"Türkiye Türklerindir +40" Bloguna Hoş geldiniz!!!

Ey Türk Milleti!
Birinci vazifen seni İslamcılık ve Türkçülükle benliğinden koparan, Araplaştıran din, devlet, ticarette sana yer vermeyen, seni küçük dereceli askeri görevlere vererek ölüme süren, sana hocalık, başbuğluk eden hainlere giydirdiğin tacı geri almaktır. Bunu yapabilmen için seni uyandıracak her türlü bilgi ve belge mevcuttur. Ya özgürlüğünü kazan ya da öl. Kölelikle atalarının kemiklerini sızlatma. Arap Rumların ırkçı kinci ensest sapık dinlerinden çık. Kurtuluşun başlangıcı burasıdır. Aklen kurtulmadıkça saltanatın da olsa kölesindir unutma. Sen özgür birey olmadıkça kardeşliğin önemi yoktur. Devletin her yüksek kademesine göz dik yerini al. Tırsma. Çabala, savaş ve kazan! Birlikte yaşadığın kavimlerle kardeşlik o zaman daha güzel olacaktır. Alaeddin Yavuz

Tarih boyunca atalarımız günümüzdeki kadar, her türlü bilgiye ulaşabilecek böyle bir çağ yaşamadılar.
Bizler tümünden şanslıyız. Buna dayanarak, blog içerikleri binlerce yıldır doğru bilinenleri sorgulamaktadır.
İster bu bloğda, ister okulda, camide veya başka yerde hiçbir yazılanı, öğretileni “sorgulamadan, araştırmadan” doğru kabul etmeyiniz!
Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez, milletçe sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür. Adilyargıç/Keykubat.

Blog yazılarının telif hakları-copyright © “adilyargic; adilyargicc; keykubat.blogspot.com ve keykubat.blogcu.com” rumuzlarıyla yazan Alaeddin Yavuz’a aittir.
Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.

Saygılar, sevgiler!

Hakkımda

Fotoğrafım
Balıkesir , Bandırma , Türkiye
KENDİLERİ İÇİN PLAN YAPMAYAN MİLLETLER, BAŞKALARININ KENDİLERİ İÇİN YAPTIKLARI PLANLARA RAZI OLURLAR.Keykubat- ATATÜRK'TEN SONRA ÜLKEMİZDEN TÜRK ve MÜSLÜMAN HALKLAR İÇİN PLAN YAPAN ve EZİLEN HALKLARA ÖNDER OLACAK SİYASET İZLEYEN BİR LİDER ÇIKMAMIŞ, ARDILLARI,ONUN İZLEDİĞİ ANTİ EMPERYALİST SİYASETİ TERK ETMİŞ,DEVLETİ AB-D KUCAĞINA ATMIŞ VE ONLARA BAĞLILIĞI ATATÜRKÇÜLÜK SAYMIŞ,HALKIMIZIN DİNİ VE IRKİ DEĞERLERİNİ AŞAĞILAYARAK TAHRİK ETMİŞ, KADEMELİ OLARAK HALKIMIZI HIRİSTİYANLAŞTIRMAK İÇİN DIŞ GÜÇLERCE GİZLİ-AÇIK DESTEKLENEN SAPIK DİNCİ YAPILANMALARI GÜÇLENDİREREK,İKTİDARA TAŞIMIŞ,IRK,MEZHEP BAĞLAMINDA KARŞILIKLI DÜŞMANLIKLAR YARATMIŞ, ÜLKENİN KAYNAK VE SERMAYESİNİ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKMİŞ,YUKARIDA SAYILAN AB-D PROJELERİNE GÖRE ASKERİ DARBELERLE KENDİ MİLLETİNİ SİNDİREREK BÖLÜNMENİN YAŞANDIĞI BÖYLE GÜNLERDE BİLE TEPKİSİZ KALMASINI SAĞLAYAN KORKU ORTAMINI HAZIRLAMIŞ,BENZER MUHTELİF İHANETLER İÇİNDE BİR ŞEKİLDE YER ALMIŞLARDIR.İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GÜNÜN DURUMU BUDUR-Keykubat İNSAN,PRANGA VURULMAKLA,KIRBAÇLANARAK ÇALIŞTIRILMAKLA ESİR OLUR.ESİRLİĞİ YAŞAM BİÇİMİ OLARAK BENİMSERSE KÖLE OLUR. VATANINIZA,DEĞERLERİNİZE,ÖZGÜRLÜĞÜNÜZE SAHİP,HER TÜRLÜ EMPERYALİZME KARŞI ÇIKIN!!! Keykubat

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Translate

Bu Blogda Ara

21 Aralık 2012 Cuma

SÜRYANİLERİ KENDİ KALEMLERİNDEN


SÜRYANİLER KENDİ KALEMLERİNDEN

Önsöz;

Süryani ruhani önderi Yusuf Çetin ve başbakan Erdoğan
Süryaniler, Büyük İskender (M.Ö.325’ler) ve Roma İmparatorluğu süresince (M.Ö.50-1453) soyları Grekleştirilmiş (Yunanlılaştırılmış) bir halktır. İkisinin de dinleri “Şeytan İbadetine dayalı” olan Sabi ile İran Mitracılığı, Zerdüştlük, Zervanilik (Hakiki şeytan ibadeti) dinlerinin bozulmuş halidir. Emeviler, Abbasiler ve Osmanlı dönemlerinde Müslüman devletlerin bunların arasını “Hıristiyanlarla bir tuttuklarını” yazarlar. “Sabilik” adlı yazıma, Elmalılı Hamdi Yazır’ın Kur’an Maide Suresi 68. Ayet tefsirine bakınız.

Süryaniler, İsa peygamberi vaftiz eden Hazreti Yahya tarafından Hıristiyan edildiklerini söylerler ve bu yüzden İsa’nın “Allah” olmadığını, “sahte Mesih” olduğunu söylerler. Kiliselerinde Müslümanlar gibi namaz kılarlar. Oruc, hac, tespih, tavaf, hac tıraşı gibi İslâm’da olan bütün ibadetlerin temeli bu dine dayanır. Günde yedi vakit namazları vardır. 
M.S.325’te Hıristiyanlığı resmi din olarak benimseyen Roma ve Bizans imparatorlukları, İznik konsülünde Grek incili olarak bilinen İncil’i kabul etmişlerdir. Süryanilerin ve Gregoryen Ermeniler ile Nasturilerin İncillerini ve nicelerini ret etmişlerdir. Grek İncil’i de Grek (Yunan) Milliyetçisidir. 

Bizans bunlara Grek İncil’ini zorlamışsa da tepkiyle karşılaşmıştır. 637’lerde Ömer’in ordusu buralara geldiğinde umutlanmışlarsa da Emeviler de bunları “Şeytani” kabul edip ezince Müslümanları bölgeden kovmak isteyen Bizans’ın birden dostları olmuşlardır. Ardından bölgeye Türkler yerleşince bunlar her iki kesimin baskılarından kurtulmuşlardır. 1516’da Osmanlı idaresine girmekten hiç hoşlanmamışlarsa da 1567’lere kadar sakin yaşamışlar, padişah Yavuz’un Sünnilik mezhebini dayatmasıyla Türkmenler, Yezidiler, Süryaniler, Aleviler ile aralarında onlardanmış gibi yapan Ermeni’lere karşı savaşlar başlatılmıştır. O zaman güç karşısında boyun eğmişlerse de 1680’lerde Hıristiyan dünyasının bütün mezhepleriyle işbirliğine geçmişler, aldıkları desteklerle Müslümanlara karşı savaşmışlardır.


Süryaniler, Şeytan Er Ruha’nın (Ruda, Ruza, Uzza gibi adları da vardır) Âdem ile Havva’yı yarattığını ve onun soyundan asil millet olduklarını savunurlar. Dişi şeytan Er Ruha, Kâbe’de İslâm öncesi tapınılan Allah’ın kızı dişi şeytan El Uzza’ya karşılık gelir. Her iki inançta da dişi şeytanın babasının ortak adı “Allah’tır.”
Bu yüzden “Abdullah” adı gibi Müslümanlarca sevilen birçok sahabe adları halen Süryaniler arasında çok yaygındır. İslâm’ın “Şeytan Bazut” dedikleri peygamber Muhammet’in uydurması olduğuna inanırlar.
Mardin, Urfa çevresi ve Suriye sınır içinde kalan bu bölgedeki dağlar onlar için kutsaldır. Bu dağlara “Tur Abdin (Köleler Dağı) derler. Asur krallarınca soykırıma uğratıldıklarında bu dağlara kaçıp asırla boyunca eşkıyalık yaparak genel lakapları olan “Harrani” den değiştirilerek ve “eşkıyalar anlamına gelen “Harami” adını aldıklarından bu dağları kutsal sayarlar.

Bu gün Suriye’de Esad rejimine karşı sürdürülen Arap Baharı savaşçılarının barınak yerleri de bu Tur Abdin bölgesi ile Süryaniler gibi çarşaf-peçe giyen Sabi temelli Beyt Şemeş Yahudilerinin yaşadığı bölgelerdir. Irak, Yemen, Etiyopya Yahudileri de çarşaf-peçe-burka giyerler.
Süryanilik dini, Yemen, Etiyopya, Irak, Suriye, Urfa-Harran, Filistin bölgelerinde yaygın olan Ay Tanrısı Kültüne dayalı Sabilerin Harrani kolunun kendi beyanlarına göre, M.S. 38’de Hazreti Yahya’dan öğrendikleri Hıristiyanlığı benimsediklerini söyleyen Harran Sabi Araplarının dinidir.

İspanya ve öteki bazı Avrupa ülkelerinde çok miktarda eski Süryanilerin yerleşik kalıntıları vardır. Hatta Clint Eastwood’un  “İyi,Kötü,Çirkin” adlı filminde bir Meksika sahnesinde çarşaf-peçe ve burka  giyen Hıristiyan köylü kadınları görmek mümkündür. Ermeni Süryani’si olan Gülen ve cemaatinin ve başbakan Erdoğan’ın  “Dinlerarası Diyalog” girişimini İspanya ile “Eşbaşkanlık” şeklinde yürütmelerindeki sır biraz da bu akrabalıkta-din kardeşliğinde yatmaktadır.

“Assurian (Asuri) =Suriyeli” adından türetilmiş, Sabi Suriye Araplarının dinidir.
Arami olduklarını söyleyenleri olsa da birçok arkeolog ve dilbilimcisi bunun aksini söylediğinden kendileri de “Arami’yiz” diyememektedirler. Kutsal kitapları Aramice, Arapça ve Yunanca yazılmıştır.

Roma ve Bizans dönemlerinde Babil’in Ay Tanrısı Sin’i (Allah) baş tanrı sayan, cennetten kovulmuş kızı İnanna/İştar’ın (bazen Ereşkigal) ataları Âdem ile Havva’yı ürettiğine ve ondan türediklerine inanırlar. Şeytan’ın cezasını çektiğinden bağışlandığını ve dünyanın efendisi olduğunu, kendilerini ilahi bilgilerle “nurlandırdığını (Nurculuk)” savunurlar.
Şeytan’ın yaygın adı “Er Ruh, Er Roha (Ruh)” olup, Urfa ‘nın da adı Osmanlı zamanında Halep’e bağlı “Eruha Sancağıydı.” Siirt Eruh da aynı tanrıçanın adını taşır. Allah’ın (Sin’in) kızıdır.
İsa’yı anarken de;
“İbn el Allah el Mesihiye (Allah’ın oğlu Mesih)” , “İbn El Allah (Allah’ın oğlu), “İbn el Allah rabbenelalemin (Alemlarin rabbi Allah’ın oğlu)” diyerek Allah’ı İsa’nın üstünde anarlar.

(Yezidiler ve Mısır Kıpti Hıristiyanları da, çarşaf peçe giyen Sabi temelli Beyt Şemeş (Güneş Evi) Yahudileri de  aynı şekilde “ Allah” derler. Her “Allah; Lailaheillallah” diyen Müslüman değildir. Hepsinin ortak özellikleri çarşaf-peçe ve burka giymeleridir. Müslümanlar peygamber zamanından beri FERECE giyerlerdi.)

Okuryazarlık, tapınaklarda sürekli ibadet, istişareye yatmak ve çilekeşlikle şeytanın ruhu ile görüşmeyle elde edilir. (Ortodoks Hıristiyan Süryaniler bu gün çileciliği” ret ederler. Muhammet de 3’ncü halife Osman’a ikinci kez kızını vererek yasaklamıştır.)

Okuryazarlığı şeytandan öğrenmiş kişi en büyük rahip olur ve “Ganzibra” adıyla anılır. Kiliselerinde Müslümanlar gibi namaz kılarlar ancak başlarına takke giymezler. Altın güneş tanrısı Şemeş’in (Şems-Güneş) sembolü, gümüşün de Ay Tanrıları Sin’in remzi olduğundan Irak, Suriye, Türkiye ve birçok Avrupa ülkesinde kuyumculuk Süryanilerin işidir. Kendilerinden olmayan birini kuyumcu çıraklığına almazlar. Onlardan olmayan kuyumcular sadece “hazır alıp satan” esnaflardır. Büyücülük dini eğitimleri arasında önemli yer tutar, hatta dinlerinin temelidir. 

Takiyecidirler. 

Birbirlerini tutarlar, kendilerini aralarında yaşadıkları halkın dininden, mezhebindenmiş gibi tanıtırlar, onlar gibi ibadet ederler, evlerinde tekrar kendi ibadetlerini yaparlar. Yalancılık şeytanın işlerinin başı olduğundan Yahudiler gibi onlarda da yalanı “zekânın belirtisi” kabul ederler. Birbirlerine destek verirler, işsiz bir tek Süryani yoktur diyen kendileridir. Kendilerinden olmayan halkı soymaları, sömürmelerine engel olacak hiçbir ahlaki ilkeleri yoktur. Soy güderler, kendilerinden olmayanlara kız vermezler.
Mezopotamya (Dicle- Fırat arası) Ermenileri de Süryaniliği benimsemişlerdir.  Kafkasya’dan Irak- Suriye Adana bölgelerine kadar bölgelerde yaşayan Ermeniler de Süryani dinine girmişlerdir.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’na  “Önemli olan boy değil soydur soy!” demesi, Kürt, Arap, Yezidi, Ermeni, Kıbrıs, Sümela manastırı, Aktamar kilisesi gibi (Süryani Ermeni- Kripto Rum kilisesi) açılımlarının arkasında geçmiş işbirlikçiliklerini zafere ulaştırma projesi yatmaktadır.
 Aile içi evlilikler yaptıkları Arkeolog ve dilbilimcilerce yazılır çizilir. Günümüz Süryanileri bunu ret ederler.

İran Mitracılığından Zerdüştlüğe, ondan Sabiliğe ve devamı olan Süryaniliğe geçen rahip dereceleri olan “Okuyuculuk (Soferim-Müezzin), Yazatalık (Yazıcılık) Hıristiyanlığa da geçmiştir.
Nur ve Gülen cemaatlerindeki Soferimlik ve Yazıcılık dereceleri bunlarda da aynen vardır.

1096-1099 I. Haçlı Seferi ile Haçlılar Adana’da “Klikya Ermeni Krallığı, Urfa’da da “Edesa Ermeni Krallıklarını kurmuşlardır. Ardından Kudüs’e yürüyüp orada bir Hıristiyan krallığı kurmuşlardır.
Urfa Edesa Kralı olan Ermeni kral Toros’un evlatlığı olmayı başaran sonra da zehirleyerek öldürüp kendisini kral ilan eden Fransız asilzadesi aslen İtalya Bologna’lı (Bourcq) Baldwin (Boudouin “Bedevi”) saltanatını kısa sürede 07 Mayıs 1104’te Balık Nehri kıyısında yapılan “Selçuklu-Haçlı” savaşı olan “Harran Savaşında” kaybetmiştir. Çünkü haçlılar yenilince Baldwin sekiz yıl esir kaldıktan sonra serbest bırakılıp Kudüs’e gitmiş ve orada Mason teşkilatının temeli olan “Tapınak Şövalyelerini” kurmuştur.

Bu Bedevi Süryani büyücülerin geçmişte Avrupa’ya sürülmüşlerinin soyundan olduğu adından belli olan “Boudouin (Buduvi-Bedevi)” asırlar sonra ata yurduna dönmüş bir Sabi büyücüsünün soyundandı. O zamanlar Hıristiyan Süryani olan Urfa- Harran Süryanileri aslında Sabi dinine bağlıdırlar ve hiçbir gelenekleri Hıristiyanlığa uymaz. Baldwin bedevisi de Harran rahiplerinden atalarının eski dinini öğrendi böylece Masonların da dini Süryanilik oldu.

14 yüzyılda Fransa kralı IV. Filip’in gazabından kurtulan Tapınak Şövalyeleri İskoçya’ya va Almanya’ya kaçtılar. 1456’da Rosslyn Chapel’i (Gül Kilisesi) yani ilk Masson kiliselerini inşa ettiklerinden kendilerine “Duvarcı” anlamına gelen “Mason” adını aldılar. Gül adı bu kiliseyle, yayılan Masonluğun da simgesi oldu.
İskoç ve İngiliz tahtlarında hükümran olan Mason dindaşlarını gören bizim Süryani Ermeni ve Araplar ise onların yanlarında saf tutmakta gecikmediler. Her yer güllerle dolmaya başladı.

“Gül adı hem Sabilerde, Yahudilerde, Süryanilerde, Hıristiyanlarda, Yezidi Kürtlerde ve Masonlarda kutsaldır. Hepsinin de adlarında, tapınaklarında ”Gül, Rose, Rosa, Ross” gibi gülün Latince adlarına rastlamak mümkündür.
Bizde her yerde bir “Gül” adına rastlamak çok kolaydır. Burası “Güller ülkesidir!”

Annesinin adının “Adeviye” olduğunu, Adeviye’liğin de Osmanlı anlayışı gereğince Yezid Kürtlerini İslâm’ın “Selefiye (dinden çıkmış) tarikatı kabul ettiğini bildiğimizden cumhurbaşkanımız Siirtli Abdullah Gül’ün Yezidi olduğunu, başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Siirt’ten İstanbul Fatih’e oradan da Üsküdar’a yerleşmiş, Zeynep Kâmil ilkokulunda okumuş ardından Mithatpaşa Sanat Okuluna devam ettiği ama okuldan mezuniyetine dair kayıt bulunamadığını(*1) yandaş sitelerinde bile dile getirilen Arap Hayriye lakaplı anasının yegâne kızı olan, eşleri Emine hanımın kızlık soyadının “Gülbaran (Gülyağmuru)” olmasını, ve hatta aşağıda Süryanilerle ilgili yazdığı kitabından alıntı yaptığım, kitabının sonunda “Süryanilerin asla vatanına, milletine hizmet etmediğini” yazan (yalan) Zeynep Gül Küçük’ün de adında “Gül” olmasının, başbakan ile birlikte Süryani Arap ve Ermeni kiliselerinin mallarının iadelerinden tamiratlarına ve cemaati olmadığı halde hizmete açılmalarında gösterdikleri önceliği, bu mabetlere olan eşli ziyaretlerini, “Egemen Bağış, Ali Babacan, gibi Süryani Ermenilerden Dengir Mir Mehmet Fırat gibi Yezidi Kürtlere verilen bakanlıkları; da gördükten sonra; http://www.ensonhaber.com/gundem/20572/emine-gulbaran-erdoganin-bilinmeyen-oykusu.html
“Devlet Atatürk sonrası Yezidi- Süryani Kürt, Arap, Ermeni ve Yahudi işgaline mi uğradı?” sorusunu sordururcasına ben de soruyor ve çalışmamı takdirlerinize bırakıyorum.

Okuyacağınız yazılar Süryanilerin ve onları araştırıp, sevdirmeye çalışan Süryani Zeynep Gül Küçük(*2) hanımın yazıları ve görüşleridir.

Benim görüşlerim çok kısa olarak yazının ara yerlerinde ve sonunda yer almaktadır.

Alaeddin Yavuz

*1- Yezidi ve Süryanilerde okuryazarlık dinden çıkmadır. Cumhuriyet kanunlarınca mecburen okudukları için cumhuriyete düşmandırlar. Okul yakma, öğretmen öldürme olaylarının arkasında okuryazarlığın yasak olduğu Sabi, Süryani ve Yezidi dindarlığı vardır. Başbakan Erdoğan da “kitap okumadığını okuyanlardan dinleyerek öğrendiğini itiraf etmiştir.
*2- Küçük adı, Hıristiyanlığı Anadolu ve Yunanistan’da yayan aziz Pavlus’un adının Türkçesidir. Türklerde bu adı kimse kullanmaz. Ünlü “Küçükler”; Yalçın Küçük, Veli Küçük, Küçük Emrah (Diyarbakırlı)…

Buyurunuz;

Kitap;
MARDİN VEÇEVRESİNDE SÜRYANİLER
Zeynep Gül Küçük

Çukurova Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı
Lisans Tezi
  Adana 2008

Süryani Adının Kökeni;
Süryani adının Pers kralı Sirus(Cyrus)’tan (Keyhüsrev) geldiği belirtilir. Sirus, Babil’i fethederek Yahudileri kurtarmış ve Yahudiye’ye(Kudüs)  dönmelerine izin vermiştir. Babil tutsaklığından Kudüs’e dönen Yahudiler,  Sirus’a duydukları minnettarlıktan dolayı kendilerini “Surin” olarak tanıtmışlardır.
Süryani isminin kökeni hakkındaki diğer bir görüş ise, Asurluların ülkesinde Yunanlılar tarafından sözcüğün sonuna bir “y” harfi eklenerek “Asurya” denilmiştir.
Zamanla sözcüğün başında bulunan  “a”  harfi düşerek,  “Surya”  biçimini almıştır.

Coğrafi terim olarak da buradan geldiği ileri sürülmektedir. Süryani isminin “Suriyeliler” anlamına geldiği kabul edilerek ortaya konulan görüşe göre, Suriye sözcüğünün, Lübnan’ın Sur şehrinden türediği daha sonra bu ismin Yunanlılar tarafından tüm sahil bölgesi için kullanıldığı ve burada yaşayan halka da Süryani lakabının verildiği ileri sürülmektedir.  Diğer bir görüş ise Suriye adı,  Hz İbrahim’in sülalesinden gelen Dadanoğlu Asur ya da Asurin’den türemiştir. Süryani isminin “Suriye” kelimesinden geldiğini ileri süren bir başka görüşte de, “Suriye” adı bölgeyi ele geçiren “Suros”dan gelmektedir. Süryani adı da bu sözcükten türemiştir.

Süryani isminin anlamı konusunda Keldanice-Arapça sözlükte şu bilgilere yer verilmektedir: Süryanilere eskiden bu isim verilmiyordu. Ataları Nuh oğlu, Sam oğlu Aram’a izafeten Doğulu ya da Batılı da olsa bunlara Aramiler deniliyordu. Bu şekildeki bir isimlendirmeyi ilk kez Yunanlılar, Asur Krallarının Şam diyarını istilalarından sonra yapmışlardır.

Araştırmacıların çoğuna göre, Süryani kelimesi Asurcadan türemiş ve daha sonra Yunancanın etkisiyle bazı değişikliklere uğramıştır.  Bu şekildeki bir adlandırma ilk önce M.S. I. yüzyılın ortalarına doğru Şam diyarı sakinleri tarafından ve aynı şekilde Şam’a giden elçiler vasıtasıyla Mezopotamya, Asur ve Babil’de oturanlar arasında da kullanılmaya başlandı. Bu elçiler adı geçen memleketlere Hıristiyanlığı sokmuş ve kabul ettirmişlerdir.  Bundan sonra onlar yeni dinlerine sımsıkı sarılmalarından dolayı, eski putperestlikleriyle birlikte eski isimlerini de kullanmayı terk etmişlerdir.  Bununla birlikte onlar kendilerini Hıristiyanlaştıran söz konusu elçilere nispetle ve yine kendilerini, aynı ırktan geldikleri putperest Aramilerden ayırmak için, Süryaniler olarak isimlendirmişlerdir.

Bu yüzden Arami kelimesi Sabii ve Putperest terimlerinin, Süryani kelimesi de Nasranî ve Mesihî kelimelerinin eş anlamlısı olarak kullanılmıştır.

Süryani ismi konusunda vereceğimiz son görüşe göre ise, Süryani kelimesi bir lakap olup bu lakabın kullanılması dini bir zorunluluktur.  Pavlos’un Suriye ve Filistin’deki putperestleri Hıristiyanlaştırması sırasında bu bölgede yaşayan Aramiler’in bir kısmı da Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Hıristiyanlığı kabul eden Aramiler, kendilerini putperest ırkdaşlardan ayırmak için “Suryoye- Süryani” lakabını kullanmaya başlamışlar ve zamanla bu lakap, ayrı bir mezhebe ad olmuştur.

Sonuç olarak “Süryani” kelimesi bugün çeşitli ırklara bağlı olmalarına rağmen, bir Hıristiyan mezhebi ve kilise yandaşlarının adı olarak kullanılmaktadır. Süryaniler, günümüzde yaklaşık olarak beş milyon tahmin edilen nüfuslarıyla Türkiye, Suriye, Lübnan,  Ürdün,  İsrail ve Hindistan’da yaşamaktadırlar.  Süryani tabirinin yanı sıra günümüzde “Süryani Kadim” tabiri de kullanılmaktadır.
Bu tabir 1845 yılında ortaya çıkmıştır.  1782’de bir patriklik seçiminde çıkan ihtilaf neticesinde Mihayel Carve liderliğindeki bir grubun Roma Katolik Kilisesine bağlanması ve bu grubun Osmanlı Hükümeti  tarafından  kabul  edilmesi  sonucu  geleneksel  Antakya  Patrikliğine  bağlı kalanlara  kendilerini  Katoliklerden  ayırt  etmek  için  “Kadim  Süryaniler”  ismi verilmiştir.  Günümüzde bazı batılı eserlerde  “Doğu ve Batı Süryanileri”  tabirine rastlanır. “Doğu Süryanileri” tabiri ile kökenleri “Urfa Kilisesi”ne dayanan ve Asur soyundan gelen Nasturiler, “Batı Süryanileri” tabiri ile de tarihi “Antakya Kilisesi”ne dayanan ve Arami soyundan gelen Süryaniler kastedilmektedir.

1.1.4.2.Hıristiyanlık Döneminde Süryaniler

Süryaniler, Mezopotamya bölgesinde, M.S.38 yılında Hıristiyan olduklarında Antakya’yı merkez edinmiş bir topluluk halinde idiler. Süryaniler, Hıristiyanlığı Havari Petrus(Saint Piere), arkadaşı Thomas, onun kardeşi Aday ve onların şakirtleri Agay ve Mara’dan öğrenmişlerdir. Petrus’un arkadaşı Thomas, Thomas’ın kardeşi Aday ve Mara,  Süryanilerin yoğu  olara  yaşadıkları  Mezopotamya  bölgesinin Hıristiyanlaştırılmasında  büyük  rol  oynadılar. 
Antakya’da Hıristiyanlığın yayılmasından sonra Thomas ile Aday ve yardımcıları Mara Urfa’ya gitmişlerdir.
Urfa’da putperest Abgarlar kraliyet ailesi hüküm sürmektedir. Efsaneye göre kral bir nevi bir cilt rahatsızlığına yakalanmıştır. Bu arada Kudüs’ten gelen haberlere göre yeni bir peygamber gelmiştir.  Bu peygamber hastaları iyileştirmekte,  mucizeler göstermektedir.  Bunu duyan Kral Abgar Kudüs’e bir heyet göndererek Hz. İsa’yı memleketi Urfa’ya çağırır.  Hz. İsa  “görevinin İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına olduğunu bu yüzden gelemeyeceğini ancak kendisine bir havarisini göndereceğini” bildirir. Hz. İsa’nın çarmıh olayından sonra Havari Thomas’ın kardeşi Aday Urfa’ya gider, Kral Abgar Hıristiyanlığı kabul eder ve Aday tarafından vaftiz edilir. Urfa’da bütün putlar kırılıp bir kilise inşa edilir. Aday Urfa’daki çalışmalarını bitirince yanına öğrencileri Agay ve Mara’yı alarak Mezopotamya’nın diğer bölgelerine gider.

Aday, Agay ve Mara ile birlikte Diyarbakır, Nusaybin, Dicle’nin doğusu, İdil, Erbil, Begermay, Keker, Ahvaz ve civarlarında dolaşıp buralarda misyonerlik çalışması yaparlar. Aday Urfa’ya döndükten bir süre sonra vefat eder ve inşa ettiği kiliseye gömülür . Aday’ın ölümünden sonra yerine Agay geçer. Agay zamanında Hıristiyanlık Harput, Eğil, Lice, Silvan ve Mardin’e yayılır. Mardin yakınlarında Kefertut’da bir kilise inşa edilir. 

1.2. Süryani Ortodokslarda İnanç ve İbadet Esasları İle Kilise Teşkilatı
1.2.1. Süryaniler Ortodokslarda İnanç Esasları
1.2.1.1. Tanrı

Süryaniler,  Tanrı’daki üç sıfatı  (Ataallah,  Kelamallah,  Ruhallah)  ayrı  ayrı mütalaa ederek bu üç sıfatın bir cevherde toplandığını ve bir birlik oluşturduğunu kabul ederler. Monofizit akideyi savunan Süryani Ortodoks Kilisesine göre Baba(Tanrı) ile Oğul, birdir. Hz. İsa’da insan ve Tanrı tabiatı birleşerek tek tabiatı oluşturur. Hz. İsa, Tanrı olarak insan gibi doğmuş,  belli bir süre yaşadıktan sonra ölmüş ve yeniden dirilmiştir.  Yani Hz. İsa hem Tanrı hem de insandır ve Hz. Meryem Tanrı’nın anasıdır(Teotokos) .

Bunu Mar İğnatius Yakup III. şöyle ifade etmektedir: “Biricik oğul ve Allah’ın kelimesi, mukaddes üçlüğün ikinci şahsı, gökten yere indi ve bakire Meryem’den ve Kutsal Ruh’dan tenleşip insan oldu. Dokuz ay sonra tarif edilemeyecek şekilde doğdu.  Yani Meryem,  doğumdan önce ve sonra bakire kaldı.  Tanrılığın insanlıkla birleşmesiyle, bakirenin onunla gebe kalması ilk anda vuku buldu. Öyleyse rahimde insanlığı mevcut olmadan Allah mevcut değildi ve Allah mevcut olmadan önce insanlık mevcut değildi. Bu sabit ve ayrılmaz birlikten dolayı kilisemiz inanmaktadır ki, insan olan Allah’ın kelimesi hiçbir karışma, katma ve değişme olmadan iki şahıstan bir şahıs ve iki tabiattan bir tabiattır. Doğan çocuk gerçekten Allah tam insandır. Annesini de “Allah’ı doğuran” (Teotokos) olarak kabul ediyoruz”.

Süryani Kilisesi,  İskenderiye Patriği Kurilos’un 430 yılında, İstanbul Patriği Nestoryus’a karşı hazırladığı ve Süryani Ortodoks, Kıpti, Ermeni ve Habeş Kiliselerinin akidelerine temel oluşturan aforoznamesine göre, İsa gerçek Tanrı, Meryem de Tanrı Anasıdır. Baba’nın Kelamı, Mesih gövdesiyle “Tek”tir, bu yüzden İsa hem Tanrı hem insandır. Mesih tek uknumdan oluşur ve iki uknum güç ve saltanatta birleşik bir doğaya sahiptir.  İncillerde yazılan konuşmalar bazıları Tanrı bazıları insana aittir şeklinde ayrılamaz. Mesih sadece insan olarak yaşamıştır denilemez ve O’nun Baba’nın oğlu olduğu ve aynı zamanda kan ve etle bizimle birdir. Her kim bunları inkar ederse aforoz edilir .

1.2.1.2. Melekler

Süryani inancında kâinatta görünen ve görünmeyen varlıklar vardır. Melekler görünmeyen varlıklar olup ruhani âlemde Allah’a hizmet eden,  O’nun emirlerini insanlara bildiren nurani varlıklardır .
Süryani  inancındaki  meleklerin  varlığının  ve  insanlara  yaptıkları  yardımların delilleri Kutsal Kitapta geçen şu ifadelerdir: “Bir melek Hacer’e teselli verdi” , “İki melek Lut ve çocuklarını zindandan çıkardı”  “Başka bir melek Petrus’u büyük bir mucize ile zindandan çıkardı” . “Bu çocuklardan birini hor görmekten sakının. Zira size derim ki, göklerde onların melekleri daima Babamın yüzünü görürler.” .
Meleklerin bir kısmı günah işlemiş ve cennetten atılmışlardır. Cennetten atılan bu meleklere şeytan denir. Şeytanların işi, insanları aldatmak ve onları günaha teşvik etmektir. Ancak kimseyi zorlayamazlar. Çünkü her insanın iradesi ve mantığı vardır. Meleklerin cinsiyeti yoktur ve insani ihtiyaçları yoktur.

1.2.1.3. Kutsal Kitap

Süryani geleneğine bağlı tüm kiliseler için geçerli (resmi) Kutsal Kitap formu, Pşitto olarak bilinen Süryanice çeviridir. Eski Ahit bölümü, doğrudan özgün İbranice metinden, Yeni Ahit bölümü de aynı şekilde özgün Yunanca metinden çevrilmiştir.
Pişitto’nun günümüze kadar gelen çok sayıda el yazması mevcuttur. Bunların en eskileri beşinci ve altıncı yüzyıllara aittir.  Süryanice Kutsal Kitabın tamamı elle yazıldığı için, hacimce çok büyük ve kullanışsızdır. Bu yüzden yazmalarının çoğu, aynı anda Kutsal Kitabın yalnızca birkaç kitabını içermektedir. Kutsal Kitabın tamamını içeren el yazmaları çok azdır. B undan dolayı, Süryanice Kutsal Kitabın kesin içeriği ve kitapların sıralanışı,  hiçbir zaman tam olarak saptanamamıştır.  İçerik  açısından Süryanice Kutsal Kitabın en önemli özelliği, Yeni Ahit’in Pşitto çevirisinde bazı genel mektupların (Petrus’un İkinci Mektubu, Yuhanna’nın İkinci ve Üçüncü Mektubu)  ve Esinleme (Vahiy) kitabının eksik olmasıdır. Bununla birlikte Süryanice Yeni Ahit’in
hemen  hemen  tüm  baskılarında,  bu  kitapların  eksiği,  daha  sonraki  Süryanice çevirilerinden tamamlanmıştır .Süryani Ortodoks Kilisesi diğer kiliselerin kabul ettiği gibi, İncil yazarlarını aynen kabul etmektedir.

1.2.1.4. Kıyamet, Ölüm ve Sonrası

Süryani Ortodokslar, ölüm ve kıyamete, cennet ve cehenneme, şeytanın insanın düşmanı olduğuna ve irade hürriyetine inanırlar. Süryani Ortodokslara göre ölüm, vücuttaki bütün hücrelerin bir hastalık veya başka bir sebeple canlılığını kaybederek, hücrelerin özünü oluşturan can ve ruhun bedenden ayrılması demektir. Beden topraktan geldiği  için  tekrar  toprağa  dönecek;  fakat  ruh  Allah’ın  nefsinden  olduğu  için  diri kalacaktır. Bu itibarla ruh, vaftizden aldığı kutsiyeti muhafaza etmiş ise ve günahsız yaşamışsa cennette mutlu olacak; yoksa suçlarını görmekle devamlı huzursuzluk ve ızdırap içinde kalacak ki bu onun için cehennem olacaktır.
Dirilme; insanın öldükten sonra Allah’ın kudretiyle ruhani bir beden alması ve
bir  melek gibi ebedi  hayatta ruhi  bir  varlık olmasıdır. Duruşma; Rab İsa’nın  yüce divanında  yargılanmak  demektir.  Mükafat  insanın  gelecek  alemde  iyi  veya  kötü işlerinin karşılığını almasıdır. Tanrı kendi kudret ve adaletini göstermek için kendisine dünyada  kulluk  eden,  ilahi  emirlerini  tatbik  eden,  O’nun uğrunda sıkıntı  ve fedakârlıklara  katlanan  müminlere  mükâfat  vermek  için  ölümden  sonra  bir  hayat yaratmıştır. Günahkârlar ise Rab İsa tarafından yargılanacaktır. Rab İsa diri ve ölüleri ebedi hükümranlığı altına almak için tekrar gelecektir .

1.2.1.5. Günah

Süryani Ortodokslarda günah, Tanrı’nın emirlerine karşı gelmektir. Asli ve Şahsi olmak üzere ikiye ayrılır. Asli Günah, Hz. Âdem’in şahsında Allah’a karşı işlenen, irsi olarak bütün insanlara geçen günahtır. Bu günah Hz. İsa’ya iman etmekle ve vaftiz olmakla silinir . Vaftiz olmadan insanın asli günahtan temizlenmesi imkânsızdır. Şahsi Günah ise insanın iyiyi kötüyü ayırabildikten sonra  kendi  arzusuyla işlediği günahtır. Bu günah, ağır ve hafif olarak iki türlüdür: ağır olan günah, kasdi olarak işlenen günahtır; bunun cezası ebedi hükümdür. Hafif günah ise, ruhsal hayatı
lekeleyen ve insanın itibarını zedeleyen gayri ihtiyari işlenen ve ihmalkârlıktan gelen hatalardır. İnsan iyiyi kötüden ayırt edebildiği andan itibaren günahtan sorumludur.
Şahsi günah, gerçek tövbe ile suçu itiraf etmek ve yapılan zararın bedelini ödemekle affedilir.
Günah  itirafı  Süryaniler  de  ruhanilere  yapılır  ve  günahın  büyüklüğüne  göre maddi veya manevi cezalar verilir. Maddi cezalar kilise v.b. yerlere yardımlar şeklinde manevi cezalar ise namaz, oruçla yerine getirilir. Takdir edilen cezalar yerine getirilince ilgili ruhaniye haber verilir, itiraf biter. Kişi tövbesini ruhaninin huzurunda yapar.

1.2.2. Süryani Ortodokslarda İbadet Esasları 
1.2.2.1. Namaz

Süryani Ortodoks Kilisesinde namaz çok önemli bir ibadettir. Süryanilere göre namaz, Hıristiyan dininin ilkelerine inanmış bir kimsenin Tanrı’ya taparken; O’na niyaz ve şükranlarını sunması, nimet ve rahmetlerini dilemesidir. Namaz, inanan kişinin Tanrı’ya bir niyazı, yalvarması ve duasıdır. Namaz nefse kuvvet verir ve onu ruhi arzularla doldurur. 
Süryanilerde namaz  Sabah  Namazı,  Kuşluk  Namazı, Öğle  Namazı,  İkindi Namazı,  Akşam  Namazı,  Yatsı  Namazı  ve  Gece  Yarısı  Namazı  olmak  üzere  yedi vakittir .
Bu namazlardan dördü ( sabah, öğle, akşam, gece yarısı ) mecburi (farz); üçü (kuşluk,  yatsı,  ikindi)  mecburi değildir(sünnet). Sabah, öğle,  ikindi kilisede topluca kılınır. Diğer namazlar kişisel olup, evde veya işyerinde kılınabilir. Kıble doğu’dur, namazlar Pazar ve bayram günleri dışında secdelidir. Namaz esnasında erkeklerin başı açık kadınların ise örtülü olması gerekmektedir. 
Süryanilerde namaz duaları,  vakitlere göre değişmekle beraber namazların kılınışı aynıdır.

1.2.2.2. Oruç

Bedensel arzu ve istekleri zayıflatarak, ruhsal yapıyı güçlendirmeyi hedefleyen bir ibadet olan oruç; belirli zamanlarda yeme, içme ve cinsellik gibi istek ve duyguları terk etmek, ruhsal ve zihinsel yapıya ağırlık vermektir. Oruç yeme ve içmeden tamamen uzak durmak şeklinde olabileceği gibi,  et ve diğer hayvansal gıdalar gibi belirli yiyecekleri yememek şeklinde de olabilir.

Süryanilerde çeşitli zorluk ve uzunlukta birçok oruç vardır.  Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
Büyük Oruç: Şubat, Mart, Nisan aylarında tutulan Büyük Oruç kırk gündür.

Elem Haftasının yedi günü eklenir toplam kırk sekiz gün olur . Hafif yemek yemeye cumartesi Pazar bile dikkat edilir. Bu sıkı oruç öğleye kadar sürer. Herhangi bir şey yemek hatta sigara içmek yasaktır.
Havariler Orucu: Haziran başında perhiz olarak üç gün tutulur. 1946 yılına kadar süresi on gün olan bu orucun, 1946 yılında toplanan III. Humus Konsili yalnızca üç gün olmasını kararlaştırmıştır.
Ninova Orucu: İlkbaharda, Şubat ayında tutulan üç günlük oruçtur. Sadece bu oruç, büyük oruç gibi, hem öğleye kadar orucu hem de perhizi ihtiva etmektedir. 
Meryem Ana Orucu: Ağustos ayının onundan on beşine kadar devam eden beş günlük perhizdir. 1946 yılına kadar süresi on beş gün tutulan bu oruç, 1946 yılında toplanan III. Humus Konsili’nde beş güne indirilmiştir.
Noel Orucu: İsa’nın doğuş bayramı orucu olan Noel Orucu, Aralık ayının on beşinden yirmi beşine kadar on gündür. 1946 yılına kadar yirmi beş gün idi. 1946 yılındaki III. Humus Konsili on gün olmasını kararlaştırmıştır.
Bu oruçlardan Büyük Oruç ve Ninova Orucu hem perhiz hem de oruç olarak tutulur, diğerleri sadece perhizdir .

1.2.2.3. Ondalık

Süryani Ortodoks Kilisesinde, zekât tabiri kullanılmaz. Bunun yerine ondalık ve sadaka kavramları kullanılır. Ondalık, kilisenin masraflarını karşılamak, Allah’ın ve cemaatin hizmetine kendini vakfetmiş ruhani ve diğer müstahdemlerin geçimini sağlamak üzere gönüllü olarak verilmesi gerekli olan yardım ve hediyedir. Ondalık verilmesi geleneği vardır ama günümüzde düzenli olarak ödenmemektedir. Bu ödeneğin yerini, gönülden kopmuş bir bağış doldurmaktadır. Bazı *abraşiyelerde aidat sistemi uygulanmaktadır. Kilise kurallarına göre ondalığı ödemek isteyenler, yasal olmayan kazançları haricinde, kazançlarının onda birini verir. Ondalık ve bağış verilmelidir. Fakat vermeyene de bir müeyyide söz konusu değildir. Kilise yasasına göre her abraşiyenin gelirinin onda birinin patrikliğe gönderilmesi gereklidir.
Fakat  bu  da  günümüzde  abraşiyeler  tarafından  patrikliğe  düzenli  olarak gönderilememektedir .

1.2.2.4. Kutsal Ziyaret

Süryani  Ortodoks  Kilisesinde,  zekât  tabiri  kullanılmadığı  gibi  hac  tabiri  de kullanılmaz. Bunun yerine “Sourutho Kadişto” (Kutsal Ziyaret) tabiri kullanılır Hacı olana da “Makedşoyo” (Kutsanmış) tabiri kullanılır. Kilisede kutsal ziyaret töresi, ilk çağlardan beri, zorunlu olmayıp ihtiyaridir. Yediden yetmişe herkes, Kudüs’ü ziyaret edip Makedşoyo olabilir.  Ancak pratikte,  genelde orta yaşın üstünde olanlar gitmektedir. Daima Paskalya Bayramı’ndan bir hafta önce gidilir. Elem Haftası’nda ve Paskalya Bayramı’nda mutlaka orada bulunulması şarttır.
Bir istatistikî bilgi olarak,  1994 yılında Türkiye’den,  Paskalya  (Diriliş) Bayramı’nda kutsal topraklara (Kudüs) kırk sekiz Süryani Ortodos’un ziyaret için gidip “Makedşoyo” olduğu kayıtlara geçmiştir. Bununla birlikte azizlerin şefaatine inandıkları için azizlerin kemiklerinin bulunduğu kilise ve manastırları da ziyaret ederler. Mardin ve Tur Abdin bölgesindeki onlarca kilise ve manastır manevi değere sahip olduğu için Süryaniler tarafından ziyaret edilirler. 

Ortodoks Süryanilerde Ruhban Yapılanması-Kilise Teşkilatları;
Episkoposluk, Papazlık, ve Diyakos’luktan ibarettir.

Süryani Kiliselerini içine alan Metropolitlik Merkezine Tur Abdin (Köleler Dağı) adı verilmiştir. Demografik olarak Süryaniler sürekli kan kaybetmişlerdir.  Bugün onların anayurtlarında fazla Süryani kalmamıştır. Bölgedeki terör gerginliği, Kuzey Irak’taki güvenliğin yokluğu,  bölgede yaşayan Süryanilerin başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin muhtelif şehirlerine göç etmelerine sebep olmuştur.

Bu arada başta Amerika, İsviçre, Almanya, Fransa, Hollanda, Brezilya, Hindistan gibi ülkelere göç edenler de olmuştur. Süryaniler, günümüzde yaklaşık olarak beş milyon tahmin edilen nüfuslarıyla Türkiye,  Suriye,  Irak,  Lübnan,  Ürdün,  İsrail ve Hindistan’da yaşamaktadırlar.

Bütün bunların varlığına rağmen günümüzde Süryaniler, Türkiye’de yoğun olarak Mardin il merkezi, ilçelerinde ve köylerinde yaşamaktadırlar.  Mardin ve çevresindeki Süryanileri ifade etmek üzere, Süryanilerin bu çevredeki kiliselerini içine alan bir Metropolitlik merkezine Tur Abdin ismi verilmektedir.

Buna göre Tur Abdin, Midyat merkez olmak üzere Mardin ve Mardin’in bazı ilçelerini içine alan bölgedir. Tur Abdin aynı zamanda, merkezi Midyat’ta bulunan ve İstanbul ile Ankara çevrelerindeki kiliseler hariç, Türkiye’de ki bütün kiliselerin bağlı olduğu bir Metropolitliktir.  Türkiye’de bir de İstanbul ve Mardin Metropolitlikleri mevcuttur.

1.2.3. Süryani Ortodokslarda Kilise Teşkilatı
Hıristiyanlıkta büyük öneme sahip olan kilise “Hz. İsa’ya inanan topluluğa”  ve bu topluluğun inançlarının gereğini yerine getirmek için toplandıkları yapıya işaret eder. Süryani toplumunda din adamları, kilisenin ruhani hizmetlerini yerine getirmek için görevlendirilmiş kimselerdir. Din adamları, kiliseye üye olanların manevi babasıdır.
Ruhbanların bu yetkilerini “baba beni gönderdiği gibi ben de sizi gönderiyorum. Sizi dinleyen beni dinlemiş olur. Ruhu’l-Kudüs’ü alın, kimlerin günahını bağışlarsanız, onlar bağışlanmış ve kimlerinkini alıkoyarsanız onların ki alıkonulmuş olur  ifadelerinde olduğu gibi Hz. İsa’dan aldıklarına inanılır.  Süryanilerde ruhanilik Episkoposluk, Papazlık, Diyakosluk olmak üzere üçe ayrılır. Bu sınıflar da kendi içinde şu şekilde rütbelere ayrılır.

1.2.3.1. Episkoposluk (Başrahiplik)

Episkoposluk, papazlık ve diyakosluğun kendisine bağlı olduğu, kilisedeki en üst rütbedir. Episkopos “gözetmen” anlamına gelen Yunanca kökenli bir isimdir. Kutsal Kitap’ta ise episkopos, yaşlı ve ihtiyar anlamında kullanılmaktadır. Bir metropolitan bölgede kiliseler üzerinde otorite sahibi olan rahiplere verilen addır. Episkoposluk kendi arasında üçe ayrılır: Patrklik, catliklik (mafiryanlık) ve metropolitlik.

Patriklik: Patrik, topluluk başı veya başkanı anlamında Yunanca bir isimdir.
Episkoposların ve metropolitlerin başıdır. Patrik ruhaniler arasından seçimle başa gelir.  Patriğin rahipler zümresinden seçilmesi zorunludur.  V.  yüzyılda patriklik unvanı, Antakya, Roma ve İskenderiye gibi üç büyük elçisel kürsünün başkanlarına verilmiştir. 
Patrik, Süryani Ortodoks cemaatinde en yetkili ve sonrası olmayan makamdır.
Doğu Hıristiyanları arasında Patrik ünvanının,  Roma Katolik Kilisesi’ndeki Papa kelimesinin karşılığı olarak kullanıldığını ve onun temsil ettiği misyonu yüklendiğini söyleyebiliriz.
Süryani Ortodoks Kilisesinin ilk patriği, Semun Petrus (Sen Piyer)’tur. Şimdiki patrik  “Antakya  ve  Bütün  Doğu’nun  Elçisel  Kürsüsü  Patriği”  ve  bütün  dünyadaki Süryani  Ortodoks  Kilisesi’nin  reisi  122.  Patrik  olan  Moran  İğnatiyos  I.  Zekka Ayvaz’dır . Patriklik merkezi 1959 yılından beri Şam’dadır.

Catliklik (Mafiryanlık): Catlik, genel anlamına gelen Yunanca bir kelimedir. Patriğin bir astı, metropolitin bir üstüdür. Süryani Kilisesinde her zaman sadece bir tane catlik (mafiryan) bulunur. Günümüzde, mafiryanlık görevi, Hindistan Süryani Ortodoks Kilisesinin uhdesinde bulunmaktadır.

Metropolit:  Episkoposların başı anlamında Yunanca kökenli bir isimdir. Metropolit, belirli bir bölgedeki ruhani ve Süryanilerin dini reisidir ve o bölgedeki ruhaniler tarafından seçilen bir rahiptir.  Metropoliti patrik takdis eder.  Eskiden metropolitler yalnızca büyük şehirlerde (metropollerde)  görev yapmaktaydı.  Fakat günümüzde –dul kaldıktan sonra-papazlıktan metropolit kutsanmış olanlara, episkopos; rahiplikten kutsanmışlara metropolit denilmektedir.

Türkiye’de İstanbul, Tur Abdin ve Mardin Metropolitlikleri mevcuttur. İstanbul Metropolitliği’nin merkezi, Tarlabaşı’ndaki Süryani Ortodoks Meryem Ana Kilisesi, Tur  Abdin  Metropolitliğinin  merkezi  Midyat’taki  Deyrul  Umur-Mor  Gabriyel Manastırı’dır. Tur Abdin Metropolitliği’ne İstanbul ve Ankara çevrelerindeki kiliseler hariç, Türkiye’de ki bütün kiliseler bağlıdır.

1.2.3.2. Papazlık
Papaz kelimesinin Süryanicesi Kaşişutho’dur ve ihtiyar anlamına gelmektedir. Kutsal  Kitapta  papazlıktan  şöyle  bahsedilir:  “Kilise  topluluklarının  her  birine ihtiyarlar(yani papazlar) atadıktan sonra, oruç tutarak dua ettiler.” . Ruhani okulunda İncili  Şammas  rütbesine  gelen  bir  diyakos  isterse  ve  metropolit  uygun  görürse papaz(keşiş) tayin edilir. Papazlık müessesesinin ilk rütbesi, episkoposluk ikinci ve son rütbesi,  horepiskoposluk  (başpapazlık)tur.  Episkoposluktan  horepiskoposluğa  terfi yetkisi, metropolitin elindedir.
Bu kategorilerde bulunabilmek için, Diyakosluk basamaklarından geçmiş olmak gerekir. 

Bekârlık-Çilekeşlik

Diyakosluk sürecinde evlenen kişinin ulaşabileceği  en  son  ruhani  rütbe papazlıktır.  Diyakosluk  sürecinden  geçip  evlenmeyen  kişi,  üstlerinin  de  uygun görmesiyle rahiplik görevini üstlenir. Rahip olanlar, idari ve dini anlamda etkinliği güçlü olan diğer hiyerarşi basamaklarına tırmanabilirler .

1.2.3.3. Diyakosluk

Diyakosluk, kendi arasında beşe ayrılmaktadır.

Başdiyakos(Arhedyakno):  Adından da anlaşılacağı üzere bütün diyakosların başıdır. Bu basamakta bulunanlar kilise papazının birinci derecede yardımcısıdır. Alt rütbedekilerin görevlerini belirler. Başdiyakos rütbesi alacak kişide 25 yaşını bitirmiş ve kilise hizmetlerini en iyi şekilde kavramış olma şartları aranır.

İncili Diyakos: 
Tanrısal gizlerin gerçekleşmesinde ve duaların tamamlanmasında episkopos ve papazın hizmetçisidir. İncili Diyakos 23 yaşını bitirmiş,  kilise müzik kitabı ve kilise tarihini öğrenmiş yardiyakoslardan seçilir. Episkoposun oluruyla kilisede hitap ve vaiz görevini yapabilir.

Afodiyakon  (Mürettip-Yardiyakos):  Yarım diyakos anlamında Yunanca bir kelimedir.  İncili diyakosun yardımcısıdır.  17 yaşını bitirmiş ve kilise tarihini öğrenmiş okuyucu sınıfından seçilir. Ayin sırasında ışıkların yakılması, ortamın tertip ve düzene sokulması işlerini yapar.

Okuyucu  (Koruyo):  Tek vazifesi pazar günleri papazın İncil’den vereceği bölümleri cemaatin huzurunda yüksek sesle okumaktır.  12 yaşını bitirmiş ve ilköğrenimini tamamlamış olması gerekir.
Mürettil(Mzamrono): Ayin sırasında ilahilere eşlik eden güzel sesli ve makam bilgisi olan kişilerdir. 10 yaşını bitirmiş, mihrabın hizmet kitabını, duaları ve gerekli mezmurları ve Mesihsel öğrenimi almış olmaları gerekir.


S-79
SONUÇ
Süryani kelimesi, hakkında çeşitli görüşler bulunmakla birlikte, çeşitli ırklara bağlı olmalarına rağmen,  bir Hıristiyan mezhebi ve kilise yandaşlarının adı olarak kullanılmaktadır. Süryaniler, günümüzde yaklaşık olarak beş milyon tahmin edilen nüfuslarıyla Türkiye, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail ve Hindistan’da yaşamaktadırlar. 
Süryanilerin dili,  Süryanicedir. Hıristiyanlığın kabul edilmesinden sonra Urfa’nın II. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığın önemli bir merkezi haline gelmesiyle
önem kazanan Süryanice, çok geçmeden Hıristiyanlık dünyası için Yunancadan sonra en önemli dil konumunu kazanmış ve zamanla bölgenin bilim, kültür ve edebiyat dili haline gelmiştir.  Günümüzde Süryanilerin yoğun olarak yaşadığı Mardin ve çevresindeki Süryanilerin günlük hayatta konuştukları dile “Turoyo” adı verilmektedir.
Konuşulan bu dil ile yazılı kaynaklarda önceleri kullanılan Süryanice birbirinden oldukça farklıdır.
Günümüzde Süryaniler Türkiye’de yoğun olarak Mardin il merkezi, ilçelerinde ve köylerinde yaşamaktadırlar.  Bunun yanı sıra Diyarbakır,  Hatay,  Elazığ ve
Adıyaman’da kiliseleri ve birkaç aile bulunmaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinden göç edenlerin büyük bir bölümü  (30 bin)  İstanbul’dadır.  Bu gün dört bine yakını Güneydoğu,  30  bin  kadarı  İstanbul’da  olmak  üzere  toplam  Türkiye  genelindeki nüfusları 35 bin civarındadır.

Günümüz Hıristiyan inancının doğuşu ve gelişmesindeki ilk tarihsel olaylarda Antakya’nın özel bir yeri vardır. Antakya, Hıristiyanlığın Kudüs dışına yayılmasından
sonra bugünkü çehresine bürünmesinde etkin rol oynayan üç büyük merkezden (Roma, İskenderiye ve Antakya) birisidir. Hatta Hıristiyanlığın ilk kilisesi olması sebebiyle birincisi de denilebilir
Türkiye’deki Süryaniler dini karakter yapıları itibarıyla üç grupta toplanabilir.
İlk grup, patriklik merkezi Şam’da bulunan ve “Antakya Süryani Ortodoks Patrikliği”ni ifade eden “Süryani Kadim Cemaati”dir. Bunların da İstanbul, Turabdin ve Mardin’den oluşan üç Meropolitliği vardır.  İstanbul Metropolitliği’nin merkezi İstanbul olup, İstanbul ve Ankara bölgelerini kapsar. Turabdin Meropolitliği’nin merkezi Midyat olup, Turabdin,  İdil,  ve  Nusaybin’le  köylerini  kapsamaktadır.  Mardin Metropolitliği’nin merkezi ise Mardin olup,  Diyarbakır,  Adıyaman,  Malatya ve Elazığ bölgelerini kapsamaktadır. İkinci grup, patrikliği Beyrut’ta bulunan “Süryani Katolik Cemaati”dir.


Üçüncü grup ise Protestanlığa geçen “Süryani Protestan Cemaati”dir.

Süryani Ortodokslarında inanç ve ibadet esasları ile kilise teşkilatı kendine has bir takım özellikler göstermektedir. Süryani Ortodoksları, inanç esasları konusunda,
Tanrı’daki üç sıfatı (Ataallah, Kelamallah, Ruhallah) ayrı ayrı mütalaa ederek bu üç sıfatın  bir cevherde toplandığını  ve  bir  birlik oluşturduğunu kabul ederler. Süryani inancında meleklerin varlığı ve insanlara yaptıkları yardımlar, delilleri ile birlikte Kutsal Kitapta ifade edilir. Süryani geleneğine bağlı tüm kiliseler için geçerli (resmi) Kutsal Kitap formu ise, eski ahit bölümü, doğrudan özgün İbranice metinden, yeni ahit bölümü de aynı şekilde özgün Yunanca metinden çevrilen ve Pşitto olarak bilinen kitaptır.
Süryani  Ortodoksları,  ölüm  ve kıyamete,  cennet  ve  cehenneme,  şeytanın  insanın düşmanı  olduğuna  ve  irade  hürriyetine  inanırlar.  Süryani  Ortodoksları  günahı  ise, Tanrı’nın emirlerine karşı gelmek olarak nitelendirirler Süryani  Ortodokslarında  ibadet  de  önemli  bir  yer  tutar. 

İbadetler  arasında namaz, oruç, ondalık, kutsal ve ziyaret yer alır. Süryanilere göre namaz, inanan kişinin Tanrı’ya bir niyazı, yalvarması ve duasıdır. Sabah, kuşluk, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve gece yarısı namazı olmak üzere yedi vakittir. Süryanilerde oruçta önemli bir yer tutar.
Şubat, Mart, Nisan aylarında tutulan “büyük oruç”, Haziran başında perhiz olarak üç gün tutulan  “havariler orucu”, İlkbaharda,  Şubat ayında tutulan üç günlük  “ninova orucu”, Ağustos ayının onundan on beşine kadar devam eden beş günlük “Meryem Ana orucu”  ve İsa’nın doğuş bayramı olan  “noel orucu”  olmak üzere çeşitli zorluk ve uzunlukta birçok oruç vardır.

Diğer bir ibadet şekli de ondalık denilen ve kilisenin masraflarını karşılamak, Allah’ın ve cemaatin hizmetine kendini vakfetmiş ruhani ve diğer müstahdemlerin geçimini sağlamak üzere gönüllü olarak verilmesi gerekli olan yardım ve hediyedir. Bir başka ibadet şeklide “Sourutho Kadişto” olarak adlandırılan Kutsal Ziyaret’tir.  Kutsal  yeri ziyaret edene de kutsanmış anlamında  “Makedşoyo” denilir. 

Süryani Ortodokslarında kilise teşkilatı,  Episkoposluk,  Papazlık,  Diyakosluk olmak üzere üçe ayrılır.  Episkoposluk,  papazlık ve diyakosluğun kendisine bağlı olduğu, kilisedeki en üst rütbedir. Episkoposluk’da patriklik, catliklik (mafiryanlık) ve metropolitlik şeklinde kendi arasında üçe ayrılır. Papazlık müessesesinin ilk rütbesi, episkoposluk ikinci ve son rütbesi, horepiskoposluk (başpapazlık)tur. Episkoposluktan horepiskoposluğa terfi yetkisi, metropolitin elindedir. Diyakozluk ise, kendi arasında “Başdiyakos(Arhedyakno)”, “İncili  Diyakos”,  “Afodiyakon  (Mürettip-Yardiyakos)”, “Okuyucu (Koruyo)” ve “Mürettil(Mzamrono)” olmak üzere beşe ayrılır.

Mardin ve çevresindeki Süryaniler’in bu çevredeki kiliselerini içine alan bir Metropolitlik merkezine kendilerinin verdiği isim Tur Abdin’dir. Buna göre Tur Abdin,
Midyat merkez olmak üzere Mardin ve Mardin’in bazı ilçelerini içine alan bölgedir. 
Mardin ve çevresinde yaşayan Süryanilerin yaşantıları,  bazı özellikler göstermektedir. Süryanilerin örf ve adetleri daha çok dini bir mahiyet taşır.

Özellikler
Süryanilerde bayram anlayışı kutsallıkla iç içedir.  Bayram öncesi tutulan oruç ve perhizin ardından yapılan bayramlar toplumda birlik ve beraberliği sağlayan önemli uygulamalardır.  Oruç-bayram bağlantısı kilise ve din adamlarınca iyi bir şekilde değerlendirilerek toplumun bütün kesimin katılımı sağlanır ve arzu edilen birliktelik meydana gelir. Süryani bayramları, İsa’nın doğumundan göklere çekilişine kadar olan olayları ve Meryem ve Kutsal Ruh ile ilgili olayları konu edinen rabbani bayramlar ve kilise tarihinde önemli olan kişi ve olayları anma şeklindeki rabbani olmayan bayramlardır.
Mardin ve çevresinde yaşayan Süryanilerde evlilik, yararlı bir nesil yetiştirmek ve müşterek yardım ile ailenin geçimini sağlamak üzere,  erkek ve kadın arasında kurulan dini ve hukuki bir bağ olarak görülür. 

Evlenecek kişiler arasında  yakın akrabalık ilişkisi olmaması gerekir.

Süryaniler arasında büyük bir dayanışma vardır. Bu dayanışma neticesindedir ki, yaşadıkları çevrelerde dilencilik yapan bir Süryani’ye rastlanmaz. Hiçbir Süryani’nin işsiz kalmaması için aralarında tedbir almışlardır. Süryani Kadim Vakfı, her kilisenin masraflarını karşılamak ve o kilisede bulunan ruhanilerle birlikte yoksul ve düşkünlerin geçimlerini karşılamak için kurulmuştur. Her kilisenin bir vakıf yönetim kurulu vardır.

Süryaniler ölümü, vücuttaki bütün hücrelerin canlılığını kaybederek, hücrelerin özünü teşkil eden can ve ruhun bedenden ayrılması, dünyevi acıların bitiş noktası, ebedi huzurun ve sonsuz hayatın başlangıcı olarak tarif ederler. Ölen kişi tek parça bir kumaş ile kefenlenir ve yüzü açıkta kalacak şekilde, tabuta yerleştirilir ve cenaze merasimi için kiliseye gidilir. Cenaze merasiminden sonra ölen kişi ayakları Doğu yönünde olacak şekilde mezara konur. İlk toprağı papaz, dualar eşliğinde serper. Ölen kişilerin anısına; ölüm yıldönümlerinde,  bayram günlerinde özel anma, ayin ve mezarlık ziyaretleri yapılır.

Süryaniler özellikle ince el sanatları, mimari ve mimari süslemeciliğinde başarılı olmuşlardır.  İnce el sanatlarında kuyumculuk başta gelmektedir. 

Bugün Mardin, Diyarbakır kuyumcularının tamamı  ve İstanbul  kuyumcularının  büyük çoğunluğunu oluşturmaktadırlar.  Süryaniler,  Süryanilerden başkasını yanlarına çırak olarak almamaktadırlar. Süryanilerde sanat, özellikle görsel sanatlar, el nakışı, basmacılık, yün ve ipek halıcılık, bakırcılık,  kilim dokumacılığı,  taş oymacılığı ve telkaricilik alanlarında gelişmiştir.  Süryaniler,  pek çok sanatta başarılı oldukları gibi tarım ve bağcılıkta da başarılı idiler. Özellikle Midyat ve Adıyaman bölgelerinde geniş bağlara sahiptiler.  Bağcılığa önem vermeleri sonucunda şarapçılıkta Süryaniler arasında gelişmiştir. 
Mardin ve çevresinde yaşayan Süryanilerin mabetleri de bu çalışmanın önemli bir bölümünü oluşturur. Hıristiyanlıkta mabet kavramından kilise ve manastır anlaşılır.
Kilise,  ilk olarak Hıristiyan öğretisinde,  bütün olarak Hıristiyanlar topluluğu ya da Hıristiyanların oluşturduğu örgüt ya da kuruma verilen bir isimdir. Manastır ise, kendi kendine yeterli bir dinsel topluluğun (keşişler ya da rahipler) gereksinimlerine hizmet eden yapılar topluluğudur.

Mardin merkez, merkeze bağlı köyler ile ilçeler ve onlara bağlı köyler de birçok Süryani Ortodoks mabedi bulunmaktadır. Kayıtlardaki kilise ve manastır sayıları gerçek rakamlardan çok daha fazladır. Bunun sebebi ise kilise ve manastır yapıları içerisinde çok  sayıda  küçük  kilisenin  bulunmasıdır.  Küçük odacıklar,  ayrı bir kilise olarak adlandırılmaktadır. Bu nokta da dikkat çeken bir başka husus ise, Süryani cemaatinin azlığı sebebiyle periyodik yapılan ibadetler ve törenler her defasında farklı kiliselerde yapılmak suretiyle bu kilise ve manastırlar da işler durumda tutulmaya çalışılmaktadır. 
Mardin merkez ve çevresinde,  kayıtlara göre birçok kilise ve manastır bulunmakla birlikte faal durumda olan ve dikkat çeken kilise ve manastırlar, Kırklar
Kilisesi, Deyrul-Zafaran Manastırı, Mor Gabriyel Manastırı, Meryem Ana Manastırı, Mor Yakup Manastırı ve Mort Şimuni Kilisesi’dir. 
  83
Sonuç olarak,  Süryaniler tarih boyunca hiçbir devlet kuramamışlardır.  Her zaman bağlı bulundukları devletin kanunlarına saygılı olmuşlar;  asla ihanet etmemişlerdir (Yalan.2003 Gürcistan Azınlık Raporu-Ermeni, Yezidi Kürt göçleri-Bknz-A.Yavuz). Bu özelliklerinden dolayı çok uzun yıllar Müslümanlar ve Süryaniler aynı topraklarda ve özellikle de Mardin ili ve çevresinde kardeşçe yaşamışlardır. “”

Şimdi, Sabi, Süryani, Yahudi, Hırsitiyanların “Totem” kültlerine de bakalım;
EŞEK KÜLTÜ
Eski Ahit: Mısır'dan Çıkış 13:13

"İlk doğan her sıpanın bedelini bir kuzuyla ödeyin.
Bedelini ödemezseniz, boynunu kırın.
Bütün ilk doğan erkek çocuklarınızın bedelini ödemelisiniz."
 “Ey Siyon kızı, sevinçle coş! 
Sevinç çığlıkları at, ey Yeruşalim kızı! 
İşte kralın! Eşeğe, evet, sıpaya, Eşek yavrusuna binmiş sana geliyor!” 
Matta 21 

 İsa, dişi eşeğin sıpasının kendisine getirilmesini istiyor… ...

Yeruşalim'e yaklaşıp Zeytin Dağı'nın yamacındaki Beytfaci Köyü'ne geldiklerinde İsa, iki öğrencisini önden gönderdi. Onlara, "Karşınızdaki köye gidin" dedi, "Hemen orada bağlı bir dişi eşek ve yanında bir sıpa bulacaksınız. Onları çözüp bana getirin. Size bir şey diyen olursa, 'Rab' bin bunlara ihtiyacı var, hemen geri gönderecek' dersiniz." Bu olay, peygamber aracılığıyla bildirilen şu söz yerine gelsin diye oldu: "Siyon kızına deyin ki, 'İşte, alçakgönüllü Kralın, Eşeğe, evet sıpaya, Eşek yavrusuna binmiş Sana geliyor.'"

Öğrenciler gidip İsa'nın kendilerine buyurduğu gibi yaptılar. Eşekle sıpayı getirip üzerlerine giysilerini yaydılar, İsa sıpaya bindi. Halkın büyük bir bölümü giysilerini yolun üzerine serdi. Bazıları da ağaçlardan dal kesip yola seriyordu. Önden giden ve arkadan gelen kalabalıklar şöyle bağırıyorlardı: "Davut Oğlu'na hozana! Rab'bin adıyla gelene övgüler olsun, En yücelerde hozana!" İsa Yeruşalim'e girdiği zaman bütün kent, "Bu kimdir?" diyerek çalkandı. Kalabalıklar, "Bu, Celile'nin Nasıra Kenti'nden Peygamber İsa'dır" diyordu.
( Matta 21)

Balam'ın Eşeği

İncil: Say.22: 23

Eşek, yalın kılıç yolda durmakta olan RAB'bin meleğini görünce, yoldan sapıp tarlaya girdi. Balam yola döndürmek için eşeği dövdü.

Eşek RAB'bin meleğini görünce duvara sıkıştı, Balam'ın ayağını ezdi. Balam eşeği yine dövdü.

Eşek RAB'bin meleğini görünce, Balam'ın altında yıkıldı. Balam öfkelendi, değneğiyle eşeği dövdü.

Bunun üzerine RAB eşeği konuşturdu.

Eşek Balam'a, "Sana ne yaptım ki, üç kez beni böyle dövdün?" diye sordu. Eşek, "Bugüne dek hep üzerine bindiğin eşek değil miyim ben?" dedi, "Daha önce sana hiç böyle davrandım mı?"

Balam, "Hayır" diye yanıtladı. Eşek beni gördü, üç kez önümden saptı. Eğer yoldan sapmasaydı, seni öldürür, onu sağ bırakırdım."
Saz Kulübe-Çardak Kültü
Levililer kitabına göre, Tanrı Musa’ya halka şunu emretmesini söyledi:
 “Yedi gün çardaklarda (Sukalarda) oturacaksınız, İsrail’de bütün yerliler çardaklarında oturacaklar. İsrail oğullarını Mısır diyarından çıkardığım zaman, onları çardaklarda oturttuğumu nesilleriniz bilsinler.” (Lev. 23:42-43).
 Kurallar ve adetler
 Sukot yedi günlük bir bayramdır. İlk günü özel dualar ve yemeklerle kutlanır. Diğer günleri ise Hol Hamoed (festivalin hafta içi günleri) olarak bilinir. Yedinci günü Hoshana Rabbah ( Büyük Hoşana) olarak adlandırılır ve kendine özgü rituelleri vardır. İsrail dışında, ilk iki günü tamamen festival olarak kutlanılır. Bütün hafta boyunca yemekler sukalarda yenir ve Ortodoks Yahudi aileleri sukalarda uyur. Her gün Lulav ve Etrog ile dualar okunur.
 Suka inşa etmek
 Suka'nın duvarları herhangi bir maddeyle yapılabilir (tahta, bez, alüminyum cephe kaplama ya da bez.) Duvarlar ortada tek durabilir ya da bir yapının yanında yapılabilir. Tavan organik maddelerden yapılmalıdır (Skhakh) yapraklı ağaç dalları ya da palmiye yaprakları gibi. Sukanın içini sallanan seyler dekore etmek adettir.
 (Yedi tür. [3])
Özel ibadetler
 Sukot’taki ibadetler arasında, Tevrat okumak, sabah ayininden sonra Musaf’ı okumak, Hallel’i okumak ve Ana duaya özel eklemeler yapmak ve yemeklerden sonra şükran duası etmek vardır. Buna ek olarak, ibadetlere 4 türün katıldığı ritüeller de dâhildir. Lulav ve Etrog Şabat’ta sinagoga getirilmez.
Hoş’ana raba
 Sukot’un yedinci günü, Hoş’ana Raba’dır (büyük yalvarış.) Bu günde, yedi tur gerçekleşen, ayine katılanların ellerinde dört türle ve ek dualar okuduğu özel ayinler gerçekleşir.

SÜRYANİ İNTERNET SİTELERİNDEN TESPİTLERİM;

SÜRYANİLERİN BİTMEYEN ÇİLESİ
EMİNİM kimileriniz son yılların modasına uyup Sıla dizisinin popülerleştirdiği Mardin ve Midyat'a gitmişinizdir. Ve bu en egzotik coğrafyamızın tarihsel, kültürel zenginlikleri karşısında büyülenip dönmüşsünüzdür.
Eşe dosta aldığınız telkari broşları, dünyanın en kadim manastırlarından Mor Gabriel önünde çektirdiğiniz fotoğrafları gösterip Süryanilerin ev yapımı tatlı şaraplarını paylaşırken, "Azınlıklarımız ne büyük de zenginlik katıyor" diyerek "Mutlaka görün" tavsiyesinde bulunmuşsunuzdur.
Tabii birçoğunuzun belki bilmediği şu ki, Süryaniler "Tur Abdin" dedikleri bu coğrafyada asırlar boyu azınlık değildiler: 1915'te tıpkı Ermeniler gibi büyük bir kıyıma uğradılar. Ekonomik göç ve Güneydoğu'daki şiddet buna eklenince Tur Abdin'deki Süryanilerin sayısı 2500'e indi. Geriye kalan bu minnacık, korunaksız cemaatin gitmemesi için (Lozan Antlaşması'nda Süryanilere azınlık statüsü verilmedi) Mor Gabriel Manastırı'nın yürekli metropoliti Timoteos Samuel Aktaş yıllardır mücadele veriyor. Ve bu mücadelesine 2002 yılında iktidara taşınan AK Parti'den hayat öpücüğü geldi.
Hasretle andığımız "çıraklık" döneminde Avrupa Birliği'ne girme hevesiyle reform rüzgârı estiren (ve bugünlerde Talatpaşa Bulvarı'na doğru direksiyonu kıran) AK Parti, yıllarca kiliselerine bir tek çivi çakılmasına izin verilmeyen Süryanilere bu yönde takdire şayan kolaylıklar sağladı. Yurtdışında yaşayan Süryanilere "Memleket dönün" çağrısında bulundu. Ve hükümetin sözüne güvenen Süryaniler azar azar köylerine dönüp yeni güzel evler dikmeye başladı. Manastırda ise neşe dolu bir restorasyon furyası esti. Taşlar temizlendi, freskler onarıldı, ağaçlar dikildi, bu evrensel mirasımız, turizm broşürlerini süsleyen milli gururumuz pırıl pırıl hale getirildi.
Ancak Süryani baharı uzun sürmedi. Süryanilerin arazilerini senelerce işgal eden civar köylüleri 2008 yılında kadastro çalışmaları sürerken Mor Gabriel Manastırı'na dava açıp manastırın sahip olduğu toprakların kendilerine ait olduğunu öne sürdüler. Aralarında köy muhtarlarının da bulunduğu davacıların manastır aleyhinde sundukları "deliller" ise tam bir komedi. Mesela 397 yılında kurulan manastırın bir caminin üzerine inşa edildiğini ihbar ediyorlar (Süryaniler bu işi nasıl olduysa İslam dini henüz doğmadan başarmışlar) ve "şüpheli" diye sıfatlandırdıkları Aktaş'ı "irticai faaliyetler" yürütmekle suçluyorlar. Güler geçerdik ama ne yazık ki 2009 yılında bu kez arazilere göz diken Hazine devreye girip manastır aleyhinde bir dizi dava açtı.
Sizleri hukuki detaylara boğmadan davalardan en önemlisini özetleyecek olursam: İhtilaf konusu 244 dönüm arazinin vergilerini, 1936 yılı beyannamesi olarak bilinen ve gayrimüslimlerin bazı taşınmazlarının kaydedildiği belge uyarınca ödediğini yine belgelerle ispatlayan manastırı Midyat İdare Mahkemesi 2009 yılında haklı buldu. Hazine ise manastırın sunduğu belgeleri "görmediğini" iddia edip davayı Yargıtay'a taşıdı. Yargıtay Hazine lehinde karar verince manastır itiraz edip "kayıp" belgeleri tekrar yollamış ama Yargıtay'ın "körlüğü" sürmüş. Ve Yargıtay yine manastır aleyhinde nihai kararını verdi.
İç hukuk yolları tükendiğinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurulabilirken AİHM'de ceza rekoruna sahip Türkiye bu süreci yavaşlatmak adına yeni bir itiraz mekanizması geliştirdi. Bundan böyle AİHM'ye gidilmeden önce Anayasa Mahkemesi'ne itirazda bulunmak gerekiyor. Sonucu ne olur bilinmez ama Süryanilerin bu manzara karşısında geri dönüşlerinin durma noktasına gelmesi sürpriz sayılmaz.
Geçtiğimiz ay manastıra uğradığımda metropolit sanki bu sonucu çoktan biliyormuş gibi, "Sanki bizleri buradan topluca sürmek istiyorlar" demişti bana. Konuyu Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül ile ayrı ayrı görüşen Aktaş'ı dinlerken içim hüzünle doluyor.
Son yılarda Ermeni ve Kürtlerden destek alan yurtdışındaki Süryani aktivistler, 1915'in kendileri açısından da "soykırım" olarak tanınması için bir kampanya başlattılar. İsveç parlamentosundan 2010 yılında bu yönde bir karar çıktı. Duyduğuma göre bu çalışmalardan vazgeçmeleri için Aktaş gibi ruhani liderlerin telkinlerde bulunması isteniyor. Yarım asırdır kendini tümüyle manastır ve Tur Abdin'deki cemaatine adamış Aktaş'ı 92 yılından beri tanıyorum. Siyasete bulaşmamak için elinden geleni yaptığını çok iyi biliyorum. Umarım manastırın toprakları daha farklı bir kavganın, pazarlığın unsuru haline getirilmedi, getirilmez.

Kaynak: HABERTÜRK , Güncelleme Tarihi: 21 Kasım 2012
DERTLERİ ANA DİLDE EĞİTİM Mİ DEVLET KURMAK MI?
SÜRYANİLERİN EN BÜYÜK SORUNU ANADİLDE EĞİTİM
BDP’nin Süryani milletvekili Erol Dora, Süryanilerin cumhuriyet tarihiyle birlikte ciddi bir asimilasyon yaşadığını vurgulayarak, “Süryaniler, bu toprakların köklü sahipleridir. Ancak Lozan’da belirlenmiş olan haklarımızı kullanamıyoruz. Okullarımız 1928’de kapatıldı. Okul açmak istiyoruz ‘asli unsursunuz’ diyerek reddediyorlar" dedi.
Kadim Mezopotamya topraklarında filizlenen medeniyetlerin köklü toplumlarından Süryaniler. Bu toprakların en eski halklarından olan Süryaniler ve Ortodoks Hristiyanlar için önemli bir yere sahip Mor Gabriel Manastırı’na ait alandaki gayrimenkulların hazineye aktarılması için 2008’den bu yana süren bir yargı süreci var. Bu süreç şu ana kadar Süryanilerin aleyhine sonuçlandı. Ancak hukuk mücadelesini sürdüren Süryanilerin, parlamentodaki temsilcisi olan BDP Mardin Milletvekili Erol Dora ile M.S. 397 yılından bu yana ayakta kalan Mor Gabriel’i, Süryanilerin tarihsel, kültürel ve sosyal yaşamları ile inançlarına dair gelişmeleri konuştuk.
Öncelikle güncel bir konu olması sebebiyle Mor Gabriel Manastırı’nı ele almak gerekirse 2008'den bu yana süren bir hukuk süreci var. Buradan başlayalım.
1935’te gayrimüslimlerin vakıflarından mal beyannamesi isteniyor. Müslüman vakıflardan da isteniyor tabi. Vakfınızın ne kadar gayrimenkulu varsa bize bildirin deniyor. Bu 1936 beyannamesi olarak geçiyor. Vakıf da açılan dava sürecinde o tarihte beyanname vermiştim, dolayısıyla bu gayrimenkuller benimdir diyor ve belgeleri sunuyor. Beyannamede bunlar gözüküyor. O yüzden hem mahkemede hem vakfın savunmasında geçiyor bunlar. O tarihte bile bunların hepsini size beyan ettik diyor vakıf. Bunlar gözüküyor. O tarihten sonra kesintisiz olarak bunların vergileri de ödendi. Dolayısıyla bunlar vakfın gayrimenkulleridir. Yerel mahkeme vakıf lehine karar verince hazinenin avukatları itiraz etti. Yargıtay’a gitti dosya. Yargıtay, sizin iddia ettiğiniz vergi makbuzları ve beyanname bize ibraz edilmedi dosyada yok, diyerek yerel mahkemenin kararını bozdu.
Vakıf da nasıl olmaz diyerek, gerekli belgeleri Yargıtay’a iletti. Ve bunların Yargıtay’a nasıl ulaşmadığı ise muamma konusu. Çalındı mı yoksa dosyanın içinden? Olmazsa yerel mahkeme nasıl böyle karar verir? Hazine dava açtı ben de belgelerle ispatladım dedi vakıf.
‘KARAR GAYRİHUKUKİ’
Mahkemeye tüm belgeler verildi. Yargıtay karar düzeltme aşamasında vergi ödendiğine ve mülkiyetin vakıfta olduğuna dair belgelere rağmen aleyhte bir karar verdi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hazinenin avukatı Yargıtay’a temyiz etti. Yargıtay kararı bozdu. Siz bu beyanname ve makbuzlardan bahsediyorsunuz ama dosyada göremedim dedi. Vakıf ise nasıl göremezsiniz, kanıtladım dedi. Fakat Yargıtay kararı bozup tekrar yerel mahkemeye gönderdi. Ancak Midyat’taki mahkeme kararını tekrarlayarak, Süryaniler lehine bir kez daha karar verdi. Bu kez Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gitti. Kurul bu kez “dediğiniz belgeleri de göz önünde bulundurarak sizin lehinizde değişiklik yapma gereği bulmuyorum. Bozma kararımı onuyorum” dedi.
Gerekçe olarak ise “vergi makbuzları ve beyannamenin gayrimenkullara ait olup olmadığını kanıtlayamadınız” dediler. Vakfın avukatları ise “1936 beyannamesi ve gayrimenkullara ait belgeler var” diyerek kararı hukuk dışı bulduklarını söyledi.
Bunun üzerine gerekçeli karar yerel mahkemeye gönderildi. Vakıf için karar düzeltme hakkı kapsamında yeni bir savunma durumu vardı. Onu da geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdi. Müracaat etmişler. Dosya şu an yerel mahkemededir. Yargıtay’a yeniden gelecek. Son karar düzeltme yoluna da gidilmiştir. Süreç devam ediyor. Yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bakacak. Onun için karar düzeltme yolunu kullandı vakıf. Dilekçeler yerel mahkemeye verildi.
Peki bu kez de aleyhte bir karar çıkarsa?
Yargıtay kararını onarsa iç hukuk yolları tüketiliyor. Ancak geçtiğimiz yıllarda çıkan bir kanun var. O da Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı. Bu kanun da 23 Eylül’de yürürlüğe giriyor. Kanun çoktan çıktı ama yürürlük tarihi budur. Artık iç hukuk yolları tükendiğinde Anayasa Mahkemesi’ne gidilecek. Oraya gidilmeden AİHM’e gidilmeyecek. Elensin diye birçok dava bu uygulamaya gidildi. Türkiye’nin genel prestiji anlamında, hem de vatandaşın kendi ülkesinde hakkını alabilmesi anlamında kabul edilmiştir. Şimdi Mor Gabriel davası 6 ay sonra sonuçlanırsa, Yargıtay kararını yinelerse Anayasa Mahkemesi’ne gidecek vakıf.
Temmuz’dan itibaren imza kampanyası başlatıldı. Siz bir siyasetçi olarak politik alanda nasıl mücadele yürütüyorsunuz?
Aydınlar bir kampanya başlattı. Ben de Süryaniyim ve o kampanyaya katılarak imza attım. Parlamentoda da siyasi anlamda yanlış bir karar olduğunu söylüyoruz. Meclis’te de yaptığımız görüşmelerde de dile getireceğiz. İç hukuk yolları da tükenirse AİHM’e gidilecektir. Tabi o zamana kadar farklı bir çözüm olur mu olmaz mı bilinmez. Süreçleri beklememiz gerekiyor. Kesinleşmiş kararı bekliyoruz.
‘TÜRKİYE VE OSMANLI YOKKEN MOR GABRİEL VARDI’
Yargı sürecinde lehte kanıtlar belgeleriyle sunulmasına rağmen aleyhte karar çıkmasını nasıl karşılıyorsunuz? Sizce bu durum rutin bir gelişme mi yoksa siyasi olarak mı ele almak lazım?
Manastır 397’de kurulmuştur. Gayrimüslimlere aittir. O zaman ne Osmanlı vardı ne Türkiye Cumhuriyeti. Zaten bölgeyi incelediğinizde de Süryanilere aittir. Buradaki birçok yapı, miras atalarımız Asurilerden kalan yapılardır. Süryaniler başka yerden mal almamıştır. Kendi mülküdür. Dava haklı bir davadır. Vakıf mağdur olmuştur. Aydınlar da buna reaksiyon göstermektedir. Ayrıca BDP’de takip ediyor. Manastıra gidip orada Hasip Kaplan ile basın toplantısı yaptık. Her yıl yaptığımız toplantıyı bu yıl Mardin’de gerçekleştirdik ve vekil arkadaşlarımızla yine ziyaret ederek konunun takipçisi olacağımızın mesajını verdik.
‘LOZAN’DA BELİRLENEN AZINLIK HAKLARIMIZI KULLANAMIYORUZ’
Süryanilerin daha geriye gidecek olursak yaşadığı sıkıntılar yine mevcut. 1928’e kadar Süryani okulları vardı. Onlar kapatıldı. 1950’lerden sonra göç ettirildi. Bugün Mor Gabriel sorunu var. Bu durum Süryanilerin inanç özgürlüğüne nasıl bir etki yaratır, siz bu yaşananları nasıl ele alıyorsunuz?
Şimdi bu soru doğrultusunda Lozan Antlaşması’ndan bahsetmek zorundayız. Çünkü gayrimüslimlerin statüsünü düzenleyen uluslararası anlaşmadır. 1923’de imzalandı, Türkiye ve ilgili devletler arasında. Gayrimüslimlerin statüsünü belirleyen bir bölüm vardır. Tüm gayrimüslimler azınlıktır. Şu andaki fiili uygulamaya baktığımız da Yahudiler, Ermeniler, Rumların okulları var ve anadillerinde eğitim görüyorlar. Süryaniler de aynı haklara sahiptir. Ancak Süryaniler azınlık değilmiş gibi uygulama var. Bu Lozan’a da aykırı bir uygulamadır. Azınlık olma kriteri TC vatandaşı olmak ve Müslüman olmamaktır. Ki Süryaniler dünyanın ilk Hıristiyan halkıdır.
Biraz önce siz de ifade ettiniz. Mardin’de 1928’e kadar pozitif bilimlere yönelik eğitim veren okulumuz vardı. Ve verdiği diplomalardan bir tanesi de örnek olarak halen Kırklar Kilisesi’nde duruyor. Lozan 1923’te imzalanıyor ama ancak 5 yıl varlığını sürdürüyor. “Cemaat kendi müracaat etmiş ve okulu kendisi kapatmış” deniyor. Önemli olan o zamanda orada Elazığ’da, Diyarbakır’da okulları var. En son kapatılan 1928’de kapatıldı. Elazığ’daki vakfımız da kapatıldı ama yürütülen mücadele sonrası yine açıldı. Kilise var. Malatya, Elazığ, Hakkari, Şırnak, Diyarbakır, Urfa, Mardin, buralar Süryanilerin yoğun yaşadığı yerlerdi.
1915 ve sonraki tarihte azaldılar ve Hakkari, Şırnak, Mardin ve Diyarbakır’da kaldılar. Ama onlar da peyderpey göç ettiler. Şimdi Turabdin Bölgesi’nde, Mardin, Midyat ve Şırnak civarındadır. 1920’lerde Nasturi Patrikliği vardı. Nasturiler Süryanilerin bir mezhebidir. Halen duruyor o patriklik. Yine hizmete açmaya çalışacağız. Çünkü orası bize kalan bir miras.
Geçtiğimiz ay İstanbul’daki Süryani Ortodoks Vakfı. ana okul açmak için müracaat etmiş. “Azınlık değilsiniz asli unsursunuz” deyip talebi reddedilmiş. Lozan çerçevesinde bu hakların tanınması gerekir. Bu karar Lozan’a aykırı ve uydurmadır. Geçersizdir. Bununla da ilgileniyoruz. Vakıf başkanıyla da görüştüm. Evrensel insan hakları mücadelesinde yanınızdayım dedim.
Türkiye’de tüm vatandaşlar asli unsurdur. Anayasanın 10. maddesi tüm vatandaşları eşit görür. Asli tali unsur olamaz. Tüm vatandaşlar asli unsurdur. Kürtler için de kullanılıyor, bunlar yanlıştır. Bu mantalite yanlış. Bunu kullanan bürokrat kendi kafasına göre şunu diyor; gayrimüsmler Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerdir. Bunlar asli unsur değildir diyor. Bunlar tali unsur mudur? Hukuk ta ve vatandaşlıkta asli tali unsur olamaz. Onu yorumlayan bürokrat bunlar gayrimüslim diyor. Bu farklı bir algılama yaratıyor vatandaşlarda. 1974’te Yargıtay azınlıkları yabancı olarak değerlendirdi. En yüksek yargı organı bunu dedi. Bu yanlıştır. Bu bağlamda vakfa verilen yanıt “asli unsursunuz” demeleri gayrı hukukidir. Bu karardan dönülmesi gerekir. Aynı zamanda sizin de vasıtanızla bunu buradan belirtelim.
‘HALKLARA YÖNELİK TASFİYE POLİTİKALARI OKULLARI KAPATTIRDI’
Başvuru salt ana okul statüsü için miydi?
Ana okuldan başlayıp orta ve liseye gidilecekti. Bu düşünceyle müracaat edilmişti. Süryanilerin bu haklarını kullanmamaları azınlık olmadıklarını göstermez. Ermeniler, Rumlar ve Yahudilerin okulları var. Lise düzeyine kadar okulları var ama bir tek İstanbul’dakiler ayakta kalmıştır. 1935’ten bu yana bu halklar tasfiye edildi. İstanbul’dakiler ayakta durabildi. Sivas’ta, Elazığ’da vardı. Neden Süryanilerin yoktu. 1928’e kadar vardı. Ama İstanbul’da okulları olmuş olsaydı varlıklarını sürdürecekti. Hepsi kapandı. Ermenilerin de Rumların da Yahudilerin de bir tek İstanbul’da kaldı.
Neden kalmadı bu okullar?
Öğrenciler kalmadı. Bu yüzden kendi kendilerine kapattılar. Bazı Rum okullarında 5 öğrenci kalmıştır. Bir sınıfta birkaç öğrenci kalmış. Böyle trajikomik durumdur. Otomatikman okul kapanıyor. Öğrencisi olmayan bir okulu ayakta tutamazsınız. Devlet ben kapatıyorum dediği için değil öğrenci kalmadığından.
O tarihten bugüne hiçbir müracaat olmamış mı peki?
Hayır etmemişler. Süryanilerin nüfusu azalmış. Kendi haklarını da bilmediğinden kullanamadılar. Yeni yeni haklarını duyurmaya başladılar. Ancak bölgedekiler bilir. Tokatlılara sor, bilmez Süryanileri. Parlamenterlere söylediğimizde tanımıyorlar. Anlatmak durumunda kalıyoruz. Halklar birbirini tanıyamamış. Halklar birbirine yabancılaştırılmış. Böyle bir rejim oluşturulmuş. AB süreciyle birlikte yine benim milletvekili seçilmemle gelişti. BDP beni Süryani olarak davet etti. Daha da tanınmamıza sebep oldu. Ayrıca son dönemde Süryani diasporası daha güçlü bir düzeye ulaştı. İsveç parlamentosunda 6 vekil var. Mardin’den gidip orada okuyan insanlardır bunlar. Almanya, İsviçre ve Amerika’da var. Oradaki bu gelişmeler buraya yansıyor. Çünkü oraya gidenler buradan gidenlerdi.

‘CUMHURİYET TARİHİ BOYUNCA ÖZGÜRLÜKLER OLMADI’
Süryaniler 1928’den bu yana yani eğitim alanları kapandıktan sonra sosyal, kültürel hayatlarını ve inancını nasıl sürdürdü?
Birçok etken var. Cumhuriyet tarihi boyunca özgürlük yoktu. Türkiye’deki farklılıklar tasfiye edilmeye çalışıldı. Ermeniler, Rumlar, önce gayrimüslimler. Sonra etnik gruplar. Lazlar, Çerkezler, Kürtler. Dersim olayları niçin oldu? Birçok örnek verebiliriz. Kürtler Dersim’den sonra sesini çıkaramadı 1970’lere kadar. Kendileri nasıl sürdürebildiler, bilakis tasfiyeye yönelik uygulamalara maruz kaldılar. Türkçe konuş diyorlardı.
Bahsettiğiniz dönem özellikle tek partili CHP dönemidir ki, bu dönemde ciddi asimilasyon politikaları mevcuttu Kürtlere, Lazlara yönelik. Bu asimilasyon politikaları tarihi belgelerle de mevcut. yerleşim yerleri isimleri, insan isimlerinin ve günlük konuşulan dilin Türkçeleştirilerek ırkçılık temelinde geliştirilen politikalar ciddi boyutlardaydı.
Evet, asimile edildiler. Kalanlar susturuldu. Kalanlar da gelecek göremedikleri için azala azala sembolik nüfusa kaldılar. 25 bin Süryani kaldı. Süryaniler azınlık değil deniyor peki niye Mor Gabriel Vakfı var. İstanbul’da Süryani Ortodoks Vakfı var. Azınlık olmayanların vakfı değil. Ötekileştirilip tasfiye edilmeye çalışıldı. 1984’ten sonra en az 60 Süryani bölgede faili meçhul denilen ancak failleri belli cinayetlere kurban gitti. Bu kişiler tanınmış doktor, müteahhit, işadamıydı. Çatışmalı süreçte bu insanlar öldürüldü. Halen hiçbirinin faili bulunmadı. Bu Süryanilerin göçünü hızlandırdı.
Biliyorsunuz Kopenhag kriterlerinden biri de azınlık haklarıdır. AB sürecinde azınlık hakları gündeme gelmeye başladı. Bilişim çağındayız ve bilgi ediniliyor. AB sürecinde Türkiye’de insanların seslerini yükseltmeleri bakımından ilerleme oldu. Süryaniler biraz daha işlenmeye başlandı basında. Belge Yayınları tarafından Süryaniler ve tarihleriyle ilgili birçok kitap yayımlandı. Bu da daha tanınır bir duruma getirdi.

‘EN BÜYÜK SORUNUMUZ OKULLARIMIZIN OLMAYIŞI’

Okulları kapanan Süryanilerin anadilde eğitim konusuna gelecek olursak..?
Ama en büyük sorun okullarımızın olmayışı. Anadilde eğitim yapamıyor Süryaniler. Bu da azınlık haklarını getiriyor gündeme. Türkiye’nin demokratik bir devlet olamamasından kaynaklanıyor. Sadece Süryaniler değil, Kürtler, Ermeniler Çerkezler, tüm halkların sorunu devam ediyor. Anadilde eğitim Kürtlerin en büyük talebi. Lazlar ve Çerkezler de bunu istiyor. Şu an da BDP’de yer alıyorum. Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinde Süryaniler meclise giremedi. İlk kez BDP sayesinde meclise girmiştir. Bunu da tarihe not olarak düşmek gerekiyor. Unutmamak gerekiyor Süryaniler ve Türkiye açısından.
Anadilde eğitimin yapılamayışı, okulların olmayışı asimilasyonu nasıl etkiledi?
Birçok Süryani, ben azınlık değilim diyordu son yıllarda. Asimilasyonun etkisi var. İşine böyle geliyor. Hak arama özgürlüğüne girmiyor. Yaşanan travmalar devam ediyor. Birçoğu da yeni yeni kendine geliyor. İstanbul’da okul için başvuru yapılıyor ama “asli unsursun” deniyor. Peki asli unsursak neden devletin hiçbir biriminde Süryani yok? Neden ilk ve tek vekil benim? Bu nasıl asli unsur? Tabi bu süreçte Süryanilerdeki kendine gelme durumunda BDP’nin etkisi de var. Aydınların da katkısı var. Özgürlüklere eşit temelde bakan insanların da eksiklerin giderilmesinde pozitif katkıları var. Bunlar Süryani halkını daha bilinçli bir hale getiriyor. Lozan’daki hakları gereği eğitim hakları var. Bunları talep etme noktasında sesler daha da yüksek çıkmaya başladı. Bu sürecin takipçisi olmaya çalışıp, taleplerimizi dile getirip, savunuculuğunu yapacağız.

Kaynak: İbrahim AÇIKYER / ANF - ANKARA, Güncelleme Tarihi: 13 Eylül 2012

Hürriyet’in  “Emine Erdoğan Süryani Ortodoks Manastırında Mum Yaktı haberinden;
24.Mart 2001’de Hıristiyan Süryanilerin tarihi ibadet mekânı olan Deyrül Zafaran Manastırını gezerek Metropolit Saliba ÖZMEN’den bilgi aldı, mum yaktı, dilekte bulundu. Dileğini soran gazetecilere “İçimdeki niyet neyse onu tuttum!” dedi. http://www.hristiyangazete.com/2011/03/emine-erdogan-suryani-ortodoks-manastirinda-mum-yakti/#.UNNdJaB5dtk

Cihan Haber Ajansının 31 Mart 2011 tarihli haberi;
“Suriye Süryani Ortodoks Patriği Başbakan ile görüştü” başlıklı haberde,  Suriye Süryani Ortodoks Patriği İgnatiıus Zakka Iwas (Aygnetyus Zekki Ayvaz okunur.) ile görüşmeden önce gazetecilerin fotoğraf çekmesine izin verildiği ve yarım saat süren toplantı sonunda p0atriğin ayrıldığı belirtilmiş! http://www.hristiyangazete.com/2011/03/suryani-ortodoks-patrigi-basbakan-ile-gorustu/#.UNNe4aB5dtk
Aynı haberin “Mor Gabriele dokunma” kampanyası yürüten, Süryani internet sitesindeki yorumundan bir alıntı;”… Süryani vatandaşların sorunlarıyla ilgili görüş alışverişi yapıldığı bildirilen kabule, Iwas"ın yanı sıra Halep Süryani Metropoliti Yuhanna İbrahim, Turabdin Metropoliti Timotheus Samuel Aktaş, Şam Patrik Yardımcısı Mattos Nayis, İstanbul Ankara ve İzmir Süryani Metropoliti Yusuf Çetin, Şam Patrik Sekreteri Matta Alkhouri ve İstanbul Süryani Kilisesi Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Altınışık katıldı. Görüşmede Süryaniler için büyük bir öneme sahip olan Mor Gabriel Manastırı ile ilgili hukuki süreç konusunda görüşmeler yapıldığı öğrenildi.
Ignatius Zakka Iwas
Kabulde, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala, Başbakan Başdanışmanı Fuat Tanlay, Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem de bulundu.

Süryani Patriği Ignatius Zakka Iwas ve beraberindekiler 31 Mart Perşembe günü saat 17'00'de Türkiye Cumhurbaşkanı sayın Abdullah Gül ile de görüşecek.

Kaynak ve Fotoğraf: İHA Ankara, Güncelleme Tarihi: 31 Mart 2011””

26 Mart 2010 tarihli Milliyet Gazetesi haberi; “Süryanilerden paskalya sepeti” başlığıyla yazılan haberde, “Süryani Ortodoks ruhani lideri patrik Yusuf Çetin ile cemaat vakfı başkanı Kenan Altınışık’ı başbakanın kabul ettiği ve metropolit Yusuf Çetin’in “Sekiz yıldır hükümetin gösterdiği yakın ilgiye teşekkür ettiği” yazılı. http://www.milliyet.com.tr/suryanilerden-paskalya-sepeti/guncel/haberdetay/ 27.03.2010/1 216946/ default.htm
Süryani İnternet sitesinde, Ortaöğretim kitaplarında Süryani isyanlarını konuların kitaplardan kaldırılması için Milli Eğitim Bakanlığına yaptıkları çağrı;

Süryani Dernekler Federasyonu / NEFRET SÖYLEMİ KİTAPLARDA HALA DURUYOR 

“”Bilindiği gibi Türkiye’deki Süryani kurumları olarak geçtiğimiz yıl, 2009 eğitim-öğretim yılında okutulan 10. sınıf tarih ders kitabındaki Süryani halkına yönelik ırkçı ve kışkırtıcı ifadelerin yanlışlığını ortaya koymuş ve bakanlıktan bu yanlışlığın giderilmesi talebinde bulunmuştuk. Başta Sayın Milli Eğitim Bakanı Ömer DİNÇER olmak üzere birçok devlet ve hükümet yetkilisi duyarlılığımızı yerinde görmüş ve yanlışlığın ortadan kaldırılması hususunda çalışmalar yapacaklarını bildirdiler. 

Keza, Milli Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı sayın Prof. Dr. Emin KARİP imzasıyla gönderilen cevabi yazıda, duyarlılığımızın haklı bulduğu belirtildikten sonra, gelecek eğitim yılı 2012-2013 için hazırlanacak ders kitaplarında gerekli düzeltmelerin yapılacağı açık bir şekilde dile getirildi. Hatta eğitim döneminin başlangıcı öncesinde yapılan birçok açıklamada hazırlanacak eğitim müfredatında yer alacak tarih ve din kitaplarının hazırlanmasında konunun uzmanlarına danışılacağı ve birçok yerden yardım alınacağı dile getirilmiş ve bizlere de bu anlamda umut verilmişti.

Ancak bugünlerde başlayan yeni eğitim döneminde çocuklara dağıtılan 10. Sınıf tarih ders kitaplarına baktığımızda verilen sözlerin yerine getirilmediğini üzülerek görmekteyiz. Çünkü değişiklik yapıldığı iddia edilen bölümlerde; kelimelerde değişiklik yapılmakla birlikte yaklaşım ve anlayışta Süryanilere hala “hain” ve “işbirlikçi” gözüyle bakılmaktadır. Dolayısıyla geçmişte çocukların beynine yerleştirilmeye çalışılan kin ve nefret tohumlarının günümüzde de ekilmeye çalışıldığına şahit oluyoruz. Ki geçmişte yaratılan bu kin ve nefret tohumları ile büyüyen nesiller, Süryanilere her türlü baskıyı reva görmüş ve kendi ülkelerinde yaşamalarına izin vermemiştir.

TC Anayasası’nın eşitlik ilkesi, Sayın Başbakan’ın, 13.05.2011 tarihli ve 27580 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5862 sayılı ve 12.05.2010 tarihli genelgesi, MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 23.12.2012 tarihli mektubu ve yine Sayın Başbakan’ın, Hükümet’in nefret suçuna yönelik olarak harekete geçeceğine ilişkin açıklamaları ortadayken, devletin okullarında okutulan tarih ders kitaplarında bulunan bu kin ve nefret söylemlerinin ne anlama geldiğini anlamakta zorlanıyoruz.

Bugüne kadar yapılan her türlü baskıya rağmen, binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan ve yaşamı boyunca yarattığı değerlerle insanlığa hizmet eden Süryanilerin, hayal mahsulü ve gerçek dışı bu söylemlerle tanıtılmasını değerlerimize yapılmış bir hakaret olarak görüyor ve kesinlikle kabul etmiyoruz. Bizler Başbakanın, hükümetin ve bakanların söylediklerine inanmak istiyoruz. Bugüne kadar verilen sözlerin yerine getirilmesini ve en kısa zamanda bu durumun düzeltilmesini istiyoruz.
Saygılarımızla
Süryani Dernekler Federasyonu, 29.10.2012 http://www.suryaniler.com/haberler.asp?id=928


Kaynak: Süryani Dernekler Federasyonu “”

Süryanilerin Osmanlı’ya karşı 1567’lerde beri Gürcistan ve Yezidi Kürtler ile birlikte isyan ettikleri, bunlardan 68.000’inin 1915-1917 arasında Enver paşa korkusundan Gürcistan’a sığınmaları üzerine Batum’a yerleştirildikleri Avrupa Parlamentosuna 2033 yılında Gürcistan’ın verdiği “Gürcistan Azınlık Raporunda” yer almaktadır. Türkçeye çevirip bloğuma koymuştum.

Huylu Huyundan Vazgeçmez;
Yukarıda alıntı yaptığım Süryani internet sitesinde, yakında Abdullah Öcalan’ın talimatıyla son verilen sözde açlık grevlerine Süryani cemaatinden destek haberi de var. Aynen veriyorum;

“” SÜRYANİLERDEN AÇLIK GREVİNE DESTEK BİLDİRİSİ 

Süryani Aydın ve Aktivistleri, en temel ihtiyaçlarını özgürce kullanabilmek için 50 gündür açlık grevinde bulunan tutuklular için bir destek bildirisi yayınladılar. Açlık grevinin artık 50’inci günündeyiz. Bir çok hapishanede 700 kadar tutuklu insan süresiz, dönüşümsüz açlık grevinde. 

KCK davası nedeniyle tutuklanan ve aralarında seçilmiş milletvekilleri ile belediye başkanlarınında bulunduğu yaklaşık 700 tutuklu sanık, 12 Eylül’de süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladılar. Yaşamı, onun uğrunda ölecek kadar seven bu onurlu insanlar, bedenlerini ölüme yatırdılar. "İnsan olarak en temel hakları olan yaşam haklarını, ölümle imtihan etmek zorunda bırakıldılar. Bu tutsaklar Türkiye’nin utancıdır! insanlığın utancıdır"!
Tutukluların anadilde eğitim ve anadilde savunma hakkını istemelerini ret etmek ve 14 ay boyunca Öcalan’a tecrit uygulamasının kaldırılmasını inadına ret etmek, Anayasa’yı ihlal etmektir ve suç işleyen iktidardır. Açlık grevleri ile istenen bu talepler ise her insanın temel haklarıdır. Yapılan haksızlıklara dikkat çekmek amacıyla başlatılan bu açlık grevlerine, özellikle Türkiye’de, Kürdistan’da, Avrupa’da ve tüm dünyada seyirci kalınması da utanç vericidir! Açlık grevleri 50. gününe yaklaşırken AKP hükümeti temelde ve Türkiye’nin diğer partileri genelde, BDP dışında bu insani çığlığı duymamakta ve görmemezlikten gelmektedirler. Bu aldırışsızlık ve bir faşizan bir tutumdur.
Yaşar Kemal’in “’Bugün insanların ölüm pahasına talep ettikleri, demokrasilerde insan haklarının içindedir. Bir kişinin açlık grevinde ölmesini izlemek acıların en büyüğüdür. Bu insanlığa yakışmaz. Ölümler engellenemezse vebali hepimizin olacaktır” açıklamasına sonuna kadar katılıyoruz.
Kürt siyasi tutukluların istekleri derhal kabul edilsin.
Bu ülkede insanca yaşamak istiyorlar. İnsanlık istiyorlar. Ölümler olmadan bu açlık grevlerinin son bulması için adım atmak insanlık görevidir.

Süryani Aydın ve Aktivistleri olarak, derhal çözüm istiyoruz, ölüm değil!

Bethnahrin Aydın ve Aktivistleri

Kenan Araz (Almanya)
İbrahim Seven (Almanya)
Jakop Gabriel (Turkiye)
Daniel Begic Masse (Türkiye)
Ferit Altunsu (Türkiye)
Shabo Boyacı (Türkiye)
Yakup Sohdo (İsviçre)
Adnan Challma Kulhan (Hollanda)
İsa Bakır
Cemil Konutgan
Besim Altundağ Barhe (ABD)
Morris Dal (Almanya
Bobil Brahim (İsveç)
Sait Arslanlar (Türkiye)
Fehmi Bargello (İsveç)
Gabriel Uygur (Holanda)
Gabro Ayaz (Almanya)
Turan Güloş (Hollanda)
Fikri Göksal (Almanya)
Hamurabi Beth Shammas Stayfo (Türkiye)
Nail Beth-kinne (Belçika)
Robert Rhawi (Holanda)
Suat Arslanlar (Hollanda)
Sabri Yıldız (İsveç)
Abut Can (Almanya)
Ferit Sağ (Almanya)
Yusuf Haddadoğlu (Avusturya)
Jan Beth sawoce (İsveç)
Meryem Kangus (Hollanda)
Abut Buğday (Türkiye)
Sanharip Gorgis (Hollanda)
Aminuel Rhawi Akbaş (İsviçre)
Soner önder (Hollanda)
Yusuf Dikmen Gauro (İsveç)
Dr. Yusuf Günay (Avusturya)
Yohan MackayRume (Hollanda)
Numan Ogur (Almanya)
İshak Gösteriş Adö
Abut Seven (Holanda)
Denho Ishak (İsveç)
Aslan Gabriel (Avusturya)
Cemal Jimmy Kesebir (İsveç)
Circis Grigo (Almanya)
George Aryo (Hollanda)

Güncelleme Tarihi: 31 Ekim 2012””
Haberler, 07/09/2010

Rahibe Kıyafeti Tartışmalarına Süryanilerden Tepki
Mardin Süryani kilisesi girişi
Rahibe Kıyafeti Tartışmalarına Süryanilerden Tepki
Mardin, Midyat’taki Süryani Kültür Derneği ile Dünya Mıhellemi Birliği, çarşaflıları rahibeye benzeten afişler ve ardından yaşanan tartışmalara tepki gösterdi.
Süryani Kültür Derneği Başkanı Yuhanna Aktaş, Hıristiyanların Başbakan Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından aşağılandığını belirterek, iki lideri özür dilemeye çağırdı. Midyat Süryani Kültür Derneği Başkanı Yuhanna Aktaş yazılı açıklamasında, rahibe kıyafetinin Hıristiyanlık için önemli bir değer olduğunu belirterek, “Rahibe kıyafeti aşağılanacak bir kıyafet değil, aksine başörtüsü kadar şerefli ve onur verici bir kıyafet. AKP ve Başbakan Diyarbakır mitinginde ‘CHP, başörtüsünü rahibe kıyafetiyle özdeşleştiriyor’ diyerek Hıristiyanlar için önemli bir değer olan dini bir kıyafeti küçümsemiş ve aşağılamıştır. Oysa Başbakan bu ülkede yasayan azınlıkların sıkıntılarıyla birebir ilgilendiğini bir çok yerde ifade etmiştir.”
Açıklamaya katılanlar, “Başörtüsü onurumuzdur”, “Tesettür kutsal bir emirdir”, “CHP başörtülülerden özür dile”, “CHP rahibelerden özür dile”, “Rahibeler Hz. Meryem’in varisleridir” yazılı dövizler taşıdı.
Süryani Kültür Derneği, Midyat / Dünya Mıhellemi Birliği
Görüldüğü gibi Süryaniler, Osmanlı’nın çöküşünde, Atatürk’ün devrimlerinin önlenmesinde, ardından öldürülmesinde ve devletin azınlıklarca ele geçirilmesinde başrol oynamışlardır. Ama “Türk ve Müslüman” kimliğinde yaptıkları için kimse, doğu Anadolu’nun Urfa’sında, Eruh’undaki sayıları birkaç bini geçmeyen köylü, kasabalı, çilekeş Süryanileri suçlamamıştır. Çünkü oradakiler gerçek kimlikleriyle kendi halleriyle yaşıyorlardı.
Bu şeytan taktiği Yahudilerin de değişmez taktiğidir. İsrail ateş olsa 2-3 milyon nüfusu ile kimseyi ürkütmez. Ama 74.000.000’luk Türkiye’de ne kadar Yahudi var? Burası Yahudi cumhuriyetidir. Ergenekoncu generallerin ağlama duvarındaki gözyaşı döken görüntülerini hiç birisi yalanlamadı! Adlarımız bile Tevrat adlarıyla doldu.
Ya Amerika, Avrupa ve Asya, Afrika, Avustralya kıtalarında “o toplumlara uymuş, onlar gibi yaşayanları ne kadardır?
Sabiler de şeytanlarına uyup, doğuda bıraktıkları bir parça numunelik Süryani ile dikkat çekmediler ve hatta “mağduru” oynadılar. Oysa şu an AKP ile “Yezidi Bizans’ı” kuruyorlar. Ülkemizde kaç Süryani var?
Şeytan’ın soyu şeytanca iş yapar anlayana. Anlamazsan çoook sorarsın “Hani dinde şu yoktu?” Diye.
Hey güzel insanım, o zaten seni uyutuyor, mallığını anlamak için ille de ahıra mı bağlanman gerekiyor?
Artık istedikleri gibi açık, falso verip havalarını da basıyorlar.
İşte bir örnek;
Geçmişteki Dersim Rum-Ermeni isyanları yüzünden dedeleri Manisa’ya sürülmüş kripto Rumlardan olan Çemişkezekli Başbakan yardımcısı Bülent Arınç bey bu konuda en rahat olanların başında gelmektedir.
Rahatlığının sebebi de on yıldır gerçek kimliği deşifre edilmesine rağmen hala oy alabilmesinden mal milletin ona güvenmesinden gelmektedir. Ben olsam ben de yaparım.
Daha iki gün önce, BDP milletvekili bir hanımın anısını dinlediğini ve doğruluğunu teyit ettikten sonra “Ben olsam onun yerine ben de dağa çıkardım” şeklinde ulusal yayın yapan Tv’lerde reyting yapan beyanatını vermişti.
Adam şimdi de son olarak ne mi yumurtlamış?
Pkk örgütünün İmrali sakini önderi Abdullah Öcalan için;
“-O öğrenciliğinde namaz kılardı!” demiş.
Face book’ta yorumlayan arkadaşlar basmışlar;
“Hani dindar gençten terörist çıkmazdı?”
Ben de şu yorumu ekleyiverdim.;
“- Yalan değildir, Urfalı Ermeniler Süryani’dirler ve gerçekten namaz kılarlar. Abdullah ta Süryanilerin Sabilerin kullandığı adlardandır. Müslüman olmamasına rağmen Peygamberin babasının da adı Abdullah'tı. Kur'an tefsirlerinde en az yirmi beş tane Sahabenin adının "Abdullah" ya da sonu “Allah” ile biten bir o kadar daha ad olduğunu görürsünüz.
Abdullah Öcalan adıyla soyadıyla dört dörtlük Ermeni’dir.
Süryanilerin I. Abdullah ve II. Abdullah adlı iki tane metropolitleri/mezropları vardır. Onları "Abdullah, Yusuf, Ziya, Hayrullah, Suceddin, Sadettin, Alaeddin,  Fahreddin, Şerafeddin, Feyzullah,   gibi adlarına bakıp Müslüman sanan salakların bilgisizliği ortadadır. Bu adların tümü İslâm öncesi Arap adlarıdır. Müslüm-gayrimüslüm bütün Araplar hala kullanırlar.

"MARDİN VEÇEVRESİNDE SÜRYANİLER-Zeynep Gül Küçük" kitabını PDF forrmatında indirirseniz oldukça geniş bilgiye sahip olacaksınız! Onları Müslümanlardan ayırmak zordur! Boşuna mı yazıyoruz bunlar Süryani, Yezidi ve Beyt Şemeş Yahudileri tayfalarıdır, hepsinin ortak kıyafetleri çarşaf-peçe ve burkadır" diye! Adam onlara göre terörist değil, devlet kuran "Atasüryani; Ataermeni" dir. 

Adamlar, "Dindar ve kindar(Öcalan) gençlik" diyorlar.
Ama asla "DİNDAR MÜSLÜMAN GENÇLİK; DİNDAR MÜSLÜMAN TÜRK GENÇLİĞİ" demiyorlar. Kelimelerin büyüsüne kapılıp eriyorsunuz. Bunlara Müslüman ve Türk dedikçe onlara güç veriyorsunuz. Siz gene bildiğinizi okuyunuz.
Bu yorum da son sözüm oldu.