların misyonerleridir.Yani Hıristiyanlığı yaymakla görevli rahiplerdir,kendini mesul hissederek bu yolda çalışanlardır.
Risale–i Nur şakirtlerine (öğrencilerine) “askere gitmek yerine Kur’an çalışmak suretiyle zamanlarını daha iyi değerlendirin”(Lem’alar,100) çağrısını da eklersek,bu adamın İslam ve Türk dünyasını işgalci sömürgeci devletlerin işgalinden asla bir endişesi olmadığını anlarız.
Said-i Kürdi Deliyullah'ın Nurculuğu da,Bahailiğin (Nurculuğun) ilk kurucusu Seyyid Ali Muhammed Bap'ın vekili olan sonra da kendisini Mehdi ilan edenMirza Hüseyin Ali el-Mazendarani en-Nurî'nin kurduğu "Bahailiğe" dayanır.
Hüseyin Ali -Bahaullah,Hz.İbrahim'in kız kardeşi ve karısı olan Sara'nın ölümünden sonra evlendiği ve altı erkek çocuk doğuran Ketura'nın,ondan Zerdüşt'e ve ondan da eski İran Sasani hükümdarı III.Yezdigirt'e (Yezid’den Olan demektir.Ayrıca şahit olduğunuz gibi .Mecüsilik=Yezidilik) soyunu dayandırır.
12-DELİYULLAH’IN YAHUDİ KÖKENİ
İran-Tahran doğumlu,Bahaullah Mirza Hüseyin Ali Nuri'nin asıl memleketi,Hazar Denizi sahilindeki Mazanderan ilindeki Nur şehridir.(Kaynak Wikipedia Bahaullah) Said'in de doğduğu köyünün adı "Nurs"dur.Böylece Said-i Kürdi Deliyullah'ın da kökeninin İran Mazderan İline dayandığını ve Mazenderan Yahudisi olduğunu anlıyoruz.10.yy.'da bölgeye göçen Kürtlerin arasına karışarak gelmiş Yahudi Nurs köylülerinin yerleştikleri yeni yere geldikleri şehrin adını vermesi kadar doğal bir gelenek olamaz.Said'in de Kürt "YAHUDİ" kökeni olduğu kesinleşmiştir.Yahudiliği,İseviliği,İslam'ı esas alan "üç dinin harmanı" ve sapığı olan,Şeyh Hadi'nin Kürtleri Emevi ve Yahudilere yamamak için uydurduğu Kürt Yezidiliğinin de iç yüzü böylece ortaya çıkmış olmaktadır.
NUR LOCASI İSRAİL !!!
Kürt Yezidiliği,Kürtleri, Yahudilere ve melezleri olan Hicaz Arapları olan Emevilere ve Greklere "Köle" eden Yahudi uydurması Kültür Emperyalizmidir.Din min değildir.Diğer Yahudi kökenli dinler gibi "aldatmaca,kandırmaca ve uyutmacadır." Deliüzzaman ise teslimiyetçi,emekçi özgürlüğünün düşmanı,emperyalizmin sadık hizmekarı olmuş "kripto Yahudi" işbirlikçidir.
Ne diyordu Deliyullah;Divan-ı Harbi Örfi, İki Mekteb-i Musibedin Şehadetnamesi adlı kitabında:
"Seleflerim; Cemalettin-i Efgani, Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abduh, Ali Suavi. (31 Mart olayında "7-8.Hasan paşa" başına sopa ile vurarak öldürdü)
Seleflerinin adları sayıldığı gibi tümü üst derece Mason,İngiliz mandacıları,Vatikan işbirlikçileri olduğunu söylüyordu.Başka;“Ey Asuriler ve Ciyaniler, cihangirlik zamanında peşidar kahraman askerleri olan Kürtler,beş yüz senedir yattınız, yeter artık uyanınız sabahtır.Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum....” Diyordu.
Yani,”Ey köle Kürtler,artık bizim malum Arz-ı Mevut-Vaat edilmiş topraklara yerleşme zamanımız geldi.Sizleri bu güne kadar besledik,hadi artık görevinizi yapma vakti gelmiştir” demek istiyordu Deliyullah Yahudisi.
Başka;Gizli anlaşmanın entrikası-"Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklâl işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile, Yahudiliktir." Diyerek Lozan antlaşmasında İsmet paşa ile Atatürk'ün;
"-Türkleri dinden çıkarmayı vat ettiklerini” iddia ediyordu.
Peki Yahudi kimmiş?
El cevap;Said-i Kürdi!!!
Şeyh Hadi,Yahudi melezi Emevi,Bahaullah ve Said'de İran Yahudisi.
Buyurunuz buradan yakınız
Yahudi öğretisinde,İslam kültüründe “Cifr ilmi” ya da “Ebced Hesabı” olarak bilinen şeklinin adı Kabala’dır.Bir insanın adından tutun da bir olayın anlatıldığı metne ya da dini kitap ayetlerinin harflerini gruplandırarak sayısal değeri olan harfleri seçerler.Bunları toplama, çıkarma gibi matematik işlemlerine tutarak sonuçlar çıkarırlar.Bu işleri yapan ve öğretenlere ‘’SOFERİM’’ yani ‘’YAZICILAR’’ denilmektedir.
Tevrat’ın veya Tora’nın sözlü (vahiy edilmiş ama yazılmamış !) olanı da vardır. Yahudilerin bir diğer kitabı da gizli olan Talmud’dur.Bunu sadece din adamları,ya da kendini bu işe vermiş olanlar bilir.Soferimlerin görevi, vahiy edilenleri açıklamak ve bunun toplumlar ile fertleri tarafından öğrenilmesini ve benimsenmesini sağlamaktır.
Said-i Nursi’nin kurduğu Nur Cemaati içinde de onun yazdırdığı ‘’Risale-i Nur Külliyat’’ını “Ebced Hesabı” ile öğretenlere ‘’YAZICILAR’’ denilmektedir.
Said-i Kürdi saçmalığının günümüz temsilcisi olan büyük işbirlikçi,artık Pensilvanya’lı olmuş olan Fettullah Gülen 31 ocak 1986 tarihinde İzmir İl nüfus müdürlüğüne başvurarak, 3881 kayıt numaralı kimliğinde ‘’FETULLAH’’şeklinde yazılı olan adını ‘’FETHULLAH’ olarak değiştirtmiştir.
Fetullah diye bir ad zaten yoktur.Yanlışı düzeltmiş demek en doğru ifade şeklidir.Ancak Nurcuların “Ebced” düşkünlüğüne,”H” harfinin adına katılmasıyla “İslam’ın önderi” olacağı inancı iddiaları, işin içine karışırsa bu defa doğal olanı kabullenmek zorlaşacaktır.Ayrıca, Nurcuların güvenini kazanması için de Said-i Kürdi’ye “Geçen sene deliydin bu sene de mi delisin” diye ilk resmi delilik teşhisini koyan Siirt’teki hocası Fethullah efendiye duyulan saygıyı da eklersek,bu ad değiştirme operasyonunun tamamıyla bir “önderlik operasyonu” olduğu ortaya çıkar.
Said'in önüne "Allah" adını koyduğu saçmalıkları,Müslüman sömürgelerde halkların direnişlerini kırmak için kullanılır."-Ali Ekber Şah’ı, Said Ramazan’ı, Abdurrahim Zapsu görmüş;Pakistan’da çok hürmet etmişler"Seyyid Salih-Emirdağ Lyh 61;Birisinin günahıyla başkası mesul olamaz. Bu sırra binaen, şimdi âsâyişi bozmaya çalışan mânevî, dehşetli kuvvetler mevcut olduğu halde; Fransa, Mısır, Fas, İran gibi yerlerden daha ziyade bu mübarek memlekette çalışıldığı halde emniyet ve âsâyiş bozamadıklarının en büyük sebebi, 600 bin Nur nüshaları ve 500 bin Nur talebeleri zabıtaya bir mânevî kuvvet olarak o mânevî tahribata karşı dayandıklarını zabıta mânen hissetmişler ki, yirmi sekiz seneden beri resmî memurlara muhalif olarak Nurlara insafkârâne ve merhametkârâne vaziyet gösteriyorlar.” ”Emirdağ Lyh 68."Asayişi bozan" dediği sömürgecilere karşı vatanını savunan direnişçilerdir. Arapların 1950'den itibaren büyüyen Türkiye kini bu yüzdendir.Atatürk'ü de "Sömürgecileri bozguna uğrattığı,kendisinin esir düşmesinden "6" ay sonra memleketi Bitlis'i kurtarmasına duyduğu nefret de bundandır.
Said'in ve takipçilerinin bütün işbirlikçilerinin Hıristiyan ülkeler ve Vatikan olması işte bu yüzdendir.O bir Yahudi'dir.O kendini Yahudi kölesi Kürt olarak bilmiştir.Ömrü de onlara kölelikle geçmiştir.Vatanseverlik" kavramı olmayanları atınız!!!!!
28.4.2011'de yapılan ektir.Gazeteci Behiç KILIÇ'ın PKK İmamının Kuran'ı aşağılayan,Said-i Kürdi'yi methetmesine tepki olarak yazdığı yazısındaki şu ifade Deliüzzaman'ın "Yezidi Kürt Tanrısı" olduğuna kanıttır.;
"Bu sahtekârın asıl sınır tanımazlığı Kur’an-ı Kerim’le ilgili beyanları..
Şöyle diyor..
“ Piyasadaki Kur’an’ın vallahi fen kitabı kadar kıymeti yok. Yani hiçbir b...k Kuran da yok. Bakın size b....k diyorum. Yani git bir meal getir hiçbir b...k yok, milletin kafasındaki Kur’an yeterli değil. Artık her yerde söyleyin, sizin anlattığınız peygamber, Allah yeterli değil, onların anlattığı Allah vallahi Bediüzzaman kadar büyük olmuyor, onların Allah’ı neyi biliyor? Ben size söyleyim hayali bir şeye inanmışlar. Hiçbir şey ifade etmiyor.. Onların bahsettiği Kur’an’ı getirin bana, bir şişe mürekkeple sabaha kadar yazar bir gecede bitiririm... “
Takdir sizlerindir!
12,Komşu Hıristiyan Devletlerin Türkiye'yi İşgal Senaryolarını İçeren Videolar!
Bunca yazıma rağmen hala etkili olamamış olabilirim.Sizce "Kripto Grek (Yunanlı)" belki ağzından "Allah" lafı çıkan bu adamlar için "iftira kabilinden" olabilir.Ama bir Grek faşistinin hazırladığı "Tarih boyunca Greklerin yayılma alanlarını" gösteren harita her yerden Müslüman kisveli "kripto Grek" işbirlikçi din adamları, Bahaullah'tan, Abduh'a, Afgani'ye,Deliüzzaman-ı Said-i Kürdi'ye ondan Fethullah Gülen'e nasıl olur? Diyorsanız,Vatikan'ın Yahudi'den Grek'e ve Ermeni'ye "kripto" bulmakta zorlanmayacağını görmek için seyredin! Vatikan onlarla bağını zaten hiç kesmedi.Günümüze,Muhammed Vehhabi,Bahaullah,Efgani,Abduh, Deliyullah Said-i Kürdi,DP-Menderes,Kenan Evren-T.Özal+Fetoş=AKP ile gelindi,bu gün "zafer dansı" yaptıkları bir zamandır. İşte" Zafer Dansları" Devletin kasasından "2.milyar ABD Doları harcayarak AKP'nin ABD'de yaptığı "Anadolu Festivali" tam bir Süryani,Ermeni,Yezidi Kürt,Grek ve Rum gövde gösterisi.
İşte Batum'lu* Gürcü veya Süryani başbakanımızın Gürcistan'ı 2015 Haritası- *(Batum 1915 Sürgünü Süryanilerin yoğun olduğu şehirdir.Yukarıda geçmişti. Başbakanın dedelerinin şehadetlerinin bir Adana "Klikya Ermenistanı"nda bir de Rusya Ermenistanı civarlarında geçtiğine dair uydurtulan öykülerinin ardında,Bitlis-Van- Diyarbakır bölgesinde 1813'lerden-1915'e kadar çıkartılan Yezidi,Süryani,Gürcü, Ermeni ihanetlerine katılması,ardından Batum'a kaçış veya sürgünleri gerçeği vardır.
Bu haritayı da Ermeniler yapmış.Bu Rusya işbirlikçisi;
Bu da Grek Haritası.Mevcut Gürcü+Ermeni+Süryani (Arami)+Grek (Yunan) işbirliğine ve AKP+AB-D siyasetlerine göre çizildiğinden daha gerçekçidir;(Gerçekleştirilmemesi için yazıp çiziyoruz.UYANIN!!!)
Masonların ve Yahudilerin kıyamette Allah'ın yeryüzünü Yahudilere teslim edeceği inancına dayalı olarak Türk ve Müslümanlar üzerinde "soykırımı içeren "Yecüc-Mecüc" siyaseti güttüklerine delil benim çok sayıda yazımın dışında yabancı kaynaklar da önemle işaret etmektedirler.
Başbakan RE.T.E'nin (RITE) ağzına "TÜRK" adı almamasındaki işin sırrı kendisinin de Mason Rotschild'lardan aldıkları desteklerle,Türk askerini arkadan vuran sıkıyı görünce de Ermeni ve Yezidi Kürt çetecilerle birlikte Ermenistan ve Gürcistan'a 1915'de kaçan, Süryanilerin yerleştirildiği Batum'lu olması yetmez mi?;
İşte bir video ama İngilizce;"10" bölümlük videonun ilki;