Sümer mitolojisinin en eski dinler olan, Hinduluk, Zerdüştlük, Sabilik, Mısır Ra dini gibi dinlerin temeli olduğu iddia edilir. Bunun çağdaş dinler kabul edilen Hristiyanlık ve İslam'a olan etkilerini de Tevrat, İncil, Kur'an ayetleriyle destekledim.
"80" sayfa kadar olan çalışmamın İngilizce yazılmış akademik kaynaklarından dilimize çevirileri ve derlemeleri bana aittir.
Akad, Babil kavimleri At Tanrısı dinine inandıklarından dünyanın en eski dinlerinden olan Sabilerdir. Sabiliğin günümüzdeki son hali Yahudilik, Nasranilik, Süryanilik ve İslamdır. Bakara 62, Hac 17 ayetleri Sabilerin iyilerinin cennete gireceğini bildirir. Peygamber Muhammet'in dokuz yaşında iken Büşra şehri manastırı rahibi Bahira, sırtındaki peygamberlik mührünü keşfetmiş ve onun peygamber olduğunu söylediği bütün siyer kitaplarında geçer. Rahip Bahira, Arabistan kiliselerinden sorumlu yüksek rütbeli bir Episkopostur ve Nasrani Hristiyanıdır.
Sabiler, bu üç dini mezhepleri olarak sayarlar. Adem ve Hava çiftinden ensest üreme yoluyla, Adem'in üçüncü oğlu Şit'in soyundan geldiklerine inanırlar. Meraklısı bu blog arşivinde "Antik Sabiler ve Din Kitapları" yazımı okuyabilirler.
Meraklıları her gün artan mitoloji severlere 10 yıl kadar önce hazırladığım ve bilgisayarımda unuttuğun bu yazıyı geç de olsa takdim ediyorum.
İyi okumalar.
Henry Layard. |
(Sümer Evren Yaratılış Destanı)
Başlangıçta sadece su ve onun üzerinde salınıp duran sis mevcuttu. Baba Apsu (Sümerce; Ab - Zu) ortaya çıktı ve tatlı suların efendisi oldu, Ana Tiamat ortaya çıktı, tuzlu suları yönetti ve her iki su birlikte aktılar. Tatlı ve acı suların birbirlerine karışmasından varlıklar meydana gelir. Bunlar erkek ve dişi birer çift olarak yaratılırlar; birinci çift Lakmu (Sümerce; Lagma) ile Lakamu (Sümerce; Lagama) ya da Lahmu ve Lahumu'dur. Apsu ve Tiamat'ın oğlu Mummu, suları kaplayan sislerin içindeydi. Ne yukarıdaki gökler ne de yeryüzü henüz ortaya çıkmamıştı. Suların üstünde henüz ne bataklık ne de otlak araziler vardı. Ve henüz kamışlardan örülmüş barınaklar yapılmamıştı.
Apsu, Tiamat ve Mummu, sorunu tartışmak için bir araya geldiler. Apsu, genç tanrıların davranışlarından, gürültülerinden dolayı, huzur bulamadığını ve uyuyamadığını söyler ve eğer kendisinin ricalarını dinlemedikleri takdirde onları yok etmek zorunda kalacağını açıklar. Mummu'nun Apsu'nun düşüncesine katılmasına rağmen Tiamat Apsu'nun çözümünü çok zalimce bulur ve kendisinin de aynı sorundan yakındığını ama kendi çocuklarının davranışlarının kaba ve oyunlarının çok can sıkıcı olmasına rağmen onları yok etmemelerini ve anlayışlı olmalarını söyler. Ancak Mummu'nun onaylayıcı sözleri de Apsu'nun kötü fikirlerini kışkırtır.
Daha sonra Ea, Apsu'yu önce zincirlerle bağlar, başındaki tacı ve ışık halkasını alır ve kendi başına yerleştirir; krallık simgelerini aldıktan sonra da onu öldürür. Mummu'yu da onun burnunun içinden geçirdiği bir iple, dilediği yere çekip götürebileceği şekilde bağlar.
Apsu'yu ve Mummu'yu mağlup ettikten sonra Ea, Apsu'nun ve onun emrindeki tatlı suların üzerine yerleşti ve karısı Damkina ile huzur içinde yaşadı.
Ea ve Damkina tüm tanrıların en yeteneklisi ve akıllısı olan Marduk'un ana babası olurlar. Marduk'un ana ve babasının kutsal odasında doğduğu sanılmaktadır. Marduk bir yetişkin olarak doğmuştu ama tanrıçalar onu doğduğundan itibaren onu beslediler. Böylece Marduk çevresine korku saçan bir görüntü kazandı. Marduk en baştan beri doğal bir önder görüntüsündeydi. Ea, Marduk'u görünüş ve güç bakımından diğer tüm tanrılardan üstün olacak şekilde çifte tanrı yaptı. Marduk ışıklar saçan dört adet gözüyle her şeyi görüyor ve yine dört adet geniş kulaklarıyla her şeyi duyuyordu. Marduk dudaklarını kıpırdattığında da ağzından ateşler saçılıyordu. Ea, oğluna göklerin güneşi diyordu. Marduk'un başında, görenleri dehşete sokacak on adet de tanrı halesi vardı.
Bunlar olurken Anu, kuzey, güney, batı ve doğu rüzgârlarını yarattı ve bu şiddetli rüzgarlar Tiamat'ın sularını şiddetle karıştırdı. Bazı tanrılar ise bu rüzgârlardan ötürü acı çekmeye ve huzursuzluk duymaya başlamışlardı ve bunun sonucunda içlerinde bir kötülük duygusu ortaya çıktı.
Marduk ile Tiamat savaşıyor. |
Bu korkunç canavarları yarattıktan sonra Tiamat, isyankâr tanrıların ve canavarların başına Kingu'yu komutan yaptı. Kingu'ya büyü yaptı, ona topluluktaki tanrılara hükmetme gücü verdi ona "sen üstünlerin efendisi ve benim tek dostumsun" dedi. Sonra da Kingu'nun göğsüne kadar tabletini astı. Böylece Tiamat Apsu'nun intikamını almak için kendi çocuklarına karşı savaşmak için hazırlandı.
Bu olaylardan haberi olan Ea, büyükbabası Anşar'a gider ve onun öğüdünü alır. Anşar Ea'dan Tiamat'ın ordusuyla savaşmasını, Kingu'yu da öldürmesini söyler. Ea, bunun üzerine büyükbabasının dileklerini yerine getirmek için hareket eder ama Tiamat'ı ve korkunç kuvvetlerini görünce cesaretini kaybederek geri çekilir ve Anşar'ın yanına döner, Tiamat'ın kuvvetlerinin kendisinden çok daha güçlü olduğunu Anşar'a anlatır.
Bunun üzerine Anşar, Kingu'nun komutanlığındaki Tiamat'ın ordusunu yok edebilmek için Anu'yu yollar. Anu babasının emrine itaat eder ama Tiamat'ın ordusunu gözleriyle gördüğünde o da tıpkı Ea gibi korkuya kapılır ve utanç içinde geri döner. Babasına döndüğünde, isteklerinizi yerini getirebilecek kadar güçlü değilim" der.
Daha sonra Anşar, Anu ve Ea sessizlik içinde oturur ve düşünürler, bu korkunç orduyu nasıl yok edeceklerini bulmak için. Sonunda Anşar mutlu bir şekilde bağırır ve şöyle der: "Kahraman Marduk intikamımızı alacaktır. O, çok güçlüdür ve savaşta çok büyüktür." Ea'ya oğlu Marduk'u çağırmasını söyler.
Marduk da Anşar'ın bu sözlerini duymaktan mutluluk duyar ve ona şöyle der: "Eğer intikamınızı alacak, Tiamat'ı yenecek ve tanrıların hayatını kurtaracaksam, tüm tanrıları meclise çağır ve üstün kaderimi ilan et! Kaderleri benim sözlerim tayin etsin. Yarattığım her şeyin daim olmasını sağla. Emirlerim ebedi kalsın ve sözlerim her zaman yaşasın!"
Anşar, Tiamat'ın isteğini kabul etti ve diğer tüm tanrıları, danışmanını kullanarak olup bitenlerden haberdar etti. Meclis toplanacaktı; ziyafet verilecek ve sonunda Marduk'un kaderine karar verilecekti.
Böylece Meclis toplandı ve tanrılar Marduk'u yücelttiler. Ona başkanlık yapacağı bir taht inşa ettiler ve onu tüm tanrıların üstündeki tanrı olarak kabul ettiler. Bundan sonra tanrılar Marduk'un önüne bir giysi getirdiler ve gücünü kanıtlaması için ondan bu giysiyi önce gözden kaybetmesini sonra tekrar ortaya çıkarmasını istediler. Marduk giysiye emreder: "Kaybol!" ve giysi kaybolur, sonra tekrar emreder: "Ortaya çık!" ve giysi tekrar ortaya çıkar. Tanrılar Marduk'un sözlerinin gücünü gördüklerinde "Marduk kraldır!" diye bağırırlar ve ona tahtını, asasını, tören kıyafetlerini ve son olarak da savaşta kullanması için kusursuz silahları verirler. Marduk'un büyü gücü, günümüz kutsal dinlerinde de bulunan bir özellik olup peygamberlerin kendilerini kanıtlamak için başvurdukları bir yoldur.
Daha sonra Marduk, kendine bir yay ve ok yaparak onları omuzuna astı. Asası sağ elindeydi, sol elinde de zehri yok edebilen bir bitki vardı. Yanına, Tiamat'ı yakaladığında onu içine hapsedecek bir de ağ aldı Marduk. Yıldırımlar önündeydi. Gövdesini yakıcı ateşlerle doldurdu. Sonra da Tiamat'ın kaçamaması için, çevresine dört farklı yöndeki rüzgârları yerleştirdi.
Bunları yaptıktan sonra Yüce Tanrı, kötü rüzgârı, hortumu, kasırgayı, dört katlı rüzgârı, yedi katlı rüzgârı, siklonu ve benzeri olmayan rüzgarı getirdi ve hepsini birden Tiamat'ın içini karıştırmak için gönderdi. Fırtına arabasını Tahrip Edici, Ezici, Uçucu ve Acımasız adlarındaki dört canavardan oluşan yabani hayvanlar çekiyordu. Arabasının sağ tarafında savaşta herkese korku salan Vurucu, sol tarafında ise en yiğit savaşçıları kaçıracak Dövüş bulunuyordu. Her iki canavarın, ucundan zehir damlayan keskin dişleri ve dilleri vardı.
Sonunda Marduk korkunç görünümlü bir zırha bürünmüştü, kafasında da görenleri dehşete sokacak ışık haleleri vardı. Dudaklarına, kötü güçlere karşı büyülü bir koruma sağlayan bir macun sürdü. Bütün bunların sonunda, en güçlü silahı olan tahrip edici yağmur fırtınasını çağırdı. Artık Marduk, savaşa hazırdı.
Marduk'un bu korkunç görüntüsünü gören Kingu, dehşete kapıldı ve aklı karıştı. Kingu'nun kuvvetleri de bu manzara karşısında ne yapacaklarını bilemediler. Sonra Marduk, yağmur fırtınasını, kızgınlıktan kuduran Tiamat'a karşı kaldırdı ve onu teke tek savaşmaya çağırdı. Bunun üzerine Tiamat, bütün sihirlerini kullanarak yüksek sesle bağırdı, ikisi teke tek bir savaşa girdiler.
Bunları yaptıktan sonra Marduk, Anu'ya göklerin yönetimini, Ea'ya yeryüzünün yönetimini, Enlil'e ise yeryüzü ve gök arasındaki havanın yönetimini verdi. Yılı, aylara ve günlere böldü. Ayın, yani Sin'in, geceleri belirli günleri işaret edecek şekilde parlamasını sağladı. Sonra güneşi yaratarak gündüzleri de Şamaş'a verdi.
Evrende düzeni sağladıktan sonra Marduk, yarattığı emanetleri Ea'ya, Kader Tabletini Anu'ya verdi ve Tiamat'a yardım eden tanrıları babalarına geri verdi.(Uyduları gezegenler geri veriyor)Tiamat'ın on bir canavarını ise, (onbir yıldızı)tanrılara karşı isyan etmenin boşuna olduğunu hatırlatacak heykeller haline getirdi.
Ninhursag ilk köle insan Adapa'nın doğumunu sağlıyor |
Onların bu sözlerini duyan Marduk, tanrılara hizmet etmek için bir vahşi yaratıp adına insan koymaya karar verir. Kendisi de Ea'ya bu iş için kan toplayıp kemik yaratacaktır.
Tanrı Ea ise, Marduk'tan meclisi çağırmasını ve Tiamat'ı isyan için kışkırtan tanrıyı onlara getirmesini ister. Bu tanrı ölmeliydi ki kanından insan yaratılabilsin.
Meclis toplandığında Marduk, tanrılara aralarından isyan fikrini kimin çıkardığını söylemelerini ve onu kendisine teslim etmelerini buyurdu.
Muazzez İlmiye Çığ, Kur'an İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni, Kaynak Yayınları, 2004.
Adapa'dan sonra farklı köle türleri üretilir |
Yani primat bir maymun üstüne kendi suretlerini yerleştirirler.
Zariyat Suresi: 56-İnsanları ve cinleri ancak bize kulluk etmeleri için yaratmışızdır
İNSANLARIN DÜNYADAKİ CENNET YAŞAMI
Sümerler Cennet’e Dilmun der. Dilmun, bugün Bahreyn diye bilinen Basra Körfezi’nde Suudi Arabistan’ın doğusundaki adalar ülkesindedir. Şimdi bir Sümer şiirinde Dilmun’un anlatımını görelim. Şiir bir Sümer tabletinde yazılı olduğundan bize ulaşabilmiştir:
Birbirine benzer insan türleri seri imalattan çıkıyor |
“Dilmun’da kuzgun sesini çıkarmaz,
İttudu-kuşu ittidu-kuşu sesi çıkarmaz,
Aslan öldürmez,
Kurt kuzuyu kapmaz,
Oğlakları yutan yabani köpek bilinmez,
Tahılları yutan … bilinmez,
… yüksekteki kuşun … yoktur,
Güvercin başını eğmez,
Gözü ağrıyan “gözüm ağrıyor” demez,
Başı ağrıyan “başım ağrıyor” demez,
(Dilmun’un) ihtiyar kadını “ben ihtiyar bir kadınım” demez,
İhtiyar erkeği “Ben ihtiyar bir erkeğim” demez,
Genç kızı yıkanmaz, kente ışıldayan sular dökülmez,
(Ölüm) ırmağını geçip … diyen yoktur,
Çevresinde ağlayan rahipler yürümez,
Şarkıcı ağıt yakmaz,
Kentin çevresinde hiç yas tutmaz.” (Samuel Noah Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, s. 182)
Görüldüğü gibi cennet burasıymış.
NUH TUFANI
Sümer Tabletleri:
İnsanoğlunun sesleri artık bunaltıcı hale geldi.
Çiftleşmeleri beni uykumdan etti.
Atra Hasis, Enki’ye yakındır,kendi hikayesini anlattıktan sonra “Ben Atra Hasis,Ea’nın tapınağında yaşardım şeklinde giriş yapar ve Enki’nin kardeşi Enlil’in planını bozmasını ister.
“Ea,Ey Rab,İnsanoğlu inliyor
Tanrıların öfkesi diyarı tüketiyor.
Halbuki bizi yaratan sensin
Ağrılar,baş dönmesi
Titremeler,ateş dursun artık.”
“Enki ....bir şey diyarda görülsün” der.Birden bire bu işe yarar ve Enlil;”İnsanlar yok olmadılar,eskisinden bile daha çoklar “ diye tanrılara şikayette bulunur.
Bunu ardından insanlığı açlıkla yok etme planını uygulamaya sokar.
“İnsanlara yiyecek verilmesin,karınları sebze ve meyveyi isteye dursun” der.Kıtlık,yağmurların yağmaması azalan sulama yani doğal güçler yoluyla sağlanacaktı.
Enlil’in Laneti;
“Yağmur tanrısının yağmurları yukarıda tutulsun,Aşağıda sular kaynaklarından yükselmesin
Rüzgar essin ve toprağı kurutsun
Bulutlar kabarsın ama sağanak bırakmasın”
Ve Enki’ye;
“Bir sürgü çek, denizi kapa, denizin üstünü insanlardan koru” emri verildi.
Kısa süre sonra kuraklık felaketi yayılmaya başladı.
“Yukarıdan sıcaklık ...... değildi,
Aşağıda sular kaynaklarından yükselmediler,
Toprağın rahmi doğurmadı,
Bitkiler filiz vermedi,
Kara tarlalar beyaza döndü,
Geniş düzlük tuza boğuldu.”
Yazar,Zacharıa Sitchin bunun “1” Anu Yılına yani 3600 dünya yılına eşit olduğunu tespit ettiğini yazar.
“Bir şa-at-tam boyunca toprağın otlarını yediler
İkinci şa-at-tam boyunca intikamdan dolayı ızdırap çektiler
Üçüncü şa-at-tam geldi,
Görüntüleri açlıktan değişmişti,
Yüzleri kabuk bağlamıştı.,
Ölümün sınırında yaşıyorlardı.
Dördüncü şa-at-tam geldiğinde ,
Yüzleri yeşil görünmeye başladı,
Sokaklarda kamburu çıkık yürüdüler.
Geniş omuzları darlaştı.
Beşinci şa-at-tam geldiğinde insanlar bozunmaya başladılar.Anneler kendi aç kızlarına karşı kapılarını sürgülediler.Kız evlatlar,yiyecek sakladımı görelim diye annelerin gözetlemeye başladılar.
Altıncı geçişte yamyamlık başladı.
Altıncı şa-at-tam geldiğinde kız evlatlarını yiyecek diye hazırladılar,
Çocukları besin diye hazırladılar.
Bir ev diğerini yedi bitirdi.
Metinler Atra Hasis’in adaklar hazırlayarak sürekli Tanrı Enki’yi ziyaret ettiğini yazar.
Enki,diğer İlahların kararları ile elinin kolunun bağlandığını bir şey yapamayacağını söyler.
Sonunda Enki Atra Hasis’i görmemek için bir yelkenli ile bataklıklara yelken açar.
Yedinci geçiş dönemi geldiğinde yani 25.200 yıl sonra İnsanların vücutları ölülerinin gölgesi gibi göründüğü ve gücü yetenin diğerini yediği bir zamanda “BABA ENKİ”den insanlara bir mesaj gelir.
“Diyarda büyük gürültüler çıkarın”
“Tanrılarınıza saygı göstermeyin”
“Tanrıçalarınıza dua etmeyin,”
Gizlice evinde büyük tanrılarla toplantılar yapar
Gizlice alt dünyada çalışan su savaşçılarını yeryüzüne çıkarır,ilkel işçilerden bir kısmını bir takım düzenlere sokar.
Enlil durumu öğrenince çavuşunu ağabeyini çağırmaya gönderir. Onu planları bozmakla suçlar.
“Hepimiz büyük anunnakiler,
birlikte bir karara vardık,
Gök kuşuna emretim ki
Adad yukarı bölgeleri korusun, Sin ve Nergal ise
Dünyanın orta bölgelerini korusunlar.
Sürgüyü,denizin parmaklığını
Roketlerinle sen korumalıydın(Enki’ye)
Ama sen insanlar için önlemlerini gevşettin.”
Şeytanın Suçlanmasının en açık halini okuduk.
Enki bunun kendi isteği ile olmadığını söyleyerek inkâr eder.
Ama,....benden kaçtığında
Bir balık sürüsü gözden kayboldu,
Sürgüyü kırdılar,Denizin muhafızlarını da öldürmüşler.”
Dev Sümer tanrıları köle Adapa soyu insanları böyle ayakları altında eziverirler. Köle Adapa'nın başında baret ilgi çekicidir. |
Der. Ama buna da kimse inanmaz.
İnsanlığı mahvetmenin bir yolunun daha olduğunu söyleyen Enlil, yaklaşan tufanın insanlardan saklanmasını, özellikle Enki’nin bunu insanlara bildirmemesi için “Yemin etmesini” ister.
Enlil;
“Gelin hepimiz öldürücü tufanla ilgili bir yemin edelimİlk önce Anu yemin etti;
Enlil de yemin etti, oğulları da onunla yemin ettiler.
Enki başlangıçta ret eder ama sonunda o da yemin eder.
Artık İnsanların mahvı kesindi.
Attra Hasis’i çağırttı, onu bir perdenin arkasında tuttu.
Duvara konuşuyormuş gibi yaparak
Önce Utnapiştimden;
“Şuruppaklı adam;
Evini yık bir gemi yap!
Malı mülkü bırak,canını kurtar;
Mallarını düşünme hayatını kurtar;
Gemiye tüm canlı şeylerin tohumunu yükle
Yapacağın geminin ölçüleri şöyle,olacaktır....”
Şimdi de Atra Hasis’den;
Talimatlarıma dikkat kesil,
Tüm yerleşimlerin,şehirlerin üstünü bir fırtına silip süpürecek
İnsanoğlunun mahvı olacak
Bu son karardır.Tanrılar meclisinin sözü,
Anu,Enlil,Ninhursag’ca söylenen söz.
Resim:Kil tablet resmi bu olayı temsil etmektedir.Yılan Tanrı Enki,Atra Hasis veya(Ziusudra-Utnapiştim hepsi aynı yere çıkıyor) diğer üçüncü ise perdeyi tutan hizmetçi.
Atra Hasis hiç gemi yapmadığını, planını yere çizmesini ister.Enki gerekli açıklamaları yapar,ölçülerini verir.
“Üstü ve altı kapalı,sert katranla su geçirmeyecek biçimde mühürlenmiş olacak ve güverte olmayacaktı.Bu bir Sulili,ibranilerin de denizaltı için kullandıkları “Soleleth” ile aynı terim.
“Gemi “MA-GUR-GUR” olsun”yani “dönüp yuvarlanan” bir gemi
Gerçekten de böyle bir gemi böyle bir felaketi atlatabilirdi. Yoksa “Tavuk göğsüne benzetilmiş bir gemi ile o felaketi atlatmak imkansız ve inanılması da akıl işi değil.
Tufan günü tanrıların dünyadan kaçtıkları gündü.
“Şafak vakti bir titreme emreden Şamaş,bir patlamalar sağanağını indirdiğinde gemiye bin,girişi de kapa” Şamaş Şippar’daki uzay üssünün komutanıyıdı.Şuruppak,Şippar’ın 18 Beru güneyinde idi.(180 km)
Roketler göklere yükselmeye başladıklarında Utnapiştum da gereğini aynen yapar.
Gılgamış metinlerine göre;
Uzay araçlarına sıkışan tanrılar önce dünyada bıraktıkları insanları görmeye çalışırlar.”
Ana Tanrıça Ninhursag bizzat sarsılmıştı:
“Tanrıça gördü ve ağladı;
Dudakları ateş gibi yanıyordu;
Yaratıklarım sinekler gibi oldu;
Yusufçuklar gibi nehirleri doldurdular;
Yuvarlanan deniz babalıklarını aldı.
Büyük tanrılar,susuz,açlık içinde oturuyorlardı.
Ninti ağladı ve kendini tüketti,
Ağladı ve rahatladı,
Tanrılar onunla birlikte diyar için ağladılar;
Kendini umutsuzluğa kaptırmıştı;
Bira içmek için yanıp tutuşuyordu;
(Bira bilinen en eski içkidir.Sümerliler tanrılarından öğrenmişlerdir.)
Oturduğu yerde tanrılar ağlayıp duruyordu;
Bir çukurda çömelen koyunlar gibi;
Dudakları susuzluktan yanıyordu;
Açlıktan kramp ağrısı çekiyorlardı.
Tanrılar köpekler gibi korktular;
Dış duvara yaslanıp çömeldiler;
İştar doğum sancısı çeken bir kadın gibi bağırdı;
“Heyhat eski günler kile döndü,
Anunnaki tanrıları onunla birlikte ağladılar.
Hepsi suskunlaşan tanrılar oturup ağladılar, dudakları sımsıkı kapalı istisnasız hepsi;
*450.000 yıllık emekleri beklenmeyen bir tufanla yok olur.Onların da yapacakları bir şey yoktur.Davranışları gayet doğal.
Atra Hasis Tabletini 3.metni de aynısını yazar;
Anunnakiler,
“Ay gözden kayboldu
Havanın görünüşü değişti
Bulutlarda yağmurlar kükremeye başladı
Rüzgarlar vahşileşti.
Tufan başladı,insanları bir savaş gibi çarptı.Bir kişi diğerini göremedi.
Yıkımda tanınamaz haldeydiler. Rüzgarlar vahşi eşekler gibi kişniyordu.
Karanlık yoğundu,Güneş görülemiyordu.
Şafağın ışığıyla ufuktan kara bir bulut yükseldi.
Sümer tanrısı Enki sazdan gemisi ile tufandan canlıları kurtarır. |
Parlak olan her şey karanlığa dönmüştü.
Güney fırtınası bir gün esti,eserken hız kazandı,dağları sular altına aldı.
Güney fırtınası diyarı silip geçerken rüzgar altı gün altı gece esti.
Yedinci gün geldiğinde güney fırtınasının tufanı sakinleşti.
İkinci aydan Addar (Aralık) ayına kadar sular ileri atılır.
Tufanı dünyanın üstüne bırakır.
*(Marduk gezegeni dünyaya yaklaşınca yarattığı ısı uzay boşluğundaki donmuş su kristallerini sıvılaştırır uzay boşluğu bir denize döner.Yukarıdaki ön bilgi bölümündeki fotoğrafta olduğu gibi.
Tufan 12.ayın 17.sinde sona ermişti.Tufana neden olan gezegeni metin “ŞUL.PA.KUN.E” diye adlandırı
“Kahraman gözlemci efendi;(Nibiru Gezegeni)
Suları bir araya toplayan;
Fışkıran sularla dürüst ve kötü olanları temizleyen
İkiz zirveli dağda tutan...
...balıklar,nehir,nehir,seller durdu.
Dağlık yerde bir ağaca bir kuş kondu.....denen yerde.
(Tabletin okunamayan yerleri .”...”ile geçilmiş.)
Alimler,”sel baskını” diye bağırdığında
Bu Tanrı NİBURUDUR
Kahramandır, dört başlı gezegen
Silahı Tufan fırtınası olan tanrı geri dönecek;
Dinlenme yerine kendisini alçaltacak.”
Nefilimler,Zodyaktaki burçlara tanrıların sıfatlarını vermekteydiler.Ebeling tarafından bulunan metnin de sadece insanlar için değil Nefilimler için de takvimsel bilgiler sağladığını görmekteyiz.Tufan,Aslan Takımyıldızı çağında meydana gelmişti.;
“Üstün mesh edilmiş parlayan tacı, dehşetle yüklü efendi;
Üstün gezegen bir taht kurdu,
Kırmızı gezegenin (Mars) yörüngesine bakan,
Her gün Aslan içinde alevler içindedir.
Işığı diyarlar üstünde parlak krallıkları ilan eder.”
Sümer kral tabletlerinin diliyle söylendiğinde 120 şarlık gayret ve çabayı da tufan silip süpürmüştü.Mezopotamya’daki şehirler,Nippur’daki uzay kontrol merkezi,Sippar’daki uzay limanı,
Hepsi sulara gömülmüş,çamur altında kalmıştı..
..................................Utnapiştum İfadesi ile...............................;
Enki’nin Emirlerine göre, gemiye binmek ve mühürlemek için dışarıda kalıp işareti beklemesi gereken Atra Hasis herkesi gemiye bindirmesine rağmen yerinde duramıyordu.
İnsanla İlgili” bir ayrıntı sağlayan eski metin bizlere “Atra Hasis’in sürekli girip çıktığını, safra çıkardığını ve çok üzgün olduğunu anlatır.
Utnapiştum tüm akrabalarını ve ailesini gemiye bindirdi.yanları sıra canlı yaratıklardan bulabildiklerimin hepsini ve tarlalardaki evcil ve vahşi hayvanlardan bulduklarını da yükledi.
Uzay gemilerinin motorlarının çalışması,geminin kapatılması için beklenen işaretti..Geminin tüm kapakları kapatılır ve içeri binenlerle birlikte Utnapiştum gemiyi Enki’ni görevlendirdiği Gemici Puzur Amuri”ye devreder.
(*Hud Suresi: 41-Nuh,"Gemiye binin,onun yürümesi ve durması Allah izniyledir.Allah acır ve bağışlar" dedi.—
-Kamer-Suresi:14-Hakkında nankörlük edilmiş olan Nuh'a mükâfat olarak gemi gözetimimiz altında akıp gidiyordu.)
Fırtına şafakla birlikte gelir, binaların direkleri,iskeleler,setler ne varsa yıkılır ve savrulurlar.Her yer tamamıyla kararır.Geniş diyar bir çömlek gibi yarıldı” der.Belki de Arap yarımadası bu arada Afrika’dan kopup şimdiki yerine yerleşiyor.Bilemeyiz.
Güney fırtınası altı gün altı gece eser.Yedinci gün fırtına durulur.
“Deniz duruldu;
Rüzgar sustu;
Havaya baktım;
Sessizlik çökmüştü, ve;
Tüm insanlık kile dönmüştü.”
Enlil ve meclisin isteği olmuştu.
Bir dağlık bölgeye çıktı;
Kurtuluş dağına gemi durdu;
Nişir (Kurtuluş)dağı gemiyi sımsıkı tuttu. Harekete izin vermedi.
Utnapiştum bütün hayvanları saldı ve kendisi de dışarı çıktı.Bir adak sundu.Tanrılar kokuyu aldı ve sinekler gibi adak adayanın çevresine üşüştüler.
Büyük tanrıça yemin eder.”Unutmayacağım,bu günlerde dikkatli olacağım,onları asla unutmayacağım.”
Enlil ise oraya vardığında aklındaki en son şey yiyecekti.
Bazı canlıların kaçabilmesi,insanlardan kurtulan olması öfkeden kudurtuyordu.Hemen hesap sormaya başlar.
Oğlu ve varisi olan Ninurta Enkiyi göstererek “Enkiden başka kim plan yapabilir?Her meseleyi bilen sadece Ea’dır.
Ea,inkar etmedi ve oldukça akıllı bir konuşma yaptı.Önce bilgeliği ile Enlil’i övdü,onu yüceltti.Enlil’in de akıllıca karar vereceğini söyleyip,”Tanrıların açığını ortaya vuran ben değildim”Sadece son derece akıllı olan bir insanın kendi bilgeliği ile tanrıların sırrının ne olduğunu anlamasına izin verdim.Ve eğer bu dünyalı bu kadar akıllı ise onun yeteneklerini görmezden gelmeyelim.Şimdi onun hakkında fikir alalım” dedi.
Şimdiye kadar utnapiştum sadece İnsan idi;
Bundan sonra Utnapiştum ve karısı biz tanrılar gibi olacaktır.Utnapiştum çok uzakta
Suların ağzında oturacaktır”
Çok uzakta oturması için götürüldüğünde Anu ve Enlil ona bir tanrı gibi hayat verirler ve onu ebedi hayata yükseltirler.
Enlil İnsanlar hakkında da kategorilerin kurulmasından söz eder.;
“....İnsanlar arasında bir
Üçüncü kategori olsun;
İnsanlar arasında Doğuran kadınlar ve doğuramayan kadınlar olsun;
Erkek genç bakireye ......;
Genç bakire .......
Genç adam .... genç bakireye ......;
Yatak serdiğinde ;
Eşi ve kocası birlikte yatsınlar.
Enlil yoldan çekilmiş, insanların üremesine izin verilmiş, dünya insanlara açılmıştı.
I.Tarih ve Genel Bakış;
Sümerler, kendilerinden çok daha eski tarihlere uzanan İndus Vadisi, Harappa, Mısır yazıtları örneklerinden, Çatalhöyük ile Erika (Jericho) yerleşimlerine rağmen dünyadaki en iyi eski medeniyettir. İ.Ö.5000.lerde çiftçi-toplayıcı köylerinin kurulmaya başlanmasından Agade’li Sargon tarafından fethedilmelerine ve İ.Ö. 2000’lerde Amoritlerin idareleri altında çöküşlerine kadar, Sümerler kendi toplumları ve fatihlerinden etkilenmeleriyle birlikte bir toplum ve din kültürü oluşturdular.
Tarih;
Sümer şehirlerinin her birisi bir tanrıya adanmıştı. Şehrin kralları tanrı soyundan veya Tanrı/insan melezi olup, tanrılarca seçilmiş kişilerdendi. Her kral aynı zamanda şehrin en büyük din adamı olmasına rağmen “Ensi” adı verilen tapınak rahipleri şehrin en saygın kişileriydiler. Tapınaklar tanrıların ikamet etmesi için inşa edilirdi ve halka kapalıydı. Şehir devletleri sınırlarını taşlardan yontulmuş sınır taşlarıyla belirlerdi.
Sümer şehir kralları, Tevrat’ta geçen Tufan öncesi ve sonrası şehir krallarının çoğunu doğruladığı gibi, tufan öncesi 470.000 yıl kadar geriye uzanan ve bazı kralların 50.000 yıl gibi hüküm sürdüğü, insanların da günümüzdekinin aksine başlangıçta ölümsüz, sonraları düzenli olarak ömrünün ve bedeni yapısının cüceleştirildiği, Kuran’da da geçen Kavimlerin Helakı konularının ayrıntılı açıklamalarını vermektedir.
Tufan sonrası Güney Irak’a yani Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği bölgeye Sümer kavimlerinin M.Ö 4.000 yıllarında kuzeydoğudan geldiği konusunda tarihçiler arasında fikirbirliği vardır.
Sümer tarihi beş döneme bölünmeye meyillidir. Bunlar, Adını aynı adla anılan hakim şehirden alan Uruk dönemi, Cemdet Nasr dönemi, Erken hanedan dönemi, Agade dönemi ve İ.Ö. 3800’lerden 2000’lere kadar uzanan III.Ur dönemleridir. İlaveten, Sümerlerin Ur dönemi ve III. Ur hanedanı dönemleri arasındaki yaşananlar hakkında bazı deliller olmasına rağmen ağırlıklı olarak Babillilerin hakimiyetinde geçen erken ve geç dönemler hakkında bilinenler arasında çok az bağıntı mevcuttur.
Uruk dönemi M.Ö. 3800 ile 3200 yılları arasında uzanır. Bu çağ, tufan öncesi kralların ve çoban Dumuzi’nin hakimiyet sürdüğü dönem olarak tanımlanır. Dumuzi sonrası dönemde baharda tahıllarının tanrısına tapınılmıştır. Bu zamanlarda şehirleşme hızlanmış ve dönemin sonlarına doğru Uruk’ta şehir nüfusu 45000’lere ulaşmıştır. Uruk, kendisinden daha eski olan güneyindeki Kiş ve kuzeyindeki Eridu şehirleri ile rakip olmasına rağmen bu çağın en geniş şehriydi. Sulama alanında sağlanan gelişmeler sanatkarlara ham madde taşınmasında da kolaylık sağlamış bu gelişmeler büyümeye hız katmıştı. Aslında An ve İnanna’nın şehri, günümüz Türkiye’sinin güneyinden İran’ın doğusuna uzanan ticaret ağı bölgesinin kalbi olmuştu. Ek olarak halk şehre büyük tapınaklar çizmişti.
İçlerinde birçok freskler ve mozaikler barındıran Uruk’un Eanna’sı İnanna’ya adanmış tapınaklar koleksiyonuydu. Bu binalar zamanın önderine ve En veya yüksek rahibine dini veya sivil hizmetler sunuyordu. Tapınaklar sanatçıların eserlerini sattıkları ve sanatlarını sergiledikleri yer olmanın yanında ihtiyaç fazlası tahılların da depolanıp satıldığı yerlerdi.
Cemdet Nasr dönemi M.Ö.3200 ile 2900 ler arasında uzanır. En göze çarpan özelliği özellikle Uruk döneminin yavaş yavaş çökmesine neden olan olayların uzantılarının ortaya çıktığı dönem olarak tanımlanabilir. Bu dönemin büyük tufanın olduğu dönem olduğu sanılır. Sümerlerin tufan hesapları Dicle ve Fırat nehirlerinin taşmalarıyla ortaya çıkan bataklık ülkelerinin sular altında kalması esasına dayanır.
Erken Hanedan Dönemi;
Bu dönem M.Ö.2900 ile 2370 yılları arasındaki süredir ve güvenilir yazıtlara göre, bu dönemde büyük kralların evrilerek tanrılaştırılıp onlara tapınılmaya başlanıldığı dönemdir. Bu çağda krallık nehrin 170 km. yukarısına, günümüz Bağdat’ının 75.km güneyine kadar genişlemiştir. Kiş’in erken krallarından biri olan Etana döneminde bütün Sümer ve komşuları üzerinde hakimiyet sağlanmış, bütün ülke sağlamlaştırılmış ve güvenliğe kavuşturulmuştur. Sonraları Babilliler Etana’nın elinde bir değnek ile “doğum bitkisini” İştar’dan almak üzere cennete gitmek için dev bir kartalın sırtına bindiğini ve dolayısıyla da mirasçı olduğunu destanlarında anlatmaktadırlar. Bu manada,güneyde güneş tanrısı Utu Samaş’ın oğlu ve yerine geçen olarak da anılan Meskiaggaşer tarafından Erek hanedanı kuruldu. Onu, sırasıyla Dumuzi (Dammuz-Temmuz), M.Ö.2600’lerde Erek’in tahtını ele geçiren ünlü Gılgamış ve Ur hanedanının kurucusu Masenpadda ile birlikte bölgenin gücü olmaya çabalayan Kiş Hanedanından oluşan üç kral takip etti. Destanda anlatıldığı gibi Gılgamış’ın “yarı tanrı” olduğunda, Masenpadda Kiş Krallığının geleneksel sahipliğini ele geçirmesiyle bu “üçlü güç mücadelesi” sonunda zafere ulaşmıştı.
Kiş ve Erek hanedanlarının yoldan çekilmelerine rağmen Ur bütün Sümer’in gücünü elinde tutamadı. Başlangıçta bölge küçük şehir devletlerinin bağımsızlık elde etmeleriyle zayıfladı.M.Ö.2450’lerde Lagaş’ın yöneticileri kendilerini Kiş Kralı olarak ilan ettilerse da yakınlarındaki Ummalıların meydan okumalarıyla yüzyüze kalarak bölgede hakimiyetlerini kaybettiler.
2360-2335’lerde Umma’nın kralı ve rahibi (Ensi) Lugalzegesi Lagaş’ı kökünden yıktı ve Sümer’i işgal etti, kendisini Erek’in ve ülkenin kralı ilan etti. Ne yazık ki bu ona da yaramadı, Sümerin bu işgali anlaşmazlıkları doğurdu ve Agade’li Sargon bunu fırsata çevirerek Sümer’e tcavüz etti.
Sargon Dönemi
Sargon’un ölümünden sonra çıkan isyanlar ülkeyi korkuttu. Sargon’un üçüncü veliahtı olan oğlu Naram-Sin isyancılarla baş etti ve krallığını askeri başarılarıyla genişletti. Kendisini dünyanın dört bir yanının kralı ilan etti ve kendisini tanrılaştırdı. Ancak onun tanrısal güçleri, bir dağ halkı olan Gutilerin Agade şehrini kökünden yıkması ve kendisini tahttan indirmeleri karşısında başarısız oldu.
Kültür
Fırat nehri boyunca uzanan Sümer gelişmiş bir tarım ve ticaret endüstrisi vardı. Koyun, keçi ve çiftlik hayvanlarından oluşan sürüleri, tahılları ve sebzeleri tapınaklarda ve özel şahısların himayelerinde tutuluyordu. Ticaret gemileri nehirden Hürmüz körfezine boydan boya bölgeyi geziyor, çanak- çömlek ve çeşitli ürünleri taşıyor, dönerken de karşı bölgelerden ham maddeler, meyvalar ile Levant’tan Sedir ağaçları getiriyordu.
İlk yerleşim yerlerinden sonra Sümerlerden bölgeyi devir alan Akad, Babil ve Asurluların bölgede kurdukları ilk şehirleri şöyle listeleyebiliriz;
Hanedanlık öncesi ilk beş şehir:
Eridu (Ebu Şahreyn)
Bad-tibira (El-Medain)
Larsa (Es-Senkereh)
Sippar (Ebu Habbah)
Şuruppak (Fara)
Diğer temel şehirler:
Kiş (Uheymir ve İnharra)
Uruk (Warka)
Ur (El-Muqayyer)
Nippur (Afak)
Lagaş (El-Hiba)
Ngirsu (Tello veya Telloh)
Umma (Jokha)
Hamazi 1
Adab (Bismaya)
Mari (Hariri) 2
Akşak 1
Akkad 1
Isin (İşhan el-Bahriyat)
|
Küçük şehirler (güneyden kuzeye):
Kuara (El-Lahm)
Zabala (Ibzeikh)
Kisurra (Ebu Hatab)
Marad (Wannat es-Sadum)
Dilbat (Ed-Duleim)
Borsippa (Birs Nimrud. Babil de olduğu iddia edilir.)
Kutha (Tel İbrahim)
Der (El-Badra)
Eshnuna (Asmar)
Nagar (Brak) 2
(2
|
Dil
Sümerce tarihte bilinen ilk yazılı dildir. Sümerce çiviyazıları (Küneiform/Cuneiform) daha sonra Akad ve Elamlılar tarafından kullanılmıştır. Ayrıca, Hitit dili gibi Hiyeroglife benzer el yazılarına sahip Hint/Aryan kökenli kavimler sayılan Batı Avrupa dillerine de uyarlanmıştır. Ugaritçe ve Eski Farsça/Pehlevice gibi dillerin farklı ve kolay yazılış şekillerinin kökeni de, logografik işaretler içermeyen Sümerce çivi yazılarına dayanır.
Sümerce ve Türkçenin arasında çok büyük kelime benzerlikler vardır. Bazi Türk tarihçilere göre sümerce bir Türk dilidir.
Ancak aşağıda verilen Sümerce kelimelerin karşılıklarının bulunmasında zorluklar çekildiği göze çarpmaktadır.
Bu zorlukları kolaylaştırmakta faydası olur diye, kendimi okuyacağınız açıklamalarımı yazmak zorunda hissettim
Türkçemizin Atatürk döneminde alınan bir kararla çağın gereksinimlerine göre geliştirilmesi için Türk Dil Kurumu kurulmuş ve başına yedi dil bilen Ermeni Agop Dilaçar bey getirilmişti.
Agop efendinin seçilmesinde onun işini yapabilecek Türk aydınlarının, ya savaşlarda yitirilmiş olmaları ya da siyasi nedenlerle devrim karşıtı olduklarından yurt dışına sürgün edilmiş veya daha önceden yurt dışına değişik nedenlerle gitmeleri, kaçmaları/kalmaları nedeniyle işe uygun adam bulunamaması önemli rol oynamıştı.
Atatürk 1936’larda Agop efendiye faaliyetlerini durdurmasını emretmişse de ölümünden sonra İsmet İnönü döneminde tekrar bu göreve getirilmiş ve 1980lere kadar bu işi yapması sağlanmıştı. Dilaçar soyadını ona Atatürk vermişti.
Onun idaresindeki TDK, yaptığı düzenlemelerde değiştirdiği kelimelerin önceki kullanılan hallerini kayıt altına almamış ya da hazırlanan sözlüklerde yeni kelimelerin eski halk dilindeki kullanımları hazırlanan sözlüklere sokulmamıştı.
Bu da dili köksüzleştirmiş, zamanla çok saçma kelimeler üretilmesiyle TDK alay konusu olmuştur.
Bence hazırlanan sözlükler dilin evrimini de içermeliydi. Ya da ek olarak hazırlanıp yardımcı olarak sözlüklerin yanında verilmeliydi. Seçilen yeni kullanımın önceki şöyleyiş şekilleri de sözlüklerde bir şekilde ve mutlaka yer almalıydı.
Bu durumda gelecek kuşaklar, gerek halk gerekse araştırmacılar arkeolojik kazılardan veya herhangi bir keşifle ortaya çıkan kaynakları çözümlemeye çalışırken, eldeki eski dil bilgilerinin içerdiği “dilin evrimini gösteren” bilgilerin ışığında, tarihi belgenin günümüz diline uyarlanmasında sıkıntıya düşmekten kurtulacaklardı.
Dilin bütün eski kökenlerinin atılarak son verilen şeklin halka dayatılması, tepki ile karşılanmış ve yeni dili halk isteyerek benimsememiştir.
Örnek olarak, “Baba”, Karaçay Türkçesinde “Ata” Arap dilinde de “Âta” olarak yer almaktadır. Sümer, Babil, Asur dillerinde “BABA” erkek ve dişi tanrıçaların adlarında aynı anlamda yer almaktadır.
Örnek, aşağıdaki “Gaba” olan Sümerce kelime Karaçay Türkçesinde “Gabara”, günümüz Türkçesinde “yünlü yelek” olarak gösterilmektedir. Oysa Fransızca’dan dilimize geçen “Kaban” da içi yünlü deri paltoya verilen addır. Demek ki bu kelimenin kökeni Türkçe ve Sümerceydi.
Gelelim “Ben anlamına gelen “Me” kelimesinin “Men” ve “Ben” oluşuna. “Ben” asalında Tevrat’ta tanrının adıdır. Hindu dininde tanrı Atman “Ben” demiştir. Fars dili Türkçenin en çok kullanıldığı bir dildir ve İranlılar halen “Men” derler. Batı Anadolu ve Trakya, Balkan Türkleri de “Ben” derler ve bu kelimenin İbranice’ye de Hintçe’ye de Türkçeden geçtiği anlamını çıkarmak mümkündür.
Örneğin, Karaçay Türkçesindeki “Ol” kelimesi Osmanlı Türkçesinde çok sıklıkla kullanılır.
Sümerce “RU” olan, Karaçay dilinde “Ur”, günümüz Türkçesinde “Vur” olan kelime halen kırsal kesimde “Ur”, “Urmak” şeklinde kullanılır.
Sümerce “ER”, Karaçay dilinde ve günümüz dilinde de “Er” olan kelime, Farsça’dan gelen ekleme ile Asker haline gelmiştir. Frsça’dan Almanca’ya geçen “Asker”, “Oscar” (Oskar) olmuş ve asker demektir. İbrani dilinde de “ER” Yakup peygamberin 12 oğlundan Yahuda’nın oğlunun adıdır ve Türkçeden geçmedir. Cenaze namazına dururken bile mefta erkekse, halen hocalar,”Er kişi niyetine” diyerek namazı başlatırlar.
Bir de “J” harfi ile başlayan kelime/adlara “J” harfinin okunuş/söyleyiş/seslendirilme” farklılıklarını bilerek yaklaşmak gerekir. “J” harfi “İng,JOHN, Fr.JAN, JEAN,Tur.CAN, Çin,JİN”=CİN anlamına gelir ve bu adlarda “J” harfinin Türkçe “C” sesi verdiğini görüyoruz.
Öte yandan “JAHVEH (Yahve), JUGOSLAVIA (Yugoslavya), Jerusalem (Yeruşalim)” adlarında da “Y” sesi verdiğine tanık oluyoruz. Aşağıdaki tablodaki ve ilaveli başka tablolardaki Sümerce ya da başka dilerdeki adları/ kelimeleri bu ses bilgilerine sahip olarak okuduğumuzda onların içlerindeki Türkçe’yi keşfetmemiz hiç de zor olmayacaktır.
Sümerce
|
Karaçay Türkçesi
|
Türkiye Türkçesi
|
аз
|
аз
|
Az
|
баба
|
ата
|
Baba (ata)
|
gaba
|
gabara
|
Yünlü yelek
|
daim
|
dayım
|
Doyum, doyma
|
me
|
men
|
Ben
|
mu
|
Bu, ol
|
Bu, o
|
ne
|
ne
|
Ne
|
Ru
|
ur
|
Vur
|
Er
|
er
|
Er, asker
|
Tu
|
Tuv-
|
Doğ-
|
Tud
|
tuvdu
|
doğdu
|
Ed
|
öt
|
geç
|
Çar
|
çarh
|
çark
|
guruvaş
|
karavaş
|
Kadın köle
|
uş
|
üç
|
üç
|
üd
|
ot
|
Od, ateş
|
Uzuk
|
uzun
|
uzun
|
Tuş
|
tüş-
|
in-, aşağı inmek
|
эшик
|
Eşik
|
Eşik ,kapı
|
аур
|
avur
|
ağır
|
Jau
|
Jav/cav
|
Yağ
|
Jen
|
Jer/cer
|
Yer
|
Egeç
|
egeç
|
kızkardeş
|
Or
|
or
|
Orak çalmak
|
кал
|
kal-
|
Kal-
|
кыз
|
kız
|
Kız
|
куш
|
kuş
|
Kuş
|
Uat
|
uvat-
|
Ufala-, kır-
|
Jarık
|
Jarık/carık
|
Aydınlık, ışık
|
Jaz
|
Jaz/caz-
|
Yaz-
|
Jün
|
Jün/cün
|
Yün
|
Jol
|
Jol/col
|
Yol
|
Jır
|
Jır/cır
|
Türkü, şarkı (Ir)
|
Jarım
|
Jarım/carım
|
Yarım
|
Çolpan
|
çolpan
|
Sabah/seher yıldızı
|
Çibin
|
çibin
|
Sinek (cibin-lik)
|
İrik
|
İrk/irik
|
5 yaşındaki koç
|
Kur
|
kur
|
Kur-
|
koru
|
koru
|
Koru-
|
küre
|
küre
|
Küre-
|
Kadau
|
kadav
|
Sürme kilit
|
Kan
|
kan
|
Kan
|
San
|
san
|
Sayı
|
ikki
|
eki
|
İki
|
Buz
|
buz
|
Boz
|
Üz
|
üz
|
Kopar
|
Süz
|
süz
|
Süz
|
Ez
|
öz
|
Öz, kendi
|
Ör
|
öl
|
Öl
|
ul
|
ul
|
Oğul
|
Balkan ve Anadolu Türkçesinde “H,Y,Ğ” gibi harflerin yutulması bazı çift sessiz harflerin düşürülmeleri olağandır.
Örnek Bulgaristan Muhacirleri, Arapça’dan geçme adlar olan, İbrahim yerine “İbrâm”, “Bayağı” yerine “Bayâ”, “Ayağın” yerine “Ayân” “A” uzatılarak “Ğ” yutulur, Türkçe olmayan bir ad olan “Behice” yerine “Beyce” söyeyişi ile Arap adının Türkçeleştirilmesi takdire değerdir, Hüseyin yerine “Üsên”, burada “H” ve “Y” olmak üzere iki sessiz birden yutulmaktadır. “Geliyorum” yerine “Gelêrim”, Yörükler de “Gelôrum” şeklinde söylerlerdi. Osmanlı Saray Türkçesi de Yörük şivesidir.
Sümerce “Ul” olan kelimenin “Oğul” olarak yazılması kafaları karıştırmasın. Balkan ve Ege Türkleri asla “Oğlum” demezlerdi. Onun yerine “Ôlum, Ûlum” şeklinde, ilk sesli harfi uzatırken “Ğ” harfini yutarlardı, “Oolum, Uulum” gibi. Bu kelimelerinde zaten çoğu Babil, Akad, Asur dillerinden çevrildiğinden bu sesli harflerin hepsinde de kesinlikle “^” uzatma işareti vardır. Dil bilimciler özellikle Akad ve Babil dillerindeki Türkçe yoğunluğundan ve Arap tanrılarının çoğunun Türklerde olmasından dolayı bölgede Türklerin o dönemlerde yaşadığından söz etmektedirler.
Sümerce “Üz” Türkçe “Kopar” olarak verilmiş. Oysa halen günümüz Türkçesinde “Üzmek” bir insanı, hayvanı “ruhen zorlamak” anlamında kullanıldığı gibi kırsal kesimde sadece “zorlamak” onlamında da kullanılmaktadır: Bundan “Koparma” anlamını bulmak zor olmasa gerekir.
Sümerce “San” olan kelime günümüz diline “Sayı” olarak geçmiş. Oysa biz bu kelimeyi halen kullanırız.
-“Adının sanın nedir?...”, “Adı,sanı kalmamış!” ifadelerinde kişinin adından başka, toplumda kazandığı değere göre toplumun verdiği lakabı, rütbesi, işi gibi onu saydıran özellikleri sorulur. Binlerce yıl öncesi “San” kelimesinin bu gün “sayı” olması ve yaklaşık anlamda kullanılması şaşırtıcı değildir.
Öte yandan Sümer dilinde çok sık rastlanılan sessiz harfle başlayan kelimelerin başlarına “sesli” harf ulanarak şöyleyiş şekli Agop’un düzenlemesinden sonra bile kullanılmaktadır.
Örnek, “Recep” yerine “İrecep” denir. Ancak her sesli harfle başlayan kelime, ad için de geçerli değildir.
Sümer dilinde “Kur” olarak geçen kelimenin karşılığı da günümüz dilinde “Kurmak” fiilinin emir kipi olan “KUR” anlamında verilmiş. Sümer dilinde “Kur”, baş tanrı Anu tarafından kurulan ahret hayatının geçeceği yer, cehennem olarak da geçmektedir. Sümer’in yeraltı dünyasının da adıdır.
Sümerce “Çibin” kelimesinin Türkçe “Cibin-lik” yani sinekten korunmak için kullanılan tül örtü olması dikkate alındığında, “Sinek” adının dilimizde bazı fiillere köken olduğunu görüyoruz.
Ancak, “Sin-mek”, “Sin-sice” türetmelerine bakılırsa “sinerek, saklanarak, gizlice yaklaşan” anlamında bir ad olduğunu çıkarabiliriz.
Peki, Cibin’den Sin-ek’e (Bin-ek gibi) nasıl gelindi derseniz bir düşünelim.
Hint, İbrani ve Fars dillerinde “B” harfi aynı zamanda “V” sesi de verirler. Türklerin yeryüzünde en çok birlikte yaşadığı kavimler bunlardır. Bunlardan geçen bir alışkanlıkla veya bizlerden onlara geçmiş olabilecek bir alışkanlıkla,”Cibin/Sibin/Sivin” ve “B” harfininin düşmesiyle “Sîn” kökü geçmişte ortaya çıkmış olabilir. Muhtemelen önceleri “Cibin/Sibin/Sîn/Sînik ve son olarak ta “Sînek’e” dönüşmüş olabilir.
Sümerce bitişken bir dildir. Bu demektir ki Sümerce kelimeler, birbirinden açıkça ayırt edilebilen bir dizi sonek ve biçim birimden oluşur.
Cumhuriyet döneminde üretilen yeni Türkçe dışında, doğal arı eski halk Türkçe söyleyişini (Diyalekt/Pronounciation) esas aldığımızda Türkçe kelime ve adları daha kolay bulabildiğimiz gördük.
Türk milleti, çoğunlukla göçer yaşayan kavimlerden oluştuğundan, sürülerine bereketli otlaklar arayan ve yeryüzünde egemenlik peşinde koşmayan yapıya sahip olduğundan yerleşik kavimlerin kültürlerini de kolayca benimseyen yapıya sahiptir.
Köleci kavimler olan yerleşik kavimler Türk milletinin “bilgelerini” öldürerek veya öldürterek onları başsız bırakmış ve asimile etmiştir. Bu asimilasyon/içinde eritme, halen sürmekte olduğundan, Türk milletinin geçmişini arayanların en eski Türk lehçelerine ulaşıncaya kadar geçmiş asimilasyonların getirdiği şive/diyalekt/ söyleyiş biçimlerinin (form) tek tek tespit edilmesi gerekir. Ayrıca dinlerin de buna ilave edilmesi gerekir.
Türk Dil Bilimcilerinin gerçek görevi, köy köy, ülke ülke dolaşarak Agop efendinin, Hint, Arap, Grek, Çin ve Rusların düzenlemelerinden pek nasibini alamamış, kendine özgü dilimizi konuşan insanların dillerindeki söyleyiş biçimlerini (Diyalekt formları) derlemelidirler. Böylece Türkçeyi geliştirmek de anlamak da çok daha kolaylaşacaktır.
Bu da bize görkemli bir tarihin kapılarını aralayacaktır.
Mitolojiler dikkatle incelendiğinde yeryüzündeki bütün yaratılış destanlarında “Türkçe” kelimeler, kökenler bulmak çok kolaydır. Son zamanlarda filolojik araştırmalar da yeryüzünde kullanılan en eski dilin Türkçe olduğu ve hatta göklerden gelen şeytan/cin tanrıların da Türkçe konuştukları itiraf edilmektedir. Bu boşuna değildir.
Ziggurat'ın Tanrının evi olan en tepedeki evine çıkan merdivenler. |
Din
Eski Sümerlilerin Ortadoğunun girişinde bıraktıkları izleri dinleriydi. Sadece bölgeye dağılmış olan Zigguratları ve tapınakları değil, evrenbilimleri, dini ayin ritüelleriyle komşularını etkileyen ve günümüz Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslami geleneklerde bu derece kendisini gösteren yansımaları vardır.Eski büyük tapınaklardan daha büyük ölçüde kil tablet yazıları, ilahiler, dinler, ağıtlar*, büyüler ve büyülü sözlere ve Sümerlerin din dünyasının içine bir göz atan çağdaş okuyucular ile mit yazarları ve arkeologlara kadar herkese gücü yetmektedir.
Her şehir insanın kaderini yazdıran güçlere sahip güçlü tanrıları barındıran Sümer tanrılar ailesinin baş tanrısının oturduğu koltuğu barındıran bir tapınak eve sahipti. Şehrin ileri gelenleri sadece şehrin hakimi olan tanrı ve tanrıçaların iyi dilekleri için değil hatta tanrılar meclisinin diğer üyelerinin de iyi dileklerini kazanmak için yalvarmakla görevliydiler. Başlangıçta rahiplik mesleği bu rolü yerine getirdi, sonraları dinsel kökeni olmayan, güçleri alınmış krallar, küçük rahipler rüyaların ve kehanetlerin yorumlanmasında büyük yetki sahibi oldular. Ruhban olmayan kralların çoğu ilahi haklar istediler. Örnek olarak Agade’li Sargon İştar/İnanna tarafından seçilmiş olmayı talep ettiler.(Crawford 1991: 21-24)
Dörtgen tapınağın en kutsal merkezi, tapınağın tanrısının heykelinin önündeki “sunu masası veya “Cella-Sella-Çella” adıyla bilinen tuğladan bir kurban kesilen sunak (Mihrap) bulunurdu. Çella’nın uzun ucunda tapınakta rahip ve rahibelere ait odalar bulunurdu. Bu çamur-tuğladan binalar koni şekilli geometrik ölçülerdeki mozaikler, freskler ile insan ve hayvan resimleriyle süslenmişti. Bu tapınak kompleksleri evrilerek kuleli Zigguratlara dönüştü. . (Wolkstein & Kramer 1983: 119)
Tapınakta, rahipler, rahibeler, müzisyenler, şarkıcılar, hadımcılar( *1) ve kutsal emanetler bulunurdu. Çeşitli ibadet şekilleri arasında en temelli olanları yiyecek sunuları ve tanrının şerefine şarap içme veya toprağa dökme idi.Yeni yıl kutlamaları, yıllık ve aylık bayramları da vardı. Ayinlerin sonunda kral bereket tanrısı Dumuzi’nin yeniden dirilmişiymişçesine İnanna ile evlenirdi ve macera aşağıdaki gibi devam ederdi.
Çok özel meselelere gelindiğinde Sümerliler samimi kalırlardı. Tanrıların adalet ve merhameti tercih etmelerine rağmen onlar kötüyü ve talihsizliği de yaratmışlardı. Bir Sümerlinin bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu. İçki sunusu kayıtlarındaki yargılamalara göre zorluk zamanında yapılabilecek en iyi şey “yalvarmak, içki sunmak, ağlamak, başarısızlıklarını ve günahlarını gözyaşları içinde itiraf etmekti”. Ailelerinin veya şehrin tanrılarının onların yararına araya girebilirlerdi fakat bunun olması gerekli değildi. Bütün bunlardan sonra insan kalbi kırık, emeğini biriktiren, tanrıların kullanacağı bir araç olarak yaratılmıştı ve herkes hayatının sonunda yeraltı dünyasında genellikle kasvetli bir yere uzanırdı. (Wolkstein & Kramer 1983: pp.123-124)
*Ağlayarak Ağıt yakma; Sümerlilerden devam ettiği yukarıdaki bilgilerden anlaşılan “Ağıt Yakma” olayı, özellikle Kürt Yezitlerinde yaygın olarak yaşatılan bir gelenektir. Ölüm döşeğine düşmüş ebeveyninin, ölüm döşeğinde olduğu andan ölüm sonrasına kadar ağlamayan yakınına miras verilmez. Bunu Tunceli’de şark hizmetim sırasında öğrendim. Yahudi Kürtler olarak da bilinen Yezit Kürtlerin dini kitapları olan Mushaf-ı Reş (Kara Kitap) ve Kitab-ül Cilve’nin kökenleri Semitik Hicaz, Yemen Arap Yezidiliği ile Tevrat ve İncil’dir. İşte Tevrat’ta ilk olarak Yusuf peygamberin babası Yakup peygamber için yapılan ağıt törenini anlatan Tevrat ayetleri;
Tevrat- Yaratılış
Yakup'un Gömülüşü
BÖLÜM 50……..
Yar.50: 6 Firavun, "Git, babanı göm, andını yerine getir" dedi.
Yar.50: 7 Böylece Yusuf babasını gömmeye gitti. Firavunun bütün görevlileri, sarayın ve Mısır'ın ileri gelenleri ona eşlik etti.
Yar.50: 8 Yusuf'un bütün ailesi, kardeşleri, babasının ev halkı da onunla birlikteydi. Yalnız çocukları, davarlarla sığırları Goşen'de bıraktılar.
Yar.50: 9 Arabalarla atlılar da onları izledi. Büyük bir alay oluşturdular.
Yar.50: 10 Şeria Irmağı'nın doğusunda Atat Harmanı'na varınca, yüksek sesle, acı acı ağıt yaktılar. Yusuf babası için yedi gün yas tuttu.
Yar.50: 11 O bölgede yaşayan Kenanlılar, Atat Harmanı'ndaki yası görünce, "Mısırlılar ne kadar hüzünlü yas tutuyor!" dediler. Bu yüzden, Şeria Irmağı'nın doğusundaki bu yere Avel-Misrayim* adı verildi.
D Not 50:11 "Avel-Misrayim": "Mısırlılar'ın yası" ya da "Mısırlılar'ın çayırı" anlamına gelir.
Yar.50: 12 Yakup'un oğulları, babalarının vermiş olduğu buyruğu tam tamına yerine getirdiler.”
*1-Hadım Etme- Eneme; Dünyevi zevklerden vazgeçmek, kendini ilahi emirlere adamak için yapılırdı. Halife olan Osmanlı padişahlarının lakapları da “Hadım-ül Haremeyn Şerefeyn’di. Kabe’nin şerefli hadım kölesi” demekti. Hadım Grek Artemis rahiplerince “dünya zevklerinden elini eteğini çekme, tanrıya yönelme” anlamında uygulanan bir ritüeldi. Padişah- kral veya halktan köle sahiplerinin haremlerinde görevli erkek kölelere ve eşcinsel gılmanlara da uygulanırdı.
II.Sümer Evrenbilimi hakkında ne biliyoruz?
Sümerlilere göre evrenin (anki) yaratışının resmini oraya buraya dağılmış ilahiler ve efsanelerden herhangi birisi derleyebilir. İlk çağlarda hiçbir şey yokken deniz (Abzu- Absu) vardı. Cennet (an) ve yeryüzü (ki) şekillendi. Cennet ve yeryüzü arasındaki sınır kübik (muhtemelen ince) bir kubbeydi ve yeryüzü düz bir disk gibiydi. Kubbenin içinde gaz (Lil) veya atmosfer uzanırdı, içinde biçimlenmiş olan en parlak parçaları yıldızlar, gezegenler, güneş ve aydı. (Kramer, The Sumerians 1963: pp. 112-113) Başlıca üç Sümer tanrısı ile bu bölgeler birleştirilmişti. An, M.Ö. 2500’lere kadar tanrılar ailesinin en başta gelen, sonraları değerini kaybeden cennetin tanrısıydı. (Kramer 1963 p. 118)Ki, kendine has olarak yer tanrıçasının gerçek adıydı onun adı daha çok Ninhursag (dağların kraliçesi),Ninmah (Yüceltilmiş olan, ulu) veya Nintu (doğuran hanımefendi) olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar göründüğü gibi bütün tanrıların çoğunun atalarıydılar.
“Gılgamış, Enkidu ve Aşağıdünya” destanına göre ilk günlerde ihtiyaç olan şeyler yaratıldı. Cennet ve yeryüzü ayrıldı. An cenneti aldı, Enlil yeryüzünü aldı, Ereşkigal alt dünyaya kaçırıldı ve Ea ondan sonra yelken açtı.
III.Hangi Tanrılara İbadet Edilirdi?
Nammu, ilkel denizin, sulu çukurun tanrıçasıydı. O belki Sümer evrenbilimi içindeki tanrıların en erkeni, cenneti ve yeryüzünü doğurandı. (Kramer 1961 p. 39) Başka bir yerde de bütün tanrıların anası ve An’ın karısı olarak tanımlanır. (Kramer 1961 p. 114) Enki’nin anasıdır. O Enki’yi tanrılara hizmetçiler yaratması için teşvik etti yardım etmesi için de Nimmah/Ninhursag’ı insanı yaratması için yönlendirdi. . (Kramer 1963 p. 150; Kramer 1961 p. 70)
Eski Sümer Tanrıları;
- · Apsu - Yeraltı okyanusu; Yeryüzü ve gökyüzününün üreticisi
- · Tiamat (Tiyamat)– İlkel Kaos/karmaşa; Yeryüzü ve gökyüzünün sahibi-Dünya.
- · Lahmu & Lahamu “Kıllı, çamurlu olan” demek olup üç peliklidirler, çıplak ve üçlü kuşakları vardır.(Dalley, s.324) Yaratılış Destanı Enuma Eliş Tablet III’te Tiyamat ve Apsu’nun ilk çocuklarıdır. Kappa, Anşar’dan onları getirmesi ve Marduk’a Tiayamata ve bağlaşıklarına karşı savaşında yardım etmeleri için gönderildi.
- · Anshar (Tiayamat ve Apsu’nun çocuğu, Anu’nun babası, bütün gökyüzü. Kişara ile daima eşleştirilir.
- · Kishar – Bütün yeryüzü, Tiyamat ve Apsu’nun çocuğu, Anu’nun anası.
- · Anu – Gök tanrısı, Tanrıların babası ve kralı
- · Antu(m) – Anu’nun ilk eşi.
- · Aruru (Ninmah, Mami) – Ana tanrıça; Tanrıların ebesi
- · Mammetum – Kaderin yapıcısı veya anası.
- · Nammu – Suyla ilişkilendirilmiştir.
Anunnaki Tanrıları*
Solda Enlil, sağda Aan/Anu |
Genç Tanrılar; · Ellil (Enlil) – Başlangıçta tanrılar dizisinin önderi.
· Ea (Enki, Nudimmud)** -Suların, döllerin ve yerin tanrısı
· Mummu - Sanatkâr
· Kingu – Savaşın önderi.
· Sin (Nannar) –Ay tanrısı
· Ningal - Sin ‘in eşi
· Ishtar (Ishhara, Irnini, Inanna) – Aşk, doğum ve savaş tanrıçası.
· Siduri – Barmen, hizmetçi
· Shamash (Babbar, Utu) – Güneş tanrısı
· Aia (Aya) - Shamash'ın eşi.
· Kakka - Anshar - ve Anu'nun veziri.
· Ninlil - Elil'’in eşi.
· Nusku – Ateşin tanrısı ve Ellil'in veziri.
· Gerra (Gibil) – Ateşin tanrısı. Yahudi ve Araplarda Cibril/Mesih/Haberci melek olarak geçer.
·Ishum – Ateşin tanrısı.
· Kalkal - Ellil'in kapı bekçisi
· Nash – Arı,saf tanrıça.
· Zaltu – Karmaşa, karışıklık, düşmanlık.
· Ninurta – Savaş tanrısının teşrifatçısı.
· Ninsun – Büyük kraliçe.
· Marduk – Öteki Babil tanrılarının yerini alarak merkez figür olan tanrı. Enki’nin oğlu.
· Bel (Canaanite Baal – En akıllı, tanrıların bilgesi.
· Ashur - Suriye’nin/ Asurluların savaş tanrısı. Kanatlı disk ve ejderha ile remz edilir.
· Shullat - Shamash'ın hizmekarı/ kölesi.
· Papsukkal – Büyük tanrıların veziri.
· Hanish – Hava tanrısının hizmekarı.
· Adad –Fırtına ve Yıldırım tanrısı
· Shara- Sirius/Süreyya ve Prokyon takımyıldızlarının tanrısı. (Kuran Necm:49)
· Nin-ildu -Marangoz
· Gushkin-banda - İnsan ve tanrının yaratıcısı, kuyumcu tanrı.
· Nin-agal – Nalbantların, demircilerin koruyucusu..
Chthonic/Yer tanrıları (Göklere dönmeyecek olanlar)***
· Ereshkigal (Allatu) – Yeraltının en üst tanrıçası.
· Belit-tseri – Yeraltının tablet yazarı, kâtibi.
· Namtar(a) – Kader kesici/tayin edici, Ölümün habercisi.
· Sumuqan – İnsan/İnek sürülerinin tanrısı.
· Nergal (Erragal, Erra, Engidudu) – Yeraltının, vebanın, savaşın avcı tanrısı.
· Irra – Veba tanrısı Nergal
· Enmesharra – Yeraltı tanrısı
· Lamashtu – “Silici” olarak da bilinen korkunç şeytan tanrıça.
Ningizzia – Cennet kapısının bekçisi; Bir yeraltı tanrısı.
Tammuz (Dumuzi, Adonis)**** -Bitki örtüsünün, bereketin tanrısı.
Belili (Geshtinanna) – Tammuz’un kız kardeşi, falcı
Gizzida (Gishzida) – Belili’nin eşi, Anu’nun kapıcısı.
Nissaba (Nisaba) – Hububat ve tahıl hasatının koruyucusu.
Dagan – Bereket ver yeraltı
Birdu – Bir yeraltı tanrısı
Sharru – İtaatın tanrısı.
Urshambi – Utnapishtim’in kayıkçısı, kaptanı.
Ennugi – Anunnaki’lerin denetimcisi.
Geshtu-e İnsanı yaratırken Mami’nin kullandığı kan ve zekânın sahibi.
Kaynaklar:
*(URL = < www.sron.ruu.nl/~jheise/akkadian/mesopotamia.html>)
[(URL = ) Anunnaki Gods
**(URL = < marlowe.wimsey.com/~rshand/streams/vela/ea.html>)
***(URL = )
****(URL = )
Tanrılar Kategorileri hakkında Notlar;
A.Başlıca Tanrılar
Dikkate değer bir şekilde Sümerliler bu ilk dört tanrıyı kendileri gruplandırmadılar ve gruplandırmanın Sümer bilimcileri tarafından yapılan gözlemler sonucu yapıldığını belirtmek gerekir.An
Baş tanrı Aan. Kur-Ann'daki Cennetin İRİ GÖZLÜ HURİ'si mi? |
Ninhursag (Ki, Ninmah, Nintu
Ninhursag ilk insan Adapa ile |
“Enki ve Ninhursag”
Dilmun’da o (Nintu olarak geçer) Enki’den sırasıyle, tanrıça Ninsar’ı tanrıça Ninkur’u, bitkilerin tanrısı Uttu’yu doğurur. Uttu,Enki’den sekiz yeni ağaç (Ağaç Tanrıçalar) doğurur. O, Uttu’nun çocuklarını yediği zaman Ninhursag açtığı sekiz yarayla onu lanetler ve kaybolur. Enlil tarafından takip edildiğinde yeminini tutmaması ve yaraların olmaması için Enki’ye sekiz yeni çocuk doğurur. (Kramer 1963 pp. 147-149; Kramer 1961 pp. 54-59)
Enki, Eridu’daki yeni evinde bayram kutlamalarında Nippur’daki masasının büyük tarafı üstünde onunla (Nintu olarak geçer) oturur. . (Kramer 1961 p. 63)
“Enki ve Ninmah”
O tanrıların anası ve insanın yaratılışında yardımcı olan Ninmah’tır. Enki, Nammu tarafından tanrılara köleler yaratmak için teşvik edildiğinde Nammu ve Ninmah insanı kilden şekillendirmek için yardım ederler. İşe başlamadan önce Enki bayram varmışçasına aşırı içki içer.
Sonra, o (Ninmah) Enki’nin kaderini belirleyeceği, altı kusurlu insanı Abzu’da toprağın üzerinde şekillendirir. Enki önce yemek yiyemeyen kusurlu bir insan yaratır ve Ninmah bu başarısızlığı lanetler görünür. . (Kramer 1963 pp. 149-151; Kramer 1961 pp. 69-72)
(Hatta Aruru’ya da bak.)
Enlil/El Lil/Ellil;
Solda Enlil Boğa bacaklı, Öküzbaşlı gök tanrı Yaşam Ağacı yanında Sağda rahibi |
An ve Ki’nin birleşmesi Enlil’i (Lil’in tanrısı) üretti. Enlil hava tanrısıydı ve Sümerin ruhani merkezi olan Nippur’daki Ekur tapınağında olduğu zamanlar M.Ö. 2500’lere kadar ulusun büyük tanrılarının önderiydi. (Kramer 1961 p. 47) Başlangıçta tanrıların önderiydi. Sonradan babası Anu yararına yerinden feragat etti. Babası Anu’dan öç almak isteyen Enmesherra’yı (yer altı tanrısı) öldürendi.
Onun kutsaması olmayan bir şehir yükselemezdi (Kramer 1961 pp. 63, 80). Çoğunlukla Ninlil’in kocası, Ninhursag onun kız kardeşi olarak tasavvur edildiyse de bazı hadislerde Ninhursag onun eşi olarak geçer. “Enlil ve Ninlil” (Jacobsen p.105).
Babillilerce rolü Marduk döneminde yükseltildi. Büyük tufanlardan sorumlu, “asabi/kızgın” huylu bir tanrıydı. İnsanlığın yaratıcısıdır. İhtiyacı olana yardım ve iyilik ettiği düşünülür. Canlı ve cansız her şeyin kaderlerini belirlemekte kullandığı “Kader Tabletlerinin” koruyucusuydu.
Sonraları, fırtına/Ateş kuşu Zu/Anzu/Anka/Benu tarafından bu tabletler çalındı. Sonra tabletler geri alındı ve Zu Ellil tarafından yargılandı. Eşi Ninlil’di ve başbakanı Nusku’ydu. Ayrıca yeryüzündeki ülkelerin de tanrısıydı. Anunnakilerin kralıydı. Onların savaş danışmanıydı. Atrahasis’e yeryüzünü ve halkını o verdi. Tapınağı Duranki’dedir.
İgigi /Anunnakiler isyan ettiklerinde etraflarını çevirdi ve Anu’yu çağırdı. İgigi’nin* kederi yüzünden İnsan yaratıldıktan sonra, onların cinsel ilişkilerinde çıkardıkları gürültülerden usandı ve üzerlerine çeşitli felaketler gönderdi ve her insan yakalandı ve yeni insan yapılıp salındı. Felaketleri arasında ölümler, sel baskınları, kuraklık ve büyük tufan da vardır.
İnsanlığı korkutması için Humbaba’yı Sedir ormanına o tayin etti. Cennetin Boğası ve Humbaba’yı öldürmesi yüzünden Enkidu’nun ölmesi gerektiğine o hükmetti. Yıkanırken hamamlığını koruması için Anzu kuşunu o tayin etti, o da kader tabletlerini ve Ellil’in gücünü çalıp bir dağın zirvesine sakladı. Ninurta ve Enki Belet İli’ye Anzu kuşunu öldürmesini ve kader tabletlerini kurtarması için talimat verdiler.
Gelini yapmak istediği Ninlil’e tecavüz etmesi yüzünden aşağı dünyayı yasakladı ama Ay tanrısı Sin (Nanna) bu birleşmelerinin ürünü oldu. (Kramer, Sumerians 1963: pp.145-147). Ninlil sürgüne gönderildiğinde eşi olarak onu takip etti. Aşağı dünyada yeraltı muhafızlarının kendisini sorgulamalarına rağmen olduğu yerleri açıklayacakmış gibi yapıp açıklamadı ve bir fırsatında birleşmelerinden önceki gerçek hikâyesini anlatacak gibi göründüğünde gene onu üç kez hamile bırakmıştı. Bu birleşmelerin ürünü olarak, Ninazu, Meslamtaea (aka.Nergal) nı da dahil olduğu üç tane yeraltı tanrısı doğdu. (Çevirmenin açıklaması-Yezitlik, Yahudilik ve Müslümanlıkta tecavüze uğrayan genç kızın tecavüzcüsüyle evlendirilmesi geleneğinin kaynağı bu olaydır.) Sonraları Nanna’nın onu Nippur’da ziyaret etmesiyle ona zengin bitki yaşamlarının olduğu bir sarayla birlikte Ur’u ona bağışlamıştı. . (Kramer 1961 p. 43-49) Hatta Enlil Ninurta’nın da babası olarak görülür (Kramer 1961 p. 80).
“Enki ve Eridu”
Enki, kendi şehri olan Eridu’nun kutsanması için Nippur’da Enlil’i ziyarete gitti. Enki bu ziyarette yapılan şölende An’ın yanına oturdu ve kendisine ekmek verildi ve sonra Enlil Anunnakilerin Enki’ye dua etmelerini ilan etti. (Kramer 1961 pp. 62-63)
“Tahıllar ve İnekler (insanlar) Arasında Münakaşa”
Sümer tanrıları ve yaşam ağacı |
Enlil ve Enki buluşmasında Enki, inek sürülerinin tanrıçası Lahar ile tahılların tanrıçası Aşnan’ı çiftlikler ve tarlalar yaratmaları için zorlamıştır. Bu bölge Lahar’ın hayvanları ile Aşnan’ın tahılları için yeterli araziye sahipti. İki tanrıça çok içki içtiler ve aralarında kavgaya başladılar, böylece sorunu çözmek ve aralarındaki uyuşmazlığı telafi etmek te Enki ile Enlil’e düşmüştü. (Kramer 1961 pp. 53-54; Kramer 1963 pp. 220-223)
“Emeş ve Enten Arasındaki Münakaşa” (Habil- Kabil kavgasının kaynağı.)
Enlil, sığırtmaçların tanrısı Enten ve tarım tanrısı Emeş’i yarattı. Enten’in kendisinin daha güçlü olduğunu ilan etmesiyle Emeş ve Enten arasında, hangisinin “tanrıların çiftçisi” olarak tanınacağı kavgası başladı. (Kramer 1961 p. 49-51). (Çevirmenin notu-Tevrat’ta Habil- Kain, Kuran’da Habil- Kabil kavgası bu olaydan alınmış olmalıdır)
“Enki ve Ninhursag”
Enki Ninhursag tarafından lanetlendiğinde, Enki’nin lanetten kurtulmak için tilki kurnazlığıyla ona yalvarması karşılığında ona yardım etmiştir. (Kramer 1961 p. 57)
“Enki ve Dünya Düzeni”
Enlil’in Ekur tapınağında çağrısı üzerine ME (Tanrılar meclisi) toplandı ve Enkiye dünyayı koruma ve tanrılar meclisinin kararlarını Eridu’daki Enki’nin ilk ibadet merkezinden başlayarak dünyaya bildirme yetkisi verildi. (Kramer 1963 pp. 171-183)
“İnanna’nın Yeraltına İnişi”
Enlil, Ninşubur’un büyük kızı İnanna’nın, Ereşkigali’ın yeraltı dünyasından kurtarılması için yaptığı başvuruyu ret eder. (Kramer 1961 pp. 86, 87, 89, 93)
“Ziusudra”
Tufandan sonra An, Ziusudra’ya ölümsüzlük verir ve onu Dilmun’da yaşatır. (Kramer 1961 p. 98)
“Gılgamış, Enkidu ve Yeraltı dünyası”
Gılgamış yeraltında “pukku” ve “mikku” larını kaybeder ve Enkidu şeytanlarıyla hızla oraya hareket eder ve Enlilden yardım ister. Enlil yardım isteğini ret eder. (Kramer 1961 p. 35-36)
(See also the Babylonian Ellil)
Enki/Ea/ Nudimmud/Sulu Çukurun ve Döllerin tanrısı;
Enki yaşam veren tanrı. Suları tatlı yapıyor ve türleri üretiyor. |
Enki ilkel denizin Nammu’sunun oğludur. Adının çevrilmesi yanlışlığın aksine o yer tanrısı değil, aklın ve Abzu’nun (sulu çukurun ve dölün- meninin) tanrısıdır. Bu tezat, Abzu’yu içeren veya Abzu tarafından kapsanan En-Kur gibi bilinen yeraltı tanrılığının Kramer ile Mayeri, kanıtsız olarak doğru kabul edildiği kanaatine sevk etmiştir. “Gılgamış, Enkidu ve Yeraltı dünyası (Cehennem, ruhlar âlemi, Ahret)” destanının başlangıcında bahsedildiği gibi Kurla savaşır ve farz edildiği gibi zaferle çıkar ve “Kur’un Tanrısı- Kralı” rütbesini ister. O suların, yaratılışın ve bereketin tanrısıdır. Hatta o yeryüzün idaresinin de topraklarının da sahibidir. O ilahi yasaların, Me’nin koruyucusudur. (Kramer & Maier Myths of Enki 1989: pp. 2-3) "Gilgamesh, Enkidu, and the Underworld"
O her şeyi bilendir, “Aklın Tanrısı” ve “Büyülerin Tanrısıdır”. O bir şeyi konuştuğu zaman yapılmalıdır. Anu’nun oğludur. Bazan Anşar’ın ve karısı Dumkina’dan olma oğludur. İştar’ı tamamlamak için Zaltu’yu (Kargaşa) yarattı. Apsu ve Mummu’nun kendisine darbe yapacağını keşfetti ve Apsu’yu büyü altına alarak uyuttu, Mummu’yu sersemletti ve bağladı. Sonra onun yarısınıdünyanın okyanuslarını desteklemek için yeraltı okyanusuna koydu ve Apsu adını verdi. O ve Dumkina Bel-Marduk’u ürettiler. (Bel, Marduk’un öteki adıdır.)
Tiyamat’ın tanrılara karşı öç almak için plan yaptığını öğrendi. Babası Anşar onu Tiyamat’a karşı saldırtmayı denedi ama Ea unu tersledi. Anu’nun barış çabası yeterli olmayınca Marduk’u harekete geçirdi.
İgigi’nin ağır iş yükü sorumluluğuna karşı insanı yaratmanın yöntemlerini önerdi. İnsan türünün koruyucusu oldu. Bütün sanatların, yazının, çiftçiliğin ve sihrin öğreticisi oldu. Başka tanrılar onlara zarar verdiklerinde insanlara öğütler verdi. Adapa/İlk insan’a türünü eğitmesi için “anlama/ kavrama yeteneğini verdi. Adapa bu bilgileri güney rüzgarını dindirmede kullanınca ona Dumuzi ve Gizzida’nın yokluğunda Anu’ya şikayet etmesini söyleyerek lanet etti. Anu’nun mahkemesinde iken Adapa’ya “ölümsüzlük ekmek ağacının meyvesinden” yememesini söyledi.(Yeryüzündeki yaşamında verieln en az ceza). Enlil/Ellil’in insanlığı tufanla yok etmesine karşı çıktı ve Atra Hasis’e tufana ve onun hava şartlarına dayanacak bir gemi yapmasını nasihat etti.
Tanrılar Anzu kuşunu yok edecek bir gönüllü bulamamışken o İgiggi’ye bir tane seçmesini söyledi. Belet-İli/Mami’yi ve Ninurta’yı Anzu’yu öldürmeye gönderdiğinde, Sharur/Şarur’dan geçerek yaratığı nasıl bozguna uğratıp öldüreceğini Ninurta’ya öğretti. Sembolleri arasında “Koç Başı”, “Keçi Balık” (Balık vücudu üzerinde keçi başı) yer alır. Kutsal numarası “40”tır. Astrolojik bölgesi balık ve kova burcudur. Gök yüzünde 12” derece güneydedir.
Ereşkigal’in Kur’da durdurulmasından sonra sanıldığı üzere ona yardım etmek için yelkenlisiyle yola çıkar. Taştan yaratıkların saldırısına uğrar. Yaratıklar Kur’un kendisinin bir uzantısı olabilirler. (Wolkstein and Kramer p. 4; Kramer 1961 p. 37-38, 78-79)
“Enki ve Eridu”
Enki kendi şehri Eridu’yu bereketli kılmak için onu suların üstüne yükseltir. Şehrin Enlil tarafından kutsanması için kayığını Nippur’a yöneltir. Enlil ve An’ın da bulunduğu Tanrılar için bir şölen verir ve burada Nintu’ya özel bir ilgi gösterir. Şölenden sonra Enlil Anunnakilerin Enki’ye dua etmelerini* ilan eder. (Kramer 1961; pp. 62-63)
“Enki ve Dünya Düzeni”
Enlil’in Ekur tapınağında çağrısı üzerine ME (Tanrılar meclisi) toplandı ve Enkiye dünyayı koruma ve tanrılar meclisinin kararlarını Eridu’daki Enki’nin ilk ibadet merkezinden başlayarak dünya halkına bildirme yetkisi verildi. Dünyayı düzenleyen fermanlarıyla O Me’yi (meclis) Ur’a, Meluhha’ya ve Dilmun’a yöneltti.(Kramer 1963 pp. 171-183)
“Enki ve Ninhursag” (Ensest sapık ilişkiden üreme.)
O cennet ülkesi Dilmun’u palmiye ağaçları, bol sularıyla kutsadı. O Ninhursag üstüne tanrıça Ninsar’ın babasıydı, sonra Ninsar üstüne Ninkur’un da babasıydı, son olarak Ninkur’un üstüne bitkilerin tanrıçası olan Uttu’nun da babasıydı.
Uttu Enki’den sekiz tür bitki doğurdu ve Ninhursag tarafından lanetlenen her birisinde bir yara bulunan bu “ağaç çocukları” yedi bitirdi.
Lanetin zarar vermemesi için Ninhursag’ın geri çağırması üzerine Enki’nin kendi yararına tilkice işine Enlil yardım etti. Ninhursag tekrar Enki’ye katıldı ve her birisinde tedavi gerektiren yara olan sekiz yeni çocuğa daha sahip oldular. (Kramer 1963 pp. 147-149; Kramer 1961 pp. 54-59)
“Enki ve Ninmah; İnsanın Yaratılışı”
Tanrılar yardıma ihtiyaç duymaktan şikayetçi oldular. Abzu üzerinde, kilden kalpten adamın yaratılışı, annesi Nammu’nun teşviki ve yönlendirmesiyle Ninmah (Ninhursag)ın yapıcı eleştirileriyle olur. Çok sayıda kusurlu yaratılışlardan sonra sonunda mükemmel olan yaratılır. (Kramer 1963 pp. 149-151; Kramer 1961 pp. 69-72)
Enki İnanna’ya karı dostça davranıyordu ve Ereşkigalle görüşmek ve onu şımartmak için iki tane cinsiyetsiz varlık göndererek onu Kur’dan kurtarmıştı. Onlar Ereşkigal’e Yaşam yiyeceği ve Yaşam suyu (Ölümsüzlük) vererek vücudunu yenilemişlerdi. (Wolkstein and Kramer pp. 62-64)
“İnanna ve Enki”
Sonra İnanna onun fermanı ile kendisine pek az güç verildiğinden şikayet etmek üzere yanına gelmişti.
Farklı metinlerde İnanna’nın onu içkiyle serhoş ederek kendisine güç, sanatkarlık, sanatlar, doksan dört Me’nin sıfatlarının hepsini bağışlatmıştı. İnanna Erek’teki kült merkezine Me’yi teslim etmek için Enki’den ayrılır. Enki Me’yi ondan zekasıyla geri almayı dener ama o güven içinde Erek’e emanetleriyle varmıştır. (Kramer & Maier 1989: pp. 38-68)
*Çevirmenin açıklaması-
Enki yeryüzündeki işlerden sorumludur. Enlil ilk başlangıçta aynı zamanda Ay tanrısıdır ve göklerin ordularının da komutanıdır. Göklerin orduları da “Anunnakiler- Gökten elli kişilik uzay mekikleriyle inen göksel işçilerdir. Yani boyları 6.m. ile 12.m arasında değişen meleklerdir. Hepsi Enlil’in emrindedirler. Yeryüzündeki üretim işleri için de Enki’nin ve diğer tanrı-çaların Anunnakilere emirlerini yaptırabilmeleri için Enlil’in izni, onayı gereklidir.
Halen günümüzde kralların tanrılara dayanan soyları, krallık- hanlık haklarının kazanılmasının kökenleri bu efsanelere dayanır. Sümer kralları krallık haklarını ifade eden taç ve asalarını An- Anu’dan alırlardı ve buna “Anutuluk” denirdi. Bunlar Adapa-Adem soyu ile tanrı melezi olanlardan seçilirdi.
Halen yapılan askeri darbelerde bile darbeci komutanlar kendi ordularına en iyi hükmeden komutanlardır. Gelenek kökünü tanrıların (komutanların) askerlerine (meleklere) hakimiyetlerini sağlayan disiplinlerinden alır. Enlil’in “kutsamadığı” şehrin yıkılması kendiliğinden değil Anunnakiler tarafından yapılırdı. Yani kendilerine çıkar sağlamayan şehir ne kadar üstün, güzel olursa olsun önemli değildir. Tanrılar arasında da “parayı veren düdüğü çalar” ilkesinin geçerli olduğunu görüyoruz.
Görüldüğü gibi önce tanrı kendi avantasını verilen şölen ve sunulan hediyelerle alır ve askerlerinin de haklarını belirlediği bu toplantılar, şölenler günümüzün “iş görüşmeleridir.”
İleride Adapa- Adem yaratılacak ve Anunnakiler bu sayede daha az çalışacaklardır. Enki’nin kanı- kırmızı toprak ve goril kanı karışımından laboratuvarda (yaşam odası olarak geçer- rahim) üretilen, bedeni tanrıların sahip olduğu güçlerden arındırılarak “aşağılanmış işçi” Adapa ve soyuna devredilecektir. Adem- Adapa’nın bize göre üstün olan yaratılışı ve soyunun göklerden pay istemeleri yüzünden tanrılara karşı çıkan isyanların bastırılması sonunda kademe kademe gerçekleştirilen bu aşağılamayı din kitaplarında “Kavimlerin Helakı” olarak görüyoruz. Kuran Tin Suresi 4. Ve 5. Ayetlerde “Biz insanı önce üstün yarattık sonra aşğının aşağısına kaktık” ifadeleriyle hayvandan bile aşağı, kolayca yaralanan, güçsüz insan bedenine kavuşmamız anlatılmaktadır.
III B.Kaderleri Yazılan Yediler.
Dört baş tanrıya ilaveten başka yüzlercesi vardır. “Kaderleri yazılan Yediler” olarak bilinen yedili grubun ilk dördü Nanna, oğlu adalet ve güneş tanrısı olan Utu, savaş ve aşk tanrıçası olan Nanna’nın kızı İnanna’yı da içerir.
Nanna (Sin, Suen, Aşgirbabbar)
Nanna ay tanrısı Sin’in diğer adıdır. Enlil’in Ninlil’e tecavüzünün ürünüdür. (Kramer, 1963, pp. 146-7.) Kendisine ait yıldızlar ve gezegenlerin olduğu göklerde Güfa (üzeri katranla sıvanmış ince dallardan örülmüş, kanoya benzeyen kayık gibi bir araç) içinde boydan boya seyahat eder*. (Kramer 1961 p. 41)
Lapis lazuli (ak,beyaz veya kıra çalan) sakalları vardır. Kanatlı boğaya biner. Eşi Ningal’dir. Samaş’ın babasıdır. Enkidu’nun Gılgamış’ın hayatını kurtarma çağrısına cevap vermez.
Nanna Ur’un koruyucusudur Kramer 1963 p. 66), An ve Enlil tarafından şehrin kralı ilan edilerek şaşırtılır. (Kramer 1963 pp. 83-84) Nippur’a kayığıyla seyahat ederken yolu üzerinde beş şehirde durur. Nippur’a vardığında Enlil’e hediyelerini sunar ve Ur’un refah içinde olması için sel baskınından uzak kalması için onun kutsanması için yalvarır. (Kramer 1963 pp. 145-146, Kramer 1961 pp. 47-49) Nanna Ningal ile evlenir ve İnanna ile Utu doğarlar. (Wolkstein and Kramer pp. 30-34; Kramer 1961 p. 41) Her ay yeraltı dünyasına iner ve orada ölülerin kaderlerini belirleyen üç ferman yayınlar. (Kramer 1963 p. 132, 135, 210) İnanna yeraltı dünyasında tuzağa düşürüldüğü zaman ona yardım etmeyi ret eder. (Kramer 1963 pp. 153-154) Üçüncü Ur hanedanını kuran ölümlü temsilcileri için Ur Nammu’yu kurar. . (Kramer 1963 p. 84)
Sembolü ; Ay’dır.
Kutsal sayısı;”30’dur”.
Etki küresi; Ay, takvimler, bitki örtüsü ve büyükbaş hayvan bereketidir.
Utu/ Samash (Samaş-Şems)
Utu,
Nanna ve Ningal’in oğludur ve adalet ve güneş tanrısıdır. Dağların batısında güneşin batışında her gün yer altı dünyasına iner ve dağların doğusunda güneşin doğuşunda doğarak çıkar.* Ölülerin kader fermanlarını yazarken bile geceleri uykuya dalabilir. (Kramer 1963 p. 132, 135; Kramer 1961 pp. 41-42) Testere gibi çakı taşıyan, omzunun üstünden gelen ateşi ışınlarla resmedilmiştir. (Kramer 1961 p. 40)
Yaya veya vahşi katırların çektiği araba ile seyahat eder. Gerçeği ve adaleti üstün tutar. Yasa vericidir ve kehanetleri bildirir. Nergal onun çürütülmüş görünüşüdür.
İnanna’nın huluppu ağacı istenmeyen misafirlerce işgal edildiğinde yardım için müracaatını görmezden gelir. (Wolkstein and Kramer pp. 6-7) Çoban Dumuzi ile İnanna’nın arasını yapmak ister ama o çoban olduğu gerekçesiyle önerisini ret ederek çiftçiyi tercih eder.*1(Wolkstein and Kramer pp. 30-33)
Utu, Dumuzi’nin Galla’dan uçuşu sırasında başka yaratıklara dönüşen şeytanlarıyla ona yardım eder. (Wolkstein and Kramer pp. 72-73, 81) Enki’nin emirleri gereğince Dilmun’un sulanması için yeryüzünden getirdiği sularla cennet bahçesini güneş doğduğunda sular. (Kramer 1963 p. 148) “Yaşam Ülkesini” korumakla görevlidir ve Gılgamış yardıma ihtiyacı olduğunda ülkeyi korumak için yedi hava kahramanını ülkeyi savunması için görevlendirir. (Kramer 1963 pp. 190-193) Enki’nin buyruğu üzerine Enkidu’nun yeraltıdünyasındaki gölgesi*2 olan Ablal’ı açar ve kaçmasına izin verir. (Kramer 1963 p. 133; Kramer 1961 p. 36)
(See also Shamash)
Sembolü- Uçlarının arasından ışınlar çıkan dört uçlu yıldız ile güneş diskidir. Kanatlı bir disktir.
Kutsal sayısı “20’dir.”
*Mısır’ın Horus-Set kavgası olayının kaynağı.
*1Tevrat Yarayılış bölümünde tanrının çoban Kain’in (Kuran’da Kabil) sunusunu ret edip Habil’in sunusunu kabul etmesi olayının kökeni.
*2 Gölge Mısır mitolojisinde de ruhun parçası kabul edilir. Kökeni gene Sümerdir. Kuran’da da gölgelerin güçlerinden bahsedilir.
İnanna, Göklerin ve yeryüzünün kutsal fahişesi
Göklerin Yenilmez Fatihesi.
İnannaİshhara/ İrnini/İştar
İştar olarak, Anu’nun eşi Antum’dan (Bazan Sin’in kızı) olan kızı ve ikinci eşidir. Ereşkigal’in kız kardeşidir. Aşk, doğum ve savaş tanrıçasıdır. Sadak ve yayı ile görünür. Onun tapınağından kadın/erkek iki cinsten de çok özel fahişeler yetişir. Bazen aslanlarla birlikte bazen de onlara binerken resmedilmiştir. Adına yapılan Uruk’taki Eanna tapınağı An’a atfedilmiştir. İrnini olarak da sedir ormanında kaideli bir tahtı (parakku) vardır.
Bir kadın İnanna’nın bahçesine Huluppu ağacı diker ve bir imdugut kuşu (Anzu kuşu, şeytan, Anka kuşu) bu ağaca yuva yapar. Lillit (yerine geçen varisi veya şeytan) ağacın gövdesine ev yapar, köklerine de bir yılan yuva yapar. İnanna bu istenmeyen misafirlerinden kurtulmak için Utu’ya başvursa da Utu ilgi göstermez. İnanna da çabuk kavrayışlı erkek kardeşi olan Gılgamış’a başvurur. Gılgamış ağacın köküne gözyaşları döker ve onu bir taht ve yatağa dönüştürür. İyiliğin geri dönüşü olarak da İnanna ona pukku ve mikku yapar.. (Wolkstein and Kramer pp. 5-9)
“Gılgamış ve Cennetin Boğası”
Sonra İnanna Gılgamış’ı arayıp bulur ve sevgilisi olur. İnanna’yı tekmelediğinde ise o cennetten bir boğa göndererek Erek şehrini korkuya boğar. (Kramer 1963 p. 262)
“İnanna ve Gılgamış’ın Kur Yapmaları.”
Büyük erkek kardeşi Utu İnanna’yı çoban Dumuzi ile birleştirmek ister ama o başlangıçta teklifi geri çevirir ve çiftçiyi tercih eder. O İnanna’yı ebeveynlerinin onun kadar iyi olabileceklerini söyleyerek ve kedisini arzu etmeye başlayacağına ikna etmeye çalışır. Annesi Ningal de ona güvence verir. Birlikte çalışmalarıyla tohumların, bitkilerin yeşereceğini, bereketin artacağını ilişkilerinin mükemmel olacaktır. Evlilik yatağında geçirdikleri zaman içindeyken daha İnanna onun görevlerinin tahtta oturmak ve silahların taşınmasına rehberlik etmek olduğunu ve kendisinin de savaşın önderi olacağını ilan eder. Ninşubur’un isteğiyle ona hayvanlar ve bitkiler üzerinde etkili güçler verir. (Wolkstein and Kramer pp. 30-50)
“İnanna’nın Yeraltı dünyasına İnişi”
İnanna, Greklerin Persefon’unun mevsimlik hikayelerini anımsatan bir mit ile sonuçlanan Kur’u da ziyaret eder. Görümcesi Ereşkigal’in kocası cennetin boğası olan Gugalanna’nın cenaze törenine tanık olmak için yola çıkar. Kölesi Ninşubur’un onu uyarması üzerine önlemlerini alır ve kölesi ona dönemediği takdirde Enlil, Nanna (Sin) veya Enki’nin yardımını alabileceğini anlatır. İnanna Kur’un dış kapısını çalar ve kapı bekçisi Neti onu sorgular. Kraliçe Ereşkigal ile görüştükten sonra onun yeraltı dünyasının yedi kapısından geçmesine izin verir. Her kapıdan geçişinde kendisine güçler ve yetenekler kazandıran bazı alet- cihazlarını ve elbiselerinin takılarını bırakmak zorunda bırakılır, yedinci kapıya geldiğinde ise çırılçıplaktır. Anunna ona karşı yargılamayı geçer ve Ereşkigal onu öldürerek duvara asar.
(see Ereshkigal) (Wolkstein & Kramer 1983 pp. 52-60)
İnanna Enki’nin araya girmesiyle kurtarılır. Enki iki cinsiyetsiz yaratık yaratır ve Ereşkigal’in çektikleri ile empati kurabilmesi ve İnanna’nın cesedinden bir şeyler kazanabilmesi için görüşmeye yollar. Sümer’in yeraltıdünyası yasalarına göre ölüyle konuşulması ölüm cezasını gerektirir ama onlar yaşam( hayat- ölümsüzlük) ekmeği ve yaşam suyu ile yaşamını geri verirler. Ancak yerine başka birini bırakmadan hiç kimse yeraltı dünyasını terk edemez. İnanna Ninşubur ve ailesinden olan galla/şeytanlar eşliğinde kapıları geçer. Dumuziyi Uruk’taki tahtında görünceye kadar hiç kimsenin bir şey istemesine izin vermez. Onlar da Dumuziyi tutuklarlarsa da Utu’nun yardımıyla Dumuzi şekil değiştirerek iki kez kaçar. Sonda yakalanır ve öldürülür. İnanna kızkardeşi Geştinannanın aracılığı ile sabahleyin Dumuzi’ye giderler. Dumuzi’nin yılın altı ayı yeraltıdünyasında kalmasını ve alt ay da yerine Geştinanna’nın kalmasına izin verir. (Wolkstein & Kramer pp. 60-89) Hikayenin Grek uyarlamasında Persefon’un kaçırılışı topraktan bitkilerin bitmesi, mevsimlerin değişmesi yeraltı dünyasından ürün tanrısının dönüşü şeklindedir.
Geştinanna da erkek kardeşinin kuralları ile baharda ürünlerin hasatı, sonbaharda şaraplık üzümlerin hasatı ve büyüme ile ilişkilendirilmiştir. (Wolkstein & Kramer p. 168).
“İnanna ve Ebih Dağı”
İnanna, kendisinden istekte bulunduğunda onu yücelttiğini ancak ona saldırdığında boyun eğdiği gerekçesiyle Kur’daki Ebih dağından An’a şikayette bulunur. An, onun korkulu güçleri olması yüzünden onun cesaretini kırar. O daha sonra sahip olmaya değer bazı silahları olan ambarcıyı getirerek bunu yapar. Dağı yok eder. Kramer’in “Mount Ebih with Kur- Kur ile Ebih Dağı” ilahilerinde İnanna’yı Kur’un imhacısı olarak bilindiği geçer. (Kramer 1961 pp. 82-83)
“İnanna ve Enki”
Me, sanatın, ustalığın ve medeniyetin yayılması için yakarılardan oluşan göksel otoritenin evrensel fermanlarıydı. Enki Me’nin koruyucusu olmuştu. İnanna ona gelerek kendisine bu fermanlarla çok az yetki verildiğinden şikayetçi olmuştu. Olaylar yukarıda Enki bölümünde anlatıldığı gibidir.
Sembolü sekiz veya 16 noktalı yıldızdır.
Kutsal sayısı “15”tir.
Astrolojik bölgesi Dibalt (Venüs) ve Bowstar (Sirius-Süreyya) dır.
Kutsal hayvanı aslan ve ejderhadır.
III.C Anunna (Anunnaki- An’ın çocukları) ve Ötekileri
Gök Halkı Anunnakiler |
An’ın çocukları Anunnalarca özellikle şekillendirilen yeraltı dünyasına kapatılan muhtelif tanrılar olmasına rağmen Anunna muhtemelen sonraki konuda geçen 50 kadar tanrıyla aynıdırlar. Anunnaların Dulkug veya Du-ku adı verilen “Kutsal tepecik-tümsek’te” yaşadıkları da söylenir (Kramer 1963: pp. 122-123, Black and Green p. 72, Kramer 1961, p. 73). “İnanna’nın yeraltı dünyasına inişi” destanında Anunnakiler yeraltı dünyasının yedi yargıcı olarak tanımlanırlar. (Kramer 1963 p. 154; Kramer 1961 p. 119)
Kakka;
Sümer tanrısı An-Anu’nun Mesihidir. Ereşkigal’e tanrıların yemeklerini getirir. Anu’nun habercileri aracılığıyla teslim etmeyi istediği mesajları Ereşkigal’e vermek için Kurnugi/Kur’a gönderilir. An, onu Lahmu ve Lahamuya sarması için, Marduk’a Tiyamat’a karşı savaşta yanında birleşmesi için haber göndermek için onu gönderir.
Gula/ Bau/ Baba;
Sümer iyileştirme tanrıçasıdır. Ninurta’nın eşidir. Sembolü köpektir. O iyileştirici ve ana tanrıçadır.
Baba, gök tanrısı Anu’nun kızıdır ve bereket tanrısı Ningirsu’nun eşidir. Halk onu “Anne BABA” diye çağırır. (Sümerlerin Bau ile Gudea A tigi şiirini görünüz.)
Sümer’in Lagaş şehrinin koruyucu tanrıçalarındandır, Ur’un 70.km kuzeyinde ve kralların koruyucusudur.
Anu ve İnanna’nın oğludur. (Anu, İnanna’nın dedesidir.) Anzu kuşu Enlil’den Kader Tabletlerini çaldığında öldürmesi için gönderildiğinde kuşu öldürmeye gitmeye korkandır.
Sarpanitum/ Beltia/ Sarpanit (Yılan);
Beltiya olarak da bilinen Serpanitum eski Sümer ve Babil tanrıçasıdır. Marduk’un eşi, tanrılar meclisininKUR/Yeraltı Dünyası/Dönüşü Olmayan Ülke/ Cehennem/Ahret;
Kur, edebi olarak, ”dağ” ve “Yabancı Ülke “ demektir. Abzu’nun içinde olan ya da onun tarafından kapsanılmış olarak tanımlanmış bölge ve yeraltı dünyası olarak kimliklendirilmiştir. (Kramer 1961 p. 76)Yeraltı dünyası, yeryüzü ve cennetten kaçırılanların ve ölenlerin ruhlarının/ gölgelerinin saklandığı yerdir ve Ereşkigal’e ödül olarak An ve Enlil tarafından verilmiştir. Sonra, aynı pasajda, Enki Kur ile mücadele etti ve muhtemelen zaferle çıktığından “Kur’un Tanrısı” olarak adlandırıldı. Kramer’e göre Kur,Tiyamat’ın aklını ve Leviathan’ı çağıran ejderhaya benzer bir yaratıktır. Metin, Enki’nin Kurla olan savaşında taş atan yaratıklar veya taşlara karşı kendi aletleriyle savaştığını ileri sürmektedir. (Kramer 1961 p. 37-38, 78-79) (See also Apsu and Tiamat.)
Sümerlilerin yeraltı dünyası bazı metinlerde, savaş tanrısı ve kral Ur- Nammu’nun ahreti ve ölümü hakkında kompozisyonlar içermektedir. Savaş alanında öldükten sonra aşağıya varır ve yeraltının “Yedi Tanrısına” kurbanlar keser ve çeşitli hediyeler verir. Bunlar, Nergal, Gılgamış, Ereşkigal, Dumuzi, Namtar, Hubishag ve Ningişidza’dır. Her birisinin sarayı vardır. Hatta yeraltı tanrısının yazıcısı olan Dimpimekug’a da hediyeler sunar. Ölülerin bazıları onu devirdiklerinde, sevgili kardeşi Gılgamış ona uyması gereken yeraltı dünyasının kurallarını ve talimatlarını açıklar. (Kramer 1963: p. 131)
Bir başka tablet, güneşin ve ayın ve onların saygın tanrılarının da yer altında zaman geçirdiklerinden bahseder. Güneş yolculuğunu tamamlayıp battıktan sonra ay dağın üstünde yerini alır.
Utu ve Nanna, ikisi de “Ölülerin Alçaltılmış Kaderi”ne sahip olarak oradadırlar. (Kramer 1963: p. 132)
Ölmüş kahramanlar orada ekmek yerler, içerler ve susuzluklarını suyla giderirler. Ölünün ve şehrinin ve ailesinin yararına olarak yeraltı tanrılarına dua edilir.
“Ninurta’nın Yiğitlikleri ve Kahramanlıkları” bölümünde, bu tanrı Kur’u yok etmek için yola çıkar. Başlangıçta gözü korkan Ninurta, Kur’u yok ederek büyük bir başarıyla geri döndüğünde azmi gerçekleşmiştir. Ninurta bölümünde bu konunun tamamı işlenmişti.
“İnanna ve Ebih Dağı”; İnanna ilahilerde Kur’u imha eden olarak tanımlanır. Eğer biri Kramer’in yaptığı gibi Ebih Dağı ile Kur’u eşleştirirse, yeryüzüne karşı ateşten ışınlar gönderen Anunnaki ve ülkelerine, tanrılara karşı korkuya sevk ettiğini öğreniriz. İnanna, onaylamasa bile Ebih Dağına saldıracağını An’ a bildirir. An, böyle bir saldırıya karşı onu uyarsa da İnanna ilerler ve onu yok eder.
(Kramer 1961 pp. 82-83).
Yer altı dünyası Kur ya da Kurnugi (Sümer’in Dönüşü Olmayan Ülkesi) Anu, Ereşkigal ve Nergal tarafından başkanlık edilen Afrika madenlerinde olduğu gibi.
Enlil yeraltını ziyaret ettiğinde, “nehrin adamı” ve “kayığın adamı” olarak anılan koruyucular tarafından takip edilir ve kapı bekçilerince içeri alınır. (Kramer 1961 pp. 45-47)
Ereşkigal’i n mahkemesinde, Sumugan ve Belit-tseri gibi kahramanlar otururdu.
Utu Samaş’In girip çıkmakta kullandığı yer altının dağlarındaki kapılarını Akrep insanlar korurdu.
Girmek isteyenin geçmesi gereken yedi kapı vardı. Her kapıda, ”çamaşırlar çıkarılmalıdır” yazılı bir levha vardı.
“Gılgamış, Enkidu ve Cehennem-Yeraltı dünyası” adlı destanın başlangıcında Kur’daki cehennem üzerinde bulunan yerlerin de idaresi ona verilmişti. (Wolkstein and Kramer p. 157-158; Kramer 1961 p. 37-38)
Cennetin Boğası olan Gugulanna ile evlenmişti ve İnanna’nın ablasıydı. İnanna onun topraklarına ayak bastığında Ereşkigal ilk önce kapı bekçisine onun takılarını çıkartması, kırması için yönlendirmiş ve ondan sonra yedi kapıdan geçmesine izin vermesini söylemişti. (Wolkstein and Kramer pp. 55-57)
Sonra İnanna vardığında o;
Ölümün gözünü İnanna’ya dikti,
Yeminli sözüne karşı onunla konuştu,
Ona suçluluktan ağlamasını fısıldadı.
Ona vurdu,
İnanna bir cesede döndü,
….ve onu bir duvardaki kancaya astı. .( Wolkstein & Kramer 1983 p. 60)
Sonra, Enki’nin peygamberi ona vardığında acıdan inliyordu. Onun duygularını anladıklarını gösterdiklerinde onlara hoşluk bahşetti. Onlar, İnanna’nın cesedini ve tahta geçmesini istediler. (Wolkstein & Kramer pp. 64-67) (See also Babylonian Ereshkigal)
Ninurta En-Zu kuş şeytanıyla savaşıyor. |
Enki tarafından rüzgârları yönetmekle görevlendirilen tanrıdır. “Cennetin kalbinin gümüş kilidinden” de sorumludur(Kramer 1961 p. 61). Akad tanrısı Adad ile de ilişkilendirilmektedir. (Black and Green pp. 35-36)
Enki’nin Sirtur ile evliliğinden olan oğludur, çobandır (Wolkstein & Kramer p. 34) Enki tarafından süt ve yağ ile dolu koyun sürüleri yetiştirmek ve onlara ağıllar ve ahırlar yapmakla görevlendirildi. (Kramer 1961 p. 62) Gerçek yaşamında Uruk şehrinin çoban kralıdır. İnanna ile evlenmesinde Utu ısrar etmişse de İnanna/İştar çiftçiyi tercih etmiştir. Ancak araya girenlerin etkisi, Dumuzi’nin yaptığı kurlar sonucunda evlenmişlerdir. Ninşubur ona hayvanların, bitkilerin ve bereketin gücünü vermiştir. (Wolkstein and Kramer pp. 30-50)
Kaynaklar;Foster, Benjamim R. (1995) From distant days: myths, tales and poetry from Ancient Mesopotamia. CDL Press, Bethesda, Maryland.
Leick, Gwendolyn (1991) A Dictionary of Ancient Near Eastern Mythology. Routledge, London and New York.
Leick, Gwendolyn (1994) Sex and Eroticism in Mesopotamian Literature. Routledge, London and New York.
Matsushima, E. (1987) Le Rituel Hierogamique de Nabu, Acta Sumerologica 9:131-75.
http://www.gatewaystobabylon.com/gods/ladies/ladytash.html
Singers:
Let whom will thrust where he trusts,
As for us, our trust is in Nabu,
We give ourselves over to Tashmetum.
What is ours is ours: Nabu is our lord,
Tashmetum is the mountain we trust in.
Singers to Tashmetum:
Say to her, to her to her of the wall, to Tashmetum,
..., talke your place in the sanctuary,
May the scent of holy juniper fill the dais.
(Tashmetum?): Shade of cedar, shade of cedar, shade of cedar,
... is come for the king´s shelter,
Shad of cypress is (for) his great ones,
The shade of a juniper branch is shelter for my Nabu, for my play.
"My lord, put an earring on me,
'That I may give you pleasure in my garden,
´Nabu, my darling, put an earring on me,
´That I may make you happy in the [ ]'.
(Nabu)
My Tashmetum, I put on you bracelets of carnelian,
[ ] you bracelets of carnelian
I will open..........
[gap]
O Tashmetum, whose thighs are a gazelle in the steppe,
O Tashmetum, whose ankles are a springtime apple,
O Tashmetum, whose heels are obsidian stone,
O Tashmetum, whose whole self is a tablet of lapis!
Singers:
Tashmetum, looking voluptuous entered the bedroom
She locked her door, sending home the lapis bolt.
She washes herself, she climbs into bed.
From one lapis cup, from the other lapis cup, her tears flow,
He wipes away her tears with a tuft of read wool,
There, ask (her), ask (her), find out, find out!
'Why, why are you so adorned, my Tashmetum?'
´So I can go to the garden with you, my Nabu.'
´Let me go to the garden, to the garden and [ ]
´Let me go again to the exquisite garden,
´They would not have me take my place among the wise folk.'
Singers:
I would see with my own eyes the plucking of your fruit,
I would hear with my own ears your birdson.
There, bind fast, hitch up, bind your days to the garden and to the Lord,
Bind your nights to the exquisite garden,Let my Tashmetum come with me to the garden,
Among the wise folk her place be foremost.
´May she she with her own eyes the plucking of my fruit,
May she hear with her own ears my birdsong,
May she see with her own eyes, may she hear with her own ears!
Sümer ve Babil Baş Tanrılarının adları;
Sümerce Adı-- Babilce Adı
An Anu
Ninhursag/Ki Aruru, Mammi
Enlil Ellil
Crawford, Harriet, Sumer and the Sumerians, Cambridge University Press, Cambridge, 1991. (This is a briefer but more up to date archaeological look at the Sumerians than you'll find with Kramer. There isn't much mythic content in this one, but there are many wonderful figures detailing city plans, and the structure of temples and other buildings.)
Jacobsen, Thorkild, The Treasures of Darkness, Yale University Press, New Haven, 1976. A good alternative to Kramer, Jacobsen explores Mesopotamian religious development from early Sumerian times through the Babylonian Enuma Elish. Most of the book winds up being on the Sumerians.
Kramer, Samuel Noah, and Maier, John, Myths of Enki, the Crafty God, Oxford University Press, New York,1989. The most recent work that I've been able to find by Kramer. They translate and analyze all of the availible myths which include Enki. I've only seen it availible in hardcover and I haven't seen it in a bookstore yet.
Kramer, Samuel Noah, Sumerian Mythology, Harper & Brothers, New York, 1961. This slim volume contains much of the mythological material that wound up in The Sumerians but concentrated in one spot and without much cultural or historical detail. Many of the myths are more developed here, some of which are only glossed over in The Sumerians, however in some cases The Sumeriansholds the more complete or updated myth.
Kramer, Samuel Noah The Sumerians The University of Chicago Press, Chicago,1963. (This is a more thorough work than Kramer's Section at the end of Inanna, but the intervening 20 or so years of additional research and translation allow Inanna's section to be perhaps more complete, regarding mythology.)
Wolkstein, Diane and Kramer, Samuel Noah, Inanna: Queen of Heaven and Earth, Harper & Row, NY, 1983. (Ms. Wolkstein's verse translations of the Inanna/Dummuzi cycle of myths are excellent, but differ somewhat Kramer's originals. Kramer gives a 30 or so page description of Sumerian cosmology and society at the end).
The New American Bible, Catholic Book Publishing Co., New York, 1970.
VIII. Other books of interest
· Algaze, Guillermo, "The Uruk Expansion", Current Anthropology, Dec. 1989. This article helped with the introduction material.
· Hooke, S. H. Middle Eastern Mythology, Penguin Books, New York, 1963. This work covers Sumerian, Babylonian, Canaanite/Ugaritic, Hittite, and Hebrew mythologic material in brief and with comparisons.
· Fagan, B. M., People of the Earth, Glenview Il, Scott Forsman, 1989. This archaeology text book helped provide some of the introductory material.
· Kramer, Samuel Noah, History Begins at Sumer, University of Pennsylvania Press, Philadelphia, 1981. (This text runs through a bunch of "firsts" that Kramer attributes to the Sumerians. I only looked at it briefly, but it seemed to contain about the same information as was in The Sumerians only in a "Wow neat!" format instead of something more coherent.)
· Pritchard J. B., Ancient Near Eastern Texts Relating to the Old Testament, Princeton, 1955. There is also a 1969 edition of this work and a companion volume of pictures. It seems to be the authoritative source for all complete texts of the Sumerians, Babylonians, Canaanites, Hittites, and perhaps other groups as well. It's pricy but many libraries have a copy.
· Stephenson, Neal, Snowcrash, Bantam Books, New York, 1992. Cyberpunk meets "Inanna, Enki, and the Me".
· Wooley, C. Leonard, Excavations at Ur, 1954. This is one of the earlier works on the subject, and as such is not as complete as the others although it is of historical interest.
Bir arkadaşımın gönderdiği henüz çeyrek asırlık bir buluntu olan Ebla Tabletlerinin Türkçeleşmiş halini yayınlıyorum.Bunlar henüz tam olarak ilim dünyasının hizmetine açılmış değillerdir.Bu yüzden her din kendince uygun olan taraflarını yayınlamaktadır.Bir gün din bilimciler ve arkologların da katılımı ile insanlık adına iyi sonuçlar çıkarılacağına inanmak istiyorum.
Keykubat. TEVRAT'TAN 1500 YIL ÖNCESİNE AİT EBLA TABLETLERİNDE ADI GEÇEN PEYGAMBERLER
Ebla tabletlerinden bir örnek.
M.Ö. 2500'lü yıllardan kalma Ebla Tabletleri, dinler tarihi açısından çok önemli bilgileri günümüze kadar taşımaktadır. Arkeologlar tarafından bulundukları 1975 yılından itibaren birçok kez araştırma ve tartışma konusu olan Ebla Tabletlerinin en önemli özelliği ise, içinde İlahi kitaplarda bahsedilen üç peygamberin adının geçmesidir.
Önemli bilgiler içeren Ebla tabletlerinin, binlerce yıl sonra bulunması, Kuran'da bildirilen toplulukların durumunun coğrafi olarak da açıklanması bakımından oldukça önemlidir. Ebla, M.Ö. 2500 yıllarında, bugünkü Suriye'nin başkenti olan Şam ile Türkiye'nin güneydoğusunu da içine alan bir bölgeyi kapsayan bir krallıktı. Bu krallık, kültürel ve ekonomik olarak doruğa çıkmış ama bir dönem sonra -birçok medeniyette olduğu gibi- tarih sahnesinden silinmişti. Ebla Krallığının, döneminin önemli bir kültür ve ticaret merkezi olduğu, tuttukları kayıtlardan da anlaşılıyordu. Eblalılar devlet arşivi oluşturan, kütüphane kuran ve ticari sözleşmeleri yazılı kayıt altına alan bir medeniyetin sahibiydiler. Hatta Eblaca (Eblait) denen kendi dillerini oluşturmuşlardı. (Ebla", Funk & Wagnalls New Encyclopaedia, (c) 1995 Funk & Wagnalls Corporation, Infopedia 2.0, SoftKey Multimedia Inc.)
Ebla'da kazı alanı.
Yer Altında Saklı Kalan Dinler Tarihi
1975 yılında yapılan kazılarda ilk bulunduğunda, o zamana kadar klasik bir arkeoloji başarısı olarak değerlendirilen Ebla Krallığı, gerçek önemini çivi yazılı yaklaşık 20.000 tablet ve parçalarından meydana gelen arşivin bulunması ile kazanmıştır. Bu arşiv, aynı zamanda diğer arkeoloji uzmanlarının üç bin yıldan beri bildikleri bütün çivi yazılı metinlerin dört kat daha fazlasıydı. Tabletlerdeki dil, Roma Üniversitesi'nde arkeolojik yazı uzmanı olan İtalyan Giovanni Pettitano tarafından çözüldüğünde, konunun ne denli önemli olduğu daha da iyi anlaşılmış oldu. Bu sayede Ebla Krallığının ve bu muazzam devlet arşivinin bulunmuş olması artık yalnızca arkeolojik değil, dini çevreleri de ilgilendiren bir konu haline gelmişti. Çünkü tabletlerde Kuran-ı Kerim'de adı geçen melek Mikail (Mi-ka-il) yanı sıra (Doubleday, 1981, s. 271-321) üç İlahi kitapta bahsedilen peygamberlerin adı geçiyordu. Hz. İbrahim (Ab-ra-mu), ve Hz. İsmail (Iş-ma-il)'in isimleri... (Howard La Fay, "Ebla: Bilinmeyen Büyük Bir İmparatorluk", National Geographic Magazine, Aralık 1978, s. 736) Ebla Tabletlerindeki İsimlerin Önemi Ebla Tabletlerinde saptanan peygamber isimlerinin çok büyük bir önemi bulunmaktadır. Çünkü bu isimlere ilk kez bu kadar eski bir tarihi belgede rastlanmaktaydı. Tevrat'tan 1500 yıl öncesine ait olan bu bilgiler oldukça dikkat çekiciydi. Hz. İbrahim'in isminin tabletlerde geçiyor olması, Hz. İbrahim ve onun getirmiş olduğu dinin Tevrat'tan önce var olduğunu teyit ediyordu. Tarihçiler Ebla'da bulunan tabletleri bu açıdan değerlendirdiler ve Hz. İbrahim ve onun risaleti hakkındaki bu önemli keşif, dinler tarihi açısından önemli bir araştırma konusu haline geldi. Amerikalı arkeoloji uzmanı ve dinler tarihi araştırmacısı David Noel Freidmann da yaptığı incelemelere dayanarak tabletlerdeki İbrahim ve İsmail gibi isimlerin peygamber isimleri olduklarını bildiriyordu. (Bilim ve Teknik Dergisi, sayı 118, Eylül 1977 ve sayı 131, Ekim 1978) Tabletlerde Geçen Diğer İsimler Yukarıda da belirttiğimiz gibi tabletlerde geçen isimler, üç İlahi kitapta bahsedilen peygamberlerin ismiydi ve tabletler Tevrat'tan çok daha eskiydiler. Ayrıca bu isimlerin yanı sıra tabletlerde başka konular ve yer isimleri de geçiyordu. Bu bilgilerden ve yer isimlerinden anlaşıldığına göre ise, Eblalılar ticarette başarılıydılar. Ayrıca yazılarda Ebla'ya uzak olmayan Sina, Gazze ve Kudüs isimleri de geçiyordu. Bu da Eblalıların bu yerlerle olan ticari ve kültürel ilişkilerini gösteriyordu. (Harun Yahya, Kuran Mucizeleri) Tabletlerde görülen önemli bir ayrıntı ise Lut kavminin yaşadığı yer olan Sodom ve Gomorra bölgelerinin isimleri idi. Bilindiği gibi Sodom ve Gomorra, Ölüdeniz kıyısında, Lut kavminin yaşadığı, Hz. Lut'un tebliğ yapıp insanları din ahlakına çağırdığı bölge idi. Bu iki yerin dışında ayrıca Kuran ayetlerinde geçen İrem şehri de Ebla Tabletlerinde geçen isimlerin arasında bulunmaktaydı. Bu isimlerin en dikkat çekici yanı ise, peygamberlerin tebliğ ettiği kitaplar dışında şimdiye kadar bulunmuş başka hiçbir metinde geçmiyor olmalarıydı. Bu o dönemde hak dini tebliğ eden peygamberlerin haberlerinin bu bölgelere de ulaştığını gösteren önemli bir belge niteliğini taşımaktadır. Reader's Digest dergisindeki bir makalede, Kral Ebrum'un iktidarı döneminde Eblalıların dinlerinde değişim olduğu, insanların Yüce Allah'ın adını yüceltmek için isimlerine ön ek kullandıkları kaydedilmiştir. Yüce Allah'ın Vaadi Haktır... Yaşadıkları dönemden yaklaşık 4500 yıl sonra ortaya çıkan Ebla tarihi ve Ebla Tabletleri gerçekte çok önemli bir gerçeğe de dikkat çekmektedir: Yüce Allah, Ebla'ya da her topluluğa olduğu gibi elçiler göndermiş ve onlar da kavimlerine gönderilen dini tebliğ etmişlerdi.Kimi kavimler kendilerine ulaşan dini kabul edip hidayete ermiş kimileri ise peygamberlerin tebliğ ettiği dine karşı çıkıp sapkın bir hayatı tercih etmişlerdir. Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan herşeyin Rabbi olan Yüce Allah, bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirmektedir: "Andolsun, Biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün." (Nahl Suresi, 36) Kaynaklar: 1) "Ebla", Funk & Wagnalls New Encyclopaedia , (c) 1995 Funk & Wagnalls Corporation, Infopedia 2.0, SoftKey Multimedia Inc. 2) Mitchell Dahood, "Ebla", The Academic American Encyclopaedia ,Op. Cit. 3) Howard La Fay, " Ebla: Bilinmeyen Büyük Bir İmparatorluk ", National Geographic Magazine , Aralık 1978, s. 736. 4) Chaim Bermant ve Michael Weitzman, "Ebla: Arkeolojide bir İlham" , Times Kitapları , 1979, Wiedenfeld ve Nicolson, İngiltere, s. 184. Köşeli parantez içindeki isimler: [İbrahim], [Ismail], [İsrael], [Davut], [Mikail], ve [Mikah] bu yazının yazarınca eklenmiştir.
Ebla'nın yeri.
EBLA TABLETLERİ VE KUR'AN-I KERîM
M.Ö.3000'li yıllardan kalma Ebla Tabletleri Kitab-ı Mukaddes'te yani Tevrat, İncil ve Zebur'u ve Kur'an-ı Kerîm'i doğruluyor.
Arkaeolojik araştırmalara gösteriyor ki Hz. İbrahim (as) çok eski zamanlardan beri biliniyor. 1975 yılında Suriye'de M.Ö.3'üncü binyıldan kalma tabletler günyüzüne çıktı.
EBLA - Kuzey Suriye'de Halep'in güneyinde, Tell Mardikh kentinde İtalyan arkaeolog Paolo Matthiae tarafından 1968 yılında 56 hektarlık alanda bulundu. 1975 yılında site kazıldığında, Matthiae Ebla'nın kraliyet arşivlerini ortaya çıkardı ki bunlar M.Ö. 2500-2200'lü yıllardan kalma 14,000'den fazla bir çivi yazı kolleksiyonuydu. Kuneiform tarzda yazılı karakterler Sümer kökenli ve Ebla'nın semitik halkına adapte edilmiş olup, gösteriyorlar ki ticari bir aristokrasiyle yönetilen bir kent olan Ebla önemli bir ticaret merkeziydi ve seçilmiş bir kral ile hükmolunuyordu. Ayrıca bu tabletler M.Ö. 3'üncü binyılda Mısır ve Mezopotamya ile derin bir rekabet halinde olan bir Suriye medeniyetinin tanığı.[1]
Tabletler şu ana dek bilinen en eski Sami diliyle yazılı idi. Bu dile bilim adamları Eblait dili adı verdiler. Dahası bu tabletler Kur'an-ı Kerîm'deki birçok yer ve kişi adını da gün yüzüne çıkardılar. :
Kitab-ı Mukadddes'e göre İbraniler'in ataları Ebla'nın kuzeydoğusundan tabletlerde geçen Harran'dan Filistin'e gelmişlerdi.Bu,arkaelogların dikkatlerini Kitab-ı Mukaddes'te geçen bazı olaylara çekti ve bu düşünce Ebla tabletlerinde geçen Sami isimlerinden İbrahim, İsmail, ve Esav (*) kelimeleriyle destek buldu.[2]
Bu kişi adlarınin bazilari daha önce Kutsal Kitap'tan başka sadece Kur`an-k Kerimde bahsedilmişti:
En ilgi uyandırıcı şeyler Ebla tabletlerinde geçen kişi isimleriydi. "Ab-ra-mu" (İbrahim), "E-sa-um" (Esav), ve "Sa-u-lum" (Talut). Bir de İbrani gelenekleri dışında başka bir yerde daha önce görülmeyen "Da-u-dum" (Davut), "Til-Turakhi"(Terah), "Sodom ve Gomorrah"(Lut Kavmi) ve "Irem" (İrem bahçeleri).[3]
Ebla'da ismi geçen kişi isimleri Tevrat'ta da geçiyor. Ab-ra-mu [İbrahim], Iş-ma-il [Ismail], Iş-ra-il [Israil], Da-u-dum [Davut], Mi-ka-il [Mikail], Mi-ka-ya [Mikah] (*) ..bunlardan birkaçı. [3]Adem, Havva, Nuh, İbrahim, Hacer, İsmail, İsrail, Mikail, Davut, Talut da ismi geçen kişiler arasında ("Ebla Arşivleri"[4], Doubleday, 1981, s. 271-321.)
Bazı Eski Ahit yorumcuları da isimlerin aynı karakterlere ait olduğunu ama bunların tarihlerinin M.Ö.3.binli yıllar olduğu neticesine vardılar. Her ne kadar kitabımız Kur'an-ı Kerîm'in doğruluğu ortaya çıksa da dikkatli düşünen birisi Tevrat'ın verdiği tarihlerin sağlıklı olmadığı sonucuna varabilir. Zira, bu buluşlar:
"Dini önderlerin tarihselliğini yaygın bir şekilde kabul ettirmekle birlikte Eski Ahit'in onlar hakkında verdiği bilgilerin kabul edilebilirliğini sarstı; ve İncil tarihçi lerinin Kutsal Kitap'ın tamamen tarihi olarak doğruluğu konusunu zora soktu."[5]
[1] "Ebla", Funk & Wagnalls New Encyclopaedia, © 1995 Funk & Wagnalls Corporation, Infopedia 2.0, SoftKey Multimedia Inc.
[2] Mitchell Dahood, "Ebla", The Academic American Encyclopaedia, Op. Cit.
[3] Howard La Fay, "Ebla: Bilinmeyen Büyük Bir İmparatorluk", National Geographic Magazine, Aralık 1978, s. 736.
[4] Chaim Bermant ve Michael Weitzman, "Ebla: Arkeolojide bir İlham", Times Kitapları, 1979, Wiedenfeld ve Nicolson, İngiltere, s. 184. Köşeli parantez içindeki isimler: [İbrahim], [Ismail], [İsrael], [Davut], [Mikail], ve [Mikah] bu yazının yazarınca eklenmiştir.
[5] A.g.e., s. 68.
Esav = Tevrat'a göre Yakup (as)'ın kardeşi
Mikah = Tevrat'ta adı geçen önderlerden biri Terah = Tevrat'ta Hz.İbrahim'in öz babası. Vefat ettikten sonra Hz.İbrahim'e bakan putperest amcası Azer idi. Kur'an-ı Kerîm'de Hz.İbrahim'in amcasına saygıdan dolayı "Baba" diye seslendiğini anlıyoruz. Gerçekten de Aramîce'de saygı duyulan büyüklere Baba diye hitap edilir.
AKKAD DÖNEMİ
Sümer Kral Listesi'nde Uruk III. Sülale'den Akkad Sülalesi'ne geçiş şöyle açıklanır:
"Uruk mağlup edildi ve krallık Akkad'a taşındı" ve daha sonra kralların adları ile saltanat yılları verilir. Bunlardan en önemli 5 kral şöyledir:
Akkad Ülkesi, Aşağı Mezopotamya'nın kuzeyidir. Buradaki halk, Akkad halkıdır. Dilleri Doğu Sami dilidir ve Akkatça olarak anılır. Akkad Krallığı'nın başkenti henüz bulunamamıştır. Ancak araştırmacılar Babil'e yakın bir yerde olduğunu düşünmektedirler.
Sami kralların Uruk III. Sülale sonrası Aşağı Mezopotamya'yı denetimleri. altına almaları ile ilgili çok sayıda Eski Akkad yazıt ve krali metinler vardır.
Eski Sülaleler Dönemi sonunda, Sami adları Sümer adlanna göre baskın olmaya başlar. Bu da Sami gücünün arttığını gösterir. Mezopotamya'da bu güç değişimi dilde ve siyasal denetimde farklılıklar yaratmış olmasına rağmen dinde, sanatta, yönetim şeklinde ve kanunlarda farklılık yoktur.
Sargon diğer adıyla Şarrum-kin, Sami sülalesinin kurucusudur. Samiler çölden kuzeydoğudaki bereketli ovalara sürülmüşlerdir. Buradaki uygarlıklar içinde assimile edilmişlerdir. Hızlı bir şekilde Sümer kültürüne adapte olmuşlardır.
Sümer Kral Listesi Sargon hakkında fazla açık değildir. Ya Sargon'un ya da babasının bahçevan olduğu söylenir. Yeni Babil ve Yeni Assur dönemlerine ait yazıtlar üzerinde anlatılan bir öykü vardır. "Sargon Efsanesi" adını verdiğimiz bu öykü şöyiedir:
"Babasınm kim olduğu bilinmemektedir. Annesi ise dönmedir. Annesi onu bebekken bir sepete koyarak nehre bırakır. Akki adlı biri tarafından nehirden alınır ve büyütülür. Bu kişi bahçevanlık sanatını Sargon'a öğretir."
Sümer Kral Listesi'nde, Sargon'un Ur-Zababa'ya hizmet ettiği yazılınaktadır. Ur-Zababa Sümer Kral Listesi'nde Kiş IV. Sülale'nin 2. kralı olarak geçer. Daha sonra Sargon, Ur- Zababa'nın hizmetinden ayrılır. Kendi başkentini ve krallığını kurar. Sargon, Siimerleri yönettiği gibi Aşağı ve Yukarı Dağları, Deniz ülkeleri'ni ve Dilmun'u da idare etmiştir.
Dağlar: İran dağları
Deniz Ülkeleri : İran Körfezi çevresindeki ülkeler.
Sargon'un dönemine ait yazıtlarda Sargon'un faaliyetlerinden açıkça söz edilir. Kendi şehri Akkad'dan yola çıkıp Uruk kentine saldırrnış Lugalzagesi'yi tahttan indirmiştir. Akkad Sülalesi'nden hemen sonraya ait bir yazıtta olaydan şu şekilde söz edilir:
"Uruk'u mağlup etti ; duvarlarını yıktı ; Uruk ile yapılan savaşta o muzafferdi. Lugalzagesi'yi esir aldı. Boynuna köpek tasması bağlayıp Tanrı Enlil'in kapısına götürdü."
Yazıtta geçen Enlil Kapısı, Lugalzagesi'ye ait olan kutsal Nippur kentindeki Sümer tanrısı Enlil'in tapınağı olmalıdır. Lugalzagesi'nin yakalanarak Enlil'e sunulması egemenliğin Akkad'a geçtiğini gösterir. Nitekim tapınakta yer alan heykel yazıtı Sümerce değildir. Akkatça yazılmıştır.
Sargon, Sümer ve Akkad ülkelerindeki egemenliğini sa ğlaml aştırdıktan sonra Batı'daki Amurru, Doğu'daki Elam ve kuzeydeki Subartu ülkelerine karşı eylemlere girişir. Yaptığı 34 seferde de başarılı gösterilmiştir.
- Babil'in 200 km. kuzeyindeki Tuttul (Hit) kentine de sefer yaparak Batı Samilerin baştanrısı Dagan'a burada dua etmiştir. Dagan, Man kenti de dahil olmak üzere Yukarı Bölge'yi, Sedir Ormanları'nı ve Gümüş Dağları'nı bağışlamıştır.
Sedir Ormanları = Amanus veya Lübnan Dağları
Gümüş Dağları = Toroslar
- Puruşhanda'daki Mezopotamyalı ticaret kolonisini yerel krala karşı korumak için Anadolu'ya bir sefer düzenlemiştir. Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ticaret ilişkilerinin tohumunun atıldığı dönemdir.
- Sargon, Dilmun'dan diğer ülkelere deniz seferleri yapmıştır. Deniz taşımacılığını Basra Körfezi'nde egemenliği altına almıştır.
Sargon'un oğulları Rimuş ve Maniştuşu onun yerine geçmiştir. Maniştuşu, kendisine bırakılan tüm topraklar üzerinde isyanlar olduğunu, Aşağı Deniz'e gemilerle seferler düzenlediğini söyler. Her iki oğul da isyanlar sonucu öldürülür.
Naram-Sin, Sargon'un torunu ve Maniştuşu'nun oğludur. Mezopotamya tarihinde Sargon'dan daha büyük bir üne sahiptir. Tanrısallık özellikleri ile simgelenmiştir ki bu ilk kez olmaktadır. Bu gelenek, daha geç dönemde görülen tüm Ur III. Süiale krallanı tarafından sürdürülmüştür.
Sedir Dağları'na ve Küçük Asya'ya seferler düzenlemiştir. Ur kentinde bulunan bir yazıt Sedir Dağları'na yaptığı seferi anlatır.
Kuzey Suriye'de yer alan Ebla kentini M.Ö.2250 yılında tamamıyla tahrip eder. Ebla, bugünkü Tell Mardikh'dir. 5 binden fazla tabletin ele geçtiği arşiviyle ünlüdür. Sümer yazısı ile Samice yazılmışlardır. Bundan dolayı tabletlerin Ebla dilinde olduğu söylenir.
Kuzey Suriye ile Filistin Bölgesini denetleyen bir kent durumundaki Ebla şehrine ait 6 kral bilinmektedir. Bunların icinde Ebrum en önemlisidir. Bu kişi kuzeybatıya giden yolları korumak amacıyla Tell Brak civarında kaleler inşa ettirmiştir. Bu kentin duvarlannda kullanılan kerpiçler üzerinde kenti ele geçiren Naram-Sin'in adı basılmıştır.
Naram-Sin, Ebla kentinden sonra Ninive kentine de bir yazıt bırakır. Doğu'da Susa'ya dek ilerler. Zagros Dağlarında yaşayan halklar ile savaşır ve onları egemenliğine alır. Susa'da diktirdiği stel ise "NaramSin Steli" olarak bilinir.
Mezopotamya'nın çeşitli yerlerinde Naram-Sin'e baş kaldıran güçler de olmuştur. Bu barbar kavimlerin Anadolu üzerinden gelip Akkad Ülkesi' nin kuzeyini yağmaladil
Naram-Sin döneminden 1 veya 2 yy. sonra kaleme alınmış "
Akkad Laneti" olarak adlandırılan bir Sümer yazıtında, yöreye Gut ya da Guti adlı bir kavimin gelişi anlatılır. Gutilerin saldırısı üzerine NaramSin'in bölgeleri arasındaki ilişkiler kesilmiş ; tarım alanları tahrip edilmiş ve kentler yıkılmıştır. Akkad Ülkesi oturulamıyacak hale gelmiştir.
Naram-Sin'den sonra başa geçen oğlu Şarkalişarri zamanında yine Gut kavmine karşı seferler düzenlendiği biliniyor. Bu krala ait yıllardan birinin adı "Gutilere sefer yapılan yıl" olarak adlandırildını görüyoruz.
Rimuş ve Manişhışu gibi Naram-Sin'in oğlu Şarkalişarri de bir suikast sonucu öldürülür. Bir omen textinde hizmetçiler tarafından tabletlerle öldürüldüğü söylenir.
Akkad çanak çömleği: Genel anlamda Akkad çanak çömleğinde
- silmeli çanak çömlek (ribbed ware) : silrneler büyük depolama küplerinin omuzlarında veya çanaklann ağız kenarlarmda bulunmaktadır. Silmeler, ESD III sonundan itibaren başlar.
- büyük akıtacaklı çanaklar, - meyvalıklar, - Dikine yerleştirilmiş kulpları olan küpler görülür. Kazıma bezeme yaygın. Bu tarzda yapılmış daireler, aylar, noktalar ve meanderler söz konusudur. Ayrıca tarak bezeme de görülmektedir.
Şarkalişarri'nin dönemi Guti istilasının başladığı dönemdir. Bu tarihten (M.Ö.2230), M.Ö.2112'de Ur III. Sülale'nin başlamasma dek olan döneme Guti Dönemi ya da Post Akkad Dönemi denir.
Sümer Kral Listesi icinde "kim kraldır? kim değildir?" sorusu sorulduktan sonra 4 kral adı verilir:
- İgigi
- Naniyum - İmi - Elulu.
Bunlar 3 yıl hüküm sürdükten sonra iki kral adı verilir:
- Dudu ve
- Şuturul (M.Ö.2150'de son).
Bunların dışmda bu dönem hakkında fazla bilgi yok.
Bazı bilimadamları Post Akkad Dönemi'ni M.Ö.2230 itibarıyla başlatmazlar. Onlara göre Akkad Dönemi Şuturul'un sonuna kadar (M.Ö.2150) devam eder. Buna göre Post-Akkad Dön. de M.Ö. 2150'de başlayıp M.Ö.2112 yılına dek sürer.
Post-Akkad, Lagaş'lı Gudea'nın dönemine ait heykel ve mühürlerinin tarzını ayırmak için kullanılan bir terimdir. Bu dönem, Gudea'nın ve bazı aile bireylerinin muhteşem heykelleri ve Gudea stelleri ile karakterize olmuştur.
Akkad Dönemi'nde iki bölüm halinde kompozisyonların işlendiği silindir mühürler, Post-Akkad Dönemi' nde 3 bölüm haline gelir. Üçlü şablon, Gudea ve Ur lII.Sülale dönemlerinin simgesi haline gelmiştir.
- Gudea,
- Ur-Ningirsu, - Pirigme, - Ur-Gar ve - Nammahani. (Son iki kralın kronolojik durumları belli değil.)
Sonra Guti topluluğundan söz edilir. Gutilere ait 21 kraldan bahsedilir. Hepsinin adı bilinmemektedir. Bir kaynağa göre Guti kralları toplam 91 yıl, başka bir kaynağa göre 124 yıl hüküm sürmüşlerdir.
Guti Dönemi'nden sonra M.Ö.2112) Mezopotamya'da yeni bir dönem karşımıza çıkar : Yeni Sümer Dönemi (M.Ö. 2112 - 2004)
UR III. SÜLALE
Guti istilası Akkad İmparatorluğu'nun sonunu noktalar. Daha sonra Gutiler bu yörelerden çekilmek zorunda kalmışlardır. Sümer kültürü bu kez Ur III. Sülale denetimi altında bir Rönesans Devri yaşamaya başlar. Bundan dolayı söz konusu döneme Yeni Sümer Dönemi de denir. Mezopotamya'nın Orta Tunç Çağ'ının bir bölümünü kaplar.
Ur III. Sülale Dörıemi'nde 5 adet kralın yaklaşık 100 yıl saltanatta kaldığı bilinmektedir:
1. Ur-Nammu (M.Ö. 2112 - 2095) 18 yıl; oğlu2. Şulgi (M.Ö. 2094 - 2047) 48 yıl; oğlu3. Amar-Sirt (M.Ö. 2046-2038) 9 yıl ; oğlu (Amar-Suen de denmektedir) 4. Şu-Sin (M.Ö. 2037 - 2029) 9 yıl ; oğlu (Gimil-Sin de denmektedir) 5. İbb-Sin (M.Ö. 2028 - 2004) 25 yıl.
İlk kral olan Ur-Nammu'nun adına ilk kez, Ur'da bulunan Utuhegal Yazıtı'nda rastlanmaktadır. Ur valisi olarak söz edilmektedir. Utuhegal'in ölümünden sonra kendini Ur Kralı ilan eder. 4. saltanat yılından sonra ise kendisi için "Akkad ve Sümer Ülkelerinin Kralı" ünvanını alır. "Dört Bölgenin Kralı" tanımını kullanmaz.
Ur-Nammu'ya ait yapı kitabeleri başkent Ur'da, Uruk'da, Nippur'da ve Eridu'da bulunmuştur. Rönesans Çağı'ndan bu kentler de paylarını almışlardır. Ur-Nammu, tarımı ve ticareti geliştirmiş; kanallar kazdırmış; deniz ticaretini imar ettirmiştir.
Nippur'da ele geçen Tummal yazıtında belirtildiği gibi Ur-Nammu, Ur'daki Ekur'u yeniden inşa ettirmiştir. Ekur, Mezopotamya'nın Fırtına ve Gök Tanrısı Enlil'in kutsal tapınağıdır. Ur'da ayrıca ünlü İnanna Zigguratı'nı da inşa ettirmiştir. Ur kentinin en görkemli yapısıdır ve Ay Tanrısı Nanna'ya ithaf edilmiştir. Mezopotamya'nın en iyi korunan zigguratlarınıdan biridir. Temelde 60 X 45 m. boyutlarındadır. Üc katlıdır ancak iki katı korunmuş. Birinci kata, terasa üç anıtsal merdivenle ulaşılır. En üstte tanrıya adanan kutsal alan yer alır. Yapının çekirdek kısmı, orta kısmı pişirilmeden kullanılan mühre halindeki kerpiç ile yapılmıştır. Etrafındaki 2.5 m. genişliğindeki kısımda ise pişmiş tuğla kullanılmıştır. Bunlar birbirlerine, bağlayıcı bir madde olan bitümen (zift) ile birİeştirilmişlerdir. Ziggurat etrafındaki basamaklarda belli aralıklarla delikler açılmıştır. Buralara olasılıkla ağaçlar dikilmiş olmalıdır ve bu delikler sulama çukurlarıdır. Ziggurat, etekleri ağaçlı bir dağ görünümündedir.
Ziggurat, "yüksek olmak" anlamındaki Akkad sözcüğünden gelmedir. Kerpiç yapımı oldukları için ziggurat ların Çoğu akıp gitmiştir. Fonksiyonları ile görünümieri hakkında bilgi veren yazılı kaynaklar çok az sayıdadır. Bir görüşe göre ziggurat, dikdörtgen platforma sahip erken Mezopotamya tapınaklarından gelişmiştir.
Kazılmış en erken örneklerinden biri Uruk Vl'daki Anu Zigguratı'dır (M.Ö.3500). White Temple olarak adlandırılan kutsal mekan en üstte yer alır. UrNammu'nun Ur'da inşa ettirdiği örnek ise en iyi korunmuş olanıdır.
Zigguratların en parlak çağı Ur III. Sülale ile çakışır.
Diğer zigguratlar: Mari, Tell al-Rimah ve Ashur'da bulunmaktadır. Ancak bunlar bağımsız yapılar değildir ve daha alçak tapınak yapılarına bağlanmışlardır. Bu zigguratların üstlerinde kutsal mekanların olup olmadığını bilmiyoruz. M.Ö.I.bin Assur tapınaklannda daha küçük boyutlu zigguratlar büyük tapınaklara bağlanmıştır (Ashur'daki Anu - Adad Tapınağı'nın ziggurata bağlanması gibi).
İnanna Zigguratı'nın altında ele geçen Cemdet Nasr Peryodu'nun özelliğindeki kerpiçler burada arkaik bir zigguratın olduğunu gösterirler. Aynı yerde bulunan ve Eski Sülaleler Dönemine tarihlenen planokonvex kerpiçler buranın Eski Sül. Dön.'de de kullanıldığını gösterirler. Sözü edilen yapı, son olarak M.Ö.6.yy'da bir Babil kralı tarafından onarılmış. Bu kralın bıraktığı çivi yazılı silindirler üzerinde son dönem onarımlar anlatılmaktadır.
Ur-Nammu, Ur III.Sülale'nin ilk kralıdır ve yapı faaliyetleri dışında bazı hukuk kuralları, kanunları ile de ünlüdür. Ebla dışında bulunan en eski hukuk sistemi bu krala aittir.
Şulgi, 48 yıllık saltanatı ile bu hanedanlığın önemli bir kişisidir. Babil'e askeri seferler yapmıştır. Elam ve Assur toprakları ekonomik kontrol altına almıştır. Ur III.Sülale, binlerce yönetim dökümanı ile ünlüdür. Ur, Nippur, Tello, Umma ve Eşnunna'dan çıkan yazılı kaynakların 25000'den fazlası basılmıştır ve bunların çoğunluğu Şulgi dönemindeki bürokratik kontrolle ilintilidir. Naram-Sin'den Şulgi'ye dek bütün krallar kendilerini tanrı olarak kabul ederler. Şulgi'nin bir tanrı gibi kutsandığını ve törenler yapıldığını yazıtlardan biliyoruz.
Amar-Sin de tanrılar gibi kutsanmıştır. Yaptırdığı tapınakların kerpiçlerinde de adları geçer. En önemlisi Eridu kentindeki zigguratta ele geçmiştir. Birçok omen tekstinde Amar-Sin'in, giydiği ayakkabıdan öldüğü söylenmektedir.
Şu-Sin, gerek batıdan gerekse doğudan gelen tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır. Yazıtlar, Zapşali Ülkesi ve Su (Susa) Ülkesi'nde savaştığından söz ederler. Şu-Sin'in 4. yılı "Martu duvarlarının inşa edildiği yıl" olarak adlandırılmıştır. Bu duvarları "Tidnum'u uzakta tutmak" icin inşa etmişlerdir. Buna göre Tidnum = bir nomadik Martu kabilesi = Amorit'tir. Bu duvarlar yaklaşık 275 km. uzunluğundaydı. Sippar'dan başlayarak ülkeyi Dicle'ye doğru katederek Bağdat'ın kuzeybatısına uzanırdı.
Daha sonraki İbbi-Sin döneminde babasının zamanındaki tehlikeler giderek artmıştır. İlk önceleri hem batıda hem de doğuda zaferler kazandığını belirtmiştir. Hatta bir yıla "Martuların baş eğdiği yıl" olarak ad verilmiştir. Susa'ya da başarılı seferler gerçekleştirmiştir. Giderek büyüyen tehlike ve saldırıların yanı sıra doğa da bu dönemde zarar verir bir hal almıştır. Su baskınları büyük tahribatlara sebep vermiştir. O yılı da su baskınlarıyla adlandırmışlardır. Çeşitli yerlerdeki bağımsız yöneticilerin başkaldırışlarıyla krallık gittikçe küçülmektedir.
İbbi-sin'in 5. veya 6. yılına ait tabletler, Ur kenti dışında hiçbir Yerde ele geçmemiştir. Ur III. Sülale'nin kapladığı geniş topraklar artık sadece Ur kent devleti ile temsil edilmekteydi. İbbi-Sin'in de başarıları 6 yıl sürmuştür.
Ur kentinin sonu Elamlı halkların yaşadıkları dağlardan ovalara inip başkent Ur'u yağmalamaları ve Ibbi-Sin'i tutsak etmeleri ile olmuştur. Yağma olayının izleri Ur'daki kazılarla ispatlanmıştır. Ur III. Sülale'ye ait birçok yapı yakılmış ve yıkılmış olarak ortaya çıkartılmıştır. Ur'un tahribi ile Sümerli halkların Mezopotamya'da askeri ve politik etkinliklerini sona erdirdiklerini görüyoruz. Bunun yanı sıra Sümer kültürü Mezopotamya'da etkinliğini uzun yıllar gösterir.
Ur'un hem Elam hem de Amorit tehlikeleri sonucunda M.Ö.2004'de yıkılmasıyla Sümer ve Akkad topraklarında, yani batıda Akdeniz'e, doğuda Basra Körfezi'ne dek uzanan alanda, Larsa, İsin, Eşnunna ve Mari gibi yeni kent devletleri kurulmuştur. Bunlarla çağdaş olarak da, Yukarı Mezopotamya'da Assur, Aşağı Mezopotamya'da da Babil adını verdiğimiz iki büyük devlet bulunmaktaydı.
Dönem, Güney Mezopotamya'da İsin-Larsa Dönemi olarak
anılmaktadır (M.Ö. 2017-1794). İsin bağımsızlığını ilan eden ilk şehirdir. Kuzey Mezopotamva'da ise aynı yıllar erken dönemde Eski Assur Peryodu ; geç dönemde Mari Çağı olarak adlandırılmaktadır. Oğlu Şu-ilişu, başa geçtiğinde Babil'de zenginlik ve barış dönemi başlamıştır.
UR III. SULALE SONRASI / İSİN-LARSA DÖNEMİ
İsin I. Sülale:
İsin'de ele geçen dökümanlara göre Ibbi-Sin'in kuzey ordularırndan sorumlu İşbi-Erra kendi hanedanlığını kurar. İsin I. Sülale olarak anılan sülale, M.Ö.2017-1794 yılları arasında başta kalır ve Ur, Eridu ve Uruk kentleri üzerinde otorite gösterirler.
Yeni başkent olan İsin, Nippur'un 30 km. güneyinde yer almaktadır. Görünüm olarak ve yönetim politası olarak Ur şehri takip edilmiştir.
Söz konusu dönemde Ur şehrinde bile Akkad dili baskın olmasına rağmen İsin kralları resmi yazışmalarda ve okullarda Sümer dili tercih edilmiştir. Sümer dili daha geç Babil okullarında kullanılmaya devam etmekle birlikte İsin Sülalesi'nden sonra bir daha hiçbir hanedanlığın resmi dili olmamıştır.
İşbi-Erra, Elamlarla baş ederek Orta Babil bölgesi de dahil olmak üzere gÜneyin eski Sümer şehirlerini kontrol altına alır.
Larsa Hanedanlığı:
M.Ö. 2025 ile 1763 yılları arasında devam eden hanedanlığın kurucusu Naplanum' dur.
Amorit kökenli bir kral olan Gungunum'dan sonra Larsa'nın şansı değişir. İsin krallığından ayrılır ve İran Körfezi ticaretinde söz sahibi olur. Günümüze dek uzanan arşivler Ur ile Dilmun arasındaki deniz ticaretinden bahsederler. Gungunum ve iki ardılına tarihlenen söz konusu dökümanlar, denizaşırı ticaretle aktif olarak ilgilenen tüccarlardan "Dilmun yolcuları" olarak bahsederler.
Dilmun ticaretinin başlıca maddesi büyük miktarlarda ithal edilen bakırdır. Yazılı kaynaklarda ayrıca fildişi, altın, lapıs lazuli, kıymetli taş boncuklar, inciler ve diğer lüks eşyalardan da söz edilmektedir Bu ticarette Diimun "aracı"dır. Doğu İran, Magan ve Meluhha (Magan ve Meluhha=güneydoğu Arabistan ve Hindu Vadisine kadar uzanan Makran kıyıları) gibi bölgelerden aldığı maddeleri ve/veya ürünleri, "Dilmun yolcuları"na Babil'den gelen yağ, tahıl ve Kıymetli süsler karşılığında satmaktadır.
Larsa, Babilli Hammurabi'nin Larsa kralı Rim-Sin'e karşı yaklaşık M.Ö. 1783'de, Mari'ye karşı da M.Ö. 1759'da zafer kazanmasına dek güneyde en büyük güç olarak varlık gösterir.
İsin kentindeki son dönem kazıları ile Akkad Dönemi'nde iskan gören yerleşim yerinin tarihinin Ubaid Dönemi'ni kadar gidebileceği saptanmıştır. Kassit-Öncesi buluntuların en önemlisi, şehrin Doğu Sektörü'nde yer alan bir cadde ve Eski Babil evleridir. Evlerin birinde, hazırlanmış ve yazılmış tabletler ile yapılmış mühürler ele geçmiştir. Söz konusu ev, ya genel arşivin bir bölümü ya da bir katibin evidir. İsin'in kuzeydoğusunda ise bir mezar ile içinde erken M.Ö.II.binyıla tarihlendirilen tabletlerin bulunduğu evler ortaya çıkartılmıştır.
Larsa, Nippur ve Sippar'da da bu döneme ait kalıntılar ele geçmiştir. Babil'de ise su seviyesinden dolayı Yeni Babil öncesine ait kalıntılar ortaya çıkartılamamaktadır.
|
Yazıyı Dilimize Çeviren ve Düzenleyen