BLOG, TÜRK MİLLETİNE VE İNSANLIĞA ADANMIŞTIR.ÜCRETSİZDİR.HİÇ BİR YAZIMIN BÜTÜNÜYLE LİNK VERİLSE DAHİ YAYINLANMASINA İZİN VERİLMEZ,LİNK VERİLEREK ALINTI SERBESTTİR. TOPLUMUN GENEL DEĞERLERİNE GÖRE YAZMAK AFERİN ALAMAYA YARAR. ÖNEMLİ OLAN ASIRLARDIR ÜSTÜ ÖRTÜLMÜŞ GERÇEKLERİN ÖRTÜSÜNÜ KALDIRARAK GÜN IŞIĞINA ÇIKARMAK, TOPLUMA YENİ DÜŞÜNME YETENEĞİ KAZANDIRMAKTIR.ÇALINTI TELİF HAKLARI YASASI DAHİLİNDEDİR... +40 (KIRK YAŞ ALTI İÇİN ZARARLI OLABİLİR);
"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!
Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz
Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.
Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.
Saygılar, sevgiler!
Hakkımda
- keykubat
- Balıkesir , Bandırma , Türkiye
- KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
Translate
Bu Blogda Ara
9 Eylül 2017 Cumartesi
PERS KRALI BÜYÜK KRUS’UN İNSAN HAKLARI SİLİNDİR BELGESİ.
İnternet ortamında araştırma yaparken rast geldiğim bu metni dilimize kazandırmayı, elan ülkemizin de içinde bulunduğu, halkının yarısı, sokaklarda, miting alanlarında adalet arayan bir ülke vatandaşı olmamış nedeniyle uygun buldum.
Bu güne kadar çoğumuzun, günümüzden 2556 yıl önce bir monarkın bu kadar adalet anlayışına sahip olabileceği kimsenin aklına gelmezdi.
Ama gelmiş ve insanlığa da böyle bir miras bırakmıştır. Bunu yayınlayan İran'ın değerli insanlarına da teşekkürü borç bilirim.
Şimdi, sizleri şaşkınlıklara boğacak, ülkemizde "adalet" dağıttıklarını iddia edenleri kalp krizine sokacak çeviri yazımı okumaya geçelim.
Kolay gelsin;
"...Aryan dilinde yazılmış, Pers kralı Büyük Krus’a ait İnsan Hakları Belgesi, çivi yazısı ile yazılmış bir silindir metin 1878’de Babil kazılarında bulundu. Belge, Büyük Krus’un Babil’i işgal ettiğinde şehrin ahalisine tanıdığı hakları ve onlara gösterdiği muameleleri anlatmaktadır.
Belge, Birleşmiş Milletler tarafından 1971’de tüm B.M. ülkelerinin dillerine çevrilerek yayınlandı.
[caption id="attachment_1890" align="alignleft" width="301"] İran Güneş Tanrısı Ahura Mazda; Armazd[/caption]
“-Ahura Mazda bu ülkeyi, bu milleti, kuraklıktan, yalandan, düşmanlıktan, kinden korusun” demektedir.
Belgede geçen metinlerin çevirisi aynen şöyledir;
“-Ben, Krus.
Dünyanın kralı. Babil’e girdiğimde... kimsenin ülkede korku salmasına izin vermedim... Babil’in ihtiyaçlarını ve mabetlerinin iyi şartlarda olmasını sağladım. Onların talihsizliklerine son verdim.”
Büyük Krus (M.Ö.580-529) İran kabileleri olan Medler ile Persleri birleştirerek Pers ülkesini kuran ilk Akameniş imparatorudur. Daha önce kurulanların en büyüğünü kuran büyük fatih olarak da bilinir. Bozguna uğrattığı düşmanlarına karşı beklenmeyen hoşgörü gösteren yüce gönüllü olarak da hatırlanır.
Medler üzerinde galibiyet kazandıktan sonra Medya ve Pers ileri gelenlerini birleştirerek memurlar olarak tayin etmiş ve yeni krallığını kurmuştur.
Anadolu’nun (Küçük Asya) fethi tamamlandığında orduları doğu sınırlarındaydı. Hycranya ve Pers ülkesi zaten Medya Krallığının parçasıydı. Doğuda ilerleyerek Drangyana, Arachosya, Margianya ve Bactria’yı fethetti. Öküz nehrini geçerek Asyalı yörük kabilelerin saldırılarına karşı en yüksek savunma kalelerini diktirdiği Jaxartes (Siriderya nehri)ne ulaştı.
Doğudaki zaferlerini tamamlayınca, Babil ve Mısır üzerine dört sefer düzenledi.
Babil’i fethettiğinde, kendisini “özgürleştirici” olarak gören ve kutlamalar ile karşılayan Yahudilerin vaat edilmiş topraklarına dönmelerine izin verdi. Diğer ırkların dini inançlarına ve geleneklerine büyük hoş görü gösterdi. O bu değerleri ile yönettiği bütün insanların saygı ve sevgilerini kazandı.
Belgede, kendisini, babasını, birinci ve ikinci atalarını tanıttıktan sonra Krus,Babil’in, İran’ın ve dört kıtanın kralı olduğunu söyler;
“-Ben Krus, dünyanın kralı, ulu kral, güçlü kral, yönettiklerince sevilip, bağırlara basılan, kalplere huzur veren Bel ve Nabu’nun yönettiği, Babil’in, Sümer’in, Akad’ın kralı, dört kıtanın kralı, Kambises’in oğlu, büyük Anşan Kralı, Krus’un torunu, ulu kral, Anşan’ın kralı, bitmeyen kraliyet neslinden olanım. Gayet iyi niyetle girdiğim Babil’de, kraliyet sarayında, kutlamalar arasında bir egemenlik koltuğu kurdum.Büyük tanrı Marduk, Ben ve Babil’in koca yürekli sakinleri kendimizi ona adadık.... Ben, günlük olarak ona ibadet ettim.”
Devam eder;
“-Bütün işlerimde, kendinden önceki ruhları ve yüce uluhiyetini aşırı yücelttiğimiz ulu tanrı Marduk, bütün askerlerimin, belimden gelen dölüm olan oğlum Kambises ve beni neşelendirdi ve ben Kral Krus ona ibadet ettim.
Denizin alçağında ve yükseğindeki yerlerde taht odalarında oturan bütün dört kıtanın kralları... Batı ülkelerinin çadırlarda oturan bütün kralları bana yüklü hediyeler getirdiler ve Babil’de ayağımı öptüler.
Asur, Susa, Agade, ve Eşnuna şehirlerinden, Fırat’ın ötesinde, tanrılarının ikamet edip, aralarında oturduğu tapınakları uzun zamandır harabe olmuş Zamban, Meumu, Der gibi Lgutium ülkesinin kutsal şehirlerine döndüm ve onlara kalıcı ikametler verdim. Bütün sakinlerine katılarak tüm ikametlerini oturulacak yerler haline getirdim. Babil kralı Nabonid, Babil’e Sümer ve Akad tanrılarının kızgınlığını getirdi. Ben, ulu tanrı Marduk’a, buraların sakinlerine hoşlarına gidecek ikametler, yaşam alanları kurma sözü verdim. Tapınaklarına koyduğum Bel ve Nabu’dan önceki bütün tanrılar, uzun günlerimdeki günlük ibadetlerimde iyiliğime işaret ederler, Marduk’un tanrım olduğunu söylerler. Kral Krus ve oğlu Kambises size hürmet etsin...”
Ve;
“-Şimdi, Ahura Mazda’nın yardımıyla, dört bir tarafın uluslarının ve Babil’in, İran krallığının tacını giydim, yaşadığım sürece, tayin ettiğim valilerin ve alt idarecilerinin halkı incitmeyeceğini, imparatorluğumdaki bütün ulusların örf ve adetlerine, dinlerine hürmet edeceğimi ilan ettim.
Bundan böyle, Ahura Mazda bana krallığımı bahşetiği sürece, hiçbir ulus üzerine hakimiyetimi dayatmayacağım. Herkes onu kabulde serbest olacak, onlardan birisi ret ederse, asla hakimiyetimi savaş üzerine kurmayacağım.
İran ve Babil’in ve dört bir tarafın kralı oluncaya kadar, asla birinin diğerini incitmesine izin vermedim, eğer bu olursa, onun hakkını geri alırım ve baskı yapanı cezalandırırım.
Ve, ben hakim oldukça, hiç kimseye, birinin taşınır veya taşınmazını ve arazi üzerine kurulu mallarını zorla veya karşılık ödemeksizin sahiplenmesine izin vermeyeceğim.
Ben yaşadıkça, ücretsiz işçi çalıştırılmasını engelleyeceğim.
Bu gün, herkesin dinini serbestçe seçme hakkı olduğunu bildirdim. İnsanlar her dinde yaşamakta, başkalarının haklarına tecavüz etmedikçe iş edinmede özgürdür.
Hiç kimse başkalarının hataları yüzünden cezalandırılamaz.
Köleliği engelliyorum ve benim valilerim ve astları, kadın-erkek köle alışverişlerini zorla yasaklayacaklardır.
Bu tür gelenekler dünya üzerinde yok edilecektir.
(Ahura) Mazda’nın, Babil ve dünyanın dört bir tarafındaki İran’ın uluslarına karşı görevimi yerine getirmemdeki engelleri kaldırmaması, başarılı olmam için yardım etmesi için yalvarıyorum.
Babil zaferinden sonra Büyük Krus kendisini Fatih olarak değil ama tacın yasal varisi ve “özgürleştiren” olarak takdim etti. “BABİL’İn ve Dünyanın Kralı” ünvanını aldı. Büyük Krus, fethettiği ülke insanlarına tek şekil verme düşüncesinde asla olmadı ve İran tacına eklenmiş olan her bir krallığın değişmeyen öğretilerini terk eden bir akla sahip oldu.
M.Ö.537’de, 40.000’den fazla Yahudi’nin Babil’i terk ederek Filistin’e dönmelerine izin verdi. Hatta, kil tablete yazılı ilk İnsan Hakları Beyannamesini insanlığa ilan etti.
[caption id="attachment_1891" align="alignleft" width="420"] Babil-kazılarında-bulunan-Büyük Krusun-İlk-İnsan-Hakları-Beyannamesi-olan-silindir-[/caption]
“-Ben Krus, dünyanın kralı, ulu kral, güçlü kral, yönettiklerince sevilip, bağırlara basılan, kalplere huzur veren Bel ve Nabu’nun yönettiği, Babil’in, Sümer’in, Akad’ın kralı, dört kıtanın kralı, Kambises’in oğlu, büyük Anşan Kralı, Krus’un torunu, ulu kral, Tesipes’in neslinden Anşan’ın kralı, bitmeyen kraliyet neslinden olanım. Gayet iyi niyetle girdiğim Bail’de, kraliyet sarayında, kutlamalar arasında bir egemenlik koltuğu kurdum.Büyük tanrı Marduk, Ben ve Babil’in koca yürekli sakinleri kendimizi ona adadık.... Ben, günlük olarak ona ibadet ettim. Çok sayıda olan askeri birliklerim, Babil’in ortasında rahatsız edilmeden dolaştılar.
Sümer, Akad ülkelerinde kimsenin korku salmasına izin vermedim. Babil’in ve tapınaklarının ihtiyaçlarını gözettim ve ibadethanelerini iyi duruma getirerek ömürlerini uzattım. Babil’İn sakinleri... Onların yakışıksız boyunduruklarını kaldırdım. Harap olmuş ikametlerini onarttım. Talihsizliklerine son verdim.
Ulu tanrı Marduk yaptıklarımdan hoşlandı ve askerlerimi, belimden olan dölüm oğlum Kambises’i, ve ona ibadet eden kral olan beni yücelen uluhiyetinin görkeminden önce iyi ruhu içinde hoşlukla, kutsadı.
Denizin alçağında ve yükseğindeki yerlerde taht odalarında oturan bütün dört kıtanın kralları... Batı ülkelerinin çadırlarda oturan bütün kralları bana yüklü hediyeler getirdiler ve Babil’de ayağımı öptüler.
Asur, Susa, Agade, ve Eşnuna şehirlerinden, Fırat’ın ötesinde, tanrılarının ikamet edip, aralarında oturduğu tapınakları uzun zamandır harabe olmuş Zamban, Meumu, Der gibi Lgutium ülkesinin kutsal şehirlerine döndüm ve onlara kalıcı ikametler verdim.
[caption id="attachment_1892" align="aligncenter" width="450"] Büyük Krus'un Avıstralya'daki bir kabartması[/caption]
Bütün sakinlerine katılarak tüm ikametlerini oturulacak yerler haline getirdim. Babil kralı Nabonid, Babil’e Sümer ve Akad tanrılarının kızgınlığını getirdi. Ben, ulu tanrı Marduk’a, buraların sakinlerine hoşlarına gidecek ikametler, yaşam alanları kurma sözü verdim. Tapınaklarına koyduğum Bel ve Nabu’dan önceki bütün tanrılar, uzun günlerimdeki günlük ibadetlerimde iyiliğime işaret ederler, Marduk’un tanrım olduğunu söylerler. Kral Krus ve oğlu Kambises size hürmet etsin.”
2017 yılı itibarıyla günümüzden tam 2556 yıl önce 29 Ekim 539’da Büyük Krus’un Babil’e “direnişsiz” girdiği zafer günü ve yayınladığı ilk İnsan Hakları Beyannamesi yüzünden İran 29 EKİM gününü “ “KUTSAL KRUS GÜNÜ” olarak kutlama kararı almıştır.
Bunu da iyi yapmıştır, çünkü;
2017 yılı itibarıyla tam 2556 yıl önce ilkelliğin, yamyamlığın, yobazlığın, haramiliğin, soy sop güden ırkçılığın, köleciliğin, güçlünün egemenliğinin, zayıfın ezildiği, elektrik, su, yol hizmetlerinin, günümüzdeki yargı ve bürokrasi kurumlarının, eğitmin olmadığı bir dünyada bu kadar ileri görüş ve hoş görü az erdem değildir.
-Krus, girdiği ülke halkına din dayatmıyor;
-Kendi idaresini kabul etmeyen kralları seçimlerinde serbest bırakıyor;
-İşgal ettiği ülkenin halkının tanrılarına ve dinlerine hürmet ediyor;
-İşgal ettiği ülkenin dini yapılarını ve halkının ikametlerini onarıyor;
-Herkese dinini seçme hakkı veriyor;
-Ücretsiz işçi çalıştırmayı yasaklıyor;
-Köle alım satımını imparatorluk içinde ve etki alanındaki dünya ülkelerinde yasaklıyor;
-Tüm emirlerini uygulamakla valilerini ve alt görevlilerini görevlendiriyor.
-Devlet adamlarının ve yerel devlet adamlarının, bürokratlarının halka her türlü eziyet vermelerini yasaklıyor.
-Bütün emirlerini kendi ömrü süresince uygulatacağına söz veriyor, zira, ölümünden sonra yerine geçenlerin yapacaklarına karışma olanağı yoktur. Geçmişte de değiştirilmesi yasaklanan yasalar, emirler olmuş ve buna uyulmamıştır, Krus da sanırım bunun bilincinde olarak bunu yapmıştır.
Oysa ardından gelen Büyük iskender’in “köleci, ırkçı, sömürgeci” tutumu bunları yıkmış, kölecilik, soya dayalı monarşik krallıklar, işgal geri gelmiştir. Büyük İskender’den sonra dörde bölünen Grek imparatorluğu sadece Afganistan Baktriya’da (550 yıl) ve Mısır ‘da (500 yıl) uzun süre yaşayabilmiştir. Ardından tekrar İran şahı Ardeşir ile Sasani imparatorluğu gelmiş, onu he ne kadar köle azat etmeyi teşvik ese de, parlamento kuran cumhuriyet olsa da, din ve devlet işlerinden bağımsız yargılayan laik mahkemeler kursa da yine köleciliği kaldıramayan 2206 yıl süren bir Roma egemenliği gelmiştir.
Tevrat’ı Roma geleneklerne göre yeniden yazıp, Nasıra’lı Ferisilerin çıkardıkları Hristiyanlık dinini, Roma geleneklerine uydurarak Katolik Hristiyanlığı kuran Roma, köleciliği yine dine bağlamıştır. Doğu-Batı Roma çekişmesi sonunda Batı Roma/Bizans, Nasıra’lı Hristiyan mezhebine uygun olarak Bizans ortodoks Kilisesini kurmuştur. Bu kiliseye mensup Herakles döneminde Sasani imparatoru Hüsrev’i MS-627’de büyük bozguna uğratarak İran’ı iç karışıklıklara boğmuş, 628’den beri Hicaz Araplarına, Hristiyanlığın bir alt dini olan İslam adıyla bir Hristiyanlık kurarak Arap, Armi ve İrani kavimleri İslam devleti altında toplamış, verdiği maddi ve askeri desteklerle Arapların 632’de Arap yarımadasını tek devlet, 641’de de Libya’dan Horasan’a uzanan bir devlet haline getirip insanlığa ve kendisine bela etmiştir.
İslam’da ilk bölünme, ırkçı, soy sop güden, ensest gelenekleri olan, köleci Emevi darbesi ile peygamberin ölümünü takiben başlamıştı.
641’de herakles’in ölümünden sonra Araplar Vatikan ve İstanbul’u tehdit edince, Roma’nın çıkarttığı iç isyanlar ile zayıflayan Araplar, İran’da Büyük Selçuklu, onu takip eden Haçlı seferleri ile hakimiyetlerini yitirmişler, İslam mezheplere ve tarikatlara bölünmüş parçalanmıştır.
1200’lerde Cengiz akınları ve coğrafya’ya Türklerin hakim olmalarıyla yeni yeni devletler ortaya çıkmış, insanlar her gün kurulan ve yıkılan devletler yüzünden adaletsizliğe boğulmuşlardır.
İçinden çürümüş kokuşmuş Roma ve Bizans, imparatorluk günlerindeki adalet dağıtma işini bırakmış, gücünün yettiğini soyar hale gelip yıkılmıştır.
Bu boşluktan doğan Osmanlı imparatorluğu ne yazık ki, ilkel Arap köleci,ırkçı gelenekleriyle dolu İslam dini yüzünden, bütün yi niyetine rağmen adam gibi bir adalet düzeni kurmayı başaramamıştır.
Osmanlının Roma için tehlike arz eden Arap, Yahudi ve İran'ı kökenli kavimleri sakin tutması, batının da Atlantik okyanusuna sıkıştırılması, onların denize atlamalarında ve 15.yy.da gelişen Keşifler çağını başlatmalarına, yeryüzünü güneyden ve doğudan fethetmelerini getirmiş, batı bu defa 19.yy.a kadar tüm dünyaya egemen olmuştur.
Büyük Krus’un, eski Yunanistan ve Roma hukuklarını iyi okuyan, keşiflerle aristokrasiye girmiş aydın batılılar kendi adalet sistemlerini yenilemişler ve dünya ülkelerinin üzerinde bir adalet ve siyaset sistemi kurmuşlardır.
İslam ülkelerinden sadece, 30 Ekim 1918’de son haçlı seferinde yıkılmış, teslim olmuş, toprakları paylaşılıp işgal edilmiş Osmanlı üzerine kurulmuş Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Mustafa Kemal ve arkadaşları gerçek anlamda Batı Demokrasini getirmeye gayret etmişlerdir. Bu gayretleri, feodal işbirlikçi Ermeni, Arami, Nasturi, Kürt isyanlarıyla engellenmiş ve bu azınlıkların devşirmeleri, 10 Kasım 1938’de Mustafa Kemal’i öldürmüşler, Müslüman ve Türkçülük siyasetleri ile iktidarı ele geçirerek demokratik gelişimi engellemişlerdir.
Aynı şey İran’da olmuş 1979’da Musevi olan Ayetullah Ruhullah Musevi Humeyni, derin NATO ülkelerinin askeri operasyonlarıyla yıkılan ırkçı ama demokratik sayılabilen Şah rejiminin üstüne, Paris’te eğitildiği evden getirtilerek oturtulmuştur.
Aynı bela, da ülkemize, 03 Kasım 2002 genel seçimleriyle, yaratılan sahte ekonomik krizlerle tek çare olarak gösterilen AKP hükumetinin 2007 yılı sonlarında başlattığı Ergenekoni Balyoz gibi adlar verilen yüksek rütbeli subayların ve bürokratların tasfiye edilmesiyle ülkemize musallat edilmiştir. Geçen yıllarda 6500’e yakın orta eğitim kurumu İmamhatip liselerine çevrilmiş, milli eğitim, merkezi yerlerde açılan okullara öğrencilerin taşındığı taşımalı sisteme, o da tarikat yurtlarına ve eğitim kurumlarına dönüştürülerek, milli eğitim sistemi çökertilmiştir.
Her gün devlet destekli artan yobazlığa gömülen ülkemiz, günümüzden 2556 yıl önce yayınlanmış bir İnsan Haklarını beyannamesine muhtaç, adaletten ve insani haklardan uzak hale getirilirken, uluslararası siyasi tezgahlarla ülkemize doldurulan aslen Arami, Ermeni, Yahudi, Rum kökenli Arapların ülkemize doldurularak devlet kurumlarına yerleştirilmeleri, sınavsız üniversitelere girmeleri dayatılmıştır. Böylece, eski Roma ve Bizans avam tabakasını oluşturan, Arap-Rum soyluların devlet bürokrasisini ve sermayesini ellerine geçirdikleri, ırkçı, köleci, cinsel sapkınlıklara boğulmuş bir işgal devleti doğurulmuş ve büyütülmektedir.
Büyük Krus’tan Bizans’ın Jüstinyen’ine “ırka ve soya dayalı” devlet ilkesi terk edilmişken,, binlerce yıllık adalet kavramları önümüzdeyken, adaletten uzak, zorba, köleci, ırkçı Arap geleneklerinin İslam dini şeriatı diye dayatılması insanlık dışıdır.
Tarih boyunca BÜYÜK DEVLET ADAMLIĞI, çeviri metinde de görüldüğü gibi ADALETLE HÜKMEDENLERE layık görülmüştür.
On yıllardır tarih ve dinleri araştıran biri olarak vardığım sonuç, hiç bir dinde ilahi yasa yoktur. Bütün yasaklar ve görevler tanrı olarak görülen din ve devlet adamlığını bir yürüten, kralların, şahların, padişahların, hanların... emirleridir. Hepsi de tarih içinde yeni gelen egemenlerce değiştirilmişlerdir.
Büyük Krus'un İnsan Hakları beyannamesi maalesef, Tevrat, İncil, Kur'an ayetlerini emrettiğine inanılan Allah'ın emirlerinden daha demokratik ve insancıldır. Krus da tanrısı Ahura Mazda'nın yardımları, Sümer Babil tanrılarının inayetleriyle bu ilkeleri emrettiğine göre, ya son dinlerin emirleri, tanrının emirleri değil ya da Krus, Yahudi'nin Yahve'sinden, Vatikan'ın İsa/Krist'inden, İslam'ın Allah'ından daha adaletlidir.
O zaman ben niye bu tanrıya ibadet edeyim ki? Adalet yok, insanlık yok, hoş görü yok, kendinden olmayanı soy diyen tanrı olamaz. Olursa haydi işine git kardeşim, demek düşer.
Büyük Krus'un "ağır gelen boyunduruklarınızı üzerinizden kaldırdım" dediği adalet ilkelerini köleci Büyük İskender, Roma medeniyetsizlikleri ile unutmuş, hatta Jüstinyen adaletini aratan günümüz sömürgeci haçlı sermayesi ve onların ülkemizdeki temsilcileri, Hammurabi, Büyük Krus, Lenin, Atatürk gibi devlet adamları, solon, Çiçero, Sokrat gibi hukuk ve bilim insanlarının yanlarında, zorba idarecilikleriyle küçüldükçe, adlarının önlerine ne yazdırırlarsa yazdırsınlar büyük olarak kabul göremeyeceklerdir.
Tarih boyunca asla, adının başına büyüklük sıfatları yazdıranlara "BÜYÜK ADAM" onuru layık görülmemiştir.
Adı ADALET olan ve halkının yarısına sokaklarda, miting alanlarında, ADALET aratan hükümetimize ilan olunur.
Metni dilimize çeviren, yorumlayan ve yayınlayan;
Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc,
Yazının orjinalini barındıran İran resmi sitesinin linkidir; http://www.farsinet.com/cyrus/
TEKE TANRI İBADETLERİ
TEKE TANRI /ŞEYTAN İBADETLERİ
TEKE SEMBOLİZMİ
Mitolojik edebiyat ve hikayelerde teke, uzun yıllar yardım umulan görsel sembollerden birisiydi. Bazı inanışlarda cinsellik, bir diğerinde de kibarlık olarak yorumlandı. Teke-Keçi, ikisi birden bereketin sembolüydü. Mitolojik dinler ve bunların etkin olduğu bazı Hristiyanlık ve Yahudi mezhepleri, tarikatları da hala bu Bereket Tanrısı Dinlerinin aşırı yoğun ilkelerini barındırmaktadır.
Önce yaşayan bir Dağ Keçisi/Tekesi görelim |
Kara Çadır- Keçi kılından dokunma |
SÜMER, MÖ 2600 TEKE TANRI TAMMUZ. LAPİS LAZULİDEN |
Asya kökenli Nubiya keçisi Ibex (Aybeks okunur) |
Çin'de Feng- Şui ev süsleme ve zenginlik, bereket timsali gümüş teke sembolü[ |
A man balances a goat on wooden sticks for his audience by a roadside in the outskirts of Faisalabad November 5, 2012. REUTERS/Fayyaz Hussain (PAKISTAN - Tags: SOCIETY ANIMALS) |
OĞLAK BURCU SEMBOLÜ |
PTAH TEKE BAŞININ EN ÜSTÜNDE 180 DERECELİK AÇILI İKİ BOYNUZ. ALTTA DA İKİ OLAĞAN BOYNUZLU TEKE TANRI |
ÖN VE ARKAYA BAKAN İKİ BAŞLI JANUS |
MENDES'İN TEKESİ BANEBDJEDET, YÜZLERİ 180 DERECE TERSİNE BAKAN- ÖNÜ-ARKASINI GÖREN İKİ YÜZLÜ TANRI |
ROMA'DA,BÜYÜK İSKENDER SONRASI KENDİ ÖZÜNE DÖNMEYE ÇALIŞAN ROMA, PAN'I SATÜRN'ÜN OĞLU FAUNUS OLARAK YER ALAN SATİR TEKE TANRI |
Elifas Levi'nin tasarladığı Bafomet |
PAN, KADINLAR İLE KEYİFTE |
TEKE YILI DOLAYISI İLE YAHUDİ HATIRA PARASINDA TEKE |
MASON TEKE İBADETİ AYİNİNDE İNSAN KURBANI |
Mitlerde Tanrıların Ortak Seks Büyüleri;
1-İster erkek, ister kadın gibi kabul edilsinler ayni tür arasında yani eşcinsel ilişkiye girmektedirler. Cinsel ilişki ayinlerinde ayine güç katmak için esrarlı güçler kullanırlar.
2-Yeryüzünün bereketini arttırmaya cesaretlendirmek amacıyla açık alanda, şehir ortasında cinsel ilişkiye girerler. Bahar bayramlarında özellikle çiftçiler arasında bu ayin sıklıkla kullanılmıştır.
3-Cinsel ilişki esnasında ayakta durulur ve cinsel gücü arttırması için yaşlı kutsal ağacın gövdesine dayanılırdı. Ağaç ilişkinin idarecisi olarak kullanılırdı.
4-Açık alanda yapılan cinsel ilişki büyü ayininde toprağa sokulan bir çubuğun merkez alınmasıyla çevresi alınır, içinde cinsel ilişkiye girilerek yapılan büyü ile toprağın ahretteki kudreti alındığına inanılır ve bu güç cinsel ilişkide zirveye ulaşmakta kullanılırdı.
5- Sihirli mastürbasyon veya cinsel ilişki için uçan merhem kullanılırdı. Ancak, içine Tatula otu, ban otu, güzelavrat otu ve sonunda kankurutan adamotu konulduğundan ayıp yerinizde özellikle kaşıntı ve kızarıklıklara neden olabilir. Bu yöntem gay çiftler arasındaki ayinde sırayla cinsel organın bu merhemle ovulmasıyla yapılır ve böylece ikisi de zevkten uçarlardı. Eğer lezbiyen çiftseniz parmak veya yapma cinsel organ kullanırsınız.
6-Eğer cinsel ilişkili bereket ayinini deniz gibi açıkta yapıyorsanız, deniz, gökyüzü gibi her şeye tanrı olarak yalvarıp sizin ayinde veya işte gücünüzü artırmasını istersiniz.
7-Ayine kabulde, ayini başlatıcı, adaya orgazm noktasından başlangıç vermek için, adayı zirveye ulaştırmak için ona gizli bilgi veya gizli akıl geçmesini sağlardı. Bu ayin esnasında içeride veya dışarıda da yapılabilirdi. Bu büyü ayini için en iyi yerler deniz, açık arazi veya iki nehrin birleştiği yerlerdi.
8-Harf veya Mühür büyüsü; Cinsel ilişki ayini sırasında kullanılan sıvılara ve ayin esnasında kişilere güç katmak için harf çizgileri ve mühürleme büyüleri uygulanırdı. Ayinde otuz bir çeken bir adam harf çizgilerinin, mührün veya aşıkların vücutları üzerine çizilen bir sembol üzerine boşalır ve böylece güç verecek büyünün gücü serbest bırakılmış olurdu.
http://sarahannelawless.com/2010/07/30/sex-magic-in-traditional-witchcraft/
İSLAM ÖNCESİ HİCAZ ARAPLARINDA TEKE TANRI DİNİ
Müslümanların dini oldukça ilginç bir dindir. Kutsal kitapları Kur’an’da açıklanan sıfatlarıyla övülen tanrıları, Sabilerin tanrısı El Hay olmasına rağmen, tapındıkları tanrıları Allah ise tamamen farklı sıfatlara sahip olan Mecusi Kureyş tanrısı bir “Teke şeytan” dır.
Hicaz Arapları, tarih boyunca Mısır idaresinde kaldıklarından gelenekleri Mısır, Mısır’dan çok eski çağlarda çıkmış Sabiler ve onlardan sonra Mısır’dan sürgün edilmiş Yahudilerin dinlerinde kalmışlardır.
Hubel-Tahıl Tanrısı |
Yahudilerin günah keçilerini kurban ettikleri Çöl tanrısı Azazil, Kürt Yezidilerinin din kitabı Mushafı Reş'in Allah'ıdır. Yezidilik de, zaten Kureyş'in diniydi. Sonuç olarak Hubel/Allah buydu. |
Tevrat araştırmacılarının çizdiği Teke-Koç savaşı |
Kur’an putperestliği iptal ettiğinden, sadece “kurban” ve helallığı, haramlığının yorumu olarak değerlendirmiştir. Hiçbir Kuran ayetinde keçi/Teke/Oğlak türüne hiç bir kutsiyet atfedilmemiştir. Ancak, peygamberin yaamı boyunca ve bazı dini olayların açıklanmasında peygambere, eşine ve ashabına atfedilen hadisler ve günümüze ulaşmış eski Teke İbadeti dinine ait rüya yorumları mevcuttur. Okuyacağız.
Lupercalia bayramını temsil eden bir çizim |
Yahudi bebek kurbanı |
SAFA MERVE TEPESİNE DİKİLEN İSAF VE NAİLE PUTLARINA İBADET
Asaf ve Naile; Bunlar Cürhümi kabilesinden Asaf bin Baği adlı erkek ile Naile adlı bir kadındı. Arap mitolojisinde lokal tanrılar olması muhtemeldir. İslam öncesi Arap mitolojisinde Mekke kutsal alanında cinsel ilişkiye girdikleri için tanrılar tarafından yada bizzat kutsal alan (Harem) tarafından taşlaştırıldığına inanılan iki kişiyi temsil ettiği düşünülen totemlere istinaden tapınılan tanrı kültü.
Bir diğer mitolojik hikayeye göre ise, deniz kenarında (muhtemelen Kızıl deniz) bulunuyorlardı ve onlara orada tapınılıyordu. (kendi Kabe’lerine sahip olmaları muhtemeldir).
Yani tapınakları başlangıçta Kızıl deniz sahilinde bir yerdeydi ve diğer tanrı totemleri gibi Mekke kutsal alanına dahil edilip mevcut politeist din içerisinde tapınılmaya başlandı. Bu ikiz tanrılar için bir başka mitolojik hikayede ise gene Mekke kutsal alanında sevişirken yakalandıkları için öldürüldükleri ve sonradan öldürülmelerine üzülen kabile mensuplarınca atalar kültü içerisinde totemlerinin yapılıp tapınıldığına dair rivayetler vardır. Bir başka mitolojik hikayede bahsi geçen ve Amr b.Luhay’ın Cidde sahilinde bulup Mekke’ye getirdiği söylenen daha eski tanrı kültlerinden birisi olup yerel eski tanrılarla bütünleşerek günümüzdeki halini almış olması da muhtemeldir.
Bütün bu değişik anlatımlı hikayelerin sonucunda söz konusu tanrıları temsil eden totemler, günümüzde de İslam tarafından kutsal kabul edilip hac dinsel ritüeli içerisine dahil edilen, o dönemde de kutsal olan Safa ve Merve tepelerine dikilmiş ve adlarına tepede tapınak yapılmıştır, söz konusu eylem büyük ihtimal erken dönemde olmuştur. Kureyş’in ve günümüz Mekke’sinin kurucusu Kusay’ın bölgeyi ele geçirmesi ile anlatımlara göre zamanla gözden düşmüş olması muhtemel bu ilgili totemler söz konusu tepelerden alınıp Kabe’nin önüne, zemzem kuyusunun yanına yerleştirilmişler ve eski saygınlıklarına kavuşmuşlardır.
Bu iki taş bu gün Müslüman hacıların hac ibadeti sırasında yedi kez koşarak gidip geldikleri Kâbe yakınında bulunan Safa ve Merve tepelerinin yanında durmaktadırlar. Bu iki tepenin adlarını bu taşlardan aldıkları sanılsa da bu güne kadar bir açıklama yapılmamıştır.
Kutsal sayılan tepelerden dolayımı bir tanrı kültü yaratıldığı yada tanrıların uzun dönemdir kutsal kabul edilen tepelere mi ait olarak düşünüldüğü belirsizdir. Eski mitolojik inançların yeni inançlar içerisinde devam etmesi yeni bir şey değildir, özellikle Anadolu’da benzer bir çok örnek vardır.
Amr b.Luhay’ın Safa tepesine Nuheyku Mucaridurrih adlı bir tanrıya ait totemi, Merve tepesine ise Mu’timu’t-Tayr adlı tanrıya ait totemi yerleştirdiği İslam mitolojisinde yazmaktadır, bu tanrılar hakkında isimleri dışında bir bilgi yoktur.
İslam öncesi efsanelerden etkilenerek aktarılan bu mitolojik hikayede Amr b.Luhay’ın söz konusu tepelere birden fazla tanrı totemi dikmiş olması muhtemel olduğu gibi, sonradan bir çok lokal efsanede görüldüğü gibi bir çok şey ona isnad edilmişte olabilir. İsaf ve Naile adlı tanrılar ismen İslam içerisinde yaşamazken, aksine Safa ve Merve tepeleri arasında erken dönemden itibaren bu tanrılara yapılan uygulama İslam içerisinde devam etmektedir.
Suriye çöllerinde yaşayan Kelb kabilesince yanlış anlama sonucu olsa gerek Hubel putu ile birlikte tapınılırlardı. Yani birer tanrı ve tanrıça olmuşlardı.(İbn Ishak, op. cit., p. 37.)
İslam Öncesi Arap Tanrıları yazımdan alıntıdır. Diyanet İşlerinden Ahmet GÜÇ’ün de bu yazımdan aynen alıntı yaparak yazımı kaynak göstermeden yayın yaptığına tanık oldum. Bu metindeki bazı yazıların kaynağı sadece İbni İshak değildir. Din adamlarına hırsızlık hak mıdır? Takdir sizindir. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=340365
İslam’da Hac ve Safa Merve Tavafı;
Elmalılı Hmadi Yazır Kur’an Bakara Suresi Tefsirinden;
Bakara 2; 158- Gerçekten Safâ ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir. Onun için her kim hac veya umre niyetiyle Kâ'be'yi ziyaret ederse, bunları tavaf etmesinde ona bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah iyiliğin karşılığını verir, o her şeyi bilir.
... Ezan, cemaat ile namaz, bu cümleden alarak cuma ve bayram namazları ve Hac dinin şeâirinden yani alâmetlerindendirler. Aynı şekilde camiler, minareler, hacdaki ibadet ve özel yerleri de alâmet ve işaretlerdendir ki, Safa ile Merve de bunlardandır. Bundan dolayı: Kâ'be'ye Hac veya umre yapan kimsenin tavafı bu ikisiyle yani Safâ ve Merve ile yapmaya çalışmasında hiç bir suç, hiç bir günah yoktur.
Hac, sözlükte özel bir ma ksat ve niyet anlamına gelir. Bir şeye çokça gidip gelmek mânâsını da ifade eder.
İ'timar yani umre de ziyaret demektir. Dini bakımdan da hac ve umre, Beyt-i Şerif'i bilinen şekilde, niyetle ziyaret etmektir. Hacc'ın özel bir vakti vardır. Umre'nin yoktur. Bunların geniş açıklamaları fıkıh kitaplarına aittir. Burada "Tavaf etmek" iki kaydı içine alır:
1- Asıl tavaf, yani Kâ'be'nin etrafında dolaşmak,
2- Tatavvuf, yani bu tavafta zorlanmadır.
Tefsiri 2-158- Mescid-i Haram etrafında bulunan Safâ ve Merve tepeleri Allah'ın alâmetlerindendir. İbadet ve O'na yaklaşmak için konulmuş belirtilerden, özel işaretlerden ve hac ibadetinin yapıldığı yerlerdendir.
Esasen safâ, kaypak taş; merve, küçük ve yumuşak taş demek olup, lâm-ı tarif ile Safâ ve Merve Mekke'de bilinen iki tepenin özel isimleridir. Harf-i tarifleri el-Beyt, en-Necm gibi lazımdır...
Buna karşılık Peygamber (s.a.v.) Efendimiz hacc-ı şeriflerinde Safâ'ya y a klaştıkları zaman: "Safâ ve Merve Allah'ın alâmetlerindendir. Allah'ın başladığı ile başlayınız." diye emretmiş ve kendisi Safâ'dan başlayıp, Beyt'i görünceye kadar üzerine çıkmıştır. Bir hadis-i şerifinde de bu hususta: "Allah size sa'yi farz kılmıştır, sa'y yapınız." buyurarak sa'yin vacib olduğunu göstermiştir. Gerçi burada asıl mânâsıyla koşmak demek olan sa'y, vacib olmayıp "Allah'ın zikrine koşunuz." (Cum'a, 62/9) emrinde olduğu gibi sadece yürümenin yeterli olacağı kabul edilmiş ise de en azından koşar gibi biraz hızlıca "Remel" denen yürüyüş şekli mendubdur. Kısaca tavafta Safâ ve Merve ile tavafta zorlanmanın vacib olduğu da anlaşılmaktadır....
...Aynı zamanda anılan hadisler ve teâmül ise vacib olduğunu göstermektedir. Öyle ise bu zorlu tavaf ne kesin bir farzdır, ne de nafiledir. Belki farza benzerliği bulunan zannî bir vacibdir. Farz denemez, çünk ü "Ona bir günah yoktur." ifadesi mendubluğu ve mübahlığı da içine almaktadır...
...Tavafa Safâ' d an başlamak, farz değilse de vacib oldu. Fakat İmam Şâfiî, farz ile vacibi birbirinden ayırmadığı için Şâfiîlerce farz ve vacib bir sayıldı.
Hz. Ömer bir defa Safâ ile Merve arasında koşmamış, sadece yürümüş ve buyurmuştur ki: "Yürüyorsam Resulullah'ı yürür gördüm, koşarsam Resulullah'ı koşar da gördüm."
Resulullah Efendimiz yukardaki şekilde Safâ ile Merve arasında tavaf ederken müşriklere karşı kuvvetini göstermek için sa'y etmiş, yani koşmuştu. Bunun hatırası olmak üzere koşar gibi yürümek sünnet olmuş ve bu zahmetli tavafa sa'y denmiştir.
Bunun meşruluğunun aslı ve bu tepelerin, Allah'ın alâmetlerinden olması ise şu meşhur hikayeden dolayı olduğu da açıklanmıştır:
Hz. İbrahim bırakıp gittikten sonra bu vadide Hacer ile İsmail susuzluktan son derece daralmışlardı. Hacer, ciğerparesi olan oğlunu Harem mevkiine koymuş, su aramak için tepeden tepeye koşmuştu. Bu sırada Cenab-ı Allah yardımını göstererek Zemzem kuyusunun yerinden su fışkırtmış ve son dereceye gelen zaruret hallerinde imdatlarına yetişmişti...”
Elmalılı Hamdi Yazır hoca bunları tespit etmiş, diyanet dei günümüz diyaneti de bu kaynakları onaylamıştır. Safa ve Merve tepeleri ile Roma’nın PALATİNE tepesinde aynı ritüellerin Hristiyanlık öncesinden Hristiyanlık çağında 5.yüzyıla kadar tekrarlanmasındaki benzerliği takdirlerinize bırakıyorum.
Benim kanaatim, Sümerlerde tanrıların oturdukları bulutların üstündeki tepeye Ezida, Greklerin tanrılarının aynı değerdeki tepesi de Olimpos’tu, örnekleri sıralamak yer ve zaman alacağından ve konuyu dağıtacağından dolayı kısaca bütün eski dinlerde tepeler kutsaldır. Heredot’un yazdığına göre Teke Tanrı İbadetini Yunanlılar Mısır’dan almışlardır. M.Ö.4.yy.larda Büyük İskender imparatorluğu çağında da İskender’in tanrısı Pan Roma’ya geçmiş ve Satürn’ün torunu satir FAUNUS adını almıştır.
İleriki dönemde Mısır’ın 180 derece zıt yönlere bakan boynuzları olan Ptah’tan esinlenilerek “İNSAN ŞEKİLLİ, ÖNE VE ARKAYA BAKAN İKİ YÜZÜ İLE JANUS haline getirilmiştir. Hristiyanlığa kadar bu Janus ibadeti sürmüştür. Çünkü Romalılar, Mısır-Arap-Grek geleneklerinde yapılan, sokak ortasında bir ağacın etrafında çember olarak toplu cinsel ilişki ayinlerini glünç bulup kaldırdıkları gibi, ileriki dönemde pasif eçcinselliği, tümüyle eşcinselliği ve birinci, ikinci derece akraba ve çocuklarıyla evlilikleri de yasaklayacaklardır. Bunları sırası geldiğinde okuyacaksınız.
Sonuç olarak, Roma’nın Lupercalia Kurban bayramlarında yaptıkları teke kurbanı ritüelleri de Grek hakimiyeti kalıntıları olabilir. Çünkü, Roma’ın imparatorluk olması M.Ö.117-27 yılları arasında gerçekleşmiştir.
Rüya Yorumunda Keçi;Keçi
Havanin güzel olacagini haber veren hayvandir. Bir keçinin saldirisina ugradiginizi görmek, etraftaki insanlara dikkat edilmesi gerektigi anlamina gelir.
Kecı
Keçi görmek inatçilikla yorumlanir. Kirmani ye göre; Rüyasinda bir keçi buldugunu veya bir keçisi oldugunu görmek, koyun gibi yorumlanir. Teke görmek de aynidir. Erkek oglak, yani keçi yavrusu görmek, evladi olmaya; yemek için olmadigi halde bir oglak kesmek, çocugunun ölümüne; yemek için kestigini görmek, evlat malindan faydalanmaya; bir oglagi kesildigini görmek kötüye; kendisine oglak eti verildigini Çok mala isarettir. Hz. Ali ye göre; rüyasinda bir erkek oglagi kulagindan tutup evine getiren ve orada keserek etinden yedigini gören, kirk yil fakirlik çeker, disi oglak evlat ile tabir olunur. Bir baska rivayete görede: Rüyada keçi görmek, cahil, inatçi ve ahmak bir kimseye isarettir. Bazi tabirciler keçi dini bütün ve saglam bir kimseye isarettir, demislerdir. Ayrica Bak KOYUN VE
Suriye çöllerinde yaşayan Kelb kabilesince yanlış anlama sonucu olsa gerek Hubel putu ile birlikte tapınılırlardı. Yani birer tanrı ve tanrıça olmuşlardı.(İbn Ishak, op. cit., p. 37.)
Esasen safâ, kaypak taş; merve, küçük ve yumuşak taş demek olup, lâm-ı tarif ile Safâ ve Merve Mekke'de bilinen iki tepenin özel isimleridir. Harf-i tarifleri el-Beyt, en-Necm gibi lazımdır...
Çin'de gümüş teke zenginlik sembolü olarak bulundurulur |
İncil’de Hazreti Muhammed’e Ait İşaretler
İbn-i İshak der ki: Meryem oğlu İsa’nın, kendisine Tanrı tarafından gönderilen İncil’de zikrettiği Tanrı elçisinin sıfatı, onun kutsal kitabından İncil’i ayırıp yazan Yuhanna’nın Tanrı elçisi hakkında tesbit ettiği şeyler bana ulaştı. İsa (İncil’de) şöyle demiş: Beni sevmeyen, Tanrıyı da sevmemiş olur. Ben onların katında benden önce kimsenin yapmadığı işleri yapmasaydım onların hiç bir suçları olmazdı; ama onlar şimdiden şımarıp bana ve Tanrıya üstün geleceklerini sandılar, fakat ilahi kanunda söz muhakkak yerine gelecektir. Onlar beni haksız olarak sevmediler. Tanrının göndereceği Munhamenna ve gene Tanrı tarafından gelen Ruhulkudus gelseydi o bana tanıklık ederdi. Siz de ederdiniz; çünkü eskiden beri benimle beraberdiniz.” Bunları size söyledim ki sonra şikayet etmiyesiniz.”
Muhammed Adının Anlamı
Burada geçen Munhamenna, Süryanicede Muhammed (Hamd edilmiş = övülmüş) manasına gelmektedir. Bunun Rumca karşılığı Baraklitus‘tur.”S-147
Ayrıca şahsen dikkatimi çeken bir konu da yıllardır örencilik hayatımdan başlayarak okuduğum çok sayıda Türkçe ve İngilizce kaynakta, peygamber Muhammet’ten önce ve onun çağında “Muhammet” adının hiç geçmmesidir.
Bu da, çok ilginçtir ve acaba bu adı kullanılması neyi hedeflemektedir anlayabilmiş değilim.
İbni İshak’ın belirttiği gibi “Arami” dilinde “Munhamenna” adını, Kureyşli Yezidi bir Arap olan Muhammet’in annesi niye seçmişti?
O da mı Nasturi Yahudi Hristiyandı yoksa anlatılageldiği gibi öneryile mi koymuştu?
Çünkü, onun gödüğü rüyayı peygamberlik olara yorumlayan Mekke Nasturi kilisesi baş keşisi amcaoğlu Varaka Bin Nefvel’in, yıllar önce bir haç sonrası dört akrabası ile, “yeni bir din bulma için” ayrıldıkları, Varaka’nın Nasrani olarak döndüğünü” yazdığı “Siretül Resülullah” kitabında “Muhammet, peygamber olacak da halkını kurtaracak” diye hayıflandığını ve halkın kurtarıcısı olarak görüldüğünü ve yazmıştır.
Tarihleri boyunca hiçbir peygamber gönderilmemiş Hicaz Araplarının bir peygamer beklentileri olduğu bu kitapta geçtiği gibi,bu kavmin tarih boyunca uyarılmadığını Yasin Suresi 6’da “Babaları uyarılmamış bir kavmi Kuran ile uyarmasamıydık?” ayeti tefsirinde Elmalılı Hamdi Yazır kendinden öneki Arap tefsircilerden derlediği blgiler ışığında şöyle tespit yapmıştır;
“...Bir kavmi ki, babaları korkutulmadı. Pek uzak dedelerine değilse de yakın babalarına uyarıcı, yani Allah korkusunu anlatacak peygamber gönderilmedi de onlar, o kavim gafil kimselerdir. Doğru yolun ne olduğundan, sonucun nereye varacağından haberleri yoktur.” Tespitini koyarken Kur’an ile sakın Arapların şereflenmelerini ortaya koymuştur.
Bakara 198 ayeti de Hac görevlerini anlatırken İslam öncesi “sapmışlar/sapkınlar topluğuğuydunuz” demektedir;
Bakara 2;198 Meali/Türkçesi- Rabbi nizin lütfunu istemenizde size bir günah yoktur. Arafat'tan indiğiniz zaman Meş'ar-i Haram yanında (Müzdelife'de) Allah'ı zikredin. O'nu, size gösterdiği şekilde zikredin. Doğrusu siz, bundan önce gerçekten sapmışlardandınız.”
Tefsiri yani Açıklaması;(Uzun bir konudur, ben sadece, konumuz gereği olanı aldım.)
“...Çünkü namaz en büyük zikirdir. Bundan başka, ve Allah size böyle güzel hidayetler bahşettiği gibi, siz de orada vakfe yapıp, telbiye, tehlil ve dualarla, bilebildiğiniz güzel güzel zikirlerle O'nu anın. Bilirsiniz ya siz bundan önce sapıklıklar içindeydiniz. İman ve ibadetten haberiniz yok, ne yaptığını bilmez şaşkınlar topluluğundandınız...”
Ayetin de tefsirin de belirttiği sapıklıkları bundan sonra çokgeniş olarak inceleyeceğiz.
Muhammet adının Yunanca karşılığının Baraklitus olması ve bunun İbni İshak tarafından belirtilmeye gerek görülmesi bile Arapların Grek/Yunan kültürü olmadan kendilerini ifade edemediklerini göstermektedir.
Bir de Grek teke tanrısı Pan’a da Suriye’li Moabilerden aldıkları Hubel/Allah putuna teke şeytan olarak tapındıklarını daha kolay algılamamıza yardım etmektedir.
Görüldüğü gibi Süryaniler kendilerini Rum sayarlar ve Muhammet adının Grek dilindeki karşılığı da verilmiştir.
Mevcut Grek İncil’inde Yuhanna bölümünde böyle bir ayet yoktur. Uydurma olduğu kesindir. Ancak Sabilerin kitaplarında “Ahmet” adı da doğrudan “Arap Ahmet, Marsın kılıcı, kan dökücü Muhammet, şeytanın oğlu Muhammet” geçer.
Süryani ve Nasturi Hristiyanların kitabı Ginze Rabba’dan Okuyalım;
Yalancı peygamberler çıkardıkları iddia edilir;
“Onlar mescitler inşa ettiler, sahte peygamberlerin yanında durdular, onlara tapındılar. Bazıları “Biz peygamberiz” dediler, oysa bu yalandır ve şeytanları yücelttiler.
Sabiler Hz. Muhammet’e şu sıfatları yakıştırmışlardır;
“Arap Abdullah” (Abdula Arabiya/Arbaya)
“Büyücü/Şeytan Bizbat’ın oğlu Ahmet” (Ahmat bar Bizbat)
“Ruha’nın oğlu Muhammed” (Muhamat brah d Ruha)
“Arap peygamber” (Nbiha arbaya)
“Arapların kralı” (Malka d Arbaya)
Ginza ve Draşya d Yahya adlı kutsal metinlerinde Muhammet’in “düyaya çok kötülük getiren kişi” olduğu, Divanı Abatur’da (S.29) ise “zarar yıkım çocuğu” şeklinde anılır.””
İşte Muhammet’e nasıl baktılarını okuduk.
İran Nasturileri Tomas, El Cezire (Mezopotamya) Nasturileri Barnaba İncilleri, Süryaniler Pşitto İncili okumalarına rağmen hepsinde peygamber Muhammet “Yalancı, sahte peygamberdir.
Oysa bu günkü Cinze kitabı, Süryanilerin okudukları 60 ve Nasturilerin okudukları 48 kadar kitap, 40 kitaptan oluşan Tevrat, 4 Grek İncil’i, Barnaba, Tomas, Habeş İncilleri ve 145 kadar İncil o zaman da vardı. Kullandığımız ve sayfalı kitap (Mushaf) yapmakta kullanılan Parşömen kağıt Muhammet’ten 620 yıl önce M.Ö.50’de Bergama’da Romalılar tarafından icat edilmişti. Araplar bu yüzden sayfalı kitaplara “Mushaf” diyorlardı. Madem ki melek Cebrail gelip sana okumayı öğretti, insan alır bir okur yani değil mi?
Mesela Tevrat’ta Üzeyir (Rahip Ezra, Tevrat’ı yeniden yazan) peygambere Tevrat’ta “Allah” denildiğine ben rastlamadım. Yahudiler de inkar ederler, başkalarının da bu ayeti bulduklarına tanık olmadım.
Demek ki Allah ta Cebrail de Muhammet’e okuryazarlığı öğretmeyi başaramamıştır. Aksi halde bu kadar Hristiyan kuşatmasında olan birisi bu kitapları ezberler. Ben dokuz yıldır İnternet’te blog yazarlığı yapıyorum ve okuduğum Tevrat, İncil ve diğer din kitaplarındaki olayların çoğunu üç yıldır okumamama rağmen hatırlayabiliyorum.
Muhammet’i ben şahsen oldukça embesil buluyorum. Yürümeğe başladığından beri Tevrat-İncil içinde büyü ve bu kadar ebleh ol. Ancak bu da Arap Muhammet’e yakışır. Aynen Yunus Emre’nin dediği gibi “Okumadan alim olanın, kitapsız bilgin olanın rehberi şeytan olmuştur”.
Ne kadar da doğru.
Kur’an’ın eskilerinin yakılıp, halife Osman zamanında yeniden yazılmasının da sebebi kesinlikle bu olmalıdır diyorum.
Peygamber Muhammet ve Kureyşliler üzerindeki Hristiyan kuşatmasını, Muhammet’in çocukluğundan beri peygamber olarak yetiştirilmesini delilleriyle verdikten sonra şimdi, Kur’an’a da geçen “peygambere dini birileri öğretiyor” iddiasına geçiyoruz.
M.S.II.yüzyılda tekrar eski gücüne kavuşan İranlılar (Sasaniler) bölgeyi Greklerden temizlemiş, Arap yarımadasında da kendi azınlıklarını yerleştirirken Zervanilik adındaki şeytana ibadet etmeyi emreden dinlerini de kabul ettirmişlerdi.
İslam öncesi peygamber Muhammet’in kavminin dini bu İran Zervaniliğini kendi geleneksel dinleriyle harmanlayıp iman ettikleri dinleri de Yezidilikti, ki Muhammet, kendisi de Ezdi kabilesinden olduğunu söylediği “Hüküm Ezd’dedir” hadisine bağlayarak siyer yazarları yazmaktadırlar;
“Emanet Ezd’dedir.” -Tirmizi,Sünen,no 3936-
“Ezd kabilesinden olanlar, Allah’ın yeryüzündeki aslanlarıdırlar. İnsanlar onları alçaltmak isterlerken, Allah onları yükseltir. öyle bir zaman gelecektir ki, kişi hep ‘keşke babam bir Ezd’li olsaydı, keşke anam bir Ezd’li olsaydı’ diyecek” -Tirmizi,no:3937-
Ezdiler (Farsça-Türkçe’de Yezidiler) ve diğer Çöl Araplarının “Azazel” adlı “Teke/Keçi” tanrılara tapındığını, M.Ö.VI.yy.da yani günümüzden “2.600” yıl, Hz. Muhammet’ten”1100” yıl kadar önce, Üzeyir peygamber, (Katip Ezra) tarafından yazılmış Tevrat’ın Levililer kitabında görüyoruz;
İsa'nın Allah değil Azazel şeytanı olduğunu iddia eden bir tasvir |
Azazel-Lucifer |
Pan/Bafomet'e insan kurbanı. Grek resmi |
Masonlarda TEKEye binme geleneği |
Kurban rahibin başının gösterilmesi |
Amerika Teke şeytan Bafomet heykeli |
Bafomet seks ayinleri yamyamlık da içerir |
- yüzyıla ait, Şeytanın Kara Kitabı’nın bulunan Latince uyarlamasında Latince ilahiler ve ritüeller söylenilmiştir.
ABD'nin kurucusu George Washington ve Bafomet |
BAPHOMET, ADI ÜSTÜNE BİR NOT I
Bafomet adı, geleneksel şatanistlerde bazen düşmanlarını kanlar içinde yıkayan ve bu yüzden lekelenmiş olan “Kan’ın (Anası veya) Hanımefendisi” olarak kabul görmektedir. (Geri Çağırma Ayinlerine bakınız)
Yedili Sistemde Bafomet, Yeryüzünün Hanımefendisidir ve altıncı küre Jüpiter ile Samanyolu galaksisinin ve Kuğu Takım yıldızının en parlak yıldızı olan Deneb/Cygnus/Kuğu ile ilikilendirilmiştir.
Bu yüzden o, (Dokuz Açı Düzeninde) büyülü olan bir duygudur, “Yeryüzü Kapısı’dır” ve (kötü kabul edilmiş doğasına karşın doğal yansımasında) üçüncü küre Venüs ile Antares (Akrep takım yıldızında ikili bir yıldız) yıldızıyla ilişkilendirilir. Ezoterik geleneklere göre günümüzden 3000 yıl kadar önce Albion’da yapılan ayinlerde Antares, Mayıs ayının ortalarından sonuna kadar görünürdü ve bazı kutsal silindir taşlardaki yazılarda “Antares için saf tutuldu” yazılıdır. Aksine olarak Hanımefendinin (Bafomet) kötücül görünümüne yapılan ibadetler Sonbaharda Arctarus’un doğuşu ile ilişkilendirilirdi, Arktarus (Çoban takımyıldızının baş yıldızı, göğün üçüncü parlak yıldızı), “Kötücül Erkek” Görünümünde Bafomet’in ikinci küre olan Merkür olarak kabul edilirdi, bu daha sonraları Şeytan olarak tanımlandı.
Bu yüzden Agustos kutlamalarında, eşi ile veya (erkek eşi rolünü oynayan kötücül rahip ile) birleşmesini temsilen Kötü Hieorosgamos’du (ayinde tanrıça ile ilişkiye giren tapınak fahişesi). Bu geleneğe göre ayine katılan kötücül erkek Bafomet rolünü oynayan rahip fahişe cinsel ilişki ayini sonrası kurban ediliyordu.
Bu nedenle Mayıs ayı kutlamaları “yeni enerjinin doğumunun (Cinsel birleşmenin çocuğu ile) kutlamasıydı. Bu Kötücül ayin geleneğiyle ilişkili olarak kutsal Arkturian ayini her 17 yılda bir yapılırdı. Günümüzden 3000 yıl kadar önce “Albion’daki kutsal mekanlarda Arkturus için saf tutuldu (Namaz kılma A.Yavuz)” denilirdi.
Orta çağlara gelindiğinde Bafomet, Şeytanın Gelini olarak saygı gördü, ve o zamandan beri dişil ve erkek biçiminde “Bafomet ve Şeytan” ifadeleriyle kullanılır oldu (En azından gizli kötücül geleneklerde).
Bu yüzden Bafomet’in Geleneksel Gösterilişinde sıklıkla, elinde rahibin kesilmiş başını (genelde sakallıdır) tutan çıplak, olgun bir kadın olarak sergilendi.
Tapınakçılar bazı boyutlarda bu kültü, gerçek ezoterik anlayışa ve kendi tercihlerine uygun olmaksızın gözden geçirip düzenlediler. Onu dişi, Yeshua’nın dişil, kanlı, kötücül görünümü olarak veya aksine özellikle şatanist olmayan bir fikirle benimsediler çünkü aslında Şatanist değildiler. Tercihen kendilerini, bağlı oldukları Gnostik/Karanlık kilisenin dahil olduğu görüşte “kutsal” kavramıyla başkalarından ayıran “kutsal savaşçılar” olduklarını görüyorlardı. Onların kurban olmaları, kendilerine özgü ayinlerde değil, savaş alanındaydı.
Bafomet ayini temsili resmi |
BAFOMET ADI ÜSTÜNE BİR NOT II
Bafomet adının kökeninde, bu gün her ne kadar dikkate alaınan, gerçek olarak görülmese de bazı geleneklere ait kayıtlar vardır.
Bu geleneksel köken, Heredot’un (2:137 ff) kaydettiğine göre grek Ay Tanrıçası Artemis ile ilişkilendirdiği Mısır tanrıçası Bastet’den adını alır. Bubastis,Osiris ve İsis’in kızı olarak sayılır ve kedi başlı dişi kadın olarak temsil edilir, kedi onun kutsal hayvanıdır.
Artemis (Kült Merkezi Efes’tir. M.Ö.550’lerde “Işık/Nur Getiren” tanrıça olarak tapınıldı.) aşktan etkilenmeyen, Apollo’nun ikizi kız kardeşi olarak sayılmıştır (Ay tanrıçası olarak sayılması da sonraları Apollo’nun Güneş ile ilşkilendirilmesiyle olmuştur.). Apolo gibi sık sık insanlara veba, ölüm gönderir ve kurban ile yatıştırılırdı.
Pitagoras’a göre;
a; (Iamblicıs Theologumena Arithmeticae 31) de geçtiğine göre adı BouBaoteia “5=Beş” demekti ve Pentagram (Beşgen/Beş köşeli yıldız) ile ilşkiliydi(?).
b; Tapınakçılar Bafomet adına, kedi biçiminde olan tanrı olarak ibadet ettikleri söylenir.
***
Yukarıda kayıt edilmiş olan gelenek Bafomet’in dişil ilah olduğunun anlatıldığı I.bölümde tanımlanmışsa da bu güne kadar kayıt edilmemiştir.
İki kaydın da doğru olabilecekleri gibi I. Bölümde bahsedilen kan içinde kalmış, “lekeli/boyalı” anlamındaki Yunanca adından Bafomet adı gelmiş olabilir, addaki son ek “anne” veya “hanımefendi” anlamlarında kullanılabilir (Iamblicus ‘De Mysteriis).
Bafomet adı, adına kutsal kediler kurban edilen, adları Bastet/Bubastis olarak bilinen “karanlık” (Ay gibi) tanrıça için tanımlayıcıdır. Bu nedenle Artemis /Bastet şeklinde doğanın “karanlık” yanını temsil eden dişil tanrıça olarak (yagın olarak geleneklerde de gözlendiği gibi) hürmet edildi ve bu gün de elan hürmet edilmektedir.
Kötücül gelenekte hürmet edilen Bafomet, Lucifer/ Şeytan’ın gelinidir (Yukarıda okuduk, İsa’nın da öğrencileri yani 12 havarisi de onun gelinidir, tüm Hristiyanlar ve Yahudiler de onun gelinidir.Yavuz) bu da Apollo’nun sıklıkla Lucifer (Nur/Işık getiren, İlluminatör/Aydınlatıcı) olarak kabul edilmesine uygundur; Artemis, Apollo’nun (kız kardeşi) dişil formudur.
Burada hatırlanması gereken Apollo ve Artemis bu dünya dışına ait değillerdi (klasik çağ tanrıları romantikleştirilerek yorumlanmışlardır) ve ahlaki ve yüce ve sıklıkla “ölüm ve karanlık”; ikisi de “kötücül” ve “Nur/Işık” olabilirdiler.
Order of Nine Angles
Dokuz Açı Düzeni
BAFOMET ADI ÜSTÜNE BİR NOT III
SOSYAL MEDYADA YER ALAN BİR IŞİD MİLİTANI RESMİ |
Bu da kendisini şeytan Azazil'in babası
Allah olarak ilan etmiştir.
|
İngilizce Mushafı Reş'ten bir sayfa |
Evren doğumu ile
ilgili bir sayfa
|
Şeytan Tavus'un bir başka temsili resmi 6 kanatlı |
Genç bir kadın bir dönüm arazi fiyatına satılabilir.Eğer evliliği ret ederse,kendi emeğiyle kazandığı bir miktar parayı babasına fidye olarak ödemek zorundadır.
Rasputin sağdaki |
İsa, erkek bebek gelinleriyle |
Mason musunuz? Diye soran bir resimde Mason sembolleri ile donanmış teke ardında giden Mason ileri gelenleri |