"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

19 Aralık 2010 Pazar

KARISINI KAYBEDEN PEYGAMBERIN SUPHELERI

KARISINI KAYBEDEN PEYGAMBERİN ŞÜPHELERİ

Bu yazı başlığını görünce haliyle merak edip okuyacaksınız.Büyük ihtimalle de bu kafir neler yazmış diyeceksiniz.
Bu yüzden önce kendimden bir örnekle başlayayım.
İlk okulu bitirdiğim yıl,babam beni Kuran kursuna yazdırmıştı.Evde annem hoca kızı olduğundan her Cuma kuran okurdu.Sağlığı iyiyken konu komşu Mevlitlere, meftanın ardından yapılan ölüm günleri ile ilgili yedisi,kırkı,elli ikisi gibi dua günlerine çağırılır ve ondan Kuran okuması istenilirdi.
Kulağım o sayede alışmış olsa ki,Kuran kursuna Elif Sıpırası dediğimiz Kuran alfabesinden başlayıp Kuran okumaya ve hatime geçişim çok hızlı olmuş,bir buçuk ay içinde Kuranı hatim etmeyi tamamlamıştım.

Kurs hocam beni hafızlık konusunda teşvik etmeye başladı.Ancak,okuduklarımdan bir şey anlamadığımı,anlamadığım bir şeyi sürekli okumanın bir faydası olamayacağı için artık kursa gelmek istemediğimi söyledim.
Hocam üzüldü ve “büyüyünce Arapça da öğrenirsin.O zaman anlarsın.Ancak hafız olmak için Arapça bilmen gerekmez,Kuran okumayı bilmek hele senin gibi düzgün kuralınca okuyabilmek herkesin işi değil.Senin arkadaşlarından üç yıldır gelip alfabeyi geçemeyenler var.Sen gerçekten akıllısın.Seni kaybetmek istemeyiz.Kursa devam et” demişti.

Ama hatmi bitirince ben denize kaçmayı tercih ettim ve kursu terk ettim.Zamanla çok sayıda dini kitap aldım.Okudum,sokaklarda insanlarla tartışmaya başladım.Ortaokuldan sonra girdiğim sınavlarda,İmam hatip Lisesi ve Endüstri meslek Lisesi sınavlarını birincilikle tam puanla kazanırken, askeri okullardan sıfır aldım.
Bundan o zamanlar hiçbir sonuç çıkaramamıştım.
Endüstri Meslek Lisesine başladıktan sonra İmam Hatip çağrısı geldi babamın bütün ısrarlarına rağmen gitmedim.Ancak okulda da batı kültürü,solcu,demokrat Atatürkçü kim varsa her öğretmenle de sonuna kadar tartışıyordum ve bana kızmadıkları gibi kendi halime bırakıyorlardı.Hiç birisi de hak ettiğim puanımı kırmadıkları gibi,yardımcı da oluyorlardı.Bana asla müdahale etmediler.
Lise ikinci sınıfta,gerek cami hocalarının vaazlarından gerekse okuduğum dini kitaplardan kafama takılan “Ateistlik,dinsizlik,Komünistlik” gibi konuları merak ettiğimi fark ederek bu yönde kitap araştırmaya başladım.Ama ha deyince hele de dindar bilinince böyle kitaplar olsa da insanın önünden kayboluyorlardı o yıllarda.

Okul harçlığı için akşamları yaşlılar kahvehanesinde çocukluktan beri yaptığım garsonluk işini yapıyordum.Kuran kursu Hocam geldi,çay istedi verdim.-“Otur yanıma“ dedi,oturdum.
-Bak oğlum,sen,farklı birisin,bizim kasabamız çalışkan iyi insanların yaşadığı bir yerdir.Bizim fakirimiz bile bazı yerlerde zengin sayılır.Sen bu din konusuna bayağı taktın.Bu işi sorgulamayı bırak.Sıradan Müslüman ol yeter.
-Hocam niye böyle diyorsun?
-Oğlum dine düşkünlüğün iki esas sonucu olur.Birincisi din adamı olursun, o da senden olmaz,çünkü çok doğrucusun.İkincisi ise dinden çıkmaktır ki o da çok kötüdür,daima yalnız kalırsın.
-Başka ne olur hocam?

-Üçüncüsü de delirirsin ki sende o da olmaz.Ömrün sıkıntı ile geçer.
Git içki iç,coş bir şeyler yap ama dini fazla sorgulama.Sen akıllı bir gençsin.Fakirsin başın sıkıntıdan kurtulmaz,burada kimse kimsenin içkisine,kumarına karışmaz ama kimsenin de ahlaksızlığı bilinmez.Sen de herkes gibi ol.Yazık olur.
Bir yıl geçmedi aradıklarımı buldum ve dinlerin boş bir şey olduğunu anladım.Daha birkaç ay önce, siyasi parti örgütlerinin açılmasına nahiyelerde izin verilmemesine rağmen Kızılay binasında açtığım Ülkü Ocaklarına doldurduğum arkadaşlarımdan ayrılıp “Sosyalist” olmuştum.
Sonra aldı başını gitti.

Herkes bilsin ki bu ülkede,araştıran,soruşturan,sorgulayan beyinler her zaman oldu ve de olacaktır.
Bu açıklamalara aşağıda okuyacağınız yazı yüzünden yer vererek zamanınızı aldıysam kusuruma bakmayınız.Son günlerde artan Atatürk’ü Allah ve Hz.Muhammed gibi ilahi ve dini kişiliklerle yargılama hastalığı apaçık iftiralarla artarak sürmektedir.Yetmez gibi buna bizzat İngiltere ve Amerika devletlerinden Ermeniler,Yahudiler,Hıristiyanlar,Grekler,Kürtler,dönme Pontuslu Rumlara ilaveten İngiliz ve Amerikan Devlet arşivlerinden belgeler  ile bu ülkenin memurları sıfatındakiler de katılmaktadır.

Her gün Amerikan arşivlerinde “Atatürk aleyhine” belge bulup AKP’nin yayın organlarına gönderen “profesör,doçent “ namlı bir yığın it oğlu it de bu gayretkeşliğin içindedirler.

Askeri ve siyasi bir kişilik olan kurtarıcımız Mustafa Kemal Atatürk hakkında yapılan bu asılsız ve sefil iftiraların içinden seçtiklerimi de Türkçe’ye çevirip,görüşlerimi ekleyerek diğer blogumda yayınladım.
Türk olduğumdan,İslam’ın da yaklaşık 1300 yıllık kendi kültürüm olmasından ve de “Evladı Fatihan” soyu olmamdan dolayı da bu güne kadar yazılarımı sadece “mukayese,yargılama “ mantığı içinde yürüttüm.

Ancak,özünde Hıristiyan-Yahudi  olup da Sünni Müslüman maskeli İlluminatici-Nurcu ve bilmem neci adlarında 1950 sonrası devletin başına geçen İngiliz-Amerikan işbirlikçisi Kürt-Ermeni Rum dönmelerinin Türk Milletini “Mecücler-Kıyamette Şeytanın ordusu olacak lanetli cüceler” olmakla suçlayan bu saldırılara da artık bir şeyler yapmak gerekiyor diye düşündüm.

Bu gün Atatürk’ün savunuculuğunu yapacak güçte ne bir ailesi ne akrabası ne de basın yayın organları vardır.Oysa din,insanlara doğuştan dayatılır,Kuran Kursu,İlk öğretimden Üniversiteye zorunlu öğretimler,görsel ve yazılı basınla sürekli 24 saatlik şartlamalar ile insanların beyinlerine, ruhlarına istemeseler de enjekte edilir.

Oysa Atatürk’ü, savunan görsel ve yazılı basın organlarının sayısı bir elin parmaklarını aşacak durumda değildir bu gün için.Buna bir de “Sol” düşmanlığı eklenince insan diyor ki:”Yahu,her şey ellerinde olmalarına rağmen bunlar niye bize saldırıp duruyor.Hatta onları seçimlerde ben de destekledim ama bu düşmanlık niye?”

Ama bu sömürgeci devletlerin işbirlikçilerinin dertleri kazara kendilerini iktidardan edebilecek her türlü olasılığı bir an önce yok etmek ve rahatlamaktır.Bunlar,kendilerinden başkasının yaşamasına izin vermeyenlerdir ki bunu yapmaktan bıkmıyorlar.

Şimdi hala bıkmadan bu yazıyı okuyorsanız sıra, yazı başlığındaki efsaneye geldi.


Bundan bin üç yüz küsür yıl önce savaşlara katılan orduların kralları,padişahları savaş alanına giderken,en gözde  karılarını,kızlarını,oğullarını,askerlerini ve hazinelerini de yanlarında götürürlermiş.Yani bir tür kumar olan savaşın galibi her şeyi alırmış.

Gün gelmiş ve  bir peygamberin yönettiği bir devlet düşmanları ile savaşa girmiş.O da yazdığım her şeyi götürmüş ve karıları arasında çektiği kurada da en has,en genç karısı çıktığından onu götürmüş.
Peygamber o zamanlar yaşı altmışa merdiven dayadığı halde en yakın arkadaşının kızı olan has karısı da daha 16-17 yaşlarında çocuk sayılabilecek kadar genç bir tazeymiş.

Deveci,Hecvedli bir deve ve hecvedde taşınan kadın resmi
Neyse savaş sürerken,bir devenin sırtına konulan ve “Hecved” adı verilen etrafı perdeli bir tür koltukta oturan genç kadın küçük su dökme ihtiyacını gidermek için yakında bulunan kum tepelerinin arasında uygun gördüğü bir yere çömelmiş ve rahatlamış.

Çocuk yaşta olduğundan da hayallere dalmış ve boynundaki çift sıra mücevher kolyesinin bir sırasını da oynarken koparıp dağıttığını bile fark edememiş.Sonra tam devesi üzerindeki tahtına dönerken mücevherlerinden bir sıranın eksik olduğunu fark etmiş.Kendisine kızılacağı korkusu ile geri dönerek onları kumlar arasında aramaya başlamış,derken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamış.

Savaş bitmiş ve peygamber ordusunu toplamış,zaferle kasabasına dönmüş.Devedeki eşinden sorumlu köleleri ve askerleri de dikkat etmedikleri için örtülü tahtın içindedir diye rahatlıkla deveyi sürmüşler.Şehre varınca bir de bakarlar ki örtünün içinde olması gereken peygamberin has karısı yok.Orayı ara,buraya bak,ama ortada kadın yok.

Ortalığı almış bir dedikodu mu demedi kodu mu her ne dersen birden öyle yayılmış ki savaşı kazanan peygamberin zaferinin kutlanması bırakılmış,”Bir peygamber karısını nasıl kaybeder” tartışmaları masum kalmış “kadının zina ettiğine kadar” her türlü boş lakırdı peygambere yakın olanlar tarafından üretildikçe bollaşmış,artmış.


Peygamber bile bunlara istemese de hak vermiş.Ama ne yapsa da ortada karı yokmuş.
Bu arada millet bunlarla uğraşırken,savaş alanında kalanı,döküleni,yaralıları toplamakla sorumlu kuvvetin komutanı peygamberin genç karısını ağlarken bulmuş,tanımış.Hiçbir aşırılık göstermeden, hatta yüzüne bile bakmadan saygı ile hanımı deveye bindirmiş,şehre götürmüş ve peygambere teslim etmiş.

Bu daha da kötü olmuş.Peygamber bunalıma girmiş,en yakın arkadaşının kızı da olduğundan,en sevdiği eşi olması da diğer yandan adamcağızı üzmüş de üzmüş.Bir buçuk ay karısı ile şüpheleri yüzünden konuşmamış.Sonunda hizmetinde olanından anasına kadar yakınlarından olayın aslını öğrenince babasının evine dönme kararını da peygamber olumlu bulmuş ve izin vermiş.
Olay bitmiş mi?
Hayır daha da uzamış.Sonunda peygamberin tanrısı bakmış ki bu peygamberde “dedektiflik” kültürü “ (!) yok,kendisini de böyle bir kültürü ona vermemekle suçladığından (!) olsa gerek üç dört ay sonra dayanamamış ve peygamberi transa sokarak ona bir vahiy göndermiş,karısının “suçsuz” olduğunu ağzından yakındakilere duyurmuş.

Kimi inanmış,kimi kendisini transa girdi olayın altından böyle kalktı.Savaş alanında bulunan mal insan-hayvan fark etmez bulanındır.Onu bulan komutan veya askerleri muhakkak bu kadını kullanmıştır” zannıyla inanmamışlar.

İşte Allah’ın da şahsen zina davasında  “dedektiflik” yaptığı peygamber kimdir sizce?

O peygamber Hicaz Araplarının peygamberi Haz. Muhammed’dir.

Öyle, yok ayeti bölmüşler,yok çarpıtmışlar demeyin.Din bezirganı değilim ki yalan söyleyip iftira atayım,ayet çarpıtayım.Her şey olduğu gibi ortada.Aklı olan düşünsün ve karar versin:

-“Bir peygamber karısını nasıl kaybeder,nasıl güvenemez de zinasından şüphelenir ve de davayı çözemez, aciz kalır da hafiyeliği de Allah’ına bırakır?

Ardından da en yakınından uzağına ne kadar olay nedeniyle diş geçiremediği varsa onları da böyle ölümle korkutur.!!!

Bence bu davada başta peygamber ve onu korumakla,hizmetini görmekle  görevlendirdiği insanlar suçluların başıdırlar.

Dedikodu üretenler değil.

İnsan iyi niyetle de aleyhte konuşabilir bu mümkündür.Hafiyeler de en olmaz,karşı sorularla olayları çözebilmektedirler.

Önemli olan “iddiayı doğrulayacak olayın varlığıdır” Olay varsa nasıl olduğunun soruşturulması, kararlaştırılması farklı konudur.

Şimdi rahmetli Elmalı’ılı Hamdi Yazır efendinin kendinden yüzyıllarca önce yaşamış Kuran tefsircileri ve Hadis derleyicilerinden yaptığı “derlemelerden ve bu konuya has inen Nur Suresi ayetlerinden” oluşan  yazıyı buyurup okuyunuz.


Keykubat




Tefsirde önce Kuran ayetleri gö zönüne serilmiş;
“” Nur Suresi Meâl-i Şerifi
11- Haberiniz olsun ki (Muhammed'in eşine) bu ağır ifki (iftirayı) uyduranlar sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük saymayın; aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. (Elebaşlılık yapan, bu yüzden de) bu günahın büyüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır.

12- Erkek ve kadın müminlerin, bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da, "bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi?

13- (Bu iddiayı ortaya atanların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitler getirip ispat edemediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler.

14- Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın lütuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, size mutlaka büyük bir azab isabet ederdi.

15- Çünkü siz bu iftirayı, gelişi güzel birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız (bu uydurma haberi) ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük bir suçtur.

16- Onu duyduğunuzda "Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Haşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır..." demeli değil miydiniz?

17- Eğer inanmış insanlarsanız, Allah, bir daha buna benzer tutumu tekrarlamaktan sizi sakındırıp uyarıyor.

18-Ve Allah âyetlerini size açıklıyor. Allah, (işin iç yüzünü) çok iyi bi lir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.

19- İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da, ahirette de acı veren bir azab vardır. (Her şeyi) Allah bilir; siz bilmezsiniz.

20- Ya sizin üstünüze Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı; Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı (haliniz nice olurdu)?

11- Şunlar ki ifk ile geldiler, İFK: Asıl ve esasından çevrilmiş, gerçeği değiştirilmiş söz, yani yalan, iftira, bühtan demektir,

BÜHTAN da ansızın atılıp insanı hayrette bırakan iftira demektir. Genellikle tefsir ve hadis kitaplarında rivayet edildiği üzere bu âyetlerin nüzul sebebi şöyledir:

Hz. Aişe (r.anhâ) dedi ki, Resulullah (s.a.v) sefere çıkmak istediği zaman, kadınları arasında kura çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla giderdi. Benî Mustalik gazasından önce yaptığı gazada da aramızda kura çekti, benim ismim çıktı, bundan dolayı Resulullah ile beraber çıktım ve bu, hicab (örtünme) âyetinin indirilmesinden sonra idi. 

Onun için bir hevdec e (deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya) konuldum, dönüşte Resulullah Medine'ye yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da yola çıkmaya nida ettirdi. Yola çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve yürüyüp ordugahı geçtim, tuvalete gittim, yerime dönerk e n göğsümü yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir dizim vardı,kopmuş düşmüş, bunun üzerine döndüm, kaybolan dizimi aradım, bunu aramak beni alıkoydu.

Benim yol nakliyemi yapmakta olan grup varmışlar, hevdeci yüklenmişler ve beni içinde zannetmişler. Çünkü hafif idim, henüz küçük yaşta bir taze idim; beni hevdecte sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman orada kimseyi bulamadım, bundan dolayı belki beni aramak için dönerler dedim, oturdum. 
Arap Teslisi.Solda-Uzza (Güçlü olan) Kılıç Tanrıçası-,günümüz kadınlarını andırır.Menat ve Lat feraceleriyle.
Derken uyumuşum, Safvân b. Muattal ordunun arkasına kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için diğer konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış "Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyandım, hemen feracemle yüzümü örttüm, dev e sinden indi, ben bininceye kadar çekildi, bindim. 

Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni bulamadıklarından insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine varıverdim, artık herkes be n i konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helak olan helak olmuş.

Resulullah Medine'ye ayak bastı ve bana bir ağrı, sızı meydana geldi. Fakat rahatsız olduğum zamanlar Peygamber (s.a.v) den tanıyageldiğim alaka ve lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, "nasıl o?" diyordu. Bu beni işkillendirdi, henüz söylenen sözlerden haberim yoktu, nihayet nekahet dönemine geldim. Bir gece Mıstah'ın annesi ile hacetimiz için dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstah'ın annesi ile odama doğru döndük. Derken Mıst a h'ın annesi mırtı, yani yün çarşafı içinde sürçtü dedi. Ben buna itiraz ettim. "Bedir'de bulunmuş bir zata sövüyor musun?" dedim, "Haberin yok mu" dedi, "ne var" dedim. "Ben dedi, şehadet ederim ki, sen hakikaten "Habersiz mümin hanımlar" dansın . Sonra ifk'çilerin dediklerini anlattı. Derhal hastalık üstüne hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm.

Sonra Resulullah girdi ve "nasıl o?" dedi. "Bana izin ver ,ana babamın yanına gideyim" dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim. Anneme: "Ey anne, dedim, insanlar neler söylüyorlar?" "Kızcağızım! dedi, kendini üzme, vallahi bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları bulunsun da aleyhinde çok laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu ana kadar söylenilen sana malum olmadı mı?" Ben ağlamaya başladım ve bütün gece sabahı ettim, yine ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi, anneme, "bu niye ağlıyor" dedi. "Bu

ana kadar söylenilenden bilgisi yokmuş" dedi. Babam da ağladı. "sus kızım" dedi. O gün durdum, göz yaşım dinmiyordu, ana babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi geliyordu. İkisi de yanımda oturmuş, ben ağlıyorken Resulullah (s.a.v) üzerimize geliverdi, selam verdi, sonra oturdu. Hakkımda söylenilen söylenileliden beri yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allah Teâlâ ona b e nim bu işimle ilgili vahiy indirmemişti.

Sonra dedi ki: "Ey Aişe! Hal önemli, senden bana şöyle şöyle söz yetişti, şimde sen bu durumdan temiz ve beri isen Allah, muhakkak seni aklayacak ve eğer bir günaha düştünse Allah'a istiğfar ile tevbe et. Çünkü kul tevbe edince Allah Teâlâ tevbeyi kabul eder." Ne zaman ki Peygamber (s.a.v) konuşmasını bitirdi, göz yaşlarım boşandı, sonra babama "Tarafımdan Resulullah'a cevap ver" dedim. "Vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. 

Bunun üzerine anneme, dedim, " Tarafımdan Resulullah'a cevap ver." O da "Vallahi ne diyeyim, bilmiyorum, dedi. Ben henüz küçük yaşta bir taze idim, Kur'ân'dan çok okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek halde değildim. Dedim ki: "Vallahi ben anladım. Siz bunu işitmişsiniz, hatta gönü l lerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size beriyim desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah bilip dururken size kötü bir itirafta bulunsam hemen tasdik edeceksiniz .Vallahi benimle size başka bir mesel bulamıyorum, anca k Yusuf'un babası o salih kulun ki ismini zikretmemiştim dediği gibi "Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. 

Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak ancak Allah'tır" (Yusuf, 12/18) dedim, sonra dönüp yatağıma yattım.

O halde ben vallahi bi liyordum ki, Allah Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat vallahi, hakkımda vahy-i metlüvu (Kur'ân âyet) indireceğini zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre, Allah Teâlâ'nın öyle okunup tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok h akir idi. Ve fakat umuyordum ki, Resulullah uykuda bir rüya görür de Allah, beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Resulullah yerinden kalkmamıştı, ehl-i beyit'ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ, Peygamberine vahyi indiriverdi, ona vahyedil i rken olagelen hal hemen geliverdi ki, kış günüde bile vahyin ağırlığından dolu danesi gibi ter dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık konuldu. Vallahi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü beraatimi, suçsuzluğumu biliyordum. Fakat Resulullah açılıncaya kadar, insanların dediklerine hak verecek bir vahiy gelivermek korkusundan, anamın babamın canları çıkacak zannettim.

Ne zaman ki Resulullah açıldı, gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu: "Müjde ey Aişe! Rahat ol, vallahi Allah, seni kat'î olarak akladı" dedi. "Hamd, Allah'a; ne sana, ne de ashabına" dedim. Annem, dedi "Kalk ona!" Ben, "Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına hamd ederim" dedim. Burada Allah Teâlâ den itibaren on âyet indirmişti. Bunun üzerine Ebu Bekir "Vallahi bundan sonra artık Mıstah'a infak etmem" dedi. Çünkü ona yakınlığı ve fakirliği sebebiyle nafaka veriyordu. Bu sebeple de Allah Teâlâ şu âyeti indirdi. "İçinizden faziletli olanlar (yakınlara...) vermemeye y emin etmesinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?" (Nur, 24/22) , Bunun üzerine Ebu Bekir de "Evet, vallahi, Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi Mıstah'a yine nafakası verilmeye devam edildi. Netice olarak özrüm nazil olunca Resu l ullah kalktı minbere çıktı, bunları anlattı ve Kur'ân'ı okudu ve minberden indiği vakitte Abdullah b. Ubeyy'e, Mıstah'a, Hamne'ye ve Hassan'a had cezası vurdu.

İçinizden bir usbedir, mahdud, belirli bir gruptur.
USBE: Ondan kırka kadar bir topluluk, sayısı belli bir güruh, grup demektir. Ey o ifke uğrayanlar onu sizin için bir şey sanmayınız belki o -ifk- sizin için bir hayırdır.
Büyük sevap kazanmaya sebeb, Allah indindeki kerametin ortaya çıkmasına, netice olarak kıymet ve derecenin yükselmesine sebep olur. Aslında ifk, o iftira, yalanı büyük bir şerdir. Fakat gerçekte onun şerri, onu uyduranlara, söyleyenlere aittir. Onlardan, o güruhtan her birinin kazandığı vebali kendisinindir. Kimi susmuş, kimi gülmüş, kimi sö y lenmiş. İçlerinden onun, o vebalin büyüğünü yüklenen, o gürûh içinde o iftirayı kasten atan ve yayılmasını arzu ederek vebalin büyümesine sebep olan için de büyük bir azab vardır. Bu Abdullah b. Ubeyy hakkındadır ki, münafıkların başı idi. O ifti r ayı önce o atmış, ilk önce o ortaya koymaya çalışmış ve halk arasında propoganda yaptırmıştı. Kurnaz münafıklar, cinaslı lakırdılarla müminleri gizliden gizliye heyecana getirmeye çalışmış ve bu propogandaya aldanan şair Hassan ve fakir Mıstah gibi bir i ki safdil de o Übeyy oğlunun açıklamalarına kapılıp kazif cezasına müstehak olmuşlardı. Safvan, Hassan'a hücum edip vurduğu bir kılıç darbesi ile gözünü söndürmüş ve demişti ki:

12-20- Ne vardı o yalanı işittiğiniz zaman müminler ve mümineler kendi nefislerine hayır zannetseler, kendilerine ve kendileri kadar tanımaları gereken hemcinslerine hüsn ü zan besleseler de bu açık bir ifktir, deselerdi ya! Zannın menşei, nefiste bir kıyastır. Bir kimse nefsinde kendi hak k ında cevaz verebildiği ölçüdedir ki, kendine benzettiği kimseler hakkında nefsî bir kıyas ile bir zanda bulunur. Halbuki müminlerin, müminelerin, kendi nefislerinde fena şeylere cevaz vermemeleri, nezih olmaları gerekir. Bu sebepten kötü bir söz işittikle r i zaman kendilerinden şüpheleri olmadığı gibi, kendileri gibi saymaları gereken mümin ve mümineler hakkında da iyi zanda bulunmaları, berâet-i zimmetin asıl olduğunu bilmeleri, açık 

ve görünen halin aksine olan desteksiz ve delilsiz lakırdılara, açık bir iftira demeleri gerekir.
"(İnsanlar arasında kötü sözün yayılmasını arzulayan kimseler var ya işte) onlar için dünyada da ahirette de acı veren bir azab vardır." Dünyadaki azab; kazif cezası ve neticeleridir. Nitekim Mıstah, Hassan, Hamne haklarında kazif cezası uygulandı ve Safvan bir kılıç darbesi ile Hassan'ı vurup bir gözünü söndürdü.

Meâl-i Şerifi
21- Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, şunu bilsin ki o, edepsizlikleri ve kötülüğü emreder. Eğer üstünüzde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse temize çıkmazdı. Fakat Allah, dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.

22- İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

23- Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. Onlar için çok büyük bir azab vardır.

24- O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarından dolayı aleyhlerinde şahitlik edecektir.

25- O gün Allah onlara gerçek cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah'ın gerçek olduğunu anlayacaklar.

26- Kötü kadınlar, kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. İşte bu temiz olan, (iftiracıların) söylediklerinden çok uzaktırlar. Kendileri için bağışlanma ve güzel bir rızık vardır.

21-25- "Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnad edenler". Burada gâfilat (habersiz) vasfı, medih (övme) sıfatlarındandır. Yani Peygamber (s.a.v)'in temiz zevceleri gibi kötülükten mutlak mânâda habersiz, öyle bir şey asla hatırından geçmez, imanlı hanımlara atanlar, şüphesiz Dünya ve ahirette lanetlendiler ve onlara çok büyük bir azap vardır.

"O gün dilleri, elleri ve ayakları yaptıklarına karşılık aleyhl e rinde şahitlik yapar." (Yâsîn, 36/65. âyetin tefsirine bkz.). O gün Allah, onlara gerçek cezalarını tastamam verecek ve onlar, Allah'ın bir gerçek olduğunu anlayıp bilecekler. Yani her hakikati ortaya koyan, ve varlığında hiç şüphe caiz olmayan, H a k Teâlâ'ır.

Burada tevbe edenler istisna edilmemiştir. Çünkü bunda Peygamber (s.a.v) in temiz zevcelerinin özel hakları sebebiyle bir özellik vardır. Bununla beraber mânâ, umumîdir. Bu sebepten umumî olan kazf âyetindeki istisnanın ahiretle ilgili yönden burada da geçerli olması düşünülür. Hassan b. Sabit münafık olmamakla beraber, tevbekâr olduğunda, bir şüphe yoktur. Nitekim kendisine had cezası uygulandıktan sonra söylediği şu beyitlerle aklandığını ortaya koymuştu:
"İffetlidir, ağırbaşlıdır, bir şüphe ile suçlanamaz.

Bir şeyden habersiz iffetli kadınların ırzları hakkında söz söylemekten çekinir.
O, insanların din ve mevkii itibariyle en hayırlısının hanımıdır,
İnsanların en hayırlısı da hidayet, keramet ve fazilet peygamberidir.
O, Lüey b. Gâlib kabilesinden bir hanım sultandır.

O kabilenin gayreti üstün ve o hanımın şerefi devamlıdır.
Terbiyelidir, Allah onun ahlâkını asîl ve tertemiz kılmıştır.
Kendisini de her türlü ayıp ve batıldan aklamıştır.
Eğer sana ulaştırılan sözü ben söylemiş isem,
Ellerim kamçımı kaldırmaz olsun, kurusun.

Nasıl olur da söyleyebilirim, yaşadığım sürece sevgim ve yardımım,
meclislerin güzelliği olan Resulullah'ın Âline aitt ir.
Onun insanlar üzerinde nice üstün ve faziletli rütbeleri vardır.
Yükseklere atılanlar bile o rütbelere ulaşmaktan aciz kalırlar."
Hz. Âişe (r.anha) de "Hassan'a cenneti ümid ederim. Resulullah'ın medhine ait şiirini işittiğim zaman, ona cenneti ümid ettim" demiştir.

26- Habiseler habisler içindir. Habisat, murdar kötü karılara, murdar sözlere, murdar fiillere ve genellikle kötü ve pis şeylere kelimenin asıl mânâsında kullanılmış olunabilir. Fakat Habîsîn, Cem-i müzekker olduğunda, yalnız erkekler hakkında kelimenin gerçek mânâsında kullanılmış olur. Bununla birlikte, habis, kötü kişiler mânâsına olarak erkekler ile beraber dişileri de içine alacak şekilde kullanılabilir. Bunların zıddı olan tayyibat ve tayyibînde de fark böyledir. Âyetteki karşılaştırmadan ilk bakışta gözüken dişi ile erkek karşılaştırmasıdır. Bununla beraber ikinci mânâ da uzak değildir, rivayet olunmuştur. Buna göre mânâ şu olur; murdar, yani eteği kirli, namusu temiz olmayan, hain karılar murdar erkeklerindir, murdarların dengidir. Bundan dolayı, murdar karının kocası da murdar olur, olmasa murdar karıyı tutmaz. Yahut murdar sözler, murdar fiiller, murdar kişilerindir. Bundan dolayı, kazıf, ifk, bühtan, sövmek ve edepsizce sövmek gibi laflar, zina gibi pis fiill er, murdar kişiden, murdarlardan çıkar ve ancak murdarlara ait olabilir. Ve bilâkis habisler de habiseler içindir. 

Murdar erkekler, murdar karılar içindir. "Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez, zina e d en kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir." (Nur, 24/3) gibi... Veya murdar kişiler, murdar işler ve sözler içindir. Pislikler pislerin özelliği, pisler de pisliklerin özel yerleridir. Tayyibât da tayyibler için, hoş, pak ve temi z kadınlar, pak erkekler içindir, temiz olanlarındır, pak olmayanları bulaştıramaz. 

Veya ikinci mânâ ile iyi ve hoş kelimeler ve iyi ameller hoş ve temiz kimselerin şiarı, temizlerin işi, temizlerin halidir. Tayyibler de tayyibat içindir. Temiz, pak ad a mlar temiz, pak kadınlar içindir. Pak olmayanları, ne alırlar, ne tutarlar veya temiz pak insanlar da temiz pak sözler, temiz pak işler, temiz pak şeyler içindir. Onlara yaraşan, onlardan beklenen bunlardır. 

Netice olarak pak hoşluklar, pak ve hoş olanların özelliği; pak, hoş olanlar da pak, hoşlukların öz sahibi, öz mahalli ve yeridir. O yüksekler, o yüksek temizler, o tayyibîn ve tayyibâtın en seçilmişleri olan Muhammed Mustafa (s.a.v) nın ailesi onların söylediklerinden çok uzaktırlar. O pis kim s elerin, o ifk ve iftiracıların ağızlarına aldıkları dedikodudan çok uzak ve temizdirler. Onlar için bir bağış ve güzel bir rızık vardır. O temizler için hesap gününde bambaşka bir mağfiret, bağış ve ikramı nihayetsiz bir rızık vardır ki o, cennettir.

İslâm, anayasasında iffet, ırz ve namus hukukunun ilk esaslardan olduğu tesbit edildikten sonra, bu temizlikle en fazla ilgili olan meskenlerin korunması, beşerî münasebet ahlakı ve hukuku, kadınların tesettürü gibi detaylara geçiliyor....””

Buraya kadar zahmet edip okuduysanız ve utanmadan halen kendinizden 30-40,50-60 yaş küçük çocuklarla evleniyorsanız,unutmayınız ki,zayıf anınızda,sizlerin dedektifliğini yapacak bir "Allahınız" yoktur.Varsa da peygamber olmadığınız için "vahiy hatları" kapalı,"ulaşılamaz"  olduğundan faydası olmaz. 
"Daha sonra tekrar arayınız" veya  "Sesli mesaj bırakınız" hizmetleri de ne yazık ki Allah hattında yoktur.

Lütfen "pedofiliye" son veriniz ve eşiniz,oturduğunuzda geçmişinize ait ortak anıları bulabileceğiniz, sözünüzü anlayabileceğiniz,anlatabileceğiniz,"aaah o günler" diyebileceğiniz olgunlukta bir insan olsun.

Saygılar.

Keykubat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.