Ey Türk Milleti! Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz
Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar. Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır. İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz! Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir. Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat-
ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN
YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat
İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR.
VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat
07.6.2015 genel seçimlerinin ardından yürütülen hükumet kurma çalışmaları
iktidar ve muhalefet partilerinin ortak çabalarıyla sonuçsuz kaldı.
Hükumet kurma görevinin sona
ereceği son 10 günlük süreye kadar CHP-AKP görüşmeleri, hepimizi ekran başına
klilitledi.
Ha kuruldu ha kurulacak haberleri
beklemekten helak olduk. Sonunda AKP’nin, ya da Beştepe’deki, zatın “AKP’nin
tek parti hükumeti dışında hükumet istemediği” tespitine bağlanan zorlamaları
sonucu hükumetin kurulamadığı da sık yapılan tartışmaların konularından başlıca
olanıydı. Bu tespitin doğruluğu da koalisyonun kurulamamasıyla doğrulanmış
oldu.
Görüşmelerin kısırlıkla
sonuçlanmasının ardından CHP’nin yağtığı açıklama da oldukça düşündürücüdür.
“AKP, bize sürekli koalisyon
kurmak için değil, süreli seçim hükumeti kurma teklifi ile geldi” açıklaması
CHP’nin, bir ay boyunca görüşmeleri ne için sürdürdüğünü sordurmaktadır.
Arkadaş, sekiz saat süren görüşmelerde AKP’nin bu niyetini anladıysanız
görüşmeleri neden sürdürdünüz?
Yok , bu öneri son görüşmede dile
getirildiyse, 35-40 saati geçen görüşmelerde bu niyetiğni anlayamadınız mı?
Sonucunda, 45 günlük sürenin
görüşen tarafların bilinçli olarak bir plan dahilinde halkın umutlarını boşa
çıkarttıkları apaçık ortadadır.
Deniz Baykal’dan Kemal
Kılıçdaroğlu’na CHP’nin bir yandan oldukça sert muhalefet yaparken diğer yandan
AKP’nin projelerine sürekli destek vermesi, geçen seçimlerde Kemal
Kılıçdaroğlu’nun oylamalar sürerken oy kullanamadığının görsel basında yayınlanması,
Libya konusunda hükumete tam destek vermesi, partiden bütün Ulusalcıları
tasfiye edip ABD’nin Sorosçu sivil toplum örgüğtleriyle bağları olanları,
C.I.A’nın memuru olduğu deşifre olanları, kurucumuz Mustrafa Kemal Atatürk’e
“Kefere” diyen bir Rum’u partinin yönetimine taşıması, 2015 Haziran seçimlerine
bir yıl kala terör örgütünün partisine yaklaşması CHP’nin Atatürk’ün partisi
olmaktan uzaklaştığının açık delilleriydi.
CHP, AKP’nin diktatörce idaresin e
tepki gösteren halkın kendisine bir umut olarak sarılmasını değerlendirip
iktidara oynayacağına, AKP-PKK-HDP koalisyonuna oynamasını “Ben iktidar olmak
istemiyorum” demek değilse nedir?
Ya MHP ne yaptı?
Haziran seçimlerinden önce HDP
yanlısı bir kadını milletvekili adayı yaptı. Bunu yaparak Ülkücüleri kızdırdı.
Oyların AKP ve diğer partilere gitmesini sağladı. Gregoryen Ermeniliği İslami
tarikat olarak gösteren Fethullah GÜLEN’in bekarlık çeken papazı olduğu,
Amerikancı M.İ.T mensubu olduğu sıklıkla ileri sürülen Devlet Bahçeli de sözde
AKP-CEMAAT kavgasında hem hocası F.Gülen’in mağduriyetini öne sürerek hükumete
muhaalefet yaparken diğer yandan her sıkıştığında AKP’ye destek olduğundan adı
“İSTEPNE”ye çıkmış Bahçeli MHP’si, “oyum boşa gitmesin” diuerek çaresiziliktren
oy verenlere rağmen HDP ile aynı sayıda milletvekili çıkarması bile bence
başarıydı.
Seçim meydanlarında defalarca “Bir
kez hükumet olma şansını verin” demesine rağmen asla hükumet olmak için bir şey
yapmayan MHP, CHP gibi hükumete karşı “sınırısız eleştiri yapan ama sınırsız da
destek veren parti” olarak cumhuriyet tarihimize geçmiştir.
HDP’nin tutumu ise açıktır. O
daima, PKK’nın sözcüsü, pazarlık yürüten kravatlı ekibi olmuştur.
Ancak nasılsa solculuğu tutup,
Haziran seçimlerinden önce Recep Tayyip Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız”
sözüne sadık kalarak muhalefet etmesi ve AKP’den Kürt oylarını çekmesiyle
ülkemizin R.T.Erdoğan diktatörlüğüne dönüştürülmesine engel olduğu için bir
teşekkürü hak etmiştir. Buna diğer muhalefet partileri dehak kazanmışlardır.
Ancak temsilcisi oldukları malum
terörö örgütünün, haziran seçimleri ardından yaşanan “hükumet bunalımını”
fırsat bilerek, sınırları Hatay’a dayanan Kürt Koridorunu yaşama geçirme çabası
ise iğrençtir ve bu çabaları kendilerine değil, gözden düşmüş AKP ve sahibi
R.T.Erdoğan’a pirim kazandırmıştır.
On üç yıldır “Kürt sorunu benim
sorunumdur, açılım siyasetlerinden çözüm süreçlerine kadar daima “Kürtçülüğe
oynayan “AKP’yi “Türkçü” göstermeye hizmet etmiştir.
Genelkurmay başkanlığının da
ısrarlarının olup olmadığını bilmediğim “Kürt Koridoruna müdahale kararı” ile
Suruç patlamasını AKP’nin isteğiyle IŞİD’in yaptığına dair IŞİD militanı bir
canlı bombanın cesedine dayanarak asker polis vurmaya, askeri, emniyet
binalarına saldırmaya başlaması, yılların PKK ortakçısı, Kürtçülerin babası R.T.Erdoğan
va partisi AKP’yi “Türkçü” göstermekten
başka işe yaramamıştır.
Her gün bir ile sekiz arasında
değişen görev şehitlerinin, örgüt kamplarına yapılan hava saldırılarıyla
ölenlerin canlarını vermemeleri, ailelerinin yüreklerinin dağlanması ise sadece
AKP-R.T.E’ye hizmetten başka bir şey değildir.
Bence bu tiyatro, geçen 13 yılda
yıpranan AKP ve R.T.Erdoğan iktidarını, muhalefetin de hükumet olmama
gayretleri yüzünden “alternatifsiz” gösterip iktidarda kalmasını sağlamaya,
Kurtuluş savaşı mücadelesinin başladığı 19 Mayıs 1919’un 100. yıldönümünde yani
2019’a kadar “Özerk Kürdistan’ı ilan ettirmek, Türkiye Cumhuriyetinin ilanının
100. yıldönümü olan 2023’te de “Sekiz eyalete bölünmüş federe yeni Türkiye”
haritasını yaşama geçirme tiyatrosunun oynanan setlerininden sadece birisidir.
Bu tiyatro bazen AKPKK+HDP
koalisyonu bazen de çatgışması ile sürecektir.
Zaten 26 Ağustos 2015’te erken
genel seçime karar veren cumhurbaşkanının tekrar hükumeti kurma görevini kendi
partisine vermesiyle, durumu protesto eder görünerek kurulacak seçim hükumetine
bakan vermeyeceklerini açıklamalrının ardından, AKP genel başkanı Ahmet
Davutoğlu, bir yandan “terörist” ilan
ettiği, il ve ilçe başkanlarını tutukjlayıp ceza evine attığı, terör örgütünün
TBMM temsilcisi HDP ile koalisyon kurmaktan başka çaresinin kalmadığını
açıklaması, HDP’nin kurulacak hükumete “şartsız katılacağını ilan etmesi”
oynanan tiyatroyu gözler önüne sermektedir.
Bir yandan 2008’de ABD’ye giderek
aldığın talimatlarla ABD karşıtı genelkurmay subaylarını mesnetsi olarak
tutuklayıp, onlara özel bir Silivri yargı ve hapishaen kuracaksın, bu davanbın
da “sevcısıyım” diyeceksin, sonra dönüp “kandırıldım” diyeceksin.
Bir yandan cumhurbaşkanlığı ve iç
işleri bakanlığı makamlarından bu devletin anaysasını tanımadığını ilan
edeceksin, devlet kurumlarından Atatürk adını,T.C. simgelerini, okullarda
okutulan “andımız” marşını kaldıracaksın, bayrağı yeşile boyayacaksın,
emperyalist ülkelerden aldıkları mali ve askeri desteklerle cumhuriyete ve
özgürlüğe karşı savaş açmış vatan hainleri olan dünün Kürt ve Ermeni
isyancıları Şeyh Saitleri, Seyit Rızaları aklayıp heykellerini diktireceksin
bir yandan da kendi resmini Atatürk’ün yanına asıp, on üç yıldır yürütttüğün
Kürtçülük siyasetlerinin tersine “Türkçü siyasete” döneceksin.
Bir yandan 13 yıldır birlikte
çalıştığın, ergenekon yargılamalrında “gizli tanık yaptığın”, 13 yıldır Irak
ordusundan ve Irak işgalinde ABD’nin bıraktığı silahlarla, artı olarak da
IŞİD’in ele geçirdiği Esad rejiminin silahlarıyla silahlandırılmasına göz
yuımduğun terör örgütüne “terörist” deyip saldıracaksın, her gün gelen şehit
cenazelerinde kardeşlerini, evlatlarını, eşlerini kaybedenlerin yürek
acılarıyla sözyledikleri sözleri “hainlik, teröristlik, Alevilik, devlet
düşmanlıığı” olarak yorumlayıp haklarına davalar açacaksın, bir yandan da terör
örgütünün siyasi parti,siyle hükumet kuracaksın, üç tane de de bakanlık
önereceksin.
Evladını, eşini, kardeşini senin
ve partinin ihanet dolu siyasetlerinin sonucu olarka kaybettiğine inanmış ama
yine de “vatan hizmeti” deyip orduya evladını vermiş insanların yürek
yaralarının tesiriyle söyledikleri sözler yüzünden bu şehitlerin cenzae
namazlarını kıldırmayacaksın, yakınlarını da işten atma, mahkemelerde
süründürme, hapislere etmekle korkutma gibi adiliklere baş vuracaksın.
Enerji bakanın Taner Yıldız,
“Sandıktan başkan çıkarsaydınız bunlar olmayacaktı” ve “bize oy vermeyenleri
elektrik kesintileri ile ikna edeceğiz” ifadelerini de aynen uygulamaya
koyacaksınız. Kars’tan, Ardahan’dan, Artvin’den İstanbul’a kadar bu elektrik
keisntilerini de uygulamaya sokacaksın.
Kusura bakmayaın ama bu
yaptıklarınızla siz devlet adamı değil,
millete musallat olmuş, kendisine pas vermeyen kadına aşık olmuş
magandaların “ya benimsin ya toprağın” deyip masum genç kız ve kadınları
öldüren zihniyetin siyasete yansımış halisiniz.
Siz;
-“Ey millet, ya bana oy verir,
iktidar edersiniz ya da sizi her türlü musibete gark ederim.”
-“Ey devlet ya benimsin ya da
toprağın” diyen bir siyasi magandasınız.
Haliniz c iddi psikolojik tedavi
gerektiren bir ruh bozukluğu hlidir, ya tedavi olursunuz, bir kenara çekilir
torunlarınızı seversiniz ya da bu kendinizi, askerlikten kaçırmak için onca
çabalayıp devletin kaynaklarını üstlerine transfer ettiğiniz çocuklarınızı,
torunlarınızı de sonsuza dek bu millete lanetletirsiniz. Millete çektireceğiniz
her acı size fazlasıyla bu m illetin içinden de dışından da size dönecektir. Bu
yazgıyı siz kendiniz yaptıklarınızla, sözlerinizle yazdınız.
Bundan sonra da hep birlikte bunu
tecrübe edeceğiz.
Tervrat’ta Mısır firavununu
“inatçı, asi yapan, bu yüzden de onu helak eden Tevrat tanrısı Yahweh” bu defa
firavunun kaderini size yazmış görünmektedir.
Firavunun cesedi asırlar sonra
Kızıldenizde bulundu, bakalım sizin cesediniz hangi denizde bulunacak?
Bunu tarih gösterecektir.
Bu milletin sessizliği onların
korkak, ürkek, tırsıklar topluluğu olduğunu size düşürmesin. Tarih, asırlarca
bastırılmış, sindirilmiş milletlerin özgürlik destanlarıyla doludur.
“Yahudi kölelerim ya benim ya da
toprağındır” dercesine özgürlüklerini vermeyen, onlar işkenceler eden, sonunda
Kızıldenizde boğulan Mısır firavununun günümüzdeki uyarlaması olmak veya
olmamak da sizin kendi tercihinizdir.
Halk, emperyalist küresel
sermayenin memurluğunu yapan iktidar ve muhalefet partilerinin oynadıkları “senaryosu
dışarıda yazılmış, ama ülkemizde oynatılan kayıkçı kavgasına dayalı
“iktidar-muhalefet çekişmesi tiyatrosunu” yememektedir.
Türk milleti, geçen yüz yılın
firavunları olan Stalinleri, Muhammet El Vehhabileri, Ayetullah Humeynileri,
Saddam Hüseyinleri, Hafız Esadları, Muammer Kaddafileri, İdi Aminleri, Bocassa’ların
uyarlaması olan Recep Tayyip Erdoğan’ın firavunluğunu görmek istememektedir.
Bu çağ dışı ilkellikleri yaşamak
istemeyen bu millete yapacağınız her türlü dayatma büyüyen bir tepkiyle size
geri dönecektir.
Zaman en iyi şahittir.
Kendi siyasi iktidar hırslarınız
uğruna bu milletin 20-25 yılda binbir güçlükle yetiştirdikleri evlatlarına
kıymayın efendiler, izin verin de onlar da küçük mutluluklarını yaşayabilsinler.
Bu yazıyı yazmama neden olan, hükümetin “çözüm süreci”
bahanesiyle, askerin, polisin ellerini, kollarını bağlayarak, her gün evine
giderken kurulan pusularda “kavga gösterilerek”, asayiş görevine giderken,
araçlarla çarpmak suretiyle ya da roket atışlarıyla devrilip yakıldıklarında
“trafik kazası”, sınır boylarında yapılan saldırıları “kaçakçılık vakası” gibi
göstererek, vatan evlatlarının akan kanlarını yerde bırakan, ihanetle eş değer
tutumlarına olan tepkime bu gün terör örgütünün yayın organlarında verilen
haberlerde, “masum, mağdur sığınmacılar” olarak gösterilenlerin, resmen,
hudutlardaki tel örgülerin üzerlerine çıkarak devirmeleri, asker ve polisleri
taşa tutmaları, toplu olarak etraflarını sararak resmen dövmelerini, ardında
meşhur “V” (Viktor=Zafer) işareti yapmalarını görmem de üstüne tüy dikmiştir.
Sözde "sığınmacı" sınır tellerini yıkan Yezidi şerefsizler.
Bunlar mağdur sığınmacılar değil, resmen apaçık
işgalcilerdir. Dünyanın neresinde bir sığınmacının, sığındığı ülkenin
sınırındaki tel örgüleri yıktığı, güvenliği sağlayan asker ve polisine
saldırdığı, taşa tuttuğu ardında da dört dörtlük barınaklar, iş olanakları,
aylıklar verilerek kabul edildiği görülmüştür?
Bunlar sığınmacı değil, işgalcilerdir. Yapılan, sığınma
değil, işgal ve saldırıdır. Onlara verilen yardım, iane değil resmen haraçtır.
Peki, bu durumu devletin idaresini sağlayan hükümet doğru
olarak değerlendirememekte midir?
Hayır, her şeyi çok iyi değerlendirmektedir ve kendisi de
onların bu zulümlerinin de ortağıdır.
Nasıl mı?
03 Kasım 2002 genel seçimleriyle hükümete haciz koyan AKPKK
koalisyonu, ülkeyi sıfır terör ile teslim aldı.
Geçen on üç yıl boyunca Recep Tayyip Erdoğan her türlü
azınlığı kışkırtan açıklamalarıyla ülkeyi terör cehennemine çevirdi.
Bunlar neydi?
Kürt açılımı, Arap açılım, Ermeni açılımı, Çerkez açılımı,
Laz açılımı....
Neler demişti?
-Kürt sorunu benim sorunumdur.
-Sen Türk’üm dersen onlar da Kürt’üm der!
-Diyarbakır bir cazibe merkezi olmalıdır!
-Türkiye’de “36” azınlık grubu vardır, devlet 36 parçaya
ayrılmalıdır!
-Köpeğe Arap adı koydular .Türkçe’de Arap’ın “siyah/kara” anlamına geldiğini
bilmezmişçesine yaptığı büyük bir terbiyesizlikti. Oysa 1200 yıldır Türklere
“Türk’üm” demenin kötü bir şey olduğu söylendiğinden Türkler “Türk’üm” diyemiyordu.
Bütün “Türkçü” akımlar, Ziya Gökalp gibi Kürt, İsmet İnönü
gibi Yezidi/Zerdüşt Ermeni, Alpaslan Türkeş gibi Gregoryen Ermeni, Ahmet Cevdet
paşa gibi Sabetaycı Yahudi, Sokollu Mehmet paşa gibi Sırplarca başlatılmıştı.
MHP’nin başındaki Devlet Bahçeli’nin de namaz kılan, 1915’te tehcirden yırtmak
için Sünni İslam’a geçmiş Gregoryen Ermeni olduğu tartışılmazdır. Fethullah
Gülen de tam bir Gregoryen rahibidir.
Peki Recep Tayyip Erdoğan kimdir?
Her ne kadar Yahudi olduğu yazılıp çizilse de, 2003 yılında
Gürcistan’ın İsveç’te Avrupa Parlamentosuna sunduğu “2003 Gürcistan Azınlık
Raporunda”, 1915 yılında, Enver paşanın yaptığı Ermeni tehcirinden kaçan ve
Batum’a yerleştirilen 67.000 Süryani
isyancılara soyunun gittiği açıktır.
Çünkü, Batum’a bağlı “Bagata” kasabasının adının Türkçe
karşılığının “Asi/İsyancı” olduğu bilinmektedir. Ermenilerle birlikte isyana
katılan Süryani isyancıların köyü olmadığını kimse söyleyemez.
Bu yazımı yayınlar yayınlamaz 2010 referandumuna bir ay kala
“adilyargic.blogspot.com” daki blogumu sildirmesi de bu yazının onda yarattığı
korkudan kaynaklanmıştır.
Süryaniler kimdir?
Kur’an Sebe suresinde, Allah’ın kendilerine verdiği iyi
şeyleri kötüleriyle değiştirmek istedikleri için Yahudiler gibi lanetlenen Sebe/Arami kavmidir. Bunlara
“Sabiler de denilir.
Bu Sabilerin Hrisriyan olanlarına da Süryani denilir.
İncillerinin adı Pşitto’dur. Irak Sabilerinin İncil’i de Cin Ze di Rabba’dır.
Bu kitaplara inananlar arasında Ermeniler, Yezidi Kürtler, Araplar da vardır.
Kitapları Pşitto olan Urfa-Mardin Süryanileri soylarını Büyük İskender’den beri
Grek/Yunan milletine dayarlar. Kiliselerinde Yunan dilinde dini eğitim verilir.
Elmalılı Hamdi Yazır, Sabilerin anlatıldığı Hac Suresi 17.
ve 18. ayetlerin tefsirinde, Sabiler ile Süryanilerin, Sünni Müslüman’dan ayırt
edilmesinin olanaksız olduğunu, yazar.
Çünkü, Recep, Şaban, Ramazan gibi üç ayların kutsallığı,
Ramazan ayında “30 gün” oruç tutulması, günde yedi vakit namaz kılmaları,
Kâbe’yi kutsal bilmeleri, umre, hac, fitre, zekat gibi ibadetleri olduğunu,
adlarının da Müslümanlar ile aynı olduğunu yazar.
Müslümandan tek farkları, Kur’an’ı kitap, Muhammet’i
peygamber saymamalarıdır.
Hatta, kendi kitaplarında bile, İslam’ı öğrenmek için
peygamber Muhammet’i sarayına çağıran Bizans imparatoru Herakles’e yazdıkları
“İhbar mektubunda”, Muhammet’in peygamber değil, dini kolaylaştıran “Şeytan
Bizbat” olduğunu yazdıklarını kiliselerinin İnternet sitelerinde bile dile
getirmektedirler.
Bu olayın 750’lerde Bağdat halifesince öğrenilmesi üzerine,
rahipleri kitaplarıyla Bağdat’a çağrılmış, olayın gerçek olduğu öğrenilince
rahipler öldürülmüş,kitapları yakılmış, Süryaniler ve Sabilere soykırım
yapılmıştır.
Sabi ve Süryaniler o zamana kadar kendilerini “şeytana
tapındıkları gerekçesiyle” soykırıma tabi tutan Hristiyan Bizans ve Roma
kiliseleriyle işbirliğine geçmişler, geçen 1250 yıl boyunca ihanetlerini
sürdürmüşlerdir.
Kürtleri ve Ermenileri de Türklere karşı isyana kışkırtan da
bunlardır. Bu kışkırtmayı, onların İncillerine inanan Gürcistan ve Rus çarlığı
ortaklığıyla yürütmüşlerdir.
1516’da Yavuz Sultan Selim’e karşı Yezidi Kürtleri, Süryani
Ermenileri kışkırtmışlar, huzursuzluğu körüklemişlerdir.
Osmanlı’nın duraklama devrinde 1650’lerde, Gürcistan- Yezidi
Kürtler-Süryani/Sabi Rum koalisyonunun Osmanlı’ya isyan çıkarttıklarını, Yezidi
Kürtler ile Gürcülerin karşılıklı bir birlerinden köleler edindiklerini, kız
alıp verdiklerini, Evliya Çelebi, “Abdal Han İsyanı olarak meşhur
Seyahatnamesinde etraflıca anlatmaktadır. Abdal Han isyanında Yezidi Kürtler
ile Gürcülerin karşılıklı yardımlaştıklarını, buna günümüz Tunceli Çemişkezek
Süryani Rumlarının destek verdiklerini de Evliya Çelebi önemle belirtmiştir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın da 2003’ten 2008’e kadar kendisi
gibi C.İ.A tarafından Gürcistan Devlet başkanı yapılan Saakaşvili ile
koalisyonda olduğunu, 2008 Gürcü-Rus savaşına neden olduğunu, TSK’nın
katılmaması yüzünden bu savaşa girmemizin engellendiğini bilmeyeniniz var mı?
1987’de Ermeni terör örgütü ASALA’nın kurucusunun Fransız
istihbaratınca Atina’da makineli tüfekle pavyon çıkışında taranarak öldürülmesinin
ardından PKK’nın onun yerini aldığını hatırlayalım.
PKK-Ermeni/Süryani/Yahudi koalisyonudur.
ASALA’nın da PKK’nın da kurucularının adlarının ikisinin de
adlarının “Agop” olması, PKK’nın kurucusunun Abdullah olan adının
“kısaltılmışı” gibi görünen “APO” lakabının aslında mitolojik Ermeni
tanrılarından “Mecüc/cüce şeytan’ın” adı olduğunu, Yezidi Kürt ve Süryani
Ermenilerce, “Tanrı” sayıldığından Urfa’daki doğduğu evinin bahçesinden Yezidi
Kürt ve Ermenilerin toprak alıp yediklerine baktığımızda “Kürt Bağımsızlık
Hareketinin” aslında “Ermeni/Süryani ve Yahudi Hareketi” olduğu apaçıktır.
Düzce AKP milletvekili Fevai ASLAN denilen putperestin geçen
yıl Recep Tayyip Erdoğan’ın da “Allah’ın sıfatlarının çoğuna sahip olduğunu”
belirten konuşmasından önce defalarca Erdoğan’ın çağımızın meshi, peygamberi
olduğuna dair açıklamaların yapılması, bunların “ölen tanrı kültüne” dayalı
Gregoryen Ermeni ve Süryani Hristiyanlığı ile Yezidi Kürt, Zerdüştlük gibi
putperest dinlere inananlar olduklarını ispat etmektedir.
Tayyip Erdoğan’ın açıkça Müslümanlara değil, “Müslüman ve
Türk görünen”, kendilerini bu kimliklerde asırlardır gizleyen, Ermeni, Süryani,
putperestlik dini Sabiliğe dönmüş ve İncil okuduklarını söyleyerek Papalıkça
Hristiyanlıkları onaylanmış, Yakubi, Şemsi Yahudiler ve Zerdüştlerin oylarını
almaya oynamaktadır.
22 Haçlı devletinin ordularının sınırlarımızda “14” yıldır
operasyonlar yaparak gerçek Müslümanlar ile Türkleri soykırıma uğratmaları, son
C.İ.A ve Recep Tayyip Erdoğan ürünü, Müslüman kimliğinde gizlenen, Lübnan,
Ürdün gibi Ermeni ve Süryanilerin yoğun olduğu ülke vatandaşlarından, bunların
Amerika ve Avrupa devletlerinde yaşayanları ile, bu devletlerin ve bizim özel
harekat polislerinden “paralı lejyoner ordusu” olarak kurulmuş,
putperest Yahudi, Süryani, Ermeni IŞİD örgütünün soykırıma uğrattığı
gerçek Sünni Müslümanlar, Şii Türkmenler ve Arapların sığınmalarına izin
verilmemesinin, sıranın Yezidi Kürtlere, Süryani ve Yahudilere geldiğinde sınır
kapılarının ve yardımların sonuna kadar kolaylaştırılmasının arkasında bu
gerçekler yatmaktadır.
“Çözüm süreci” bahanesiyle, elleri kolları bağlanmış ordunun
ve polis teşkilatının her gün PKK’nın Ermeni Sınaypırlarınca (Gizli yerden ateş eden) uzun namlulu
tüfeklerle keklik gibi avlanmalarının, yardıma giden polis araçlarının bu örgüt
militanlarınca atılan roket ve bombalarla tahrip edilip, içindeki vatan
evlatlarının diri diri 3,500 derecede yakılmasını “trafik kazası” olarak
gösterilmesinin arkasında da AKPKK koalisyon ihaneti vardır.
Böyle bir hükümete, vatandaş olarak “çözüm önerileri”
sunmak, asker ve polis olan vatan evlatlarının “nasıl katledileceklerini
önermekle eş anlamlıdır.
Bu yüzden bu, sinsi, kendini gizleyen, “dindar ve kindar”
olduğunu resmen ilan eden, devleti “Dar-ül Harp=Savaş alanı” ilan edip
yağmalayan, batılı işbirlikçilerine ve saydığım işbirlikçi soydaşlarına peşkeş
çeken bir hükümetten bir beklentimiz yoktur.
Tek çözüm bu işbirlikçi, sahte Müslüman, “dindar ve kindar”
hükümetten kurtulmaktır.
-1774 Küçük Kaynarca anlaşmasıyla Rusların “gayrimslümlerin
koruyucusu” olmasını Osmanlı’nın kabul etmesiyle, “Biz Müslüman değiliz”
diyerek Ruslar, Gürcüler, Vatikan ve Fener patrikhanesiyle ortak ihanetler
işleyen hainlerdir.
-II.Abdülhamit’in İngiliz çıkarları için tehlikeli olacağını
görüp, yok yere 1876-1878 Osmanlı-Rus harbini çıkartanlar, Balkanlar’dan Kırım
ve Kafkaslara OTUZ MİLYON Türk ve Müslüman’ın soykırıma uğratılmasına sebep
olanlardır.
Öldürüldüğü 130 yıl sonra ispat edilebilen Sultan Abdülaziz
-1774’den 1863 yılına kadar “DOKSAN” yıl boyunca Ruslardan,
Gürcülerden, bütün batılı haçlı devletlerinden aldıkları askeri, mali, siyasi
desteklerle isyanlar çıkartarak milyonlarca asker ve sivil halkın soykırımını
yapan, devlete vergi, asker vermeyen, devleti Eskişehir’den doğuya sokmayan,
kendilerine yönelik devletin askeri girişimlerini, batılı devletlerin devleti
işgal tehditleriyle engelleyen, , efendilerinin destekleriyle devletin başına
getirilen, bu hainlere hadlerini bildiren asker, sivil kim varsa, siyasi
iktidar güçlerini de kullanarak İngiliz sicimiyle astıran,Türk ve Müslümanları
öldürüp mallarını, kızlarını, eşlerini, yağmalayan, bu ihanetlerine son veren
padişah Abdülaziz’i 1876’da Çırağan sarayına hapsedip, bileklerini keserek
öldürerek öç alan işbirlikçi Ermeni ve Süryani hainlerdir.
-1916’da, Tiflis’e giderek “Rus polis memuru” zannettiği
Nikolay Nikolaviç adlı Rus generaline, doğu Anadolu’nun askeri, stratejik
haritasını teslim eden, Bitlis’e kadar bölgenin Çarlık Rusya’sınca işgalini
sağlayan, YİRMİ MİLYON Türk ve Müslüman’ın soykırımını yapan, Ruslardan
“kahramanlık madalyası alan Bediüzzaman/Deliüzzaman Siad-i Kürdiler, Şeyh
Sait’ler, Berzenciler, Barzanilerdir.
-Ardından “Ruslara esir düştüm yalanıyla” Rusya’ya
götürülüp, “Halife emriyle geldiği yalanını” söyleyip, Rusya Müslümanlarını
devrimci sosyalistlere karşı kışkırtan, bu yüzden Gürcü papaz Stalin döneminde
ALTMIŞ MİLYON Türk Müslüman’ın soykırımına zemin hazırlayanlardır.
-1916’da Doğu Anadolu’dan Çarlık Rus ordularını çıkartan
Mustafa Kemal Atatürk’e “İslam Kürdistan’ı” kurulmasını engelledi diye “ömrü
boyunca düşmanlık eden”, “YİRMİ ALTI” Kürt, bir o kadar gerici dinci isyan,
YİRMİ İKİ” suikast hazırlayan, İslikilip’li Atıf Hoca, Kubilay’ın boynunu kesip
sırığa asan Menemen’li Süryani Rum derviş Mehmet gibi sinsi, Müslüman görünen
iç düşmanlardır.
Müslümanlığı bozan, en büyük vatan hainlerinden Deliüzzaman Said- Kürdi Kendisine "Bediüzzaman" (Asrın mucizesi) dedirten bir deli.
-10 Kasım 1938’de Atatürk’e darbe yapan, 12 Mayıs 1939’da
İngiltere-Türkiye ticaret anlaşmasını imzalayarak, devleti İngiliz sömürgesi,
1943 Adana Yenice garında tren vagonunda görüştüğü İngiltere başbakanı Winston
Churchil’in, “Mustafa da öldü artık Kürdistan’ı kuruverin” dileğine “Kürtler,
dağlı, vahşi, eşikya millettir. Kurdukları devleti yaşatacak idare ve bilgi
birikimine sahip değillerdir. Seksen yıl daha Türklerin arasında yaşayarak
medenileşmeleri gerekir” diyen, 1947’de NATO’ya müracaat ederek Amerikan
sömürgesi yapan İsmet paşalardır.
İsmet paşa talimatlarıyla, NATO müracaatlarını ve Amerikan
sömürgeliği işlerini yürüten, 1952’de daha NATO’ya kabul edilmeden hiç bağımız
olmayan Kore’ye asker gönderip, askerimizi “koloni/sömürge ordusu” yapan Adnan
Mendereslerdir.
-1943 Yenice görüşmesinde belirtilen “SEKSEN YILLIK SÜRENİN
DOLDUĞU TARİH” olan 2023’ü , devletin yeni yapılanması diye tanıtan, aynı
yıl,Atatürk Cumhuriyetinin 100. yılında Türk devletini tarihe gömmeyi
hedefleyen Recep Tayyip Erdoğan ve işbirlikçi hükümeti ile, halkın gazını alan
TBMM içi ve dışı muhalefet partilerinden oluşan vatan hainleridir.
Haritayı tıklayarak büyütebilirsiniz.
Artık TBMM içinde, ülkenin birliği ve bütünlüğü için bir
şeyler yapabilecek bir oluşum olmadığı,hepsinin, devleti yıkmak, halkın dinini,
diyanetini değiştirip, dönüştürmek olan ihanet hükümetine destek oldukları,
yaptıkları muhalefetin halkın gazını almaktan ya da kendilerine verilen
paylardan memnun olmayan “kripto azınlıkların” çıkar mücadelesi yapmalarından
başka amaçları olmadığı açıktır.
Bu topraklarda yaşayan, “dindar ve kindar” olmayan, antiemperyalist
yani batılı devletlerin sömürgeciliğine karşı olan, devletin birliğini,
bağımsızlığını, birlikte yaşadığı diğer kavimler ile sorunları olmayan, dindar,
demokrat, dinsiz, Müslim, gayrimüslüm herkesin birleşerek yeni bir “BAĞIMSIZLIK
MÜCADELESİNE ORTAKLAŞA” girmeleri şart olmuştur.
Asırlardır, Ortadoğu toplumlarını kemiren “ebola, kanser,
verem” gibi virüsü olmuş, dinci-kinci, Ermeni, Süryani, Yezidi, Yahudi
işbirlikçilerin bu topraklarda ehlileştirilmeleri, iktidardan indirilmeleri
şarttır.
Türk milletinin tek çaresi bu işbirlikçi hükümetten ve
yandaşlarından kurtulmak, devleti devlet yapacak bir hükümet kurmaktır.
Daha fazla geç kalmak bir daha ayağa kalkamamak olacaktır!
Çünkü sizin
bu gün sahip olduğunuz mevkide benim de payım olduğuna inancım sonsuzdur.
Bu
güne kadar bu yazımın kısa örneklerini yazdım ama sizin davranışlarınızdan
geçen “10” yıl içinde olumlu bir eylem görmediğim için bu yazımı kaleme
alıyorum.
Ben, bir garip emekli polis memuruyum ve AB-D'nin bahşettiği sizin klasınızda da
değilim.
Ama sizin bu klasa erişmenizde hizmetleri olan birisiyim.
Bunu nasıl izah edeyim diye düşündüm ve her şeyi başından
yazmaya karar verdim.
Yıl 1988, siz piyasada yoksunuz. Ben İstanbul Emniyet
Müdürlüğü Turizm Şube Müdürlüğünde İngilizce dilinde tercüman polis memuru
olarak görev yapmaktayım.
İstanbul valiliğinin emirleriyle bize verilen görev
gereğince turistleri mağdur eden sokak satıcılarının mallarına el koymaktayız
ve halkın yaptığı şikayetler de Valilik emirleriyle örtülmektedir. Valiliğin
yaptığı doğrudur ama hukuken polisin vatandaşın malına el koyması hukuksuzdur.
Bazı adli yargılamalarda bu konuda şubemize ihtar gelmiştir. Bu nedenle zamanın
şube müdürü olan kişiye şu önerimi getirmiştim;
Müdürüm, polis olarak bizim vatandaşın malına el koyma yetkimiz
yoktur.
Ancak Belediye zabıtası el koyabilir. Siz sayın valimize belediyenin
bir Turizm Zabıtası kurmasını emretmesini söyleyiniz. Biz de polis olarak
turistleri aşırı fiyatlandırmadan ceplerini boşaltmaya kadar olan mağdur
etmeleri halinde yakalayalım, Belediye Zabıtası da mallarına el koysun.
Böylece
polis olarak mahkemeden de ihtar almak zorunda kalmayız!
Müdürüm bu konuyu ilk Belediye Meclisi veya İl İdare Kurulu toplantısında
dile getirmiş ve önerisi kabul görerek İstanbul Belediyesi ilk kez Turizm
Zabıtası kurmuştur.
1988-1990 yılları arasında Belediyenin Turizm Zabıtası ile
birlikte çalıştık ve verimli sonuçlar aldık. Polis olarak bizler de bir çok
haksız suçlamalardan kurtulmuş olduk.
Bunu yazmamın sebebini belki biliyorsunuz belki de şimdi
öğreneceksiniz. Geçen iki- 2.5 yıl
içinde Belediye’nin kurduğu Turizm zabıtasında sizin Nurcu tarikatından olan
bir Zabıta memuru ile birlikte çok çalıştım ve 1990 Haziran’ında şark hizmetine
Tunceli iline tayin edildim.
Size de “Milli Savunma Bakanlığı” yapmış olan Vecdi Gönül
beyefendinin Amerika’da evinde kaldığını bildiğim Yahudi asıllı Samuel Zsiskind’i
şark hizmetine tayin olmamdan bir ay önce “40” gün kadar İstanbul’da Vecdi beyin
misafiri olarak ağırlama görevinde
bulundum. Bu zat bana;
“-Sen Tunceli’ye
gidersen seni öldürürler, Turgut Bey’e (Özal’a) söyleyeyim senin şark görevini
iptal ettirsin diyen bir adamdı.
Yetmedi, Narkotik polisi ilk kez adam gibi bir Narkotik
İnterpolü kurmaya kalkmış ve “şark hizmetinden muaf olarak” bu birimde görev
almamı bana tebliğ etmişti. Verdiğim cevap ise şuydu;
Ben kaçmadım. Sonunda Tunceli’ye gittim. 1993’te geri dönerek,
İstanbul Valiliğinin “İstanbul tecrübesi olan polisleri geri istemesi” talebi
gereğince 1993 Haziran ortalarında İstanbul’da aynı şubede göreve başladım.
Bir gün Topkapı Sarayındaki devriye görevimden dönerken,
sizin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınız zamanında Ayasofya Cami’nin
ibadete açık olan kısmının güney tarafında turistik eşya satıcılarını
dükkânlarının yanına geldiğimde iki iri yarı sivil memur önümü kesti.
“-Sizin adınız Alaeddin mi?”
-“Evet!”
-Sizi ağa görmek istiyor!”
-Ağa kim benim işim olmaz yürü kardeşim!”
-“Abi yanlış anlama, biz Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın
korumalarıyız! Amirimiz sizi istiyor!”
-“İstiyorsa yanıma gelsin hadi işine koçum!”
-“Abi ne olur gel bizi mahcup etme!”
-“He adam ol canımı ye görelim bakalım şu ağanız kimmiş?”
Sivil korumalarınız ile birlikte yürüyoruz ve bir de
bakıyorum, bir erkek köşedeki büfenin yanındaki çay bahçesinde bir masaya
oturmuş, yanında birileriyle sohbet halinde. Ben sivil zabıtalarla yürüyorum
ve;
-“Amirim Alaeddin beyi getirdik!”
Hemen ayağa kalkıyor ve boynuma sarılıyor;
“Abim hoş geldin, şark hizmetin geçmiş olsun!
Elbette mal değiliz adamı tanıyoruz da Mısır’a sultan olan
hazreti Yusuf’un babası Yakup’u ayağına getirtmesi gibi bir olay neden olsun?
-Abi, gel otur bak neler anlatacağım!
-Eeee anlat bakalım nasılsın görmeyeli?
-Ben Recep Tayyip Erdoğan’ın koruma müdürü oldum! Ona senden
bahsettim, seni istersen benim de üstüme koruma müdürü olarak istiyor!
-Senin adına sevindim ama yav bırak! Ben başkanı gecenin üçünde Kozyatağı köprüsü
altında E-5 karayolunda işçilerinin başında çöpleri toplatırken gördüm.
Vatansever, milletine hizmet etme gönüllüsü biri olarak değerlendiriyorum.
Allah yolunu açık etsin! Ama ben dört yıllık AÖF
bitirdim, belki komiser yardımcısı falan
olurum, Kenan paşa sicilime “Solcu” diye kırmızı çizik attırmış olsa da ben
Polislik mesleğinde kalacağım. Bana böyle şeyler teklif etme!
-Abi dalga mı geçiyorsun hadi gel, başkan bey seni görmek
istiyor, gel bir görüş!
-Sağol kalsın!
Bu kardeşim üzüntü içinde yanımdan bir süre sonra ayrılıyor.
Bu olaydan fazla olmayan bir süre içinde de Recep Tayyip Erdoğan belediye
başkanlığından alınıyor.
Bu arada da Turizm Şube Müdürü olan “hırsız bir
müdürün hırsları ve talimatları yüzünden “emirle” DYP milletvekili adayı”
olmuş, seçimi kaybetmiş bir itin arabasını çektiriyoruz ama sonucunda Şube
müdürü kendisini zor kurtarıyor ve Şubenin tüm memurları Yıldız Parkı
girişindeki Hassas Bölgeleri Koruma Şube Müdürlüğüne sürgün ediliyoruz.
Bir yıl burada, bir yıl da Topkapı Sarayı içinde görev
yaptıktan sonra Anadolu Yakasında Fikirtepe Karakolunda (O yıllarda kaldırıldı)
ardından Hasanpaşa Polis Karakolunda görev alıyorum.
1998 yılında Turizm Şube Müdürlüğü benim için istek yapıyor
ve tekrar orada çalışmaya başlıyorum.
Gerek Turizm şubesinden ayrıldıktan sonra
ilişkimi kesmediğim yabancılarla olsun gerek eve gidip gelirken belediye otobüs
şoförleriyle bile yaptığım yüksek sesli sohbetlerde olsun sizin gecenin üçünde
Kozyatağı Köprüsü altında işçilerin başında olduğunuzu, dinci de olsanız
vatansever olduğunuzu hep dile getirdim.
Turizm Polisinde o yıllarda benden iyi İngiliz dilini
konuşan memur olmadığından burada görev alır almaz aldığım bütün protokol
görevlerinde yabancı devlet adamlarına sizi övdüm! Bazen eve gidip gelirken belediye
otobüs şoförleri ve yolculardan da çok tepki almama rağmen bunu sürdürdüm.
Çünkü sizin “Gebze- Halkalı Metro Projenizden” de çok etkilemiştim. Her gün Kartal-Maltepe
bölgesinden Sultanahmet’e en az üç saat süren yolculuk yapmak zorunda
kaldığımdan her ne kadar proje Refah Partisi ya da sizden önceki belediyeye ait
olsa da size yakıştırdığım bu projeniz de çok hoşuma gitmişti.
Bunu hep sizin üstünüzden olabildiğince savunmuştum. Hatta
bir gün eşimin memleketi olan Gümüşhane’den gelirken otobüste biraz fazla
yüksek sesle dile getirmem sizi beğenen başkalarının bana aşırı samimiyet
göstermesine de neden olmuştu.
Kenan Evren ve Siz!
Size o kadar hayran olmuştum ki, 1999 AGİT toplantısı için
İstanbul’a gelecek olan ABD başkanı Bill Clinton’un yaklaşık 200 kişilik ön
heyeti ile yediğimiz bir yemekte sizden bahsetmiştim.
Bunun ardından ABD başkonsolosluğu
üstüme düşmüştü. Beni sık sık ABD
başkonsolosluğunda verilen davetlere çağırmaya başlamışlardı. Zamanın İstanbul
Valisi (Erol Çakır) ABD başkonsolosluğunun davetlerinde benden başka tercüman kabul etmez
olmuştu. Kendim de davetli olduğumdan sayın Vali beye saygısızlık etmemek için
ne çileler çektiğimi ben bilirim.
Bu arada siz de Çorum cezaevinden Kırklareli Vize cezaevine
getirilmiştiniz. Tam bu sıralarda, ABD İstanbul Başkonsolosluğundan aldığım bir
telefonda bana şöyle denilmişti. O memurun adını vermek istemiyorum ama adı “Sabit ”
ile başlıyordu ve güvenlik amiriydi. Ötekinin
de adı “Mete” ile başlıyordu.
Gerisini siz bilirsiniz ya da bulursunuz.
“-Alaeddin bey, yakında ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral
(Admiral) James M. Loy gelecek, siz çok vatansever birisiniz, öteki turist
rehberlerine güvenmiyoruz, vatansever birisiniz, başkonsolosumuz sizi rehberlik
hizmetinde görmek istiyor o da Türk ve Türkiye hayranı, siz misafire rehberlik
edebilir misiniz?
Ben nerden bileyim bu adamın yavru G. W. Bush’un en yakın
adamı ve NATO gladyosunun istihbarat teşkilatının kafa adamı olduğunu!
-Vilayete yazarsınız, uygun görürlerse görevi yaparım!
Cevabını verdim.
Sorun değil dediler ve 20 gün içinde bu amiral geldi. Bana
da vilayetten görev emri geldi. (Bu konu görev sınırlarını aşmış özel bir
konudur. Bu yüzden açıklıyorum.)
Bu adamı ABD başkonsolosluğunun zırhlı
araçları korumasında aldım Topkapı sarayı, Ayasofya derken adam bana şöyle gel
de konuşalım demez mi?
-Haydi buyurunuz!
-Sen bu köktendinci belediye başkan (RE.T.E) hakkında neden olumlu
düşünüyorsun, nasıl solcusun?
El cevap;
-Ben halkına hizmet eden herkesi takdir ederim.
Polislik
mesleğim ve 12 Eylül 1980 darbesi yüzünden sol görüşten oldukça uzak kaldıysam
da büyüdüğüm bölgede dindar vatanseverlerin olduğunu biliyorum. Çünkü ben de
Sünni bir Müslüman aileden geliyorum!
Bu konuşma birkaç açıdan sürdü ve kısa sürede bitti.
Amiral, ülkem için neleri istediğini söylememi istedi.
Ben de saydım;
-Çağdaş demokratik rejim
-Hayır, şeriatla yönetileceksiniz???
-Ileri tarım teknolojisi
- Hayır, artık tarım ülkesi olmayacaksınız!
(24 yıl sonra)
Bilgisayar teknolojisi, silikon vadisi
-Hayır, sizden A. Einstein istemiyoruz. Bilgisayar, eğitim yok.
-Uçak, yerli otomobil, ağır sanayi...
-Bunlar da yok, başka şey iste?
-Boğazın altına tüp geçit, tüneller, oto yol
- Tamam onların hepsi olacak.
-Otoyol, tünel başka şey yok öyle mi?
-Evet, Atatürk sonrası ilk defa bir Türk Tayyip Erdoğan gelecek.
-Dedeleri, amcaları Pontus Rum isyancıları olan, Osmanlı ve Cumhuriyete karşı savaşırken öldürülmüş Pontus çetecileri Rumlara Türk diyerek beni hasta etmeyiniz!
-Bir tebaa devleti, içinden seçilmiş "Kendine Sadık Köleler" ile yönetmeyi biz Osmanlı'dan öğrendik.
Osmanlıdan beri Türk dediklerimiz siz değil, bunlardır"
Deyince amirali orada bırakıp şubeye geçtim.
Hatta konuşmaya
tanık olan bazı esnaf benim bu adamın bana bu soruları sormasına izin verdiğim
için bana da kızdı!
İşte siz daha başbakan olarak kabul görmediğiniz zamanda,
ABD’ye gittiğinizde Beyaz Saray’da kabul edildiğinizde, yavru Bush’un sizi “Hem solcuların hem sağcıların güvenini
kazanmış kişi” olarak karşılanmanızın sırrı burada yatmaktaydı.
Bu olayın ardında ABD başkonsolosluğu bana “ABD
başkonsolosluğu kapanmadığı sürece işten atılmama” garantisi veren bir iş
teklifi ile geldi ve hemen emekli olmam veya istifa etmem,”1.500 ABD Doları
aylıkla işe başlamam” isteğiyle geldi.
Ben gene polislikten emekli olacağımı yineledim. Siz
başbakan oldunuz, iktidarı ele geçirdiniz, ABD başkonsolosluğu bu teklifi ben
emekli olduktan iki yıl sonra bile tekrar etmesine rağmen kabul etmedim. Şans
topunu geri yuvarladım hem de göz göre göre!
Umarım anlayacağınızı anlamışsınızdır.
Türk milletine karşı
yüreğinizdeki bilmediğimiz her ne varsa bunları unutarak üstüne bastığınız
toprakların ve asırlardır kardeş olan milletlerin haklarını savunmanızı
dilemekten başka yapacağım bir şey yoktur.
Sizin hakkınızda bu güne kadar en
ağır yazıları yazan bir kişilik olmamın arkasında size olan bu samimi güvenimin
sarsılması yatmaktadır.
Ben filozof değilim ve sizin de başbakan olduğunuzda neye
imza attığınızı bile bilmediğinizden emin ama yüreğinde az çok vatana, millete
hizmet duygusu olan birisi olduğunuz inancını halen yüreğimde taşıdığım için kendimi
bu yazıyı kaleme almak zorunda hissettim.
Size karşı internet medyasında mahkeme davaları açılması dâhil
bir çok kampanyaya olumsuz görüş bildirmemin arkasında, bu ülkenin sizden çok
çok önce emperyalizme teslim edilmiş olduğunu bilmem de vardır.
Yazımı yazarken sarhoş
olduğumu, içtiğim rakıyı da emeklilere gösterdiğiniz yüksek (!) ilgi yüzünden kendim
imal ettiğimi belirtmeyi de bir borç bilirim!
Çünkü ben emekli olduğumda emekli
maaşım çalışan memurun 2/3’üydü. Şu an bu oran 2/4’ye gerilemiştir. Artı
muayene, ileç masraflarına kadar ücret eklemeniz de cabasıdır!
Sizi yaşadığım sürece eleştirmeye devam edeceğimi taahhüt
ediyorum!
Çünkü sizin saltanatınızda benim de payım vardır!
Ayrıca son çıkardığınız “Telif Hakkı çarşafı giydirilmiş
internet yasağı” yasanızı da ayıplıyorum!
İnsanlar her zaman hata yapabilirler.
Ben de sizi övmekle, hizmetlerinizi beğenmekle mi yaptım
diye düşünüyorum!
Siz sadece T.C. başbakanı Recep Tayyip Erdoğan olarak
küresel emperyalizme karşı duramazsınız! Buna gücünüz yetmez. Ama bir şeyler
yapabilecek tek kişi de sizsiniz!
Size güvenen bu halkı ve sizi seven komşu devletlerin
halklarını emperyalizmin kölesi etmemek sizin görevinizdir.
Takdir ve beceri
siz ve ekibinizin işidir. Tek güç şu an sizsiniz!
Beni;
-“Bu da kim yahu!” diyerek görmezden gelebileceğiniz gibi
Silivri Koloni Tutukevi tiyatrosuna dâhil de edebilirsiniz!
Güç sizdedir! Kimse size engel olamaz taaa ki emperyalizm
sizden bıkana kadar!
Takdir ve tekdir size aittir.
Belki varlığımdan bile haberiniz olmayabilir ama altı yıldır
yazdığım yazılarım yüzünden haberiniz olduğu inancındayım.
Çünkü birçok
televizyon tartışmasından bilmem hangi sitelerde yayınlanan videolara kadar
yazılarımı sizin yandaşlarınız bu güne kadar kullanmışlardır ve kullanmaktadırlar!
Ayağınızı bastığınız toprağa, size güç veren millete lütfen
sahip çıkınız!
“-Biz atalarımızı bulduğumuz yolda inanmaya devam edeceğiz!”
diyen Kureyşlilere;
-“Atalarınız cahil ve bilgisiz insanlar olsa bile mi?” diyen
Kur’an ayetini de dile getirerek sözümü bağlıyorum!
Sizi de uyarıyorum!
Sayın Recep Tayyip Erdoğan, ben ve Türk milleti sizi
vatansever bildik. Eğer ki sen ve ekibin, Tevrat’ın Yakup’unun kurnazlığına
yatarsanız bu millet de size yapacağını bilir. İktidarı veren almasını her zaman
bilmiştir gene de bilecektir.
Tarih boyunca hiç şaşmayan bir hesaptır bu!
Yok, üstüne bastığın topraklara sahip çıkarsan bu millet ve
bütün ezilen halklar arkanda olacaktır. Hala böyle bir şansınız da var!
Bir insanın üniforma giyip kışlada asker tayini yemesiyle
ya da vatan evlatları cephelerde bilmedikleri silahlarla kıyılırken, askeri
hastanede torpille ağırlanarak arazi olanların, savaş bitince iyileşip yiğitlik
taslayanların “asker kaçağı” olmadıklarını kimse iddia edemez.
Bize yıllardır “kahraman” olarak tanıtılan iki
siyasimizin aslında nasıl bir “asker kaçağı “olduklarını ve her ikisinin de
devleti çekinmeden savaşa soktuklarını okumak isteyenler buyursunlar!
Asker Kaçağı Adnan Menderes;
I.Dünya Savaşı Haritası- Kırmızılar Osmanlı, Almanya,
Avustuırya- Macaristan ve Bulgaristan! Yeşiller ise rakiplerimiz
Yıllar
1914-1916’lardır. I.Dünya Savaşı- Osmanlı üzerine yönelmiş bir “Haçlı Seferine”
dönmüştür. Osmanlı İmparatorluğu son nefesini tükettiği savaşlarda bütün
gençlerini tüketiyor, lise öğrencileri bile gönüllü askere yazılıyorlar,
köylerden “kilosu “40 kg’yi” geçen delikanlılar tek tek toplanıp cephelere
sürülüyor. Bu kararlılık nedeniyle sıkıyı görünce hastalanan nane molla Adnan
Menderes bey (!) güç bela askere yollanıyor.
Adnan bey gene
hasta raporlarıyla eğitimden kaytarıyor, onun kışlaya dönemsinin ardından
nineciği otel odasında “torunu askere gidip ölecek” diye kahrından ölüyor.
Sonunda Suriye
Yıldırım Ordularına tayini çıkıyor, Atatürk gibi bir komutanın emrinde savaşma
şansını kara talih(!), “dümenden hastalığı” önlüyor.
Adnan Menderes’e askere
gitme şansı ömründe “iki kez” gelir. Birincisi, I.Dünya Savaşında Suriye
Yıldırım Orduları Komutanlığına “yedek subay” olarak tayini çıkan,
çocukluğundan beri “hastalıklı” olduğu yazılıp beyinlere işlenilen, 1950-60
yıllarının merhum başbakanı, o zamanki “yedek subay adayı” nanemolla-
çıtkırıldım Adnan Menderes nasıl oluyorsa Pozantı’ya tren geldiğinde birden
hastalanıverir. Beyefendi için asker treni durdurulur, 17. Kolordu Kışlasına
haberler salınır, görevli askerler gelir ve kışlada “savaş bitinceye kadar
tedavi” görür. Şansın da böylesi olmaz demeyin Pozantı’daki Kolordunun komutanı
da Adnan Menderes’in eniştesi Filibeli Nihad Anılmış Paşa değil midir?
Ve hastalandığı
yer de tamı tamına eniştesinin kolordusunun bulunduğu yer.
Hadi buna “Yahudi
Şansı” diyelim! Bu seferlik olsun.
İkincisi, İzmir
İtalyan- Yunan işgali altındadır, onlarca efeler köylü vatanseverlerden çeteler
kurmuşlar, yok yoksul halleriyle, çakaralmaz av tüfekleriyle, üstün nitelikli
silahlarla teçhiz edilmiş işgal ordularına karşı çatır çatır savaşırken, Celal
Bayar (Küçük Ağa) Ege- Marmara bölgesinde bu örgütlenmeleri yürütüp dağlarda
ölüm kalım savaşı verirken Adnan Menderes piyasada yoktur. Bölgeyi 1921’de
İtalyan kuvvetleri terk edince, Atatürk oraya bir subay gönderir ve askere
toplamaya başlar, katılmayanlara verilecek ceza “ölüm” veya daha beteridir.
Haliyle bizim
Adnan Menderes te naçizane katılmak zorunda kalır ve o ne?
Adnan gene
hastalanır!
Altay takımında
santrfor oynarken, çiftlikte çapkınlık yaparken bir şeyi olmayan Adnan, savaşa
katılma durumu kesinleşince gene hastalanıverir?
Bu hastalık ta
hep savaş kokusunu alınca beliriyor nemenem hastalıksa işte öyle!
Önce, arasının
iyi olduğu bölgeden ayrılmakta olan İtalyan askerlerinin komutanına
başvururlar, adam her şeyi seferber eder ama, doktorlar Adnan beye “hastalık
teşhisi” koyamazlar!
Bana sorarsanız
“hastalığı “askerlik korkusudur” ve buna hiçbir doktor kolay teşhis koyamaz.
Neyse dümenden
tedaviler falan derken;
O ne?
Gene bir tanıdık Binbaşı Adil veya Akif Bey isminde bir Türk
doktoru subay peydah oluverir ve bizim Adnan Menderes’i acilen hastaneye
yatırır ve gene Savaş sonuna kadar “tedavi görür” ve ne hikmetse İzmir
kurtarıldıktan sonra bizim Adnan iyileşiverir!
İzmir’in
kurtuluşuna sevincinden olabilir mi sizce? (!)
İki büyük savaş
düşünün, ilki, I.Dünya Savaşı, Osmanlı’nın, Rus Çarlığı, Avusturya- Macaristan
İmparatorluğu, Alman İmparatorluğunun tarihe karıştığı, İngiltere dâhil bütün
Avrupa ülkelerinin yerle bir olduğu bir savaşta ülkenize “Haçlı Seferi”
yapılıyor, vatan evlatları üstün düşman silahları karşısında tarladaki hububat
gibi biçiliyor ve siz birliğinize sevkiyatınız esnasında hastalanıyorsunuz ve
tesadüf, hasta olduğunuz için sizi tedaviye alan ordunun komutanı da enişteniz!
Savaş sonuna
kadar tedavi görüyorsunuz! Suriye’ye nakledilen tren dolusu binlerce askerden
bir tek Adnan Menderes’te böyle bal var.
Osmanlı teslim
oluyor, devlet tarihe karışıyor ama bizim Adnan hemen iyileşiveriyor!
Şaşırtıcı değil
mi?
Bunun adı açıkça
“askerlik görevinden adam kaçırmadır!”
Ha bu tesadüf
oldu diyelim!
Bu da mı tesadüf?
Nane molla Adnan’ın
İkinci askerlik şansı kurtuluş savaşının en azgın, vatan evlatlarının her
cephede su gibi harcanıp, toplar, mitralyözler ile buğday gibi biçildiği, kurşun
delikleriyle kevkire çevrildikleri, vatansever çetelerin kadınlı erkekli
dağlarda yatıp düşmana kök söktürdükleri zamanda siz çiftliğinizde İtalyan ordu
komutanıyla yiyip içip eğleniyor, keyif çatıyorsunuz. Askere çağırılınca hemen
İtalyan komutandan “yardım dilenip” sığınacak yer arıyorsunuz.
İtalyanlar bile
kızıp “teşhis koyamadık” diyorlar. Yani “-adam, kalk halkın kurtuluş savaşı
veriyor sen de katıl hain adam!” Demek istiyorlar ama Adnan’da kızaracak yüz
yok tabi ki.
Artık orduya
katılmaktan başka çare kalmadığı bir anda gene bir doktor subay peydah olup,
İzmir’in kurtuluşuna, yani savaşın bitişine kadar sizi tedavi altında tutuyor.
Siz bunlara
“tesadüf” diyorsanız ben hiç askerlik yapmadım, hiçbir şey bilmiyorum demektir.
Ama, 14. Mayıs
1950’de hükümet olur olmaz ve Amerika “NATO Müracaatımızı” askıya almış
bekletirken, Müslüman ve Türk evlatlarını hiç adını duymadıkları “Kore
Yarımadasına”, Asya’nın en doğu noktasına “Komünistlere” karşı savaşa gönderen
kararı şak diye imzalar. Boynuna idam sicimi geçinceye kadar Adnan beyimizin
“gayri meşru cinsel ilişkilerinden” doğan çocukları hala konuşulmaktadır!
“Savaş kararını
korkaklar verir!” Dersem bana kızar mısınız?
1-Kore’ye izin vermiştir.
İngiltere’nin emridir. Kaçarı yoktur. Devleti İngiliz mandası (sömürgesi) o
yapmıştır
2-Kıbrıs konusunda Adnan
Menderes’e kesinlikle “uzak durmasını” tembihlemişse de dinletememiştir.
3-Asla, ölünceye kadar
Kıbrıs’a çıkarma yapılmasını onaylamamıştır. Bunun emperyalist bir oyun
olduğunu çok iyi görmüştür. Ancak, bir senaryo il CHP başına getirilen Bülent
Ecevit ile, Hürriyet ve İtilaf Partisi kökenli Necmettin Erbakan zihniyeti bu
derdi milletin başına sardırmışlardır.
4-Amerika ve İngiltere’nin
bize “koruma sağlaması” dışında onlarla ilişkiye girilmemesini ve Marşal,
Truman doktrinlerinden uzak durulmasını tavsiye ettiyse de dinletememiştir.
5-“Savaştan kaçan Adnan
Menderes’in “Kore Savaşı” ile “Kıbrıs Çetrefiline” milleti bulaştırması tuhaf
değildir. Çünkü adam “asker kaçağıdır” ve ölecekse “Türk evlatları” ölecektir,
Sabetayist Yahudi Adnan ise viskisini yudumlayacaktır? Savaş ona sadece “şöhret getiren” bir
araçtır.
Vatan Evlatları, Kore’de, Kıbrıs’ta ölüm kalım savaşı verirken, bakın Adnan
Menderes ve Celal Bayar ne yapıyorlardı?
“Yirmi bir
yaşındaki Fransız striptizci Colette
Jerry, Bayar'ın, Menderes'in bulunduğu özel gecelere davet ediliyordu.Fransız striptizci Colette Jerry. Ankara'dan sonra Beyrut'a gitti.
Cumhurbaşkanı el Huri'nin oğluyla aşk yaşadı. Ve bir gün otel odasında
zehirlenmiş olarak bulundu! (Efendi -S.464)
2002 Model Menderes RE.T.E’nin Özellikleri;
RE.T.E, 03 Kasım
2002’de hükümete geçtiği için bu deyimi kullandım.
Adnan
MENDERES’ten 42 yıl sonra ülkemizin başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın da
askerliği tartışma konusudur. Bir iki kişi dışında onunla askerlik yaptığını
hatırlayan insanın olmaması, başbakanın kendisinin fotoğraf albümlerinde birisi
Tek Tip denilen çarşı elbisesi bir de eğitim elbisesi ile çekilmiş iki
fotoğrafı dışında resminin olmaması hayli ilginçtir.
26 Şubat 1954
doğumlu Recep Tayyip Erdoğan’ın olağan haliyle 1974’de askerlik yapması
gerekirken 1982’de askerlik yapması daha da ilginçtir.
Benim bildiğim
üniversite nedeniyle en fazla “26” yaşına kadar askerlik ertelenebilmekteydi,
doktora ve mastır eğitimlerine katılan Üniversite öğrencileri ise 28 yaşına
kadar erteleyebiliyorlardı.
Başbakanın
herhangi bir mastır ve doktorası olmadığına göre 1982’de “28” yaşında askere
alınması da hayli ilginçtir.
Ektir;
"Bu konuyu 11 Eylül 2012 günü Ulusal Kananl'da Teoman Alili ile birlikte program yapan eski Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olan Zekeriya Beyaz Hoca açıkladı.
Durum şöyleymiş;
Fatih İmam Hatip Lisesini "futbol düşkünlüğü" nedeniyle çift dikiş le veya çok zayıf karneyle bitirmiş ve Fatih Belediyesine topçu olarak girmiş ama "Muhasebeci" olarak maaş almaya başlamış.
1954 doğumlu olan RE.T.E efendi, 1974'de Kıbrıs Savaşının patlayacağını gören Yahudi yakınlarının telkinleriyle olsa gerek, 1973 yılında İstanbul Eminönü ilçesinde bulunan İstanbul Üniversitesi'nin arka taraflarında bulunan Soğanağa mahallesinde günümüzün açık öğretimini (A.Ö.F.1983'de açıldı. Ben 1984'te girmiştim.) andıran İktisadi İdari İlimler Yüksek okulu adlı devam mecburiyeti olmayan bir "Yüksek Okul" a girmiş ve bu okuldan sekiz yılda yani 1981 yılında mezun olmuştur.
EKTİR; Aşağıdaki diploam örneğinde1980-1981 döneminde mezun olduğu yazılı. Marmara Üniversitesi 1982'de kuruldu. Oysa beyefendi 1973'ten beri bu okula devam eden bir üstün zeka örneğidir.
Bu yüzden Cumhurbaşkanlıuğına aday olan bu zatın halen onu tanıyan bir asker arkadaşı olmadığı gibi ne Üniversite sınıf arkadaşı ne öğretmeni olduğun u söyleyen çıkmamıştır. Sınıf arkadaşı olduğunu söyleyen İsrail'li bir Yahudi olduğunu Zekeriya hoca söylemiştir. Eh artık gerisine siz karar veriniz."
Diğer yandan
çocuklarını da askerden kaçırmıştır. Küçük oğlu Burak “testis kanseri” teşhisi
konularak İstanbul Deniz Hastanesinden aldığı “çürük” raporuyla askerlikten
yırtmıştır. Bunun askerliğini engelleyici bir özelliği varsa bu genç babasının
başbakanlığı döneminde kendisine aldığı yük gemileriyle deniz ticaret filosunda
taşımacılık yapmaktadır. 1998 yılında da ses sanatçısı Sevim Tanürek adlı
kadını arabasıyla çarparak ölümüne neden olmuştur. Demek ki, araba, karı kız
işleri yerinde olan bu gencin sağlığı yerindedir ama askerliğe gelince aynı
Menderes gibi” çürüğe çıkmaktadırlar”.
Büyük oğlu Bilal
Erdoğan da özel “dövizle askerlik” yasası çıkarılarak kışla içinde yanında “40”
tane koruma polisi eşliğinde “40” gün askerlik yaptı.
Adnan Menderes
ile Recep Tayyip Erdoğan’ın futbolculuklarından askerliklerine, tarikatlarından
Amerika hayranlıklarına ve başbakanlıklarına olan benzerliklerinden birisi de
ikisinin de ülkenin başına sorun olan “savaş kararlarına” imza atan
kişilikleridir.
Savaş kararını korkakların verdiği bir dünya!
"Türkiye cumhuriyetini kendi malıymış gibi yedi düvele satan, devleti
bütün komşularıyla savaş ortamına iten kendisini ve evlatlarını,
yandaşlarını askerlikten yırtmaları için durmadan "paralı askerlik
yasası" çıkartan, tek bir Üniversite sınıf arkadaşı, öğretmeni olmayan,
seki yılda bir yüksek okulu ittire kaktıra ancak bitirebilen bir adam
devleti yönetirse, yurt i,çinde ve dışında çok meşhur üniversitlere
bitirip oralarda doktoralar yapmış nam salmış dallamalar de buna
"yağdanlıklık" ederlerse adamın kabahati mi yani?"
Menderes Kore’ye yok yere asker gönderip
kıydırmaktan çekinmediği gibi RE.T.E’de, Kızıldeniz Somali Hint okyanusuna, Libya’nın
işgaline çekinmeden asker göndermiş halen de Suriye’nin işgaline destek olmak
için isyancılara silah, cephane, para ve barınma sağlamaktadır.
Kendileri
askerlikten “it gibi korkanlar” vatan evlatlarının yok yere kıyılmalarına neden
olan “savaş kararlarına” imzayı şak diye basmaktadırlar.
Elli yıl arayla
başbakan olan her iki kişinin de futbolculuklarından “askerlik korkularına”
kadar benzemeleri ilginç değil midir?
Asker
kaçaklarının “savaşa karar vermeleri” ne kadar yersiz ve yanlışsa böyle
insanları umut görüp oy vermek te o kadar akıl fakirliğidir. Bunun da
sorumluları bu adamları halka kurtarıcı olarak pompalayan en başta askeri,
sivil kişiliklerdir.
Yazımı inandırıcı
bulmayanlar, olayları Soner YALÇIN’IN Efendi adlı kitabından yaptığım
alıntıları okuyabilirler.
Adnan Menderes’in Hayatı;
Altay da,
Karşıyaka gibi İttihatçıların takımıydı. Bunun en belirgin göstergesi,
İttihatçıların Maarif nazın Mustafa Necati Bey'in kendine ait odasını Altay'a
tahsis etmesiydi.
Daha sonra
İttihat ve Terakki Cemiyeti İzmir Kâtibi Umumîsi Mahmud Celal (Bayar)
aracılığıyla Altay'a kulüp binası verdi.
Altay İzmir'de
fırtına gibi esti. Kurulduğu yıl, Karşıyaka, Midil-Trablusgarp takımları
arasında yapılan turnuvanın şampiyodu. Bu zafer İzmir sokaklarında, caddelerinde
davul zurna ırak kutlandı. Aynı yıl Altay, Ermeni takımı Armenion'u yenince benzer
sevinç gösterilerine sahne oldu. İngiliz gençlerinden kurulu Pakser'i 4-3, bir
maçı hiçbir zaman unutmadılar: Evliyazade Nejad'ın oynadığı maçta İtalyan
Levantenlerin takımı Garibaldi'yi 10-0 yenince, İtalyan konsolosu,
"İtalyan millî kahramanı Garibaldi küçük düşürüldü" diye kulübü
kapattı!
O yıllarda
Altay'ın kalesini koruyan isim Ali Adnan'dı (Menderes)...
Kaleciler futbol
sahalarının en yalnız futbolcusudur.
Gelecekte
Evliyazadelerin damadı olacak Ali Adnan, çocukluğundan başbakanlığa uzanan
yolda hep yalnız olacaktı.
Son yolculuğuna
çıkarken bile...
Tevfika'nın
ağabeyi Sadık Bey'in Aydın Sarayiçi Mahallesi'ndeki konağında ikinci çocukları
dünyaya geldi: Ali Paşazade Adnan (Menderes)!
Burada iki
ayrıntıya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Ali Adnan'ın
doğum tarihi 1899.
Adnan Menderes'le
ilgili kitaplar, makaleler, yazı dizileri, belgeseller hep bu yukarıdaki
cümleye yer veriyor.
Gelin şu cümleyi
biraz açalım...
Ali Adnan'a neden
sadece babaannesi Fitnat Hanım sahip çıkmıştı?
Anne tarafı Ali
Adnan'la niçin ilgilenmemişti? Ya da bu yargı yanlış mıydı?
Yanıtı bulmak
için Ali Adnan'ın anne tarafına yani Hacı Ali Paşa ailesine tekrar dönelim.
Anne tarafından
Hacı Ali Paşa ailesine akraba olan Osman Evliyazade'nin, Hacı Ali Paşa'nın
öldürülmesine ilişkin bu kitabın yazarına yaptığı açıklama da hayli ilginçtir:
Menderes her şeyiyle Amerikancıdır!
İşaretlerine kadar
Tire'den Bayındır'a
kaplıcaya giderken Rum arabacısı tarafından öldürülüyor. Arabacı yolda arabayı
durduruyor, silahını çekiyor. Hacı Ali Paşa cebinden bir kese altın çıkarıp
arabacıya uzatıyor. Arabacı "Malını değil canını istiyoruz" diyerek
Hacı Ali Paşa'yı öldürüyor.
Amerikan Ordusu için "Seni istiyorum!"
Diyorum ya bu
hayat hikâyesi hep gizemlerle dolu...
Bu cinayet, Hacı
Ali Paşa'nın kişiliğiyle ilgili "çizilen tablolara" pek yakışmıyor
doğrusu!
Dr. Mükerrem
Sarol Bilinmeyen Menderes adlı kitabında, Hacı Ali Paşa'yı bakın nasıl
yazıyor:
Hacı Ali Paşa
sert, mütehakkim mizaçlı bir aile reisidir. Az konuşan, ağırbaşlı, çok cesur,
korkusuz yaradılışlı bir insandır. Ali Paşa'nın sürdürdüğü aile düzeni
pederşahî bir düzendir. Son derece muttehakkim olan paşadan yalnız
ailesi değil uzak yakın çevresi de korkmaktadır.(1983, s. 7)
O "astığı
astık, kestiği kestik" Hacı Ali Paşa, canını kurtarmak için arabacıya bir
kese altın teklif ediyor, ama kurtulamıyor!
Neyse, ayrıntıya
girmeyelim.
Fani Ali
Adnan'ın, adını taşıdığı dedesi öldürülmüştü.
Peki ya dayıları?
O yıllarda verem
uğradığı evden kolay kolay çıkmıyordu.
Ali Adnan giderek
zayıflamaya başladı. Fitnat Hanım ne yapsa bu zayıflığın çaresini bulamıyordu.
Sonunda İzmir Gureba Hastanesi hekimlerinden Dr. Şehrî Bey küçük Ali Adnan'a
verem teşhisi koydu.
Fitnat Hanım
uğursuz vereme biricik torununu kurban vermemek için çırpındı. Önce oturdukları
evi değiştirdi, Karşıyaka semtine taşındı. Temiz havası ve ferah bir bahçesi
olan bu evde Ali Adnan
biraz kilo aldı,
sağlığına kavuşmaya başladı.
Üstelik ele avuca
sığmayan afacan bir çocuk olmuştu. Disipline sığmayan mizacı yüzünden sık sık
babaannesini üzüyordu.
Babaannesi çok
disiplinliydi; ilk önceleri Ali Adnan'ın sokağa çıkmasına bile izin vermiyordu.
Hastalık kapmasından endişe ediyordu.
Ali Adnan çok
nadir, dayısı Refik'in ziyaretlerine geldiğinde yanında getirdiği kızı, Sabiha
ile Mesude ablaları ve Sami ağabeyiyle oynuyordu.
Küçük Adnan(!) onun
dışında akranlarını hep evden seyrediyordu.
Sonra yasak
kalktı. Ama yine kurallar vardı: hava kararmadan eve gelinecekti, terli terli
gezilmeyecekti...
Hastalıkla
mücadele yıllarında küçük Ali Adnan okula gidemedi.
Özel hocalardan ders
alıp, okuma yazmayı öğrendi.
İkinci Meşrutiyet
ilan edilir edilmez Uşakîzade Muammerin Arap fırının ilerisindeki konağını okul
binası olması için hibe etti.
Memlekete
"uyanık bir nesil yetiştirmek" amacıyla kurulan okula, "Leylî
(yatılı) ve Neharî (gündüzlü) Merkez İttihat ve Terakki Mektebi" adı
verildi. Okul, iptidaî (ilk), rüştiye (orta) ve idadî (lise) kısımlarından
oluşuyordu.
Göğsünde
kurtuluşu simgeleyen rozeti ve elinde bayrağıyla Âli Adnan bu okulun orta
kısmına gitti.
En sevdiği ders
Ateşoğlu Hayri Bey'in öğretmenliğini yaptığı jimnastik dersiydi.
Bir de salı ve
perşembe günleri öğle sonrası tatillerinden faydalanıp öğretmenler eşliğinde
şarkılar söyleyerek kır gezilerine gitmekten hoşlanıyordu.
Bu arada, Ali
Adnan, okulun orta bölümünü bitirmeden İzmir Kızılçullu'daki Amerikan kolejinin
yatılı bölümüne geçti. Neden böyle bir tercihte bulunmuştu?
O dönemde,
Amerikalı Protestan misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu sınırlan içinde 430
okulu vardı.
Bunlardan biri de
1904 yılında açılan İzmir'deki International American College'di.
Amerikalı
Protestan misyonerlerin Anadolu'daki okullarında!
3 465 öğrenci
öğrenim görüyordu. Bu öğrencilerden biri de artık Ali Adnan olmuştu.
Okulun amacı,
diğer Amerikan misyoner okullarından farklı eğildi: erkek çocuklara ve gençlere,
Hıristiyanlık ilkelerine dair dil, sanat ve bilim eğitimi vermek.
Mahmud Celal
(Bayar) ile Ali Adnan'ın ilk karşılaşmaları Ali Adnan'ın Amerikan koleji
günlerine dayanıyor.
Kolejden üç genç,
ittihat ve Terakki'nin İzmir'deki önemli ismi Mahmud Celalle görüşmek için
yanına gidiyorlar. Temiz giyimli bu üç gençten biri, okullarında misyoner
rahipler olduğunu ve bunların, Müslüman öğrencileri Hıristiyan yapmak için
haddinden fazla çaba sarf ettiklerini söylüyor. Üstelik bazı Türk öğrenciler Hıristiyan
olmuşlardı bile.
Bu üç öğrenciden
biri Ali Adnan'dı.
Mahmud Celal,
öğrencilerin sorunlarıyla ilgilenmiş, okul idaresiyle ve Maarif Müdürlüğü'yle
temasa geçip, tahkikat açtırmıştı.
Bu konu İzmir
basınında bir hafta süren haberlere konu olmuştu...
Hıristiyanlık
propagandası dışında Ali Adnan koleji sevmişti.
İttihat ve
Terakki Mektebi'ndeki durgunluğunu Amerikan kolejinde üzerinden atmıştı.
Hastalıkla Savaştan Kurtulan Asker Menderes
1916 Ekiminde
Harbiye Nezareti'nin askere çağırdığı 1315 (1899) doğumlular arasında,
Kızılçullu Amerikan Koleji son smıf öğrencisi Ali Adnan da (Menderes) vardı.
On yedi
yaşındaydı. Bulunduğu öğrenim düzeyi nedeniyle askerliğini yedek subay olarak
yapacaktı.
Babaannesi Fitnat
Hanım'ın elini öptü ve İstanbul'a doğru yola çıktı. İkisi de ağlıyordu,
birbirlerinden saklayarak.
İstanbul
Erenköy'deki İhtiyat Zabiti Talimgâhı'na katıldı.
Sicil numarası 20
737'ydi.
Anadolu'nun
çeşitli yerlerinden gelmiş yedek subay adaylarıyla birlikte hızlandırılmış bir
askerî eğitimden geçecekti.
Sporcu olduğu
için talimlerde zorlanmıyordu. Tek sorun yemeklerdeydi.
Bir türlü
alışamamıştı asker tayınına.
Haftalık tatili
olan cuma günlerinde İstanbul'a inip geceyi, başkentin en pahalı otellerinden
Meserret Oteli'nde geçiriyordu.
"Savaşın devamı sadece sizin ölümünüz demektir!" Yazılı
Savaşa Giderken Hastalanıp Askerlikten Yırtan TORPİLLİ Menderes;
1917 yılında Ali
Adnan (Menderes), 19. mürettebat devresinden zabit namzedi (asteğmen) olarak
çıktı.
On dokuz
yaşındaydı.
Bu devrenin tüm
diğer mezunları gibi o da, Suriye'deki Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı
emrine verildi.
Ali Adnan
yüzlerce askerle birlikte, 4. Ordu Komutanı Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın
emrine girmek için trenle Suriye cephesine doğru yola çıktı. Mustafa Kemal
Paşa'dan İsmet (İnönü) Paşa'ya, Ali Fuad (Cebesoy) Paşa'dan Fevzi (Çakmak)
Paşa'ya kadar bir dönemin ünlü isimleri bu cephede görev yapıyorlardı...
Ünlü yazar Falih
Rıfkı (Atay), Cemal Paşa'nın emir subayıydı.
Sivil yaşamında
bir ara Dahiliye Nazın Talat Paşa'nın özel kalem müdürlüğünü de yapan Falih
Rıfkı Zeytindağı adlı kitabında Suriye cephesindeki olayları bir
edebiyatçı gözüyle anlatmaktadır.
Trenin ilk durağı
Pozantı'da, menzil komutanlığı Ali Adnan'ı trenden aldı. Seyyar hastaneye
yatırıldı.
Adnan Menderes'in
biyografisini yazan kitaplara bakılırsa, burada 40 kiloya kadar düştü!
Sonra.
Sonra, İzmir'deki
17. Kolordu Komutanlığı'nın emrine verildi.
Tesadüf! Bu
kolordunun komutanı eniştesi Filibeli Nihad (Anılmış)
Paşa'ydı!
Nihad Paşa, Ali
Adnan'ın halasının kızı Güzide'nin kocasıydı.
Torpilci Paşa Kendisini Savaştan Kurtaramaz;
İlginçtir: Ali
Adnan'ın gidemediği Suriye cephesine, 7 Kasım 1918'de Nihad Paşa 7. Ordu
komutanı olarak atanacaktı!
Menderes’in İtalyan Sevgisi;
Çakırbeyli
Çiftliği'nin doğusunda, Bataköy Köprüsü başındaki italyan Bersaglieri Çekista
Birliği Anadolu'yu terk etmek için son hazırlıklarını yapıyordu. Yirmi iki gün
önce Londra'da yapılan
antlaşmaya göre,
İtalyanlar Anadolu'dan çekiliyordu.
Birliğin komutanı
Kapitan A. Moro'nun konuklan vardı:
Ali Adnan
(Menderes) ve Edhem (Menderes)!
İki yakın
arkadaş, İtalyan askerlere veda ziyaretine gelmişti.
Ali Adnan,
Mondros Müterakesi sonrasında terhis edilince, yalan arkadaşı Edhem'le, Yahudi
mahallesi Kestelli'deki evlerinden ayrılıp birlikte Çakırbeyli Çiftliği'ne
yerleşti.
Ali Adnan
tropikaya, yani zehirli sıtmaya yakalandı. Durumu ağırlaşınca, ilaç ve doktor
bulmak için Edhem, İtalyan komutan Kapitan A. Moro'nun yanına gitti. İtalyan
komutanın emrinde doktor yoktu ama çiftliğe eczacı kalfasını gönderdi.
Ali Adnan'ın
durumu her geçen saat ağırlaşıyordu. İtalyan sağlık görevlisi önce kinin verdi.
Ama ateş düşmedi. Acilen Çine'deki İtalyan Enfermeriya Birliği'ne götürülmesini
tavsiye etti.
Bir katır arabası
bulundu; yatak serildi; Ali Adnan arabaya yatırılarak Çine'ye götürüldü.
Sıcak dayanılacak
gibi değildi. Sivrisinekler aman vermiyordu.
Çine'deki İtalyanlar
Ali Adnan'la yakından ilgilendiler. Emrine Kamaço adında bir İtalyan asker
verdiler. Hastalığın teşhisinden emin olmak için Antalya'daki karargâhtan
uzman bir doktor bile getirdiler. (Olan
hastalığa teşhis konulur. Menderes’te hastalık yok ki teşhis konulsun. Olay
gayet açıktır.”Çürük Raporu”. A.Yavuz)
İtalyan doktor
binbaşıydı. Ve hiç de umutlu konuşmadı. Ali Adnan'ın durumu ağırdı. Rodos'a
giderse belki kurtulabilirdi.
Şevket Süreyya
Aydemir Menderes'in Dramı adlı kitabında, "Fakat beklenmeyen bir şey olur. Bir yerlerden Binbaşı Adil
veya Akif Bey isminde bir Türk doktoru peyda olur. İşe el koyar" diye yazmaktadır.
(2000, s. 57)
Türk doktoru Ali
Adnan'ı alıp Çine'deki Nuri Efendi'nin hanına nakleder, iğneler,
gıdalar ve Türklerin arasında olmak Ali
Adnan'ı iyileştirir!
(Savaş bitince
hemen iyileşiyor. Sabetayistlerin tarikat üyelerini askere göndermemek için
aralarında para topladıklarını Soner yalçın önceki konularda yazmıştı. Adnan
Menderes Kırım göçmeni Yahudi Tatarı “Türk (!)” olduğu için İşgal güçleriyle
arası iyidir. O dönemde, Said-i Kürdi, Kürtlere “askerden kaçmalarını mümkünse
Yunanlılara esir düşmelerini emretmiştir. Yunanlılar esir Kürtleri eğitim,
doğudaki Kürt isyanlarına yolluyorlardı. Kırım Tatarları da, mandacıydılar, Anadolu’da bağımsız Tatar
Devleti düşlüyorlardı. Yunanlılar işgal ettikleri yerlerde Tatarları gece ve
kır bekçisi olarak görevlendiriyor, Kuvayı Milliye’cilerin, çetecilerin ihbar
edilmesinde onlardan yararlanıyorlardı”. Ege ve Marmara bölgesinde bu yaygın
olarak bilinen bir gerçektir. Çetelerin öldürdükleri Tatarlar hiç de az
değildir.
Adnan Menderes
aynı zamanda “İslam Kürdistanı peşinde koşan İngiliz- Vatikan ödüllü Said-i
Kürdi Deliüzzaman’ın Nakşibendi tarikatını “Kürtleştirmesiyle” oluşturduğu yeni
mason dinine girmiş bir Nurcudur. Orduya onun döneminde Nurcular doldurulur.
Amerikancı derin NATO- Gladyo örgütlenmesi hep bu Ermeni kökenli Kürtçü- Nurcu
subayların işidir. A.Yavuz )
Ali Adnan'ın
hayata dönüşünün "Yeşilçam senaryolarım" aratmayacak düzeyde yazıldığı
bir gerçek!
Soru: Ali
Adnan'ın yaşamöyküsünde neden hep "senaryoya" ihtiyaç duyuluyor?
Bu konuda örnek
çok: Ali Adnan'ın yaşamöyküsünü kaleme alan bir avuç yazar, Ulusal Kurtuluş
Savaşı günlerinde Ali Adnan ve Edhem'in "Ay-yıldız Çetesi"ni
kurduğunu yazmaktadır.
Ege'deki Millî
Mücadele dönemini yazan, gazeteci Haydar Rüşdü Öktem'den komutan Rahmi Apak'a,
Çerkez Edhem'den, "Galib Hoca" Celal Bayar'a, komutan Ali
Çetinkaya'dan Vali İbrahim Edhem Akıncı'ya, Kâzım Özalp Paşa'dan Hacim Muhiddin
Çarıklı'ya kadar, dönemi kaleme alanlar anılarında ne Ali Adnan'dan ne de
"Ay-Yıldız Çetesi"nden bahsediyorlar!
"Ay-Yıldız
Çetesi"ni bilen sadece iki kişidir. Ali Adnan ve Edhem! Bir kişi daha var:
çiftliğin kâhyası Mehmed!
Geçelim...
Ali Adnan, daha
İzmir işgal edilmeden önce, 23 Kasım 1918'de kurulan "Müdafaai Hukuki
Osmaniye Cemiyeti"ne katılmamıştı.
Halbuki dayısı
Hacı Ali Paşazade Refik bu toplantılara önce katılmış sonra vazgeçmişti.
Keza işgalden
hemen sonra kurulan "Reddi İlhak Heyeti Milliyesi" üyeleri
arasında da Ali Adnan adı yoktu.
Yörük Ali Efe,
Hüseyin Efe, Kara Durmuş Efe, Kozaklı Mehmed Efe, Mesutlulu Mestan Efe,
Dokuzuncu Hasan Hüseyin Efe, Cafer Efe, Sancaktar'ın Ali Efe gibi Çakırbeyli
Çiftliği'nin bulunduğu bölgede direniş komiteleri kuran milislerin adlan tek
tek yazılıyor ama nedense "Ay-Yıldız
Çetesi"nden kimse bahsetmiyor!
Yine o bölgede
mücadele veren Albay Salaheddin Bey, Binbaşı Saib Bey, Binbaşı Hacı Şükrü,
Yüzbaşı Ahmed, Teğmen Zekâi, Teğmen Şerafeddin, Teğmen Mahmud, Yedek Teğmen
Necmi, Bakırköylü
Teğmen Kadri,
Kütahyalı Receb Çavuş gibi askerlerin adlan yazılıyor ama, yedek subay Ali Adnan'ın hiç adı geçmiyor!
"Ay-Yıldız
Çetesi"nin görev alanı herhalde Çakırbeyli Çiftliği'yle sınırlıydı...
Adnan Menderes Gene Hastalık Dümeniyle Kurtuluş Savaşından
Kaçıyor!
Peki Ali Adnan
Millî Mücadele'ye katılmamış mıydı ?
Katıldı. Hatta
İstiklal Madalyası aldı. Peki ama ne zaman?
Sakarya'da zafer
kazanılıp, Yunan ordusunun ilerleyişi durdurulunca, Mustafa Kemal Büyük
Taarruz'un çalışmalarına başladı ve seferberlik ilan edildi. Subay, er, silah,
yiyecek, içecek miktarını artırmak için kollar sıvandı.
Ankara bu konuda
çok kararlıydı; aksi davranışta bulunanların cezasını İstiklal Mahkemeleri
verecekti!
Ve Ankara'nın
kararlılığı sayesinde Sakarya Savaşı'nda 6 629 olan subay sayısı 8 659'a çıktı.
Er sayısı ise 133 079'dan, 199 283'e fırladı!
Askere
gitmeyenlere ağır cezalarının verileceğinin duyulması asker sayısının artmasına
neden olmuştu. Ankara Hükümeti Osman Bey adında bir topçu yarbayı Söke'ye
gönderdi.
Yarbay Osman,
bölgedeki yedek subayları göreve çağırdı.
İşte bu davete
Ali Adnan ve Edhem de riayet etti.
Ali Adnan,
Yenipazar ile Baltaköy arasındaki Dalama'ya "Süvari Müzaheret
Bölüğü"ne gönderildi. Daha sonra Koçarlı inzibat komutanı Binbaşı Besim
Bey'in emrine atandı.
Evet, orduya yeni
katılan 2 030 subaydan biri de Ali Adnan'dı...
Ali Adnan'ın
başından beri Millî Mücadele'ye katıldığını ispat etmek isteyenler hep Ali
İhsan (Sabis) Paşa'nm 1951'de yayımladığı beş ciltlik Harp Hatıralarım adlı
çalışmasına atıfta bulunuyor.
Kitabın
yayımlandığı tarihe dikkatinizi çekerim: 1951, yani Ali Adnan başbakan; Ali
İhsan Sabis Paşa DP Afyon milletvekili!
Ali İhsan Sabis
Paşa aynca inanılmaz bir İsmet İnönü düşmanıdır;
ona karşı
"ulusal bir kahraman" yaratmayı amaçlamaktadır!
Peki Ali İhsan
Sabis Paşa anılannda ne yazmıştı?
Anlattığı, Malta
sürgünü dönüşü Koçarlı'da gördüğü yedek subay Ali Adnan'ın ne kadar zeki ve
enerji dolu olduğu.
Hepsi bu.
Adnan Menderes'in
hayatını "hamaset destanı" haline getirenler, bu anılardan yola
çıkarak onu, elinde silahı, düşmana karşı cepheden cepheye koşmuş bir
"millî kahraman" yapıvermişler!
Ayıp...
Ali İhsan Sabis
Paşa, sürgünde bulunduğu Malta'dan ne zaman yurda dönmüştü: 27 Eylül 1921.
Biz de aynı
konunun altım çiziyoruz:
Ali Adnan Millî
Mücadele'ye başlangıcından iki yıl sonra, yani İtalyanların bölgeden ayrılmasının
ardından katıldı.
Bu tespit, Ali
Adnan'ın ne kişisel, ne de siyasal yaşamını küçük düşürmez. İsmet (İnönü) Paşa,
Fevzi (Çakmak) Paşa da Ankara'ya gelmekte tereddüt geçirmişlerdir. Hatta
Mustafa Kemal bile İstanbul'daki
girişimlerinden
sonuç alamayınca son çare olarak Anadolu'ya çıkmıştır. Ama bu ne Mustafa
Kemal'i, ne de onun onurlu mücadelesini ufaltır.
İki Büyük Savaşta Askerden Kaçan Adnan Menderes,
Başkalarının Çocuklarını Kore’ye Göndermek veya “Vatansever Solcuları” İçeri
Tıkmak İçin “ANINDA” Karar Veriyor;
DP hükümeti, 15
general ve 150 albayı tasfiye ettiği tam da o günlerde -hem de TBMM'ye bile
sorma ihtiyacı hissetmeden Kore'ye asker gönderme kararı aldı!..
Soğuk Savaş
döneminde, yerini "Batı Bloku" olarak belirleyen Türkiye, NATO'ya
girebilmek için topraklarından binlerce kilometre uzaklıktaki bir savaşa Mehmetçik'i
gönderdi. DP çevreleri, "Milleti harbe sokmamakla erkekliğini
öldürdüler" diye propaganda yaptı. Üniversite öğrencilerinin en büyük
örgütü Millî Türk Talebe Birliği Başkanı (geleceğin büyük işadamı) Can Kıraç,
hükümetin aldığı karardan dolayı şükran bildirisi yayınladı.
Karşı çıkan Doç.
Bellice Boran başkanlığındaki Türk Barışseverler Cemiyeti üyeleri ise
tutuklanıp cezaevine kondu!..8
8. Behice Boran'ın komünist olduğu her halinden belliydi;
saçları kızıldı ve üstelik öğrencilerinin sınav kâğıtlarını kırmızı kalemle
tashih ediyordu! inanın bunlar şaka değil, gerçek.
Ve ne yazık ki Türkiye daha ileri yıllarda,
"Kızılcıklar oldu mu, selelere doldu mu" türküsünün bile komünizm
propagandası yapılıyor diye radyoda söylenmesini yasaklayacaktı.
Ortada tehlike
olunca “çıtkırıldım, yataklara düşen ölümcül hasta olan” Adnan Menderes, iş
başbakanlık olunca hastalık nedir bilmiyor, başkaları hakkında “savaş, ölüm ve
sürgün kararlarını” anında uyguluyordu.
Verdiği kararla
binlerce vatan evladı Kore’de varlığından haberdar olmadığı silahların, Napalm
bombalarının ateşinde gerçekten kızararak öldürülmüşlerdi. Ya Kıbrıs
macerasında Yunanlıların bombaları, evlere doldurarak yakmalarıyla
öldürülenler?
9. 2002 yılında Güney Kore'de Türk Şehitleri Mezarlığı'nı
ziyaret ettim. Anıtmezarlıkta beni en çok duygulandıran, meçhul asker sayısının
fazlalığı oldu. Mehmetçik binlerce kilometre uzaklıkta öyle bir savaşa
gönderilmişti ki, cesedi tanınmayacak hale gelmişti!
Ve sanıyorum Kore Savaşı'nda şehit düşenlerin duygularını
Nâzım Hikmet yazdı: "Benim gözlerimin ikisi de yok / Benim ellerimin ikisi
de yok / Benim bacaklarımın ikisi de yok / Ben yokum / Beni, üniversiteli yedek
subayı, Kore'de harcadınız, Adnan Bey / Elleriniz itti beni ölüme / vıcık vıcık
terli, tombul elleriniz / Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan / ve ben kan
içinde ölürken çığlığımı duymamanız için / kaçırdı sizi bacaklarınız '
arabanıza bindirip..."
Aslında sanık
sayısı 187'ydi. Ancak 20 kişi "pişmanlık yasası"ndan yararlanarak
itirafçı oldu. Bu nedenle bu dava 167 kişi olarak bilinmektedir. İşkenceli
sorgular sonucu" okul öğretmeni Hasan Basri Alp öldürüldü. Haberi alan
öğretmen eşi denize atlayarak intihara teşebbüs etti. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü son sınıf öğrencisi Kemalettin Özerdem aklını
kaybetti; aynı fakülteden Şafak Yurdanur, işkencelere dayanamayarak iki kez
kendini öldürmek istedi. Ressam Nuri iyem sinir krizleri geçirdi. Ama Türkiye NATO’ya
girmişti...
Bu yazıdan 22 gün sonra Malatya Erhaç'tan kalkan bir keşif uçağımız Kandil yerine Suriye Hatay üzerinde sınır ihlali yapar Lazkiye Limanındaki Rus donanmasının resimlerini çeker endişesiyle Suriye tarafından Akdeniz'e düşürüldü. Savaş tamtamlarını cumhuriyet döneminde asker kaçağı sivil başbakanlar vermiştir tespitim bir kez daha onaylandı. Vatandaş karikatürü güzel çizmiş ben de konuşturdum. Konuşma metinlerine itiraz edenler sayfaların altında "En Çok Okunanlar" listesinden istedikleri yazıyı seçip gerçekleri öğrenebilirler.
Küresel emperyalist Yahudi şatanist sermaye İncil ve Tevrat'ın Kıyamette Çıkacak Olan Deccal ayetleri gereğince Türk ve Müslüman soylarını kurutmak ve yeryüzünü Yahudilere teslim etmek için bu savaşı çıkarmaktadırlar! İlgili yazılarım; http://keykubat.blogcu.com/g-w-bush-t-erdogan-ve-yecuc-mecuc-1_19394861.html