https://www.annualreviews.org/doi/10.1146/annurev-polisci-022018-024059#_i4
Doğu milletlerine biçilen "kötü Milliyetçilik", aşırı dindarlığa boğulmuş Türk coğrafyasında daha Hans Kohn 27 yaşındayken, Rusya'da Galiyevizm olarak kendini göstermiştir.
Galiyevizm;
1917 Rus Sosyalist Bolşevik devrimcilerinden Türk Sultan
Galiyev’in geliştirdiği, milliyetçilik, vatanseverlik, Türkçülük, Turancılık
temellerinde kurduğu Türk milliyetçiliğini Sosyalizm ideolojisine göre
düzenlediği bir görüştür. Müslümanlara
ve Müslüman Türklere yapılan Sosyalist propagandayı, İslam karşıtlığı şeklinde
değil, İslam ile uyumlu olabilecek farklı yöntemlerin takip edilmesini
Milliyetçilik ile Sosyalizmin birleştirilmesini, bu aşamadan sonra Komünizm
aşamasına geçilebileceğini savunan farklı bir bakış açısıdır. Bu bakış açısı
yüzünden de SSCB sosyalistleri içinde dışlanmıştır.
Şimdi, Wikipedia’dan yaptığım “Nasyonalizm=Milliyetçilik”
akımı ile ilgili çeviri yazımı okuyabilirsiniz.
Alaeddin Yavuz
NASYONALİZM-
MİLLİYETÇİLİK
Vatanseverlik duygusu, vatanseverlik hisleri, bayrak
dalgalandırma, yabancı düşmanlığı, şovenizm, jingoizm (aşırı milliyetçilik)
bunların aşırısı olan milliyetçilik korkutucudur.
Bunun aşırısı, özellikle başka milletler üzerinde üstünlük
kurmaya işaret eden şeklidir.
Özel bir ülkenin siyasal bağımsızlığını savunmaktır.
Patriotism (vatanseverlik) ile karıştırılmamalıdır.
Patriotizm, belli bir soya dayanmadan,
ülkesini seven vatandaşların anavatan sevgisinde birleşmelerini ifade eden
ideolojidir. Bu bağ, birinin kendi anavatanı ile ilişkili ırki, dini, gelenek,
siyasi ve tarihi bakımdan farklı görüşlerini içeren bir bileşim (kombinasyon)
olabilir.
Görüşün kaynakları;
Patriotizm görüşünün bazı ifadeleri arasında “toprak/ülke”
elementine vurgu yapılır, toprağından, tarımından pastoral semboller üreterek
anavatanını sevmek şeklinde olabilir. “Toprağına taşına ölürüm Türkiyem” gibi
her milletin ülkesinin coğrafi, doğal güzelliklerini
öne çıkartarak sevgisini ifade şeklidir.
Nasyonalist (milliyetçi), nasyonalizmin herhangi bir tanımı
ile ifade edilebilir. Nasyonalizm, siyasal, sosyolojik ve psikolojik bakış
açıları ile adlandırılabilen bir siyasal ideolojidir.
Savaş sırasında veya devletin bütün etnik, dini unsurlarını
birleştirerek bir barış toplumu kurma amacıyla oluşturulabilen Milli Birlik,
Milli Birlik Hükumetleri ile, dünyanın her ülkesinden olmasına rağmen
işverenlere karşı tek sendikada toplanma ideolojileri ile Nasyonalizm
karıştırılmamalıdır.
Nasyonalizm, özel bir
milletin, anavatanı üzerinde egemenlik (kendi kendini yönetme) hakkını kazanmak
ve bu yöntemle yükselmeyi hedefleyen siyasal ve ekonomik karakterli bir
ideolojidir.
Siyasal ideoloji olarak Nasyonalizm, bir milletin, dış
baskılardan uzak, “self determination=kendi kaderini tayin hakkı”na dayalı olarak
kendi kendisini yönetme hakkını elinde tutmasıdır. Nasyonalizm, ortak atalardan gelme inancı
merkezinde kültür, dil, din ve siyasi görüş gibi toplumsal karakterlere
dayandırılarak ülkesinin dışındakilerle birleşmeyi isteyebilen “milli kimlik” oluşturma siyasetine de
uzanabilir. (Kynk-Smith,
A.D. (1981). The Ethnic
Revival in the Modern World. Cambridge University Press.;- Triandafyllidou,
Anna (1998). "National Identity and the Other". Ethnic and Racial Studies. 21 (4): 593–612)
Tarihi olarak Nasyonalizmin çağdaş kavramı, yerel otorite,
aile ve kendi toprağıyla ilişkili olan bir millet olmaktan daha büyük içeriğe
sahip olarak 18. Yüzyılda şekillenmiştir
.( Kohn, Hans (2018). Nationalism. Encyclopedia Britannica.)
Siyasi ve sosyolojik olarak milliyetçiliğin temelini ve
kökenini anlamak için üç paradigma vardır. İlk paradigma, milliyetçiliğin doğal
fenomenler olduğunu, milletlerin eskiden beri var olduklarını ileri süren
primordializm (perennializm=ilkel, eskiye dayalı)dir.
İkincisi ise, milletlerin öznel sembolleri bağları yoluyla
evrimsel olguları içinde yaşadıkları tarihlerini telkin ederek milliyetçiliği
bir dinamik olarak açıklayan bileşim olan enhnosymbolism (ırksal sembolcülük)dir.
Üçüncü paradigma ise, var olan çağdaş toplumun
sosyo-ekonomik ihtiyaçlarını içeren sosyal olgulara göre tanımlayan modernism
(çağdaşlık)dir.
Milliyetçiliğin tiplerine baktığımızda 15 milliyetçilik tipi
tanımlanmaktadır, bunlar;
1-Etnik
Milliyetçilik (Irk, dine, tarihe dayalı)
2-Sivil “
(Sivil, yasal haklardan eşit vatandaş olarak yararlanma hakkına dayalı)
3-Yayılmacı
“ (Milli duygularla yapılan yayılmacı, özerk, radikal, ilkel milliyetçilik)
4-Romantik “ (Bireyin kendi dini-ırki kimliğinin yasal
olarak tanınmasını isteyen aydınlanmacı şekli)
5-Kültürel “ (Ait olduğu topluma kendi dini-ırki
kimliğiyle katılımcı, sivil ve ırkçı olmayan şekli)
6-Devrimci “ (Mussolini tarafından açıklanan kökten
milliyetçi, ırkçılık temelinde birleşme ideolojisi)
7-İleri-Sömürgeci “ (Post-colonnial Nationalism-II. Dünya
savaşından sonra çıkan, sömürülen ülkelerin milliyetçilikleri)
8-Liberasyon
(Özgürlükçü) Milliyetçilik (Irka dayalı sosyalist bir devlet kurma amacı güden)
9-Sol
kanat “ (Sol kanat akıma dayalı olarak
Küba Fidel Castro, İrlanda Sinn Fein, Fulgencio Batista tarzı milliyetçilik)
10-Liberal
(Özgürlükçü) Milliyetçilik (Irk korkusu olmadan siyasi, felsefi temelde özgürlük,
temel haklarda eşitlik gibi kavramlara dayalı olan milliyetçilik)
11-Milli
Muhafazakarlık (Avrupa şartlarına uygun olarak, göçleri önleme, milli kimliği
koruma amaçlı muhafazakarlık temelinde milliyetçilik)
12-Milliyetçilik
bilgisine dayalı anarşizm okulu (Irk ilk ve en başta gelen şeydir, devlet
asalaklardan kurtulmalıdır, ırka, dine dayalı bir devlet, federasyon veya özerk
oluşum kurulmalıdır diyen bir zihniyet. Bu Avrupa Birliğinde 25 devlet, 500
etnik farklılık göz önüne alındığında, Asya ve Afrika ülkelerinde bile olası
bir ideoloji değildir. Türkiye’de bile 36 etnik ve dini farklılık sayıldığında
bizde de bu “ırkçı” milliyetçilik uygulanabilir değildir.)
13-Dini
milliyetçilik (Din, mezhep, tarikat temelinde etnik milliyetçilik, ülkemizde
Keldani, Süryani, Ermeni milliyetçiliği gibi)
14-Pan-Nationalism
(Başka din ve kültürlerce ele geçirilmiş Slav milliyetçiliği tarzı “tek millet”
milliyetçiliğidir.
15-Sürgün-Gurbet
(Diyaspora) Milliyetçiliği (Benedict Anderson’un teorisi olan, ABD gibi uzak ülkelerde
yaşayan Yahudi, Ermeni gibi milletlerin milliyetçiliğidir)
MİLLİYETÇİLİĞİN
TERMİNOLOJİSİ
Nation
(Milliyet) 1800’lerden önce Avrupa’da bir ülkenin ikamet eden vatandaşlarını
tanımlamak olduğu kadar onların ortak tarihlerini, hukuklarını, dillerini,
siyasal haklarını, dinlerini ve geleneklerini içeren günümüzdeki çağdaş
tanımına yakın olarak ifade etmekte kullanılıyordu.(
Gat, Azar (2012). Nations:
The Long History and Deep Roots of Political Ethnicity and Nationalism. Cambridge University Press. p. 214.)
Nasyonalism(Milliyetçilik),
daha eski bir kavram olmasına rağmen asla, 1844’de tarihlenen İngilizce bir
terim değildir. Sadece 19. yy. da önemli olmuştur. Terim, 1914’den sonra
çağrıştırdığı anlamın dışında artarak olumsuz anlam kazanmıştır. Glenda Sluga, Yirminci
yüzyıl, büyük küreselleşme çağında dahi nasyonalizm derin bir uyanış çağı
olmuştur, der.( Glenda
Sluga, Internationalism in the
Age of Nationalism (University
of Pennsylvania Press, 2013) ch 1)
TARİHİ
Nasyonalism
(Milliyetçilik), 18. Yüzyılda milli siyasal özgürlük, kendi kaderini tayin
hakkı gibi çağdaş kavramlarla ifade edilen bir duygu olsa da eski çağlardan
beri medeniyetin tekrarlayan bir yönüdür.(
Hans Kohn, The idea of
nationalism: A study in its origins and background (1944).)
Milliyetçi
hareketler, İran’ın Sasani çağı ile tekrar ortaya çıkan Pers kültüründeki
Yahudi isyanlarında, 4. Ve 5. yüzyıllarda Batı Roma İmparatorluğuyla tekrar
beliren Latin Kültürlerinde olduğu gibi diğer kültürlerde de olduklarına dair
örnekler verilebilir.
Modern
çağlarda 1804-14 arasındaki Rhine konfederasayonuyla Almanya’nın Napolyon
tarafından kontrol edilmesine karşı çıkan, Alman Milliyetçiliği örnek
verilebilir.(
Gregorio F. Zaide (1965). World History. . p. 274.)
Linda
Colley, “İn Britons Froging the Nation 1707-1837 (İngilizlerde 1707-1837
arasında Milli Şekillenme)” (Yale Unv.Press 1992) kitabında Milliyetçiliğin
1700’lerde ortaya çıktığını, 1830’l,arda İngiltere’de tam haline ulaştığını
keşfetmiştir.
Tipik olarak
tarihçiler milliyetçiliğin Avrupa’da (1789) Fransız devrimiyle başladığını,
sadece Fransız devrimine değil Alman, İtalyan ve diğer Avrupalı entelektüellere
de vurgu yaparak yazarlar.( Raymond
Pearson, ed., The Long-man
companion to European nationalism 1789–1920(2014) p. xi, with details on
each country large and small.)
Sanayi
devriminin ortaya çıkmasıyla ekonomi ile çevresi sarılmış entegre milliyetçilik
halkın günlük yaşamında belirmeye başladı ve insanlar, daha küçük olan, aile,
köy, kasaba, vilayet merkezli tanımlar yerini bütün olarak bir milliyetçilikten
bahsetmeye başladılar.
Sevilen
Vatansever Milliyetçiliğin İngiltere de ortaya çıkması 18.yy. ın ortalarını
buldu ve aktif olarak hükumet, yazarlar, entelektüeller tarafından
işlendi. Union Jack (İngiltere ve
sömürgelerini temsil eden günümüz bayrağı) 1801’de milli olarak kabul edildi. (
Nick Groom, The
Union Jack: The Story of the British Flag (2007).)
Thomas Arne milliyetçi şarkıları olan “Rule, Britannia” yı 1740’ta besteledi.(
Scholes, Percy A (1970). The Oxford
Companion to Music (tenth
Edition). Oxford
University Press. p. 897.)
ve karikatürist John Arbuthnot, İngiliz milli karakterini yansıtan John Bull
karaktrerini 1712’de kişileştirdi (
Newman,
Gerald G. (1987). The Rise of
English Nationalism: A Cultural History, 1740–1830. New York: St. Martin's
Press)
18. yüzyılın
geç dönemleri yayılan Amerikan ve Fransız devrimlerinin etkisiyle vatansever
milliyetçilik çırpınışlarıyla geçti.(
Dictionary of Politics, "French
Revolution... It produced the modern doctrine of nationalism, and
spread it directly throughout Western Europe ...", Oxford, 2009)
Prusyalı
(1815 öncesi Almanya) alim Johann Gotfried Herder,(1744-1803) 1772’de yaygın
olan dilin önemine vurgu yapan “Dilin Kökeni Üzerine Tez” ini yayınladı. Buna
vatanseverlik ve milliyetçilik kavramlarının önemlerini “ vatanseverlik ruhunu kaybeden,
kendini ve bütün dünyada kendini temsil eden ruhunu kaybetmiştir” şeklinde vurgulamayı da ekledi.
19. YÜZYIL
Milliyetçi
siyasal gelişmeler, Halk Egemenliği kavramının itici gücüyle ırkçı/milliyetçi
devrimler Avrupa’da zirveye ulaştı. 19. Yüzyıl boyunca milliyetçilik, I. Dünya
Savaşını belirleyen etkenler listesinin en yüksek tipik tarihi, siyasi
toplumsal güçleri olmuştur.( Gillette, Aaron
(2006). "Why Did They Fight the Great War? A Multi-Level Class Analysis of
the Causes of the First World War". The
History Teacher.40 (1):
45–58.)
1800-1806’da
Napolyon’un İtalyan ve Alman topraklarını fethi, milli birlik isteklerini ve
milliyetçiliği tetikleyen bir rol oynamıştır.
FRANSA
Milliyetçilik,
Fransız devrimiyle Fransa’da erken bir ifade şekli kazanmıştır. 1793’de hükumet
halkı hizmete davet eden bir yığın milli hizmet çağrısı(Levee en Masse)
yayınlamıştır;
“Bundan
böyle, düşmanlarımız cumhuriyetin topraklarından çıkartılıncaya kadar, bütün
Fransızlar sürekli askerlik hizmeti altına alınmıştır. Genç erkekler savaşa
gideceklerdir; evli erkekler kollarını
hastanelerde işleteceklerdir; çocuklar eski çamaşırları sökerek ipliğe
çevireceklerdir; yaşlı erkekler, halka açık alanları onaracak, savaşçılarımızın
cesaretlerini arttırmak için krallaraa karşı nefreti, cumhuriyetin
birleştiriciliğini vaaz edeceklerdir.”( Moran,
Daniel; Waldron, Arthur, eds. (2003). The
People in Arms: Military Myth and National Mobilization since the French
Revolution. Cambridge: Cambridge University Press. p. 14.)
Fransız
devriminin kapanışına yakın zamanda milliyetçilik hız kazandı. Savaşlarda gelen
bozgunlar ile toprakların elden çıkması milliyetçiliği güçlendiren en önemli
etkenlerdi. 1871’de Alman bozgunu ile Fransa’nın elinden çıkan Alsace-Loraine
bölgelerinin geri alınması için yapılan çeyrek yüzyıl boyunca güçlü bir
motivasyon süreci yürütüldü. 1895’de Dreyfüs davaları, hükumetin düşürülmesiyle
Alsace konusu gündemden düştü.(
K. Varley
(2008). Under the Shadow of Defeat: The War of 1870-71
in French Memory. Palgrave
Macmillan UK. p. 54)
Milli
anavatana ait toprakların geri dönmesi isteği ile Fransızların yarattığı en
büyük tepki “Revanchism=İntikamcılık” di. Revanchism, ekonomik, siyasal coğrafi
faktörler ile motive edilmiş, gücünü vatanseverlik ve misilleme düşüncelerinden
alıyordu. Aşırı Revanchist ideoloji, açılacak bir diğer savaşın olumlu sonuçlar
getireceğini umarak şahin siyaseti yürütme ideolojisiydi ve kaybedilen
topraklarını geri alma, milli sınırların dışında kalmış milli, ırki unsurlarla
birleşme ideolojisi irredentism ile alakalıydı. Revanchist ideoloji, ülke
sınırları dışında kalmış toprakları, oralara yaşayan ırki unsurları bu
ideolojide harekete geçirmeyi isteyen
milli kimliğe dayalı milli devlet siyasetine dayanıyordu.
1804-1906
arasında yapılan savaşta sadakatsizlik ve ihanet davasına konu olan Dreyfus
davası muhafazakar Katolik Fransız milliyetçilerinin esas konusuydu.
Dreyfus, Fransız milliyetçilerinin
gözünde dışlanmış bir yabancı, bir Yahudiydi, şüphelenilebilecek, güvenilmezdi
ve Fransız değildi. Muhafazakar bakış
açısıyla millete gerçek bağlılık, Liberal ve cumhuriyetçilerin eşitlik,
özgürlük kavramlarını tehdit etti ve ülkenin yıkıma yönelmesini sağladı.(
Jeremy D. Popkin (2016). A History of Modern France. p. 173. )
ALMANYA
1806’da
Napolyon, Prusya’nın batı devletleri olan Almanya’da Orta çağa ait birçok
kutsal eski yapıları ortadan kaldırdı ve Kutsal Roma İmparatorluğunu çözecek
işler yaptı.
Akli yasal
sistemleri önerdi ve dramatik değişikliklerin nasıl yapılabileceğini gösterdi.
1806 Rhine Konfederasyonu ile yaptığı düzenleme ile milliyetçilik duygusunu
teşvik etti.
Milliyetçiler,
birlik gücünü oluşturmak için milliyetçiliği erkeklik duygusu ile çevrelediler.
Prusyalı Şansölye Otto Von Bismarck, Almanya’dan küçük eyaletlerde yaşayan
milliyetçi Almanları heyecana getirmek, birleştirmek için Danimarka, Avusturya
ve Fransa ile başarılı bir savaşlar serisi yürüttü. Bu savaşlara Alman soylular
yeni bir Alman İmparatorluğu kurmak için gönüllü olarak katıldılar, bunların
sonucunda Bismark 1871’de Avrupa barışı için bir denge haline gelebildi.( Hagen Schulze, The
Course of German Nationalism: From Frederick the Great to Bismarck 1763–1867 (Cambridge UP, 1991).)
19. yüzyılda
Alman milliyetçiliği, Prusya’da, Alman milliyetçiliğinin en yüksek amacının
Alman devlet gücünün Alman olma ruhu ile gerçekleşebileceğini savunan
Hegelcilerin merkezinde akademik seviyeye yükseltildi. Johan Gustav Droysen
(1808-1884), Heinrich von Sybel (1817-1895), Heinrich von Treitschke
(1834-1896) gibi üç büyük Alman tarihçisi de bunlara katılmıştı. Droysen,
Avusturya’nın liberal görüşünü yetersiz, geri kalmış olduğunu söyleyerek Alman
yenilikçiliğini etkin, ilerici,reformcu olarak tanımlayarak, liberallikten
milliyetçiliğe geçiş yaptı.
Prusya kralı
Hohenzollern’i ideal kişilik olarak tanımladı. 1855-1886 yılları arasında 14
ciltlik Prusya Siyasi Tarihi’ni (History of Prussian Politics) yazdı. Von Sybel,
Prusya arşivlerinde milliyetçilik alimlerinin oluşturdukları yaygın
kaynaklardan çeviriler yaparak Historische Zeitschrift’i yazdı. (Louis L. Snyder, Encyclopedia of Nationalism(1990)
pp. 77–78, 381–82.)
En bilgili
milliyetçi Alman tarihçi olan Treitschke, Berlin Üniversitesi ve Heidelberg’de
büyük oranda seçkin öğrencilerini etkiledi. Coşkulu bir şekilde sosyalizm,
pasifizim,İngiliz, Fransız ve Yahudiler ile enternasyonalistler ile parlamenter
siyaset savunucularına saldırdı. Söylemek istediklerinin özü ise, Prusyalıların
gözlemleri altında, birleşmiş, güçlü bir Almanya ihtiyacı olduğuydu. “Devletin
gücünü arttırmak, onun en yüksek görevidir” diyordu. Oysa, kendisi, Çek kökenli
Slav bir aileye mensuptu ve “Ben o profesörden 10.000 kez daha Alman’ım” diyerek
kendisini Alman olarak yorumluyordu.( Snyder, Encyclopedia of Nationalism (1990) pp. 399–401)
İTALYA
İtalyan
milliyetçiliği 19. Yüzyılda İtalya’nın Birleşmesine yönelik
“Risorgimento=Diriliş,Yeniden Diriliş”
adıyla ortaya çıktı. 1861’de İtalyan Krallığı devletini oluşturan
İtalyan yarımadasındaki küçük devletçikleri birleştirme amaçlı entelektüel ve
farklı eyaletlerce desteklenen bir hareket olarak belirdi. Risorgimento’nun
esası orta sınıfa dayalı İtalyan milliyetçiliği üzerine kuruluydu ve zayıf
kaldı (Silvana Patriarca and Lucy Riall, eds., The Risorgimento Revisited:
Nationalism and Culture in Nineteenth-century Italy (Palgrave Macmillan, 2011).)
Mezzogiorno adıyla anılan Güneyliler ile dindar Katolikler daima muhalif
kaldılar. Yeni hükumet, gelenekleri, zayıf İtalyanca dilleri, ekonomik olarak
fakir olmaları yüzünden güneylilere işgal edilmiş bölge muamelesi yaptı.
Liberaller,
çok iyi organize olmuş Papa ve Katolik kilisesine daima kuvvetli muhalefet
yaptılar. Papa, 1860’a kadar iktidarını korudu ve 1870’de İtalyanlar Roma’ya
girdiler. Roma’yı kaybeden Papa, yeni hükumetin Liberalizmine daima kuvvetle
muhalefet etti ve önerilen terimleri ret etti. Kendisini Vatikan’a hapsolmuş
mahkum olarak ilan etti ve Katolikleri yeni hükumetin siyasetlerine katılmamaya,
oy vermemeye çağırdı. Katoliklerin yabancılaştırılması 1929’’a kadar sürdü.
Francesco Crispi idaresindeki Liberal hükumet Bismark’a özenerek siyaset
alanını genişletti ve İtalyan milliyetçiliğini ateşleyerek yüksek derecede
saldırgan bir dış politika izledi. Geri tepme ile sonuçlanan siyaseti kırıldı.
Tarihçi R.J.B.Bosworth Crispi’nin milliyetçi dış politikasını;
“Faşist
rejimle eşit olamayacak kadar saldırgan politikalar izledi. Avrupa’nın yangın
felaketi hakkında neşeyle konuştu, Alman ve İngiliz dostlarını düşmanlarına
engel olmaları için saldırıya geçmeleri için alarma geçiren önerilerde
bulundu. Doğu Afrika’daki kolonici
arzuları, Fransa ile ticaretini bozma siyasetleri oldukça aşağılayıcı ve
yıkıcıydı. Crispi’nin toprak genişletme arzuları, Etiyopya İmparatoru
Menelik’in 01 Mart 1896’da Adowa’da bozguna uğratmasıyla kesildi. Crispi’nin
özel yaşamında üç eşli oluşu,kendini finanse etmesi gibi nedenlerle sürekli
rezaletlerle anıldı ve şerefsiz bir emekliliğe mahkum oldu.(
R.J.B. Bosworth (2013). Italy and the Wider World: 1860–1960. Routledge. p. 29.)
Bu
gelişmeler esnasında sanayileşmiş kuzeylilerden, milliyetçilik karşıtı, radikal
sosyalist değerlere sahip üçüncü bir muhalif grup ortaya çıktı ve Liberalizmi
ret etti. I.Dünya savaşına Müütefiklerin yanında katılan İtalya vaat edilen
toprakları alamayınca çabaları fiyasko ile sonuçlandı ve faşist rejimi
getirecek Benito Mussolini’yi iktidar edecek kaldırım taşlarını döşedi. Bu da
yüksek saldırgan milliyetçiliğin sonucu olarak II.Dünya Savaşında Hitler
Almanyası ile müttefikliği, art arda gelen savaşları ve hayal kırıklığını
getirdi ve aşağılanma ile sonuçlandı. 1945’de Katolikler tekrar iktidarı ele
geçirdiler, tansiyon yatışır gibi oldu ama Mezzogiorno sefil ve gülünç bir
halde kaldı.
Çalışan
sınıflar, Roma’dan değil Moskova’dan etkilenmiş görünen Komünist partiyi
oyladılar, Kuzey’in sanayileşmiş şehirlerinin desteği ile hükumeti elde
tuttular. 21 yy. da Komünistler gittiler ama kültürel gerilimler Kuzey’da
Padanya Milliyetçiliği (Kuzey İtalya devleti isteği) olarak kendini gösterdi.(
Stephen Barbour and Cathie Carmichael, eds.
(2000). Language and Nationalism in Europe. Oxford UP chapter 8. )
YUNANİSTAN
Yunanlıların
Osmanlı’dan bağımsızlık istekleri 1820-1830’lar arasında Hristiyan batılılarca,
özellikle İngiltere tarafından desteklendi. Yunan Milliyetçilerinin başarılı
olabilmeleri için İngiltere, Fransa ve Rusya kritik zamanlarda araya girerek
başarıyla sonuçlanmasını sağladılar. (
Alister E.
McGrath (2012). Christian History: An Introduction. p. 270)
SIRBİSTAN
Ortodoks
Hristiyan Sırplar asırlarca Osmanlı İmparatorluğunca yönetildi. Osmanlı
idaresine karşı Sırp Devrim hareketinin 1817’de Sırbistan Eyaletini doğurdu. Bu
da 1867’de de facto Bağımsız Sırbistan’ı getirdi ve Sırbistan 1878’de
uluslararası devlet olarak tanındı. Liberal Sırbistan Bosna-Hersek ile Eski
Sırbistan olan Kosova ve Makedonya Vardar Ovası ile birleşmek istedi. Sırbistan ortak dil gerekçesiyle Habsburglar
idaresindeki Hırvatistan’ı, ve Bosna’yı da kendisine katarak daha büyük bir
devlet kurmayı savunmaya başladı. (
Hajdarpasic,
Edin (2015). Whose Bosnia? Nationalism and Political
Imagination in the Balkans, 1840-1914. Ithaca and London: Cornell University Press. pp. 1–17, 90–126.)
1914’de
Yugoslav devrimcileri Bosna’da Arşidük Ferdinand’ı öldürdüler.
Avusturya-Macaristan Almanya destekli olarak Sırbistan’ı işgal etmeyi
düşündülerse de araya Rusya girdi, bu yüzden I.Dünya savaşı ateşlendi,
Avusturya devletlere bölündü.( Christopher Clark, The Sleepwalkers: How Europe Went
to War in 1914 (2012))
1918’de
Voyvodina bölgesi Avusturya-Macaristan’dan ayrıldığını, Sırbistan ile
birleştiğini ilan etti, 01 Aralık 1918’de Slovak, Hırvat ve Sırp devletleri
birleşti, devlet Sırp, Hırvat, Slovak Krallığı adını aldı. Daha sonra
Yugoslavya olarak ad değiştirdi ise de Yugoslav kimliği itibar görmedi.
II.Dünya Savaşından sonra Komünist Yugoslav rejim ilan edildi 1990’larda sona
erdi.( Sabrina P. Ramet, Nationalism and federalism in
Yugoslavia, 1962–1991 (Indiana
Univ Press, 1992).)
POLONYA
Polonya’da
milliyetçilik, tekrarlayan hayal kırıklıkları ile 1918’den önce çıktı.
Avusturya, Prusya ve Rusya tarafından işgal edilip parçalara ayrıldı. Napolyon
Varşova Dükalığını kurduktan sonra milliyetçilik ruhu ateşlendi. 1815’de Rusya Polonya Kongresi ile buna son
verdi ve Rus Çarı Polonya Kralı ilan edildi.
1830, 1863-64’de çıkan milliyetçi ayaklanmalar Rus Çarlığınca sert bir
şekilde bastırıldı, Polonya dini ve kültürü Ruslaştırıldı. I.Dünya savaşında
Rus Çarlığının çökmesi üzerine büyük devletler Bağımsız Polonya’yı yeniden
kurmak için anlaştılar ve bu 1939’a kadar sürdü. Bu anlamda bölgedeki
Polonyalılar, ağır sanayileşmeye geçen Almanya’nın, 1870’lerde Bismarck’ın
Kulturkampt adını verdiği, Almanya’nın Kutsal İttifak’ın başı olduğu yıllardan
kalan, Vatikan’dan daha yetkili olarak eğitim ve kilise üzerinde etkili olma
siyasetinin saldırısına uğradı. Polonyalılar Alman Katolik kilisesine katılarak
Merkez Parti’yi örgütlediler ve Bismarck’ı yenilgiye uğrattılar. O da
rahatsızlığa son vermek için Merkez Parti ile işbirliği yaparak cevap verdi (Richard Blanke, Prussian
Poland in the German Empire (1871–1900) (1981))
19. yüzyılın
geç ve 20.yüzyılın erken dönemlerinde Polonya Milliyetçileri Piast Concept’ini
imzaladılar ve Polonya topraklarının üzerinde, modernleşme, batılılaşma, batı
ile ilişkilerde Piast hanedanını yetkili kıldıklarını onaylamış oldular.
Aslında Piast hanedanı 1000 yıl önce var olduğuna inanılan, “Polonya
Polonyalılarındır” diyen Polonya milliyetçilerinin bir ütopyasıydı.
Jan
Polawski, 1890’larda Piast Concept’ini
geliştirdi, şekillendirdi ve Polonya Milli İdeolojisinin merkezi yaptı,
bu ideoloji yönünde Roman Dmowski’nin başkanlığını yaptığı Endecja adıyla
anılan Milli Demokratik Parti ortaya çıktı. Buna karşı olarak da çok çeşitli
etnik gruplara sahip olan Polonya’da milliyetçilik olamayacağını savunan
Jagiellon Consept’i ortaya çıktı.
Piast
Jonsepti, bölünmüş Polonya’nın diğer yarısı Kresy’de, Polonyalıların diğer
etnik gruplar üzerinde egemen olmasını savunan Jagiellon konseptine karşı
durdu.
Jagiellon
kavramı 1920-30’lu yıllarda resmi devlet ideolojisi oldu. Sovyet diktatör
Stalin, 1943’de Tehran’da yapılan görüşmede, Polonyalıların Ukraynalılar ile
Belarusların üzerinde hakimiyet tanıyan, batı sınırlarında yoğun değişikliği
savunan Jagiellon kavramına karşı çıktı. 1945’de Sovyet destekli kukla rejim,
“Polonya Milliyetçiliğinin Gerçek Mirasçıları” olduklarını savunarak kalben
Piast Konseptini kabul etti.
Alman Nazi
işgal dönemi dahil çıkan bütün ölümlü olaylarda Polonya’nın %99’unun Polonyalı
olduğu tezi savunuldu.(
Davies
(2001-05-31). Heart of Europe. pp. 286–87.)
YAHUDİ
MİLLİYETÇİLİĞİ
Yahudi
Milliyetçiliği 19.yüzyılın ikinci yarısında Siyonist(Zionist) hareketle
ilişkili olarak ortaya çıktı. “Zion=Sion=Siyon” terimi Kudüs şehrinin
Tevrat’taki adıydı. Siyonist ve milliyetçilerin amaçlarının sonu Filistin’de
egemen bir Yahudi Devleti kurmaktı. Yabancı yerlerde, baskılar altında
gürültülü bir yaşamın yarattığı belirsiz şartlar, destekçilerini, İsrail’in
doğum yerinde bağımsızlık ilanı taslağı hazırlamaya yönlendirdi.
Eski Tevrat
metinlerinde birinci ve ikinci kez tapınaklarının yıkılışları efsaneleri Yahudi
milliyetçiliğini özendirdi. Yahudi dini ve eskatologyasındaki birçok teoriler,
bölgedeki hareketin destekçileri ve muhaliflerince öne çıkartıldı.
1789 Fransız devrimiyle Avrupa’daki
Hükumdarlık ve yönetime karşı yeni düşünce akımları kıvılcımlanmıştı.
Geleneksel Hiyerarşi temelli sistemdeki siyasal bireycilik ve devlet-vatandaş
temelinde olan değişim Yahudileri ikileme düşürmüştü.
İkamet
hakları ve temel yasayı sağlamaya gelindiğinde vatandaşlık esastı. Sırasıyla bu yasaları yapmaya başlanıldığında
çok ama birçok Yahudi belirli milliyetleri tanımayı seçti. Yahudiler, millet
esaslı devlet düzenine göre, seçkin bir dil ve tarih olması gerektiğinden,
bunları göz önünde alındığında millet olma hakkına sahip olduklarına
hükmettiler.
Tarihçi
David Engel, çoğunluğu dünyanın her yerine dağılmış ve korumasız olan
Yahudilerin tarihi metinlerindeki geleneklerine ve kehanetlerdeki korkuya göre
Siyonizmi açıkladı.( David, Engel (2009). Zionism. Pearson Longman
Publishing Group.)
LATİN
AMERİKA
1810-1820’lerde
Latin Amerika’da milliyetçiliğin yükselişi, İspanya’nın buradaki bütün
kolonilerinde devrimleri ateşledi. 1798’den 1808’e kadar İspanya İngiltere ile
savaş halindeydi ve İngiliz Kraliyet Donanması İspanya’nın kolonileriyle olan
bütün bağlantısını kesti, milliyetçilik çiçeklendi ve İspanya ile ticaret
askıya alındı. Koloniler İspanya’dan bağımsız olarak milli hükumetler ve
cuntalar kurmaya başladılar. Hispanik halklar arasında bir bölünme patladı,
kendilerine “peninsulares” diyen İspanya doğumlular ile ataları günümüz Kuzey
Amerika, Orta Amerika, Asya ve Okyanusya’daki İspanyol topraklarında doğmuş
olup, kökleri Habsburg İspanyol krallığının atadığı soylara dayanan “Yeni İspanyalılar “ olan Criollos
(İng-creoles) olarak ayrıldılar. İki grup savaştılar ve criollos’lar
bağımsızlık için savaşıyordu. İspanya bu savaşları durdurmak için ordularını
göndermek istiyordu ama Avruap ülkelerinden hiç destek de alamıyordu. İngiltere
ve ABD, İspanya’ya karşı birlikte oynadılar ve Avrupa ülkelerinin Amerika
kıtalarındaki sömürgelerinde tekrar hakimiyet kurmalarını engelleyen Monroe
Doktrinini desteklediler. İspanya, 1808-1826 arasında çıkan seri siyanlarlar
Küba ve Puerto Rico dışındaki tüm kolonilerini kaybetti. (John Lynch, The
Spanish American Revolutions 1808–1826 (2nd
ed. 1986))
20. YÜZYIL
ÇİN
MİLLİYETÇİLİĞİ
Asya boyunca
milliyetçiliğin uyanışı kıtanın tarihini değiştirdi. Anahtar bölüm, çağdaş
savaşta Avrupalı olmayanların askeri üstünlüklerini gösteren Japonların 1905’de
Rusya’yı aldatıcı bir bozguna uğratmasıydı. Bu bozgun çabucak İran, Türkiye ve
Çin’de yeni milliyetçiliğin ilanını getirdi. Çin’de Sun Yat Sen (1866-1925)
Milliyetçi Halk Partisi Komintang’ı kurdu ve dışarıdan gelenlerin (Tunguz
Türklerinin hanedanı- Alaeddin Yavuz) yürüttüğü çürümüş hanedana meydan okudu.
Komintang Bildirisi şöyleydi;
“Bu andan
itibaren, eskiyi yıkacağım ve yeniyi kuracağım, ve tespit edilen, iyi bir
hükumet kurma, halkın sürekli barışı ve mutluluğu, devlet kurumlarının
güçlendirilmesinden ibaret üç ilkeye göre Çin Cumhuriyetini kurmak, halkın
kendi kaderini tayin hakkını sağlamak için var gücümle çalışacağım ve dünya
barışı adına bu uğurda savaşacağım.”( Hans Kohn, Nationalism: Its Meaning and
History(1955) p. 87.)
1949’da
Pekin’de antiemperyalist, solcu öğrencilerin açıkladığı 04 Mayıs 1919
bildirisiyle Komünistler rejimi devir alıncaya kadar Komintang ülke genelinde
yayıldı. 04 Mayıs hareketi Çin’in iç gericiliğine karşı ülke genelinde bir
protesto hareketi olarak büyüdü ve aydın Çin Komünizminin kuruluşu olarak
gösterildi. (Shakhar Rahav, The
Rise of Political Intellectuals in Modern China: May Fourth Societies and the
Roots of Mass-Party Politics (Oxford
UP, 2015).)
Tarihçi
Patricia Ebrey’e göre, Dört Mayıs Hareketi ile ateşlenen Yeni Kültür Hareketi 1920lerde ve 1930’larda giderek güçlendi;
Milliyetçilik,
vatanseverlik, ilerleme, bilim, demokrasi ve özgürlük amaçları, sömürgecilik
(emperyalizm), feodalite, diktatörlük, otokrasi, ruhbanlık, gelenekleri
yüzünden bunlara körlemesine katılanlar da düşmanlarıydı. Aydınlar, çağdaş ve
güçlü bir Çin’in nasıl kurulacağını, dünya milletleri ile yarışacak Çin
devletinin nasıl korunabileceğini belirlemek için çabaladılar. (Patricia Buckley Ebrey, Cambridge Illustrated History of
China (1996) p. 271)
AFRİKA
1880’lerde
Avrupalılar bütün Afrika’yı böldüler (Sadece Etiyopya ve Liberya bağımsız
kaldı). II.Dünya savaşının sonunda
milliyetçilik akımları güçleninceye kadar yönettiler. 1950-1960’lkoloni
holdingleri bağımsız devlet olmaya başladılar. İlerleme başlangıçta barış
içindeydi fakat Cezayir’de, Kenya’da ve başka yerlerde kanlı sivil savaşlar
oldu. (Alistair Horne, A
savage war of peace: Algeria 1954–1962 (1977).)
Afrika
boyunca milliyetçilik hareketi, dünya savaşında İngiliz, Fransız ordularından
öğrendikleri ustalıkları kullandılar. Hareket, sömürgeci güçler ve onlarla
geleneksel işbirliği içinde olan yerli işbirlikçilerin kontrolleri dışında
birleşerek gelişti. Milliyetçiler geleneksel sömürgecilere ve yeni sömürgecilik
sistemlerine karşı örgütlenerek meydan
okudular ve sonunda onları kovdular. Bu gün bir çoğu ölmüş olan Avrupalı
kolonicileri heyecanlandıran Afrikalı milliyetçilik hareketlerinin önderleri
kontrolü ele geçirdiler. Milliyetçiler, merkezi hükumetler kurdular, onların
gücüyle geçen on yıllar içinde milliyetçilik ateşiyle siyasal, eğitim, dini ve
öteki toplumsal yapılanmaları devletin her yerinde kurdular. (Festus Ugboaja Ohaegbulam, Nationalism in colonial and
post-colonial Africa (University
Press of America, 1977).)
İngiliz
sömürgesi olan Güney Afrika bu hareketten muaf kaldı 1931’de bağımsız oldu.
1948’den 1994’e kadar 17.-18. Yüzyıllarda bölgeye yerleşmiş Hollandalılardan
oluşan ırkçı, Zencileri aşağılayan, köle gören Afrikanerlerce yönetildiler.
Siyahi milliyetçiler 1994’de Nelson Mandela’nın başkanı seçildiği Afrika Milli
Kongresinin başarıya ulaşmasına kadar bunlarla mücadele ettiler. (Nancy L. Clark and William H. Worger, South Africa: The rise and fall of
apartheid (Routledge, 2013).)
ORTA DOĞU
Arap
milliyetçiliği, Orta Doğu Arap halklarını güçlendirme ve özgürleştirme hareketi
olarak, kendisinden önce 18. Yüzyılda başlamış bağımsızlık hareketlerinden
esinlenerek 19.yy sonlarında ortaya çıktı.
Osmanlı İmparatorluğu çöküşe geçerken Avrupa’nın büyük güçleri
Ortadoğuyu bölüştüler, Araplar yabancıların yönettiklerinden çok kendi
yönettikleri bağımsız milletler olmak istediler. Suriye 1920’de, Trans-Ürdün,
sonradan Ürdün 1921-1946’da, Suudi Arabistan 1932’de, Mısır dereceli olarak
1922 ve 1852’de bağımsızlıklarını kazandılar. Arap ülkeleri arasında
işbirliğini isteyen Arap Birliği 1945’de kuruldu.
Bu hareketlere
paralel olarak 19. Yüzyılda Siyonist Hareket Avrupa’da çıktı. Yahudiler, 1882’lerde
hakim oldukları Avrupa’dan Yeni Yahudi kurmak için Osmanlı İmparatorluğuna
göçmeye başladılar. Çabalar, 1948’de İsrail Devletinin ilanıyla zirveye ulaştı.
Bu hareket, Filistin, Arap milliyetçiliğinin bir parçasıdır anlayışı ile
Araplar bölgeye işgal hareketi başlatarak karışıklık çıkarttılar. Kısmen
başarılı olan bu atak sonucu on yıllardır Milliyetçi Yahudi ideolojileri ile
Araplar arasında çatışmalar sürmektedir.
KOMÜNİZM
SONRASI
1990’larda
komünizmin çökmesinin arkasından aşırı milliyetçiliğin doğuşu vardır. Komünizm çöktüğünde birçok halk milliyetsiz
kalmıştı. Komünizm idaresi altındaki halklar kendilerini özgürlüğü seçmekte ve
birbirine entegre olmakta bulmuşlardır. Seçme özgürlüğü verilince uyuyan
uyuşmazlıklar yükseldi ve ciddi karışıklıklar yarattı. Yugoslavya’da komünizmin
çökmesi aşırı milliyetçiliğin yükselmesine ve ciddi karışıklıkların çıkmasına
neden oldu.
Amerikalı
siyasal teorisyen ve 1995’de best seller olan Jihad vs McWorld’un yazarı
Benjamin R. Barber, 1992’de komünizmin çöküşüyle geniş halk kitlelerinin
birleşmek, sınırları, kültürleri, ideolojileri yeniden çizmeye teşebbüs
edebileceklerini ve bu yüzden küçük ölçekli savaşların yaşanabileceğini
öngörmüştür. Ayrıca, komünizmin çöküşü “biz ve onlar” anlayışının yayılmasına
da neden oldu. Hükumetler çoğunluk olan halk kesimlerinin isteklerine göre
milli politikalarını şekillendirmeye teşebbüs eden araçlar oldular. Yeni çıkmış
birkaç demokrasilerde ticaret yapma, ticaret, göç konuları üzerinde insan
hakları konusunda farklı politikalar ortaya çıktı. Akademisyen Steven Berg,
milliyetçi çatışmaların ayrı bir varlık ve özerklik taleplerinin kökleri
olabileceğini hissetti. (Berg, Steven
(1993). "Nationalism Redux: Through the Glass of the Post-Communist States
Darkly". Ethnic Conflicts
WorldWide, Current History: 162–166.)
Milliyetçilik,
Komünizmin çöküşüyle ortaya çıkan siyasal ülke sınırlarının, etnik sınırlarla
uyuşmaması yüzünden bazı etnik grupları hayatta kalmak için savaşmaya yöneltti.
Ölümler, imha ile sonuçlanan bireylerin ve grupların inançlarına dayalı ciddi
karışıklıklar sıklaştı ve yükseldi.
Bunlar ortaya çıktığında demokratik ilerlemelerini düşürme riski taşıyan
devletler karışıklıkları önlemekten aciz kaldılar.
Yugoslavya,
Sırplar, Hırvatlar ve Slovaklardan oluşan üç halk grubu tarafından I.Dünya
Savaşı sonrası kuruldu. 1971-1981 arası nüfus sayımında etnik olarak Yugoslav
olanların 10 yıllık nüfus artış oranları yüzde 1,3’den 5,4’e yükselmiş olarak
görülmüştü. Bu da bu devletin milliyetinin 50 yıldır dini, ırki seçkin gruplara
bölünmüş olması demekti. Yugoslavya içinde, Yugoslavya’nın kalanından ayrılan
Hırvatistan ve Slovakya’nın ayrılması, bölgenin önceki işgalinde görünmez bir
çizgiydi. Kuzeybatıda olan Hırvatistan ve Slovakya, Rönesans, Fransız devrimi,
Endüstri devrimi boyunca Katolikler, Protestanlarca işgal edilmiş ve demokrasi
çağına kadar Avrupa’ya ayrılmıştı.
Geri kalan
Yugoslavya Osmanlı ve Çarlık ordularında fethedilmiş, Ortodokslar ve Müslümanlar demokrasiye kadar
az bir gelişme göstermişlerdi. 1970’lerde Yugoslavya içindeki ayrı toprakların
liderlikleri diğer toprakların pahasına sadece toprak ilgisine bağlı olarak
korunmuştu. Hatta Hırvatistan’da Hırvatlar ve Sırplar arasındaki topraklarda
bölünme vardı ve herhangi bir siyasi karar ile karşı bitişikleri olan Bosna ve
Hersek’te tansiyonu yükseltebilir, huzursuzlukları ateşleyebilirdi. Bosna’da
Müslümanlar, Sırplar, Hırvatlar ve Yugoslavlar arasında liderliği
yüklenebilecek bir çoğunluk yoktu. Topraklar içinde liderlikte uzlaşma
sağlanamıyordu. Bunu yapmak için de gruplar arasında çıkartılan ciddi
karışıklıklar ile bir kazanan bir de kaybeden gruplar yaratıldı. Etnik
kimlikleri düzenlemek için bu politik duruş güçlendirildi. Bu yoğunlaşma
Yugoslavya’da politik önderliği böldü.
1980’lerde
Yugoslavya parçalara ayrılmaya başladı. Geçim şartları kötüleşmeye başladı.
İhtilaflı topraklarda ırklar arası düşmanlık ve yoğun milliyetçilik teşvik
edildi. Kuzeybatıdaki Hırvatistan ve Slovakya’da kişi başı milli gelir, güneyde
yaşayanların aksine oldukça yüksekti. Geçim şartlarının ağırlaştığı Kosova’daki
Sırplar ve Arnavutlar arasındaki uzlaşmazlıklar artan şiddetle karıştı.
Yugoslavya’daki Sırbistan’da Aşırı milliyetçiliğin yükselmesi şiddetin
yükselmesini getirdi. Kosova’da devam
eden karışıklıklar Komünist lider Slobodan Miloseviç’in Sırp Milliyetçiliği
propagandası yapmasına neden oldu. Voyvodina, Kosova, Karadağ’da Sırp
milliyetçiliği bahsedilen nedenlerle yükseldi, Kosova topraklarının 4/8’ini
elinde tutan Arnavutların Voyvodaina ve Karadağ’daki liderlerini dışladı.
Komünist kontrol altında olmayan demokratik tek devlet Slovakya’ydı.
Miloseviç’in Kosova’da üstün gelmek için milis kullanması Slovakya’da korkuya
neden oluyordu. Yugoslavya’nın yarısı demokratik, öteki yarısı da milliyetçi ve
otoriter rejim istiyordu. 1989 bunalımında Yugoslavya’dan ekonomik ve siyasal
bağımsızlığını ilan etti ve ayrıldı. 1990’da komünizmin düşmesi zemininde
birliği kurtarmak için Miloseviç’in bir kurum kurmasıyla Sırbistan’da Komünist
Yugoslavya ile tam bir kırılma yaşandı.
1990’da
bölgede hükumetin yapısını değiştirmeye yeltenen ırki olarak bölünmüş gruplarca
bir uyarı verildi. Cumhuriyetin sınırları komünist rejim tarafından savaş
sonrası dönemde aşırı savunmasız etnik gruplara karşın düzenlenmiştir. Komünizm
sonrası yeni sınırlarda yaşayan herkes herkesle aynı kimliği paylaşmamaktadır.
Denilmesi yeni hükumeti tehdit etmiştir.
Mlioseviç öncesi ortaya çıkan bu uyuşmazlıklar onun rejiminin
faaliyetleriyle halledilmişti.
Hırvatlar ve
Sırplar hükumette çoğunluğu sağlamak için yarışıyorlardı. Yapılan seçimlerle
Hırvat ve Sırp milliyetçilikleri de artmıştı. Sırbistan, kendi ırki bileşimine
dayalı olarak kendi geleceğine karar vermek için ayrılmak istedi. Bu da Sırbistan’dan
ayrılmak isteyen Kosova’ya cesaret verdi. Kosovalı Arnavutlar, Kosova’dan
bağımsızdılar. Sırbistan da buna izin vermedi. Müslüman milliyetçiler de
komşularınca tehdit edilen kendi topraklarının haritalarını yeniden çizmek istediler.
Yugoslavya’da Komünizmin çökmesi aşırı milliyetçiliğin çıkmasına ciddi iç
karışıklıkların doğmasını sağladı.
Milliyetçilik,
tekrar hayatta kalma savaşı veren bazı gruplarda, inandıkları değer uğruna
gönüllü olarak ölme gibi aşırı duyguların uyanmasına neden oldu. Komünizmin
sonu bölgede uzun karışıklıklar ve savaşların sonu oldu. Çöküşü takip eden ilk
altı yılda 200.000 ile 500.000 arası insan Bosna savaşında öldü, Bosnalı
Müslümanlar, Sırp ve Hırvatların ellerinde acılar çektiler. Savaş Müslüman ve
Ortodoks gruplara her yandan destek gelmesini de sağladı. Suudi Arabistan Bosna’yı, Rusya Sırbistan’ı,
Merkezi Avrupa ülkeleri ve ABD de Hırvatistan’ı, Papalık da Solvakya ve
Hırvatistan’ı destekledi.
21. YÜZYIL
21. yüzyıl
Arap milliyetçiliği, 2010-2012 yılları arasında Arap Baharı olarak bilinen
otoriter rejimlere karşı zirveye ulaşan ayaklanmalar sonucunda yerel
milliyetçiliğe yönelerek düşüş göstermiştir.
Arap milliyetçiliğinden etkilenmiş milletlerde artan bu isyanların
başarısızlıkla sonuçlanması ile dramatik olarak milliyetçi hareket yerele
dönüşerek azalış göstermiştir. Arap Baharının bir sonucu olan 2003 Irak işgali,
Irak sivil savaşları ve Suriye’de tek uyumsuzluk şekline dönüşmüştür.
20. yüzyılda
küreselliğin yükselişi Avrupa ve Kuzey Amerika’da popülizm ve milliyetçiliğin
yükselişini getirmiştir. Bu eğilim ileride hızlanarak batıda terörizme (11
Eylül 2001 olayları gibi), artan iç karışıklıkların sonuçları batıya Müslüman
göçmen akınlarına dönüşmüştür. (2016 kriziyle bu göç dalgaları zirveye
ulaşmıştır).
Almanya’da
Pegida, Fransa’da National Front, İngiltere’de İngiltere Bağımsızlık Partisi
(U.K.İndependence Party) gibi siyasi ırkçı akımlar göç dalgalarını engellemek
için yerel nüfuslarını koruma faaliyetleri ile önem kazanmışlardır.
Rusya’da
milliyetçi duyguların istismarına izin veren Vladimir Putin bununla gücünü
sağlamlaştırmıştır. Bu milliyetçi duygular 2014’de Kırım’ın Rusya’ya ilhakı ile
sonuçlanmış Ukrayna’da benzer faaliyetler devam etmektedir. Avrupa’nın her
yerinde olduğu gibi Polonya’da da milliyetçi hareket devam etmektedir.
2016
referandumunda İngiliz halk çoğunluğu İngiltere’nin Avrupa Birliğinden
ayrılmasını (Brexit adını aldı) oyladı. Bu beklenmeyen sonuç popülizmin zaferi
olarak görüldü.
2016 ABD
başkanlık seçimlerinden, hiçbir siyasi geçmişi olmayan iş adamı Donald Trump,
“Make America Great Again” ve America First” gibi popülist milliyetçi
sloganlarla, küreselleşmeyi ret eden, sağlam milliyetçi söylemlerle katılarak
kazandı. Onun bu beklenmedi zaferi, İngiltere’nin Brexit olayı ile aynı görüldü.
(
Barnett, Anthony (2017). The Lure of Greatness: England's Brexit and
America's Trump. Random House.)
21 yüzyılın
erken döneminde Japonya hükumetlerinde Nippon Kaigi (1997’de Şinzo Abe’nin da
bulunduğu 37000 kişilik bir örgüt) gibi organizasyonlara geniş katılımlar
sağlanmasıyla milliyetçi etkiler gelişti. Yeni hareket, Japonya’yı tarihi
efsanelerine uygun olarak askeri bir güç haline getirmeyi ve güçlü Japonya
fikrini ve ahlakını oluşturmayı destekliyordu. (
Kato
, Norihiro (12 September 2014). "Tea Party Politics in Japan". New
York Times)
2016’da
milliyetçi bir kampanya ile Rodrigo Duerte Pilipinler devlet başkanı oldu.
Kendisinden önceki, Filipinler’i Amerika Birleşik Devletlerine bağlayan geçmiş
devlet adamlarının aksine ülkesini ABD’den kopartarak Çin ve Rusya bloğuyla
yakın bağlar kurmayı seçti. (
Teehankee, Julio
C. (2016). "Journal of Current Southeast Asian
Affairs".Journal of
Current Southeast Asian Affairs.)
Dünya liderlerinin
açıklamaları da birbirine karıştı. Otoriter, diktatör rejimlere karşı Avrupa
Birliği ülkeleri endişelerini açıklarken Donald Trump ise tebrik eder hale
geldi.
SİYASAL
BİLİM
Siyaset
bilimcilerinin çoğu çağdaş milli devlet ve hükümdarlık kavramının temelleri
hakkında teorilere sahiptirler. Siyasal bilimlerde milliyetçilik kavramı bu
teorik temellerden çıkmaktadır. Machiavelli, Locke, Hobbes, ve Rousseau gibi
filozoflar, devlet idaresini yönetenlerle bireyler arasında yapılmış bir sözleşme haline
getirdiler.(
Miller, Max (31 March 2016). "The Nature of the State". Oxford
Bibliographies. Retrieved 18 May2017.)
Alman
filozof Weber, yaptığı en genel devlet tanımında “insan topluluğu, belirli bir
toprak üzerinde yasal fiziksel şiddetin bir tekelin elinde olmasını
istemektedir” der(Weber, Max (1994). Weber: Political Writings.
Cambridge: UK: Cambridge University Press. pp. 309–331.)
Benedct Anderson 1983’de yazdığı ve 1991’de
ekleme yaptığı kitabında milletleri “İmagined Communities” (Hayali
Topluluklar), olarak adlandırmış ve sosyal olarak inşa edilmiş kurumlardır
diyerek tanımlamıştır.( Anderson,
Benedict (2006). Imagined
Communities: Reflections on the origins and spread of nationalism. Verso
Books.)
Birçok
bilgin, devlet inşa etmek, savaş ve milliyetçilik arasındaki bağlara dikkat
çekmiştir. Bir çok bilgin, Avrupa’da
milliyetçiliğin vge çağdaş devletin gelişmesinin nedeni olarak savaş tehdidini
gösterir. “Dış Tehditlerin, derin manada var olan bir milletin, tehdidi
altında bulunduğu milleti başarıyla bozguna uğratmaktan ve egemenliğini
tanımaktan endişe duymasını sağlaması yüzünden milliyetçilik güçlü etki
yapmaktadır. “ Dış tehditlerin artması, devletin dışlama kapasitesini de
arttırır. Jeffrey Herbst, dış tehdit eksikliği olan Alt Sahra Afrika’sında
bağımsızlık sonrası devlet milliyetçiliğinin ve hacminin zayıfladığına işaret
eder(Posen, Barry (Fall 1993). "Nationalism, the Mass
Army, and Military Power". International
Security.18 (2):
80–124.)
SOSYOLOJİ (TOPLUM BİLİMİ)
Milliyetçiliğin sosyolojik ve çağdaş yorumuna göre bir toplum inşa
edebilmek için, o toplumun çoğunluğunun ortak anlayabilecekleri ortak, genel
merkezi bir dil, halkı birleştiren ve yönetebilen üstün egemen bir güç, kendi
kendine yetebilen sanayi ve ekonomik bir güce sahip olması ile milliyetçilik
çiçeklenebilir ve yükselebilir.(
Motyl 2001, pp. 508–09) Çağdaş teorisyenler milliyetçiliğin, önceden
sahip olunması gereken özelliklere sahip olmayan geleneksel toplumların aksine,
çağdaş toplumlarda bunun olabileceğini not etmişlerdir. Kendi kendine yeten
çağdaş ekonominin eksikliği olan ve çok dilli olan toplumların da birbirleri
ile iletişim kurarak bunu gerçekleştirebileceklerini savunanların da olmasıyla
otoriteler aralarında bölünmüşlerdir (
Motyl 2001, pp. 508–09).
Milliyetçiliğin modernist yorumunu geliştiren bazı teorisyenler,
Carlton J.H.Hayes, Henry Maine, Ferdişnand Tönnies, Rabinranath, Tagore, Emile
Durkheim, Max Weber, Arnold Joseph ve Talcott Parsons’tur.(
Motyl 2001, pp. 508–09)
Henry Maine, tarihi analizlerinde insan toplumlarında değişikliğin ve
gelişmenin sağlanabilmesi için, temel ayrımın, aile birliği üzerine kurulu,
topluma ve bireye etkin roller dağıtan geleneksel “statü” toplumları ve akılcı
toplumsa sözleşmelerle belirlenmiş, bireylerin ilgilerini çekebilen sosyal
ilişkilere sahip çağdaş “sözleşme toplumları” olarak tanımlamıştır. Maine,
toplumsal gelişmenin geleneksel toplumdan sözleşmeci toplumlara doğru gelişme
gösterdiğine işaret etmiştir.
Ferdinan Tönnies, “Gemeinschaft und Gesellschaft (1887)” adlı
kitabında “gemeinschaft=community=Devlet /toplum” u, geleneksel devlet
toplumlarına atfen hissi bağlar üzerine kurulu olarak tanımlarken,
“Geselschaft=Society(Sosyete)=Toplum’u, şahsi olmayan çağdaş toplum olarak
yorumlamıştır. Modern toplumları avantajlarını överken, kişiliksiz, soğuk
doğaları yüzünden eleştirmiş ve geleneksel toplumların sıkı fıkı ilişkilerini
övmüştür.(
Motyl 2001, p. 510.)
Emile Durkheim, Tönnies’in yabancılaşma teorisini geliştirmiş, çağdaş
ve geleneksel toplumlar arasındaki farklılıkları, “organik dayanışma(organic
Solidarity)üstüne kurulu toplumlara karşı “mekanik dayanışma (mechanical Solidarity)“
üstüne kurulu toplumlar olarak tanımlamıştır. (
Motyl 2001, p. 510.) Durkheim, mekanik dayanışmayı, ortak görüşlerin
sürdürülebilmesi için gerekli olan töre, yaşam şeklini zapt etmek olarak
tanımlamıştır. Durkheim, organik dayanışma toplumunu da, yabancılaşmayı
belirleyen farklılıklar üzerine kurulu, işgücüne göre ayrılmış çağdaş toplumlar
olarak tanımlamıştır. Durkheim, geleneksel toplumda, toplumsal
entegrasyonun/bütünleşmenin sağlanması için sosyal düzenin kabulünü gerektiren
otoriter kültürün istenildiğinde ısrar etmiştir. Durkheim, çağdaş toplumun
bütünleşebilmesi için iş gücüne dayalı bölünmenin yararlarının yanında çağdaş
şehir yaşamının yabancılaşma gibi kişiliksiz bireyi soyutlayıcı, toplumdan
soğutan karaktere sahip olduğunu da iddia etmiştir.(
Motyl 2001, p. 510.)
Max Weber, gelişmiş çağdaş toplumların ve milletlerin, en üst devlet
otoritesinde akılcı/rasyonel-yasal düzen
kurabilen veya toplumda yeni gelenekler oluşturan karizmatik güce sahip
önderlerin doğuşu ile sonuçlandıklarını savunmuştur. Weber’in bu karizmatik
otorite kavramı, bir çok milliyetçi hükumetlerin temeli olduğu not edilmiştir.(
Motyl 2001, p. 510.)
İlkel Evrimsel Yorumu
Milliyetçiliğin bir diğer yaklaşım da milliyetçiliğin biyolojik ve
psikolojik uzun vadeli evrimsel yorumu olarak ortaya çıkmıştır. İlkel
perspektif, evrimsel gelişim teorisi üzerine kuruludur. (David Goetze, "Evolution, mobility, and
ethnic group formation." Politics
and the Life Sciences(1998): 59–71)
Bu görüş halkın geneli tarafından sevildiyse de uzmanlar tipik olarak
bunu ret etmektedirler. Laland ve Brown, sosyal bilimler ve profesyonel
akademisyenlerin geniş çoğunluğu tercihen sınırlı kanıtlardan birçok durumda
aşırı düşmanca geniş genellemeler çizen evrimsel yöntemi görmezden gelmektedir.(
Kevin N. Laland; Gillian R. Brown (2011). Sense and Nonsense: Evolutionary Perspectives
on Human Behaviour. Oxford UP.
p. 2.)
Milliyetçiliğin evrimsel gelişim teorisi insanoğlunun, etnik bir
gruptan veya diğer bir grubun şekillendirdiği etnik gruptan oluşmuş gruplar
halinde tanımlamanın sonucudur. (
Motyl 2001, pp. 272–73) Roger Masters, “The Nature of
Politics=Siyasetin Doğası”nda, ırki ve milli kökenlerin ilkel açıklamasını,
nesiller boyu süren, genel atalara kan bağı ile bağlı, kuvvetli hisler üzerine
kurulu, tek olduğu düşünülen gruplara ait olmak şeklinde tanımlamaktadır. (
Motyl 2001, p. 273.)
Milliyetçiliğin ilkel evrimsel gelişimi teorisi sıklıkla Charles
Darwin olduğu kadar 19. Yüzyılın Darvin Toplumcularının teorilerine de
başvururlar. Herbert Spencer ve Walter Bagehot gibi düşünürler, Darwin’in doğal
seçim teorisinin, ırklar, milliyetler arasındaki farklılıklar yüzünden Charles
Darwin’in Evrim Teorisi ile uyuşmadığı şeklinde tekrar yorumlamışlardır. (
Motyl 2001, p. 495-496.) Çağdaş evrimsel gelişim bilimcileri
kendilerini bu görüşlerin bazılarından uzaklaştırmışlar, Leda Cosmides ve John
Tooby gibi evrim psikologları, çalışmalarında uzun vadeli evrim kavramını esas
almamışlardır.(
Motyl 2001, p. 268.)
İlkel evrimsel bakış açısından yaklaşıldığında, bir milletin
sınırlarında yabancı askeri hareketlilik görüldüğünde karşılık olarak o millet
grubunun da birleşerek hareketlenerek olayı provoke ettikleri görülür.
Bireylerin gerçek acil olmayan veya acil ortamları tanımladıkları yaklaşık
ortamlar vardır bu durumlarla yüzleşen bireyler genel durumun görsel ve nesnel
bileşenleri bireyin kararlarını etkileyebilir. Böyle yaklaşık ortamlarda
insanlar var olan durum üzerinde sezgileriyle kararlar verebilirler.(
Motyl 2001, p. 272.)
Eleştirmenler, ilkel evrimsel yaklaşımların tarihi olayların değil
evrimsel psikoloji üzerine temellenmiş olduklarını ve belirli bir bölgede
istikrarlı olarak yaşayan nüfusun binlerce yıllık gözlemlenmemiş genetik
bileşimleri ile bilinen tarihi süreçlerin şekillendirdiği kazanılmış
olasılıkların elverişsizliğini tartışırlar. Robert Hislope de;
Kültürel evrimsel teori, sosyal biyoloji üzerine gelişimi ifade eder
ama, insan işlerinde yakın tesadüfi etkenlerin rastlantısal etkileri ve
evrimsel olmayan anlamları yüzünden teorinin açıklanmasının sonucu sınırlı
kalmaktadır. Evrimsel gelişim teorisi şüphesiz bütün organik yaşamın gelişimini
aydınlatır, açıklamanın merkezinden uzak, uzun süreçli bakış açısından
bakılarak yapılacak makro düzeyde analizler çok iyi işlemektedir. Bu yüzden,
mikro düzeyde doğada olan beklenmedik olayların noksanlarını göstermek
zorunludur.( Robert Hislope "From Ontology to Analogy:
Evolutionary Theories and the Explanation of Ethnic Politics: in Patrick James
and David Goetze ed.Evolutionary Theory and Ethnic Conflict (2000) p. 174.)
İngiliz tarihçi G.P.Gooch 1920’de “vatanseverlik (patriotısm) insan
toplulukları kadar eski, dereceli olarak topluluktan kabileye, şehirden devlete
genişlemesiyle oluşmuş milliyetçilik, çağdaş dünyanın karmaşık zeka süreci
arasındaki görünümünü kolayca söylenebilir işlevsel bir ilke yaptığını
savunur.(
G.P. Gooch (1920). Nationalism. p. 5.)
Marksist Yorumlar
Karl Marx ve Frederic Engels, “Komünist Manifesto” da “çalışan
insanların ülkeleri yoktur” demişlerdir.(K.
Marx, F. Engels. Manifesto of
the Communist Party.)
Vladimir Lenin, “self determination=kaderini tayin hakkı” diyerek
onları desteklemiştir.
Joseph Stalin, “Marksizm ve Millet Sorunu”(1913)nda, “millet ırksal
veya kabilevi değildir ama tarih içinde bir halkı oluşturan topluluktur”; “bir
millet, bir topluluğun geçici olarak değil, istikrarlı olarak toplu
yaşamasıdır”; “bir millet, nesilden nesile
tam bir bütünlük içinde çok uzun, sistemli toplumsal ilişkiler ile
şekillenir. Bir millet, istikrarlı bir halkın belirli bir toprak üzerinde
ekonomik yaşamını, genel kültürünü oluşturan psikolojik yaşamını düzenleyecek
şekilde biçimlendirdiği genel bir dili olmasıyla şekillenir.(
Stalin, Joseph. "Marxism and the National Question". marxists.org.
Marxists Internet Archive. Retrieved 10 May 2016)
Nasıl olduysa Stalin 1929’da idarede saldırı altındaydı. Nikolay Bukarin’in* emekçi sınıfı yanlılığını,
SSCB’nin kapitalizmden Sosyalizme geçişi sürecince devletin işçi sınıfı ile
uyumlu ilişkiler içinde olduğundan beri “devlete karşı düşmanca eğilim” olmakla
eleştirdi. 1936’da Stalin, devlet, kapitalist dünya tarafından çevrilmiş olsa
bile, “komünist üretim sitemine” ulaştığında varlığını sürdüreceğini
savunmuştur.
*1917 Devrimini yapan V.İ.Lenin, 1924’de zehirlenme, belsoğukluğu gibi
hastalınlar bulaştırılmasıyla ölmüştür. Yerine geçen Gürcü Stalin, kendisini,
devrimi tasfiye etmekle eleştiren Troçki ve Bukarin’i idam ettirmiştir.
Alaeddin YAVUZ
Milliyetçiliğin Çeşitleri
Tarihçiler, sosyologlar ve antropologlar 1930’lardan itibaren
milliyetçiliğin farklı tiplerini tartışmışlardır. Genel olarak milliyetçilik
sınıflandırıldığında “sivil” veya “etnik” karakterde bir hareket olarak
tanımlanmıştır. Bu ayırım 1lerde Hans Kohn tarafından batı dünyası için “sivil”
milliyetçilik, demokratik olmayan veya gelişmemiş demokrasilerin olduğu doğu
dünyası için de “etnik” milliyetçilik şeklinde tanımlanarak sevdirilmiştir.
1980’lerden beri de bir çok alim, sert bölünmelere ayrılmış, özel olarak
tanımlanmış özelliklere işaret eden çeşitli milliyetçilik türleri
önermişlerdir.
Medeni/Çağdaş Milliyetçilik ve
Özgürlükçü Milliyetçilik
Medeni milliyetçilik (liberal milliyetçilik olarak da
bilinir),eşitlik, katılımcı siyasal haklar ve benzeri siyasal işlemlere
sadakati olan, bunlarda birleşmiş bir millete ait birey olarak kendilerini
tanımlayan milliyetçilik anlayışıdır. Medeni milliyetçiliğin ilkelerine göre,
millet genel olarak aynı ırki atalara ait değildir, millet kimliğinin özü ırki
değil, siyasal bir varlık olmaktır. Milliyetçiliğin bu medeni kavramının
örneklendirmesini Fransız tarihçi, Sami dilleri uzmanı, filozof ve yazar Joseph
Ernest Renan 1882’de, bir toplumun birlikte yaşamayı isteyip istemediğini
göstermek için bu gün “plebiscite=Plebisit=halk oylaması “ olarak kabul gören
bir anayasal oylamayı işlediği “What is a nation=Bir millet nedir?” başlıklı dersinde
örneklendirmiştir. Medeni milliyetçilik,
II. Dünya Savaşında Amerikalıların Japonları, Çinlileri özel bir kampta
toplaması, Almanların Yahudi kıyımları gibi “xenophobic nationalism=yabancı korkusuna dayalı milliyetçilik” değildir
aksine, özgürlük, hoşgörü, eşitlik ve bireysel haklar gibi özgürlükçü
değerlere sahiptir. Ernest Renan, ekonomist bir devlet memuru ve filozof
olan İngiliz John Stuart Mill sıklıkla erken liberal milliyetçiliği
düşünmüşlerdir. Liberal milliyetçiler, milli kimliği savunurlarken bireylerin
milli kimliklere ihtiyaçları olduğunu ancak bunun da kendilerine ait özerk
yaşamlarına yönelik olabileceğini, milli kimliği özellikle işlevsel kılabilmek
için de özgürlükçü demokratik siyasetlere ihtiyaç olduğunu anlamlı şekilde
savunmuşlardır.
Medeni milliyetçilik, zıttı olan etnik milliyetçilik ile biçimlense de
akılcı (rasyonalist) ve özgürlükçü (liberalist) geleneklerle birlikte
yürütülmelidir.
Medeni Milletin üyesi olmak Ernest Renan’ın “Whati is nation(1882)”
dersindeki klasik tanımında olduğu gibi gönüllülük esasına dayanmalıdır. Renan,
etnik köken, dil, din, ekonomik şartlar, coğrafya, iktidar hanedanı, tarihi,
askeri işler gibi etkenlerin önemli olsalar da yetersiz olduğunu
savunmuştur. Halk arasında, aklen ve
ruhen onayın alınabilmesi için günlük bir halk oylaması yapılmalıdır.
Medeni-milli idealle Fransa ve Abd’de olduğu gibi “temsili demokrasinin”
gelişmesine esin kaynağı olmalıdır.
Alman filozof, Monika Kirloskar-Steinbach, liberalizm ile
milliyetçiliğin uyuşmadıklarını, ama böyle olduklarını düşünenler olduğunu
söylemiştir;
Milliyetçiliğin savunulması, siyasal felsefede gelişim sağlıyor
görünmektedir.
Liberal milliyetçiler, birini, milliyetçiliğin çağdaşlığın bir
patolojisi (hastalık teşhis bilimi) değil fakat, hastalığa cevap olduğunu
düşünmeye zorlarlar. Onlar için milliyetçilik bir çocukluk hastalığı olmaktan
çok, insanlığın bir kızamık hastalığıdır, Einstein bunu bir kez açıklamıştı.
Onlar, bireyin yaşamdaki rolünü anlayabilmesinin yolunun milliyetçilik olduğunu
savunurlar. Milliyetçiliğin savunulmasını özgürlüğün sınırları ile
biçimlendirmeye uğraşırlar. Burada olması gereken esas istek, milliyetçiliğin
şiddetten tiksindiğini göstermek olduğu kadar, devletin bütün vatandaşlarının
felsefi referansları ile düşünülmüş haliyle eşit vatandaşlık, eşit haklara
sahip olacaklarını seslendirmektir. Der.
Çevirmen Alaeddin Yavuz’un açıklaması;
Bu yazıda geçen “Medeni
Milliyetçilik” teriminin yazıdaki İngilizce karşılığı “Civic Nationalism” dir. ”Civic=Kent,
kente ait, kent kültürü yani Şehir
Kültürü demektir. Medeni de
Arapça Medine(Şehir demektir)
şehrinden dilimize geçmiştir. Medine,
Yahudi, Mecusi, Nasturi Hristiyanların yaşadığı bir şehirdi. Bu gün de o çağda
da bütün şehirler farklı dini ve ırki köklerden olan insan gruplarının birlikte
yaşadığı yerlerdi. Bir şehirde, etnik ve dini milliyetçilik azar, bir grup
ötekilerine;
“-Haydi, burası bize ait, her şeyinizi alıp defolup gidin veya her
şeyinizi bırakıp defolup gidin” dese, kimse bu teklifi hoş karşılamaz, uyuşma
sağlanmazsa şehirde iç savaş çıkar. Örneğin, peygamber Muhammet, Medine’de
yaşadığı “11” yıl içinde Beni Nadir Yahudileri ile geçinememiş iç karışıklık
çıkarmış ve Beni Nadir Yahudilerini sürmüştür. Onlar da Mekke ve Hayber
şehirlerine göçmüş, bu iki şehrin ele geçirilmesinde de Muhammet’e karşı
savaşmışlardır. Hatta Hayber kalesinin fethinde, fetih sonrası kale komutanının
karısı Zeynep’in zehirli kuzu eti ikram ederek peygamberin arkadaşlarını
zehirlediğini, bu etten az yiyince zehri fark eden peygamberin bu zehrin etkisiyle
beş yıl içinde öldüğü Arap tarihçilerince yazılmıştır. Medine=şehir kültürünü hazmedemeyen Muhammet’in bir hatası onun ve
arkadaşlarının ölümüne uzamıştır.
Devletler de böyledir yeryüzünde tek bir dini, ırki gruba ait devlet
yoktur. Hepsi dinen ve ırki karışık toplumlardır. Bir grup diğerini kovmaya
veya haklarını kısıtlayıp köleleştirmeye, sömürmeye kalkarsa ülke parçalanma
sürecine girer ve o devlet yıkılır, başka devletlerin idaresine girer. Bunu
önlemek ve birlikte olmanın verdiği gücü, huzuru, zenginliği çözebilen
toplumlar şehir kültürünü ve buna dayalı ulusalcı milliyetçiliği
keşfetmişlerdir. Bu yazının bunu işlediğini anlamak çok önemlidir.
Medine ve devlet örneğinden devam edersek, Muhammet’in tebliğ ettiği
dine muhalif olan Necran ve
Yemame Beni Temim Yahudileri İslam’a Ebubekir döneminde işgal sonucu
kılıç zoruyla girmişler ve takiye ile yaşamışlardır. İslam’da ilk mezhep ve
tarikatları bunlar çıkartmıştır. En son darbeyi de 1739’de Necran’lı (Şimdiki
başkent Riyad) Mehmet Abdülvehhab’ın yaydığı, askeri olarak Yemame’li Beni
Temim Yahudi kabile reisi Abdullah bin Suud’un askeri faaliyetleri ile Vehhabi
İslam’ı ortaya çıkmıştır. Siyasal İslam olarak da bilinen bu akım 1746’da
başlayan ilk Vehhabi isyanları ile büyümüş, başta İngiltere ve bütün Hristiyan
sömürgeci batılı devletlerden aldığı destek ile “Hilafeti Türkler yapamaz,
hilafet Osmanlı’dan alınmalıdır, 1000 yılından sonra İslam değişmiştir, İslam’ı
ilk haline dönüştüren Vehhabi dinidir” diyerek kendilerini kafir, müşrik kabul
eden Osmanlı hilafetine olduğu kadar onlara inanmayan Arapları da düşman
bellemişlerdir. Şükrü Paşa’nın Mirat-ül Haremeyn kitabında geçtiğine göre,
Mekke, Medine 1805-1815 yılları arasında idarelerine geçtiğinde birçok masum
Arap Müslümanı öldürmüşler, mallarını yağmalamışlar, karı, kız, oğullarını köle
yapmışlar ve bu yüzden hac “8” yıl yapılamamıştır. Birçok Türk askeri
öldürmüşler, maaşlarını mecidiye altını olarak aldığını bildikleri Türk
askerlerinin karınlarını yararak bağırsaklarında altın aramışlar, sayısız insanlık
suçları işlemişlerdir. Sonunda işbirliği yaptıkları ülkelerin 1917’de Süveyş
kanalı zaferiyle Osmanlı’yı mağlup etmelerinden sonra İngiliz, Amerikalıların
destekleriyle geçici bir Suud Krallığı kurmuşlar, bu krallık 1932 yılında
resmen tanınmıştır.
Bu gün de bu doğu kiliseleri Hristiyanlığı olarak bilinen, Süryani,
Nasturi ve Ortodoks Yahudilik temelli Vehhabilik dini ülkemizde Nurculuk adıyla
1900’lerden itibaren yayılmış, Çerkez, Arnavut, doğu Karadeniz Pontus Rumları,
Ermeni, Nasturi, Süryani, Yezidilerce benimsenmiştir. 1925-1938 yılları
arasında cumhuriyeti yıkmak için 26 Kürt İsyanı, Karadeniz Pontus, Anadolu Rum
isyanları çıkartmışlar, Mustafa Kemal Atatürk’e 41 suikast gerçekleştirmişler
ve sonunda onun ölümünü zehirleyerek sağlamışlar, devlet idaresini ele
geçirmişlerdir. 1950’den sonra hızlanan Vehhabi dininin İslam adıyla yayılması
ülkemizin rejimini ve geleceğini tehdit etmektedir.
Medeni milliyetçiliği, her
millete geldiği ifade edilen İslam ile kuramayan Muhammet’in İslam kültü ölümünde Mürcie ve Hariciye olarak iki
mezhebe ayrılmıştır. Barışçı, eşitlikçi olan Mürcie mezhebi silinmiş, onu
çağrıştıran Hanefi Maturidi İslam ilk mezhep olarak çıkmış, bunların sayıları
“4” ile sınırlandırılmışsa da günümüz İslam dünyasını oluşturan 57 ülkede 1000’den
fazla tarikat, cemaat oluşumu ile birliği, bütünlüğü kaybolmuştur.
İslam, bu gün kendi ülkesinde ve bütün İslam dünyasında silinmiş,
yerini onun muhaliflerinin çıkardığı eski dinlerin sapkın geleneklerini
barındıran, ırkçı, korkulan, köleci, yağmacı, talancı bir din kurmuşlar, bütün
dünya milletlerini İslam’a küfür ettirir hale getirmişlerdir.
Bu örnekleri başka dinlerden ve milletlerden sayısız örnek bularak
zenginleştirmek mümkündür. Çok ideal olarak bilinen Fransız devriminin, bazı
ırkçı Fransızlarca yozlaştırılıp, kısa sürede Fransa’nın Napolyon ile Krallığa
geçişi, Almanya’da, Alman olmayanların daha çok savunduğu Alman milliyetçiliği
ile gelen Alman faşizmi, Stalin ile iktidarı ele geçiren Rus çarına bağlı
subayların, sosyalizmi iptal edip Rus Faşizmini kurmalarını hatırlatabilirim.
Bu örneklerin sonunda Fransa Napolyon İmparatorluğu, Büyük Alman imparatorluğu
ve SSCB’nin yıkılmalarını aynı şekilde dünya tecrübe etmiştir.
Medeni milliyetçilik bu yüzden anlaşılması gereken, fedakarlık,
karşılıklı hoşgörü ve anayasal güvenceler gerektiren, toplumsal birliği
sağlayıcı bir anlayıştır.
İlle de milliyetçilik yapılması isteniliyorsa bu yapılmalıdır veya
çağdaş, anayasal haklara, özgürlüklere dayalı bir hukuk devleti hepsinden
iyidir ama milliyetçilik bulaşıcı bir hastalık olarak yayılıyorsa en mantıklı,
adaletli, uygulanabilir özelliğe sahip olanı budur.
Nationalism/Etnik milliyetçilik ethno nasyonalism olarak da
bilinir, millet yönünden milliyetçilik, etnisite/ethnicity(ortak toprağa,
kültüre geçmişe, dile, yaratılış özelliklerine sahip ırk) teriminin içinde
tanımlanmıştır. Etnik milliyetçilerin merkezi konuları ortak mirasa genel ortak
dile, ortak imana, ortak ırksal atalara sahip olmaktır. (Muller, Jerry Z. "Us and Them." Current
Issue 501 Mar/Apr 2008 9–14) Hatta, bu grubun üyeleri ile ataları
arasındaki kültürel fikirleri de içine alır. Kültürel asimilasyon yoluyla bu
milletin üyeleri olanları da içeren sırf milliyetin kültürel tanımından
farklıdır ve özel bir dilin konuşanlarını da içine alan millet tanımına göre saf
bir dilci tanımlamadır.
Madem ki milliyetçilik, bir ülkenin, bir ırkın diğerine karşı
üstünlüğünü içeren bir inanca sahip, buna karşın bazı milliyetçiler de
ethnocentric/ yabancı düşmanlığının üstünlüğüne ve korumacılığına inanırlar.
İkinci sınıf vatandaşlığın aşağılanması, özellikle azınlıkların
milliyetçiliği dil ve dini azınlık kültürüne sadakat olarak tanımlamalarıyla, Almanya,
Rusya, Osmanlı gibi çok kültürlü devletlere iter, zoraki asimilasyon nefreti getirir.
(Timothy Baycroft, Nationalism in Europe 1789-1945 (1998) p 56.)
Siyasal egemen kültürel grubun
milliyetçiliğinin esas bileşeni olan şey sadakatsiz, hain grupları en aza
indirmek için asimilasyon yapmaktır. Milliyetçiliğin ikinci bir etkeni ise, hakim
grubun komşu devletlerle yarışmasıdır, milliyetçilik özellikle ekonomik güç,
askeri yiğitlik terimleriyle yapılan bir rekabeti içerir.( Baycroft, Nationalism
in Europe 1789-1945(1998) p 58.)
Ekonomik Milliyetçilik
Ekonomik milliyetçilik, ekonomik vatanseverlik, iş gücü, sermaye
yapılanması, fiyat tarifelerinin dahi devletçe tespit edilmesi, iş gücü, mal ve
sermaye hareketlerinin devletçe kontrolü şeklinde ekonomiye, devlet müdaheleciliği
ideolojisine atıf yapar.
Dini Milliyetçilik
Dini milliyetçilik, özel bir dini inancın, dogmanın milliyetçiliğidir,
ortak dini inancın görüldüğü yerlerde yaşayan insanları millet olarak kabul
ederek milli birliğin parçası görür, Suudi Arabistan, İran, Pakistan İslam
Milliyetçiliği, ki Millet Teorisi(Müslüman ve Hinduları iki ayrı millet gören
anlayış)gibi örnekler verilebilir.
Sol Kanat Milliyetçiliği
Sol Kanat Milliyetçiliği, sosyalizm ilkesinde birleşmişlerin
antiemperyalizm ilkesine sadık kalarak kurdukları sosyalist devlet mantığı olan
Sosyalist Milliyetçilik olarak bilinir ve Milli Sosyalizm(Nazizm) ile
karıştırılmamalıdır.
Birçok milliyetçi hareket, kendilerine eziyet çektirmekle
suçladıklarından, “kendi kaderini tayin hakkını” isteyerek, bağımsızlık savaşı
ile özgürleşme görüşüne sahiptir. Anti
revizyonist Marksizm-Leninizm bu ideolojiye yakındır, Stalin’in erken
dönemlerinde yazdığı çalışmaları olan “Marksizm ve Millet Sorunu ve Tek Ülkede
Sosyalizm’de, milliyetçiliği evrensellik bağlamında tanımlayarak, dini ve
ırksal bölünmelere kapılmadan milli özgürlük için mücadele etmeyi ifade etmekte
kullanılır.
Buna diğer bir örnek de Fidel Castro’nun 1959’da, 26 Temmuz
Hareketiyle başlattığı Küba Devrimi,Cornwall’ınMebyon Kernow’u, İrlanda’nın
Sinn Fein’i, Galler’in Plaid Cymru’su, Bangladeş’te Avami Ligi, Güney Afrika’da
Afrika Milli Kongresi ve doğu
Avrupa’daki bir çok hareketi ekleyebiliriz.
(Robert Zuzowski, "The Left and Nationalism
in Eastern Europe" East
European Quarterly, 41#4 (2008) )
Bölgesel Milliyetçilik
Bazı milliyetçiler belirli grupları dışlarlar. Bazıları da, milli
birliğin gerçek parçası olmayan azınlıkları belirlemek için milli birliği ırki,
dili, kültürel, tarihi veya dini bazıları da bunların bileşimleriyle
tanımlarlar. Bazıları da üzerinde halen yaşadıkları topraklardan daha çok
efsanelerdeki ülkelerinde yaşamayı isterler.(
Smith, Anthony D. 1986. The Ethnic Origins of Nations London: Basil Blackwell.
pp. 6–18.)
Bölgesel milliyetçiler, nüfusuna geçtikleri, ikamet ettikleri ve
doğdukları ülkeye sadakatle bağlı olduklarını farz ederler. Sevilen ortak
hatıralar millete kutsallık verir. Bölgesel milliyetçilik vatandaşlığı esas
kılar. Bölgesel milliyetçiliğin kriterleri, ortak değerleri üzerine kurulu halk
kültürü, nüfusun gelenekleri ve genel doğrularıdır.(
Leoussi 2001, p. 62.)
Bütünleştirici Milliyetçilik, Eski Toprakları Alma Milliyetçiliği ve
Tam Milliyetçilik
Bütünleştirici Milliyetçilik ve Risorgimento milliyetçiliği ile üç
türlü milliyetçilik vardır. İtalya’da Risorgimento, Yunanistan’da, Almanya’da,
Polonya’da ve 19. Yy. Amerikan Milliyetçiliklerinde olduğu gibi Risorgimento
milliyetçiliği de liberal bir devlet kurmayı ararken, Bütünleştirici
Milliyetçilik de bir milletin bağımsızlığını kazanıp, devleti kurmasından sonra
sonuçlanır. Faşist İtalya ve Nazi Almanya’sı Alter ve Brown’a göre
bütünleştirici milliyetçiliktir.
Bütünleştirici Milliyetçiliğin bazı özellikleri arasında bireycilik
karşıtlığı, statism (devletin ekonomik sosyal politikaları tespit etmesi), radikal
aşırıcılık, saldırgan askeri yayılmacılık vardır. Bütünleştirici milliyetçilik,
sıklıkla, doğal uyuşmazlık noktaları bulunsa da faşizm ile örtüşür.
Bütünleştirici milliyetçilik, bağımsızlık savaşı ile sağlamlaşmış, bağımsızlığı
elde etmiş, yeni kurulacak devleti yaşatabilecek, güvenliğini sağlayabilecek
kuvvetli askeri kültürel yapıya sahip ülkelerde ortaya çıkar.
Hatta, aşırı milliyetçiliği körükleyebilecek üstünlük duygularını
verecek bazı özgürlük çabalarından sonuç almış olması da gerekir.
Pan-Nationalism veya Tam Milliyetçilik, geniş bölgeye yayılmayı
örtmekte tektir. Tam milliyetçilik, etnik grupların daha çok salkımları üzerine
odaklanır. Tam milliyetçiliğe Pan Slavizm bir örnektir. Amacı tüm Slav
halklarını bir ülkede birleştirmektir. 1918’de güney Slavları Yugoslavya’da
bunda başarılı oldular.(Ivo Banac, The National Question in Yugoslavia(Cornell
University Press, 1984).)
Sömürgecilik Karşıtı Milliyetçilik
(Anticolonial Natıonalism)
Milliyetçiliğin bu türü genelde savaş sonrası ortaya çıkar. Asya ve
Afrika’da, yabancılarca boyun eğdirilmiş ulusların bir tepkisi olarak ortaya
çıkmıştır. Hatta, Rus Çarlık imparatorluğu ve sonrası SSCB sonrası topraklarda,
Ukrayna’da, Bolşevik Rus emperyalizmince İslam Marksizmine mahkum edilmiş
topraklarda ortaya çıkmıştır. Bu tür milliyetçiliğin Hindistan alt kıtasında
ortaya çıkan Mahatma Gandi tarzı pasif direniş kılıkları vardır.(
Grant, Moyra. "Politics Review" (PDF).
Politics Review. Retrieved 2011-04-16.)
Benedict Anderson sömürgecilik karşıtı milliyetçiliği, yerel,
eğitimli, iki dilli, sömürgecilerin okullarında okumuş, dillerini akıcı
konuşan, memuriyetlerinde bulunmuş, yüksek derecelere gelmiş aydınların
tecrübeleri üzerine kurulu olduğunu savunmuştur. Sömürge sonrası hükumetler,
önceki sömürgeci idare şekline sadık kalmışlardır.(
Velychenko, Stephen (October 2012). "Ukrainia Anticolonialist Thought in
Comparative Perspective". Ab Imperio (4): 339.)
Irkçı Milliyetçilik
Irkçı Milliyetçilik ideolojisi, milli kimliğin ırkçı tanımlamasını
savunur. Irkçı milliyetçilik, başka ırkların göçlerinin, onlarla karışmanın
yasaklanmasını güden koruyucu politikalar arar. Tipik örnek gerekirse Siya
milliyetçiliği ve Beyaz Milliyetçiliğidir.
Spor Milliyetçiliği
Futbol Dünya Kupasının dünya çapındaki spor seyircilerine milletlerin
üstünlük savaşı gibi verilmesi ile hayranlarının milli takımlarına para
yatırmasına sebep olmaktadır. Halklar, artan bir şekilde kültürel kimliklerini
bile milli takımlarına vermektedirler. Dinleyicilerin küreselleşmesi ile ve
öteki medya gruplarının reklamları, taraftarların milyarlarca dolarlık
bağışlarına sahip olunması 2015 Dünya kupasından sızan skandallara neden
olmaktadır. Jeff Kingston, futbola , İngili Milletler Takımları oyunları,
beyzbol, kriket ve oyunları gibi bakmakta, “Sporların hacimleri milli
duyguları, güçlerinin olabildiği kadar olağanüstü olduğuna inandırılmaları ile
iyi niyet duygularının yükseltilerek birleştiklerini” tespit etmiştir.( Jeff Kingston, Nationalism
in Asia: A History Since 1945 (2016).)Bu
olgu dünyanın her yerinde algılanabilmektedir. İngiliz imparatorluğu askerleri
ve ajanları arasında sporu dünya çapında kuvvetle desteklemiştir ve coşkulu
yerel katılımlar sağlanmıştır. (P. McDevitt, May the Best Man Win: Sport,
Masculinity, and Nationalism in Great Britain and the Empire, 1880–1935 (2008).)
Yüksek prestijli yarışmalar 1930’larda kurulmuş, 1930-1950 arasında da
İngiliz İmparatorluk Oyunları (British Empire Games) adını almıştır.
1954-1966’da Biritish Empire and Commonwealth (İngiliz imparatorluğu ve
Milletler Topluluğu) adını almış,1970-1974’den beri de British Commonwealth
Games (İngiliz Uluslar Topluluğu Oyunları) adıyla devam etmektedir. (
Harold Perkin, "Teaching the nations how to play: sport and society in the
British empire and Commonwealth." International
Journal of the History of Sport 6#2
(1989): 145–55.)
Fransız İmparatorluğu da İngilizlerden geri kalmamış, Fransa ve
kolonileri ile dayanışmayı güçlendirmek için kullanmıştır. Terfi ettirilen
sömürge memurları jimnastik, masa oyunları,dans, ve futbolu sömürgelerde yaymak
için para bağışları yapmışlardır.( Driss
Abbassi, "Le sport dans l'empire français: un instrument de
domination?." Outre-mers96.364
(2009): 5–15)
Cinsiyet ve Kas Milliyetçiliği
Feminist eleştirmenler milliyetçiliği, çoğunlukla egemen erkek gücünün
cinsel kontrolü elinde tutmasını, baskı uygulamasına karşı haklı çıkartan bir
mekanizma olarak yorumlarlar. Cinsiyet Milliyetçiliği milletin inşasına katılan
erkek ve dişlerin şekilleri üzerine veya milletin nasıl milliyetçi görüneceği
üzerine değil de, toplumsal olarak erkeklik ve dişilik kavramı üzerine inşa
edilmiştir. Bir milletin kimliğini alması gereklilik olarak görülmektedir ve
çoğunlukla kaçınılmazdır ve bu kimlikler cinsiyete tabidir. Fiziksel alanı
sıklıkla dişi cinsiyettir (anavatan), vücudu yabancı erkeklerce daima tecavüz
tehlikesi altındadır, erkek cinsi gibi onun da sınırları, gururu korunmalıdır.( Peterson, Spike V. (1998). "Gendered nationalism:
Reproducing "Us" versus "Them"". In Turpin, Jennifer;
Lorentzen, Lois Ann. The Woman
and War Reader. New York: New York University Press. pp. 41–49)
Tarih, siyasal ideolojiler ve dini yerler, en çok kas milliyetçiliğinin
olduğu yerlerdir…
Kadını ve erkeği devlete benzeterek, batı doğuyu nasıl baskı altına
alıp dişileştirmiş ise, erkek de batı gibi kadını baskı altına alıp
sömürmektedir, güçsüz olduğu için askerlik yaptırılmadığından aşağılanması
benzetmeler ile kadın ve erkeği insan türünün bir birine düşman üyeleri olarak
yorumlamaktadır.
Yazılan yorumları Türkçe dahi olsa anlayacağımı sanmadığımdan bu
konuyu tercümeye son veriyorum.
Kadın-Erkek İlişkilerine Bakışım;
Benim görüşüm, şudur; İnsan türü, bir erkek ile dişinin birleşmesinden
bu güne kadar varlığını sürdürmüştür. Bu günün kız ve erkek çocukları, yarının
anne ve babaları olacaklardır, onların da kız ve erkek çocukları olacak, insan
türü olabildiğince varlığını sürdürecektir.
Aile yaşamında veya toplum yaşamında, kadına her türlü baskıyı,
şiddeti öneren dini ve yasal gelenekler kaldırılmalı, toplum yaşamından
çıkarılmalıdır. Dinler asla “ahlak”ı temsil etmezler, Sabilik, Budizm, Hinduluk
gibi birçok dinde ensest ve biseksüel aile için cinsellik dinen uygun iken,
Tevrat, Katolik Hristiyanlık ve İslam’da yasaklanmıştır ve şerefsizlik olarak
görülür. Buna rağmen İslam ve Hristiyan mezhepleri, tarikatları içinde bunlara
izin verilmektedir ve güncel dindar yaşamında bütün dünyada bunlara tanık
olunmakta, görsel ve yazılı basın bu konuda yargı ve polisiye haberlerini
vermektedir. Artık, din temelli cinsiyet ayrımcılığı yasaları, gelenekleri,
töreleri terk edilmeli hatta toplumların geleneklerine rağmen yasaklanmalıdır.
Kadına pozitif ayrımcılık da adaletsizlik yaratmaktadır, kadının iş bulamayacağını
varsayan yasa koyucular, birkaç ay veya birkaç yıl evli kalmış çiftlerin
boşanmaları halinde erkeğin küçücük memuriyet, işçilik maaşından başka hiçbir
geliri olmamasına rağmen hem kadına hem de çocuğa ömür boyu nafaka
bağlamaktadır. Evlilik bir sözleşme ise, cinsel ilişki evlilik gereği olmuş
ise, çocuk bundan doğmuş ise, çocuğun masraflarına eşler ortak katılmalı,
boşanan kadın çalışmalı veya devlet korumasına alınmalıdır.
Aile içi ensest, çocuk ve kadın emek sömürüsü yasaklanmalıdır, kadının
taciz ve tecavüzü önlenmeli bunun için devlet kurumlar kurarak halkı
eğitmelidir her şeyi yasaklayarak sağlayamazsınız. En iyi ahlak eğitimi
tapınakta değil, çağdaş okullarda verilir.
Hatta gelişmiş batılı ülkelerde bile kadın ve kız çocukları ile erkek
çocuklarının cinsel, iş gücü istismarlarının çoğunun üstü örtülmektedir. Doğu
toplumları son 500 yıldır batılı toplumlarca sömürüldüklerinden gelişimlerini
sağlayamamışlardır, kim bilir belki sömürge olmasaydılar da bazılarının
gelişmesi sapkın, eski, ilkel dini gelenekleri yüzünden olanaklı değildir.
Günümüz Türkiye’si de Ortodoks Yahudilik ve Hristiyanlık temelinde İslam adıyla
dinen dönüştürülmekte ve cinsel ve ahlaken sapkın gelenekleri barındıran,
Vatikan’ın asırlarca Hristiyan saymadığı Doğu Kiliselerinin geleneklerini
içeren bir yaşam halkımıza dayatılmaktadır.
Bu da en çok kadınlar tarafından rağbet görmektedir ve kadınlar,
“Allah’ın emri” deyip her türlü aşağılamaya, köleliğe gönüllü onay
vermektedirler. Kadının köleleştirilmesi ve sosyal haklarının elinden
alınmasına en çok kadınların oy verdiği şartlarda Türkiye’de “Kas
Milliyetçiliği” kavramının adının okunması dahi düşünülemez.
Biz, Atatürk cumhuriyetinin getirdiği, oy kullanma, eşit işe eşit
ücret, seyahat edebilme, erkekle eşit olarak yargılanma, mirastan eşit pay alma
v.b. kazanımları bile kabul ettirmekte güçlük çekiyoruz.
Yok, kadın vücudu milletmiş, devletmiş, anavatanmış, anavatan, millet
gibi haklarının korunması gerekiyormuş bunu kim anlar ki?
Arkadaş, eğer milletsen tarih oku, yeryüzünde mahkeme kararı, devlet
koruması ile kurulmuş bir millet, devlet yoktur. Anavatan isen, anavatanını sen
koruyacaksın, millet isen milletini sen koruyacaksın. Çünkü bütün milletler
böyle yaşıyorlar, anavatanlarını koruyamayanlar milletlerini de koruyamıyor,
tarih yok edilmiş anavatanlar, asimile edilmiş milletler çöplüğüdür.
Kadın ve erkek bir bütünün parçasıdır, her ikisi de eşit yasal
korumaya muhtaçtır. Erkeğin kas gücü ne yazık ki, güzel bir kadına “hayır”
diyemeyen polisler, savcılar, hâkimler, avukatlar, basın, siyasiler karşısında
acizdir. Kadınlar da pek masum değillerdir, herkes kendini biliyor zaten.
Doğu milletleri bunca kültürel, ekonomik, askeri saldırı altında
bölünüp, sömürülürken bir da kas milliyetçiliği de bizde kusur kalsın diyeceğim
ama epey feministimiz de var. Merak eden onları okusun.
Eleştiriler;
Milliyetçilik, “Milliyet”
kavramının neyi ifade ettiğinin bulanık olması, siyasal yasaların bütünlüğünün
bir yasallaşması olup olmadığı yüzünden sıklıkla eleştirilmiştir.
Milliyetçiler, bir milletin ve devletin sınırlarının diğeriyle uyumlu
olmadığını, bu yüzden milliyetçiliğin çok kültürlülüğe muhalefete meyilli
olduğunu savunurlar. (Heywood, Andrew (1999). Political Theory: An Introduction (2nd ed.). London: Macmillan Press.
pp. 97–98)
Aslında böyle yaparak milliyetçilik, bir milli devlet içindeki
azınlıkları marjinalleştirir fakat, milletin parçası olması gereken
özelliklerini paylaşmayı düşünmez. (Aguettant,
Joseph (1996). "Impact of Population Registration on Hill Tribe
Development in Thailand". Asia-Pacific
Population Journal. 11 (4): 47–)
Hatta, birden fazla grubun özel bir toprak üzerinde kendi haklarını
ister halde karışıklık çıkarmasına, devleti kontrol etmek istemesine sebep
olur.( Triandafyllidou, Anna (1998). "National
Identity and the Other". Ethnic
and Racial Studies. 21 (4): 593–612.)
Pelsefeci A.C.Grayling, milleti, “geçmiş savaşlarda kanla çizilmiş”
sınırlarının inşasını yapay olarak tanımlar. “Yeryüzünde birlikte yaşamak
dışında, bir ülkenin birden daha farklı bir evi olamayacağını savunur. Kültürel
miras, milli kimlik ile aynı şey değildir.(
Grayling, A.C. (2001). The
Meaning of Things: Applying Philosophy to Life. London: Weidenfeld &
Nicolson. pp. 78–79. )
Milliyetçilik, bireyin kimliğini sahip olduğu milletin kimliği
olduğuna vurgu yapması, halk arasında farklılıkları parlatması yüzünden doğası
itibarıyla bölücüdür. Milliyetçilik fikri, bireyin kimliğini bütün milletin
içinde kaybettiğinden ve seçkinlere, politikacılara yığınları kontrol etme,
onları potansiyel olarak manupile etme fırsatı verdiğinden dolayı da potansiyel
bir saldırgandır. (Heywood, Andrew (2000). Key Concepts in Politics.
London: Macmillan Press. p. 256.)
Milliyetçiliğe erken muhalefet edenlerin çoğunun gerekçesi, her
milletin ayrı yaşaması ve jeoplolitik ideallerdir.
19. yüzyılın klasik milliyetçileri, Avrupa’da “çok ırklı
imparatorlukları” ret etmişlerdir. Erken dönemde milliyetçiliğe ideolojik
eleştirilerin çok yapıldığı dönemde dahi böyle olmuştur. Bu yüzden, batı
dünyasında enternasyonalizm(evrensellik), anti nasyonalizm(milliyet karşıtlığı)
gibi çeşitli biçimler geliştirmiştir. 20. Yüzyıl İslam yenilemesinde ise,
İslamcı Kültür Milli Devlete eleştiri olarak “Pan İslamizm”i(Tam İslamcılık,
tüm Müslümanları birleştirme arzusu-Ümmetçilik) üretmiştir.
19. yüzyıl sonunda, Marksistler, Sosyalistler, Rosa Lüxemburg gibi
Komünistler merkezi ve doğu Avrupa’daki milliyetçilik akımlarını
eleştirirlerken, çağdaşları olan komünist V.İ.Lenin, sosyalist Jozef Pilsudski
milliyetçiliğin “kendi kaderini tayin hakkı”na sempatik bakmışlardır.(
Cliff, Tony (1959). "Rosa Luxemburg and the national
question". Marxists
Internet Archive. Retrieved 2008-08-02.)
George Orwell klasik makalesinde, “özel bir yere bağlanmak” olarak
tanımladığı milliyetçiliği vatanseverlikten ayırmaktadır. Milliyetçilik, daha
özet olarak “güce dayalı kendini aldatmadır” der.(
George Orwell, Notes on Nationalism, orwell.ru.)
Orwel’e göre milliyetçilik, olumsuz, mantıksız dürtülerin hâkim
olmadığında daha mantıklıdır der;
Buna örnekler, mesela, Troçki, hiçbir diğer gruba sadakat
geliştirmediği halde kolayca SSCB’nin düşmanı ilan edilmiştir. Biri bunu alıp
tanımın içine soktuğunda, milliyetçiliğin muhaliflerini kaldırmada ne kadar iyi
bir temizlikçi olduğu anlaşılacaktır. Bir milliyetçi, prestij yarışmacılığı
kavramında düşüncelere sahip olabilir. Akli enerjisini kendisini yüceltme veya
başkasını karalamada kullanırken düşünceleri daima zaferler, yenilgiler,
aşağılamalar, bozgunlar ile meşgul olduğunda, yararlı veya zararlı bir
milliyetçi olabilir. O tarihi, özellikle çağdaş tarihi, büyük güçlerin sonsuz
inişleri veya yükselişleri olarak görebilir bu bağlamda kendi tarafını
yüceltirken rakip olan tarafı da aşağılayabilir. Sonuç olarak, milliyetçiliği
daha çok başarıya ibadet ile karıştırmamak gerekir. Milliyetçilik her zaman
güçlü olan tarafla birlik olmakla sürmez. Aksine, kendi tarafını toparlamalı,
güçlü olduğuna inandırmalı ve şartlar kendisine karşı olsa dahi inançlarına
sarılmalıdır.(
George Orwell, Notes on Nationalism, orwell.ru.)
Geleneksel liberal siyasette, milli devletler arasındaki savaşlar,
tehlikeli karışıklıklar çıkarmanın nedenleri olarak milliyetçiliğe karşı
olumsuz görüşler hala vardır. İngiliz Katolik tarihçi ve yazar Lord Acton,
1862’de “milliyetçilik deliliktir” diyerek son noktayı koymuştur. Hatta,
milliyetçiliğin ahlaki değerleri örterek, bireyde devlete karşı tehlikeli bir
bağlılık yarattığını, azınlıkları sindirdiğini savunmuştur. Ama Acton, Papa’nın
İtalyan milliyetçiliğine karşı tutumunu desteklemiş ve demokrasiye de karşı da
çıkmıştır.( Lang, Timothy (2002). "Lord Acton and 'the
Insanity of Nationality'". Journal
of the History of Ideas. 63 (1): 129–49)
20. yüzyıldan beri, Michael Walzer, İsiah Berlin, Charles Taylşor, ve
David Miller gibi filozoflar artan bir şekilde bölünerek, “istikrarlı bir
devlet temeli üzerine kurulu toplumun liberal toplum olduğunu
vurgulamışlardır.( Motyl 1:298)
Milliyetçiliğin pasifist eleştirmenleri de milliyetçi hareketi
tecavüzcülüğü üzerine yoğunlaşmışlar ve jingoizm, şovenizm gibi akımlardan
etkilenen milliyetçiliğin militarizm ile birleşebileceği yönünden
eleştirmişlerdir.
Özellikle Almanya’da milliyetçi işaretler ile kendine aşırı güven
veren vatanseverlik duygularının siyasete sokulması ile bazı komşu ülkelerin
Almanlara karşı geçmiş tarihi savaşlardan gelen güvenlerini kırmıştır. İngiliz
pasifist Bertrand Russel, milliyetçiliği, baba vatan siyasetini yargılayarak
bireyin kapasitesini azaltmakla eleştirir.(
Russell Speaks His Mind, 1960.
Fletcher and son Ltd., Norwich, United Kingdom)
Wikipediya
“Natıonalism” çevirisi burada bitti.
FENERLİLER
(Feneryotlar)
Fenerliler, Osmanlı’nın devletin en yüksek mevkilerini,
devleti teslim ettiği ve kazık yediği etnik grupların başında gelirler.
Phanariotes (Feneryotes) ; Fhanariots (Feneryots) veya
Yunanca Phanariote, Romence Fanarioti, Türkçe Fenerliler adlarıyla bilinen
Ortodoks Grek Partikhanesinin bulunduğu Yunanlıların oturduğu Fatih,Balat’taki
mahalleye verilen addır. İstanbul’un Türklerin eline düşmesiyle Fatih Sultan
Mehmet, Balat semtinin Hristiyan halkını (Mamboury (1953), p. 98) sürmüş, Yahudilere
dokunmamış, semti devletin diğer yerlerinden özellikle Mora Yarımadası ile
1461’de fethettiği Trabzon’dan getirdiği Hristiyan ve Müslümanlarla
doldurmuştur.
Bu bölge insanları Osmanlı devletinde dört önemli pozisyonda
görev almışlar ve bu mevkileri uzun yıllar ellerinde tutmayı başarmışlardır. Bu
mevkiler, Divanı Hümayun Tercümanlığı, Eyalet ve Yabancı Elçilik- Konsolosluk
Tercümanlığı, Donanma Tercümanlığı, Moldovya Voyvodalığı (Boğdan Beyliği),
Wallachia Vovvodalığı (Eflak Beyliği).
Eflak ve Boğdan beylikleri (Voyvodalıkları) birbirine
bitişik beylikler olduklarından onlara yakın olan Romen soylularından seçilen
kişiler Osmanlı padişahlarınca bey olarak atanırdı.
18. yüzyıl sonrası Rus çarlığı topraklarını Osmanlı’dan
toprak alarak genişletmeye başlayınca iş birliği yapan Romen kökenli Boğdan
Beyi Dimitri Kantemiroğlu bu güveni sarsınca, Fenerli Rum tercümanlardan olan
Nikolas Mavrokardatos’un 1711’de Baltacı Mehmet Paşa tarafından bey olarak
atanmasıyla başlayan gelenek Mavrokardatos ve İpsilantis ailelerine
vakfedilmiştir.
Osmanlı’nın bu kadar güvendiği Nikolas Mavrokardatos yazdığı
“Philotheou Parerga’sında “Biz tamamen Helenik bir ırkız” demektedir. (Kynk-Mavrocordatos Nicholaos, Philotheou Parerga, J.Bouchard,
1989, p.178, citation: Γένος μεν ημίν των άγαν Ελλήνων)
Çoğunlukla Bizans kökenli Rumlar, 16. Yy.ın ikinci yarısında
ve 18.yy.ın Balkanlardaki gelişmelerinin sonucu olarak paralı Grek tüccarlar
olarak belirmişlerdir.
Feneryotlar veya Fenerliler, evlerini, Osmanlı’nın “Millet
Sistemine göre “Millet Başı” olarak tanıdığı Fener Patrikhanesinin çevresine
inşa etmişler, Rum Milleti olarak veya “Roma Milleti” olarak bilinmişlerdir.
Osmanlının Grek desteğine ihtiyacı özellikle 17. Yüzyılda
Balkanlarda komşularına emirlerini yazdırmakta güçlük çekmesiyle başlamıştır.
Bab-ı Ali’de dış ülkelerle yazışma ve gelen heyetlerle yapılan görüşmelerde
ortaya çıkan iyi dil bilen tercüman/mütercim/mihmandar ihtiyacını karşılamak
için Bab-ı Ali ilk kez gezgin tüccarlar olan Rum/Grek tercümanları saraya
almıştır. İstanbul’un Yunan/ Helen kökenli Fenerli aileleri Osmanlı resmi
dairelerinde kâtiplik ve çevirmenlik mevkilerinde yüksek yerlere
gelebilmişlerdir. Fener Rum Patrikliği, Antakya, Kudüs, İskenderiye, Ohri
Patrikliklerine getirilmişlerdir. Bu nüfuslarını kullanarak Sakız adası, İzmir
ve Ayvalık’ta Yunanca öğreten yüksekokullar açarak Grek Milliyetçiliğini
körüklemişler, ayrılıkçı isyanlarda etkin roller oynamışlardır.
İlk Grek milyoneri olan Mihail Şeytanoğlu Moskova’da yaptığı
bir kürk ticaretinden 60.000 Dükayı bir yılda kazanmıştır.
Fenerliler, gerek Patriklik, Patrikhane gerekse memuriyet
görevlerinde bulunmaları, Eflak-Boğdan beylikleri gibi seçkin görevler
almalarıyla Macaristan devleti ve onun aracılığıyla diğer devletlerle ticaret
yaparak öteki batılı dilleri öğrenmelerinin avantajlarını, İngiltere, Fransa,
Rus Çarlığı ile yürütülen ilişkilerde, diplomatik ajanlar olarak yukarı
seviyelere taşımışlardır.
Osmanlının beylik bahşettiği Fenerli Rum ailelerin devamı
olan Aleksandros Mavrokardotas (1791-1865), 1822-23 yılları arasında Yunan
Bağımsızlık Savaşının ve geçici Yunan devleti idaresinin başkanlığını,
Aleksandros İpsilantis (1792-1828) Tuna-Eflak beyliği yaptığı sırada Rus Çarlık
ordusunda Süvari subaylığı, Napolyon Savaşlarında da Filiki Eterya adı verilen
Eflak Rum ayaklanmasının başkanlığını yapmıştır.
1804-1821 arasında Sırbistan, Karadağ ve Yunan Bağımsızlık
savaşları başladığında Fenerli bu ailelerin işbirlikçilikleri dikkat çekmeye
başlamış, 1805-1812 Osmanlı Rus savaşını Osmanlı kaybedince Eflak-Beserabya’nın
bir kısmı Ruslarda kalmış ve Fenerli tercümanların görülen ihanetleri üzerine
1821’den sonra Fenerli Rumlara yüksek görev verilmesi son bulmuştur. 1878
Berlin Anlaşmasıyla da Eflak-Boğdan elden çıkmıştır.
Nikos Svoronos’a göre, Fenerliler, Kleptler ve Armatoloylar
olarak adlandırılan ayrılıkçı, yağmacı, katliamcı eşkıyaların olumsuz etkileri
yüzünden Osmanlılarla uyum içinde yaşamayı sürdürebilmek için Milli Kimlik ve
Sınıf kimlikleri anlayışı geliştirememişlerdir.
Phanariote families[Fenerli Aileleri]
Grigorios
Ypsilantis (1835–1886), Greek diplomat
Athanasovici
Canellou
(Kanellou)
Caradjas (also
known as Caragea, Karaca, Karacas, Karatzas)
Cariophyllis
Chrisoscoleos
Chrisovergis
(also known as Hrisovergis), form the
Peloponnese
Diamandis
Evalidis
(also known as Evaoglous, Hadjievalidis), from
Trebizond
Hantzeris
(also known as Handjeri, Hançeri, Pıçakçı and Hançeroglou),
Kavadas
(Kavvadas), from
Chios
Lambrinos
Lazaridis
(Lazarević), Serbianized family from Montenegro
Mamonas
Mavroudis
Photeinos
(Foteinos or Fotinos)
Rallet
Ramalo
(Romalo)
Scanavis
Schinas
Sereslis
Tzanavarakis
(Tzanavaris, Çanavaris or Canavaroğulları)
Venturas
Vlachoutzis
Aristarchis
Ballasakis
Cananos
Caryophyles
Dimakis
Eupragiotes
Iancoleos
(della Rocca)
Moronas
Negris
Plaginos
Rizos
Neroulos
Ramadan
Souldjaroglou
Tzoukes
Uzun zaman önce hazırlayıp yayınlamayı yeni eklemeler yapmak için ertelediğim bu çeviri ve yorum yazıma ek yapmaktan vazgeçtim. Zaten uzun yazıları insanlar sevmiyorlar
Sonuç olarak milliyetçilik, en eskisi olan din merkezli milliyetçilik hariç, Amerika Birleşik devletlerinin 18.yy sonunda bebek imparatorluk olarak doğmasını takiben 18. ve19.yy. dünyasına "demokrasi, eşitlik, kardeşlik, özgürlük" gibi güzel sloganlarla birlikte verilmiştir. Demokrasi, özgürlük ve milliyetçilik akımları yeryüzünde bütün feodal imparatorlukları ve devletleri iç karışıklıklara mahkum ederek bölmüş veya yıkmış, sonunda tek güç ABD kalmıştır.
21. yüzyılda ABD'nin "demokrasi ihracı" yüzyılın Orta doğu ve İslam dünyasını işgal, yağmalama, talan etme, mevcut devletleri daha küçük parçalara ve etnik yapılara bölme, öldürmez, tecavüzler, kölelik çağının hortlatılması olarak kendisini göstermiştir.
Demokrasi ihracının da siyasal İslam ve Yahudi şeriatı olduğu görülmüştür. ABD zaten kendisi dini ağırlıklı demokratik bir rejime sahiptir. Filmlerinde bile kilisesiz, TANRILAŞTIRILMIŞ BAŞKAN İDOLLERİ olmayan filme rastlanmaz.
Dünyanın en büyük şeriat devleti olan ABD bütün dünyaya din, Protestan şeriatı ihraç etmektedir. Demokrasi , eşitlik kardeşlik sloganlarını ABD geçtiğimiz yüzyılda terk etmiş, SSCBye, komünizme karşı dinin koruyucusu olarak kendisini ilan etmiş, soğuk savaş senaryoları ile bütün dünyayı kültürel,ekonomik ve askeri olarak işgal etmiştir. Tüm yeryüzünde demokratik kazanılmış haklarını düşmanı, sermayenin, gericiliğin, yobazlığın Allah'ı, koruyucusu olmuş, çağdaş hukuk ve eğitim sistemlerini baltalamıştır.
Ülkemizdeki Türk-İslam sentezciliği, dini ve etnik ortak bölücülük hareketlerine katılmak sadece ABD'ye hizmet etmek, kendi halkını ve devletini onlara sömürge yapmaktır. Feneryotlar, F.Gülen, Menzil gibi şeriatçı hareketlerin hepsi ABD'nin 19.yy dan beri sürdürdüğü ABCFM Amerikan Protestanlığını yayma siyasetinin maşalarıdır.
Türk ırkçılarımız, aslında Ermenidir, imamlarımız da Ermeni, Rum, Yahudilerden oluşur.
Takdir sizindir.
AlaeddinYavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.