Sayfalar

9 Eylül 2017 Cumartesi

PERS KRALI BÜYÜK KRUS’UN İNSAN HAKLARI SİLİNDİR BELGESİ.

PERS KRALI BÜYÜK KRUS’UN İNSAN HAKLARI SİLİNDİR BELGESİ.
İnternet ortamında araştırma yaparken rast geldiğim bu metni dilimize kazandırmayı, elan ülkemizin de içinde bulunduğu, halkının yarısı, sokaklarda, miting alanlarında adalet arayan bir ülke vatandaşı olmamış nedeniyle uygun buldum.
Bu güne kadar çoğumuzun, günümüzden 2556 yıl önce bir monarkın bu kadar adalet anlayışına sahip olabileceği kimsenin aklına gelmezdi.
Ama gelmiş ve insanlığa da böyle bir miras bırakmıştır. Bunu yayınlayan İran'ın değerli insanlarına da teşekkürü borç bilirim.
Şimdi, sizleri şaşkınlıklara boğacak, ülkemizde "adalet" dağıttıklarını iddia edenleri kalp krizine sokacak çeviri yazımı okumaya geçelim.
Kolay gelsin;
"...Aryan dilinde yazılmış, Pers kralı Büyük Krus’a ait İnsan Hakları Belgesi, çivi yazısı ile yazılmış bir silindir metin 1878’de Babil kazılarında bulundu. Belge, Büyük Krus’un Babil’i işgal ettiğinde şehrin ahalisine tanıdığı hakları ve onlara gösterdiği muameleleri anlatmaktadır.
Belge, Birleşmiş Milletler tarafından 1971’de tüm B.M. ülkelerinin dillerine çevrilerek yayınlandı.
[caption id="attachment_1890" align="alignleft" width="301"] İran Güneş Tanrısı Ahura Mazda; Armazd[/caption]
“-Ahura Mazda bu ülkeyi, bu milleti, kuraklıktan, yalandan, düşmanlıktan, kinden korusun” demektedir.
Belgede geçen metinlerin çevirisi aynen şöyledir;
“-Ben, Krus.
Dünyanın kralı. Babil’e girdiğimde... kimsenin ülkede korku salmasına izin vermedim...   Babil’in ihtiyaçlarını ve mabetlerinin iyi şartlarda olmasını sağladım. Onların talihsizliklerine son verdim.”

Büyük Krus (M.Ö.580-529) İran kabileleri olan Medler ile Persleri birleştirerek Pers ülkesini kuran ilk Akameniş imparatorudur. Daha önce kurulanların en büyüğünü kuran büyük fatih olarak da bilinir. Bozguna uğrattığı düşmanlarına karşı beklenmeyen hoşgörü gösteren yüce gönüllü olarak da hatırlanır.
Medler üzerinde galibiyet kazandıktan sonra Medya ve Pers ileri gelenlerini birleştirerek memurlar olarak tayin etmiş ve yeni krallığını kurmuştur.

Anadolu’nun (Küçük Asya) fethi tamamlandığında orduları doğu sınırlarındaydı. Hycranya ve Pers ülkesi zaten Medya Krallığının parçasıydı. Doğuda ilerleyerek Drangyana, Arachosya, Margianya ve Bactria’yı fethetti. Öküz nehrini geçerek Asyalı yörük kabilelerin saldırılarına karşı en yüksek savunma kalelerini diktirdiği Jaxartes (Siriderya nehri)ne ulaştı.
Doğudaki zaferlerini tamamlayınca, Babil ve Mısır üzerine dört sefer düzenledi.
Babil’i fethettiğinde, kendisini “özgürleştirici” olarak gören ve kutlamalar ile karşılayan Yahudilerin vaat edilmiş topraklarına dönmelerine izin verdi. Diğer ırkların dini inançlarına ve geleneklerine büyük hoş görü gösterdi. O bu değerleri ile yönettiği bütün insanların saygı ve sevgilerini kazandı.
Belgede, kendisini, babasını, birinci ve ikinci atalarını tanıttıktan sonra Krus,Babil’in, İran’ın ve dört kıtanın kralı olduğunu söyler;
“-Ben Krus, dünyanın kralı, ulu kral, güçlü kral, yönettiklerince sevilip, bağırlara basılan, kalplere huzur veren Bel ve Nabu’nun yönettiği, Babil’in, Sümer’in, Akad’ın kralı, dört kıtanın kralı, Kambises’in oğlu, büyük Anşan Kralı, Krus’un torunu, ulu kral, Anşan’ın kralı, bitmeyen kraliyet neslinden olanım. Gayet iyi niyetle girdiğim Babil’de, kraliyet sarayında, kutlamalar arasında bir egemenlik koltuğu kurdum.Büyük tanrı Marduk, Ben ve Babil’in koca yürekli sakinleri kendimizi ona adadık.... Ben, günlük olarak ona ibadet ettim.”
Devam eder;
“-Bütün işlerimde, kendinden önceki ruhları ve yüce uluhiyetini aşırı yücelttiğimiz ulu tanrı Marduk, bütün askerlerimin, belimden gelen dölüm olan oğlum Kambises ve beni neşelendirdi ve ben Kral Krus ona ibadet ettim.
Denizin alçağında ve yükseğindeki yerlerde taht odalarında oturan bütün dört kıtanın kralları... Batı ülkelerinin çadırlarda oturan bütün kralları bana yüklü hediyeler getirdiler ve Babil’de ayağımı öptüler.
Asur, Susa, Agade, ve Eşnuna şehirlerinden, Fırat’ın ötesinde, tanrılarının ikamet edip, aralarında oturduğu tapınakları uzun zamandır harabe olmuş Zamban, Meumu, Der gibi Lgutium ülkesinin kutsal şehirlerine döndüm ve onlara kalıcı ikametler verdim. Bütün sakinlerine katılarak tüm ikametlerini oturulacak yerler haline getirdim. Babil kralı Nabonid, Babil’e Sümer ve Akad tanrılarının kızgınlığını getirdi. Ben, ulu tanrı Marduk’a, buraların sakinlerine hoşlarına gidecek ikametler, yaşam alanları kurma sözü verdim. Tapınaklarına koyduğum Bel ve Nabu’dan önceki bütün tanrılar, uzun günlerimdeki günlük ibadetlerimde iyiliğime işaret ederler, Marduk’un tanrım olduğunu söylerler. Kral Krus ve oğlu Kambises size hürmet etsin...”
Ve;
“-Şimdi, Ahura Mazda’nın yardımıyla, dört bir tarafın uluslarının ve Babil’in, İran krallığının tacını giydim, yaşadığım sürece, tayin ettiğim valilerin ve alt idarecilerinin halkı incitmeyeceğini, imparatorluğumdaki bütün ulusların örf ve adetlerine, dinlerine hürmet edeceğimi ilan ettim.
Bundan böyle, Ahura Mazda bana krallığımı bahşetiği sürece, hiçbir ulus üzerine hakimiyetimi dayatmayacağım. Herkes onu kabulde serbest olacak, onlardan birisi ret ederse, asla hakimiyetimi savaş üzerine kurmayacağım.
İran ve Babil’in ve dört bir tarafın kralı oluncaya kadar, asla birinin diğerini incitmesine izin vermedim, eğer bu olursa, onun hakkını geri alırım ve baskı yapanı cezalandırırım.
Ve, ben hakim oldukça, hiç kimseye, birinin taşınır veya taşınmazını ve arazi üzerine kurulu mallarını zorla veya karşılık ödemeksizin sahiplenmesine izin vermeyeceğim.
Ben yaşadıkça, ücretsiz işçi çalıştırılmasını engelleyeceğim.
Bu gün, herkesin dinini serbestçe seçme hakkı olduğunu bildirdim. İnsanlar her dinde yaşamakta, başkalarının haklarına tecavüz etmedikçe iş edinmede özgürdür.
Hiç kimse başkalarının hataları yüzünden cezalandırılamaz.
Köleliği engelliyorum ve benim valilerim ve astları, kadın-erkek köle alışverişlerini zorla yasaklayacaklardır.
Bu tür gelenekler dünya üzerinde yok edilecektir.
(Ahura) Mazda’nın, Babil ve dünyanın dört bir tarafındaki İran’ın uluslarına karşı görevimi yerine getirmemdeki engelleri kaldırmaması, başarılı olmam için yardım etmesi için yalvarıyorum.
Babil zaferinden sonra Büyük Krus kendisini Fatih olarak değil ama tacın yasal varisi ve “özgürleştiren” olarak takdim etti. “BABİL’İn ve Dünyanın Kralı” ünvanını aldı. Büyük Krus, fethettiği ülke insanlarına tek şekil verme düşüncesinde asla olmadı ve İran tacına eklenmiş olan her bir krallığın değişmeyen öğretilerini terk eden bir akla sahip oldu.
M.Ö.537’de, 40.000’den fazla Yahudi’nin Babil’i terk ederek Filistin’e dönmelerine izin verdi. Hatta, kil tablete yazılı ilk İnsan Hakları Beyannamesini insanlığa ilan etti.
[caption id="attachment_1891" align="alignleft" width="420"] Babil-kazılarında-bulunan-Büyük Krusun-İlk-İnsan-Hakları-Beyannamesi-olan-silindir-[/caption]
“-Ben Krus, dünyanın kralı, ulu kral, güçlü kral, yönettiklerince sevilip, bağırlara basılan, kalplere huzur veren Bel ve Nabu’nun yönettiği, Babil’in, Sümer’in, Akad’ın kralı, dört kıtanın kralı, Kambises’in oğlu, büyük Anşan Kralı, Krus’un torunu, ulu kral, Tesipes’in neslinden Anşan’ın kralı, bitmeyen kraliyet neslinden olanım. Gayet iyi niyetle girdiğim Bail’de, kraliyet sarayında, kutlamalar arasında bir egemenlik koltuğu kurdum.Büyük tanrı Marduk, Ben ve Babil’in koca yürekli sakinleri kendimizi ona adadık.... Ben, günlük olarak ona ibadet ettim. Çok sayıda olan askeri birliklerim, Babil’in ortasında rahatsız edilmeden dolaştılar.

Sümer, Akad ülkelerinde kimsenin korku salmasına izin vermedim. Babil’in ve tapınaklarının ihtiyaçlarını gözettim ve ibadethanelerini iyi duruma getirerek ömürlerini uzattım. Babil’İn sakinleri... Onların yakışıksız boyunduruklarını kaldırdım. Harap olmuş ikametlerini onarttım. Talihsizliklerine son verdim.
Ulu tanrı Marduk yaptıklarımdan hoşlandı ve askerlerimi, belimden olan dölüm oğlum Kambises’i, ve ona ibadet eden kral olan beni yücelen uluhiyetinin görkeminden önce iyi ruhu içinde hoşlukla, kutsadı.
Denizin alçağında ve yükseğindeki yerlerde taht odalarında oturan bütün dört kıtanın kralları... Batı ülkelerinin çadırlarda oturan bütün kralları bana yüklü hediyeler getirdiler ve Babil’de ayağımı öptüler.
Asur, Susa, Agade, ve Eşnuna şehirlerinden, Fırat’ın ötesinde, tanrılarının ikamet edip, aralarında oturduğu tapınakları uzun zamandır harabe olmuş Zamban, Meumu, Der gibi Lgutium ülkesinin kutsal şehirlerine döndüm ve onlara kalıcı ikametler verdim.

[caption id="attachment_1892" align="aligncenter" width="450"] Büyük Krus'un Avıstralya'daki bir kabartması[/caption]
Bütün sakinlerine katılarak tüm ikametlerini oturulacak yerler haline getirdim. Babil kralı Nabonid, Babil’e Sümer ve Akad tanrılarının kızgınlığını getirdi. Ben, ulu tanrı Marduk’a, buraların sakinlerine hoşlarına gidecek ikametler, yaşam alanları kurma sözü verdim. Tapınaklarına koyduğum Bel ve Nabu’dan önceki bütün tanrılar, uzun günlerimdeki günlük ibadetlerimde iyiliğime işaret ederler, Marduk’un tanrım olduğunu söylerler. Kral Krus ve oğlu Kambises size hürmet etsin.
2017 yılı itibarıyla günümüzden tam 2556 yıl önce 29 Ekim 539’da Büyük Krus’un Babil’e “direnişsiz” girdiği zafer günü ve yayınladığı ilk İnsan Hakları Beyannamesi yüzünden İran 29 EKİM gününü “ “KUTSAL KRUS GÜNÜ” olarak kutlama kararı almıştır.
Bunu da iyi yapmıştır, çünkü;
2017 yılı itibarıyla tam 2556 yıl önce ilkelliğin, yamyamlığın, yobazlığın, haramiliğin, soy sop güden ırkçılığın, köleciliğin, güçlünün egemenliğinin, zayıfın ezildiği, elektrik, su, yol hizmetlerinin, günümüzdeki yargı ve bürokrasi kurumlarının, eğitmin olmadığı bir dünyada bu kadar ileri görüş ve hoş görü az erdem değildir.
-Krus, girdiği ülke halkına din dayatmıyor;
-Kendi idaresini kabul etmeyen kralları seçimlerinde serbest bırakıyor;
-İşgal ettiği ülkenin halkının tanrılarına ve dinlerine hürmet ediyor;
-İşgal ettiği ülkenin dini yapılarını ve halkının ikametlerini onarıyor;
-Herkese dinini seçme hakkı veriyor;
-Ücretsiz işçi çalıştırmayı yasaklıyor;
-Köle alım satımını imparatorluk içinde ve etki alanındaki dünya ülkelerinde yasaklıyor;
-Tüm emirlerini uygulamakla valilerini ve alt görevlilerini görevlendiriyor.
-Devlet adamlarının ve yerel devlet adamlarının, bürokratlarının halka her türlü eziyet vermelerini yasaklıyor.
-Bütün emirlerini kendi ömrü süresince uygulatacağına söz veriyor, zira, ölümünden sonra yerine geçenlerin yapacaklarına karışma olanağı yoktur. Geçmişte de değiştirilmesi yasaklanan yasalar, emirler olmuş ve buna uyulmamıştır, Krus da sanırım bunun bilincinde olarak bunu yapmıştır.
Oysa ardından gelen Büyük iskender’in “köleci, ırkçı, sömürgeci” tutumu bunları yıkmış, kölecilik, soya dayalı monarşik krallıklar, işgal geri gelmiştir. Büyük İskender’den sonra dörde bölünen Grek imparatorluğu sadece Afganistan Baktriya’da (550 yıl) ve Mısır ‘da (500 yıl) uzun süre yaşayabilmiştir. Ardından tekrar İran şahı Ardeşir ile Sasani imparatorluğu gelmiş, onu he ne kadar köle azat etmeyi teşvik ese de, parlamento kuran cumhuriyet olsa da, din ve devlet işlerinden bağımsız yargılayan laik mahkemeler kursa da yine köleciliği kaldıramayan 2206 yıl süren bir Roma egemenliği gelmiştir.
Tevrat’ı Roma geleneklerne göre yeniden yazıp, Nasıra’lı Ferisilerin çıkardıkları Hristiyanlık dinini, Roma geleneklerine uydurarak Katolik Hristiyanlığı kuran Roma, köleciliği yine dine bağlamıştır. Doğu-Batı Roma çekişmesi sonunda Batı Roma/Bizans, Nasıra’lı Hristiyan mezhebine uygun olarak Bizans ortodoks Kilisesini kurmuştur. Bu kiliseye mensup Herakles döneminde Sasani imparatoru Hüsrev’i MS-627’de büyük bozguna uğratarak İran’ı iç karışıklıklara boğmuş, 628’den beri Hicaz Araplarına, Hristiyanlığın bir alt dini olan İslam adıyla bir Hristiyanlık kurarak Arap, Armi ve İrani kavimleri İslam devleti altında toplamış, verdiği maddi ve askeri desteklerle Arapların 632’de Arap yarımadasını tek devlet, 641’de de Libya’dan Horasan’a uzanan bir devlet haline getirip insanlığa ve kendisine bela etmiştir.
İslam’da ilk bölünme, ırkçı, soy sop güden, ensest gelenekleri olan, köleci Emevi darbesi ile peygamberin ölümünü takiben başlamıştı.
641’de herakles’in ölümünden sonra Araplar Vatikan ve İstanbul’u tehdit edince, Roma’nın çıkarttığı iç isyanlar ile zayıflayan Araplar, İran’da Büyük Selçuklu, onu takip eden Haçlı seferleri ile hakimiyetlerini yitirmişler, İslam mezheplere ve tarikatlara bölünmüş parçalanmıştır.
1200’lerde Cengiz akınları ve coğrafya’ya Türklerin hakim olmalarıyla yeni yeni devletler ortaya çıkmış, insanlar her gün kurulan ve yıkılan devletler yüzünden adaletsizliğe boğulmuşlardır.
İçinden çürümüş kokuşmuş Roma ve Bizans, imparatorluk günlerindeki adalet dağıtma işini bırakmış, gücünün yettiğini soyar hale gelip yıkılmıştır.
Bu boşluktan doğan Osmanlı imparatorluğu ne yazık ki, ilkel Arap köleci,ırkçı gelenekleriyle dolu İslam dini yüzünden, bütün yi niyetine rağmen adam gibi bir adalet düzeni kurmayı başaramamıştır.
Osmanlının Roma için tehlike arz eden Arap, Yahudi ve İran'ı kökenli kavimleri sakin tutması, batının da Atlantik okyanusuna sıkıştırılması, onların denize atlamalarında ve 15.yy.da gelişen Keşifler çağını başlatmalarına, yeryüzünü güneyden ve doğudan fethetmelerini getirmiş, batı bu defa 19.yy.a kadar tüm dünyaya egemen olmuştur.
Büyük Krus’un, eski Yunanistan ve Roma hukuklarını iyi okuyan, keşiflerle aristokrasiye girmiş aydın batılılar kendi adalet sistemlerini yenilemişler ve dünya ülkelerinin üzerinde bir adalet ve siyaset sistemi kurmuşlardır.
İslam ülkelerinden sadece, 30 Ekim 1918’de son haçlı seferinde yıkılmış, teslim olmuş, toprakları paylaşılıp işgal edilmiş Osmanlı üzerine kurulmuş Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Mustafa Kemal ve arkadaşları gerçek anlamda Batı Demokrasini getirmeye gayret etmişlerdir. Bu gayretleri, feodal işbirlikçi Ermeni, Arami, Nasturi, Kürt isyanlarıyla engellenmiş ve bu azınlıkların devşirmeleri, 10 Kasım 1938’de Mustafa Kemal’i öldürmüşler, Müslüman ve Türkçülük siyasetleri ile iktidarı ele geçirerek demokratik gelişimi engellemişlerdir.
Aynı şey İran’da olmuş 1979’da Musevi olan Ayetullah Ruhullah Musevi Humeyni, derin NATO ülkelerinin askeri operasyonlarıyla yıkılan ırkçı ama demokratik sayılabilen Şah rejiminin üstüne, Paris’te eğitildiği evden getirtilerek oturtulmuştur.
Aynı bela, da ülkemize, 03 Kasım 2002 genel seçimleriyle, yaratılan sahte ekonomik krizlerle tek çare olarak gösterilen AKP hükumetinin 2007 yılı sonlarında başlattığı Ergenekoni Balyoz gibi adlar verilen yüksek rütbeli subayların ve bürokratların tasfiye edilmesiyle ülkemize musallat edilmiştir. Geçen yıllarda 6500’e yakın orta eğitim kurumu İmamhatip liselerine çevrilmiş, milli eğitim, merkezi yerlerde açılan okullara öğrencilerin taşındığı taşımalı sisteme, o da tarikat yurtlarına ve eğitim kurumlarına dönüştürülerek, milli eğitim sistemi çökertilmiştir.
Her gün devlet destekli artan yobazlığa gömülen ülkemiz, günümüzden 2556 yıl önce yayınlanmış bir İnsan Haklarını beyannamesine muhtaç, adaletten ve insani haklardan uzak hale getirilirken, uluslararası siyasi tezgahlarla ülkemize doldurulan aslen Arami, Ermeni, Yahudi, Rum kökenli Arapların ülkemize doldurularak devlet kurumlarına yerleştirilmeleri, sınavsız üniversitelere girmeleri dayatılmıştır. Böylece, eski Roma ve Bizans avam tabakasını oluşturan, Arap-Rum soyluların devlet bürokrasisini ve sermayesini ellerine geçirdikleri, ırkçı, köleci, cinsel sapkınlıklara boğulmuş bir işgal devleti doğurulmuş ve büyütülmektedir.
Büyük Krus’tan Bizans’ın Jüstinyen’ine “ırka ve soya dayalı” devlet ilkesi terk edilmişken,, binlerce yıllık adalet kavramları önümüzdeyken, adaletten uzak, zorba, köleci, ırkçı Arap geleneklerinin İslam dini şeriatı diye dayatılması insanlık dışıdır.
Tarih boyunca BÜYÜK DEVLET ADAMLIĞI, çeviri metinde de görüldüğü gibi ADALETLE HÜKMEDENLERE layık görülmüştür.
On yıllardır tarih ve dinleri araştıran biri olarak vardığım sonuç, hiç bir dinde ilahi yasa yoktur. Bütün yasaklar ve görevler tanrı olarak görülen din ve devlet adamlığını bir yürüten, kralların, şahların, padişahların, hanların... emirleridir. Hepsi de tarih içinde yeni gelen egemenlerce değiştirilmişlerdir.
Büyük Krus'un İnsan Hakları beyannamesi maalesef, Tevrat, İncil, Kur'an ayetlerini emrettiğine inanılan Allah'ın emirlerinden daha demokratik ve insancıldır. Krus da tanrısı Ahura Mazda'nın yardımları, Sümer Babil tanrılarının inayetleriyle bu ilkeleri emrettiğine göre, ya son dinlerin emirleri, tanrının emirleri değil ya da Krus, Yahudi'nin Yahve'sinden, Vatikan'ın İsa/Krist'inden, İslam'ın Allah'ından daha adaletlidir.
O zaman ben niye bu tanrıya ibadet edeyim ki? Adalet yok, insanlık yok, hoş görü yok, kendinden olmayanı soy diyen tanrı olamaz. Olursa haydi işine git kardeşim, demek düşer.
Büyük Krus'un "ağır gelen boyunduruklarınızı üzerinizden kaldırdım" dediği adalet ilkelerini köleci Büyük İskender, Roma medeniyetsizlikleri ile unutmuş, hatta Jüstinyen adaletini aratan günümüz sömürgeci haçlı sermayesi ve onların ülkemizdeki temsilcileri, Hammurabi, Büyük Krus, Lenin, Atatürk gibi devlet adamları, solon, Çiçero, Sokrat gibi hukuk ve bilim insanlarının yanlarında, zorba idarecilikleriyle küçüldükçe, adlarının önlerine ne yazdırırlarsa yazdırsınlar büyük olarak kabul göremeyeceklerdir.
Tarih boyunca asla, adının başına büyüklük sıfatları yazdıranlara "BÜYÜK ADAM" onuru layık görülmemiştir.
Adı ADALET olan ve halkının yarısına sokaklarda, miting alanlarında, ADALET aratan hükümetimize ilan olunur.

Metni dilimize çeviren, yorumlayan ve yayınlayan;
Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc,

Yazının orjinalini barındıran İran resmi sitesinin linkidir; http://www.farsinet.com/cyrus/

TEKE TANRI İBADETLERİ

TEKE TANRI /ŞEYTAN İBADETLERİ


TEKE SEMBOLİZMİ

Mitolojik edebiyat ve hikayelerde teke, uzun yıllar yardım umulan görsel sembollerden birisiydi. Bazı inanışlarda cinsellik, bir diğerinde de kibarlık olarak yorumlandı. Teke-Keçi, ikisi birden bereketin sembolüydü. Mitolojik dinler ve bunların etkin olduğu bazı Hristiyanlık ve Yahudi mezhepleri, tarikatları da hala bu Bereket Tanrısı Dinlerinin aşırı yoğun ilkelerini barındırmaktadır.
Önce yaşayan bir Dağ Keçisi/Tekesi görelim

Teke (veya Geyik) erkeğin diriliğinin ve yaratıcı enerjisinin ta kendisiydi. Keçi (doe) tiplemesi ise, dişiliğin ve üretici gücünün ve bollluğu temsil ediyordu. Farklı kavim dinlerinde Teke, ceylan veya antilop ile yer değiştirebiliyordu. Arap kültürünün ve Eski Ahit (Tevrat) in vahşi tekesi Dağ Keçisi (İbex) ydi.
Teke-Keçi, köpekten sonraki en eski evcil hayvandı. Keçöiler, otlarlar, dinlenirler, sürünün başınca güdülürler, pastoral şiirlere sıklıkla konu olurlar ve bazı pagan ve Hristiyan geleneklerinde olduğu gibi cennete ait bir hali temsil ederler.

TARİHTE TEKE
Teke ve keçiler hakkında ilginç hikayeler, inançlar vardır. Roma imparaoru Markus Aurelius zamanında Adana (Klikya) bölgesinde yaşamış şair Oppian (Anarzabus) boynuzlarından nefes aldıklarını söylerken, İtalya’lı Marcus Terentius Varro (Varro Reatinus) da kulaklarından nefes aldıklarını söyler.
Kara Çadır- Keçi kılından dokunma

Gene İtalya Como’lu doğa yazarı Pliny sürekli olarak, genel inancı olan “ateşli” ifadesini kullanır. Keçi derisi, seyahatlerde ve konaklamalarda su matarası olarak ve yazmak için parşömen olarak kullanılmıştır. Keçi kılı çadır, torba gibi eşya örgülerinde, eti ve sütü de yiyecek olarak kullanılmıştır.
Teke, daima bir erkek oğulu ve kurbanlık hayvan olarak temsil edilmiş ve hatta Tevrat ve Yahudi geleneğinde “günahları bağışlatmak için kesilen kurban” anlamında “Günah Keçisi” olarak da bilinmektedir.
Teke, şehvetle ve Teke ile İnsan başları ahlaken yoldan çıkmak ile kişileştirilmiştir.

Mitolojide Teke;

Teke ile de temsil edilen Enki’nin oğlu Marduk’un da kendisine eşlik eden bir tekesi vardı sıklıkla avlanan tanrıça sembollerinde görünürdü.
SÜMER, MÖ 2600 TEKE TANRI TAMMUZ.
LAPİS LAZULİDEN

Yaban keçisi, şeklini Tayfun’dan (Typhon) kaçan satirlerden (teke boynuzlu, yarı teke şeytanlar) alan Diyonisus’un sembolü olarak Artemis dininde kutsaldı. Pan,bacakları, boynuzları ve sakalı ile tam bir tekeydi. Zeus Dictynnos, boynuzu oğlak takım yıldızının boynuzu, derisi de tüylü olan, bu yüden de koruyan ve muhafaza eden (rahman ve rahim) olarak temsil edilen keçi Amalthea tarafından emzirilmişti. Doğa tanrıları Pan ve Silvanus gibi sürüleri, çobanlarını, tarlaları ve ormanları koruduğuna inanılan Faunus’a da Roma’da kurban kesilirdi. Atinalıların Munichia bayramlarında Artemis’e keçi kurban edilirdi. Heredot, keçi derisi veya aegis, Lybrian kurban ayinlerinde ve dualarında Athene (Asena) heykeline giydirilirdi. Pompei’de, teke, Donysus/Bacchus ile birlikte arabasını çeken tekeler veya kupidler olarak gösterilirdi.


Asya kökenli Nubiya keçisi Ibex
(Aybeks okunur)
 İbraniler ve Müslümanlar için kurban edilebilen temiz hayvandır. Araplarda güzellik sembolüdür ve “yaban keçisinden daha güzel” deyimleri vardır. İbex boynuzları Mezopotamya ve kuzey Asya steplerinde sıklıkla işlenilen bir motiftir. Pliny, dağ keçisinin kendisini yükseklerden aşağı fırlatıp boynuzlarının üstüne düşmesi halinde boynuzlarının elastikiyetinin düşmenin şokunu alması yüzünden bol olduğuna işaret eder.

Doğu Kültüründe Teke/Keçi;

Çin teke ruhu Yang Ching, tanrı Fan-Yin ile kalır. Bu tanrı tekeyi andıran özel başlık giysisi, uzun keçi sakalı, boynuzları ve beyaz yüzü ile resmedilir. Ayrıca Moğollarında tanrılarındandır.
Çin'de Feng- Şui ev süsleme ve
zenginlik, bereket timsali
gümüş teke sembolü[

Çin’de Yang’ın eşitidir ve güneşi temsil eder, erkek prensiplidir.Barışı ve iyiyi onaylar. Rusların ağaç ruhu Leshi, Pan ve Satirleri andrır, teke boynuzları, kulakları, bacakları da tekeye ait olmak üzere insan şeklindedir. Teke sıklıkla askeri armalarda çeşitli renklerde boynuzlarıyla kullanılır ve “silahlı” demektir.
Kynk;Symbolic&Mythological Animals-J.C.Cooper 1992 The Aquarian Press yayınları.



Dilimize Çeviren
Alaeddin Yavuz

A man balances a goat on wooden sticks for his audience by a roadside
in the outskirts of Faisalabad November 5, 2012.
REUTERS/Fayyaz Hussain (PAKISTAN - Tags: SOCIETY ANIMALS)


Buraya kadar alıntı yaptığım çeviri kaynak kitabında, TEKE İBADETİ DİNLERİ’nin tüm Avrasya ve Afrika kıta kavimleri arasında oldukça yaygın olduğu görülmektedir. Bu tanımları hiçbir aptal Arap, geçmişinden utanarak bu bilgileri inkar etmek için, İslam’a saldırı şeklinde yorumlama hakkına sahip değildir. Bunlar, insanlığın atalarının binlerce yıllık dini ibadet geleneklerinin ürünleridir. Kendi yaşadığı şehire, köylerine çıkan herkes hala halk arasında TEKE’ye yakıştırılan” insanı konuşarak tehdit etmesi, başına bela sardırması” gibi şeytani sıfatları rahatça işitebilecektir. Böyle kabul edilmelidir.


SÜMER’İN TEKE TANRISI ENKİ
[caption id="attachment_1860" align="aligncenter" width="256"] ENKİ TEKE-BALIK TANRI OLARAK TEMSİL EDİLMİŞ[/caption]
Boynuzlu Teke, doğrudan Sümer’in su ve Yer Tanrısı Enki’dir. Boynuzlu Teke, “kış gün dönümü” olan Oğlak Takımyıldızını temsil eder ve “Güneşin güney kapısı” olarak bilinir.
Sembolleri arasında “Koç Başı”, “Keçi Balık” (Balık vücudu üzerinde keçi başı) yer alır. Kutsal numarası “40”tır. Astrolojik bölgesi balık ve kova burcudur. Gök yüzünde 12” derece güneydedir.
OĞLAK BURCU SEMBOLÜ
Ereşkigal’in Kur’da durdurulmasından sonra sanıldığı üzere ona yardım etmek için yelkenlisiyle yola çıkar. Taştan yaratıkların saldırısına uğrar. Yaratıklar Kur’un kendisinin bir uzantısı olabilirler. (Wolkstein and Kramer p. 4; Kramer 1961 p. 37-38, 78-79) (Dilimize Çeviren Alaeddin Yavuz)

Bir diğer sembolü de günümüzde tıp dünyasının “Hermes’in Asası olarak bildiği, Mısır’ın Tut’unun da sembolü olan bir sopaya/asaya sarılmış çift yılandır. Tekenin başındaki asaya sarılmış çift yılan Mezopotamya kökenli sapık tarikatların toplandığı AKP hükumetince Sağlık Bakanlığının sembolü oldu.[/caption]
Biri yüzü öne diğeri arkaya bakan iki yüzlü insan olarak remz edilen İsimud/Usumu tanrıların tayin ettiği peygamberidir. Aşağıda Sabilerin ve Mısır’In Ptah-il’i ve Roma’nın şeytanı Janus olarak okuyacağız.


PTAH TEKE BAŞININ EN ÜSTÜNDE
180 DERECELİK AÇILI İKİ BOYNUZ.
ALTTA DA İKİ OLAĞAN BOYNUZLU TEKE TANRI
ÖN VE ARKAYA BAKAN
İKİ BAŞLI JANUS

Eğlenceyi seven yarama bir kişiliğe sahip olduğunu anlatan çok sayıda Mezopotamya efsanesi vardır. Tiamat Marduk savaşında, evreni yönetmekte ve hükmetmekte kullandığı güçler veren Me’leri yönetme hakkını,Enki oğlu Marduk’a gönüllü olarak devreder.
Yaşam veren ve doğada canlanmayı, tazelenmeyi sağlayan, doğanın üretici temeli olan erkek ve dişiliği temsil eden yaşam ağacını tutan, “Yaşamın Özü”, tanrıların simyacısı, yeryüzünde beliren karışık yaratılışlarda görünen çeşitli varlıkları yaratan usta yaratıcıydı.
Tanrılara güçler bahşeden, esrarlı bilgileri barındıran “Me” adıyla andıkları  şeylerin sahibiydi. Enki adının kesin olmayan çevirisine göre Sümer dilinde “En=Tanrı”; “Ki=Toprak, yeryüzü” demekti ve “En-ki” adı “Yer Tanrısı”, Yeryüzü Tanrısı” anlamına geliyordu.
ENKİ BİLGE TANRIYDI, YERYÜZÜNDEKİ KARADA, DENİZDE, HAVADA TÜM CANLILARI O YARATTI. HÜRMÜZ KÖRFEZİ FAO YARIMADASININ OLDUĞU BÖLGEDE OKYANUS İÇİNDE LABORATUVARI VARDI. İLK ERKEK İNSAN KARABAŞLI İŞÇİ ADAPA'YI O YARATTI, SÜMER NUH'U ZİUSUDRA'YA İNSANLARIN TOK EDİLECEĞİNİ O BİLDİRDİ VE ŞEYTAN İLAN EDİLDİ AMA KOVULMUŞ EŞYTAN OLMADI. KOVULMUŞ İLK ŞEYTAN , YEĞENİ ANU'NUN OĞLU AY TANRISI SİN'DİR
Enki’nin en genç oğlu Ningizzida, “Üç Gerçek’in Tanrısı”ydı ve Mezopotamya’da Mısır Ay Tanrısı Lah/Tut’un ilk örneğiydi. Tut/Thoth’un eski Esrarlı Öğretiler Okulunda Tut, ilk rahiplerin öğretmeniydi. Çağlar boyunca yaratılışın sırlarını sakladılar ve çağları sona erinceye kadar bu bilgileri nesilden nesile aktardılar.
Teke, erken Babil dönemlerinde Tanrı Enki /Şeytan olarak bilinirdi. Ea, “geniş zekanın ve Kutsal Göz’ün Tanrısı, kendi halkının koruyucusu, insanlığa bilgi ve medeniyetin getiricisi, tanrıların ilk Mesihi/habercisi/peygamberi olarak da bilinirdi. Aden bahçesinin yaşam ağacındaki yılanı olarak da bilinirdi. Cehaletin mutluluğundan çok öğrenmeyi cesaretlendirirdi. Ea, yeryüzünü dolaşmaya çıktığında Teke şekline girdi ve M.Ö. 15.000’li yıllara uzanan kutlamalarda “Işığın Babası” olarak düşünüldü. ”
 MÖ VI.yy. ait İran kazılarında bulunan Enki Teke tanrı sembolü[/caption]

MENDES’İN TEKESİ

Mısır’ın sihrin, büyünün bilginin aklın (Şeytanın diğer adları) tanrısı olan Ptah, kendisine ibadet edilen Mendes şehrinde bazen Teke bazen de Koç olarak temsil edilir. Mendes’in Teke/koç’u  “BA/B” harfiyle temsil edilir. Anlamı da Mısır dilinde RUH demektir. Ptah, büyük büyücü ve “yılanların tanrısı” olarak düşünülmüştür.
PTAH’tan başka Mendes’te tapınılan bir başka Teke Tanrı daha vardır,”Banebdjedet =  Ba-neb-djedet (Ba-neb Cedet= Ba=Ruh; Neb/Nb=tanrı; Djedet= Cedet; Ba- nb-Ddt= Tanrı Cedet’in Ruhu veya Ruh Tanrı Cedet,her şeye geçen, her şeyde yaşayan tanrı cedet” bu gün Kahire müzesinde sergilenen, keçi/teke’den çok koç başlı olarak da remz edilen orjinali bereket tanrısı olan tanrısı. Yaratılışın başlangıcında var olduğuna inanılan tanrıların ilki, bereketin temsili yaşayan Koç Başlı Tanrı.
MENDES'İN TEKESİ BANEBDJEDET,
YÜZLERİ 180 DERECE TERSİNE BAKAN-
ÖNÜ-ARKASINI GÖREN
İKİ YÜZLÜ TANRI

III. Ramses tarafından Adem’i çömlekçi çarkında yaratan Ptah kişiliğinde yorumlanmış ve benimsenmiştir. Ölümlerinden sonra da mumyalanarak törenle gömülmüşlerdir.
Grek tarihçi Heredot, “Histories II.46’da yazdığına göre;
“Mendeslillerin teke ve keçileri neden kurban etmediklerinden bahsetmeme gelince; Mendesliler Pan’ı ilk yaratılışta ortaya çıktığına inandıkları ‘Sekizli Tanrılar Grubu’na dahil etmişler, ressamları heykelcileri de Greklerin yaptıkları gibi, keçi yüzü ve bacaklarına sahip  Pan figüründe resmederek diğer tanrılarına yaptıkları gibi ona hürmet etmişlerdir. Mendesliler bütün teke ve keçilere hürmet göstermişler hatta bu yüzden keçi çobanlarına koyun çobanlarından daha çok hürmet etmişlerdir.
Buna rağmen hürmet ettikleri bir teke vardı ki o öldüğünde büyük bir yas tutarlar, ağıtlar yakarlardı. Bu teke Greklerin Pan dedikleri Teke Tanrıya “Mendes” derlerdi.
Bundan başka Mısır’da öyle bir olağan dışı bir olaya tanık oldum ki, bir teke halkın arasında alenen açıklıkta herkesin tanık olduğu bir ortamda, bir teke bir kadınla cinsel ilişkiye girmişti.” Demektedir.
ROMA'DA,BÜYÜK İSKENDER SONRASI
KENDİ ÖZÜNE DÖNMEYE ÇALIŞAN ROMA,
PAN'I SATÜRN'ÜN OĞLU FAUNUS
OLARAK YER ALAN SATİR TEKE TANRI
 Yine aynı eserde iki tanrı Horus ile Şit/Seth arasında Ba-neb-djedet’in yargı olduğuna inanılırdı; “Sonra, Heliopolis’in büyük prensi Atum dedi ki; Yaşayan büyük tanrı Banebjede’yi tartışan iki genç arasında yargıç olarak kabul edin ve çağırın”
Sehel’de oturan büyük tanrı Banebjede ve Ptah Tatenen Atum’dan önce getirildi ve onlara dedi; “İki genç arasındaki tartışmada yargıç ol ve her gün aralarındaki tartışmayı durdur”
Bunun üzerine yaşayan tanrı Banebjede dedi ki;“ “Otoritemi cahilce tartışmayın, Tanrının annesi Bütük Neith’e mektup yazın. Her şeyi dediği gibi yapın.”
Mendes’in Tanrısı ve Ba’/Ruh’udur,Bereket Tanrısıdır, Koç Başlı olarak başlangıçta temsil edilmişse de ilerleyen zamanlarda tükenmiştir. Yukarı Mısır’daki Khnum ile eşleştirilmiş karakterdir.
Kıyametteki Yargı Meclisinin üyesi olarak, Horus ve Şit’ten daha çok tercih edilen danışılan biri olarak kabul edilmiş, “Ulu Yaşayan Tanrı”nın sıfatıyla yeryüzünün idarecisi kabul edilmiştir. Hicaz ve Suriye Arapları Kâbe'de İslam Öncesi Hubel (Tahıl Tanrısı) ve üç kızına tapıyorlardı. 1950'lerde Filistin Hazor şehrinde bulunan Ay Tanrısı Hubel hekeli[/caption]
Re, Şu, Geb ve Osiris’in ruhu/Ba’sı olduğuna inanılmıştır. Gece yolculuğunda Ruh’un parçaları olan Ka ve Ba’dan biri olarak düşünülmüştür.
Dini merkezi, Aşağı Mısır’da Nil deltasında kurulmuş Mendes şehridir. Eşi Balık Tanrıçası Hatmehit ve oğlu Harpocrates, Çocuk Aka Horus olarak üçü Mendes Teslisi/Üçlüsü’nü oluşturmuşlardır.
Lakaplarından birisi de “Cinsel Arzuların Tanrısı” dır.
Meraklı, kıvrık, yatay boynuzları, kafatasının yanından çıkan spiral şeklindeki boynuzları ile bir koç ile kıyaslayamayacağımız bir Teke şekline sahiptir. Mısır'da bulunan bir Banebdjedet heykeli, başı, dört yüzü olduğuna inanılarak dörde bölünmüş erkek cinsel organı başı olarak işlenmiş. Fenikeliler çağı, geç mısır dönemi.[/caption]
Yunalı Tarihçi Herodot, Banebdjedet adını tercüme etmek yerine ona “Mendes’in Teke’si” demiştir. Tanrıyı, Teke yüzlü ve teke bacaklı olarak tarif etmiştir. Heredot daha sonra Mendes halkının Tekelere ne kadar hürmet gösterdiklerini, sokakta bir kadının Teke ile cinsel ilişkiye girdiğini de anlatacak kadar ileri gitmiştir. Heredot hatta onu Pan ve Mendes’in Tekesi olarak adlandırdıklarını da ifade etmiştir.
Grekler bunun için Banebdjedet’in adını Mendes Teke veya koç olarak değiştirmişlerdir.
Pan ve Mendes, bereket, bolluk, verimlilik tanrısı olarak tapınılmıştır. Pan, ressamlarca aynı Mısır’daki gibi yüzü ve keçi bacaklarıyla Yunanistan’da da çizilmiştir.
E.A.Wallis Budge’ye göre, “Delta, Hermopolis, Lycopolis ve Mendes gibi çeşitli yerlerde Tanrı Pan veya Teke ibadetine rastlanılmıştır.
Elifas Levi'nin tasarladığı Bafomet
Mendes dini, ilk Hristiyanlarca cinsel çağrışım yapması yüzünden, şeytanın yeniden dirilmişliği olarak düşünülmüştür. Kötü’nün yüzü olmuştur. Çöküş dönemlerinde, ahlaksızlık, büyücülerin buluşmalarında ibadet edilen “Büyücüler Kralı” rütbesiyle anılmıştır.

Baphomet; Bafomet  ve “Mendes’in Tekesi” adları, 1854 yılında Eliphas levi’nin yayınladığı “Dogme et Rituel de la Haute Magie” (Yüksek Büyü Ayinleri ve Dogmaları) adlı kitabında birleştirilmişler, kendi çizdiği Sabbatik Teke Bafomet resmi ile Teke şeytan meşhur olmuştur. Özgür Mason Localarına ibadet için önerilmiştir.

Okült yazarı Aleister Crowley’in “The Book of the Thoth-1944” (Tut’un Kitabı)  başlığında da, Tarot kartlarında da “Baphomet “ şeytan olarak gösterilmiştir.
Peter Partner 1987’de yazdığı “The Knight Templars and Their Myth” (Tapınak Şövalyeleri ve Mitleri) kitabında “Tapınakçıların yargılanmalarında onlara atılan suç “Baphomet=Mahomet” adlı bir puta tapınmalardır.(Partner S.34-35)
Bafomet’e secde edilerek ayakları öpülür, ve “Yallaa” diye çığlık atılarak ibadet edilirdi.
Floransa’lı Tapınakçılardan birisinin açıkladığına göre “ gizli düzenlerinde bir birader diğer biraderine putu göstererek “Bu başa tapın, bu baş senin tanrındır ve Muhammetin’dir” demiştir. (Write S.138- CF. Malcolm Barber S.77-Finke S.323
REFERENCES:
Egyptian Mythology" by Veronica Ions, page 124, the author writes that Ptah took the form of a goat.
¹ Egyptian Mythology by Veronica Ions, page 103
² Brady's Book of Fixed Stars by Bernadette Brady, pages 300-301
New Larousse Encyclopedia of Mythology, page 56

SABİLERİN TEKE TANRISI PTAHİL ŞEYTANI

Bu yazını dilimize çevirisi bana aittir. “alaeddinyavuzworldpresscom” bloğumdaki “Antik Sabiler ve Din Kitapları” başlıklı yazımdan alınmıştır. Şimdi kabiliyetsiz tanrı Ptahil’in dünyamızı, Adem ile Havva’yı yaratmasını okuyalım;
PTAHİL; Maddi Dünyanın Yaratıcısı; Ptahil, fiziki dünyayı yaratan Mandacı Sabi yargıcıdır. O, babası Üçüncü Yaşam Abatur’dan, İkinci Yaşam’da hükmetmeyi bırakıp, “şekinaların ve dünyaların olmadığı” alt dünyaya inerek kendisi gibi “mükemmelliğin oğulları” için üstralar ve dünyalar yaratmak için hükmetme yetkisi almıştır.428
Cinze’nin bir başka metninde ,”Abatur onu (Ptahil’i) eğitti ve ‘Kalk oğlum, karanlık suların üstüne bir yoğunlaşmayla yoğunlaş” dedi. 429
Fakat, üstraların babası (Abatur) onu anlaşmazlıklara karşı eğitmeyi ve uygun sıfatlarla onu donatmayı umuttu.430 Ptahil, şekinaların olmadığı aşağı dünyaya indi. O pis çamurların ve bulanık suların üstünde yürüdü ama hiç katılaşma olmadı.

Dizlerinin üstünde butlarına kadar çömelerek yürüdü ama gene katılaşma olmadı. İlk Ağzı olan tübürünün (anüs) üstüne oturarak suların üstünde durduysa da gene hiç bir katılaşma olmadı. Hay’ın adını, Manda d Hayya’nın (Yaşamın Bilgisi) adını söyledi ama gene hiç bir şey olmadı. Azametli suların üstüne ışıyan yedi elbisesinden birkaçını fırlattı ama gene sular sıvı kaldı. 431 İçinde onu değiştiren “yaşayan ateşi” hissettiğinde, Ptahil’i Büyük Olan’ın yanına çıkma ve ondan “Yaşayan Alev”den elbiseyi alma düşüncesi cezbetti. Cinze’nin bir diğer metninde, Ptahil, babası Abatur’un dünyasına indi ve onunla konuştu, “Baba, bu yedi elbiseden bir kaçını aldım, sulara girdim ve koyduma ama sular sertleşmedi, toprak hiç yoğunlaşmadı.” Sonra babası ona”(Ey Sakla=aptal-ahmak) Seni aptal, kendini benim yerime koymamaya dikkat et. Işıktan sana giydirdiğim yedi elbiseni al ve bazılarını, şimdi yoğunlaşacak olan karanlık sulara at. 434
İlk denemede başaramasa da Ptahil elbiselerin ve yaşayan alevin gücüyle suları karıştırınca maddi yaratılışı meydana getirmeyi başardı. Ptahil, karanlık suları sertleştirdi,gökleri ölçtü ve dünyaların sınırlarını tespit etti.
Gök yüzünü ölçtü, yer yüzünün merkezini cennetin merkezine bağladı.435 Ptahil, dünyayı yaratmak için yedi qalia (Kalya)/ses kullandı;
İlk sesiyle toprak sertleşti ve göklerini ölçtü.
İkinci sesiyle Ürdünün/nehirlerin kanallarını dağıttı.
Üçüncü sesiyle denizlerin balıklarını,her türden, cinsten kuşları yarattı.
Dördüncüyle tohumları, bitkileri meydana getirdi.
Beşinciyle kertenkeleleri yarattı.
Altıncıyla karanlığın bütün yapıları meydana geldi.
Yedinciyle, Ruha ve yedi gezegen var oldu. 436
Ptahil dünyanın yaratılmasıyla uğraşırken Yedi (Gezegen) ve 12 burç takımyıldızı, Beşi (gezegenler güneşsiz ve aysızdılar) sinsice yukarı tırmandı ve kubbede yerini aldılar.437 Okuduğumuz Cinze’nin bir başka metninde yaratılışın Ptahil tarafından yerine getirilmesine rağmen Hay’ın arzusuna karşın Ptahil, İkinci’yi (Yaşam/Hay) karanlığın dünyası içine fırtlattı ve Hay/Yaşam’ın Evinde olmaya layık olmayan yaratıklar, kabileler biçimlendi.438 Hay, toprağın katılaştırılmasında Abatur’a yardım etti 43? Abatur onu (sırrı) temiz sarığına sardı ve oğlu Ptahil’e teslim etti. Ptahil, aşağı, karanlık sulara gitti ve yeryüzünü katılaştırmayı başardı, göklerini ölçüp bitirdi.440
Dip notu;
434 GRR 196: 8f. Metni; Ptahil, örtülü ateşten elbisesi ile karanlık sulara indi, Zervani metninde, erkek element olan “ateş”, bereketlendiren dişi element “su”yun birlikte kosmosu üretmeleri mitine benzer şekilde ateş su ile karıştı ve maddi dünya var oldu. Zaehner, Mandacı Sabi dininin ateş elementi ile ilgili “”yaşayan ateş” ve “oburca her şeyi tüketen ateş” şeklinde iki önemli tanımına bakarak, , bu Mandacı Sabi masalının Zervani metninden alındığına inandığını söylemektedir. (Zaehner 1955:77)
 437; Erken Gnostizmin bazıları, “Tek Baba Tanrı” olduğunu, dünyayı ve insanı kendi tanrısal şekline benzer yaratan “yedi melek” yarattığına işaret etmektedirler.(Wilson, 1958:102-103)

Cinze’nin bazı dikkate değer metinlerinde Ptahil, ondan alınan evinde (dünya)aptal ve kötü bir yaratıcıdır.441 Draşa d-Yahya (Yahya’nın Kitabı) bize, dünyanın sonuna kadar dünyanın koruyucusu yapılmakla şaşırtıldığını anlatır.442 Cinze’nin bir başka metninde Ptahil’in, Işığın Dünyasındaki daha yüksek dereceli tanrılarca, evreni yarattığı için üstraların ve Nasıralıların kralı ilan edilerek bağışlandığını öğreniyoruz; Yuşamin ve Abatur, Büyük Hay’ın nehrinde (Ürdün) vaftiz edilecektir.
Bundan böyle Ptahil-Üstra, oturduğu kokmuş bulutlardan uzağa götürülecek ve İlk Yaşam’ın nehrinde (ürdün) arındırılacaktır. Nehirde onun kokusu giderilecektir. İlk Yaşam tarafından kucaklanacak ve bu dünyada çektikleri ve zincirleri hakkında anlatacaktır. Babasından çektiği acıları da anlatacaktır. Üstraların kralı olarak ilan edilecek ve ruhlar konseyinde yetki verilecektir. Onun için kalkan dua eden, onu öven Nasıralıların kralı olarak ilan edilecektir.443
Dip Notu;
439: Mani tazine göre, Yaşayan Ruh ve Yaşamın Annesi derinliğe iner ve karanlığın güçlerini bozguna uğratır ve evreni kendi bedenlerinden şekillendirirler. Bu yüzden, yaşamın ölü maddesi karanlık olmasına rağmen hakim ışık tanrısıdır.(Gardner ve Lieu,2004:3,9,6)
441: Manilere göre Saklalar, Üçüncü Elçi’nin benzerliğinde, sonra Adem ve Havva’nın ilişkisinden düşük şeytanilerin önderleridir. (Gardner ve Lieu 2004:3.9.6)

Cinze Rabba’nın   III.Risalesi (Bu araştırmanın konusu) Ptahil ve Gezegenlerin yardımıyla Adem’in yaratılmasını aşağıdaki gibi kısaltarak anlatır.;
Ptahil,Gezegenlerler konuşmaya geldiğinde; “Haydi, dünyanın kralı olabilecek Adem’i
yaratalım” dediğinde,hepsi birbiriyle kendi aralarında danıştılar ve fikir birliğine vardılar.
“Haydi ona, bize ait olacak Adem ve Hava’yı yaratmak istediğimizi söyleyelim” diyerek ona;
“Haydi şimdi, Adem ve Hava’yı yaratalım ve onu bütün nesillerin başı yapalım.” Dediklerinde Ptahil şüpheye düştü ve kalbinden dedi ki;”Eğer, Adem ve Hava’yı, nesillerin başı olarak kendi kendime yaratırsam, Adem bu dünyada ne yapacağını nereden bilecek?”
Sonra, Üstra Ptahil gezegenlerle konuştu ve ve dedi;
” Adem benim oğlumdur, dünyanın kralıdır”
Gezegenler Ptahil ile “Senden ne saklayacağız ki, bize güven, dünya üzerindeki gücümüz nedir ki?” diyerek konuştular.
Ptahil onlarla konuştu ve dedi ;”Onu bakıp besleyeceksiniz ve ona tam hizmette bulunacaksınız.”(İslam’da Meleklerin Adem’e secde etmeleri konusu Araf 7:12-Sad 38:76…)

Adem’i yarattılar ve yere uzattılar, ama içinde nişimta/ruhu yoktu. Ademi yarattıklarında içine ruh koyamamışlardı. Ayar Zika’dan (göksel rüzgardan) rica edip kemikleri içinde boşluk açmasını istediler ve böylece ilik oluştu. İlik içinde oluştu, güç fışkırdı ve ayakları üstüne kalktı.
Onun bedenini aydınlatacak, ayağa kaldıracak,Görkemli yaşayan alev Şavta dişata Hayata’yı çağırdılar.
Onu zıplatarak ayakları üstüne kaldıracak, kendisini titretecek, homurdatabilecek, kollarını, nabzını hareket ettirebilecek, yumruğunu sıktırabilecek, akarsuların sisi ve dumanı olan Habla dişabriyayı içine gönderdiler.
Gezegenler, Ptahile; “Bize izin ver ki, yanında babanın evinden getirdiğin ‘Ruha ruhundan’ içine koyalım.” (Ruha Ruhu, ifadesinden kovulmuş dişi şeytan Ruha’nın ruhunu anlamak gerekir. Böyle olunca, Adem’in ruhu ile şeytanın ruhu arasında fark yoktur. Sadece bedensel fark vardır diyebiliriz. A.Yavuz)….”

Buraya kadar osuruğuyla “karanlık suları katılaştırarak dünyamızı yaratmaya” çalışan ama ne dünyamızı ne de Adem ile Havva’yı kendi yetenekleri ile yaratamayan Karanlık sulardan doğmuş, Kur’an’a da geçmiş olan “Meleklere, Adem’e secde etmelerini emreden yetenek özürlü Ptahil Şeytan’ını” okuduk. Ptahil (Tanrı Ptah) adının da Mısır mitinden aynen alındığı tartışma götürmez haldedir.
Şimdi, Mısır, Sabi, İran, Sümer Hint dinlerinin harmanı dinleri kendine uyarlayan ve asla kendilerine ait bir şeyleri olmayan GREK Dinindeki PTAH’ı veya Pan’ı okuyalım;

GREK TEKE TANRISI PAN

İki eski Grek tarihçi Herodot ve Diodorus’un yazdıklarına göre 3000 yıl kadar önce veya daha öncesinde Teke, Keçi tanrılar hakkında yazılmış inanılan efsaneler vardı. Bunlardan en çok sevileni ve tapınılanı, keçi boynuzlarıyla yarı insan belden aşağısı kıçı dahil teke olan Grek tanrısı Pan’dı.
Grekler Pan benzerliğinde, kendilerine cinsel güç vermekte olan Satyrs’lere de tapınmışlardır. Hata cinsel hazların, zevklerin, ve cinsel alemlerin tanrısı olan Dionysus da boynuzlu tanrı olarak sıklıkla gösterilmiştir.
Ayrıca Pan, yakışıklı, boynuzlu, yüzlerce insan kadın ile cinsel ilişkiye giren bir adamdı. İsa’dan 400 yıl kadar önce Büyük İskender çağlarında Pan ibadeti yaygınlaştı ve Hristiyanlığın resmi olarak Roma tarafından kabul edildiği M.S-312 yıllarına kadar da sürdü.
PAN, KADINLAR İLE KEYİFTE

İlginç olanı Greklerin bu tanrıların kötülükleriyle asla ilişkileri yoktu. Her nasıl oluyorsa onlara coşkun cinsel arzularını bahşediyordu.
Pan ve arkadaşları eski Mısır’ın teke tanrılarının torunlarıydılar. Hatta kutlama ve ibadetlerinde halkın içinde açıkça; tecavüz, biseksüel ilişkiler, bebek, çocuk seviciliği/pedofili ve keçiler veya koçlarla cinsel ilişkiye girme ayinleri yapıyorlardı. Günümüzde, her türlü cinsel ilişkide bulunmayı ifadede kullanılan “pansexual” sözünün kökeni de bu ayinlere dayanır. Bu ayinlere Tevrat’ın Davut peygamberinin de katıldığını 2. Samuel kitabında görmekteyiz. Etrafta çok yayılmış söylentilere göre de insan, bebek, çocuklarla cinsel ilişkiye girdikten sonra ona kurban edildikleri, bazen de ölülerle yapılan nekrofilik cinsellik yaşadıkları da bilinir. Yahudilerin de Teke bazen de öküz boynuzlu Molek şeytanına bebek kurban ettikleri Tevrat’a anlatılır. Çağdaş zamanlarda Pan, en yüksek cinsel tanrıyı temsil etmektedir. Erkeğin cinsel coşkusunu tavan yaptıran sembol olarak kabul edilir.
Yaklaşık M.Ö.500 ile 100 yılları arasında ve daha erken dönemlerde şehir ortasında aleni cinsel ilişkide bulunmak, farklı cinsel ilişki yöntemleri denemek çok sevilen bir gelenekti. Günümüzde bu tür bir eylem, panseksüellik olarak kabul edilir ve aşağılanır, dehşet olarak yorumlanır.  Günümüz Yunanlıları, dünyanın başka yerlerinde yaşayanların ahlaklarından farklı bir ahlaka sahiptirler. Zaman değişti ve Grekler de onu yaptılar.
M.Ö.150’lerde Romalılar, Yunanistan’ı da içeren bilinen dünyayı işgal ettiklerinde, Pan dini yavaşladı ve yeraltına indi. Cinsel alemlerini, şehvet ayinlerini çok seven Romalılar, Pan dini şehvet ayinlerine çok kez göz yumdular.

M.S.312’de Roma Hristiyanlığı benimsedikten sonra bütün Roma imparatorları Hristiyan olduklarından Pan kültüne ait ne varsa arkadaşlarıyla, birlikte yer altına yani mağaralara indiler.
Bu gün Roma şehrinin altında kalan mağaralarda, tünellerde, ve lahitler üzerindeki kabartmalarda , duvar yazılarında, şeytan ibadeti şehvet ayinlerinin  çok sayıda delilleri kalmıştır. Bu kabartmaları ve yazıları gören sonraki Hristiyanlar bunlara  “grotto-esque” yani “sözün kökeni” demişlerdir, bu söz “grotesque(Grotesk)” sözünün kökenidir. Roma ile başlayan kiliseler Pan ibadeti ile ilgili ne varsa hepsini “kötü” ilan edip yasaklayarak bitirdiler. M.S. 500’lü yıllara gelindiğinde kilise güçlendi ve pagan ayinleri yaptığı bilinen birisi anında yakılarak insan kebabına çevriliyordu. Pagan olarak çağırılan birisi, kilisenin emriyle hemen yakılıyordu.
TEKE YILI DOLAYISI İLE YAHUDİ
HATIRA PARASINDA TEKE
Hristiyanlığın “Karanlık Çağı” olan Ms. 500-1000 yıllarında Avrupa kıtası Türklerin, onlarla hareket eden Gotlar, Vizigotlar ile Keltlerin saldırılarıyla kıvrandı. Sonucunda Hristiyanlık tüm kıtada yayıldı ve pagan inanışları ortadan kaldırıldı. Buna rağmen işgalciler kendi dinlerini de birlikte getirmektedirler. Bu dinlerin kendilerine ait boynuzlu tanrılarının çoğu, Cemnunos, Asmodeus, Avcı Herne, Tammuz  Dumuzi ve Yeşil Adam’dır. Hatta Müslümanlar bile Şeytanlarını getirmişlerdir. Hristiyanlıkta halen olgunlaşmış Pan ibadeti sayılan Avrupa’lı Pan ibadeti vardır. Dini ayinlerini herkesçe kabul edilen tanrılara adayarak gizlice yer altında şeytanlarına ibadet eden çingeneler bunlara örnektir.

Avrupa’nın uzak bölgelerinde yaşayan Keltlerin etki alanlarında “boynuzlu seks/bereket tanrısına yapılan halka açık ayinlerde çeşitli kurbanlar kesilmektedir. Bunların çoğu hayvan olmakla birlikte, dedikodulara göre insan da kurban edilmekteymiş. 01 Şubat tarihinde Keltlerin yaptıkları bu ayinlere “İmbolk/İmbolg” denilmektedir. Genel Hristiyanlık inancında “Aziz Brigid Günü” olarak anılmaktadır. İskoç Gal dilinde Fheil Brigde, manx dilinde Laa’l Breshey, İrlanda dilinde La Fheile Bride adlarıyla bilinmektedir. Kış gündönümü nedeniyle bahar bayramı olarak kutlanmaktaymış. Brigit, Brigit,Brig Hristiyanlık öncesi İralnda dininde Tuatha de Danan’ın Dagda’dan olma kızı ve Bres’in eşi olan Biricit’in Ruadan adlı oğlu vardır. Hint Avrupa dinlerinde “Şafak Tanrıçasıdır, şiir, bereket, şifacılık ve nalbantlık ile ilişkilendirilmiş ve Hristiyanlığa “Azize” olarak girmiştir.

İngiliz tarihçi St. Bede’ye göre, M.S.700’lerde bir çok pagan gelenekleri, ayinleri hızla vaftiz edilerek kiliseye sokulmuşlardır. Pagan takipçileri putlarını, cinsel alemlerini, kurbanlarını terk etmişler ama Hristiyanlığın kabul edebileceği şekilde ayinlerini, ibadetlerini kiliselerinde sürdürmüşlerdir.
Bede; “milletlerin tapınaklarındaki putlar, heykeller yok edilmiş, tapınaklar kutsal su ile yıkanarak vaftiz edildikten sonra içlerine mihraplar, kutsal emanetler  yerleştirilmiştir.  Bu tapınaklar sağlam inşa edilmişlerse vaftizle putlarından arındırılarak gerçek tanrının dinine göre kiliseye çevrilmişlerdir. Çünkü içlerinde şeytana adanmış sayısız kurbanlık öküzlerin katledildiği bu yerler, yeni dine göre değiştirilmeliydiler….” Demektedir. Bir diğer deyişle Hristiyanlık, Avrupa’nın öteki pagan halklarından uyarlanmış uygulamalardır.

Önreğin, Kristmas/Yılbaşı, pagan kavimlerin baharı müjdeleyen kış gündönümü bayramıdır ve tatildir. Kilise aynı günü “İsa’nın doğum günü” adıyla alarak uygulamıştır. Keltlerin uyguladıkları Samhain (Keltlerin, kışa giriş bayramı olarak 31 Ekim sabahından 01 Kasım akşamına kadar sürdürdükleri kış gündönümü) bayramı, bu günlerde Cadılar Bayramı olarak da bilinen uygulamanın Hristiyanlıktaki adı “Tüm Azizler Günü/All Saints Day” dir. Bu iki uygulama da köklerine doğru yol alındığında “Teke Tanrı” ibadetçilerine uzanır.
-Erken Hristiyanlık çağlarında yapılan tartışmalara göre Paganizm Hristiyanlığı etkilemiştir. 500’lere kadar şeytanın Hristiyan resimlerine ve hatta Pan’ın resimlerine dahi “eskilerin ilahi akrabaları” denilerek saygı gösterilir, boyun uzatılırdı.
-Yerlatına inmiş Pancı paganlara göre Teke Tanrı, bu çağlarda Avrupa’nın birçok yerindeki Hristiyanların tanrıların tam karşılığıydı.
Esas Hristiyanlık akımına dahil olanlarda ise “Boynuzlu Teke Tanrı” kötünün tam resmiydi.
Pan’ın Doğumu;
M.Ö.700-400 yılları arasında yaşandığı tahmin edilen , Evelyn-White çevirisi Homeros’un 19 numaralı Pan Ayininde,
“…Hermes… derelerin ve çok sayıda sürülerin yaşadığı Arcadia (Arkadya)ya gelir, burası tanrıların ve Kyllene (Cyllene)nin de tanrısının yeridir. Bunun için tanrı olmasına rağmen kıvırcık koyun postundan bir çadırda ölümlü insanlara hizmet etmek, Dryopos (Dryops)un lüle lüle gür saçları olan kızının arzusuyla, onunla evlenmek için gelmiştir. Ve, evinde Hermes’e açılır ve ondan olan keçi bacaklı, sakallı, insan gövdeli, iki boynuzlu, durmadan gülen oğlu doğduğunda ebesi korkudan çocuğu bırakır kaçar. Ama şans getiren Hermes onu kucağına alır,kalbi mutlu olur ve onu ölümsüz tanrıların yanına götürür. Bütün tanrılar onu görünce kalben mutlu olurlar, hatta Bakkheios/Bacchic, (Dionysosun özel adı) dahil onu severler ve ona PAN adını verirler. (Pan adı, Pantes=Hepsi demektir, çünkü hepsi memnun olmuştur.
 MASON TEKE İBADETİ AYİNİNDE İNSAN KURBANI
Pseudo-Apollodorus, Bibliotheca 1. 22 (trans. Aldrich) (Greek mythographer C2nd A.D.) de geçtiğine göre “Apollon kehanet sanatını Zeus’un ve Thymbris’in oğlu Pan’dan öğrenmiştir.”
Pseudo-Apollodorus, Bibliotheca E7. 39 ða geçtiğine göre, “Bir gün, Odysseus’un eşi Penelope Antious tarafından baştan çıkarılır ve Odysseus tarafından babası İkarus’a götürülür, Arkadia (Arkadya-Arcadia) daki Mantineia’ya vardığında Hermes’e Pan’ı doğurur. Başka kaynaklarda da Pan’ın annesinin Odysseus’un eşi Penelope olmadığı, vahşi periler olduğu geçer.
Heredot’un (Halikarnas M.Ö 484– M.Ö 425)Histories (Tarihler) 2.153.1.(Goodley çevirisi) (Grek Historian M.Ö.5.) kitabında Heredot, “Grekler arasında Herakles, Dinysos ve Pan tanrıların en gençleri olarak kabul edilirler….Ve, Penelope’nin oğlu Pan, Pan’ın anne ve babası Hermes ile Penelope’ye göre ona ilk yapılan ibadet  ben Herodot’tan “800” yıl kadar öncedir ve Truva savaşının tarihinden de sonradır. Semele’nin oğlu Dyonisos ve Penelope oğlu Pan Yunanistan’da görüldüler Amphitryon oğlu Herakles gibi yaşlılık çağlarına kadar yaşadılar, İkisi birlikteydiler ama doğumundan sonra  insan değiller denilmiştir. Pan ve Dyonnisos’un yaşlılıklarından sonra tanrıların eskiliği bilindiği gibidir… Pan için Grekler, onun doğumundan sonra ne olduğunu bilmemektedirler. Bana söylenildiğine göre, Yunanlılar bu iki tanrının ve diğerlerinin adlarını öğrendiler, doğumlarından bilgiyi kazandıkları zamana kadar izlediler.”” Demektedir.
Bu ifadeye göre, Herodot’tan 800 yıl önce Pan ibadeti başladığına göre bu tarih M.Ö.1300’lere yani Musa’nın Mısır’dan çıkış tarihine kadar uzanmaktadır. Bu Tanrıların Mısır kökenli olmaları hatırlanıldığında Tevrat’ta geçen Teke Tanrı Azazel/Azazil/Ezazil’in Grek uyarlaması olarak da düşünebiliriz. (Alaeddin Yavuz)
Ptolemy Hephaestion, New History Book 6 (summary from Photius, Myriobiblon 190) (trans. Pearse) (Greek mythographer C1st to C2nd A.D.) de yazıldığına göre,Zeus ile Lamia’nın, Akhilles adlı oğlu doğdu, dayanılmaz bir güzelliğe sahip olan bu çocuğu çok sevdiler ve onu yarışma nesnesi haline getirdiler. Sonunda Pan’ın yargıçlığına getirdiler. Pan’ın kararına kızan Afrodit, Pan’ı “ölüne kadar aşk yapmak” ile lanetledi ve kalbine “eko” koydu.”
Bu yüzden Pan’ın ömrü aşk ve flüt çalmakla geçmiştir. Flütünden yayılan eko yani musiki sesi ile de insanları, hayvanları cezbetmiştir. Grekler, onun cinsel arzularına coşku kattığına ve olağanüstü arttırdığına inanmalarının sebebi bu efsane olmalıdır.

Mitlerde Tanrıların Ortak Seks Büyüleri;


1-İster erkek, ister kadın gibi kabul edilsinler ayni tür arasında yani eşcinsel ilişkiye girmektedirler. Cinsel ilişki ayinlerinde ayine güç katmak için esrarlı güçler kullanırlar.
2-Yeryüzünün bereketini arttırmaya cesaretlendirmek amacıyla açık alanda, şehir ortasında cinsel ilişkiye girerler. Bahar bayramlarında özellikle çiftçiler arasında bu ayin sıklıkla kullanılmıştır.
3-Cinsel ilişki esnasında ayakta durulur ve cinsel gücü arttırması için yaşlı kutsal ağacın gövdesine dayanılırdı. Ağaç ilişkinin idarecisi olarak kullanılırdı.
4-Açık alanda yapılan cinsel ilişki büyü ayininde toprağa sokulan bir çubuğun merkez alınmasıyla çevresi alınır, içinde cinsel ilişkiye girilerek yapılan büyü ile toprağın ahretteki kudreti alındığına inanılır ve bu güç cinsel ilişkide zirveye ulaşmakta kullanılırdı.
5- Sihirli mastürbasyon veya cinsel ilişki için uçan merhem kullanılırdı. Ancak, içine Tatula otu, ban otu, güzelavrat otu ve sonunda kankurutan adamotu konulduğundan ayıp yerinizde özellikle kaşıntı ve kızarıklıklara neden olabilir. Bu yöntem gay çiftler arasındaki ayinde sırayla cinsel organın bu merhemle ovulmasıyla yapılır ve böylece ikisi de zevkten uçarlardı. Eğer lezbiyen çiftseniz parmak veya yapma cinsel organ kullanırsınız.
6-Eğer cinsel ilişkili bereket ayinini deniz gibi açıkta yapıyorsanız, deniz, gökyüzü gibi her şeye tanrı olarak yalvarıp sizin ayinde veya işte gücünüzü artırmasını istersiniz.
7-Ayine kabulde, ayini başlatıcı, adaya orgazm noktasından başlangıç vermek için, adayı zirveye ulaştırmak için ona gizli bilgi veya gizli akıl geçmesini sağlardı. Bu ayin esnasında içeride veya dışarıda da yapılabilirdi. Bu büyü ayini için en iyi yerler deniz, açık arazi veya iki nehrin birleştiği yerlerdi.
8-Harf veya Mühür büyüsü; Cinsel ilişki ayini sırasında kullanılan sıvılara ve ayin esnasında kişilere güç katmak için harf çizgileri ve mühürleme büyüleri uygulanırdı. Ayinde otuz bir çeken bir adam harf çizgilerinin, mührün veya aşıkların vücutları üzerine çizilen bir sembol üzerine boşalır ve böylece güç verecek büyünün gücü serbest bırakılmış olurdu.
http://sarahannelawless.com/2010/07/30/sex-magic-in-traditional-witchcraft/

İSLAM ÖNCESİ HİCAZ ARAPLARINDA TEKE TANRI DİNİ

Müslümanların dini oldukça ilginç bir dindir. Kutsal kitapları Kur’an’da açıklanan sıfatlarıyla övülen tanrıları, Sabilerin tanrısı El Hay olmasına rağmen, tapındıkları tanrıları Allah ise tamamen farklı sıfatlara sahip olan Mecusi Kureyş tanrısı bir “Teke şeytan” dır.

Hicaz Arapları, tarih boyunca Mısır idaresinde kaldıklarından gelenekleri Mısır, Mısır’dan çok eski çağlarda çıkmış Sabiler ve onlardan sonra Mısır’dan sürgün edilmiş Yahudilerin dinlerinde kalmışlardır.
Hubel-Tahıl Tanrısı
M.Ö.VII. yüzyılda Yahudiler, Asur kralı Nebukadnezar tarafından Babil’e köle olarak götürüldüklerinde Mısır da Asur egemenliğine girmiş ve Yahudiler, Hicaz Arapları ile Mısır da Asur tanrıları ile tanışmışlardır.
Aşağıda verilen kayıtlarda okuyacağınız gibi, Grek tarihçisi Heredot (M.Ö.V.yy) Yunanlıların kendisinden 800 yıl kadar önce Mısır’ın Mendes şehrinin Teke Tanrısı Ptah’ı Teke tanrı Pan olarak ithal edip tapınmaya başlanıldığını yazar.
Bu tarih M.Ö.1300’lere uzanır ki Musa ve Yahudilerinin Mısır Sürgünleri tarihine karşılık gelir.

Mısır idaresinde olan bubölgenin Teke Tanrı İbadetine Mısır’da bu ibadetin başladığı tarihlerde girmiş olması çok olağandır.

Asur’lardan 300 yıl sonra Grek imparatoru Büyük İskender’in Afganistan’a uzanan imparatorluğu gerçek ise ki, onun da Pan Teke Şeytanı tapınıcısı olduğunu Tevrat da Grekkaynakları da doğrulamaktadır, bu defa Mendes Teke ibadetinin Grek uyarlamasına gene kendisini Allah ilan etmiş olan Büyük İskender’in korkusuyla girdiklerini düşünebiliriz. Tevrat’ın da Danyal kitabında İskender’in Yahudilerin günlük kurban adaklarını, sunularını kaldırmasını “Kara Gün” ilan ettikleri sabittir. Aşağıda verilmiştir.

Her ne kadar Muhammet’in Kureyş kavmi Mecusi ise de Muhammet’in de o kadar Rum/Grek, Roma sevicisi olduğunu, Suriye Büşra şehri manastırında görevli Arabistan Kiliselerinden sorumlu Episkopos Rahip Bahira’ya “Ben Kureyşliyim ama kavminin dinini sevmiyorum” demesinden tutun da Rum Suresinde anlatılan 613 yılında İranlıların (Sasaniler) Romaýı kesin yenilgiye uğratmasından dolayı duyduğu üzüntü, kendi kabilesinin “Biz ümmiyiz, İranlılar da ümmi ama okuryazar Romalıları perişan ettiler. Biz de sizi perişan edeceğiz (Bknz. E.H.Yazır Rum Suresi tefsiri) demeleri üzerine bazı Müslümaların dinden çıkmalarını, kendisinin Allah’a danışacağını ve Ebubekir’e “Romalıların galip geleceğine dair devesine bahse girmesini öğütlemesi de Roma’nın “üç vakte (Arp.Bid sözü) kadar” galip geleceğini bildiren ayetin inmesinden sonra olmuştur.

İşte bu gerçekler İslam’ın bir Roma Hristiyanlaştırma hareketinin parçası olduğunu, Roma’nın düşmanı olan İranlılar, onlarla hareket eden Yahudiler ile Roma’yı kuşatan Türkleri (Mecüc/Cüce şeytanların soyu) düşman ilan etmiştir.
İran şahı Hüsrev’in Muhammet için Yemen Valisi Bazan’dan kellesini isteyen mektubun varlığı Muhammet’e ulaşınca İbni İshak, Siretül Resülullah kitabında “İranlıların düşman ila edilmeyeeğine dair” tahhüt vermesi üzerine Bazan’ın Hüsrev’in emrini dinlemediği, görevi ertelediğini ve daha sonra İslam’a katılan İran Nasturi’si Selmanı Farisi’nin de aynı tahhütü alması üzerine İranlılar düşma ilan edilmekten kurtulmuşlar Müslümanlar Yahudi ve Türk soykırımı yapmışlardır.
641 yılında Herakles’in ölümüne kadar Hristiyanlarla hiç dalaşmayan Emevi hanedanı ufak ufak, ilk Hristiyan Nasrani Yahudilerinin sürgün yeri olan Libya’yı geçmiş, Fas ve oradan İspanya’ya uzanmıştır.
Vatikan’dan emekli rahip Alberto Riviera’nın “Prophet/Peygamber” kitabında yazdığına göre de Vatikan’dan, Avrupa ve Hristiyan dünyasını da yönetmek istediklerini bunun için para bile istedikleri geçmektedir.
Olayın doğruluğunu bilemeyiz ama olan, Herakles’ten   tam “33” yıl sonra Arapların İstanbul kuşatmalarına (674..678) ve 16.yüzyıla kadar İspanya’da kalmış bir Yezidi Emevi hükümdarlığı olan Endülüs hakimiyetine tarih tanık olmuştur.

Bu da “Bizans sömürge vilayeti olan ve Bizans’lı tarihçilerin yazdıklarına göre çöllük yer olduğundan vergilerine tarh konuşmayan deyimleriyle “ne verirlerse tamam denilen” züğürt, tarih boyunca da devlet olamamış Hicaz Araplarının, 632’den 645’e kadar Horsan’dan Libya’ya uzanan bir coğrafyayı hakimiyetlerine almalarına Vatikan ve Roma gibi güçlerin destekleri olmadan ordu toplayıp beslemelerine olanak olmadığıdır. Herakles’in izniyle ve mali büyümüş, besleme Emevi hanedanının birden sahip olduğu güç ve zenginlik, vergi ödedikleri Roma’ya baş kaldırma ile sonuçlanmıştır.

Muhammet’in 632’de ölümünün ardından geçen 13 yılda dünya egemenliğine ortak olmalarının yarattığı şımarıklık, onları, Muhammet’in bıraktığı, paylaşımcı, eşitlikçi, devlet idarecisini seçmeye, devlet gelirlerinin eşit bölüştürülmesine dayalı “Mürcie” anlayışını terk edip, eski İran dini olan Mecusi dinine biraz İslam harmanlı olarak dönüşleri köleci, kan içici, işgalci, yayılmacı, emperyal “Harici” anlayışına itmiştir. Bu kötü, sapkın anlayış günümüze Vehhabi, Humeyni, Nurcu, Bahailik gibi selefi anlayış haline gelmiştir.
Muhammet’İn düşmanı ve amcası Ebu Süfyan’ın olu Muaviye ve onun oğlu Halife Yezid’in adından bile bu dönüşü görebilmekteyiz. Yezd, hem İran’da bir şehir hem de Sasaniler döneminde İran dini olan Ehriman Şeytanına ibadetin adı Zervanilik dininde Zervan tanrının kötü oğlu olan İran şeytanı Ehriman/Erman/Arman (Bağış) adlarından birisidir.
Muhammet’in ardından dinde yapılan değişiklikleri, Halife Osman zamanında Kuran’ların toplanarak yakılmaları ve yeniden yazılan Kur’anların İslam edilmiş ülkelere dağıtılmaları ve dört halifenin de bu esas üzerine çıkan isyanlarla öldürülmeleri İslam tarihinin üstü örtülen bir gerçeğidir.
Geriye dönüş olan ve Emevi İslam’ı adı ile İran’da, İran Sünnileri olarak bilinen Yezidilerin dininde Anadolu’ya gelen Osmanlı’nın da Yezidi olması, elan Akdeniz bölgesi Toroslarından Ege, Marmara, ve Balkanlara uzanan Yörük aşiretlerinin de bu inancı kısmen muhafaza ettikleri günümüzde bile bir gerçektir.


Bu konuları bloglarımın hepsinde bulabileceğiniz “İslam Roma Tezgahı mı?” başlıklı çalışmamda okuyabilirsiniz.

Oldukça iddialı olan İslam öncesi Araplarının Teke Tanrı ibadetlerinin İslam öncesi kaynaklarda ve İslam sonrası kaynaklarda yaptığım araştırmalardan derlediğim ikna edici belgelerle izaha başlayalım;

Muhammet çağında Arabistan ve Araplar, Süryani ve Nasrani Hristiyanlar olan Sabiler, Sabi dini ve Zervanilik, Zerdüştlük, Habeşistan Sabiliği yani Habeş İnciline dayalı Hristiyanlık, Yahudilik gibi din ve mezheplere bağlı karışık ırk ve dinlere bağlı Arapların, Farsların, Rumların, Zencilerin yaşadığı bir ülkeydi. Yemen’den doğuya Hürmüz kıyıları, Irak Sasanilere, Hicaz, Ürdün, Lübnan, İsrail, Filistin bölgeleri ve Suriye’de Roma’ya bağlıydı. Habeşistan (Etiyopya, Sudan), Mısır da Roma’ya bağlıydı.

Mısır, Grek Teke tanrı ibadeti temelli “Çöl halkının tanrısı, Keçi Başlı Şeytan Azazil” olarak, İslam’dan 1100 yıl (M.Ö.7.yy.)da rahipleri Kâtip Ezra/Azra, İslam’daki adıyla Üzeyir peygamberce Cebrail’in vahiyleri ile yazılmış olduğunu iddia ettikleri Tevrat’a göre Yahudilerin “Teke Tanrılarına, keçi/teke kurban ettikleri” anlatılmaktadır. Çoluk çocuk sahibi olan, doğuran, ölümlü, çöl şeytanlarına tapındıkları Arap kaynaklarında da geçtiğinden, Allah’ın o zamanlarda “Teke Tanrı” olarak tapınılan bir put olduğu açıktır.

Yahudilerin günah keçilerini kurban ettikleri
Çöl tanrısı Azazil, Kürt Yezidilerinin
din kitabı Mushafı Reş'in Allah'ıdır.
Yezidilik de, zaten Kureyş'in diniydi.
Sonuç olarak Hubel/Allah buydu.
Hatta, Üzeyir’den 200 yıl kadar sonra gelen, M.Ö.IV.yüzyılda Büyük İskender’in fetihleriyle Grek/Yunan idaresine giren Araplar da, Greklerin tapındığı, Anadolu’da, Balkanlarda “Bafo-Bafomet”, Roma’da Enki’nin peygamberi “İki yüzlü İsimud” un benzetmesi Mısır’ın Ptah’ından alınma “iki yüzlü Janus/Yanoş” adıyla yaygın olarak tapınılan Keçi/Teke tanrıları Hubel/Hubil (Habil)/ Munhamenna (Aramice) veya Muhammet (Aramice)/Bafomet’e tapındıkları da bilinen bir gerçektir.
Tevrat, Danyal Peygamber Kitabı 8;11 ayette Büyük İskender'in Yahudilerin ibadetlerini yasakladığını, tapınağın terk edildiğini okuyoruz. Bu durum o zamanın dünyası sayılan Avrasya kıtası ile kuzey Afrika, Etiyopya, Sudan bölgelerini de kapsıyordu. Bu coğrafyada bütün dinler Greklerin Teke Şeytan BAFOMET ibadetine geçtiğinin kanıtıdır. Okuyalım;

Yahudiler, Kendisini Tanrı İlan Eden Büyük İskender İdaresinde Din Değiştiriyor;

Tevrat Danyal;

Dan.8: 11 Kendisini Gök Ordusu'nun Önderi'ne*fi* kadar yükseltti.Tanrı'ya sunulan günlük sunu kaldırıldı, tapınak terk edildi" Gök ordusnun önderine kadar yükseltti derken İskenderin Allah katına çıktığı ve Tanrı olduğu, tanrı sıfatıyla da günlük olarak Yahve ye sundukları güvercinden deveye, arpa yulaftan buğdaya ve çeşitli meyvelerden şaraba uzanan tanrıya yapılan günlük adak, ikramlarını kaldırdığı, tapınağa gitmeyi yasakladığı, yani dini kaldırdığı anlatılmaktadır. İşte dinler böyle değişmişlerdir ve her millet, idarelerine aldıkları yeni kavimleri kendi dinlerine geçirirlerdi.
İskender'in sembolünün Teke, İran'ın sembolünün de koyun olduğu Tevrat ayetlerini okuyalım ki daha da emin olalım.;
"
Koç ve Tekeyle İlgili Görüm
Tevrat Danyal Peygamber Kitabı;
BÖLÜM 8
Dan.8: 1 Kral Belşassar'ın krallığının üçüncü yılında, ben Daniel daha önce gördüğüm görümden başka bir görüm gördüm.
Dan.8: 2 Görümde kendimi Elam İli'ndeki Sus Kalesi'nde, Ulay Kanalı'nın yanında gördüm.
Dan.8: 3 Gözlerimi kaldırıp bakınca kanal kıyısında duran bir koç gördüm; iki uzun boynuzu vardı. Boynuzlardan daha geç çıkanı öbüründen daha uzundu.
Dan.8: 4 Koçun batıya, kuzeye, güneye doğru boynuz attığını gördüm.Hiçbir hayvan ona karşı koyamıyor, kimse onun elinden kurtaramıyordu. Koç dilediği gibi davrandı ve gitgide güçlendi.
Dan.8: 5 Ben bu olayı düşünürken, batıdan ansızın gözleri arasında çarpıcı bir boynuzu olan bir teke geldi. Yere basmadan bütün dünyayı aştı.
Dan.8: 6 Güç ve öfkeyle, kanalın yanında durduğunu gördüğüm iki boynuzlu koça doğru koştu.
Dan.8: 7 Öfkeyle saldırdığını, koça vurup boynuzlarını kırdığını gördüm. Koçun tekeye karşı duracak gücü yoktu; teke koçu yere vurup çiğnedi. Koçu onun elinden kurtaracak kimse yoktu.
Dan.8: 8 Teke çok güçlendi, ama en güçlü olduğu sırada büyük boynuzu kırıldı. Kırılan boynuzun yerine, göğün dört rüzgarına doğru çarpıcı dört boynuz çıktı.
Dan.8: 9 Bu boynuzların birinden başka bir küçük boynuz çıktı;güneye, doğuya ve Güzel Ülke'ye*fı* doğru yayılarak çok güçlendi.D Not 8:9 "Güzel Ülke": "İsrail ülkesi".
Dan.8: 10 Göklerin ordusuna erişinceye dek büyüdü. Gökteki ordudan ve yıldızlardan bazılarını yeryüzüne düşürdü, ayakları altına alıp çiğnedi.

Dan.8: 11 Kendisini Gök Ordusu'nun Önderi'ne*fi* kadar yükseltti.Tanrı'ya sunulan günlük sunu kaldırıldı, tapınak terk edildi.D Not 8:11 "Gök Ordusu'nun Önderi": "Tanrı".
Şimdi de teke ve koç hakkındaki yorumu Cebrail yapıyor;

Tevrat Danyal Kitabı Bölüm Sekiz;

Tevrat araştırmacılarının çizdiği Teke-Koç
savaşı
Görümün Yorumu
Dan.8: 15 Ben Daniel, gördüğüm görümün ne anlama geldiğini çözmeye çalışırken, insana benzer biri karşımda durdu.
Dan.8: 16 Bir insan sesinin Ulay Kanalı'ndan, "Ey Cebrail, görümün ne anlama geldiğini şuna açıkla" diye seslendiğini duydum.
Dan.8: 17 Cebrail durduğum yere yaklaşınca korkudan yere yığıldım.Bana, "Ey insanoğlu!" dedi, "Bu görümün sonla ilgili olduğunu anla."
Dan.8: 18 O benimle konuşurken, yüzü koyun yere uzanmış, derin bir uykuya dalmışım. Dokunup beni ayağa kaldırdı.
Dan.8: 19 Bana, "Daha sonra Tanrı'nın öfkesi sona erdiğinde neler olacağını sana söyleyeceğim" dedi, "Çünkü görüm sonun belirlenen zamanıyla ilgilidir.
Dan.8: 20 Gördüğün iki boynuzlu koç Med ve Pers krallarını simgeler.
Dan.8: 21 Teke Grek Kralı'dır; gözleri arasındaki büyük boynuz birinci kraldır."

Teke Grek Kralının malum Büyük İskender olduğunu, Horasan'dan Balkanlara, Karadeniz’den Yemen'e, Mısır'dan Somali'ye uzanan doğu Afrika ve kuzey Afrika'da bütün kavimlere kendi dinini yani "Teke Şeytan Pan, Bafomet'e ibadeti kabul ettirdiğini biliyoruz

Tevrat ve İncil’de geçen diğer TEKE/KEÇİ/OĞLAK ayetlerini de görelim;
Tevrat ve İncil’de Keçi/Teke 103 yerde; Keçiler/Tekeler 148’yerde geçmektedir. Toplam 251 yerde Teke/Keçi adı geçmektedir. Ben sadece dikkate değer ayetleri seçtim;
Yaratılış 15;9 RAB, “Bana bir düve, bir keçi, bir de koç getir” dedi, “Hepsi üçer yaşında olsun. Bir de kumruyla güvercin yavrusu getir.”
Yaratılış 27;9 Git süründen bana iki seçme oğlak getir. Onlarla babanın sevdiği lezzetli bir yemek yapayım.
Yaratılış 29; “Bana kâhinlik edebilmeleri için, Harun’la oğullarını kutsal kılmak üzere şunları yap: Bir boğa ile iki kusursuz koç al.

Yaratılış 30;32
Çıkış 35;26 İstekli, becerikli kadınlar da keçi kılı eğirdiler
Çıkış 36;14 Konutun üstünü kaplayacak çadır için keçi kılından on bir perde yaptı.
Hakimler 6;19 Gidyon eve gidip bir oğlak kesti, bir efa undan mayasız pide yaptı. Eti sepete, et suyunu tencereye koydu; bunları getirip yabanıl fıstık ağacının altında meleğe sundu.
Hakimler 13;15 15 Manoah, “Seni alıkoymak, onuruna bir oğlak kesmek istiyoruz” dedi.
Hakimler 13;19 Manoah bir oğlakla tahıl sunusunu aldı, bir kayanın üzerinde RAB’be sundu. O anda Manoah’la karısının gözü önünde şaşılacak şeyler oldu:
Hakimler 13;20 RAB’bin meleği sunaktan yükselen alevle birlikte göğe yükseldi. Bunu gören Manoah’la karısı yüzüstü yere kapandılar.
Yeşeya 1;11 Kurbanlarınızın sayısı çokmuş,
Bana ne?” diyor RAB,
“Yakmalık koç sunularına,
Besili hayvanların yağına doydum.
Boğa, kuzu, teke kanı değil istediğim.
Yasanın Tekrarı 14;4 Şu hayvanların etini yiyebilirsiniz: Sığır, koyun, keçi,
5; geyik, ceylan, karaca, yaban keçisi, gazal, ahu, dağ koyunu.
Hezekyel 24;5Sürünün en iyilerini seçin,
Kazanın altına odun yığın,
Bırakın su kaynasın,
Kemikler pişsin.
İncil;
İbraniler 9;12 Tekelerle danaların kanıyla değil, sonsuz kurtuluşu sağlayarak kendi kanıyla kutsal yere ilk ve son kez girdi.
İbraniler 9;13 Tekelerle boğaların kanı ve serpilen düve külü murdar olanları kutsal kılıyor, bedensel açıdan temizliyor.
İbraniler 10;4 Çünkü boğalarla tekelerin kanı günahları ortadan kaldıramaz.
Vahiyler 22 İsa, Kuzu (Güneş Tanrısı Sembolü) olarak anılıyor;
Vahiyler 22;1 Melek bana Tanrı’nın ve Kuzu’nun tahtından çıkan billur gibi berrak yaşam suyu ırmağını gösterdi.
Vahiyler 22;3 Artık hiçbir lanet kalmayacak. Tanrı’nın ve Kuzu’nun tahtı kentin içinde olacak, kulları O’na tapınacak.

Matta 25;31,32,33;
Yargı Günü
31 “İnsanoğlu kendi görkemi içinde bütün melekleriyle birlikte gelince, görkemli tahtına oturacak.
32 Ulusların hepsi O’nun önünde toplanacak, O da koyunları keçilerden ayıran bir çoban gibi, insanları birbirinden ayıracak.
33 Koyunları sağına, keçileri soluna alacak.

Kur’an’da Keçi;

Kur’an putperestliği iptal ettiğinden, sadece “kurban” ve helallığı, haramlığının yorumu olarak değerlendirmiştir. Hiçbir Kuran ayetinde keçi/Teke/Oğlak türüne hiç bir kutsiyet atfedilmemiştir. Ancak, peygamberin yaamı boyunca ve bazı dini olayların açıklanmasında peygambere, eşine ve ashabına atfedilen hadisler ve günümüze ulaşmış eski Teke İbadeti dinine ait rüya yorumları mevcuttur. Okuyacağız.
Enam Suresi 6; 143- Sekiz çift: Koyundan iki, keçiden iki. De ki: "(Allah), iki erkeği mi haram kıldı yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı? Eğer doğru iseniz bana ilimle haber verin."
E.H.Yazır Tefsiri;
...Enam 6;143 Önce sekiz eş, diye bir sayma, ikinci olarak koyun, keçi, deve ve sığır olmak üzere dört cins, bunların birbirlerine benzerliklerine göre ikişer ikişer gruplandırma; üçüncü olarak, her grup ve çiftten haram sayılması muhtemel olan erkeklik, dişilik veya rahimde bulunmak üzere özelliklerini ayrıntılı bir şekilde belirleme; dördüncü olarak, bunların hiçbiri ile haram olmanın bir ilgisi ve temayülünün varlık veya yokluğunun karşılıklı lüzumu, devamlılığı ve yansıması olmadığını açık bir şekilde göstererek, hiçbirinde yaratılış bakımından haram olma sebebinin bulunmadığını ve bundan dolayı ne erkeğinin, ne dişisinin haram olmadıklarını ispat etmiştir ki, işte usûl ilminde açıklandığı üzere, bir müctehidin fıkhî kıyas ile ictihad edip dini hükümler tesbit etmesinin esası da böyle "tahric ve tenkih-ı menât"tır...
...Ey Muhammed, de ki: "Bana vahyedilmiş olanda yiyecek olan kimseye haram kılınmış bir yiyecek bulmuyorum ancak, leş olması, yani tezkiyesiz olarak, Türkçesi bismil olmayarak (besmelesiz) ölmüş bulunması ki, kendi kendine ölmüş, boğulmuş, taşla veya odunla vurularak öldürülmüş, yüksekten düşmüş, boynuzlanmış, canavar parçalayarak ölmüş hayvanların hepsini içine alır. (Bkz: Mâide, 5/3) Yahut, dökülmüş kan olması ki, ciğer, dalak ve kesimden sonra damarlarda kalmış olan kan kalıntısı bunun dışındadır. Yahut domuz eti olması çünkü domuz eti pisliktir, yani mutlaka necistir, pistir...
... Bununla beraber kaydı, "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanları yemeyin. Çünkü onu yemek, yoldan çıkmaktır." (En'âm, 6/121) buyruğu gereğince bilerek Besmele'yi terketmenin; aynı şekilde Mâide sûresinin 3. âyetindeki "Putlar üzerine boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla şans aramanız size haram kılındıBunlar fısktır (insanı yoldan çıkaran kötü şeylerdir)" buyruğu gereğince putlar üzerine kesilen hayvanlar ile kumar kısmetlerinin de "Allah'tan başkası adına kesilenler" kabilinden olduğuna işarettir.
Sonra her kim çaresiz bulunur, helal bir yiyecek bulamaz da aşırı açlık hâlinde zorunlu olarak bunlardan yemek mecburiyetinde kalırsa bağî ve mütecaviz olmadığı, yani diğer bir zor durumda kalmış kimsenin elindekini almadığı ve yemekte zaruret miktarını aşmadığı takdirde Şüphesiz Rabbin bağışlayandır, merhamet edendir; bundan sorumlu tutmaz. (Bakara, 2/173 ve Mâide, 5/3 âyetlerine bkz.) ...

ROMA VE İSLAM KURBAN BAYRAMLARINDA BENZERLİKLER

Romalılarda Teke Kurban İbadeti;

Lupercalia bayramını temsil eden bir çizim
Romalıların 15 Şubat’ta kutladıkları Lupercalia (Luperkaliya) bayramlarında teke kurban etme gelenekleri vardı. Bu gelenek, Luperci (Luperçi) adıyla anılan iki rahipçe yürütülürdü.
Lupercalia, Latince Lupus=kurt adından türme bir addı. Roma şehrinin ve medeniyetinin kurucusu Romus ve Romulus’u emziren “dişi kurt” mitine uzanır. Bu bayramda keçi –teke keserek şehirden kötü ruhları uzaklaştırmış, şehre bereketi getirmiş olduklarına inanıyorlardı. Sonraları tanrı Faunus (Roma’nın Teke tanrısı, Pan’ı) ile kişileştirilmiştir.
Bu iki farklı bayram ayini şöyle yapılıyordu;
Her iki Lupercalia bayramı da köpek veya keçiden seçilen Luperci/kurbanın kesilmesiyle başlıyordu. İki Luperci/rahip, köpek veya keçiyi sunağa yatırıyorlar, kesilen kurbanın kanını taşıyan bıçak alınlarına sürülüyor, sonra kan yün ile silinip bıçak süte batırılıyordu. Bu ritüellerden sonra iki erkeğin kahkaha atması şarttı. Bayram, rahip Luperci’nin keçinin derisini yüzüp ondan bir don yapıp giyerek Palatine tepesi çevresinde belirlenmiş iki menzil arasında koşmaya başlaması, yanından geçtiği kadınlarca da deriden yaptığı dona kırbaçla vurulmasıyla sürüyordu. Kadınların donu kırbaçlamasıyla çıkan yel, kadının bereketini ifade ediyordu. Hristiyanlık çağında 494’de Hristiyan kilisesinin başı olan Gelasius bu arınma bayramı ayinini uygulayan en son kişidir.”
Dilimize çeviren
Alaeddin Yavuz


İslam Öncesi ve İslam’da Teke Tanrı İbadeti;
Bunca kaynaktan sonra Arapların İslam öncesi ve Muhammet çağında yaptıkları Kurban bayramlarının Teke Tanrı İbadeti olduğunu tartışmaya gerek yoktur.
En eski ve en kompleksiz, peygamberin varlığına tanıklık etmiş, eşleri, çocukları, ensar ve sahabelerden zamanına ulaşanlar ile sohbet etmiş, dinlediklerini yazmış siyer yazarlarından olan İbni İshak’ın Kitabül Asnam (Putlar Kitabı)ndan İslam öncesi kurban ritüellerinin yapılışı şöyle anlatılıyor;
Yahudi bebek kurbanı

“...Putlara Kurban Kesme Geleneği;
Araplar putlara tapmayı kolaylaştırmışlardı.
Bazıları bir tapınak bazıları da bir put edinmişlerdi.
Bir puta veya bir tapınağa gücü yetmeyen, Kâbe’nin veya diğer tapınaklardan birinin önüne hoşuna giden bir taşı diker, sonra tapınağı tavaf eder gibi onu tavaf ederdi. Bu taşlara “El Enşab” derlerdi.
Bunlar heykel şeklinde olursa yani belli birer şekilleri olursa bunlara “El Eşnam” veya “El Evşan” derler, onları tavaf etmeye de “Ed Devar” derlerdi.
Birisi bir yolculuk sırasında konakladığında dört tane taş alır, içlerinden en güzelini seçerek onu ilah edinir diğer üçünü de tenceresine pişirme taşı yapardı. Ayrılırken onu orada bırakırdı. Başka konaklayışlarında da aynı şeyi yapardı.
Araplar bütün bu taşlara kurban keserler, hayvan boğazlarlardı. Böylece onlara yaklaşırlardı. Bununla birlikte Kâbe’nin hepsine üstünlüğünü tanırlardı. Hac ve umre için ona giderlerdi.
Yolculukları sırasındaki davranışları da sırf Kâbe’deki hareketlerini hatırlayarak, ona olan derin eğilimlerinden ötürü böyle yapıyorlardı.
Taşlarının veya putlarının yanında kestikleri koyunlara “El Ata’ir” diyorlardı. (Arap dilinde “El Atira, Ez Zabiha” boğazlanmış demektir.) Kurban kestikleri yere de “El İtr” (Sunak) derlerdi.
Bu konuda Zuheyr b. Sulma şunları söylemiştir.
-Onu bıraktı ve bir gözetleme kayasının üzerine uçtu.
Başını kurbanın kana buladığı bir kurban taşı gibi!”
Hüza’dan Muleyh oğulları bunlar “Talha et Talahat’ın soyudurlar. Cine taparlardı. Onlar hakkında şu ayet indi.
-“Muhakkak ki Allah’tan gayri taptıklarınız da sizin gibi kullardır!”

Yukarıdaki çeviri yazıda, “Teke Tanrı İbadeti” ne dayalı “Kurban Bayramı ritüelinde, kurban tekeyi yüzüp derisinden yaptığı don ile Palatine tepesi çevresinde tespit edilmiş iki menzil-nokta arasında gidip gelme geleneği İslam’ın Kurban bayramında yaptığı Hac esnasındaki Safa ve Merve Tepeleri arasındaki Say/Gidip gelme eylemi ilginç şekilde aynıdır.

SAFA MERVE TEPESİNE DİKİLEN İSAF VE NAİLE PUTLARINA İBADET


Asaf ve Naile;  Bunlar Cürhümi kabilesinden Asaf bin Baği adlı erkek ile Naile adlı bir kadındı. Arap mitolojisinde lokal tanrılar olması muhtemeldir. İslam öncesi Arap mitolojisinde Mekke kutsal alanında cinsel ilişkiye girdikleri için tanrılar tarafından yada bizzat kutsal alan (Harem) tarafından taşlaştırıldığına inanılan iki kişiyi temsil ettiği düşünülen totemlere istinaden tapınılan tanrı kültü.
Bir diğer mitolojik hikayeye göre ise, deniz kenarında (muhtemelen Kızıl deniz) bulunuyorlardı ve onlara orada tapınılıyordu. (kendi Kabe’lerine sahip olmaları muhtemeldir).

Yani tapınakları başlangıçta Kızıl deniz sahilinde bir yerdeydi ve diğer tanrı totemleri gibi Mekke kutsal alanına dahil edilip mevcut politeist din içerisinde tapınılmaya başlandı. Bu ikiz tanrılar için bir başka mitolojik hikayede ise gene Mekke kutsal alanında sevişirken yakalandıkları için öldürüldükleri ve sonradan öldürülmelerine üzülen kabile mensuplarınca atalar kültü içerisinde totemlerinin yapılıp tapınıldığına dair rivayetler vardır. Bir başka mitolojik hikayede bahsi geçen ve Amr b.Luhay’ın Cidde sahilinde bulup Mekke’ye getirdiği söylenen daha eski tanrı kültlerinden birisi olup yerel eski tanrılarla bütünleşerek günümüzdeki halini almış olması da muhtemeldir.

Bütün bu değişik anlatımlı hikayelerin sonucunda söz konusu tanrıları temsil eden totemler, günümüzde de İslam tarafından kutsal kabul edilip hac dinsel ritüeli içerisine dahil edilen, o dönemde de kutsal olan Safa ve Merve tepelerine dikilmiş ve adlarına tepede tapınak yapılmıştır, söz konusu eylem büyük ihtimal erken dönemde olmuştur. Kureyş’in ve günümüz Mekke’sinin kurucusu Kusay’ın bölgeyi ele geçirmesi ile anlatımlara göre zamanla gözden düşmüş olması muhtemel bu ilgili totemler söz konusu tepelerden alınıp Kabe’nin önüne, zemzem kuyusunun yanına yerleştirilmişler ve eski saygınlıklarına kavuşmuşlardır.

Bu iki taş bu gün Müslüman hacıların hac ibadeti sırasında yedi kez koşarak gidip geldikleri Kâbe yakınında bulunan Safa ve Merve tepelerinin yanında durmaktadırlar. Bu iki tepenin adlarını bu taşlardan aldıkları sanılsa da bu güne kadar bir açıklama yapılmamıştır.
Kutsal sayılan tepelerden dolayımı bir tanrı kültü yaratıldığı yada tanrıların uzun dönemdir kutsal kabul edilen tepelere mi ait olarak düşünüldüğü belirsizdir. Eski mitolojik inançların yeni inançlar içerisinde devam etmesi yeni bir şey değildir, özellikle Anadolu’da benzer bir çok örnek vardır.

Amr b.Luhay’ın Safa tepesine Nuheyku Mucaridurrih adlı bir tanrıya ait totemi, Merve tepesine ise Mu’timu’t-Tayr adlı tanrıya ait totemi yerleştirdiği İslam mitolojisinde yazmaktadır, bu tanrılar hakkında isimleri dışında bir bilgi yoktur.
İslam öncesi efsanelerden etkilenerek aktarılan bu mitolojik hikayede Amr b.Luhay’ın söz konusu tepelere birden fazla tanrı totemi dikmiş olması muhtemel olduğu gibi, sonradan bir çok lokal efsanede görüldüğü gibi bir çok şey ona isnad edilmişte olabilir. İsaf ve Naile adlı tanrılar ismen İslam içerisinde yaşamazken, aksine Safa ve Merve tepeleri arasında erken dönemden itibaren bu tanrılara yapılan uygulama İslam içerisinde devam etmektedir.

Suriye çöllerinde yaşayan Kelb kabilesince yanlış anlama sonucu olsa gerek Hubel putu ile birlikte tapınılırlardı. Yani birer tanrı ve tanrıça olmuşlardı.(İbn Ishak, op. cit., p. 37.)
İslam Öncesi Arap Tanrıları yazımdan alıntıdır. Diyanet İşlerinden Ahmet GÜÇ’ün de bu yazımdan aynen alıntı yaparak yazımı kaynak göstermeden yayın yaptığına tanık oldum. Bu metindeki bazı yazıların kaynağı sadece İbni İshak değildir. Din adamlarına hırsızlık hak mıdır? Takdir sizindir. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=340365


İslam’da Hac ve Safa Merve Tavafı;
Elmalılı Hmadi Yazır Kur’an Bakara Suresi Tefsirinden;
Bakara 2; 158- Gerçekten Safâ ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir. Onun için her kim hac veya umre niyetiyle Kâ'be'yi ziyaret ederse, bunları tavaf etmesinde ona bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah iyiliğin karşılığını verir, o her şeyi bilir.
... Ezan, cemaat ile namaz, bu cümleden alarak cuma ve bayram namazları ve Hac dinin şeâirinden yani alâmetlerindendirler. Aynı şekilde camiler, minareler, hacdaki ibadet ve özel yerleri de alâmet ve işaretlerdendir ki, Safa ile Merve de bunlardandır. Bundan dolayı: Kâ'be'ye Hac veya umre yapan kimsenin tavafı bu ikisiyle yani Safâ ve Merve ile yapmaya çalışmasında hiç bir suç, hiç bir günah yoktur.
Hac, sözlükte özel bir ma ksat ve niyet anlamına gelir. Bir şeye çokça gidip gelmek mânâsını da ifade eder.
İ'timar yani umre de ziyaret demektir. Dini bakımdan da hac ve umre, Beyt-i Şerif'i bilinen şekilde, niyetle ziyaret etmektir. Hacc'ın özel bir vakti vardır. Umre'nin yoktur. Bunların geniş açıklamaları fıkıh kitaplarına aittir. Burada "Tavaf etmek" iki kaydı içine alır:
1- Asıl tavaf, yani Kâ'be'nin etrafında dolaşmak,
2- Tatavvuf, yani bu tavafta zorlanmadır.
Tefsiri 2-158- Mescid-i Haram etrafında bulunan Safâ ve Merve tepeleri Allah'ın alâmetlerindendirİbadet ve O'na yaklaşmak için konulmuş belirtilerden, özel işaretlerden ve hac ibadetinin yapıldığı yerlerdendir.

Esasen safâ, kaypak taş; merve, küçük ve yumuşak taş demek olup, lâm-ı tarif ile Safâ ve Merve Mekke'de bilinen iki tepenin özel isimleridir. Harf-i tarifleri el-Beyt, en-Necm gibi lazımdır...
Buna karşılık Peygamber (s.a.v.) Efendimiz hacc-ı şeriflerinde Safâ'ya y a klaştıkları zaman: "Safâ ve Merve Allah'ın alâmetlerindendir. Allah'ın başladığı ile başlayınız." diye emretmiş ve kendisi Safâ'dan başlayıp, Beyt'i görünceye kadar üzerine çıkmıştır. Bir hadis-i şerifinde de bu hususta: "Allah size sa'yi farz kılmıştır, sa'y yapınız." buyurarak sa'yin vacib olduğunu göstermiştir. Gerçi burada asıl mânâsıyla koşmak demek olan sa'y, vacib olmayıp "Allah'ın zikrine koşunuz." (Cum'a, 62/9) emrinde olduğu gibi sadece yürümenin yeterli olacağı kabul edilmiş ise de en azından koşar gibi biraz hızlıca "Remel" denen yürüyüş şekli mendubdur. Kısaca tavafta Safâ ve Merve ile tavafta zorlanmanın vacib olduğu da anlaşılmaktadır....

...Aynı zamanda anılan hadisler ve teâmül ise vacib olduğunu göstermektedir. Öyle ise bu zorlu tavaf ne kesin bir farzdır, ne de nafiledir. Belki farza benzerliği bulunan zannî bir vacibdir. Farz denemez, çünk ü "Ona bir günah yoktur." ifadesi mendubluğu ve mübahlığı da içine almaktadır...
...Tavafa Safâ' d an başlamak, farz değilse de vacib oldu. Fakat İmam Şâfiî, farz ile vacibi birbirinden ayırmadığı için Şâfiîlerce farz ve vacib bir sayıldı.

Hz. Ömer bir defa Safâ ile Merve arasında koşmamış, sadece yürümüş ve buyurmuştur ki: "Yürüyorsam Resulullah'ı yürür gördüm, koşarsam Resulullah'ı koşar da gördüm."

Resulullah Efendimiz yukardaki şekilde Safâ ile Merve arasında tavaf ederken müşriklere karşı kuvvetini göstermek için sa'y etmiş, yani koşmuştu. Bunun hatırası olmak üzere koşar gibi yürümek sünnet olmuş ve bu zahmetli tavafa sa'y denmiştir.
Bunun meşruluğunun aslı ve bu tepelerin, Allah'ın alâmetlerinden olması ise şu meşhur hikayeden dolayı olduğu da açıklanmıştır:
Hz. İbrahim bırakıp gittikten sonra bu vadide Hacer ile İsmail susuzluktan son derece daralmışlardı. Hacer, ciğerparesi olan oğlunu Harem mevkiine koymuş, su aramak için tepeden tepeye koşmuştu. Bu sırada Cenab-ı Allah yardımını göstererek Zemzem kuyusunun yerinden su fışkırtmış ve son dereceye gelen zaruret hallerinde imdatlarına yetişmişti...”

Elmalılı Hamdi Yazır hoca bunları tespit etmiş, diyanet dei günümüz diyaneti de bu kaynakları onaylamıştır. Safa ve Merve tepeleri ile Roma’nın PALATİNE tepesinde aynı ritüellerin Hristiyanlık öncesinden Hristiyanlık çağında 5.yüzyıla kadar tekrarlanmasındaki benzerliği takdirlerinize bırakıyorum.
Benim kanaatim, Sümerlerde tanrıların oturdukları bulutların üstündeki tepeye Ezida, Greklerin tanrılarının aynı değerdeki tepesi de Olimpos’tu, örnekleri sıralamak yer ve zaman alacağından ve konuyu dağıtacağından dolayı kısaca bütün eski dinlerde tepeler kutsaldır. Heredot’un yazdığına göre Teke Tanrı İbadetini Yunanlılar Mısır’dan almışlardır. M.Ö.4.yy.larda Büyük İskender imparatorluğu çağında da İskender’in tanrısı Pan Roma’ya geçmiş ve Satürn’ün torunu satir FAUNUS adını almıştır.

İleriki dönemde Mısır’ın 180 derece zıt yönlere bakan boynuzları olan Ptah’tan esinlenilerek “İNSAN ŞEKİLLİ, ÖNE VE ARKAYA BAKAN İKİ YÜZÜ İLE JANUS haline getirilmiştir. Hristiyanlığa kadar bu Janus ibadeti sürmüştür. Çünkü Romalılar, Mısır-Arap-Grek geleneklerinde yapılan, sokak ortasında bir ağacın etrafında çember olarak toplu cinsel ilişki ayinlerini glünç bulup kaldırdıkları gibi, ileriki dönemde pasif eçcinselliği, tümüyle eşcinselliği ve birinci, ikinci derece akraba ve çocuklarıyla evlilikleri de yasaklayacaklardır. Bunları sırası geldiğinde okuyacaksınız.
Sonuç olarak, Roma’nın Lupercalia Kurban bayramlarında yaptıkları teke kurbanı ritüelleri de Grek hakimiyeti kalıntıları olabilir. Çünkü, Roma’ın imparatorluk olması M.Ö.117-27 yılları arasında gerçekleşmiştir.

Rüya Yorumunda Keçi;Keçi
Havanin güzel olacagini haber veren hayvandir. Bir keçinin saldirisina ugradiginizi görmek, etraftaki insanlara dikkat edilmesi gerektigi anlamina gelir.
Kecı
Keçi görmek inatçilikla yorumlanir. Kirmani ye göre; Rüyasinda bir keçi buldugunu veya bir keçisi oldugunu görmek, koyun gibi yorumlanir. Teke görmek de aynidir. Erkek oglak, yani keçi yavrusu görmek, evladi olmaya; yemek için olmadigi halde bir oglak kesmek, çocugunun ölümüne; yemek için kestigini görmek, evlat malindan faydalanmaya; bir oglagi kesildigini görmek kötüye; kendisine oglak eti verildigini Çok mala isarettir. Hz. Ali ye göre; rüyasinda bir erkek oglagi kulagindan tutup evine getiren ve orada keserek etinden yedigini gören, kirk yil fakirlik çeker, disi oglak evlat ile tabir olunur. Bir baska rivayete görede: Rüyada keçi görmek, cahil, inatçi ve ahmak bir kimseye isarettir. Bazi tabirciler keçi dini bütün ve saglam bir kimseye isarettir, demislerdir. Ayrica Bak KOYUN VE

Çin'de gümüş teke
zenginlik sembolü olarak bulundurulur
KEÇI
Keçi
Dişi keçi kadına, çocuğa, emlake, tarımcılığa; Keçi sağmak rızık teminine, güzel ilişkiye, ilm i siyasete, insanlara mudara yapmaya, Erkek keçi (teke) tedbir sahibi kimseye, şerefli ve muteber bir adama, Erkek oğlak evlada, onun eti mal ve dünyalığa, yemmek maksadı dışında erkek oğlak kesmek çocuğun vefat etmesine, Erkek oğlağı kulağından tutarak eve götürmek ve orada kesip etinden yemek kırk yıl yoksulluk çekmemeye, Keçi tersi şerefli bir kimsenin malına, keçinin kılı mala, Dişi oğlak kız evladına, eti mal elde etmeye delalet eder. (Ayrıca Bakınız; Dağkeçisi, Teke.)

Keçi görmek muradınıza ereceğinize işaret eder. Bir keçinin saldırısına uğradığınızı görmek, etraftaki insanlara dikkat edilmesi gerektiği anlamındadır.
Eğer bir keçinin saldırısına uğradığınızı gördüyseniz, işyerinde rakiplerinize dikkat etmeniz gerekiyor.
İyi niyetli, ama kuşkucu ve aksi arkadaştır.
Havanın güzel olacağını haber veren hayvandır. Bir keçinin saldırısına uğradığınızı görmek, etraftaki insanlara dikkat edilmesi gerektiği anlamına gelir.
Havanın güzel olacağını haber veren hayvandır. Bir keçinin saldırısına uğradığınızı görmek, etraftaki insanlara dikkat edilmesi gerektiği anlamına gelir.

Muhammet’in kitabında İncil’den kasıt, Süryanice/Aramice olan İncildir. Bu İnciller de Nasturi, Süryani ve Sabi İncilleridir. Ama kesinlikle Grek İncilleri değildir.
Okuyalım;

İncil’de Hazreti Muhammed’e Ait İşaretler

İbn-i İshak der ki: Meryem oğlu İsa’nın, kendisine Tanrı tarafından gönderilen İncil’de zikrettiği Tanrı   elçisinin sıfatı, onun kutsal kitabından İncil’i ayırıp yazan Yuhanna’nın Tanrı elçisi hakkında tesbit ettiği şeyler bana ulaştı. İsa (İncil’de) şöyle demiş: Beni sevmeyen, Tanrıyı da sevmemiş olur. Ben onların katında benden önce kimsenin yapmadığı işleri yapmasaydım onların hiç bir suçları olmazdı; ama onlar şimdiden şımarıp bana ve Tanrıya üstün geleceklerini sandılar, fakat ilahi kanunda söz muhakkak yerine gelecektir. Onlar beni haksız olarak sevmediler. Tanrının göndereceği Munhamenna ve gene Tanrı tarafından gelen Ruhulkudus gelseydi o bana tanıklık ederdi. Siz de ederdiniz; çünkü eskiden beri benimle beraberdiniz.” Bunları size söyledim ki sonra şikayet etmiyesiniz.”

 

Muhammed Adının Anlamı

Burada geçen Munhamenna, Süryanicede Muhammed (Hamd edilmiş   = övülmüş) manasına gelmektedir. Bunun Rumca karşılığı Baraklitus‘tur.”S-147

Ayrıca şahsen dikkatimi çeken bir konu da yıllardır örencilik hayatımdan başlayarak okuduğum çok sayıda Türkçe ve İngilizce kaynakta, peygamber Muhammet’ten önce ve onun çağında “Muhammet” adının hiç geçmmesidir.
Bu da, çok ilginçtir ve acaba bu adı kullanılması neyi hedeflemektedir anlayabilmiş değilim.
İbni İshak’ın belirttiği gibi “Arami” dilinde “Munhamenna” adını, Kureyşli Yezidi bir Arap olan Muhammet’in annesi niye seçmişti?
O da mı Nasturi Yahudi Hristiyandı yoksa anlatılageldiği gibi öneryile mi koymuştu?
Çünkü, onun gödüğü rüyayı peygamberlik olara yorumlayan Mekke Nasturi kilisesi baş keşisi amcaoğlu Varaka Bin Nefvel’in, yıllar önce bir haç sonrası dört akrabası ile, “yeni bir din bulma için” ayrıldıkları, Varaka’nın Nasrani olarak döndüğünü” yazdığı “Siretül Resülullah” kitabında “Muhammet, peygamber olacak da halkını kurtaracak” diye hayıflandığını ve halkın kurtarıcısı olarak görüldüğünü ve yazmıştır.
Tarihleri boyunca hiçbir peygamber gönderilmemiş Hicaz Araplarının bir peygamer beklentileri olduğu bu kitapta geçtiği gibi,bu kavmin tarih boyunca uyarılmadığını Yasin Suresi 6’da “Babaları uyarılmamış bir kavmi Kuran ile uyarmasamıydık?” ayeti tefsirinde Elmalılı Hamdi Yazır kendinden öneki Arap tefsircilerden derlediği blgiler ışığında şöyle tespit yapmıştır;
“...Bir kavmi ki, babaları korkutulmadı. Pek uzak dedelerine değilse de yakın babalarına uyarıcı, yani Allah korkusunu anlatacak peygamber gönderilmedi de onlar, o kavim gafil kimselerdir. Doğru yolun ne olduğundan, sonucun nereye varacağından haberleri yoktur.” Tespitini koyarken Kur’an ile sakın Arapların şereflenmelerini ortaya koymuştur.

Bakara 198 ayeti de Hac görevlerini anlatırken İslam öncesi “sapmışlar/sapkınlar topluğuğuydunuz” demektedir;
Bakara 2;198 Meali/Türkçesi- Rabbi nizin lütfunu istemenizde size bir günah yoktur. Arafat'tan indiğiniz zaman Meş'ar-i Haram yanında (Müzdelife'de) Allah'ı zikredin. O'nu, size gösterdiği şekilde zikredin. Doğrusu siz, bundan önce gerçekten sapmışlardandınız.”

Tefsiri yani Açıklaması;(Uzun bir konudur, ben sadece, konumuz gereği olanı aldım.)
“...Çünkü namaz en büyük zikirdir. Bundan başka, ve Allah size böyle güzel hidayetler bahşettiği gibi, siz de orada vakfe yapıp, telbiye, tehlil ve dualarla, bilebildiğiniz güzel güzel zikirlerle O'nu anın. Bilirsiniz ya siz bundan önce sapıklıklar içindeydiniz. İman ve ibadetten haberiniz yok, ne yaptığını bilmez şaşkınlar topluluğundandınız...”
Ayetin de tefsirin de belirttiği sapıklıkları bundan sonra çokgeniş olarak inceleyeceğiz.

Muhammet adının Yunanca karşılığının Baraklitus olması ve bunun İbni İshak tarafından belirtilmeye gerek görülmesi bile Arapların Grek/Yunan kültürü olmadan kendilerini ifade edemediklerini göstermektedir.
Bir de Grek teke tanrısı Pan’a da Suriye’li Moabilerden aldıkları Hubel/Allah putuna teke şeytan olarak tapındıklarını daha kolay algılamamıza yardım etmektedir.
Görüldüğü gibi Süryaniler kendilerini Rum sayarlar ve Muhammet adının Grek dilindeki karşılığı da verilmiştir.
Mevcut Grek İncil’inde Yuhanna bölümünde böyle bir ayet yoktur. Uydurma olduğu kesindir. Ancak Sabilerin kitaplarında “Ahmet” adı da doğrudan “Arap Ahmet, Marsın kılıcı, kan dökücü Muhammet, şeytanın oğlu Muhammet” geçer.

Süryani ve Nasturi Hristiyanların kitabı Ginze Rabba’dan Okuyalım;
Yalancı peygamberler çıkardıkları iddia edilir;
“Onlar mescitler inşa ettiler, sahte peygamberlerin yanında durdular, onlara tapındılar. Bazıları “Biz peygamberiz” dediler, oysa bu yalandır ve şeytanları yücelttiler.

Sabiler Hz. Muhammet’e şu sıfatları yakıştırmışlardır;

“Arap Abdullah” (Abdula Arabiya/Arbaya)
“Büyücü/Şeytan Bizbat’ın oğlu Ahmet” (Ahmat bar Bizbat)
“Ruha’nın oğlu Muhammed” (Muhamat brah d Ruha)
“Arap peygamber” (Nbiha arbaya)
“Arapların kralı” (Malka d Arbaya)
Ginza ve Draşya d Yahya adlı kutsal metinlerinde Muhammet’in “düyaya çok kötülük getiren kişi”   olduğu, Divanı Abatur’da (S.29) ise “zarar yıkım çocuğu” şeklinde anılır.””
İşte Muhammet’e nasıl baktılarını okuduk.

İran Nasturileri Tomas, El Cezire (Mezopotamya) Nasturileri Barnaba İncilleri, Süryaniler Pşitto İncili okumalarına rağmen hepsinde peygamber Muhammet “Yalancı, sahte peygamberdir.

Oysa bu günkü Cinze kitabı, Süryanilerin okudukları 60 ve Nasturilerin okudukları 48 kadar kitap, 40 kitaptan oluşan Tevrat, 4 Grek İncil’i, Barnaba, Tomas, Habeş İncilleri ve 145 kadar İncil o zaman da vardı. Kullandığımız ve sayfalı kitap (Mushaf) yapmakta kullanılan Parşömen kağıt Muhammet’ten 620 yıl önce M.Ö.50’de Bergama’da Romalılar tarafından icat edilmişti. Araplar bu yüzden sayfalı kitaplara “Mushaf” diyorlardı. Madem ki melek Cebrail gelip sana okumayı öğretti, insan alır bir okur yani değil mi?
Mesela Tevrat’ta Üzeyir (Rahip Ezra, Tevrat’ı yeniden yazan) peygambere Tevrat’ta “Allah” denildiğine ben rastlamadım. Yahudiler de inkar ederler, başkalarının da bu ayeti bulduklarına tanık olmadım.

Demek ki Allah ta Cebrail de Muhammet’e okuryazarlığı öğretmeyi başaramamıştır. Aksi halde bu kadar Hristiyan kuşatmasında olan birisi bu kitapları ezberler. Ben dokuz yıldır İnternet’te blog yazarlığı yapıyorum ve okuduğum Tevrat, İncil ve diğer din kitaplarındaki olayların çoğunu üç yıldır okumamama rağmen hatırlayabiliyorum.
Muhammet’i ben şahsen oldukça embesil buluyorum. Yürümeğe başladığından beri Tevrat-İncil içinde büyü ve bu kadar ebleh ol. Ancak bu da Arap Muhammet’e yakışır. Aynen Yunus Emre’nin dediği gibi “Okumadan alim olanın, kitapsız bilgin olanın rehberi şeytan olmuştur”.
Ne kadar da doğru.
Kur’an’ın eskilerinin yakılıp, halife Osman zamanında yeniden yazılmasının da sebebi kesinlikle bu olmalıdır diyorum.
Peygamber Muhammet ve Kureyşliler üzerindeki Hristiyan kuşatmasını, Muhammet’in çocukluğundan beri peygamber olarak yetiştirilmesini delilleriyle verdikten sonra şimdi, Kur’an’a da geçen “peygambere dini birileri öğretiyor” iddiasına geçiyoruz.

M.S.II.yüzyılda tekrar eski gücüne kavuşan İranlılar (Sasaniler) bölgeyi Greklerden temizlemiş, Arap yarımadasında da kendi azınlıklarını yerleştirirken Zervanilik adındaki şeytana ibadet etmeyi emreden dinlerini de kabul ettirmişlerdi.

İslam öncesi peygamber Muhammet’in kavminin dini bu İran Zervaniliğini kendi geleneksel dinleriyle harmanlayıp iman ettikleri dinleri de Yezidilikti, ki Muhammet, kendisi de Ezdi kabilesinden olduğunu söylediği “Hüküm Ezd’dedir” hadisine bağlayarak siyer yazarları yazmaktadırlar;
“Emanet Ezd’dedir.” -Tirmizi,Sünen,no 3936-
“Ezd kabilesinden olanlar, Allah’ın yeryüzündeki aslanlarıdırlar. İnsanlar onları alçaltmak isterlerken, Allah onları yükseltir. öyle bir zaman gelecektir ki, kişi hep ‘keşke babam bir Ezd’li olsaydı, keşke anam bir Ezd’li olsaydı’ diyecek” -Tirmizi,no:3937-
Ezdiler (Farsça-Türkçe’de Yezidiler) ve diğer Çöl Araplarının “Azazel” adlı “Teke/Keçi” tanrılara tapındığını, M.Ö.VI.yy.da yani günümüzden “2.600” yıl, Hz. Muhammet’ten”1100” yıl kadar önce, Üzeyir peygamber, (Katip Ezra) tarafından yazılmış Tevrat’ın Levililer kitabında görüyoruz;
İsa'nın Allah değil Azazel şeytanı
olduğunu iddia eden bir tasvir

Lev.16: 10 Azazel’e düşen tekeyi ise halkın günahlarını bağışlatmak için canlı olarak RAB’be sunacak. Onu çöle salıp Azazel’e gönderecek.
Lev.17: 7 İsrail halkı taptığı teke ilahlara artık kurban kesmeyecek. Bu yasa kuşaklar boyunca geçerli olacak.
D Not 17:7 “Teke ilahlar” ya da “Teke görünümlü cinler.”

Okuduğunuz ayetlerin kitabı Tevrat’ta çöl Araplarında ve Yahudilerde “Teke Tanrı” ya tapınma kesindir.
Hicaz Mecusiliği/Yezidiliğinden, Emevi Halifelerinden Mervan’ın soyundan Şeyh Adi tarafından üretilen Kürt Yezidilik dininde de tanrı bu “TEKE TANRI AZAZEL” dir ve adı “Azazil ve Tavus” olarak geçmektedir;
“İlk gün, yani pazar günü, Azazil adlı meleği yarattı; işte o, hepsinin başkanı olan Ta’us Melek (Tavuskuşu Melek) ‘tir.” Kitapları Mushafı Reş’in ayeti böyle demektedir. Aşağıda da okuyacağız.
İslam öncesi Kâbe’nin Hubel putu yani Allah da “Kadın memeleri  olan keçi başlı bir tanrıydı. Ya da Hubel Greklerin Lucifer’i Erkek Teke, kızı Uzza da Dişi Bafomet’di. Böyle kavramları da İslam öncesi Sabilik Sin Mezhebi geleneklerine göre “saf tutarak namaz kılıp, kurban kesen, oruç tutan” İngiltere, İskoçya, İrlanda ve kuzey Avrupa geleneklerinden okuyacağız.

Anadolu Rumları buna “Bafomet” adıyla tapınıyorlardı. Tapınak Fahişe Kült merkezleri ile yaşadıkları bölge adlarında bunları görebiliyoruz. Paflagonya, Bafra, Bafa Gölü, Kıbrıs Baf şehirleri adını bu şeytandan alırlar. Bunlar, namaz, oruç, kurban her şeyi günümüz Müslümanları gibi yapıyorlardı. Bu gün Gürcüler, Ermeiler, Ruslar, Bulgarlar, Macarlar ve Kutsal İtttifak öncesi Alman kavimlerinde de bunlar vardı. Rönesans’ı başlatan Martin Luther böyle bir mezhepten gelmeydi. Yıldırım krkusundan tapınağa çilekeş rahip olarak endini adamıştı.
Dişi Şeytan Taus (karşılığı Bafomet) ile erkek şeytan Azazil’e (Karşılığı Lucifer) ibadet eden Yezidilerin bazılar iki, üç, bazıları beş vakit namaz kılıyorlardı. Günümüz Yezidi Kürtleri işte bu tanrıya yani Keçi Şeytan Azazel’e tapındıklarını kitaplarıyla ifade ediyorlar. Hem de, Yahudiler, Hristiyanlar ile Müslümanların tanrılarına “küfür ettiklerini” de belirtiyorlar.
Azazel-Lucifer

Şimdi şu Kur’an’ın yetmiş sayfasını keçi nasıl yedi? Konusunu okuyalım;
(Alıntı’dır)
Nafî İbn-i Ömer’den nakleder ki: “Hiçbiriniz ben “Kur’an’ın tümünü öğrendim” demesin. Çünkü ne biliyor Kur’an’ın bir çoğu kaybolup gitmiştir. Sadece desin ki ben Kur’an’dan ortada olan kısmını öğrendim”
El-İtkan (Suyûtî), c.2, s.25
“…Fakat Allah Kuran’ı koruyacağını açıkça belirtmiştir;
Hicr 9. “Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.”
Taa ki o Mübarek keçi Kur’an’ın bazı ayetlerini yiyinceye kadar;
Aişe (r.anh) nakleder: “Recm ve büyüklerin on defa süt emzirmesi hususundaki ayetler benim yatağımın altında bulunan bir sayfa üzerinde yazılı idi. Peygamber vefat edince Peygamber’in vefatıyla meşgul olduk da keçi gelip onları yedi.” (Kynk-Dar-e Kutni, c.4, s.105, İbn-i Mâce “Sahih Muslim”, Hadis 2634, c.1, s.625)
Mübarek keçinin yediği ayetler recm ile ilgili idi. Ayşe, Müslim ve Tırmızi’nin bize aktardığı hadislerde bu ayetlerin varlığından söz etmiştir;
“…Keçinin yemesi sonucu Kuran’dan çıkan taşlama ayetini Ömer Kuran’a tekrar sokmak istedi; ancak halkın dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi…” (Buhari 53/5; 54/9; 83/3; 93/21; Muslim, Hudud 8/1431; Ebu Davut 41/1; Itkan 2/34).
Kenz-ül Ummal’da Ömer b. Hattab’ın Müsned’inden naklen, Ömer’in Hüzeyfe’ye şöyle dediği nakledilmiştir: Ömer b. Hattab bana dedi ki: “Ahzap suresinin (ayetlerini) kaç olarak sayıyorsunuz?” Ben de “72 veya 73 olarak” dedim. O da şöyle dedi: “Oysa (büyüklükte) Bakara suresine yakındı! Recm ayeti de onun içindeydi.”

Arşı Alayı Tutan Keçi Başlı Melekler...

kynk-Buhari-Kitab-ül Sitte- ,
Pan/Bafomet'e insan kurbanı. Grek resmi
Evrenin Yaratılış Bölümü Hadis 1687 Hadis kaynağı; Abbas İbnu Abdilmuttalib, Batha nam mevkide, aralarında Resulullah (sav)`ın da bulunduğu bir grup insanla oturuyordum. Derken bir bulut geçti. Herkes ona baktı. Resulullah (sav): "Bunun ismi nedir bileniniz var mı ?" diye sordu. "Evet bu buluttur!" dediler.
Resulullah (sav): "Buna müzn de denir" dedi. Oradakiler: "Evet müzn de denir" dediler.
Bunun üzerine Resulullah (sav): "Anan da denir" buyurdu.
Ashab da: "Evet anan da denir" dediler.
Sonra Hz. Peygamber (sav): "Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?" diye sordu. "Hayır, vallahi bilmiyoruz!" diye cevapladılar.
"Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema(nın uzaklığı da) böyledir." Resulullah (sav) yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilave etti: "Yedinci semanın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabani keçi (süretinde melek) var.
Bunların sınnakları ile dizleri arasında iki sema arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının gerisinde Arş var, Arş`ın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık kadar mesafe var, Allah, bütün bunların fevkindedir"
Hadis kaynağı, İslam mitolojisine de Teke/Keçi Tanrı tanrı kavramının geçtiğini, İslam öncesi kabul gördüğünden dolayı evrenin izahında kullanılmasını ve bize Sümer’in Enki’sinin Oğlak Burcu takımyıldızının da tanrısı olmasını hatırlatmaktadır.

Masonlarda TEKEye binme
geleneği
Bafomet (Lat;Baphomet) adının çağdaş edebiyata girmesi, asıl adı Alphonse Louis Constant olan ama Elphas Levi Zahed adlı ünlü Fransız Yahudi büyü, Kabala ve gizli öğretiler uzmanının 1854’de Dogme et Rituel de la Haute Magie Kabala adlı kitabında geçmektedir.
Buna rağmen, Aramiler hakkında kaynak kabul edilen Edward Lepinski’nin “Aramean and Their Religions” adlı kitabında Aramilerin (Sabiler) Ürdün, Fırat nehirlerine batırılarak yaptıkları vaftizden başka, zeytinyağı ile ovularak vaftiz edildiklerini, böyle vaftiz edilenlere de “Ahmed” adının verildiğini yazar.
Günümüzde bile Yunan Ortodoks Hristiyanları hala zeytinyağı ile ovularak vaftiz olurlar. Yunanca “BAPHE=Vaftiz” ile “METİS=Ustalık” adlarının bileşiminden de Muhammet adının Latincesi olan “MAHOMET” üretildiği Tapınak Şövalyeleri ve onların ardılı olan Mason araştırmacılarınca iddia edilmektedir.
Bu etimolojik bilgiler ışında ülkemizde geçmiş Hristiyanlık öncesi çağlarda Teke Tanrı Dini kült merkezlerinin olduğu ve “Paflagonya olarak da bilinen Rize’den Üsküdar’a kadar olan Karadeniz bölgesinden başlayarak bazı şehirlerimizin adlarına bakalım;

Fahir İz ile H.C.HONY tarafından ilk, A.D.ALDERSON ve Fahir İz tarafından ikinci basımı hazırlanan ve Anka Ofset Ankara’da 1993’de basımı yapılan “The Oxford English Turkish Dictionary”  adlı İngilizce Türkçe sözlüğün 386’ncı sayfasında “Paphlagonia; Kastamonu Bölgesi”, Paph-ian; Venüs’e tapınmaya mahsus Pafos şehrine ait; Fuhşa ait; Pafos’lu Fahişe; Paphianos;Pafos şehri” karşılıklarına baktığımızda, Bafomet/Lusifer şeytanının “erilini” temsil eden Merkür, Mars, ve Güneş iken “dişilini” de Venüs, Jüpiter ve Ay olduğunu, Kastamonu’da da “dişil Bafomet Venüs ibadeti yapılan bu dinlere ait Tapınak Fahişeliği Dini izlerini görmekteyiz.

Öyle ki, Sümer’de Enki, Mısır’da Ptah, Sabilerde Ptahil gibi cinselliğe düşkün olarak Yunan mitolojisinde, doğduğunda, keçi başı ve keçi bacakları, ayakları ile kahkahalarla gülerek doğan Pan annesini korkutup kaçırmışsa da ömrünce Satir denilen perileri, hoşuna giden kadın ve oğlanları becermeye düşkün, tecavüzcü bir tanrı olarak yer almış, Latin dinine Faunus olarak geçmiştir.
Babil’de Küçük Ayı Takımyıldızına ortada duran Satir denilen keçi tanrı etrafında büyülü güçlere kavuşmak için “Dans edilen Keçiler” denilmektedir.
Sümer’in komşuları olan Kaldeliler, balık kuyruklu Keçi/Teke sembolünü benimsemişlerdir. Kaldelilerden sonra gelen Babil toplumunda Oannes (Yunus) ile Filistinlilerin Dagon’unun da Oğlak/Teke ile özdeşleştirildiğine rastlanılmıştır.
Burçlarda Oğlak dışarıyı, babayı, zıttı/dişili olan Yengeç de hileyi, anneyi temsil etmektedir.

Şimdi, Dişi Bafomet ve Erkek Lucifer şeytan ibadetleri hakkında dilimize çevirdiğim bir yazıyı okuyalım ve Hristiyanlık öncesi İrlanda, İngiltere, Avrupasında Bafomet ibadetinin nasıl yaşandığına tanık olalım;

Baphomet&Opfer
From Opfer, Fenrir Vol.II.No 2

Opfer sözü, sembolik veya başka değişle belirli ayinler esnasında yapılan kurbanı ifade eder. Genelde iki tür Opfer vardır;
1; dünya ve arzu edilen enerjiye ulaşılabilmek için Opfer/kurban gerektiren yer arasında Nexion yani bir YILDIZ KAPISI açmak için,
2; Bu yolla evrenin çalışacağına olan toplam inançlara atfen yapılır.
(Opfer’in üçüncü türü de ölüm ritüelleriyle birleştirilmişidir.)

Geleneklere göre ikinci tip, çağdaş zamanların terimlerinde ( bu da ileri medeniyet, teknoloji de gerektirmektedir) 17 yılda bir kozmik dengeyi alıkoymak için bir kez kurban gereklidir.
Seçilmiş olan onurlu bir (erkek) rahip olmalı ve katılan çok sayıda kadın ruhban arasında yapılmalıdır.
Kurban rahibin başının gösterilmesi
Bu katılım tipik bir “Hierosgamos” (İnanna’nın Dumuzi ile yaptığı TANRI/TANRIÇA İLE Kul’un cinsel birleşmesidir) ayinidir ve bu birleşmenin ürünü olan döle büyük onur verilecektir. Ayinin içinde Opfer/kurbanın başı kesilir ve gündüz ve gece herkese gösterilir (Bu gelenek uzak geçmişte daha uzun sürüyordu). Ayin kutsal yerin dışında taştan çemberler içinde veya yüksek tepelerin başında icra edilmeye başlanır.

Seçilmiş olan, var oluşun nedensizşiğini paylaşam kurban olması ve bu nedenle ölümsüz olması yüzünden muktedirdir. Her ne kadar ileriki çağlarda gönüllü olmadığı kolayca düşünülse de bu “Gönüllü Kurbanlık” olabilmektedir.
Geleneksel olarak bu tarz Albion (eski İngiltere çağı)a kadar uzanır ve bu ayin özünde umum önünde, yapılmasına rağmen faha çok gizlenen bir ayindir.
Bu geleneklerin (Opfer ile sonra eren geri çağırma ayinleri), erken çağlardaki özlerini yansıtan (sözler, ilahiler) dışında günümüze kalanlar nedir ki?
Bu öz, Karanlık Tanrıça Bafomet’i temsil eden Yeryüzünün Hanımefendisinin rolü olarak uygulanmış olabilir.
Kurban/Opfer, Bafomet içindi ve bu yüzden de Erkeklerden seçilirdi. Aslında bütün ayin (Geri çağırma), Yeryüzünün Hanımefendisi/Tanrıçasını onun karanlık, zalim ve kötü kişilikli görünümündeki Karanlık Tanrıçayı kutlamak olarak görülebilir. Kesik başı, Bafomet ibadetiyle birleştiren, Bafometi temsil eden geleneksel din, Albion’dan kaynaklanıyordu.
Bafomet’i, “Lusifer/Şeytan’ın gelini olarak tanımlamak, yeryüzünün bağlı olduğu Karanlık Tanrıları temsil eden Şeytan/Şeytanların adlarının kullanıldığı10.cu,11.nci yüzyıllara uzanır.

Albion’da erken Hyperborean (Eski Yunan tanrıları çağı) çağlarında ışık ve karanlık arasında ahlaki belriginliğin olup olmadığını hatırlamak önemlidir; İkisi, aynı şeyinfarklı görünümleri olarak görülüyordu. Bu yüzden, Yeryüzünün Hanımefendisi (Tanrıça) olarak Bafomet’i (Karanlık görünüm) ve Gaya’yı (Toprak Ana) olarak biliyorduk. Bunun gibi “eril görünümünde “ Şeytan/Lucifer veya Diyonisus/Kabeyroy ve Apollo olarak algılıyorduk. Şimdi anlıyoruz ki bütün bu bilinçli/bilinçsiz semboller gerçeklik (gerçekliğin yeri=nedenli/nedensiz ortaya çıkışların yeri) üzerine nedensizce odaklanmış, usta olmayan bilinçlilik hali ile anlaşılabilecek Kader Ağacını barındıran yedi küreli yıldız kapısı (nexion) gibidir.
Amerika Teke şeytan Bafomet heykeli


Bu yüzden Merkür, Mars, Güneş gibi erkek küreler ile Venüs ve Jüpiter gibi dişi (Satürn ve ötesi tahminlerin ötesinde kaostur) kürelerMerkür’ün küresi Lusifer/Şeytan’ın tekrar eden varlığıdır.
Bafomet ibadeti, dişil enerjilerin karanlık görünümüydü ve bu bağlamda ibadet, bilinç/anlamaya yönelik bütünleşmek için çabalamak demekti.
“Işık/Nur “ ibadetinin gününümüze kalan görünümü, Septenary (7 gök cisminin yarattığı 7 sayısına dayalı ibadet geleneği) geleneğinde “Aktlal Maka” dır ve Dokuz Açıdan oluşan biçimin doğasıdır. Bafomet ve Yeryüzünün Hanımefendisi ile birleştirilmiş geleneklerin Geri Çağırma Ayinlerinin özünde daha karanlık görünümler kalmıştır.
Tanrıçanın gerçek adının iki görünümünde de bize, Bafomet’ten önce genel olarak kullanılan “Darkat (Lilit’in erken şekli)” geleneklerde kalmıştır.
Azanigin” adı her nasılsa “Aktlal Maka” Işık/Nur/Gaya görünümünde olduğu gibiyse de bunlar 20.yüzyıla ait zanlardır, şivelerde yer almamıştır. (Karanlık) Tanrıça ibadetlerinin bazı görünümleri, Grek/Yunan zamanlarında esrarlı kültlerde (Kabeiroi, ve hatta Işığın Görünümü için Eleusis) kalmış, bunlar “dolaylı kalıntılardır” ve “doğrudan kalıntı” olan çağdaş Septenary/Yedili geleneği ise Albion’dan kalmadır.
“Bafomet” adının   kullanımı, onun resimli temsil edilme geleneğinin de uzandığı 10ncu veya 11nci yüzyıllardan daha eski değildir.
Eğer Bafomet adıyla anılmışlığ varsa da bunlara ait kayıtlar kaybolmuş veya kahybedilmiştir.
Bu yüzden “Işık/Nur” veya “Kötü/Karanlık’ın” erkek Lucifer/Şeytan tarafındaki bilinen emarelerini gösterecek belirtiler yoktur. Bu sonraki adlar 10.veya 11. yüzyıllar veya Lucifer’in kötü görünümü “Sapanur” ve sanıldığı gibi ona benzeyen “Karu Samsu” adlarından alınmış olabilir.

Bafomet seks ayinleri yamyamlık da içerir
“Kötü Çağırıyor” tarzında, bir Opfer/Kurban etme çağrısı ile yapılan ayinlerin daha erken geleneklere dayalı ayinlerde görülüp görülmediği kesin değildir. Bütün olasılıklar içinde daha erken formları olmuş olsa bile bu ayinlerin 12. ve 13. yüzyıllardan gelmişlerdir.
Bazı “*Geri Çağırma Ayinlerinin (Ceramony of Recalling)” daha sonra ortaya çıkmış uyarlamalar olduğu bazılarınca düşünülmektedir.
*(Geri Çağırma Ayini/Ceramony Of Recalling ayinleri gökte oturan tanrıyı/tanrıçayı tapınağa çağırma geri ayinidir. Yoldan çıkmış cüce veya dev şeytanlar göklerdeki mekanlarında oturduklarından, takipçileri yani müminleri insan, hayvan kurbanlar keserek, tahil, yemek adakları sunarak, aynı anda cinsel arzuları kabartan ve sünnet derisinden yapılma teflerle lirlerler, borazanlar ve zurnalarla yaptıkları ilahili, biseksüel cinsel ilişkilerin yaşandığı bereket ayinleridirTanrı geldiğinde ruhbanların başı olan kadın veya erkek ruhban ile ya da kral ile çiftleşir, doğan çocuk kutsanırdı. Büyüdüğünde en yüksek rahip, rahibe veya kral olurdu. Bu gün de elan tüm dini tarikatlarda farklı uygulamalarıyla bu gelenkler vardır. İlahili İslami zikir ayinleri de, Hristiyanların manastır ayinleri de bunların kalıntısıdır. Her gün sayısız çocuk, genç kız veya oğlan kaçırılarak veya bir şekilde topluma dahil edilerek kurban edilmektedir ve bunların failleri bulunamamaktadır. A.Yavuz.)

Black Mass (Kara Büyü Ayinleri. Böyle çevirmek en açıklamalı şeklidir diye düşündüm A.Yavuz) ayinleri (Şaraplı, zikirli, cinsel ilişkili, insan kurbanlı Geri Çağırma Ayinleri) “Kötü Çağırıyor” rumuzuyla yapılan ayinler zamanından kalma ayinler olduğu sanılmaktadır (Ve aslında bu ayin şekillerinin çoğu Şeytanın Kara Kitabında mevcuttur).
  1. yüzyıla ait, Şeytanın Kara Kitabı’nın bulunan Latince uyarlamasında Latince ilahiler ve ritüeller söylenilmiştir.

NOTLAR; Bu 17 yıllık dönem, önemi açısından ifade edildiğinde kesin değildir. Geçen birkaç on yıl içinde öne sürülen ama yanıltıcı olmayan bazı teoriler öne çıkmaktadır.
Aktlal Maka, Dokuz Açı Ayinlerinde, ormanda bulunan doğal bir pınar kadar doğal olan rahiplerin seslendirdiği bir ilahidir. Anlamı da “Yeryüzünün Akan Suları” demektir ve Gaya’nın (toprak ana) çocukları olan doğal dereleri anlatan bir ilahidir.
Bazen Kabiri olarak da söylenilen Kabeiroi’nin sırları gibi Helen çağı Yunanistanına ait ezoterik geleneklerle birleşmektedir.
Orijinal biçiminde “Sırlar” yeryüzünün anası Gaya veya Demeter ile ilişkilendirilmiş deniz ve   Griffinler (Aslan vücutlu, kartal kanatlı ve kartal kafalı mitolojik yaratıklar) biçiminde temsil edilmiştir. Ezoterik geleneklere göre sırlar, sürekli şekil değitiren Karanlık Tanrılar ile ilişkilendirilmiştir. Demeter’in, kutsal evlilik, kadın, Gaya ve bilincin farklı biçimleriyle şekillendirilmiş olabilen çeşitli ayinlerde, ilk Başlatıcılarının olan bir bireyin elinde gösterdiği kristal (Sonraları Mısır Tebes’te Demeter’e Kutsal Kumru veya Güvercin şeklinde hürmet edildiği gibi) ile temsil edilen gelenenekte yaptıkları yaptıkları gibidir. Bu biçim değiştirme, öteki Yunan Sır Dinlerinde ayinlerinde mitolojik olanının yanında bireysel bir gereklilik olarak uygulanmıştır.
Eleusis’de (Atina’ya 18 km uzaklıkta antik Grek şehri) Apollon elementini temsil eden, daha karanlık görünümde Dionisyoncu Kabeiroi geleneğinde bu gelenek bölünmüştür.

ABD'nin kurucusu George Washington ve Bafomet
Bunun için Kabiri Ayin başlatıcılarının genelde birinden daha büyük suç işlemiş olmaları gerektiği söylenilmiştir.
Kabeiroi’nin Sırları Ayinleri dervişlerince, sıklıkla dağlarda, insan bilincini açtığı, sihirli güçleri barındırdığı sanılan yer altı su kaynaklarında dervişliğin başlangıç aşamasına buralarda ulaşıldığına inanan Yezidilerin yanlış olarak yücelttikleri Karanlık Tanrılar uyarlamaları gibi çeşitli inanışlarca yerine getirilmiştir.
Grekler, Kabeiroi’yu “Büyük Tanrılar” olarak anmışlardır.

Order of NİNE Angles
(Dokuz Açı Düzeni)

BAPHOMET, ADI ÜSTÜNE BİR NOT I


Bafomet adı, geleneksel şatanistlerde bazen düşmanlarını kanlar içinde yıkayan ve bu yüzden lekelenmiş olan “Kan’ın (Anası veya) Hanımefendisi” olarak kabul görmektedir. (Geri Çağırma Ayinlerine bakınız)

Yedili Sistemde Bafomet, Yeryüzünün Hanımefendisidir ve altıncı küre Jüpiter ile Samanyolu galaksisinin ve Kuğu Takım yıldızının en parlak yıldızı olan Deneb/Cygnus/Kuğu ile ilikilendirilmiştir.
Bu yüzden o, (Dokuz Açı Düzeninde) büyülü olan bir duygudur, “Yeryüzü Kapısı’dır” ve (kötü kabul edilmiş doğasına karşın doğal yansımasında) üçüncü küre Venüs ile Antares (Akrep takım yıldızında ikili bir yıldız) yıldızıyla ilişkilendirilir. Ezoterik geleneklere göre günümüzden 3000 yıl kadar önce Albion’da yapılan ayinlerde Antares, Mayıs ayının ortalarından sonuna kadar görünürdü ve bazı kutsal silindir taşlardaki yazılarda “Antares için saf tutuldu” yazılıdır. Aksine olarak Hanımefendinin (Bafomet) kötücül görünümüne yapılan ibadetler Sonbaharda Arctarus’un doğuşu ile ilişkilendirilirdi, Arktarus (Çoban takımyıldızının baş yıldızı, göğün üçüncü parlak yıldızı), “Kötücül Erkek” Görünümünde Bafomet’in ikinci küre olan Merkür olarak kabul edilirdi, bu daha sonraları Şeytan olarak tanımlandı.
Bu yüzden Agustos kutlamalarında, eşi ile veya (erkek eşi rolünü oynayan kötücül rahip ile) birleşmesini temsilen Kötü Hieorosgamos’du (ayinde tanrıça ile ilişkiye giren tapınak fahişesi). Bu geleneğe göre ayine katılan kötücül erkek Bafomet rolünü oynayan rahip fahişe cinsel ilişki ayini sonrası kurban ediliyordu.
Bu nedenle Mayıs ayı kutlamaları “yeni enerjinin doğumunun (Cinsel birleşmenin çocuğu ile) kutlamasıydı. Bu Kötücül ayin geleneğiyle ilişkili olarak kutsal Arkturian ayini her 17 yılda bir yapılırdı. Günümüzden 3000 yıl kadar önce “Albion’daki kutsal mekanlarda Arkturus için saf tutuldu (Namaz kılma A.Yavuz)” denilirdi.
Orta çağlara gelindiğinde Bafomet, Şeytanın Gelini olarak saygı gördü, ve o zamandan beri dişil ve erkek biçiminde “Bafomet ve Şeytan” ifadeleriyle kullanılır oldu (En azından gizli kötücül geleneklerde).
Bu yüzden Bafomet’in Geleneksel Gösterilişinde sıklıkla, elinde rahibin kesilmiş başını (genelde sakallıdır) tutan çıplak, olgun bir kadın olarak sergilendi.
Tapınakçılar bazı boyutlarda bu kültü, gerçek ezoterik anlayışa ve kendi tercihlerine uygun olmaksızın gözden geçirip düzenlediler. Onu dişi, Yeshua’nın dişil, kanlı, kötücül görünümü olarak veya aksine özellikle şatanist olmayan bir fikirle benimsediler çünkü aslında Şatanist değildiler. Tercihen kendilerini, bağlı oldukları Gnostik/Karanlık kilisenin dahil olduğu görüşte “kutsal” kavramıyla başkalarından ayıran “kutsal savaşçılar” olduklarını görüyorlardı. Onların kurban olmaları, kendilerine özgü ayinlerde değil, savaş alanındaydı.
Bafomet ayini temsili resmi

Bafomet imajı (Örn; E.Levi’nin) bozulmuş, akıl karıştıran, romantik bir hermafrodit figürü olması yanında, Hanımefendi ile Rahibin birleşmesi ve sonra kurban edilmesi esasına uygundur. Dişil Bafomet’in adının uygulanmasına eklenmiş son ek olan “akıl/bilgi” (erkek adın uygulanmasında da aynı şekilde) Gnostik anlayıştaki dişinin adındaki “akıl/bilgi” ile karıştırılmıştır.

Order of Nine Angles
Dokuz Açı Düzeni

BAFOMET ADI ÜSTÜNE BİR NOT II



Bafomet adının kökeninde, bu gün her ne kadar dikkate alaınan, gerçek olarak görülmese de bazı geleneklere ait kayıtlar vardır.
Bu geleneksel köken, Heredot’un (2:137 ff) kaydettiğine göre grek Ay Tanrıçası Artemis ile ilişkilendirdiği Mısır tanrıçası Bastet’den adını alır. Bubastis,Osiris ve İsis’in kızı olarak sayılır ve kedi başlı dişi kadın olarak temsil edilir, kedi onun kutsal hayvanıdır.

Artemis (Kült Merkezi Efes’tir. M.Ö.550’lerde “Işık/Nur Getiren” tanrıça olarak tapınıldı.) aşktan etkilenmeyen, Apollo’nun ikizi kız kardeşi olarak sayılmıştır (Ay tanrıçası olarak sayılması da sonraları Apollo’nun Güneş ile ilşkilendirilmesiyle olmuştur.). Apolo gibi sık sık insanlara veba, ölüm gönderir ve kurban ile yatıştırılırdı.

Pitagoras’a göre;
a; (Iamblicıs Theologumena Arithmeticae 31) de geçtiğine göre adı BouBaoteia “5=Beş” demekti ve Pentagram (Beşgen/Beş köşeli yıldız) ile ilşkiliydi(?).

b; Tapınakçılar Bafomet adına, kedi biçiminde olan tanrı olarak ibadet ettikleri söylenir.
***
Yukarıda kayıt edilmiş olan gelenek Bafomet’in dişil ilah olduğunun anlatıldığı I.bölümde tanımlanmışsa da bu güne kadar kayıt edilmemiştir.
İki kaydın da doğru olabilecekleri gibi I. Bölümde bahsedilen kan içinde kalmış, “lekeli/boyalı” anlamındaki Yunanca adından Bafomet adı gelmiş olabilir, addaki son ek “anne” veya “hanımefendi” anlamlarında kullanılabilir (Iamblicus ‘De Mysteriis).
Bafomet adı, adına kutsal kediler kurban edilen, adları Bastet/Bubastis olarak bilinen “karanlık” (Ay gibi) tanrıça için tanımlayıcıdır. Bu nedenle Artemis /Bastet şeklinde doğanın “karanlık” yanını temsil eden dişil tanrıça olarak (yagın olarak geleneklerde de gözlendiği gibi) hürmet edildi ve bu gün de elan hürmet edilmektedir.

Kötücül gelenekte hürmet edilen Bafomet, Lucifer/ Şeytan’ın gelinidir (Yukarıda okuduk, İsa’nın da öğrencileri yani 12 havarisi de onun gelinidir, tüm Hristiyanlar ve Yahudiler de onun gelinidir.Yavuz) bu da Apollo’nun sıklıkla Lucifer (Nur/Işık getiren, İlluminatör/Aydınlatıcı) olarak kabul edilmesine uygundur; Artemis, Apollo’nun (kız kardeşi) dişil formudur.
Burada hatırlanması gereken Apollo ve Artemis bu dünya dışına ait değillerdi (klasik çağ tanrıları romantikleştirilerek yorumlanmışlardır) ve ahlaki ve yüce ve sıklıkla “ölüm ve karanlık”; ikisi de “kötücül” ve “Nur/Işık” olabilirdiler.

Order of Nine Angles
Dokuz Açı Düzeni

BAFOMET ADI ÜSTÜNE BİR NOT III


SOSYAL MEDYADA YER ALAN
BİR IŞİD MİLİTANI RESMİ
Şimdilerde Kuzey İskoçya olarak bilinen bir bölgede bir tanrıçaya hürmet eden topluluğun geleneği anlatıyor. Bu topluluğun atalarının “The Picts”ler (Demir çağından erken orta çağa kadar bu bölgede yaşamış kabileler topluluğu. Dillerine de Pictish=Piktçe denilir) oldukları ve Oykel nehri civarında yaşadıklarına inanılırdı. Adlarının latinleşmiş biçimi, Ptolome’nin verdiğine göre “Smartae” yani “lekeli veya “bir şeye bulaşmış, batmış halk” demekti.
Bu halkın tanrıçasını kayıt etmediği biliniyor ama Gal metinlerinde “Rosemerta” adlı bir savaş tanrıçasına atıf yapılmaktadır. Adının tercümesi “Boyunca batmış Tanrıça” idi ve “kana batmış” demekti.

Smertae’lilerin ibadetlerinde, tanrıçalarının onurları adına kendilerini düşmanlarının kanına batırdıklarınının söylenebilmesi olasıdır.
İlginç olarak bu Smertae halkının yakın bölgesinde, aynı çağlarda yaşayan komşularının adlarının da tercüme eilmiş hali “Kedi Halkı”ydı.(Bknz; Adı Üstüne Bir Not II)

Order of Nine Angles
Dokuz Açı Düzeni


Bafomet ayinlerinin Hristiyanlık öncesinden günümüze uzantısını çeviri yazıda okuduk. Bu yazıda tanrıça Bafomet ve tanrı Lucifer’e 17 yılda bir apılan “rahip/rahibe” insan kurbanını, bu tanrıların insan kanı isteyen vampirler, onlara tapınanların da güç, iktidar, zenginlik kovalayan, bunun için de her türlü caniliği yapan, insanlıktan çıkmış sapıklıklarını okuduk.

Ancak İslam öncesi Hicaz Araplarında insan kurbanı vardı ve peygamber Muhammet’in babası Abdullah da bir insan kurbanıydı;

Araplarda İnsan Kurban etme;
Hz.Muhammed'in dedesi Abdülmuttalip'in ,Hz.Muhammed'in babası Abdullah'ı adak olarak Kabe’de Hubel Put’una (Allah) kurban etme olayı vardır.Annesi Fatıma ile kabilenin ileri gelenlerinin itirazları üzerine karşılığında bir bedel ödenerek Abdullah’ın kurtarılması için danışmaya karar verilir.Abdulmuttalip Abdullah ve bir oğlunu da alarak doğduğu şehir olan Yesrib’e (Medine’ye) gider.Aradığı kahin Hayber’e gitmiştir.Kahini bulurlar ve kadın olan bu kahin gece ruhlarla konuşup sabah bilgi vereceğini söyler.Sabahleyin de “insan karşılığı kan bedeli” miktarını sorar.Miktar “on devedir”.Develer ile Abdullah arasında ikisinden birini gösterecek şekilde   ortya geçen falcı “kan bedeli” olan 10 deve ile kuraya başlar.10 kez Abdullah’ın kurban edilmesi yönünde ok gelir.11.kezinde ok develeri gösterir.Üç kez daha ard arda ok develeri gösterince “Tanrının kanaati” olarak kabul edilir ve Abdullah kurban edilmekten kurtulur ve 130 deve kan bedeli kurban kesilir.Hz.Muhammed de bu kan bedeli sonrası kurtulan babadan olmadır.Yani Yahudiler İbrahim ile insan kurban etmeyi bırakmışsa da İsmail soyu Mekke-çevresi Arapları ile diğer Arap kavimleri bu geleneği sürdürmüştür.
Kaynak E.Siraceddin. Hz.Muhammedin Hayatı.İnsan yayınları.Başbakanımız R.T.Erdoğan’ın damadının çalıştığı şirketin satın aldığı gazete olan Sabah tarafından “ücretsiz dağıtılan” bir kitap olduğunu belirtirim.

Oysa insan kurbanı Yahudilerde Yahudiden kurbanı İbrahim ile M.Ö. 1800 ile 2000’lerde, Zerdüştlerde M.Ö.V.yy.da, Hristiyanlar da M.S. 50’lede ve Roma ile 312 ve Bizans’ta 324’lerde kaldırılmıştı.

Bafomet ve Lucifer adlarına yapılan “Işık/Nur ibadetleri”nde namaz kılınması (saf tutulması) ile Sabilerin İslam ve Yahudilikten çok önce “Besmele”yi bilmeleri, Bafomet adı olmadan yapılan Albion, İskoçya, İrlanda, Efes, Eleusis ayinlerinde namaz kılınması, İngiltere kralı Opfa’nın “Besmele” yazılı para bastırması, Mısır Ptah, Sabi Ptahil, Grek Pan, Yahudi Molek ibadetlerinde insan kurban edilmesi, Davut peygamberden Bafometçi Masonlara, onlardan IŞİD militanlarına “kelle kesilmesi geleneği geçmişten günümüze bir geleneğin kalıntlarından başka bir şey değildir.
Çünkü bu kadar yakın akrabalık insana başka şey düşündürmemektedir.

Başka gelenekler de var.
Tapınak Fahişeliği geleneği, Tanrı ve Tanrıça ile cinsel ilişkiye girerek ondan bilgiler alan ve rahiplere bildiren, sonra da kellesi kesilen rahip ve rahibelerin varlıkları Sümer İnanna Dumuzi geleneğinden Babil İştar, Asur, Filistin Astarte, Lübnan El Lat, Hicaz El Uzza, Hint Kali, İran Anahita, Grek Artemis, Afrodit, Anadolu Kibele tanrıça geleneklerinin Bafomet ile sürmesi şaşırtıcı değildir.

Buraya kadar, Sümer, Babil, Mısır, Grek, Roma, Tevrat, İslam öncesi Hicaz ve Arabistan Mecusiliği olarak da bilinen 12. Yy. da Halife I. Mervan soyundan gelen Şeyh Adi’nin Kürtler için uyarladığı Kürt Yezidiliği dinlerinde “Teke Tanrı ibadeti’nin” var olduğunu ve neyi ifade ettiğini gördük. Bunun Yahudi, Hristiyan, İslam düşmanlığı ile bir bağı yoktur.

Sümer’in Teke/Yer/Su tanrısı Enki/Ea, evrendeki tüm bilgilere sahip, tanrılara güç veren Me’leri yazan ve tanrılara veren “Bilge/Sofia Tanrı” dır. Bunu ileri dönemlerde gene şeytan olarak anılan torunu İnanna, Sabilerde Er Ruha, İştar, Hicaz’da El Lat-El Uzza, Mısır’da İsis, Yunan’da Afrodit, Yezidi Kürtler ile Derezilerde Taus/Tavus v.b. olarak karşımıza çıkacaktır. Bu tanrı veya tanrıçaların tümü de göklerin esrarlı bilgilerine sahip “Bilge Tanrı veya Tanrıçalar’dır”. Hatta bazı Ortodoks İncillerinde bile İsa’dan “Bilge Rab Tanrı” olarak bahsedilmesinin sebebi de bu mitolojik kalıntıların Hristiyanlığa geçmesinden başka şey değildir.


Bu gün okuduğumuz Tevrat Babil sürgününden İran şahı Büyük Krus tarafından M.Ö. VI.yy.da kurtarılan Yahudilerin dini peygamberleri olan Rahip Ezra (Üzeyir peygamber) tarafından yazılmıştır.

Muhammet’ten 1200 yıl kadar önce yazılan Tevrat’ta Çöl Araplarının “Ezazil/Azazil” adlı “TEKE ŞEYTAN’a” ibadet etmeleri, Yahudi tanrısı Yahweh’in bununla iyi geçindiğinden midir bilinmez Yahudilere  “Azazil’e de Teke kurban edin” emri vermesi, bu olaydan yüz yıl sonra yaşayan Anadolu Bodrum’lu tarihçi Heredot (M.Ö.484-425/413) ünlü eseri Historia’yasında Greklerin Teke Tanrı ibadetine kendisinden 800 yıl önce başladığını, bu dini Mısır Mendeslilerden aldığını yazmış
Heredot’tan 100 yıl sonra yaşayan Büyük İskender’in de Teke Tanrı Pan’a ibadet ettiğini ve sonunda kendisini tanrı ilan ettiğini, bu dini Avrupa’dan Afganistan’a kadar yaydığını, Tevrat’ın günlük ibadetlerinin bazılarını kaldırıp bazılarını değiştirdiğini okuduk.

Bu şartlarda tarih boyunca asla tarih yazmamış, toplama karışık kavimler olan ve bu yüzden de anlamı “karışık” demek olan Hicaz Arap toplumlarının belki de Mısır Tut/Lah zamanından beri veya daha önce Sümer’den beri Teke Tanrılara taptığı gerçeğini inkâr etmek akıl işi değildir.
Hele Enki’nin “karanlık Sulu Çukur’un (Abis/Abyss)” Bilge tanrısı Teke Şeytan olması, iki yüzlü Mısır’ın Ptah’ı ile ondan da uyarlanma Sabilerin Ptahil’inin da “karanlıklardan doğmuş şeytan ve melek Cebrail olmasının (Ginze d Rabba) Enki’nin “İki yüzlü” peygamberi İsimud’u andırması asla tesadüf değildir.
Son olarak da İfk davası olarak bilinen ve masumiyeti, Necm, Ahzap surelerindeki ayetlerle kanıtlandığı halde halife Ömer’in, “Muhammet öldükten sonra Ayşe’yi recm edeceğim” dediği iddiası üzerine haklı olarak korkuya kapılan Ayşe’nin recm ayetlerini, henüz izleri duran ve yüreklerden silinmemiş olan bereket ve Tahıl tanrısı “Hubel” veya Allah üzerine yıkarak yaptığı “Recm ayetlerini kaybetme” kurnazlığını açıklamasından doğan tartışmalarda da “TEKE TANRI İNANCI” da TEKE’ye hürmeti gösteren “mübarek keçi” ifadesi ile varlığına tanık olduk.

Halife Ömer ne kadar inanmasa da yaygın olan inanç gereğince hala bereket ve Tahıl tanrısı Teke Şeytan Hubel veya Allah’ın verdiği ayetleri geri aldığı itikadına yenik düşmüştür. Bence de iyi olmuştur. Genç bir kadının ilkel bir gelenek yüzünden recmedilerek öldürülmesine şahsen gönlüm razı olmaz.

ŞEYH HADİ BİN MUSAFİR EL HEKKARİ EL EMEVİYYE


Bu da kendisini şeytan Azazil'in babası
Allah olarak ilan etmiştir.
Şeyh Hadi İbn Musafir El Hekkari El Emeviye (1070 Beka Vadisi (Lübnan)- 1162). Emevi Halifesi Mervan İbn El Hakim’in soyundandır. İran’ın eski dini olan Mecusilik-Zerdüştlük-Yezidilik olarak bilinen inancın Kürtlere has uygulamasını İslam öncesi Hicaz Yezidliği ile birleştirerek Kürt Yahudiliği de denilen Kürt Yezidiliğini kurmuştur. En eski inanışlardan olan Sufiliği incelediğinden Sufi olarak da bilinir. Mezarı Irak Sincar bölgesinde Laleş şehrindedir. Bu yer Yezidlerin hac yeridir. Yezidilerin Tavus Melek-Şeytan diye taptıkları, Kürt olmayan Emevi kökenli şeyhleridir. Uyanık Emevi şeyhi Hadi, kendi soyu olan I. Halife Hz. Ebubekir, Hz.Muhammed’in düşmanı amcası Ebu Süfyan’ın oğlu Şam Valisi Muaviye ve oğlu Halife Yezid’i de Kürtlerin TANRISI ilan etmiştir.
Daha sonraları Hakkari’ye gelerek yerleşmiş ve “El Hekkari” lakabını adına eklediğinden Şeyh Hadi Bin Musafir El Hekkari El Emevi adı ile anılmıştır. 1111’de yerleştiği Laleş şehrinde kurduğu tekkeye kendi adından türetilen “Adeviye Tekkesi” ve tarikatına da “Adeviye Tarikatı” denilmiştir.
Aslında kutsal kitap olarak yazdığı Mushaf-ı Reş (Kara Kitap’ta) ” Hz.Muhammed’i tanrısı şeytan Tavus’un “ Nurlandırdığını” onun nuruyla peygamberlik ettiğini, aslında kötü birisi olduğunu, Muaviye’nin onun kölesi olduğunu ve onun soyundan gelenlerin Muhammed’in neslini kurutacağına dayanan kehanetin anlatılmasına ve hatta Allah’ın Kızları olarak bilinen El Uzza’nin Halid Bin Velid tarafından öldürülmesinin intikamını, Muaviye’yle evlenen 80 yaşında bir kadının sabahında 20’lik bakireye dönüşmesi ve Halife Yezid ve babası Muaviye tarafından da Muhammed soyunun kurutulması nı anlatır.Bu durumda Müslümanlığının kabulünün olanaksız olmasına rağmen, Şeyh Hadi’nin gerek Emevi soyuna dayanması ,gerek namaz ibadetlerinin olması ve gerekse de Kürtlerin kaybedilmemesi için olsa gerek Sünni Müslüman tarikatı olarak kabul edildiğini görüyoruz.
Kynk1-Kreyenbroek, Philip G; Jindy Rashow, Khalil (2005), God and Sheikh Adi are Perfect: Sacred Poems and Religious Narratives from the Yezidi Tradition, Iranica, 9, Wiesbaden: Harrassowitz Verlag
2-Spät, Eszter (1985), The Yezidis (2 ed.), London: Saqi (published 2005)
3-Mushaf-ı Reş'in aşağıdaki tercümesi.
Yezidi (Şeytani) Kürtlerin Kutsal Kitabı;
4-MUSHAF-I REŞ (KARA KİTAP)
İngilizce Mushafı Reş'ten bir sayfa

Cizre Mushafı Reş camisinde 1915'te Türk askerlerince
yakılmış şeytanın kitabı Mushafı Reş'in yanmış deri
sayfalarından kalıntılar.
Başlangıçta Tanrı, kendi yüce özünden Beyaz İnci'yi yarattı ve bir kuş yarattı ki adı Angar’dı. Ve İnci'yi onun sırtına koydu, ve orada kırk bin yıl oturdu.
İlk gün, yani pazar günü, Azazil adlı meleği yarattı; işte o, hepsinin başkanı olan Ta'us Melek (Tavuskuşu Melek) 'tir.
Pazartesi günü Tanrı, Darda'il adlı meleği yarattı, ki o, Şeyh Hasan'dır.
Salı günü, İsrafil'i yarattı ki, Şeyh Şems'tir (Şemseddin) .
Çarşamba günü, Cebrail adlı meleği yarattı; o da Abu Bekr'dir.
Perşembe günü, Azra’ili yarattı ki, Secaeddin'dir.
Cuma günü, Şemna’il adlı meleği yarattı; o da Nasir'ed-Dindir.
Cumartesi günü, Nura’il adlı meleği yarattı, ki o [.Yedin-Fahr-ed-din’dir.] .
Ve, Melek Ta'us (Melek Tavus)'u onların başkanı yaptı.
Ondan sonra Tanrı, yedi göğü, yeryüzünü, ve güneşi ve ayı yarattı Fakat,Fahreddin İnsanı, kuşları ve canavarları ve tüm hayvanları yarattı.

Ve onları kumaştan elbisesinin cebine yerleştirdi, ve meleklerin eşlik ettiği İnci'nin üzerinden çıktı.Sonra yüksek sesle İnci'ye doğru haykırdı, bunun üzerine o da düşüp dört parçaya ayrıldı, içinden su fışkırdı ve okyanus oldu. Dünya yuvarlaktı ve bölünmemişti. Sonra Tanrı, bir kuş biçiminde Cebrail'i yarattı, ve evrenin dört bucağının yönetimini ona emanet etti. Sonra bir tekne yarattı ve onun içinde otuz bin yıl kaldı, ondan sonra Laleş'e geldi ve orada oturdu. Dünyanın içinde haykırdı, ve deniz katılaştı ve kara ortaya çıktı ama sallanmaya başladı.Bu esnada Cebrail'e, Beyaz İnci'nin iki parçasını getirmesini buyurdu, parçalardan birini yeryüzünün altına yerleştirdi, öbürünü de Göklere kapı olarak kaldı. Sonra onların içine güneşi ve ayı yerleştirdi, onların kırpıntılarından da yıldızları yarattı, ve onları göğe süs olarak, astı. Ayrıca yeryüzünü süslemek üzere meyveleri olan ağaçları, bitkileri ve dağları yarattı. Halı'nın üzerine Taht'ı yarattı.

Sonra, büyük tanrı dedi ki Ulu Tanrı: «Ey Melekler, Adem'le Havva'yı yaratacağım, onları insan yapacağım, ve ikisinden, Adem'in özünden Şehar bin Cebr olacak; ve ondan tek bir halk türeyecek yeryüzünde; Azazil'in, yani Ta'us Melek’in Yezidi soyu olacak.
Sonra,Laleş dağında oturmak için gelmiş olan Şeyh Hadi Bin Musafir’i gönderdi.
Sonra Tanrı, Kara Dağ’a indi ve 30 bin melek yarattı.Onları üç sınıfa ayırdı.Melek Tavus’a teslim edilip ,onlarla göğe yükselinceye kadar kırk bin yıl ona ibadet ettiler.
Bu sırada tanrı kutsal şehir Kudüs’e indi ve Cebrail'e, dünyanın dört bucağından toprak,yani dört temel element olan toprak, hava, ateş ve su getirmesini buyurdu:. Onu yarattı ve kendinden içine bir ruh koydu. Sonra Cebrail'e, Adem' Cennet'e kadar eşlik etmesini,orada meyveyle bütün yeşil bitkileri yiyebilmesini,ancak buğday yememesini söylemesini emretti.Adem burada yüzyıl kaldı.

Bunun üzerine Tavus Melek, Tanrıya “-Adem’e tahıl yemesi yasaklanırsa nasıl üreyip çoğalacak ve nesilleri olacak diye sordu? Tanrı ona “-Bütün meseleyi senin ellerine bırakıyorum” dedi. O zaman Melek Tavus, gidip Adem'e sordu: “-Hiç buğday yedin mi?
O da yanıtladı: “-Hayır; Tanrı bana yasakladı!” dedi.
Melek Tavus onu cevapladı.”-Buğdaydan yersen her şey senin için çok daha iyi gidecek.!”
Adem yedi ancak karnı yedikten hemen sonra şişti, ve Ta'us Melek onu Cennet'ten çıkarıp, bıraktı, ve göğe çıktı. Adem, vücudunda çıkış yeri olmadığından karnının şişkinliğinden rahatsız oldu ve acı çekti.Bu yüzden Tanrı bir kuş gönderdi, anüsünü gagalayarak bir çıkış deliği açtı, böylece Adem içindekini salıverdi.
Böylelikle Cebrail yüz yıl uzak kaldı,ve Adem üzüldü,ağlıyordu. O zaman Tanrı; Cebrail'e Adem'in sol koltuk altından Havva'yı yaratmasını emretti.
Havva ve bütün hayvanların yaratılışından sonra Adem ile Havva,insan neslinin hangisinden geldiği konusunda anlaşamayıp tartıştılar durdular.Her birisi insanların kendinden ürediğine inanmak istiyordu.Bu tartışma hayvanların çiftleşerek saygın soylarını üretmelerine tanık olmalarından kaynaklanmıyordu.Bu tartışmaların sonunda Adem ve Havva tohumlarını bir kavanozun içine boşaltmaya,üstünü kendi mühürleriyle kapatıp, ve dokuz ay beklemeye karar verdiler.Sürenin tamamlanmasından sonra kavanozu açtıklarında biri erkek biri kız iki çocuk buldular.
Bu iki kişiden Yezidiler türemişlerdir.
Havva’nın memelerinde çürümüş pis koku yayan kurtlardan başka hiçbir şey yoktu.Ve tanrı çocukların uzanarak emebilmeleri için Adem’de büyüyen meme uçları bitirdi.Erkekte meme ucu olmasının sebebi budur.

Bundan sonra Adem Havva’yı bildi (Cinsel İlişkiye girdi) ve biri erkek diğeri kız iki çocukları oldu.
Yahudiler,Hıristiyanlar ve Müslümanlar ve diğer milletler bu ikisinden oldu.
Adem’den olan ilk babalarımız,Set,Nuh ve Enoş’tu (Adil olan).
Kadının kocasının-erkeğin bir parçası olmasının inkâr edilmesi üzerine tekrar bir tartışma çıktı.Erkek kadının karısı olduğunda ısrar ediyordu.Her nasılsa tartışma yatıştı ve soyumuzun “Adil Bir’i” yasal olarak yapılan her evliliğe şahitlik için boru ve davul çalınmasını ferman buyurdu.
Sonunda melek Tavus,yarattığı soyumuz (Yezidiler ) için yeryüzüne indi ve birilerini bizler için kral ilan etti.
Bu krallar eski Asur Kralı Nisruç (ki o Nasır-ed-din’dir) ve Kamuş (o da, Sultan Fahr-ed-Din'dir) ve Artemus (ki, Sultan Şems-üd- Din'dir) adını taşıyorlardı. Bundan sonra iki kral tarafından yönetildik; birinci (224-272) ve ikinci Şapur (309-379) adlı. bu kralların yönetimi yüz elli yıl sürdü ve onların soyundan gelen Amir'lerimiz bizi bugüne dek yönetmişlerdir. Ama biz dört tanesinden nefret ettik.
İsa yeryüzüne indiğinde dinimiz “paganizm’di” (Çoktanrıcılığa dayalı putperest inanışlar).
Kral Ahab aramızdaydı.Ahab’ın tanrısı Baalzebub adıyla anılıyordu.Günümüzde biz onu “Pir Bap” olarak anıyoruz.Babil’de Bahtunasar adında bir kralımız vardı,diğeri olan Ahşuraş da İran’daydı bir diğeri de İstanbul’da Agrikalus adındaydı.
Yahudiler,Hıristiyanlar ve Müslümanlar bize karşı savaştılar ve tanrının izniyle de boyun eğdiremediler ve onlara galip geldik.O bize ilk ilmi öğretti.Bu öğretinin ilki;
Yeryüzü ve cennet yokken resmen size yazdığımız gibi tanrı denizin üstündeydi.Kendisine bir tekne yaptı ve onun içinde Kunsiniyatta (Sır söz, muhtemelen sulardan olan evren),kendi kendisinden hoşlanarak seyahat etti.
Sonra bir Beyaz İnci yarattı ve onun üzerinde “kırk yıl” hükümranlık etti.Zamanla inciye kızdı ve onu tekmeledi ve onun çığlığından dağlar şekillendi,tepeler onun harikalarından, gökler ise dumanındandır. Tanrı göklere indi ve onu sağlamlaştırdı,sütunsuz inşa etti.Sonra yere tükürdü,eline bir kalem aldı ve bütün yaratılışı yazmaya başladı.
Başlangıçta,kendisinden ve kendi ışığından altı tanrı yarattı,yaratılışları bir ışıktan bir ışığın doğması gibiydi.Ve tanrı dedi ki;-“Ben,şimdi gökleri yarattım ve sizler de kalkın içinde bir şeyler yaratın!”
Bunun üzerine ikinci tanrı,indi ve güneşi,üçüncü ayı,dördüncü, göklerin kubbesini,beşincisi farg’ı (Venüs,sabah yıldızı),altıncı,cenneti,yedinci de cehennemi yarattı.Daha evvel söylediğimiz gibi bundan sonra da Adem ile Havva’yı yarattılar.
Ve bildiklerimizin ötesinde Nuh tufanından önce dünyada bir başka tufan daha vardı.Şimdiki soyumuz barışın kralı,onurlu bir kişi olan Naumi’den gelir.Onu Melek Miran diye çağırırız.Diğer bir soyumuz,babası tarafından horlanan Ham’dan gelir.
Gemi Musul’a beş fersah (30 km) mesafedeki Ayn Sifni köyünde durdu.İlk tufan Adem,Havva ve diğerlerinin soyundan olan Yahudiler,Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından alaya alındı.
Diğer yandan önceden de söylendiği gibi biz de yalnız Adem soyundandık.İkinci tufan soyumuz olan Yezidilerin üzerine gelmiştir.Sular kabarıp gemi yüzdüğünde,karaya doğru gitti ve bir kaya tarafından delindiği Sincar dağı üzerine geldi.Yılan,bir kek gibi şekil alarak deliği kapattı.Sonra gemi hareket ederek Cudi dağı üzerinde durdu.
Derhal yılan türleri arttı,insan ve hayvanları sokmaya başladılar.Sonunda yakalandı ve yakıldı. Küllerinden pireler oluştular.Tufandan bu güne kadar yedi bin yıl geçmiştir. Her bin yılda bir tanrının oturduğu yerden yedi tanrıdan biri dünyaya inerek devletler,yasalar ve kurallar koydular,sahip olduğumuz her kutsal yerde bizimle kısa süreli olarak kaldılar.
Son kez olacak bu gelişinde,önceki gelen tanrıların kaldığından çok daha uzun süre tanrı bizimle kalacak.Azizleri takdis edecek ve Kürt diliyle konuşacak.
Hatta O, Muaviye adlı hizmetçisi olan İsmail oğullarının peygamberi Muhammed’i,aydınlattı, O geldiğinde Muhammed doğru biri değildi ve ona baş ağrısı ile eziyet etti.Sonra peygamber, tıraş etmesini iyi bilen kölesi Muaviye’den başını tıraş etmesini istedi.O da aceleyle zorlanarak onu tıraş etti.Sonuç olarak tıraş ederken başını kesti ve kanattı,yere düşeceğinden korkan Muaviye,kanı diliyle yaladı.
Bunun üzerine Muhammed ;
“-Ne yapıyorsun Muaviye?” diye sordu.O da,”-Yere düşeceğinden korkarak kanı yaladım” dedi.
O da;
-“-Günah işledin Muaviye,senden sonra benim soyuma karşı çıkacak bir millete sahip olacaksın.”
Muaviye cevapladı;
“-Öyleyse dünya evine girmeyeceğim ve evlenmeyeceğim!”
Bir süre sonra tanrı Muaviye’ye bir akrep gönderdi ve onu ısırttı,yüzü yerinden çıkacak gibi şişti ve doktorlar ona “ölmesin” diye evlenmesini söylediler.Bunu işitince rıza gösterdi.
Ona çocuğu olmasın diye seksen yaşında bir kadın getirdiler.Muaviye karısını bildi ve sabahleyin bu kadın tanrının gücüyle yirmi beş yaşında bir kadın olarak ortaya çıktı.Sonra hamile kaldı ve tanrımız Yezid doğdu.
Fakat yabancı soylar,bu gerçekten habersiz olup,tanrımızın büyük tanrı tarafından horlanıp sürüldüğüne ve cennetten geldiğine inanırlar. Ona bu nedenle küfretmektedirler. (Küfür dediği, Müslümanların Euzubesmelesidir)

Evren doğumu ile
ilgili bir sayfa

Bunda hatalıdırlar. Ama biz Yezidi soyu,yukarıdaki yedi tanrıdan biri olduğunu bildiğimiz için öyle olmadığına inanıyoruz.Bu kişinin görüntüsünde ve biçiminde olduğunu biliyoruz.O sahip olduğumuz bir horoz şeklindedir.
Hiç birimizin onun adını,adını andıran Şeytan,Kaytan,Şer (kötü),Seth*ve benzeri sözleri ağzımıza almaya izni yoktur.
* (Şit peygamberin adı/nehir)
Ne de küfür anlamında Melun,Lanet,Nal (at nalı) ve benzeri sesleri veren kelimeleri,sözleri telaffuz etmemiz,tanrıya olan saygımız yüzünden yasaklanmıştır.
Bize hass (marul) haram kılınmıştır, çünkü kadın peygamberimiz olan Hasiye’nin adını anımsatmaktadır; kuru fasulye de haramdır, koyu mavi boya kullanmamız yasaktır; Yunus peygambere saygısızlık etmiş olmamak için, balık yememiz haramdır; Ceylanları da yemeyiz, çünkü onlar peygamberlerimizden birinin sürüsü olmuşlardır. Ayrıca, Şeyh ve müritleri, tavus kuşuna saygısızlık etmemek için, horoz da yemeyiz; çünkü tavus kuşu daha önce sözü edilen yedi tanrıdan biridir ve biçimi horozu andırır.
Yine, Şeyh ve müritleri, helvacıkabağı yemekten sakınırız. Bundan başka, ayakta işemek, ya da oturmuş haldeyken giyinmek, ya da Müslümanların yaptığı gibi helada taharetlenmek, ya da onların hamamlarında gusül etmek, bize yasaklanmıştır. Her kim bu yasaklara uymazsa kafir ilan edilir.


Diğer soylardan gelenler Tavus Melek’i sevmedikleri için bunları bilmezler.Bu nedenle O onları ne eğitir ne de ziyaret eder.
Fakat O aramızda oturur,(Şeyh kılığında) öğretilerini,kurallarını ve babadan oğula sürüp giden gelenekleri bize teslim etti. Sonra Melek Tavus göklere döndü.
Yedi tanrıdan birisi bilge Süleyman’a bir sancak yaptı.Ölümünden sonra krallarımız onu teslim aldılar.
Tanrımız barbar Yezid (Emevi Halifesi Yezid) doğduğunda bu sancağı büyük bir saygı ile aldı ve soyumuza bağışladı.
Bundan başka çok eski ve kabul edilebilir olan sancaktan önceki bir dilde söylenilen Kürt dilinde iki şarkı besteledi.
Bu şarkının anlamı;
Şeytan Tavus'un bir başka temsili resmi 6 kanatlı

“Elhamdülillah kıskanç tanrı” dır.
Onu söylerken yürümeden önce zilli tef eşliğinde zurna çalınır.Sancak Yezid’in tahtında oturan emirimizde kalır.Uzağa gönderildiklerinde Kavvallar,eski Asur tanrısı Nisruç-Şeyh Nasıreddin’i temsilen şey,büyük general ve emirin yanında kalır.
Sancakları kendi yöresinden olan Kavval eşliğinde biri Halataneye,biri Halep’e,biri Rusya’ya ve birisi de Sincar’a gönderilir.
Bu sancaklar,kavvallara antlaşma yapılarak teslim edilir.Sancaklar gönderilmeden önce Şeyh Hadi’nin türbesine,ilahiler ve danslar eşliğinde vaftiz edilmek üzere gönderilirler.Sancağı teslim alan herkes Şeyh Hadi’nin türbesinden bir miktar toz alır.
Onu nohut büyüklüğünde yuvarlak parçalar haline getirerek yolculuk esnasında karşılaştığı insanları kutsamak için onlara verir.
Bir kasabaya yaklaşıldığında kavval ve sancağı karşılayarak onurlandırmak için önden bir çığırtkan gönderir, iyi elbiseler içinde buhurlar taşıyarak hepsi etrafında dönerler. Kadınlar hep birlikte hoşa giden şarkılar söylerler. Kavval onu durduran kimseler tarafından eğlendirilir. Geri kalanları durumlarına göre gümüş hediyeler verirler.

Bu dört sancağın dışında tümünü yediye tamamlayan diğer üç sancak daha vardır.Bunlar kutsal yerde iyileştirmek amacıyla tutulurlar.Bunlardan ikisi Şeyh Hadi ve üçüncüsü de Musul’dan dört saat kadar uzakta olan Bahazeni köyünde kalır.Her dört ayda bir bu kavvallar seyahate çıkarlar.Birisi emirin nezaretinde seyahat eder.Her yıl birbirine benzemeyen bir düzen içinde seyahat ederler.
Her dışarı çıktıklarında gezginler kendilerini sumakla ekşitilmiş bir su ile yıkayıp yağ ile vücutlarını yağlarlar. Kendisine ait bir odası bulunan her put için bir lamba yakılır.Bu sancağa yakışan bir yasadır.
Yeni yılımızın ilk günü olan Sersalie yılın başlangıcıdır.Nisan ayının ilk haftasının ilk Çarşambasına denk gelir.O gün her evde et bulunmalıdır.Zengin olanlar öküz veya kuzu keserken fakir olanlar bir piliç veya benzerini kesebilirler.Bu etler yeni yılın ilk günü olan Çarşamba gününün akşamı pişirilmelidir.Gün bozulursa yiyecek kutsanmalıdır.

Yılın ilk günü ölmüşlerin ruhuna mezarları başında sadakalar verilir.
Bu günlerde küçük ve yetişkin kızlar toplanarak kırlardan kırmızı renk içeren çiçekler toplarlar.Üç gün boyunca evdeki insanların kutsandıklarını göstermek amacıyla kapılarına asarlar.Sabahları bütün kapılar kırmızı zambaklarla süslenmiş görünür.Kadınlar kapılarının önlerinden geçen ihtiyaç içindeki insanları mezar başında yapıldığı gibi doyurur. Kavvallar,ellerinde teflerle Kürtçe şarkılar söyleyerek mezarlığa giderler.Böyle yaparak para kazanırlar.
Yukarıda bahsedilen Ser Saile gününde (her yıl emirle ayarlanan),tanrıya komşu olacak kumanda eden bilgelere ilahiler ve şarkılar eşliğinde doğrulacak ondan önce her üzerine kabak fırlatılma bayramından hoşlanacak olan tanrı tahtında oturduğundan müzik aletleri çalınmaz.
Tanrı onları kendi mührüyle mühürler.Ve büyük tanrı,aşağıya inen tanrıya mühürlü kararını verir.Bundan sonra ona takdir ettiği kadarıyla güçlerini bahşeder.Tanrı,ibadet,oruç ve yardımseverlik gibi şeyleri tercih eder. Seyideddin gibi putlardan birisine ibadet etmek oruçtan daha iyidir.Oruca uygun olmayanlar, kış veya bahar aylarında oruçtan kırk gün sonra bir Köçeğe (*1) ziyafet verirler.Eğer köçek,”bu eğlence,sancağa verilen bir zekattır” derse, ona oruçtan muafiyet verilmez.
Eğer,herhangi bir vergi mükellefi yıllık aşar vergisini zamanında ödemezse, hasta oluncaya veya ölünceye kadar kamçılanır.Halk,köçeğin parasını,Yezidilerin soylarını korumaya yemin etmiş yılın adamının Roma ordusuyla savaşması için ödeyeceklerdir.

Her Cuma günü bir puta sunar gibi hediyelerini getireceklerdir.Bir hizmetçi,köçeğin evinin çatısından “Peygamberin oruca çağrısıdır” diye zamanında bağıracaktır.Herkes çağrıyı işittikleri an saygı ve hürmetle ve saygıyla dinleyecek,oldukları yerdeki toprağı veya taşı öpeceklerdir(Secde).
(Çatıdan yapılan çağrı-Bilal-ı Habeşi’nin çatıdan okuduğu ilk Ezan ve onu hürmetle dinleme ve secde ile toprağı öperek ibadet.Hepsi İslam’ın şartlarıdır.)

Kavvalın yüzünden jilet geçirmemesi için bu bizim yasamızdır. Evlenme çağında olanların, Koçağın (Köçeğin) evinden alınan bir somun ekmeği gelin ve damat arasında tam ortasından kesilerek bölünüp paylaşılmasıyla yapılan evlilik geleneğimizdir.
Çift,evliliklerinin kutsanması için ekmek yerine Şeyh Adi’nin türbesinden bir parça toz yerler. Yılın ilk ayı olan Nisan ayında evlilik yasaklanmıştır.
Bu kural kavvallara uygulanmaz.
Uygun olmayan kişi kavvalın kızıyla evlenemez.(Kast sistemi)
Herkes kendi sınıfından olanla evlenmek zorundadır.
Fakat emirimiz istediği sınıftan sevdiği herhangi birisiyle evlenebilir.
Uygun olmayan kişiler 10 ile 80 yaşları arasında evlenebilirler.Bir yıl bir kadınla evlenen gelen yıl bir başka kadınla evlenebilir.
Damat ve gelin arzularına göre geçtikleri yerlerde kutsal emanetlerin bulunduğu bir yeri,herhangi bir putu,eğer Hıristiyan kilisesinden geçerlerse orayı ziyaret edebilirler.
Damadın evine gelindiğinde,damat hakimiyeti altında olan kadına küçük bir taşla vurmalıdır.
Bundan başka bir somun ekmek gelinin başı üzerinde kırılmalı,yoksulluğu ve düşkünlüğü sevebilmesi için azar azar yemelidir.
Hiçbir Yezidi Cuma ve Çarşamba akşam ve sabahlarında eşiyle yatamaz.
Bu emre karşı gelen herkim olursa olsun kafirdir.
Bir adam komşusunun karısını, veya eski kendi karısını veya kız kardeşini veya annesini çalarsa ona başlık ödemek zorunda değildir.Çünkü o bir ganimet sayılır.
Kızlar babalarının miraslarından yararlanamazlar.
Genç bir kadın bir dönüm arazi fiyatına satılabilir.
Eğer evliliği ret ederse,kendi emeğiyle kazandığı bir miktar parayı babasına fidye olarak ödemek zorundadır.
Aslında bir çok gizli-açık anlatılan hikayelerle sürüp giden . Kitab-ı Reş’in burada sonu gelmiştir.
Türkçe’ye Çeviren:
Alaeddin Yavuz.
Sacred Books and Traditions of the Yezidiz, by Isya Joseph, [1919], at sacred-texts.com


Çağdaş dinlerin ortaya çıkmasına belki de bu dinlerin içerdiği ilkel gelenekleri artık insanların kaldıramamaları neden olmuştu. Ki bence de bu dinlerdeki ensest, pedofilik, kulamparalık, homoseksüellik, lezbiyenlik ve hayvanlarla cinsel ilişkiler içeren ve tapınaklarda cinsel ilişkiye geçilerek Sabilerde Cebrail veya Hay’dan  diğer dinlerde de o dinlerin tanrılarından veya haberci meleklerinden vahiy alma ayinlerinden, tapınağa gelir getirmek için ömründe her kadının en az bir kere gün boyu bir gümüş akçeye fuhuş yapma şartına dayalı ibadet ibadet geleneklerine bakıldığında durumun böyle olduğu görülür.
Günümüz küresel sermayesini elinde bulunduran Tapınak Şövalyelerinin torunları olan Mason Localarının bütün dinleri birleştirerek oluşturdukları ve bireyi “gününü ibadetle geçiren, sömürgeciliği sorgulamayan köle” haline getiren ve her ülkede o ülkenin dini veya mezhebinin “ılımlısı (Ilımlı İslam gibi)” olarak tanıtılan tek din aslında işte bu Teke Şeytan İbadetinin son uyarlamasıdır.
Bu konuda yapılan ve sıklıkla televizyonlarımızda gösterilen, “Hellboy” adlı filim de bu misyona uygun olarak çekilmiş bir filimdir.  Yukarıdaki bilgilerden sonra bunu düşünmeniz zor olmayacaktır.

HELLBOY FİLMİNDE ŞEYTAN İBADETİ;

Hellboy (Cehennemoğlanı); Mike Mignolia’nın 2002’de yayınladığı The Amazing Screw-On Head kitabında Amerikan Sivil Savaşında yaşanan bir casusluk olayını işlediği kitabında yaratılan berbat bir karakterdi. Bir çizgi karakter olarak 1993 yılında yayınlanmaya başladı, binlerce dergi, kitap, resim koleksiyonu olarak sevildi. Gördüğü ilgi üzerine iki video oyunu olarak üretilmesini takiben Hellboy;Sword of Storms(Fırtınaların Kılıcı) ve Hellboy; Blood and İron (Kan ve Demir) adında iki filim ile sinema dünyasında yerini aldı.
Ünlü film direktörü Guillermo del Toro, Alien ve Preditor filmlerinin yapımcısı Peter Briggs’in destekleriyle animasyon filim olarak 2004 yılında üretildi. Filimde, II. Dünya savaşı başlarında şeytanla işbirliği yapan Nazi orduları ile verilen casusluk mücadelesinde tesadüfen bulunan kırmızı renkli küçük şeytan olduğundan ona bu ad verildi. Sağ eli taşta ve olağan üstü büyüklükte, diğer şeytanlar gibi maharetli ok uçlu kuyruğu olan, Teke şeytan Bafomet veya Samael’i andıran bir baş ve yüze sahiptir.
Hellboy, kıyamette, Rasputin’in türbesinde bulunan Ogdru Jahad’ın , Ogdru Hem’i hapsedildiği altın kozasından uyandıracak ateşi gönderecek olan büyülü taş sütunun anahtarı olan bu olağanüstü eli ile dünyayı yok edecek olan Ay Tanrısı ve ordularını yeryüzüne indirecek işlemi başlatmak için onun taştan eli anahtar görevi yapacaktır. Rasputin’in vücudunda gizlenen kıyameti başlatacak şeytan, Moskova’da bulunan Rasputin’in türbesinden yer altına açılan gizemli bir yerde bulunan Samael şeytanının ürediği ve kıyameti başlatacak büyülü dikilitaştaki kilidi açması için gelişen olaylar onu Moskova’ya çeker.

Rasputin sağdaki
Rasputin(Ogdru Jahad) ; Filimde adı geçen Rasputin, 21 Ocak 1869’da Rusya’da doğmuş, yaşamış, Rus çarı II. Nikolas’ın oğlu Aleksey’in Hemofili hastalığını tedavi eden bir simyacıdır. Gençliğinden itibaren içinde gizli güçler barındırdığına inanılan esrarlı bir tiptir. Prens Feliks Yusopov tarafından 16 Aralık 1916’da öldürüldüğünde Hell boy filmine göre Ogdru Jahad ile bağlantıya geçerek yeniden canlandığına inanılır. İkinci Dünya savaşının sonuna doğru ortaya çıkan Rasputin’den Naziler Amerika ve müttefiklerini yenmek için yardım isterler. Rasputin bunun asla olmayacağını bildiğinden İncil Vahiyler kısmında geçen kıyameti gerçekleştirecek yedi başlı canavar melek Ogdru Jahad'dan yardım ister.
Ogdru Hem;  369 çocuğuyla birlikte Ay’da veya göklerde, yeryüzünü gözleyen gözcüler tarafından altın bir koza içine hapsedilmiş, kıyamette Ogdru Jahad’ın çağrısıyla ortaya çıkacak yok edici orduları olan canavar bir varlıktır. Çocuklarının, her birisi anne ve babalarının daha zayıf karakteri olup, olağanüstü güçlere sahip, havada görünemeyen, bedensiz ama bedeni olan “Katha Hem” olarak da bilinen Ogdru Hem’e yardım edecek şeytani varlıklar olarak tanımlanan 369 çocuğuyla birlikte altın bir koza içine hapsedilmiş Ogdru Hem’i yardımcılarının yardımıyla uyandırıp yeryüzüne indirmek ister.
Sammael…..; Terk edilmiş olan, Perişan eden anlamlarına gelip, Gölgelerin tanrısı, Salgın hastalıkların habercisi, Yeniden Dirilişin Takipçisi, Ogdru Hel’in yedi meleğinden biri, Ogdru Hem’in üflemesiyle kurbağa şeklinde yaratılmış canavardır. Yeraltı Dünyasının kralı Nergal’ın oğulları olan yedi Ogdru Jahad’dan birisididir ve 369. sırada olanıdır. Hellboy filminde karşı çıkılan Cehennem Zebanisidir. Sammaei,Semayil, binlerce meleğin gözyaşlarının  birbirine karıştırılmış kristallerinden olan özü, tuz içinde bastırılarak korunmuş bir cehennem zebanisidir. Kıyamet öncesi olacak Yıkım’ın tohumudur.
Behemmoth/Bahamut; Rasputin’in içinde gizlenen tanrısıdır ve o öldürüldüğünde içinden çıkarak kendisini gösterir. Aynı zamanda Ogdru Hem’dir ya da yeryüzündeki temsilcisidir.
Sadu Hem
Urgo Hem
KATHA Hem,
Mera Hem,
Fatih Kurt (The Conqueror Worm)
Goodbye Mister Tod (Hoşça kal bay Tilki) deki yaratıktır.
Yaralanılan kaynaklar;
1- http://hellboy.wikia.com/wiki/Grigori_Rasputin
Footnotes:
[1] J. H. Breasted, Ancient Records of Egypt Part Two, § 813
[2] A few words about the transliteration and pronunciation of ancient Egyptian.
[3] After Georges Michaïlidis, Moule illustrant un texte d'Hérodote relatif au bouc de Mendès
BIFAO 63 (1965), p.144
[4] Georges Michaïlidis, Moule illustrant un texte d'Hérodote relatif au bouc de Mendès, BIFAO 63 (1965), Plate VI

İSA ŞEYTAN MI SİZ KARAR VERİNİZ?
Cennete Giremeyecekler ve İsa’nın Soyu;

Vahiyler 22;15; Köpekler, büyücüler, fuhuş yapanlar, adam öldürenler, putperestler, yalanı sevip hile yapanların hepsi dışarıda kalacaklar. (Yaygınlaşan köpek düşmanlığının sebebi bu ayet midir. Türkiye'de bunları yapanların zaten hepsi devşirme Müslüman tarikatları üyeleridir. İslam ve Hristiyanlık öncesi KARA KÖPEK Mezoptamya ve Araplar arasında yaygınd, Azazil, Tavus, Hubel olarak görülüyordu- Evliya Çelebei SEYAHATNAME'sinde Mardin Yezidilerinin KARA KÖPEKLERİ kutsal saydığını anısında yazmıştır. Alaeddin Yavuz)
Vahiyler 22;16 “Ben İsa, kiliselerle ilgili bu tanıklığı sizlere iletsin diye meleğimi gönderdim. Davut’un kökü ve soyu Ben’im, parlak sabah yıldızı Ben’im.”
(Davut'un Köküyüm, diyen İsa, Yahudi bile olup olmadığı belli olmayan Çiftçi İşay'ın oğludur ve hileci tanrı Grek Hermes karakterine sokulmuş, Lir çalarak Zeus'u uyutan pasif eşcinsel Hermes gibi o da lir çalarak Kral Saul'u uyutur, Saul ve oğlu Yodanav ile cinsel yaşamı yüzünden saraydan kovulur. Bu benzetme'den İsa şeytandır diyen Süryaniler haklıdır. Alaeddin Yavuz.)

İsa Güvey (Homoseksüel İsa/Christ/Jesus/Hristo)

İsa, erkek bebek gelinleriyle
Matta 25;1 “O zaman Göklerin Egemenliği, kandillerini alıp güveyi karşılamaya çıkan on kıza benzeyecek. (Resmen 12 öğrencisini karısı ilan ediyor. Alaeddin Yavuz)
Matta 25;6 Gece yarısı bir ses yankılandı: ‘İşte güvey geliyor, onu karşılamaya çıkın!’
Matta 9;10 Ne var ki, onlar yağ satın almaya giderlerken güvey geldi. Hazırlıklı olan kızlar, onunla birlikte düğün şölenine girdiler ve kapı kapandı.
Matta 9;12 Güvey ise, ‘Size doğrusunu söyleyeyim, sizi tanımıyorum’ dedi.
Yuhanna 3;29 Gelin kiminse, güvey odur. Ama güveyin yanında duran ve onu dinleyen dostu onun sesini işitince çok sevinir. İşte benim sevincim böylece tamamlandı.
Markos 2;19,20
Markos 2;19 İsa şöyle karşılık verdi: “Güvey aralarında olduğu sürece davetliler oruç tutar mı? Güvey aralarında oldukça oruç tutmazlar!
Markos 2;20 Ama güveyin aralarından alınacağı günler gelecek, onlar işte o zaman, o gün oruç tutacaklar.
Luka 5;34,35
Luka 5;34 İsa şöyle karşılık verdi: “Güvey aralarında olduğu sürece davetlilere oruç tutturabilir misiniz?
Luka 5;35 Ama güveyin aralarından alınacağı günler gelecek, onlar işte o zaman, o günler oruç tutacaklar.”
Korintliler2*11;2 Sizler için tanrısal bir kıskançlık duyuyorum. Çünkü sizleri el değmemiş kız gibi tek ere, Mesih’e sunmak üzere nişanladım. (Bu resmen erkek eşcinselliği üzerine kurulu bir din. Roma eşcinsellik yasalarına göre suç yav. Roma bu İncil'i nasıl kabul etti? Alaeddin Yavuz)
Bu kadar doğrudan kaynağından dilimize yaptığım çeviriler, doğrudan dini kaynaklardan alınan surelerin ayetlerinin tartışmaya ve toplu yoruma gerek bırakmamaktadır.

BOYNUZLARINI GİZLEMİŞ ŞEYTAN TANRI İSA İncil-Vahiyler-Kurtulanlar ve Kuzu bölümünde geçeni kıyamette 144.000 seçkin ERKEK Yahudi'ye verdiği dünyada, ERKEK BEBEK doğuracak bu seçkin Yahudiler ilk bebeklerini sütten kesilince yani "3" yaşında fidye olarak Allah/İsa/Christ/Jesus'a sunacaklar, o da onları gelin yapacak. İşte bu da bir şeytan ibadeti geleneğidir.

Bu yazıları yazmamın gerçek nedeni, yabancı devlet adamlarından oluşan her mevki ve görevdeki misafirlerin bana sürekli Türkler ve Müslümanlar şeytana tapınan insanlardır, peygamberiniz çocuk sevici/pedofilik, padişahlarınız homoseksüeldir" ifadelerini kullanmışlar ve cevaplarını almışlardır. Ancak bir çok devlet adamımızın bu konuda hiç bilgisi olmadığını ve bunların suçlamalarına susarak cevap vermelerine tanık oldum. Bu yüzden onlar beni bu görevlere özellikle seçerlerdi.

Oysa tün yazılarımda ortaya çıkan tek gerçek vardır. 1092'lerde başlayan Haçlı seferlerine Hristiyan kamuoyunu ikna etmek için Jüstinyen'in eşcinsellik yasasını tanrı emri bellemiş, ama Tevrat ve İncillerin okuduğunuz gibi eşcinsel ve ensest sapıklıklarla dolu olduğunu Hristiyan dünyası 13 Şubat 2013 günü papa Ratzinger'in ağzından, bloglarımı Vatikan'dan giren 20 bilgisayarın 20 gün incelemesinden sonra yaptığı açıklama ile kabul etmiştir.

İşin kötü yanı, bu gün Vatikan kilisesinde KATOLİK gerçek Hristiyan kalmamıştır. Hepsi TEKE ŞEYTAN AZAZİL/BAFOMET ibadetine mensup, Masonik Hristiyanlarca doludur.
Bu mitolojilerin kökenleri Sümer'den günümüz Mason dinlerine uzayarak geliyorsa İslam öncesi Araplarının tapındığı TEKE ŞEYTAN olduktan sonra bu tarihi gerçeklere yüz çevirmek yanlış olacaktır. Çünkü, benim yazılarım gibi bir yazı yazan bir tek İslam uleması, din bilgini, halife çıkıp bu eşcinsellik ve pedofili suçlamalarına cevap verememiştir. Çünkü hepsi İslam ilkelerini de Kur'an'ı da değiştirmiş, eski dinine dönmüş,günümüz Selefi Vehhabi, Nurcu, IŞİD İslam'ı denilenlerin fikir babalar olan Harici görüşe mensup, eşcinsel ve Yahudi geleneklerine uygun olarak sütten kesilmiş kendi öz oğul ve kızlarıyla cinsellik yaşayan sapıklığı İslam ve Roma yasaklarıyla gizleyen Emevilerden dini öğrenmişlerdi. Batıda da olduğunu bildiklerinden de söyleyemiyorlardı.
Bir de İslam'ın yücelmesinde Herakles'in, Vatikan'In katkılarını da hatırlayınca bunların Vatikan'a cevap vermelerinin olanağı zaten kalmıyordu.

Türk ve Müslüman dünyasına yapılan cinsel içerikli suçlamalar her ne kadar gerçeklere dayanıyorsa, bu suçlamayı yapan Hristiyanlar için de bu gerçeklik aynıdır. İŞTE UMDUĞUNUZ 72 BAKİRE (HURİ) başlığıyla yapılmış bir Müslüman aşağılaması. Müslümanlar bu bilgilerden yoksun kalırsa, kendi içinde sefalete itilmekten kurtulamazlar. Tüm dinlerde olan bu gerçekler sadece Müslümanlara mal edilir. Müslümanlar artık Mezopotamya kökenli İslami ve Hristiyan devşirme tarikatlarını terk etmelidirler.
Yurt dışına hiç çıkmamış, çıktıysa da kimseyle tartışmamış insanlarımızın bu suçlamalardan haberleri yoktur ama en azından yakın zamana kadar Muhammet karikatürleri vardı. Onlara mitinglerle cevap verilir cihat ilan edilirdi. Oysa bu yazılarımdan sonra bu tür faaliyetler kalkmıştır. Sadece, Müslümanlara gıcık kapmış cahil Amerikan askerleri ile bazı kökten dinci Hristiyanların suçlamalarından ibaret internet yazıları sürmektedir. Anca resmi ağızlardan suçlamalar, aşağılamalar bitmiştir.
Bu yazılarım ile dinlerin cinsel sapıklıklar içerdiklerini, din ayırmadan, her dinin kendi kitabından verdiğim ilahi cümleler olan ayetleriyle yazarak kanıtlamış oldum. İleride bu Tür yazılar yazmayabilirim b yönde kararım oluşmuştur.
Müslümanlar da cahil, dini bozan, Müslüman maskeli, Ermeni, Nasturi, Süryani, Keldani, Yezidi ve Yahudi Mele imamlarını Müslüman saymaktan vazgeçsinler.
Emevilerin ortadan kaldırdıkları gerçek, adaleti üstün tutan, cinsel sapkınlıkları kaldıran Mürcie öğretisini biraz araştırsınlar. Yahudileri Babil'e Süren Asur'luların TEKE ŞEYTANI Pazuzu. Pazuzu bazen şeytan Enzu kuşu olarak da geçer. Zümrütü Anka kuşu da denilir. Sonunda Horoz-Tavus kuşunun mitolojik atasıdır.
Mason musunuz? Diye soran bir resimde Mason sembolleri ile
donanmış teke ardında giden Mason ileri gelenleri
Gerçek İslam ne ise, peygamber ölünce bitmiştir. Hristiyanlık a Yahudilik de öyledir. Benim tespitlerime göre, Tevrat, İnciller, Kur'an hepsi Roma imparatorluğunca sil baştan değiştirilerek yeniden yazılmış siyasi devlet rejimleridir. Bu konuda da bir araştırma yazımı yayınladım (İSLAM ROMA TEZGAHI MI?), ikincisi de aşağı yukarı hazır durumdadır.
Çin'den İrlanda'ya uzanan bir coğrafya'dan ABD'ye geçip yerleşen çeşitli şeytan ibadetlerini sizlere tanıttım. Bu tarz yazılara alışık olmayan, mitoloji yoksunu dindarlar kızabilirler ama gerçek ne yazık ki budur. Dünya sapık, Mason Teke Şeytan ibadetçisi bir küresel sermaye çetesince yönetilmektedir. Siirt'li Teke şeytan ibadetçisi Yezidi R.T.E ve Yezidi Kürt partililerini haklı olarak TEKE ŞEYTAN göstermişler. İran'ı da KOÇ yapıp torpil geçmişlerse de, İran'ın kültü kç-Aslan ve Güneş'tir. TEKE Babil'dir. Sani Sin mezhebidir, Yahudi'dir Hicaz'dır, yani Grek/Yunan Pan 'dır.[/caption]
Dünyanın her yerinde , çocukları kaçırarak, zihin kontrolünde, casusluklarda, toplantılarında seks ayinlerinde, büyülerinde kurban olarak kullanan bu suç çetelerine her insanın karşı çıkması gerekmektedir. Şimdi aşağıya ekleyeceğim bana ait olmayan bir video size bunları tanıtacak ve yazımın ne kadar faydalı olduğunu düşündürebilecektir
Takdir sizindir.
DÜNYACA ÜNLÜ, DÜNYA MEDYASININ BİLDİĞİ, MEŞHUR TEKE ŞEYTAN İBADETÇİLERİ