"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

Recep Tayyip Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Recep Tayyip Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ağustos 2015 Cuma

MUSA'NIN FİRAVUNUNDAN TÜRKİYENİN FİRAVUNUNA


07.6.2015 genel seçimlerinin  ardından yürütülen hükumet kurma çalışmaları iktidar ve muhalefet partilerinin ortak çabalarıyla sonuçsuz kaldı.
Hükumet kurma görevinin sona ereceği son 10 günlük süreye kadar CHP-AKP görüşmeleri, hepimizi ekran başına klilitledi.

Ha kuruldu ha kurulacak haberleri beklemekten helak olduk. Sonunda AKP’nin, ya da Beştepe’deki, zatın “AKP’nin tek parti hükumeti dışında hükumet istemediği” tespitine bağlanan zorlamaları sonucu hükumetin kurulamadığı da sık yapılan tartışmaların konularından başlıca olanıydı. Bu tespitin doğruluğu da koalisyonun kurulamamasıyla doğrulanmış oldu.
Görüşmelerin kısırlıkla sonuçlanmasının ardından CHP’nin yağtığı açıklama da oldukça düşündürücüdür.

“AKP, bize sürekli koalisyon kurmak için değil, süreli seçim hükumeti kurma teklifi ile geldi” açıklaması CHP’nin, bir ay boyunca görüşmeleri ne için sürdürdüğünü sordurmaktadır. Arkadaş, sekiz saat süren görüşmelerde AKP’nin bu niyetini anladıysanız görüşmeleri neden sürdürdünüz?
Yok , bu öneri son görüşmede dile getirildiyse, 35-40 saati geçen görüşmelerde bu niyetiğni anlayamadınız mı?

Sonucunda, 45 günlük sürenin görüşen tarafların bilinçli olarak bir plan dahilinde halkın umutlarını boşa çıkarttıkları apaçık ortadadır.

Deniz Baykal’dan Kemal Kılıçdaroğlu’na CHP’nin bir yandan oldukça sert muhalefet yaparken diğer yandan AKP’nin projelerine sürekli destek vermesi, geçen seçimlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun oylamalar sürerken oy kullanamadığının görsel basında yayınlanması, Libya konusunda hükumete tam destek vermesi, partiden bütün Ulusalcıları tasfiye edip ABD’nin Sorosçu sivil toplum örgüğtleriyle bağları olanları, C.I.A’nın memuru olduğu deşifre olanları, kurucumuz Mustrafa Kemal Atatürk’e “Kefere” diyen bir Rum’u partinin yönetimine taşıması, 2015 Haziran seçimlerine bir yıl kala terör örgütünün partisine yaklaşması CHP’nin Atatürk’ün partisi olmaktan uzaklaştığının açık delilleriydi.

CHP, AKP’nin diktatörce idaresin e tepki gösteren halkın kendisine bir umut olarak sarılmasını değerlendirip iktidara oynayacağına, AKP-PKK-HDP koalisyonuna oynamasını “Ben iktidar olmak istemiyorum” demek değilse nedir?

Ya MHP ne yaptı?

Haziran seçimlerinden önce HDP yanlısı bir kadını milletvekili adayı yaptı. Bunu yaparak Ülkücüleri kızdırdı. Oyların AKP ve diğer partilere gitmesini sağladı. Gregoryen Ermeniliği İslami tarikat olarak gösteren Fethullah GÜLEN’in bekarlık çeken papazı olduğu, Amerikancı M.İ.T mensubu olduğu sıklıkla ileri sürülen Devlet Bahçeli de sözde AKP-CEMAAT kavgasında hem hocası F.Gülen’in mağduriyetini öne sürerek hükumete muhaalefet yaparken diğer yandan her sıkıştığında AKP’ye destek olduğundan adı “İSTEPNE”ye çıkmış Bahçeli MHP’si, “oyum boşa gitmesin” diuerek çaresiziliktren oy verenlere rağmen HDP ile aynı sayıda milletvekili çıkarması bile bence başarıydı.

Seçim meydanlarında defalarca “Bir kez hükumet olma şansını verin” demesine rağmen asla hükumet olmak için bir şey yapmayan MHP, CHP gibi hükumete karşı “sınırısız eleştiri yapan ama sınırsız da destek veren parti” olarak cumhuriyet tarihimize geçmiştir.

HDP’nin tutumu ise açıktır. O daima, PKK’nın sözcüsü, pazarlık yürüten kravatlı ekibi olmuştur.
Ancak nasılsa solculuğu tutup, Haziran seçimlerinden önce Recep Tayyip Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” sözüne sadık kalarak muhalefet etmesi ve AKP’den Kürt oylarını çekmesiyle ülkemizin R.T.Erdoğan diktatörlüğüne dönüştürülmesine engel olduğu için bir teşekkürü hak etmiştir. Buna diğer muhalefet partileri dehak kazanmışlardır.

Ancak temsilcisi oldukları malum terörö örgütünün, haziran seçimleri ardından yaşanan “hükumet bunalımını” fırsat bilerek, sınırları Hatay’a dayanan Kürt Koridorunu yaşama geçirme çabası ise iğrençtir ve bu çabaları kendilerine değil, gözden düşmüş AKP ve sahibi R.T.Erdoğan’a pirim kazandırmıştır.

On üç yıldır “Kürt sorunu benim sorunumdur, açılım siyasetlerinden çözüm süreçlerine kadar daima “Kürtçülüğe oynayan “AKP’yi “Türkçü” göstermeye hizmet etmiştir.

Genelkurmay başkanlığının da ısrarlarının olup olmadığını bilmediğim “Kürt Koridoruna müdahale kararı” ile Suruç patlamasını AKP’nin isteğiyle IŞİD’in yaptığına dair IŞİD militanı bir canlı bombanın cesedine dayanarak asker polis vurmaya, askeri, emniyet binalarına saldırmaya başlaması, yılların PKK ortakçısı, Kürtçülerin babası R.T.Erdoğan va  partisi AKP’yi “Türkçü” göstermekten başka işe yaramamıştır.

Her gün bir ile sekiz arasında değişen görev şehitlerinin, örgüt kamplarına yapılan hava saldırılarıyla ölenlerin canlarını vermemeleri, ailelerinin yüreklerinin dağlanması ise sadece AKP-R.T.E’ye hizmetten başka bir şey değildir.

Bence bu tiyatro, geçen 13 yılda yıpranan AKP ve R.T.Erdoğan iktidarını, muhalefetin de hükumet olmama gayretleri yüzünden “alternatifsiz” gösterip iktidarda kalmasını sağlamaya, Kurtuluş savaşı mücadelesinin başladığı 19 Mayıs 1919’un 100. yıldönümünde yani 2019’a kadar “Özerk Kürdistan’ı ilan ettirmek, Türkiye Cumhuriyetinin ilanının 100. yıldönümü olan 2023’te de “Sekiz eyalete bölünmüş federe yeni Türkiye” haritasını yaşama geçirme tiyatrosunun oynanan setlerininden sadece birisidir.

Bu tiyatro bazen AKPKK+HDP koalisyonu bazen de çatgışması ile sürecektir.
Zaten 26 Ağustos 2015’te erken genel seçime karar veren cumhurbaşkanının tekrar hükumeti kurma görevini kendi partisine vermesiyle, durumu protesto eder görünerek kurulacak seçim hükumetine bakan vermeyeceklerini açıklamalrının ardından, AKP genel başkanı Ahmet Davutoğlu,  bir yandan “terörist” ilan ettiği, il ve ilçe başkanlarını tutukjlayıp ceza evine attığı, terör örgütünün TBMM temsilcisi HDP ile koalisyon kurmaktan başka çaresinin kalmadığını açıklaması, HDP’nin kurulacak hükumete “şartsız katılacağını ilan etmesi” oynanan tiyatroyu gözler önüne sermektedir.

Bir yandan 2008’de ABD’ye giderek aldığın talimatlarla ABD karşıtı genelkurmay subaylarını mesnetsi olarak tutuklayıp, onlara özel bir Silivri yargı ve hapishaen kuracaksın, bu davanbın da “sevcısıyım” diyeceksin, sonra dönüp “kandırıldım” diyeceksin.

Bir yandan cumhurbaşkanlığı ve iç işleri bakanlığı makamlarından bu devletin anaysasını tanımadığını ilan edeceksin, devlet kurumlarından Atatürk adını,T.C. simgelerini, okullarda okutulan “andımız” marşını kaldıracaksın, bayrağı yeşile boyayacaksın, emperyalist ülkelerden aldıkları mali ve askeri desteklerle cumhuriyete ve özgürlüğe karşı savaş açmış vatan hainleri olan dünün Kürt ve Ermeni isyancıları Şeyh Saitleri, Seyit Rızaları aklayıp heykellerini diktireceksin bir yandan da kendi resmini Atatürk’ün yanına asıp, on üç yıldır yürütttüğün Kürtçülük siyasetlerinin tersine “Türkçü siyasete” döneceksin.

Bir yandan 13 yıldır birlikte çalıştığın, ergenekon yargılamalrında “gizli tanık yaptığın”, 13 yıldır Irak ordusundan ve Irak işgalinde ABD’nin bıraktığı silahlarla, artı olarak da IŞİD’in ele geçirdiği Esad rejiminin silahlarıyla silahlandırılmasına göz yuımduğun terör örgütüne “terörist” deyip saldıracaksın, her gün gelen şehit cenazelerinde kardeşlerini, evlatlarını, eşlerini kaybedenlerin yürek acılarıyla sözyledikleri sözleri “hainlik, teröristlik, Alevilik, devlet düşmanlıığı” olarak yorumlayıp haklarına davalar açacaksın, bir yandan da terör örgütünün siyasi parti,siyle hükumet kuracaksın, üç tane de de bakanlık önereceksin.

Evladını, eşini, kardeşini senin ve partinin ihanet dolu siyasetlerinin sonucu olarka kaybettiğine inanmış ama yine de “vatan hizmeti” deyip orduya evladını vermiş insanların yürek yaralarının tesiriyle söyledikleri sözler yüzünden bu şehitlerin cenzae namazlarını kıldırmayacaksın, yakınlarını da işten atma, mahkemelerde süründürme, hapislere etmekle korkutma gibi adiliklere baş vuracaksın.

Enerji bakanın Taner Yıldız, “Sandıktan başkan çıkarsaydınız bunlar olmayacaktı” ve “bize oy vermeyenleri elektrik kesintileri ile ikna edeceğiz” ifadelerini de aynen uygulamaya koyacaksınız. Kars’tan, Ardahan’dan, Artvin’den İstanbul’a kadar bu elektrik keisntilerini de uygulamaya sokacaksın.

Kusura bakmayaın ama bu yaptıklarınızla siz devlet adamı değil,  millete musallat olmuş, kendisine pas vermeyen kadına aşık olmuş magandaların “ya benimsin ya toprağın” deyip masum genç kız ve kadınları öldüren zihniyetin siyasete yansımış halisiniz.

Siz;
-“Ey millet, ya bana oy verir, iktidar edersiniz ya da sizi her türlü musibete gark ederim.”
-“Ey devlet ya benimsin ya da toprağın” diyen bir siyasi magandasınız.

Haliniz c iddi psikolojik tedavi gerektiren bir ruh bozukluğu hlidir, ya tedavi olursunuz, bir kenara çekilir torunlarınızı seversiniz ya da bu kendinizi, askerlikten kaçırmak için onca çabalayıp devletin kaynaklarını üstlerine transfer ettiğiniz çocuklarınızı, torunlarınızı de sonsuza dek bu millete lanetletirsiniz. Millete çektireceğiniz her acı size fazlasıyla bu m illetin içinden de dışından da size dönecektir. Bu yazgıyı siz kendiniz yaptıklarınızla, sözlerinizle yazdınız.
Bundan sonra da hep birlikte bunu tecrübe edeceğiz.

Tervrat’ta Mısır firavununu “inatçı, asi yapan, bu yüzden de onu helak eden Tevrat tanrısı Yahweh” bu defa firavunun kaderini size yazmış görünmektedir.

Firavunun cesedi asırlar sonra Kızıldenizde bulundu, bakalım sizin cesediniz hangi denizde bulunacak?
Bunu tarih gösterecektir.

Bu milletin sessizliği onların korkak, ürkek, tırsıklar topluluğu olduğunu size düşürmesin. Tarih, asırlarca bastırılmış, sindirilmiş milletlerin özgürlik destanlarıyla doludur.

“Yahudi kölelerim ya benim ya da toprağındır” dercesine özgürlüklerini vermeyen, onlar işkenceler eden, sonunda Kızıldenizde boğulan Mısır firavununun günümüzdeki uyarlaması olmak veya olmamak da sizin kendi tercihinizdir.

Halk, emperyalist küresel sermayenin memurluğunu yapan iktidar ve muhalefet partilerinin oynadıkları “senaryosu dışarıda yazılmış, ama ülkemizde oynatılan kayıkçı kavgasına dayalı “iktidar-muhalefet çekişmesi tiyatrosunu” yememektedir.

Türk milleti, geçen yüz yılın firavunları olan Stalinleri, Muhammet El Vehhabileri, Ayetullah Humeynileri, Saddam Hüseyinleri, Hafız Esadları, Muammer Kaddafileri, İdi Aminleri, Bocassa’ların uyarlaması olan Recep Tayyip Erdoğan’ın firavunluğunu görmek istememektedir.
Bu çağ dışı ilkellikleri yaşamak istemeyen bu millete yapacağınız her türlü dayatma büyüyen bir tepkiyle size geri dönecektir.

Zaman en iyi şahittir.

Kendi siyasi iktidar hırslarınız uğruna bu milletin 20-25 yılda binbir güçlükle yetiştirdikleri evlatlarına kıymayın efendiler, izin verin de onlar da küçük mutluluklarını yaşayabilsinler.
Takdir okuyanlarındır.


28 Eylül 2014 Pazar

TEK ÇARE HÜKUMETTEN KURTULMAKTIR!


Bu yazıyı yazmama neden olan, hükümetin “çözüm süreci” bahanesiyle, askerin, polisin ellerini, kollarını bağlayarak, her gün evine giderken kurulan pusularda “kavga gösterilerek”, asayiş görevine giderken, araçlarla çarpmak suretiyle ya da roket atışlarıyla devrilip yakıldıklarında “trafik kazası”, sınır boylarında yapılan saldırıları “kaçakçılık vakası” gibi göstererek, vatan evlatlarının akan kanlarını yerde bırakan, ihanetle eş değer tutumlarına olan tepkime bu gün terör örgütünün yayın organlarında verilen haberlerde, “masum, mağdur sığınmacılar” olarak gösterilenlerin, resmen, hudutlardaki tel örgülerin üzerlerine çıkarak devirmeleri, asker ve polisleri taşa tutmaları, toplu olarak etraflarını sararak resmen dövmelerini, ardında meşhur “V” (Viktor=Zafer) işareti yapmalarını görmem de üstüne tüy dikmiştir.
Sözde "sığınmacı" sınır tellerini yıkan Yezidi şerefsizler.

Bunlar mağdur sığınmacılar değil, resmen apaçık işgalcilerdir. Dünyanın neresinde bir sığınmacının, sığındığı ülkenin sınırındaki tel örgüleri yıktığı, güvenliği sağlayan asker ve polisine saldırdığı, taşa tuttuğu ardında da dört dörtlük barınaklar, iş olanakları, aylıklar verilerek kabul edildiği görülmüştür?
Bunlar sığınmacı değil, işgalcilerdir. Yapılan, sığınma değil, işgal ve saldırıdır. Onlara verilen yardım, iane değil resmen haraçtır.

Peki, bu durumu devletin idaresini sağlayan hükümet doğru olarak değerlendirememekte midir?

Hayır, her şeyi çok iyi değerlendirmektedir ve kendisi de onların bu zulümlerinin de ortağıdır.

Nasıl mı?

03 Kasım 2002 genel seçimleriyle hükümete haciz koyan AKPKK koalisyonu, ülkeyi sıfır terör ile teslim aldı.
Geçen on üç yıl boyunca Recep Tayyip Erdoğan her türlü azınlığı kışkırtan açıklamalarıyla ülkeyi terör cehennemine çevirdi.

Bunlar neydi?

Kürt açılımı, Arap açılım, Ermeni açılımı, Çerkez açılımı, Laz açılımı....

Neler demişti?
-Kürt sorunu benim sorunumdur.
-Sen Türk’üm dersen onlar da Kürt’üm der!
-Diyarbakır bir cazibe merkezi olmalıdır!
-Türkiye’de “36” azınlık grubu vardır, devlet 36 parçaya ayrılmalıdır!
-Köpeğe Arap adı koydular .Türkçe’de Arap’ın  “siyah/kara” anlamına geldiğini bilmezmişçesine yaptığı büyük bir terbiyesizlikti. Oysa 1200 yıldır Türklere “Türk’üm” demenin kötü bir şey olduğu söylendiğinden Türkler “Türk’üm” diyemiyordu.

Bütün “Türkçü” akımlar, Ziya Gökalp gibi Kürt, İsmet İnönü gibi Yezidi/Zerdüşt Ermeni, Alpaslan Türkeş gibi Gregoryen Ermeni, Ahmet Cevdet paşa gibi Sabetaycı Yahudi, Sokollu Mehmet paşa gibi Sırplarca başlatılmıştı. MHP’nin başındaki Devlet Bahçeli’nin de namaz kılan, 1915’te tehcirden yırtmak için Sünni İslam’a geçmiş Gregoryen Ermeni olduğu tartışılmazdır. Fethullah Gülen de tam bir Gregoryen rahibidir.

Peki Recep Tayyip Erdoğan kimdir?
Her ne kadar Yahudi olduğu yazılıp çizilse de, 2003 yılında Gürcistan’ın İsveç’te Avrupa Parlamentosuna sunduğu “2003 Gürcistan Azınlık Raporunda”, 1915 yılında, Enver paşanın yaptığı Ermeni tehcirinden kaçan ve Batum’a yerleştirilen 67.000  Süryani isyancılara soyunun gittiği açıktır.
Çünkü, Batum’a bağlı “Bagata” kasabasının adının Türkçe karşılığının “Asi/İsyancı” olduğu bilinmektedir. Ermenilerle birlikte isyana katılan Süryani isyancıların köyü olmadığını kimse söyleyemez.
Bu yazımı yayınlar yayınlamaz 2010 referandumuna bir ay kala “adilyargic.blogspot.com” daki blogumu sildirmesi de bu yazının onda yarattığı korkudan kaynaklanmıştır.
Süryaniler kimdir?
Kur’an Sebe suresinde, Allah’ın kendilerine verdiği iyi şeyleri kötüleriyle değiştirmek istedikleri için Yahudiler gibi  lanetlenen Sebe/Arami kavmidir. Bunlara “Sabiler de denilir.
Bu Sabilerin Hrisriyan olanlarına da Süryani denilir. İncillerinin adı Pşitto’dur. Irak Sabilerinin İncil’i de Cin Ze di Rabba’dır. Bu kitaplara inananlar arasında Ermeniler, Yezidi Kürtler, Araplar da vardır. Kitapları Pşitto olan Urfa-Mardin Süryanileri soylarını Büyük İskender’den beri Grek/Yunan milletine dayarlar. Kiliselerinde Yunan dilinde dini eğitim verilir.

Elmalılı Hamdi Yazır, Sabilerin anlatıldığı Hac Suresi 17. ve 18. ayetlerin tefsirinde, Sabiler ile Süryanilerin, Sünni Müslüman’dan ayırt edilmesinin olanaksız olduğunu, yazar.
Çünkü, Recep, Şaban, Ramazan gibi üç ayların kutsallığı, Ramazan ayında “30 gün” oruç tutulması, günde yedi vakit namaz kılmaları, Kâbe’yi kutsal bilmeleri, umre, hac, fitre, zekat gibi ibadetleri olduğunu, adlarının da Müslümanlar ile aynı olduğunu yazar.
Müslümandan tek farkları, Kur’an’ı kitap, Muhammet’i peygamber saymamalarıdır.
Hatta, kendi kitaplarında bile, İslam’ı öğrenmek için peygamber Muhammet’i sarayına çağıran Bizans imparatoru Herakles’e yazdıkları “İhbar mektubunda”, Muhammet’in peygamber değil, dini kolaylaştıran “Şeytan Bizbat” olduğunu yazdıklarını kiliselerinin İnternet sitelerinde bile dile getirmektedirler.

Bu olayın 750’lerde Bağdat halifesince öğrenilmesi üzerine, rahipleri kitaplarıyla Bağdat’a çağrılmış, olayın gerçek olduğu öğrenilince rahipler öldürülmüş,kitapları yakılmış, Süryaniler ve Sabilere soykırım yapılmıştır.
Sabi ve Süryaniler o zamana kadar kendilerini “şeytana tapındıkları gerekçesiyle” soykırıma tabi tutan Hristiyan Bizans ve Roma kiliseleriyle işbirliğine geçmişler, geçen 1250 yıl boyunca ihanetlerini sürdürmüşlerdir.

Kürtleri ve Ermenileri de Türklere karşı isyana kışkırtan da bunlardır. Bu kışkırtmayı, onların İncillerine inanan Gürcistan ve Rus çarlığı ortaklığıyla yürütmüşlerdir.
1516’da Yavuz Sultan Selim’e karşı Yezidi Kürtleri, Süryani Ermenileri kışkırtmışlar, huzursuzluğu körüklemişlerdir.
Osmanlı’nın duraklama devrinde 1650’lerde, Gürcistan- Yezidi Kürtler-Süryani/Sabi Rum koalisyonunun Osmanlı’ya isyan çıkarttıklarını, Yezidi Kürtler ile Gürcülerin karşılıklı bir birlerinden köleler edindiklerini, kız alıp verdiklerini, Evliya Çelebi, “Abdal Han İsyanı olarak meşhur Seyahatnamesinde etraflıca anlatmaktadır. Abdal Han isyanında Yezidi Kürtler ile Gürcülerin karşılıklı yardımlaştıklarını, buna günümüz Tunceli Çemişkezek Süryani Rumlarının destek verdiklerini de Evliya Çelebi önemle belirtmiştir.

Recep Tayyip Erdoğan’ın da 2003’ten 2008’e kadar kendisi gibi C.İ.A tarafından Gürcistan Devlet başkanı yapılan Saakaşvili ile koalisyonda olduğunu, 2008 Gürcü-Rus savaşına neden olduğunu, TSK’nın katılmaması yüzünden bu savaşa girmemizin engellendiğini bilmeyeniniz var mı?
1987’de Ermeni terör örgütü ASALA’nın kurucusunun Fransız istihbaratınca Atina’da makineli tüfekle pavyon çıkışında taranarak öldürülmesinin ardından PKK’nın onun yerini aldığını hatırlayalım.
PKK-Ermeni/Süryani/Yahudi koalisyonudur.
ASALA’nın da PKK’nın da kurucularının adlarının ikisinin de adlarının “Agop” olması, PKK’nın kurucusunun Abdullah olan adının “kısaltılmışı” gibi görünen “APO” lakabının aslında mitolojik Ermeni tanrılarından “Mecüc/cüce şeytan’ın” adı olduğunu, Yezidi Kürt ve Süryani Ermenilerce, “Tanrı” sayıldığından Urfa’daki doğduğu evinin bahçesinden Yezidi Kürt ve Ermenilerin toprak alıp yediklerine baktığımızda “Kürt Bağımsızlık Hareketinin” aslında “Ermeni/Süryani ve Yahudi Hareketi” olduğu apaçıktır.

Düzce AKP milletvekili Fevai ASLAN denilen putperestin geçen yıl Recep Tayyip Erdoğan’ın da “Allah’ın sıfatlarının çoğuna sahip olduğunu” belirten konuşmasından önce defalarca Erdoğan’ın çağımızın meshi, peygamberi olduğuna dair açıklamaların yapılması, bunların “ölen tanrı kültüne” dayalı Gregoryen Ermeni ve Süryani Hristiyanlığı ile Yezidi Kürt, Zerdüştlük gibi putperest dinlere inananlar olduklarını ispat etmektedir.

Tayyip Erdoğan’ın açıkça Müslümanlara değil, “Müslüman ve Türk görünen”, kendilerini bu kimliklerde asırlardır gizleyen, Ermeni, Süryani, putperestlik dini Sabiliğe dönmüş ve İncil okuduklarını söyleyerek Papalıkça Hristiyanlıkları onaylanmış, Yakubi, Şemsi Yahudiler ve Zerdüştlerin oylarını almaya oynamaktadır.

22 Haçlı devletinin ordularının sınırlarımızda “14” yıldır operasyonlar yaparak gerçek Müslümanlar ile Türkleri soykırıma uğratmaları, son C.İ.A ve Recep Tayyip Erdoğan ürünü, Müslüman kimliğinde gizlenen, Lübnan, Ürdün gibi Ermeni ve Süryanilerin yoğun olduğu ülke vatandaşlarından, bunların Amerika ve Avrupa devletlerinde yaşayanları ile, bu devletlerin ve bizim özel harekat polislerinden “paralı lejyoner ordusu” olarak kurulmuş, putperest Yahudi, Süryani, Ermeni IŞİD örgütünün soykırıma uğrattığı gerçek Sünni Müslümanlar, Şii Türkmenler ve Arapların sığınmalarına izin verilmemesinin, sıranın Yezidi Kürtlere, Süryani ve Yahudilere geldiğinde sınır kapılarının ve yardımların sonuna kadar kolaylaştırılmasının arkasında bu gerçekler yatmaktadır.

“Çözüm süreci” bahanesiyle, elleri kolları bağlanmış ordunun ve polis teşkilatının her gün PKK’nın Ermeni Sınaypırlarınca  (Gizli yerden ateş eden) uzun namlulu tüfeklerle keklik gibi avlanmalarının, yardıma giden polis araçlarının bu örgüt militanlarınca atılan roket ve bombalarla tahrip edilip, içindeki vatan evlatlarının diri diri 3,500 derecede yakılmasını “trafik kazası” olarak gösterilmesinin arkasında da AKPKK koalisyon ihaneti vardır.

Böyle bir hükümete, vatandaş olarak “çözüm önerileri” sunmak, asker ve polis olan vatan evlatlarının “nasıl katledileceklerini önermekle eş anlamlıdır.

Bu yüzden bu, sinsi, kendini gizleyen, “dindar ve kindar” olduğunu resmen ilan eden, devleti “Dar-ül Harp=Savaş alanı” ilan edip yağmalayan, batılı işbirlikçilerine ve saydığım işbirlikçi soydaşlarına peşkeş çeken bir hükümetten bir beklentimiz yoktur.
Tek çözüm bu işbirlikçi, sahte Müslüman, “dindar ve kindar” hükümetten kurtulmaktır.
Bunlar;
-Peygamber Muhammet’in sağlığından itibaren, “böyle olmazsa senden ayrılırız” tehdidiyle dine putperestlik geleneklerini sokanlardır.

-Peygamberin ölümünden sonra dini, diyaneti bozanlardır.

-Roma-Bizans’ın sadık işbirlikçileri, kripto Rumlardır.

-1774 Küçük Kaynarca anlaşmasıyla Rusların “gayrimslümlerin koruyucusu” olmasını Osmanlı’nın kabul etmesiyle, “Biz Müslüman değiliz” diyerek Ruslar, Gürcüler, Vatikan ve Fener patrikhanesiyle ortak ihanetler işleyen hainlerdir.

-II.Abdülhamit’in İngiliz çıkarları için tehlikeli olacağını görüp, yok yere 1876-1878 Osmanlı-Rus harbini çıkartanlar, Balkanlar’dan Kırım ve Kafkaslara OTUZ MİLYON Türk ve Müslüman’ın soykırıma uğratılmasına sebep olanlardır.

Öldürüldüğü 130 yıl sonra ispat edilebilen
Sultan Abdülaziz
-1774’den 1863 yılına kadar “DOKSAN” yıl boyunca Ruslardan, Gürcülerden, bütün batılı haçlı devletlerinden aldıkları askeri, mali, siyasi desteklerle isyanlar çıkartarak milyonlarca asker ve sivil halkın soykırımını yapan, devlete vergi, asker vermeyen, devleti Eskişehir’den doğuya sokmayan, kendilerine yönelik devletin askeri girişimlerini, batılı devletlerin devleti işgal tehditleriyle engelleyen, , efendilerinin destekleriyle devletin başına getirilen, bu hainlere hadlerini bildiren asker, sivil kim varsa, siyasi iktidar güçlerini de kullanarak İngiliz sicimiyle astıran,Türk ve Müslümanları öldürüp mallarını, kızlarını, eşlerini, yağmalayan, bu ihanetlerine son veren padişah Abdülaziz’i 1876’da Çırağan sarayına hapsedip, bileklerini keserek öldürerek öç alan işbirlikçi Ermeni ve Süryani hainlerdir.

-1916’da, Tiflis’e giderek “Rus polis memuru” zannettiği Nikolay Nikolaviç adlı Rus generaline, doğu Anadolu’nun askeri, stratejik haritasını teslim eden, Bitlis’e kadar bölgenin Çarlık Rusya’sınca işgalini sağlayan, YİRMİ MİLYON Türk ve Müslüman’ın soykırımını yapan, Ruslardan “kahramanlık madalyası alan Bediüzzaman/Deliüzzaman Siad-i Kürdiler, Şeyh Sait’ler, Berzenciler, Barzanilerdir.

-Ardından “Ruslara esir düştüm yalanıyla” Rusya’ya götürülüp, “Halife emriyle geldiği yalanını” söyleyip, Rusya Müslümanlarını devrimci sosyalistlere karşı kışkırtan, bu yüzden Gürcü papaz Stalin döneminde ALTMIŞ MİLYON Türk Müslüman’ın soykırımına zemin hazırlayanlardır.
-1916’da Doğu Anadolu’dan Çarlık Rus ordularını çıkartan Mustafa Kemal Atatürk’e “İslam Kürdistan’ı” kurulmasını engelledi diye “ömrü boyunca düşmanlık eden”, “YİRMİ ALTI” Kürt, bir o kadar gerici dinci isyan, YİRMİ İKİ” suikast hazırlayan, İslikilip’li Atıf Hoca, Kubilay’ın boynunu kesip sırığa asan Menemen’li Süryani Rum derviş Mehmet gibi sinsi, Müslüman görünen iç düşmanlardır.

Müslümanlığı bozan, en büyük vatan hainlerinden
Deliüzzaman Said- Kürdi Kendisine "Bediüzzaman"
(Asrın mucizesi) dedirten bir deli.
-10 Kasım 1938’de Atatürk’e darbe yapan, 12 Mayıs 1939’da İngiltere-Türkiye ticaret anlaşmasını imzalayarak, devleti İngiliz sömürgesi, 1943 Adana Yenice garında tren vagonunda görüştüğü İngiltere başbakanı Winston Churchil’in, “Mustafa da öldü artık Kürdistan’ı kuruverin” dileğine “Kürtler, dağlı, vahşi, eşikya millettir. Kurdukları devleti yaşatacak idare ve bilgi birikimine sahip değillerdir. Seksen yıl daha Türklerin arasında yaşayarak medenileşmeleri gerekir” diyen, 1947’de NATO’ya müracaat ederek Amerikan sömürgesi yapan İsmet paşalardır.

İsmet paşa talimatlarıyla, NATO müracaatlarını ve Amerikan sömürgeliği işlerini yürüten, 1952’de daha NATO’ya kabul edilmeden hiç bağımız olmayan Kore’ye asker gönderip, askerimizi “koloni/sömürge ordusu” yapan Adnan Mendereslerdir.

-1943 Yenice görüşmesinde belirtilen “SEKSEN YILLIK SÜRENİN DOLDUĞU TARİH” olan 2023’ü , devletin yeni yapılanması diye tanıtan, aynı yıl,Atatürk Cumhuriyetinin 100. yılında Türk devletini tarihe gömmeyi hedefleyen Recep Tayyip Erdoğan ve işbirlikçi hükümeti ile, halkın gazını alan TBMM içi ve dışı muhalefet partilerinden oluşan vatan hainleridir.

Haritayı tıklayarak büyütebilirsiniz.

Artık TBMM içinde, ülkenin birliği ve bütünlüğü için bir şeyler yapabilecek bir oluşum olmadığı,hepsinin, devleti yıkmak, halkın dinini, diyanetini değiştirip, dönüştürmek olan ihanet hükümetine destek oldukları, yaptıkları muhalefetin halkın gazını almaktan ya da kendilerine verilen paylardan memnun olmayan “kripto azınlıkların” çıkar mücadelesi yapmalarından başka amaçları olmadığı açıktır.

Bu topraklarda yaşayan, “dindar ve kindar” olmayan, antiemperyalist yani batılı devletlerin sömürgeciliğine karşı olan, devletin birliğini, bağımsızlığını, birlikte yaşadığı diğer kavimler ile sorunları olmayan, dindar, demokrat, dinsiz, Müslim, gayrimüslüm herkesin birleşerek yeni bir “BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİNE ORTAKLAŞA” girmeleri şart olmuştur.

Asırlardır, Ortadoğu toplumlarını kemiren “ebola, kanser, verem” gibi virüsü olmuş, dinci-kinci, Ermeni, Süryani, Yezidi, Yahudi işbirlikçilerin bu topraklarda ehlileştirilmeleri, iktidardan indirilmeleri şarttır.

Türk milletinin tek çaresi bu işbirlikçi hükümetten ve yandaşlarından kurtulmak, devleti devlet yapacak bir hükümet kurmaktır.

Daha fazla geç kalmak bir daha ayağa kalkamamak olacaktır!

TAKDİR MİLLETİNDİR

Bu da bir  takdir tercihidir.

Alaeddin Yavuz
keykubat /
adilyargic/
adilyargicc



29 Temmuz 2012 Pazar

SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN


SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN

Bu yazımı şahsen kişiliğinize hitaben yazıyorum. 

Çünkü sizin bu gün sahip olduğunuz mevkide benim de payım olduğuna inancım sonsuzdur. 

Bu güne kadar bu yazımın kısa örneklerini yazdım ama sizin davranışlarınızdan geçen “10” yıl içinde olumlu bir eylem görmediğim için bu yazımı kaleme alıyorum.


Ben, bir garip emekli polis memuruyum ve AB-D'nin bahşettiği sizin klasınızda da değilim. 

Ama sizin bu klasa erişmenizde hizmetleri olan birisiyim.

Bunu nasıl izah edeyim diye düşündüm ve her şeyi başından yazmaya karar verdim. 

Yıl 1988, siz piyasada yoksunuz. Ben İstanbul Emniyet Müdürlüğü Turizm Şube Müdürlüğünde İngilizce dilinde tercüman polis memuru olarak görev yapmaktayım. 

İstanbul valiliğinin emirleriyle bize verilen görev gereğince turistleri mağdur eden sokak satıcılarının mallarına el koymaktayız ve halkın yaptığı şikayetler de Valilik emirleriyle örtülmektedir. Valiliğin yaptığı doğrudur ama hukuken polisin vatandaşın malına el koyması hukuksuzdur. 

Bazı adli yargılamalarda bu konuda şubemize ihtar gelmiştir. Bu nedenle zamanın şube müdürü olan kişiye şu önerimi getirmiştim;

Müdürüm, polis olarak bizim vatandaşın malına el koyma yetkimiz yoktur.

Ancak Belediye zabıtası el koyabilir. Siz sayın valimize belediyenin bir Turizm Zabıtası kurmasını emretmesini söyleyiniz. Biz de polis olarak turistleri aşırı fiyatlandırmadan ceplerini boşaltmaya kadar olan mağdur etmeleri halinde yakalayalım, Belediye Zabıtası da mallarına el koysun.

Böylece polis olarak mahkemeden de ihtar almak zorunda kalmayız!

Müdürüm bu konuyu ilk Belediye Meclisi veya İl İdare Kurulu toplantısında dile getirmiş ve önerisi kabul görerek İstanbul Belediyesi ilk kez Turizm Zabıtası kurmuştur.

1988-1990 yılları arasında Belediyenin Turizm Zabıtası ile birlikte çalıştık ve verimli sonuçlar aldık. Polis olarak bizler de bir çok haksız suçlamalardan kurtulmuş olduk.

Bunu yazmamın sebebini belki biliyorsunuz belki de şimdi öğreneceksiniz.  Geçen iki- 2.5 yıl içinde Belediye’nin kurduğu Turizm zabıtasında sizin Nurcu tarikatından olan bir Zabıta memuru ile birlikte çok çalıştım ve 1990 Haziran’ında şark hizmetine Tunceli iline tayin edildim.

Size de “Milli Savunma Bakanlığı” yapmış olan Vecdi Gönül beyefendinin Amerika’da evinde kaldığını bildiğim Yahudi asıllı Samuel Zsiskind’i şark hizmetine tayin olmamdan bir ay önce “40” gün kadar İstanbul’da Vecdi beyin misafiri olarak  ağırlama görevinde bulundum. Bu zat bana;

 “-Sen Tunceli’ye gidersen seni öldürürler, Turgut Bey’e (Özal’a) söyleyeyim senin şark görevini iptal ettirsin diyen bir adamdı.

Yetmedi, Narkotik polisi ilk kez adam gibi bir Narkotik İnterpolü kurmaya kalkmış ve “şark hizmetinden muaf olarak” bu birimde görev almamı bana tebliğ etmişti. Verdiğim cevap ise şuydu;

Ben kaçmadım. Sonunda Tunceli’ye gittim. 1993’te geri dönerek, İstanbul Valiliğinin “İstanbul tecrübesi olan polisleri geri istemesi” talebi gereğince 1993 Haziran ortalarında İstanbul’da aynı şubede göreve başladım.
Bir gün Topkapı Sarayındaki devriye görevimden dönerken, sizin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınız zamanında Ayasofya Cami’nin ibadete açık olan kısmının güney tarafında turistik eşya satıcılarını dükkânlarının yanına geldiğimde iki iri yarı sivil memur önümü kesti.

“-Sizin adınız Alaeddin mi?”
-“Evet!”
-Sizi ağa görmek istiyor!”
-Ağa kim benim işim olmaz yürü kardeşim!”
-“Abi yanlış anlama, biz Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın korumalarıyız! Amirimiz sizi istiyor!”
-“İstiyorsa yanıma gelsin hadi işine koçum!”

-“Abi ne olur gel bizi mahcup etme!”
-“He adam ol canımı ye görelim bakalım şu ağanız kimmiş?”

Sivil korumalarınız ile birlikte yürüyoruz ve bir de bakıyorum, bir erkek köşedeki büfenin yanındaki çay bahçesinde bir masaya oturmuş, yanında birileriyle sohbet halinde. Ben sivil zabıtalarla yürüyorum ve;
-“Amirim Alaeddin beyi getirdik!”
Hemen ayağa kalkıyor ve boynuma sarılıyor;

“Abim hoş geldin, şark hizmetin geçmiş olsun!

Elbette mal değiliz adamı tanıyoruz da Mısır’a sultan olan hazreti Yusuf’un babası Yakup’u ayağına getirtmesi gibi bir olay neden olsun?

-Abi, gel otur bak neler anlatacağım!

-Eeee anlat bakalım nasılsın görmeyeli?

-Ben Recep Tayyip Erdoğan’ın koruma müdürü oldum! Ona senden bahsettim, seni istersen benim de üstüme koruma müdürü olarak istiyor!

-Senin adına sevindim ama yav bırak! Ben başkanı gecenin üçünde Kozyatağı köprüsü altında E-5 karayolunda işçilerinin başında çöpleri toplatırken gördüm. Vatansever, milletine hizmet etme gönüllüsü biri olarak değerlendiriyorum.  

Allah yolunu açık etsin! Ama ben dört yıllık AÖF bitirdim, belki komiser yardımcısı  falan olurum, Kenan paşa sicilime “Solcu” diye kırmızı çizik attırmış olsa da ben Polislik mesleğinde kalacağım. Bana böyle şeyler teklif etme!

-Abi dalga mı geçiyorsun hadi gel, başkan bey seni görmek istiyor, gel bir görüş!
-Sağol kalsın!

Bu kardeşim üzüntü içinde yanımdan bir süre sonra ayrılıyor. 

Bu olaydan fazla olmayan bir süre içinde de Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanlığından alınıyor. 

Bu arada da Turizm Şube Müdürü olan “hırsız bir müdürün hırsları ve talimatları yüzünden “emirle” DYP milletvekili adayı” olmuş, seçimi kaybetmiş bir itin arabasını çektiriyoruz ama sonucunda Şube müdürü kendisini zor kurtarıyor ve Şubenin tüm memurları Yıldız Parkı girişindeki Hassas Bölgeleri Koruma Şube Müdürlüğüne sürgün ediliyoruz.

Bir yıl burada, bir yıl da Topkapı Sarayı içinde görev yaptıktan sonra Anadolu Yakasında Fikirtepe Karakolunda (O yıllarda kaldırıldı) ardından Hasanpaşa Polis Karakolunda görev alıyorum.

1998 yılında Turizm Şube Müdürlüğü benim için istek yapıyor ve tekrar orada çalışmaya başlıyorum. 

Gerek Turizm şubesinden ayrıldıktan sonra ilişkimi kesmediğim yabancılarla olsun gerek eve gidip gelirken belediye otobüs şoförleriyle bile yaptığım yüksek sesli sohbetlerde olsun sizin gecenin üçünde Kozyatağı Köprüsü altında işçilerin başında olduğunuzu, dinci de olsanız vatansever olduğunuzu hep dile getirdim.

Turizm Polisinde o yıllarda benden iyi İngiliz dilini konuşan memur olmadığından burada görev alır almaz aldığım bütün protokol görevlerinde yabancı devlet adamlarına sizi övdüm! Bazen eve gidip gelirken belediye otobüs şoförleri ve yolculardan da çok tepki almama rağmen bunu sürdürdüm.

Çünkü sizin “Gebze- Halkalı Metro Projenizden”  de çok etkilemiştim. Her gün Kartal-Maltepe bölgesinden Sultanahmet’e en az üç saat süren yolculuk yapmak zorunda kaldığımdan her ne kadar proje Refah Partisi ya da sizden önceki belediyeye ait olsa da size yakıştırdığım bu projeniz de çok hoşuma gitmişti.

Bunu hep sizin üstünüzden olabildiğince savunmuştum. Hatta bir gün eşimin memleketi olan Gümüşhane’den gelirken otobüste biraz fazla yüksek sesle dile getirmem sizi beğenen başkalarının bana aşırı samimiyet göstermesine de neden olmuştu.
Kenan Evren ve Siz!

Size o kadar hayran olmuştum ki, 1999 AGİT toplantısı için İstanbul’a gelecek olan ABD başkanı Bill Clinton’un yaklaşık 200 kişilik ön heyeti ile yediğimiz bir yemekte sizden bahsetmiştim. 

Bunun ardından ABD başkonsolosluğu üstüme düşmüştü.  Beni sık sık ABD başkonsolosluğunda verilen davetlere çağırmaya başlamışlardı. Zamanın İstanbul Valisi (Erol Çakır) ABD başkonsolosluğunun davetlerinde benden başka tercüman kabul etmez olmuştu. Kendim de davetli olduğumdan sayın Vali beye saygısızlık etmemek için ne çileler çektiğimi ben bilirim.

Bu arada siz de Çorum cezaevinden Kırklareli Vize cezaevine getirilmiştiniz. Tam bu sıralarda, ABD İstanbul Başkonsolosluğundan aldığım bir telefonda bana şöyle denilmişti. O memurun adını vermek istemiyorum ama adı “Sabit ” ile başlıyordu ve güvenlik amiriydi. Ötekinin  de adı “Mete” ile başlıyordu. 

Gerisini siz bilirsiniz ya da bulursunuz.

“-Alaeddin bey, yakında ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral (Admiral) James M. Loy gelecek, siz çok vatansever birisiniz, öteki turist rehberlerine güvenmiyoruz, vatansever birisiniz, başkonsolosumuz sizi rehberlik hizmetinde görmek istiyor o da Türk ve Türkiye hayranı, siz misafire rehberlik edebilir misiniz?

Ben nerden bileyim bu adamın yavru G. W. Bush’un en yakın adamı ve NATO gladyosunun istihbarat teşkilatının kafa adamı olduğunu!


Amiral'in tanıtım sitesi tıkla
-Vilayete yazarsınız, uygun görürlerse görevi yaparım! Cevabını verdim.

Sorun değil dediler ve 20 gün içinde bu amiral geldi. Bana da vilayetten görev emri geldi. (Bu konu görev sınırlarını aşmış özel bir konudur. Bu yüzden açıklıyorum.) 

Bu adamı ABD başkonsolosluğunun zırhlı araçları korumasında aldım Topkapı sarayı, Ayasofya derken adam bana şöyle gel de konuşalım demez mi?
-Haydi buyurunuz!

-Sen bu köktendinci belediye başkan (RE.T.E) hakkında neden olumlu düşünüyorsun, nasıl solcusun?
El cevap;

-Ben halkına hizmet eden herkesi takdir ederim. 
Polislik mesleğim ve 12 Eylül 1980 darbesi yüzünden sol görüşten oldukça uzak kaldıysam da büyüdüğüm bölgede dindar vatanseverlerin olduğunu biliyorum. Çünkü ben de Sünni bir Müslüman aileden geliyorum!

Bu konuşma birkaç açıdan sürdü ve kısa sürede bitti. 
Amiral, ülkem için neleri istediğini söylememi istedi. 
Ben de saydım;

-Çağdaş demokratik rejim
-Hayır, şeriatla yönetileceksiniz???
 
-Ileri tarım teknolojisi
- Hayır, artık tarım ülkesi olmayacaksınız!

(24 yıl sonra)


Bilgisayar teknolojisi, silikon vadisi 
-Hayır,  sizden A. Einstein istemiyoruz. Bilgisayar, eğitim yok.

-Uçak, yerli otomobil, ağır sanayi...
-Bunlar da yok, başka şey iste?

-Boğazın altına tüp geçit, tüneller, oto yol
- Tamam onların hepsi olacak.

-Otoyol, tünel başka şey yok öyle mi?

-Evet, Atatürk sonrası ilk defa bir Türk Tayyip Erdoğan gelecek.
-Dedeleri, amcaları Pontus Rum isyancıları olan, Osmanlı  ve Cumhuriyete karşı savaşırken öldürülmüş Pontus çetecileri Rumlara Türk diyerek beni hasta etmeyiniz!

-Bir tebaa  devleti, içinden seçilmiş "Kendine Sadık Köleler" ile yönetmeyi biz Osmanlı'dan öğrendik. 
Osmanlıdan beri Türk  dediklerimiz siz değil, bunlardır"
Deyince amirali orada bırakıp şubeye geçtim.

Hatta konuşmaya tanık olan bazı esnaf benim bu adamın bana bu soruları sormasına izin verdiğim için bana da kızdı!

İşte siz daha başbakan olarak kabul görmediğiniz zamanda, ABD’ye gittiğinizde Beyaz Saray’da kabul edildiğinizde, yavru Bush’un sizi “Hem solcuların hem sağcıların güvenini kazanmış kişi” olarak karşılanmanızın sırrı burada yatmaktaydı.
Bu da Amiral'in Wikipediya sitesi

Bunun gerçek nedenini bilmiyor olamazsınız!

Bu olayın ardında ABD başkonsolosluğu bana “ABD başkonsolosluğu kapanmadığı sürece işten atılmama” garantisi veren bir iş teklifi ile geldi ve hemen emekli olmam veya istifa etmem,”1.500 ABD Doları aylıkla işe başlamam” isteğiyle geldi.

Ben gene polislikten emekli olacağımı yineledim. Siz başbakan oldunuz, iktidarı ele geçirdiniz, ABD başkonsolosluğu bu teklifi ben emekli olduktan iki yıl sonra bile tekrar etmesine rağmen kabul etmedim. Şans topunu geri yuvarladım hem de göz göre göre!

Umarım anlayacağınızı anlamışsınızdır. 

Türk milletine karşı yüreğinizdeki bilmediğimiz her ne varsa bunları unutarak üstüne bastığınız toprakların ve asırlardır kardeş olan milletlerin haklarını savunmanızı dilemekten başka yapacağım bir şey yoktur.

Sizin hakkınızda bu güne kadar en ağır yazıları yazan bir kişilik olmamın arkasında size olan bu samimi güvenimin sarsılması yatmaktadır.

Ben filozof değilim ve sizin de başbakan olduğunuzda neye imza attığınızı bile bilmediğinizden emin ama yüreğinde az çok vatana, millete hizmet duygusu olan birisi olduğunuz inancını halen yüreğimde taşıdığım için kendimi bu yazıyı kaleme almak zorunda hissettim.

Size karşı internet medyasında mahkeme davaları açılması dâhil bir çok kampanyaya olumsuz görüş bildirmemin arkasında, bu ülkenin sizden çok çok önce emperyalizme teslim edilmiş olduğunu bilmem de vardır.

 Yazımı yazarken sarhoş olduğumu, içtiğim rakıyı da emeklilere gösterdiğiniz yüksek (!) ilgi yüzünden kendim imal ettiğimi belirtmeyi de bir borç bilirim! 

Çünkü ben emekli olduğumda emekli maaşım çalışan memurun 2/3’üydü. Şu an bu oran 2/4’ye gerilemiştir. Artı muayene, ileç masraflarına kadar ücret eklemeniz de cabasıdır!

Sizi yaşadığım sürece eleştirmeye devam edeceğimi taahhüt ediyorum! 

Çünkü sizin saltanatınızda benim de payım vardır!
Ayrıca son çıkardığınız “Telif Hakkı çarşafı giydirilmiş internet yasağı” yasanızı da ayıplıyorum!
İnsanlar her zaman hata yapabilirler.

Ben de sizi övmekle, hizmetlerinizi beğenmekle mi yaptım diye düşünüyorum!

Siz sadece T.C. başbakanı Recep Tayyip Erdoğan olarak küresel emperyalizme karşı duramazsınız! Buna gücünüz yetmez. Ama bir şeyler yapabilecek tek kişi de sizsiniz!

Size güvenen bu halkı ve sizi seven komşu devletlerin halklarını emperyalizmin kölesi etmemek sizin görevinizdir. 

Takdir ve beceri siz ve ekibinizin işidir. Tek güç şu an sizsiniz!

Beni;
-“Bu da kim yahu!” diyerek görmezden gelebileceğiniz gibi Silivri Koloni Tutukevi tiyatrosuna dâhil de edebilirsiniz!

Güç sizdedir! Kimse size engel olamaz taaa ki emperyalizm sizden bıkana kadar!
Takdir ve tekdir size aittir.

Belki varlığımdan bile haberiniz olmayabilir ama altı yıldır yazdığım yazılarım yüzünden haberiniz olduğu inancındayım. 

Çünkü birçok televizyon tartışmasından bilmem hangi sitelerde yayınlanan videolara kadar yazılarımı sizin yandaşlarınız bu güne kadar kullanmışlardır ve kullanmaktadırlar!

Ayağınızı bastığınız toprağa, size güç veren millete lütfen sahip çıkınız!
Sizi bizler iktidar ettik!

Bizler indiririz!

Cehennem azabıyla Kureyşlileri uyarıp korkutan Kur’an ayetlerini okuyan peygamber Muhammed’e;

“-Biz atalarımızı bulduğumuz yolda inanmaya devam edeceğiz!” diyen Kureyşlilere;

-“Atalarınız cahil ve bilgisiz insanlar olsa bile mi?” diyen Kur’an ayetini de dile getirerek sözümü bağlıyorum!

Sizi de uyarıyorum!


Sayın Recep Tayyip Erdoğan, ben ve Türk milleti sizi vatansever bildik. Eğer ki sen ve ekibin, Tevrat’ın Yakup’unun kurnazlığına yatarsanız bu millet de size yapacağını bilir. İktidarı veren almasını her zaman bilmiştir gene de bilecektir.

Tarih boyunca hiç şaşmayan bir hesaptır bu!

Yok, üstüne bastığın topraklara sahip çıkarsan bu millet ve bütün ezilen halklar arkanda olacaktır. Hala böyle bir şansınız da var!

Sayın başbakan siz de okuyucusunuz!

Saygılarımla!

Alaeddin Yavuz
keykubat /adilyargic/ adilyargicc

Bu yazımı yıllar önce başka bir manda yazmıştım!;
http://keykubat.blogspot.com/2008/08/tayyip-erdoan-nasil-babakan-oldu.html#axzz21zQqgNgJ

2 Mayıs 2012 Çarşamba

SAVAS KARARI VEREN ASKER KAÇAGI BASBAKANLAR


DEVLETİ SAVAŞA SOKAN ASKER KAÇAĞI BAŞBAKANLAR

Bir insanın üniforma giyip kışlada asker tayini yemesiyle ya da vatan evlatları cephelerde bilmedikleri silahlarla kıyılırken, askeri hastanede torpille ağırlanarak arazi olanların, savaş bitince iyileşip yiğitlik taslayanların “asker kaçağı” olmadıklarını kimse iddia edemez.
Bize yıllardır “kahraman” olarak tanıtılan iki siyasimizin aslında nasıl bir “asker kaçağı “olduklarını ve her ikisinin de devleti çekinmeden savaşa soktuklarını okumak isteyenler buyursunlar!

Asker Kaçağı Adnan Menderes;

I.Dünya Savaşı Haritası- Kırmızılar Osmanlı, Almanya,
Avustuırya- Macaristan ve Bulgaristan! Yeşiller ise rakiplerimiz
Yıllar 1914-1916’lardır. I.Dünya Savaşı- Osmanlı üzerine yönelmiş bir “Haçlı Seferine” dönmüştür. Osmanlı İmparatorluğu son nefesini tükettiği savaşlarda bütün gençlerini tüketiyor, lise öğrencileri bile gönüllü askere yazılıyorlar, köylerden “kilosu “40 kg’yi” geçen delikanlılar tek tek toplanıp cephelere sürülüyor. Bu kararlılık nedeniyle sıkıyı görünce hastalanan nane molla Adnan Menderes bey (!) güç bela askere yollanıyor.
Acemi eğitiminde İstanbul’da haftalık izninde otellerde keyif çatıyor, kirlenen çamaşırlarını yıkatmak için ninesini Aydın’dan İstanbul’a çağırıyor, yaşlı nineciği geliyor, çamaşırlarını yıkıyor.
Adnan bey gene hasta raporlarıyla eğitimden kaytarıyor, onun kışlaya dönemsinin ardından nineciği otel odasında “torunu askere gidip ölecek” diye kahrından ölüyor.
Sonunda Suriye Yıldırım Ordularına tayini çıkıyor, Atatürk gibi bir komutanın emrinde savaşma şansını kara talih(!), “dümenden hastalığı”  önlüyor.   
Adnan Menderes’e askere gitme şansı ömründe “iki kez” gelir. Birincisi, I.Dünya Savaşında Suriye Yıldırım Orduları Komutanlığına “yedek subay” olarak tayini çıkan, çocukluğundan beri “hastalıklı” olduğu yazılıp beyinlere işlenilen, 1950-60 yıllarının merhum başbakanı, o zamanki “yedek subay adayı” nanemolla- çıtkırıldım Adnan Menderes nasıl oluyorsa Pozantı’ya tren geldiğinde birden hastalanıverir. Beyefendi için asker treni durdurulur, 17. Kolordu Kışlasına haberler salınır, görevli askerler gelir ve kışlada “savaş bitinceye kadar tedavi” görür. Şansın da böylesi olmaz demeyin Pozantı’daki Kolordunun komutanı da Adnan Menderes’in eniştesi Filibeli Nihad Anılmış Paşa değil midir?

Ve hastalandığı yer de tamı tamına eniştesinin kolordusunun bulunduğu yer.
Hadi buna “Yahudi Şansı” diyelim! Bu seferlik olsun.

İkincisi, İzmir İtalyan- Yunan işgali altındadır, onlarca efeler köylü vatanseverlerden çeteler kurmuşlar, yok yoksul halleriyle, çakaralmaz av tüfekleriyle, üstün nitelikli silahlarla teçhiz edilmiş işgal ordularına karşı çatır çatır savaşırken, Celal Bayar (Küçük Ağa) Ege- Marmara bölgesinde bu örgütlenmeleri yürütüp dağlarda ölüm kalım savaşı verirken Adnan Menderes piyasada yoktur. Bölgeyi 1921’de İtalyan kuvvetleri terk edince, Atatürk oraya bir subay gönderir ve askere toplamaya başlar, katılmayanlara verilecek ceza “ölüm” veya daha beteridir.
Haliyle bizim Adnan Menderes te naçizane katılmak zorunda kalır ve o ne?
Adnan gene hastalanır!
Altay takımında santrfor oynarken, çiftlikte çapkınlık yaparken bir şeyi olmayan Adnan, savaşa katılma durumu kesinleşince gene hastalanıverir?

Bu hastalık ta hep savaş kokusunu alınca beliriyor nemenem hastalıksa işte öyle!

Önce, arasının iyi olduğu bölgeden ayrılmakta olan İtalyan askerlerinin komutanına başvururlar, adam her şeyi seferber eder ama, doktorlar Adnan beye “hastalık teşhisi” koyamazlar!
Bana sorarsanız “hastalığı “askerlik korkusudur” ve buna hiçbir doktor kolay teşhis koyamaz.
Neyse dümenden tedaviler falan derken;
O ne?
Gene bir tanıdık Binbaşı Adil veya Akif Bey isminde bir Türk doktoru subay peydah oluverir ve bizim Adnan Menderes’i acilen hastaneye yatırır ve gene Savaş sonuna kadar “tedavi görür” ve ne hikmetse İzmir kurtarıldıktan sonra bizim Adnan iyileşiverir!

İzmir’in kurtuluşuna sevincinden olabilir mi sizce? (!)

İki büyük savaş düşünün, ilki, I.Dünya Savaşı, Osmanlı’nın, Rus Çarlığı, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu, Alman İmparatorluğunun tarihe karıştığı, İngiltere dâhil bütün Avrupa ülkelerinin yerle bir olduğu bir savaşta ülkenize “Haçlı Seferi” yapılıyor, vatan evlatları üstün düşman silahları karşısında tarladaki hububat gibi biçiliyor ve siz birliğinize sevkiyatınız esnasında hastalanıyorsunuz ve tesadüf, hasta olduğunuz için sizi tedaviye alan ordunun komutanı da enişteniz!
Savaş sonuna kadar tedavi görüyorsunuz! Suriye’ye nakledilen tren dolusu binlerce askerden bir tek Adnan Menderes’te böyle bal var.

Osmanlı teslim oluyor, devlet tarihe karışıyor ama bizim Adnan hemen iyileşiveriyor!
Şaşırtıcı değil mi?
Bunun adı açıkça “askerlik görevinden adam kaçırmadır!”

Ha bu tesadüf oldu diyelim!
Bu da mı tesadüf?
Nane molla Adnan’ın İkinci askerlik şansı kurtuluş savaşının en azgın, vatan evlatlarının her cephede su gibi harcanıp, toplar, mitralyözler ile buğday gibi biçildiği, kurşun delikleriyle kevkire çevrildikleri, vatansever çetelerin kadınlı erkekli dağlarda yatıp düşmana kök söktürdükleri zamanda siz çiftliğinizde İtalyan ordu komutanıyla yiyip içip eğleniyor, keyif çatıyorsunuz. Askere çağırılınca hemen İtalyan komutandan “yardım dilenip” sığınacak yer arıyorsunuz.
İtalyanlar bile kızıp “teşhis koyamadık” diyorlar. Yani “-adam, kalk halkın kurtuluş savaşı veriyor sen de katıl hain adam!” Demek istiyorlar ama Adnan’da kızaracak yüz yok tabi ki.
Artık orduya katılmaktan başka çare kalmadığı bir anda gene bir doktor subay peydah olup, İzmir’in kurtuluşuna, yani savaşın bitişine kadar sizi tedavi altında tutuyor.

Siz bunlara “tesadüf” diyorsanız ben hiç askerlik yapmadım, hiçbir şey bilmiyorum demektir.

Ama, 14. Mayıs 1950’de hükümet olur olmaz ve Amerika “NATO Müracaatımızı” askıya almış bekletirken, Müslüman ve Türk evlatlarını hiç adını duymadıkları “Kore Yarımadasına”, Asya’nın en doğu noktasına “Komünistlere” karşı savaşa gönderen kararı şak diye imzalar. Boynuna idam sicimi geçinceye kadar Adnan beyimizin “gayri meşru cinsel ilişkilerinden” doğan çocukları hala konuşulmaktadır!

“Savaş kararını korkaklar verir!” Dersem bana kızar mısınız?
İsmet İnönü hakkında iddia edilen bütün olumsuzluklarına rağmen savaş konusunda hep tedbirli olmuştur ve kaçınmıştır.
Kore Savaşından bir görüntü
1-      Kore’ye izin vermiştir. İngiltere’nin emridir. Kaçarı yoktur. Devleti İngiliz mandası (sömürgesi) o yapmıştır
2-      Kıbrıs konusunda Adnan Menderes’e kesinlikle “uzak durmasını” tembihlemişse de dinletememiştir.
3-      Asla, ölünceye kadar Kıbrıs’a çıkarma yapılmasını onaylamamıştır. Bunun emperyalist bir oyun olduğunu çok iyi görmüştür. Ancak, bir senaryo il CHP başına getirilen Bülent Ecevit ile, Hürriyet ve İtilaf Partisi kökenli Necmettin Erbakan zihniyeti bu derdi milletin başına sardırmışlardır.
4-      Amerika ve İngiltere’nin bize “koruma sağlaması” dışında onlarla ilişkiye girilmemesini ve Marşal, Truman doktrinlerinden uzak durulmasını tavsiye ettiyse de dinletememiştir.
5-      “Savaştan kaçan Adnan Menderes’in “Kore Savaşı” ile “Kıbrıs Çetrefiline” milleti bulaştırması tuhaf değildir. Çünkü adam “asker kaçağıdır” ve ölecekse “Türk evlatları” ölecektir, Sabetayist Yahudi Adnan ise viskisini yudumlayacaktır?  Savaş ona sadece “şöhret getiren” bir araçtır.

Vatan Evlatları, Kore’de, Kıbrıs’ta ölüm kalım savaşı verirken, bakın Adnan Menderes ve Celal Bayar ne yapıyorlardı?
Menderes zamanı Striptiz olayları

Yirmi bir yaşındaki Fransız striptizci Colette Jerry, Bayar'ın, Menderes'in bulunduğu özel gecelere davet ediliyordu. Fransız striptizci Colette Jerry. Ankara'dan sonra Beyrut'a gitti. Cumhurbaşkanı el Huri'nin oğluyla aşk yaşadı. Ve bir gün otel odasında zehirlenmiş olarak bulundu! (Efendi -S.464)

2002 Model Menderes  RE.T.E’nin Özellikleri;

RE.T.E, 03 Kasım 2002’de hükümete geçtiği için bu deyimi kullandım.
Adnan MENDERES’ten 42 yıl sonra ülkemizin başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın da askerliği tartışma konusudur. Bir iki kişi dışında onunla askerlik yaptığını hatırlayan insanın olmaması, başbakanın kendisinin fotoğraf albümlerinde birisi Tek Tip denilen çarşı elbisesi bir de eğitim elbisesi ile çekilmiş iki fotoğrafı dışında resminin olmaması hayli ilginçtir.
26 Şubat 1954 doğumlu Recep Tayyip Erdoğan’ın olağan haliyle 1974’de askerlik yapması gerekirken 1982’de askerlik yapması daha da ilginçtir.
Asker RE.T.E.nin askerliğini okuyunuz!TIKLA

Benim bildiğim üniversite nedeniyle en fazla “26” yaşına kadar askerlik ertelenebilmekteydi, doktora ve mastır eğitimlerine katılan Üniversite öğrencileri ise 28 yaşına kadar erteleyebiliyorlardı.
Başbakanın herhangi bir mastır ve doktorası olmadığına göre 1982’de “28” yaşında askere alınması da hayli ilginçtir.

Ektir;
"Bu konuyu 11 Eylül 2012 günü Ulusal Kananl'da Teoman Alili ile birlikte program yapan eski Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olan Zekeriya Beyaz Hoca açıkladı.
Durum şöyleymiş;
Fatih İmam Hatip Lisesini "futbol düşkünlüğü" nedeniyle çift dikiş le veya çok zayıf karneyle bitirmiş ve Fatih Belediyesine topçu olarak girmiş ama "Muhasebeci" olarak maaş almaya başlamış.
1954 doğumlu olan RE.T.E efendi, 1974'de Kıbrıs Savaşının patlayacağını gören Yahudi yakınlarının telkinleriyle olsa gerek, 1973 yılında İstanbul Eminönü ilçesinde bulunan İstanbul Üniversitesi'nin arka taraflarında bulunan Soğanağa mahallesinde günümüzün açık öğretimini (A.Ö.F.1983'de açıldı. Ben 1984'te girmiştim.) andıran İktisadi İdari İlimler Yüksek okulu adlı devam mecburiyeti olmayan bir "Yüksek Okul" a girmiş ve bu okuldan sekiz yılda  yani 1981 yılında mezun olmuştur.

EKTİR; Aşağıdaki diploam örneğinde1980-1981 döneminde mezun olduğu yazılı. Marmara Üniversitesi 1982'de kuruldu. Oysa beyefendi 1973'ten beri bu okula devam eden bir üstün zeka örneğidir.
Ektir-24 Nisan 2014'te Yusuf Hallaçoğlu'nun yayınladığı diploma örneği

Bu yüzden Cumhurbaşkanlıuğına aday olan bu zatın halen onu tanıyan bir asker arkadaşı olmadığı gibi ne Üniversite sınıf arkadaşı ne öğretmeni olduğun u söyleyen çıkmamıştır. Sınıf arkadaşı olduğunu söyleyen İsrail'li bir Yahudi olduğunu Zekeriya hoca söylemiştir. Eh artık gerisine siz karar veriniz."

Diğer yandan çocuklarını da askerden kaçırmıştır. Küçük oğlu Burak “testis kanseri” teşhisi konularak İstanbul Deniz Hastanesinden aldığı “çürük” raporuyla askerlikten yırtmıştır. Bunun askerliğini engelleyici bir özelliği varsa bu genç babasının başbakanlığı döneminde kendisine aldığı yük gemileriyle deniz ticaret filosunda taşımacılık yapmaktadır. 1998 yılında da ses sanatçısı Sevim Tanürek adlı kadını arabasıyla çarparak ölümüne neden olmuştur. Demek ki, araba, karı kız işleri yerinde olan bu gencin sağlığı yerindedir ama askerliğe gelince aynı Menderes gibi” çürüğe çıkmaktadırlar”.

Büyük oğlu Bilal Erdoğan da özel “dövizle askerlik” yasası çıkarılarak kışla içinde yanında “40” tane koruma polisi eşliğinde “40” gün askerlik yaptı.
Adnan Menderes ile Recep Tayyip Erdoğan’ın futbolculuklarından askerliklerine, tarikatlarından Amerika hayranlıklarına ve başbakanlıklarına olan benzerliklerinden birisi de ikisinin de ülkenin başına sorun olan “savaş kararlarına” imza atan kişilikleridir.

Savaş kararını korkakların verdiği bir dünya!
"Türkiye cumhuriyetini kendi malıymış gibi yedi düvele satan, devleti bütün komşularıyla savaş ortamına iten kendisini ve evlatlarını, yandaşlarını askerlikten yırtmaları için durmadan "paralı askerlik yasası" çıkartan, tek bir Üniversite sınıf arkadaşı, öğretmeni olmayan, seki yılda bir yüksek okulu ittire kaktıra ancak bitirebilen bir adam devleti yönetirse, yurt i,çinde ve dışında çok meşhur üniversitlere bitirip oralarda doktoralar yapmış nam salmış dallamalar de buna "yağdanlıklık" ederlerse adamın kabahati mi yani?"

 Menderes Kore’ye yok yere asker gönderip kıydırmaktan çekinmediği gibi RE.T.E’de, Kızıldeniz Somali Hint okyanusuna, Libya’nın işgaline çekinmeden asker göndermiş halen de Suriye’nin işgaline destek olmak için isyancılara silah, cephane, para ve barınma sağlamaktadır.
Kendileri askerlikten “it gibi korkanlar” vatan evlatlarının yok yere kıyılmalarına neden olan “savaş kararlarına” imzayı şak diye basmaktadırlar.

Elli yıl arayla başbakan olan her iki kişinin de futbolculuklarından “askerlik korkularına” kadar benzemeleri ilginç değil midir?
Asker kaçaklarının “savaşa karar vermeleri” ne kadar yersiz ve yanlışsa böyle insanları umut görüp oy vermek te o kadar akıl fakirliğidir. Bunun da sorumluları bu adamları halka kurtarıcı olarak pompalayan en başta askeri, sivil kişiliklerdir.



GEMİLERDE TALİM VAR

Gemilerde talim var,
Hükümette Tayyip var
Savaşa girelim der
Asker kaçaklığı var

Hani benim Memedim
Memedim, kendine gel diyeceğim
Gelmezsen sana Haçlı diyeceğim!

Gemi gelir yanaşır
İçi Nurcu kaynaşır,
ABeDe maşaları,
Savaş diye ağlaşır!'

Hani benim Memedim
Memedim, kendine gel diyeceğim
Gelmezsen sana Haçlı diyeceğim!


Yazımı inandırıcı bulmayanlar, olayları Soner YALÇIN’IN Efendi adlı kitabından yaptığım alıntıları okuyabilirler.

Adnan Menderes’in Hayatı;


Altay da, Karşıyaka gibi İttihatçıların takımıydı. Bunun en belirgin göstergesi, İttihatçıların Maarif nazın Mustafa Necati Bey'in kendine ait odasını Altay'a tahsis etmesiydi.
Daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti İzmir Kâtibi Umumîsi Mahmud Celal (Bayar) aracılığıyla Altay'a kulüp binası verdi.
Altay İzmir'de fırtına gibi esti. Kurulduğu yıl, Karşıyaka, Midil-Trablusgarp takımları arasında yapılan turnuvanın şampiyodu. Bu zafer İzmir sokaklarında, caddelerinde davul zurna ırak kutlandı. Aynı yıl Altay, Ermeni takımı Armenion'u yenince benzer sevinç gösterilerine sahne oldu. İngiliz gençlerinden kurulu Pakser'i 4-3, bir maçı hiçbir zaman unutmadılar: Evliyazade Nejad'ın oynadığı maçta İtalyan Levantenlerin takımı Garibaldi'yi 10-0 yenince, İtalyan konsolosu, "İtalyan millî kahramanı Garibaldi küçük düşürüldü" diye kulübü kapattı!
O yıllarda Altay'ın kalesini koruyan isim Ali Adnan'dı (Menderes)...
Kaleciler futbol sahalarının en yalnız futbolcusudur.
Gelecekte Evliyazadelerin damadı olacak Ali Adnan, çocukluğundan başbakanlığa uzanan yolda hep yalnız olacaktı.
Son yolculuğuna çıkarken bile...

Tevfika'nın ağabeyi Sadık Bey'in Aydın Sarayiçi Mahallesi'ndeki konağında ikinci çocukları dünyaya geldi:  Ali Paşazade Adnan (Menderes)!
Burada iki ayrıntıya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Ali Adnan'ın doğum tarihi 1899.

Adnan Menderes'le ilgili kitaplar, makaleler, yazı dizileri, belgeseller hep bu yukarıdaki cümleye yer veriyor.
Gelin şu cümleyi biraz açalım...
Ali Adnan'a neden sadece babaannesi Fitnat Hanım sahip çıkmıştı?
Anne tarafı Ali Adnan'la niçin ilgilenmemişti? Ya da bu yargı yanlış mıydı?
Yanıtı bulmak için Ali Adnan'ın anne tarafına yani Hacı Ali Paşa ailesine tekrar dönelim.
Anne tarafından Hacı Ali Paşa ailesine akraba olan Osman Evliyazade'nin, Hacı Ali Paşa'nın öldürülmesine ilişkin bu kitabın yazarına yaptığı açıklama da hayli ilginçtir:
Menderes her şeyiyle Amerikancıdır!
İşaretlerine kadar

Tire'den Bayındır'a kaplıcaya giderken Rum arabacısı tarafından öldürülüyor. Arabacı yolda arabayı durduruyor, silahını çekiyor. Hacı Ali Paşa cebinden bir kese altın çıkarıp arabacıya uzatıyor. Arabacı "Malını değil canını istiyoruz" diyerek Hacı Ali Paşa'yı öldürüyor.
Amerikan Ordusu için "Seni istiyorum!"

Diyorum ya bu hayat hikâyesi hep gizemlerle dolu...
Bu cinayet, Hacı Ali Paşa'nın kişiliğiyle ilgili "çizilen tablolara" pek yakışmıyor doğrusu!
Dr. Mükerrem Sarol Bilinmeyen Menderes adlı kitabında, Hacı Ali Paşa'yı bakın nasıl yazıyor:
Hacı Ali Paşa sert, mütehakkim mizaçlı bir aile reisidir. Az konuşan, ağırbaşlı, çok cesur, korkusuz yaradılışlı bir insandır. Ali Paşa'nın sürdürdüğü aile düzeni pederşahî bir düzendir. Son derece muttehakkim olan paşadan yalnız ailesi değil uzak yakın çevresi de korkmaktadır.(1983, s. 7)
O "astığı astık, kestiği kestik" Hacı Ali Paşa, canını kurtarmak için arabacıya bir kese altın teklif ediyor, ama kurtulamıyor!
Neyse, ayrıntıya girmeyelim.
Fani Ali Adnan'ın, adını taşıdığı dedesi öldürülmüştü.
Peki ya dayıları?
O yıllarda verem uğradığı evden kolay kolay çıkmıyordu.
Ali Adnan giderek zayıflamaya başladı. Fitnat Hanım ne yapsa bu zayıflığın çaresini bulamıyordu. Sonunda İzmir Gureba Hastanesi hekimlerinden Dr. Şehrî Bey küçük Ali Adnan'a verem teşhisi koydu.
Fitnat Hanım uğursuz vereme biricik torununu kurban vermemek için çırpındı. Önce oturdukları evi değiştirdi, Karşıyaka semtine taşındı. Temiz havası ve ferah bir bahçesi olan bu evde Ali Adnan
biraz kilo aldı, sağlığına kavuşmaya başladı.
Üstelik ele avuca sığmayan afacan bir çocuk olmuştu. Disipline sığmayan mizacı yüzünden sık sık babaannesini üzüyordu.
Babaannesi çok disiplinliydi; ilk önceleri Ali Adnan'ın sokağa çıkmasına bile izin vermiyordu. Hastalık kapmasından endişe ediyordu.
Ali Adnan çok nadir, dayısı Refik'in ziyaretlerine geldiğinde yanında getirdiği kızı, Sabiha ile Mesude ablaları ve Sami ağabeyiyle oynuyordu.

Küçük Adnan(!) onun dışında akranlarını hep evden seyrediyordu.
Sonra yasak kalktı. Ama yine kurallar vardı: hava kararmadan eve gelinecekti, terli terli gezilmeyecekti...
Hastalıkla mücadele yıllarında küçük Ali Adnan okula gidemedi.
Özel hocalardan ders alıp, okuma yazmayı öğrendi.
İkinci Meşrutiyet ilan edilir edilmez Uşakîzade Muammerin Arap fırının ilerisindeki konağını okul binası olması için hibe etti.
Memlekete "uyanık bir nesil yetiştirmek" amacıyla kurulan okula, "Leylî (yatılı) ve Neharî (gündüzlü) Merkez İttihat ve Terakki Mektebi" adı verildi. Okul, iptidaî (ilk), rüştiye (orta) ve idadî (lise) kısımlarından oluşuyordu.
Göğsünde kurtuluşu simgeleyen rozeti ve elinde bayrağıyla Âli Adnan bu okulun orta kısmına gitti.
En sevdiği ders Ateşoğlu Hayri Bey'in öğretmenliğini yaptığı jimnastik dersiydi.
Bir de salı ve perşembe günleri öğle sonrası tatillerinden faydalanıp öğretmenler eşliğinde şarkılar söyleyerek kır gezilerine gitmekten hoşlanıyordu.

Bu arada, Ali Adnan, okulun orta bölümünü bitirmeden İzmir Kızılçullu'daki Amerikan kolejinin yatılı bölümüne geçti. Neden böyle bir tercihte bulunmuştu?
O dönemde, Amerikalı Protestan misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu sınırlan içinde 430 okulu vardı.
Bunlardan biri de 1904 yılında açılan İzmir'deki International American College'di.
Amerikalı Protestan misyonerlerin Anadolu'daki okullarında!
3 465 öğrenci öğrenim görüyordu. Bu öğrencilerden biri de artık Ali Adnan olmuştu.
Okulun amacı, diğer Amerikan misyoner okullarından farklı eğildi: erkek çocuklara ve gençlere, Hıristiyanlık ilkelerine dair dil, sanat ve bilim eğitimi vermek.

Mahmud Celal (Bayar) ile Ali Adnan'ın ilk karşılaşmaları Ali Adnan'ın Amerikan koleji günlerine dayanıyor.
Kolejden üç genç, ittihat ve Terakki'nin İzmir'deki önemli ismi Mahmud Celalle görüşmek için yanına gidiyorlar. Temiz giyimli bu üç gençten biri, okullarında misyoner rahipler olduğunu ve bunların, Müslüman öğrencileri Hıristiyan yapmak için haddinden fazla çaba sarf ettiklerini söylüyor. Üstelik bazı Türk öğrenciler Hıristiyan olmuşlardı bile.
Bu üç öğrenciden biri Ali Adnan'dı.
Mahmud Celal, öğrencilerin sorunlarıyla ilgilenmiş, okul idaresiyle ve Maarif Müdürlüğü'yle temasa geçip, tahkikat açtırmıştı.
Bu konu İzmir basınında bir hafta süren haberlere konu olmuştu...
Hıristiyanlık propagandası dışında Ali Adnan koleji sevmişti.
İttihat ve Terakki Mektebi'ndeki durgunluğunu Amerikan kolejinde üzerinden atmıştı.

Hastalıkla Savaştan Kurtulan Asker Menderes

1916 Ekiminde Harbiye Nezareti'nin askere çağırdığı 1315 (1899) doğumlular arasında, Kızılçullu Amerikan Koleji son smıf öğrencisi Ali Adnan da (Menderes) vardı.
On yedi yaşındaydı. Bulunduğu öğrenim düzeyi nedeniyle askerliğini yedek subay olarak yapacaktı.
Babaannesi Fitnat Hanım'ın elini öptü ve İstanbul'a doğru yola çıktı. İkisi de ağlıyordu, birbirlerinden saklayarak.
İstanbul Erenköy'deki İhtiyat Zabiti Talimgâhı'na katıldı.
Sicil numarası 20 737'ydi.
Anadolu'nun çeşitli yerlerinden gelmiş yedek subay adaylarıyla birlikte hızlandırılmış bir askerî eğitimden geçecekti.
Sporcu olduğu için talimlerde zorlanmıyordu. Tek sorun yemeklerdeydi.
Bir türlü alışamamıştı asker tayınına.
Haftalık tatili olan cuma günlerinde İstanbul'a inip geceyi, başkentin en pahalı otellerinden Meserret Oteli'nde geçiriyordu.
"Savaşın devamı sadece sizin ölümünüz demektir!" Yazılı

Savaşa Giderken Hastalanıp Askerlikten Yırtan TORPİLLİ Menderes;

1917 yılında Ali Adnan (Menderes), 19. mürettebat devresinden zabit namzedi (asteğmen) olarak çıktı.
On dokuz yaşındaydı.
Bu devrenin tüm diğer mezunları gibi o da, Suriye'deki Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı emrine verildi.
Edhem'in (Menderes) devresi Çanakkale'ye gidiyordu.
Kucaklaştılar, ayrıldılar.
Ali Adnan yüzlerce askerle birlikte, 4. Ordu Komutanı Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın emrine girmek için trenle Suriye cephesine doğru yola çıktı. Mustafa Kemal Paşa'dan İsmet (İnönü) Paşa'ya, Ali Fuad (Cebesoy) Paşa'dan Fevzi (Çakmak) Paşa'ya kadar bir dönemin ünlü isimleri bu cephede görev yapıyorlardı...
Ünlü yazar Falih Rıfkı (Atay), Cemal Paşa'nın emir subayıydı.
Sivil yaşamında bir ara Dahiliye Nazın Talat Paşa'nın özel kalem müdürlüğünü de yapan Falih Rıfkı Zeytindağı adlı kitabında Suriye cephesindeki olayları bir edebiyatçı gözüyle anlatmaktadır.
Menderes ve Tayyip gibilerinin yanında
"Canlarının kıymeti olmayan"
I. Dünya Savaşına gönderilen Türk askercikleri

Ali Adnan'a cepheye ulaşmak "kısmet" olmadı.
Hastalandı!
Trenin ilk durağı Pozantı'da, menzil komutanlığı Ali Adnan'ı trenden aldı. Seyyar hastaneye yatırıldı.
Adnan Menderes'in biyografisini yazan kitaplara bakılırsa, burada 40 kiloya kadar düştü!
Sonra.
Sonra, İzmir'deki 17. Kolordu Komutanlığı'nın emrine verildi.
Tesadüf! Bu kolordunun komutanı eniştesi Filibeli Nihad (Anılmış)
Paşa'ydı!
Nihad Paşa, Ali Adnan'ın halasının kızı Güzide'nin kocasıydı.

Torpilci Paşa Kendisini Savaştan Kurtaramaz;

İlginçtir: Ali Adnan'ın gidemediği Suriye cephesine, 7 Kasım 1918'de Nihad Paşa 7. Ordu komutanı olarak atanacaktı!

Menderes’in İtalyan Sevgisi;

Çakırbeyli Çiftliği'nin doğusunda, Bataköy Köprüsü başındaki italyan Bersaglieri Çekista Birliği Anadolu'yu terk etmek için son hazırlıklarını yapıyordu. Yirmi iki gün önce Londra'da yapılan
antlaşmaya göre, İtalyanlar Anadolu'dan çekiliyordu.
Birliğin komutanı Kapitan A. Moro'nun konuklan vardı:
Ali Adnan (Menderes) ve Edhem (Menderes)!
İki yakın arkadaş, İtalyan askerlere veda ziyaretine gelmişti.

Ali Adnan, Mondros Müterakesi sonrasında terhis edilince, yalan arkadaşı Edhem'le, Yahudi mahallesi Kestelli'deki evlerinden ayrılıp birlikte Çakırbeyli Çiftliği'ne yerleşti.

Ali Adnan tropikaya, yani zehirli sıtmaya yakalandı. Durumu ağırlaşınca, ilaç ve doktor bulmak için Edhem, İtalyan komutan Kapitan A. Moro'nun yanına gitti. İtalyan komutanın emrinde doktor yoktu ama çiftliğe eczacı kalfasını gönderdi.
Ali Adnan'ın durumu her geçen saat ağırlaşıyordu. İtalyan sağlık görevlisi önce kinin verdi. Ama ateş düşmedi. Acilen Çine'deki İtalyan Enfermeriya Birliği'ne götürülmesini tavsiye etti.
Bir katır arabası bulundu; yatak serildi; Ali Adnan arabaya yatırılarak Çine'ye götürüldü.
Sıcak dayanılacak gibi değildi. Sivrisinekler aman vermiyordu.
Yolu altı saatte aldılar.
Balkanlarda  vatan uğruna canlarından feragat etmiş
Yiğit Vatan Evlatları

Ellerinde komutan A. Moro'nun mesaj kâğıdı vardı.
Çine'deki İtalyanlar Ali Adnan'la yakından ilgilendiler. Emrine Kamaço adında bir İtalyan asker verdiler. Hastalığın teşhisinden emin olmak için Antalya'daki karargâhtan uzman bir doktor bile getirdiler. (Olan hastalığa teşhis konulur. Menderes’te hastalık yok ki teşhis konulsun. Olay gayet açıktır.”Çürük Raporu”. A.Yavuz)
İtalyan doktor binbaşıydı. Ve hiç de umutlu konuşmadı. Ali Adnan'ın durumu ağırdı. Rodos'a giderse belki kurtulabilirdi.
Şevket Süreyya Aydemir Menderes'in Dramı adlı kitabında, "Fakat beklenmeyen bir şey olur. Bir yerlerden Binbaşı Adil veya Akif Bey isminde bir Türk doktoru peyda olur. İşe el koyar" diye yazmaktadır. (2000, s. 57)
Türk doktoru Ali Adnan'ı alıp Çine'deki Nuri Efendi'nin hanına nakleder, iğneler, gıdalar ve Türklerin arasında olmak Ali Adnan'ı iyileştirir!

(Savaş bitince hemen iyileşiyor. Sabetayistlerin tarikat üyelerini askere göndermemek için aralarında para topladıklarını Soner yalçın önceki konularda yazmıştı. Adnan Menderes Kırım göçmeni Yahudi Tatarı “Türk (!)” olduğu için İşgal güçleriyle arası iyidir. O dönemde, Said-i Kürdi, Kürtlere “askerden kaçmalarını mümkünse Yunanlılara esir düşmelerini emretmiştir. Yunanlılar esir Kürtleri eğitim, doğudaki Kürt isyanlarına yolluyorlardı. Kırım Tatarları da,  mandacıydılar, Anadolu’da bağımsız Tatar Devleti düşlüyorlardı. Yunanlılar işgal ettikleri yerlerde Tatarları gece ve kır bekçisi olarak görevlendiriyor, Kuvayı Milliye’cilerin, çetecilerin ihbar edilmesinde onlardan yararlanıyorlardı”. Ege ve Marmara bölgesinde bu yaygın olarak bilinen bir gerçektir. Çetelerin öldürdükleri Tatarlar hiç de az değildir.
Adnan Menderes aynı zamanda “İslam Kürdistanı peşinde koşan İngiliz- Vatikan ödüllü Said-i Kürdi Deliüzzaman’ın Nakşibendi tarikatını “Kürtleştirmesiyle” oluşturduğu yeni mason dinine girmiş bir Nurcudur. Orduya onun döneminde Nurcular doldurulur. Amerikancı derin NATO- Gladyo örgütlenmesi hep bu Ermeni kökenli Kürtçü- Nurcu subayların işidir. A.Yavuz )

Ali Adnan'ın hayata dönüşünün "Yeşilçam senaryolarım" aratmayacak düzeyde yazıldığı bir gerçek!
Soru: Ali Adnan'ın yaşamöyküsünde neden hep "senaryoya" ihtiyaç duyuluyor?
Bu konuda örnek çok: Ali Adnan'ın yaşamöyküsünü kaleme alan bir avuç yazar, Ulusal Kurtuluş Savaşı günlerinde Ali Adnan ve Edhem'in "Ay-yıldız Çetesi"ni kurduğunu yazmaktadır.
Ege'deki Millî Mücadele dönemini yazan, gazeteci Haydar Rüşdü Öktem'den komutan Rahmi Apak'a, Çerkez Edhem'den, "Galib Hoca" Celal Bayar'a, komutan Ali Çetinkaya'dan Vali İbrahim Edhem Akıncı'ya, Kâzım Özalp Paşa'dan Hacim Muhiddin Çarıklı'ya kadar, dönemi kaleme alanlar anılarında ne Ali Adnan'dan ne de "Ay-Yıldız Çetesi"nden bahsediyorlar!
"Ay-Yıldız Çetesi"ni bilen sadece iki kişidir. Ali Adnan ve Edhem! Bir kişi daha var: çiftliğin kâhyası Mehmed!
Geçelim...
Ali Adnan, daha İzmir işgal edilmeden önce, 23 Kasım 1918'de kurulan "Müdafaai Hukuki Osmaniye Cemiyeti"ne katılmamıştı.
Halbuki dayısı Hacı Ali Paşazade Refik bu toplantılara önce katılmış sonra vazgeçmişti.
Keza işgalden hemen sonra kurulan "Reddi İlhak Heyeti Milliyesi" üyeleri arasında da Ali Adnan adı yoktu.
Yörük Ali Efe, Hüseyin Efe, Kara Durmuş Efe, Kozaklı Mehmed Efe, Mesutlulu Mestan Efe, Dokuzuncu Hasan Hüseyin Efe, Cafer Efe, Sancaktar'ın Ali Efe gibi Çakırbeyli Çiftliği'nin bulunduğu bölgede direniş komiteleri kuran milislerin adlan tek tek yazılıyor ama nedense "Ay-Yıldız Çetesi"nden kimse bahsetmiyor!
Yine o bölgede mücadele veren Albay Salaheddin Bey, Binbaşı Saib Bey, Binbaşı Hacı Şükrü, Yüzbaşı Ahmed, Teğmen Zekâi, Teğmen Şerafeddin, Teğmen Mahmud, Yedek Teğmen Necmi, Bakırköylü
Teğmen Kadri, Kütahyalı Receb Çavuş gibi askerlerin adlan yazılıyor ama, yedek subay Ali Adnan'ın hiç adı geçmiyor!
"Ay-Yıldız Çetesi"nin görev alanı herhalde Çakırbeyli Çiftliği'yle sınırlıydı...
Adnan Menderes Gene Hastalık Dümeniyle Kurtuluş Savaşından Kaçıyor!

Peki Ali Adnan Millî Mücadele'ye katılmamış mıydı ?
Katıldı. Hatta İstiklal Madalyası aldı. Peki ama ne zaman?
Sakarya'da zafer kazanılıp, Yunan ordusunun ilerleyişi durdurulunca, Mustafa Kemal Büyük Taarruz'un çalışmalarına başladı ve seferberlik ilan edildi. Subay, er, silah, yiyecek, içecek miktarını artırmak için kollar sıvandı.
Ankara bu konuda çok kararlıydı; aksi davranışta bulunanların cezasını İstiklal Mahkemeleri verecekti!
Ve Ankara'nın kararlılığı sayesinde Sakarya Savaşı'nda 6 629 olan subay sayısı 8 659'a çıktı. Er sayısı ise 133 079'dan, 199 283'e fırladı!
Askere gitmeyenlere ağır cezalarının verileceğinin duyulması asker sayısının artmasına neden olmuştu. Ankara Hükümeti Osman Bey adında bir topçu yarbayı Söke'ye gönderdi.
Yarbay Osman, bölgedeki yedek subayları göreve çağırdı.
İşte bu davete Ali Adnan ve Edhem de riayet etti.
Ali Adnan, Yenipazar ile Baltaköy arasındaki Dalama'ya "Süvari Müzaheret Bölüğü"ne gönderildi. Daha sonra Koçarlı inzibat komutanı Binbaşı Besim Bey'in emrine atandı.
Evet, orduya yeni katılan 2 030 subaydan biri de Ali Adnan'dı...
Ali Adnan'ın başından beri Millî Mücadele'ye katıldığını ispat etmek isteyenler hep Ali İhsan (Sabis) Paşa'nm 1951'de yayımladığı beş ciltlik Harp Hatıralarım adlı çalışmasına atıfta bulunuyor.
Kitabın yayımlandığı tarihe dikkatinizi çekerim: 1951, yani Ali Adnan başbakan; Ali İhsan Sabis Paşa DP Afyon milletvekili!
Kore'de Türk birlikleri
Ali İhsan Sabis Paşa aynca inanılmaz bir İsmet İnönü düşmanıdır;
ona karşı "ulusal bir kahraman" yaratmayı amaçlamaktadır!
Peki Ali İhsan Sabis Paşa anılannda ne yazmıştı?
Anlattığı, Malta sürgünü dönüşü Koçarlı'da gördüğü yedek subay Ali Adnan'ın ne kadar zeki ve enerji dolu olduğu.
Hepsi bu.
Adnan Menderes'in hayatını "hamaset destanı" haline getirenler, bu anılardan yola çıkarak onu, elinde silahı, düşmana karşı cepheden cepheye koşmuş bir "millî kahraman" yapıvermişler!
Ayıp...
Ali İhsan Sabis Paşa, sürgünde bulunduğu Malta'dan ne zaman yurda dönmüştü: 27 Eylül 1921.
Biz de aynı konunun altım çiziyoruz:
Ali Adnan Millî Mücadele'ye başlangıcından iki yıl sonra, yani İtalyanların bölgeden ayrılmasının ardından katıldı.
Bu tespit, Ali Adnan'ın ne kişisel, ne de siyasal yaşamını küçük düşürmez. İsmet (İnönü) Paşa, Fevzi (Çakmak) Paşa da Ankara'ya gelmekte tereddüt geçirmişlerdir. Hatta Mustafa Kemal bile İstanbul'daki
girişimlerinden sonuç alamayınca son çare olarak Anadolu'ya çıkmıştır. Ama bu ne Mustafa Kemal'i, ne de onun onurlu mücadelesini ufaltır.
İki Büyük Savaşta Askerden Kaçan Adnan Menderes, Başkalarının Çocuklarını Kore’ye Göndermek veya “Vatansever Solcuları” İçeri Tıkmak İçin “ANINDA” Karar Veriyor;

DP hükümeti, 15 general ve 150 albayı tasfiye ettiği tam da o günlerde -hem de TBMM'ye bile sorma ihtiyacı hissetmeden Kore'ye asker gönderme kararı aldı!..
Soğuk Savaş döneminde, yerini "Batı Bloku" olarak belirleyen Türkiye, NATO'ya girebilmek için topraklarından binlerce kilometre uzaklıktaki bir savaşa Mehmetçik'i gönderdi. DP çevreleri, "Milleti harbe sokmamakla erkekliğini öldürdüler" diye propaganda yaptı. Üniversite öğrencilerinin en büyük örgütü Millî Türk Talebe Birliği Başkanı (geleceğin büyük işadamı) Can Kıraç, hükümetin aldığı karardan dolayı şükran bildirisi yayınladı.
Karşı çıkan Doç. Bellice Boran başkanlığındaki Türk Barışseverler Cemiyeti üyeleri ise tutuklanıp cezaevine kondu!..8

8. Behice Boran'ın komünist olduğu her halinden belliydi; saçları kızıldı ve üstelik öğrencilerinin sınav kâğıtlarını kırmızı kalemle tashih ediyordu! inanın bunlar şaka değil, gerçek.
Ve ne yazık ki Türkiye daha ileri yıllarda, "Kızılcıklar oldu mu, selelere doldu mu" türküsünün bile komünizm propagandası yapılıyor diye radyoda söylenmesini yasaklayacaktı.

Ortada tehlike olunca “çıtkırıldım, yataklara düşen ölümcül hasta olan” Adnan Menderes, iş başbakanlık olunca hastalık nedir bilmiyor, başkaları hakkında “savaş, ölüm ve sürgün kararlarını” anında uyguluyordu.
Bu da demek oluyordu ki;
“Adnan’ın canı can, milletinkisi kızartmalık patlıcandı!”
Verdiği kararla binlerce vatan evladı Kore’de varlığından haberdar olmadığı silahların, Napalm bombalarının ateşinde gerçekten kızararak öldürülmüşlerdi. Ya Kıbrıs macerasında Yunanlıların bombaları, evlere doldurarak yakmalarıyla öldürülenler?
Onun emriyle vatan evlatları
Kore'de napalm bombalarıyla yakılırken
Başbakan Adnan
Hatunların üstüne çıkarken hiç hasta değildi!

9. 2002 yılında Güney Kore'de Türk Şehitleri Mezarlığı'nı ziyaret ettim. Anıtmezarlıkta beni en çok duygulandıran, meçhul asker sayısının fazlalığı oldu. Mehmetçik binlerce kilometre uzaklıkta öyle bir savaşa gönderilmişti ki, cesedi tanınmayacak hale gelmişti!
Ve sanıyorum Kore Savaşı'nda şehit düşenlerin duygularını Nâzım Hikmet yazdı: "Benim gözlerimin ikisi de yok / Benim ellerimin ikisi de yok / Benim bacaklarımın ikisi de yok / Ben yokum / Beni, üniversiteli yedek subayı, Kore'de harcadınız, Adnan Bey / Elleriniz itti beni ölüme / vıcık vıcık terli, tombul elleriniz / Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan / ve ben kan içinde ölürken çığlığımı duymamanız için / kaçırdı sizi bacaklarınız ' arabanıza bindirip..."
Kore'de Asker ve cephane treninin bombalanması
İçindeki askercikler diri diri yandılar!

 Aslında sanık sayısı 187'ydi. Ancak 20 kişi "pişmanlık yasası"ndan yararlanarak itirafçı oldu. Bu nedenle bu dava 167 kişi olarak bilinmektedir. İşkenceli sorgular sonucu" okul öğretmeni Hasan Basri Alp öldürüldü. Haberi alan öğretmen eşi denize atlayarak intihara teşebbüs etti. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü son sınıf öğrencisi Kemalettin Özerdem aklını kaybetti; aynı fakülteden Şafak Yurdanur, işkencelere dayanamayarak iki kez kendini öldürmek istedi. Ressam Nuri iyem sinir krizleri geçirdi. Ama Türkiye NATO’ya girmişti...



Türk Milletinin tarihini "asker kaçağı, 
Vatikan işbirlikçisi dönmeler değil,
 er meydanlarında can veren Türkler yazmıştır!

 Bu yazıdan 22 gün sonra Malatya Erhaç'tan kalkan bir keşif uçağımız Kandil yerine Suriye Hatay üzerinde sınır ihlali yapar Lazkiye Limanındaki Rus donanmasının resimlerini çeker endişesiyle Suriye tarafından Akdeniz'e düşürüldü. Savaş tamtamlarını cumhuriyet döneminde asker kaçağı sivil başbakanlar vermiştir tespitim bir kez daha onaylandı.
Vatandaş karikatürü güzel çizmiş ben de konuşturdum. Konuşma metinlerine itiraz edenler sayfaların altında "En Çok Okunanlar" listesinden istedikleri yazıyı seçip gerçekleri öğrenebilirler.



Küresel emperyalist Yahudi şatanist sermaye İncil ve Tevrat'ın Kıyamette Çıkacak Olan Deccal ayetleri gereğince Türk ve Müslüman soylarını kurutmak ve yeryüzünü Yahudilere teslim etmek için bu savaşı çıkarmaktadırlar! İlgili yazılarım;
http://keykubat.blogcu.com/g-w-bush-t-erdogan-ve-yecuc-mecuc-1_19394861.html

http://keykubat.blogcu.com/g-w-bush-t-erdogan-ve-yecuc-mecuc_4366127.html

http://keykubat.blogcu.com/g-w-bush-cuce-tanri-bes-asya-ve-afrikalilar_4372344.html

http://keykubat.blogspot.com/2010/08/devler-cuceler-ve-yecuc-mecuc.html#axzz1yixuo9uF

http://adilyargic.blogspot.com/2012/06/sabetay-seviden-burkali-yahudilige.html