Sayfalar

28 Kasım 2008 Cuma

TERÖR YANDAŞI GENERALLER VAR MI

Yazının Önsözü;

Ordu birdir,eleştirmeyin diyenler,12 Eylül 1980 darbesinin paşasının "bölücülüğün" projesini hazırladığını çeşitli sözleri ile ifade etmesine,orduya ait gizli bilgilerin yıllardır gazete sütunlarında dolaşmasına,bazı Kürt kökenli subay ve astsubayların terör bağlantılı faaliyetlerinin basına dahi yansımasına rağmen ordumuzun ciddi bir temizlik kampanyası yaptığını söyleyemiyoruz.
Çünkü Ordumuz bizlere bu yönde bir aydınlatma yapmış değildir.

Bunların yanında, açıkça Amerika ve Avrupa devletleri ile işbirliği yaptıkları halde devletin en yüksek mercii olan Milletvekilliğinden maaş alan terör örgütü elemanları,her gün "bölüneceksiniz" diyen ABD ve Avrupa birliğine inatla bağlı kalmaya devam eden asker ve siyasilerin bu duyarsızlıklarına rağmen ne herhangi bir yargı girişimi ne de güçlü bir halk hareketi olmamaktadır.

Bu güne kadar, bu ihanet projesi ile, Kürt,Rum ve dönme Ermeni kökenlilerin,ordunun,siyasetin ve devletin bütün kurumlarında üst mevkileri tuttuğunu biliyoruz.
Devletin sahipsiz bırakılmasının ardında da başka bir gerçek olması olanaksızdır.

Türk Milletinin ödediği vergilerle bu mevkiilerden bölücülük yapanları,ülke vatandaşlarını bir birine kırdıran nankör,emperyalizmin işbirlikçisi Kürt toprak ağaları ile kukla Rum, Ermeni ve Kürt devletleri özlemi peşinde olan, verdikleri kararlarla,söyledikleri yalanlarla bu milletin kanlarını içenleri, Tac Giydirdiğimiz Hainlerden ufacık bir kırıntı gösteren ibret dolu bir yazı.
Yorumsuz olarak veriyorum.
Ne yazık ki blogum bu tür ibretleri açıklamaya,göstermeye gayret eden yazılarla da doludur.

Keşke daha güzel bir şeyler yazabilseydim.
Yazdıranlar utansın!!!
Yazık.

Keykubat

O yazı;

Bir komutan düşünün ki ordu içinde büyük bir skandala tanık oluyor ve bu skandalın birinci dereceden mağduru olsun. Bu skandalı ortadan kaldırmak ve ordu içindeki düzeni tekrar sağlamak için girişimlerde bulunurken istifaya zorlansın. Büyük bir skandalın üzerine giden bu cesur kurmayımızı istifaya zorlayanlar bugün Genel Kurmay teşkilatında başköşelere yerleşmiş olsun. PKK'ya dolaylı da osla destek verenler Paşa Paşa yaşarken, PKK ile doğru düzgün mücadele için başkaldıran bu kurmayımız ordudan uzaklaştırılmış olsun.
Vatansever Türk halkı, bu komutanının sesine ses vermez, bu komutanına sahip çıkmaz da kime sahip çıkar?


"Genel Kurmay'da PKK'ya Destek Veren Paşalar Var"



ÇALINAN 240 KOMANDO ASKERİ SKANDALI” VE “YÜKSEK ASKERİ ŞURA’DA DERİN ŞÜPHELER” KİTAPLARININ YAZARI E.KUR. ALB. AHMET ULUDAĞ’ İLE SÖYLEŞİ.
1986 yılında Kara Harp Okulunda tabur komutanı idiniz ve 1986 devresi olarak bizler de sizin öğrencilerinizdik. Aradan 22 yıl geçtikten sonra yazdığınız kitaplar bizi tekrar buluşturdu. Öğrenciniz olarak sizi tanıyoruz, okurlarımıza da kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

1947 ESKİŞEHİR doğumluyum. 1967 yılında Kara Harp Okulundan, 1968’de Topçu ve Füze Okulundan, 1978’de Kara Harp Akademisi’nden, 1989’da Silahlı Kuvvetler Akademisinden, 1990 yılında Pakistan Savunma Koleji’nden mezun oldum. Pakistan Savunma Kolejinde bulunduğum dönemde Quad-i Azam Üniversitesi’nde Savunma ve Strateji konusunda yüksek lisans yaptım.

Topçu batarya komutanlığı, tümen ve tugaylarda karargah subaylığı, Kara Harp Okulunda Tabur Komutanlığı ve öğretmenlik, Kara Harp Akademisinde öğretmenlik, 1993-1994 ata-ma yılında Kara Kuvvetleri Lisan Okulu Komutanlığı, 1994-1995 atama yılında da Güneydoğu’da Komando Alay Komutanlığı görevlerinde bulundum.

Kitabınızı okuyunca, “Çalınan 240 Komando Askeri Skandalı”nın Komando Alay Komutanlığı göreviniz esnasında meydana gelmiş olduğunu öğreniyoruz. Zaten kitabınızın adından da bu anlaşılıyor. Bu skandalı okurlarımıza açıklar mısınız? 240 komando askeri nasıl çalınır? Kim çalmış? Nasıl çalmış?

Kitabıma bu ismi sansasyonel bir isim olsun diye koymadım. Komando Alay Komutanlığım esnasında gerçek bir "asker hırsızlığı" ile karşılaştım. Alayımın 1500 askerinden 240 adedi, Genelkurmay Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 1nci Ordu Komutanlığı emirlerine rağmen alayımın görevli olduğu Bitlis’e gönderilmeyerek, Adapazarı garnizonunda gizlice alıkonması şeklinde bu asker çalınması olayı olmuştur.
24 Mayıs 1993 tarihinde vuku bulan, Malatya’da acemi eğitimlerini bitirmiş, Erzurum ve Muş’taki usta birliklerine sivil otobüslerle silahsız ve korunmasız olarak sevk edilen 90 askerimizin Bingöl ili sınırları içinde PKK tarafından kaçırılması ve bunlardan 33’ün şehit edilmesi faciasını bilmeyen yoktur.

Bu elim olay üzerine, acemi birliğini bitiren askerlerin Güneydoğu’daki esas birliklerine emniyetli bir şekilde sevk edilmesi için Genelkurmay Başkanlığı’nca düzenlemeler yapılmıştı.
Bu düzenlemeye göre de Bitlis’te görevli alayımın 1nci Komando Taburu için Kayseri, Eğirdir ve Bolu Komando Eğitim Merkezlerinde acemi eğitimi gören askerlerin, acemi eğitimi bitmesi sonunda verilen 10 günlük dağıtım izni sonrası o tarihlerde Adapazarı’nda bulunan 2nci Piyade Tugayında toplanmaları ve 2.P.Tug. K.nın emniyet tedbirleri alarak Bitlis’e sevk etmesi emri verilmişti.
2nci P. Tug. K.lığı’da 151.Komd. Alayı 1.Tb.na KKK.lığınca merkezi bilgisayar sistemi ile ismen tertip edilen bu askerlerin tamamını Bitlis’e emniyetli şekilde sevk etmesi gerekirken, her tertipten bir kısmını, seçerek kendisine ayırmış, geri kalanını Bitlis’e göndermiş. Bu miktar Kuzey Irak’a Çelik-1 Operasyonu için gideceğimiz Nisan 2005’te 240 adede kadar çıkmıştı, yani 750 mevcutlu taburun yaklaşık üçte biri çalınmıştı. Uyanık tugay komutanı, Taburun mevcudundaki eksiklik göze batmasın diye de kendi tugayına ait, komando eğitimi görmemiş askerlerden 148 adedine de komando kıyafeti ve beresi takarak göndermişti.
2nci Piyade Tugay komutanı kadrosunda olmayan bu komando erlerini nerede görevlendirmiş?

Kefken kampından, çayçı ve garsonluktan, tören mangasına kadar her yerde.
Hatta 2.P.Tug.yı kendi birliğine ait olmayan, yani çaldığı 240 komando askeri ile 1nci Ordu K.lığı Denetleme Heyeti’nce de denetlenmiş, denetleyiciler de farkına varmamış, 2nci Piyade Tugayı “komando tugayı gibi performans gösterdi” diye de not vermiş olmalılar.
Yani çok traji komik bir olay, dünyanın hiçbir ordusunda şimdiye kadar görülmemiş ve bundan sonra da görülecek bir olay değil. Skandal içinde skandal yani…
Siz bu skandalı üst komutanlığa bildirdiğinizde tepkileri ne oldu?
Asayiş komutanımız bu taburun kuzey ırak operasyonda görevlendirilmesinin sakıncalı olduğuna karar verdi ve yerine bir İç Güvenlik Taburu görevlendirdi. Şunu burada açıkça belirteyim ki bu tabur Kuzey Irak’ta komando taburunu aratmayacak şekilde mükemmel görev yaptı. İç güvenlik taburunu kurup Bitlis’e gönderen o zaman İstanbul’da konuşlu olan 23ncü Tugay’ın Komutanı terörle mücadeleye önem verdiği için, tugayının en seçkin personelini görevlendirmişti, onun için komanda taburunu aratmadı.

Askerlerinin bir kısmı Adapazarı’nda alıkonan bu komando taburu eğitim seviyesi daha düşük olan iç güvenlik taburundan neden daha iyi görev yapamazdı?
Komando taburunun 240 askerinin Adapazarı’nda torpil yapılarak Güneydoğu’ya gönderilmemesi, taburun diğer personeli üzerinde olumsuz moral etkisi de yaratmıştı. Askerler acemi eğitimini beraber yaptıklarından dolayı kayırılan arkadaşlarının kimlerin çocuğu ya da yakını olduğunu çok iyi biliyorlardı. Ayrıca 2ci Piyade Tugayı’nın çaldığı komando askerleri yerine gönderdiği 148 adet ordonat, topçu, piyade gibi çeşitli sınıflara mensup asker de komando erleri ile beraber yapacakları operasyonlarda onlara ayak uydurabilecek eğitim ve fiziki yetenekte değillerdi.
Komando askeri yanı sıra 11 Sıhhiye Eri’nin de Adapazarı’nda alıkonmasına kitabımızda çok tepki göstermişsiniz?
Bunlar “Sağlık Meslek Liseleri” mezunu olup Samsun’daki Sıhhiye Eğitim Merkezinden tertip edilen sağlıkçı personelimizdi.
Operasyonlarda sürekli mayın ve diğer silahlarla ölümün yanı sıra yaralanma riski altındasınız. Doktor müdahale edinceye kadar ya da doktor yanında dağda ilk yardımı yapacak ve özellikle kan kaybından ölüm riskini azaltacak en kıymetli elemanlardır ki, biz bunlara “cankurtaran yarım doktor” deriz. Dağda yakınımızda olması bize güven verirdi.
Adapazarı’nda sağlık tesisi yok mu ki 11 sıhhiye erimize de alıkondu? Bu düpedüz vatan hainliği idi. Bir menfaat karşılığı bu askerleri güneydoğuya göndermekten kaçırma idi, kendisine ait olmayan askerleri çalma idi.
Aralarında bir de asteğmen vardı değil mi?.
Evet! Güneydoğu’da görevlendirilmek üzere “İç Güvenlik Kursuna” tabi tutulmuş asteğmen A.D. de muhasebe biliyor gerekçesi ile Adapazarı’nda bırakılmıştı.

Defalarca 2.P.Tug.K.na ve onun amiri 15nci Kor. K.na oldukça ağır yazılar yazarak komando askerlerimi istedim. 15nci Kor. Komutanı alay komutanlığım görevim bitinceye kadar bilgisi dahilinde çalınan 240 komando askerini göndermedi, 148 acemi askeri de geri aldırmadı. Üstelik personel eksikliğini tamamlamak üzere 2.P.Tugayına gönderilen devre kaybı yani acemi askerliğini de tam yapamamış, aceminin de acemisi 21 askeri daha Güneydoğu’ya PKK ile mücadeleye gönderdi.

Kitabınızda bundan dolayı 240 komando askerinizi çalanları "PKK.ya dolaylı destek vermek" ile suçlamışsınız.

Evet. Terörle mücadele etmek için kurulan bir birliği şu veya bu nedenle bilerek, kasıtlı zayıflatmak hatta görev yapamaz duruma getirmek, PKK ya dolaylı destek vermekten başka bir şey değildir.

Emekliye ayrılmanızın sebebini 15.Kolordu Komutanlığına atanmanıza bağlamışsınız.
Evet. Alayımın komando askerlerinden 240 adedini karpuz seçer gibi seçip “boylarına, mesleklerine, tahsillerine ve bilinmeyen başka nedenlerle Adapazarı kışlasına bıraktınız.” ağır ithamlarda bulunduğum 15.Kor.K.nın Kurmay Başkanlığına atanmam da başka bir skandaldır.

Tayin emri imzalanmadan Tayin Daire Başkanı Tuğg. Hasan Iğsız’a ("Karakol yapacak paramız yok" diyen şimdiki Genel Kurmay İkinci Başkanı) beni başka bir yere tayin etmesi için talepte bulundum, ama tayinim değiştirilmedi.

Kara kuvvetleri Tayin Daire Başkanı bunları bilmiyor muydu?
240 komando askerimin çalınması olayından Kara Kuvvetleri Komutanlığının da haberi olmuş olmalı ki, o zaman Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı olan Doğu Aktulga paşa 18 Temmuz 1995 tarihli çok ağır bir yazı yazarak birlikleri ikaz etmişti.

Ayrıca ben Iğsız paşaya telefonla da gerekçelerimi açıklamıştım. Susturulmam için kasıtlı yapılan tayinim değiştirilmeyince emekliliğimi istedim ve ayrıldım.
Siz emekli oldunuz ama susmadınız.
Evet. Emekli olduktan sonra 3 yıl daha bu skandalın sorumlularının yargıya intikal ettirilmesi için yazılı müracaatlarımı sürdürdüm.
Maalesef Kara Kuvvetleri Komutanlığınca “Başvurularınızdaki iddialar incelenmiş olup, şikayet ettiğiniz konuların verilmiş emirlere uygun olduğu tespit edilmiştir.” diye tek cümlelik yalan bir cevap verildi.
Son olarak da avukat tutarak Genelkurmay Başkanlığı’na müracaat ettim, aynı yalan cevap tekrar edildi ve bu konudaki müracaatlarıma artık cevap verilmeyeceği bildirildi. Nitekim son yazdığım 20 Ekim 1997 tarihli yazdığım müracaata cevap verilmedi.
Sizde bu skandalı 2006 yılında kitap halinde yazdınız. Biraz geç olmadı mı?
Ben daha ziyade bu skandalı profesyonel olarak kitap yazanların yazmasını istiyordum.
Birkaç kişi ile görüştüm. Hiç biri cesaret edemedi. Daha sonra bilgisayar kullanmayı öğrendim ve anılarımı yazmaya başladım. Bu yaşadığım skandal da anılarımın en önemli parçası idi, kendiliğinden gelişti ve anı kitabımda bu skandal ön plana çıktı.
1995 yılında terörle çok ciddi mücadele yapıldığı dönemde dahi, terörle mücadeleyi önemsemeyenlerin, mücadeleyi köstekleyenlerin olduğunu ve hatta daha da önemlisi sizin tabirinizle silahlı kuvvetler içinde dahi PKK’ya dolaylı destek verenler olduğunu iddia ediyorsunuz. Aradan 13 yıl geçti. Terörle mücadele, gene ülkemizin en önemli sorunu. Bir hafta önce AKTÜTÜN baskını ve 17 şehit verilmesi olayı canımızı yaktı. Günümüzde yaşanan terörle mücadeleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Terörle mücadele bir inanç işidir. Önce mensup olduğun milletini ve milletinin yani ailenin ve çocuklarının da üzerinde hür olarak yaşadığı, torunlarının da hür olarak yaşayacağı vatanını seveceksin.

Terör senin vatanını ve milletini yok etmeye çalışıyorsa bu tehlikeyi önlemek için canını dahi esirgemeden savaşacaksın.
Bu uğurda çok sayıda her rütbeden asker, polis ve korucu sıfatı olsun olmasın sivil vatandaşlarımız büyük fedakarlıklarla savaşıyor. Şehit oluyorlar, yaralanıp sakat kalıyorlar. Eşlerini, çocuklarını, torunlarını bu yüce amaç uğrunda kaybedenler vatan sağolsun diyor.
Ama bu yetmiyor! Yönetimde bir zaafımız var olduğu da çok açık. Siyasi olarak zaafımız had safhada. Meclisimizde PKK temsilcileri milletvekilleri de meydanı boş bulmuş terörü siyasallaştırmak için adım adım ilerliyorlar.
Fatih Altaylı DTP kongresini izledikten bir kaç gün sonra 23.07.2008’te “ANKARA’NIN GÖBEĞİNDE KANDİL DAĞI MI VAR?” başlıklı, PKK’nın 20.000 kişi ile devlete meydan okuduğu, 13 şehit,16 yaralı 8 esir verdiğimiz GABAR DAĞI baskınını öven oramar türküsünün sürekli çalınarak gövde gösterisi yaptığını bildiren bir yazı yazdı. Bu kongre KANDİL DAĞI’nda yapılsaydı bundan farklı olmazdı diyerek siyasetten, yargıdan ve de büyük medyamızdan hiç tepki gelmediğini açıkladı.
İşte siyasi durumumuz bu! Askeri durumumuz da pek farklı değil. Silahlı kuvvetler olarak da yönetim zafiyetimiz var ve buna çok acil çare bulunması gerekir.
Çare, silahlı kuvvetlerde terörle mücadeleye inanmayanların, küçümseyenlerin, mücadeleyi köstekleyenlerin ve hatta teröre dolaylı destek vererek vatana ihanet edenlerden hesap sormadadır.

Bir savaşta verilen kararın doğruluğu ancak savaş sonrası elde edilen başarı ile anlaşılır. “Verilen karar doğru idi ama savaşı kaybettik” nasıl denmezse, “verilen karar yanlıştı ama savaşı kazandık” da denmez. Şu an savaşı kaybediyoruz ve “Verilen kararlar, yani bu konuda verilen emirler ve yapılan uygulamalar doğrudur” denemez. Verilen emirler doğru ise emirleri yanlış uygulayanlar vardır. Becerisiz olanları bu görevlere vermemek gerekir, bilerek yanlış uygulayanlardan da muhakkak hesap sorulmalıdır.

AKTÜTÜN baskınına kadar birkaç büyük faciayı hatırlayalım; 1984 Eruh baskınına kadar da geri gitmeyelim.

1- 24 Mayıs 1993’te silahsız korunmasız 90 askerimizi birliklerine sivil otobüslerle sevk edip PKK tarafından kaçırılması ve içlerinden 33’ünün şehit edilmesine neden olan askeri sorumluları hakkında güya yasal işlem yapıldı? Kime ne kadar ceza verildi? Hiç kimseye? O zamanın komutanlarından kim istifa etti? Hiç kimse. Kısaca bu facia örtbas edildi gitti.
2- Bu faciadan 1.5 yıl sonra kitabımın konusu olan 240 komando askeri skandalını yapanlar, bu skandalı örtbas edenler hakkında da bir işlem yapılmadı. Komuta kademesi, hemen hemen aynı. Sanki hepsi birbirinin suçunu, başarısızlığını örtüyor. Skandalın15nci Kolordu Komutanı orgeneralliğe terfi ettirildi, skandalın 1nci Ordu Komutanı da sadece bir yıllığına da olsa Kara Kuvvetleri Komutanı yapılarak ödüllendirildi.
Kitabımda PKKya dolaylı destek verenler ile ilgili 60 sayfa resmi yazışma delillerinin fotokopilerini de ekledim. Haydi 1994-1997 tarihleri arasındaki komutanlar suçu örtbas etti. Kitabı yayınlamadan önce zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e gönderdim; ondan da soruşturma emri çıkmadı.

Sonraki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a Genkur. Askeri savcılığı vasıtasıyla suç ihbarında bulundum. Savcı ihbarı Genelkurmay Başkanına soruşturma emri verilmesi için ilettiğine dair bana yazılı cevap verdi. 2 yıl geçti, soruşturma emri vermeden Yaşar paşa emekli oldu. Sanırım 15 yıllık zaman aşımı süresinin doldurulması bekleniyor.
Hem PKK’ya dolaylı destek ver, hem de orduevlerinde, askeri kamplarda, korunmalı lojmanlarda paşa paşa yaşa; trilyonluk arabalar ile sefa sür; hem de “terörle mücadelede neden başarısız oluyoruz? AKTÜTÜN baskınında neden 17 şehit verdik” diye sebep ara! Kendimizi kandırmayalım. Sebeplerinden en önemlisi, terörle mücadeleyi engelleyen sorumlular hakkında yasal ve idari işlem yapmamaktır.
3- Çok zaman geçmedi, 24 Ocak 1996’da Kulp-Lice-Hani-Genç dörtgeni arasında icra edilen ve genellikle çok başarılı geçen ATMACA operasyonunda, bu operasyona katılan 2nci piyade tugayı tıkama görevi esnasında uğradığı baskında 27 şehit verdi. Vedat YENERER “ATEŞ ORTASINDA” adlı kitabında (sayfa 200-213) bu operasyonda verilen şehitler hakkında şöyle yazmıştı. “Çatışmada sadece bir olayda 27 asker hayatını kaybetti. Bu sayı PKK’nın bir çatışmada öldürdüğü en fazla asker sayısı olarak da tarihe geçti.”

27 şehit veren 2nci Piyade Tugayı, benim alayımın 240 komando askerini çalan Adapazarı’ndaki 2nci Piyade Tugayı idi. 240 komando askeri skandalı hakkında yazdığım yazılar çok rahatsız edici olunca, bu tugay başındaki tugay komutanı dahil bütün personeli ile Güneydoğu’ya gönderilmişti. Ben de Güneydoğu’ya, PKK’ya dolaylı destek veren bir tugay komutanının terörle mücadele için cezalandırma olarak gönderilmesinin doğru olmadığını Genel Kurmay Başkanı İ.H. Karadayı’ya 27 Kasım 1995’de yazmıştım.(Çalınan Komandolar Belge no.24/4)

Bu üzücü 27 şehit verilmesi ile ilgili olarak Karadayı paşanın gazetecilere “terörle mücadelede şehitler verilmesi normaldir” beyanatı üzerine de 12 Temmuz 1996’da bir yazı daha yazdım ve “Bu zihniyette olan birinin sevk ve idaresinde yapılan operasyonda 27 şehit verilmesi, sizin gazetelere verdiğiniz beyanat gibi normal bir olay değil, evveliyatı da düşünüldüğünde başlı başına soruşturulacak bir husustur.” dedim. (Çalınan Komandolar Belge no. 27/5)

Evet! Bu 27 şehit verilmesi olayı da soruşturulmadı. Tugay komutanı hakkında soruşturma açılmasını bir yana bırakınız, ödüllendirildi. Evet şaşırmayınız, 240 komando askerini çalan, ardından birliğini baskına uğratarak 27 şehit verilmesine sebep olan Tuğg.R.A. neredeyse tümgeneralliğe de terfi ettiriliyordu, bir yıl uzatıldı.

Bütün bunların soruşturulması yapılmazsa, şuç yapanın yanında kar kalırsa, PKK’ya dolaylı destek veren paşalar orduevlerinde paşa paşa hala saygın hizmet görürse, AKTÜTÜN baskını neden oldu diye şaşırmamak gerekir.
4- Biraz zaman atlaması yaparak 1 yıl kadar önceye dönelim.
a) 7 Ekim 2007 ŞIRNAK Gabar Dağında pusuya düşen timde 13 şehit verildi.
b) 21 Ekim 2007 DAĞLICA Baskınında 13 şehit daha verildi ve daha kötüsü 8 asker sınır ötesine kaçırıldı.
c) 8 Mayıs’ta AKTÜTÜN karakoluna yapılan baskında 6 şehit verildi.
d) 3 Kasım 2008 AKTÜTÜN karakoluna yapılan baskında 17 şehit verildi.
Bu olayların hepsinin incelenmesi gerekir.
Şırnak Gabar Dağındaki 13 şehit verilmesi olayı bir timin pusuya düşmesi mi? Yoksa baskına uğraması mıdır? Hareket halinde tehlikeli bir bölgeden geçişlerde her zaman pusuya düşme riski vardır ve pusuya karşı da alınacak karşı önlemler vardır. Pusunun ilk saniyelerinde kayıp verilmesi kaçınılmazdır ama 13 şehit verilmesi abartılıdır. Burada üst komutanlığın planlamasında, emir vermesinde ya da emirlerin uygulanmasında, araştırılması, soruşturulması gereken bir hata, bir ihmal olduğu açıktır.
Dağlıca baskını ise baştan sona bir skandaldır. Baskın ile ilgili 9 gün önceden istihbarat alındığı halde, teröristleri tam bir pusuya düşüp imha etme imkanı var iken, tabur komutanı ve bölük komutanları başlarında olmadan sanki pikniğe gider gibi dağa gönderip, baskına uğramasına 13 askerin şehit, 16 askerin yaralanması ve 8 askerin esir edilmesine, PKK’nın Türk Milletini küçük düşürmesine sebep olan komuta kademesindeki bütün subayların Divan-ı Harpte yargılanması gerekirdi(Burada generallerin divan-ı harpten muaf tutulması gibi yanlış bir anlam çıkmasın. İç Hizmet Kanunu 3. Maddesine göre subay; ‘ast.eğmenden mareşal rütbesine haiz olan asker kişidir.’ şeklinde tanımlanmıştır.)
8 askerin esir edilmesi, esir askerlerin PKK’nın TV ve internet sitelerinde görüntü ve beyanları, DTP milletvekillerinin kurtarıcı rolünü üstlenmeleri ile tam bir PKK propagandasına dönüştü, Türk Milleti, Türk Ordusu küçük düşürüldü.
Baskın hakkında 9 gün önceden istihbarat alındığı halde; Dağlıca Taburu komutanının köy düğününde, üç bölük komutanın izinde, istirahatta olması; bölükteki asker sayısının 250’den 80’e indirilmesi nedeniyle nöbetçi erlerin sayısı azaltılıp mevzilerin boş bırakılması, erlerin nöbete el bombasız gönderilmesi, baskına yardım gönderilmemesi gibi hataları yapanlar hakkında çok süratli soruşturma yapılmalıydı, yapılmadı.
Sadece esir askerler iade alındıktan sonra mahkemeye verildi, tutuklandılar, gizlilik kararı alındığı halde içimizi yakan sayfa sayfa ifadeler aylarca basında internet sitelerinde yer aldı. Mahkeme safhası her ne hikmet ise bir kısmı tutuklu bir kısmı tutuksuz devam ediyor.
Tabur komutanı hakkında yapılan işlem ise “Baskındaki ihmallerini kabul ettiği, Genelkurmay’daki komutanlara ve günlüğünü okuduğu şehit bir üsteğmene ağır sözler sarf ettiği konuşması” You Tube’ de yayınlandıktan sonra AFYON’a tayin edilmesi oldu.
Baskından tam 8 ay sonra 25.06.2008’de iyi niyetinden şüphe edilen bir gazetede yayımlanan “Dağlıca baskını 9 gün önceden biliniyordu” haberi şok etkisi yarattı.
Genelkurmay önce sessiz kaldı, sonra "Kendilerine ulaşan her belgeyi doğru kabul ederek yayınlayan anlayış etik, demokratik ve yasal değildir.” diye medyayı eleştirdi. “Gizli Belgenin uyarı amaçlı olduğu ve saldırının asıl amacına ulaşmasının engellendiğini” açıkladı.
Eh pes doğrusu!
9 gün önceden alınan istihbarat üzerine alınan tedbirler ile PKK baskınının asıl amacına ulaşmasına engel olunduğu açıklaması kadar talihsiz bir açıklama olamaz.
13 şehit, 16 yaralı, 8 esir verilmiş ve PKK’nın asıl amacına ulaşması engellenmişmiş!!!

Bu açıklamaya kim inanır? Bu açıklamayı kim ciddiye alır?

Genelkurmay bu talihsiz açıklamayı yapacağına, hiç olmazsa bu skandal basına sızdıktan sonra, tedbir almayan komutanlar hakkında soruşturma başlatacağına, belgeyi sızdıranın kim olduğunu araştırmaya birkaç savcı görevlendirdi ve de gizli haberi bir asteğmenin sızdırdığını buldu.
Bir yazının gizliliği, muhteviyatının güncelliğine bağlıdır. Bu istihbarat yazısı, Dağlıca Baskını oluncaya kadar GİZLİ’dir ve baskından önce basına sızdırılması vatan hainliğidir. Ancak Baskından sonra haber kaynağını deşifre etmiyorsa, haber kaynağı tekrar kullanılmayacak ise gizlilik derecesi artık ortadan kalmış önemsiz bir haberdir.
8 Mayıs 2008’de ki 6 şehit verilen baskından 5 ay sonra tekrar 3 Ekim 2008’de, güpegündüz AKTÜTÜN karakoluna yapılan baskını ve 17 şehit verilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Tam bir facia!
Genelkurmay 2nci Başkanı Org. Hasan IĞSIZ, baskından 2 gün sonra 5 Ekim 2008’de Genelkurmayın şaşaalı salonunda, televizyonun bütün kanallarında yayınlanan, 17 şehit verdiğimiz AKTÜTÜN baskını hakkında basın toplantısı yaptı. IĞSIZ Paşa’nın bu toplantıda söylediği sözlerin çoğu ya yalanlandı ya tenkit edildi ya da kınandı.
“En çok risk altında bulunan ve çok sayıda şehit verilen 5 karakolun inşasının maddi imkansızlıklardan dolayı gecikti” talihsiz sözü de en çok tenkit edilen açıklama oldu.
Göze hemen çarpan tenkitlerde Hava Kuvvetlerine yapılan golf sahaları, Yaşar Paşa’nın aldığı trilyonluk araba başta olmak üzere ordudaki lüks makam araçları, 5 yıldızlı Harbiye Orduevindeki hizmetlerin ücretleri, milyarlarca dolarlık silah alımları (ki bunun içinde hiçbir işe yaramadığı iddia edilen 4 milyar dolara 6 adet denizaltı alımı da var) için yapılan ve yapılacak harcamalar ortaya döküldü.
Sık sık çatışmalara giren Jandarma birlikleri bünyesinde 2 bin 336 makam aracına karşılık sadece 194 tane ambulans olması, daha da kötüsü, arazi tipi ambulansın ise hiç olmaması tenkidi çok çarpıcı idi.
Iğsız Paşa’nın 2nci Ordu Komutanı iken AKTÜTÜN karakoluna üç defa gittiğini söylemesi üzerine “Onun ziyaretlerinden sonra bu karakol 5 defa basılmış ve 44 şehit vermişiz. Karakolun güvenlik zaafını o zaman görmemiş mi?” tenkidine katılmamak mümkün mü?
''Terör örgütü kırılma noktasına doğru gidiyor. Bu sadece bizim düşüncemiz değil'' diye konuşması da hiç inandırıcı bulunmadı.
Teröristler, Ankara’da 20.000 kişi ile Kandil dağındaymış gibi toplantı yapıyor ve teröristler güpegündüz AKTÜTÜN karakolunu basıp 17 şehit veriyoruz. Buna karşılık Iğsız Paşa “terör örgütü kırılma noktasına geldi” diyor.

Iğsız Paşa, Şırnak Gabar Dağında 7 Ekim günü Şehit düşen 13 askerden biri olan Astsubay Ahmet Sarıoğlu’nun Malatya’daki ailesini ziyaret ettiği sırada artan terör olaylarının sorulması üzerine “Şimdi bakın bizi izlemeye devam edin önümüzdeki günlerde göreceksiniz” diye 13 Ekim 2007 tarihinde beyanat vermişti.

Kendisini umutla izliyorduk ki sadece 8 gün sonra 21 Ekim 2007’de DAĞLICA Baskınında 13 şehit daha verildi ve daha kötüsü 8 askerimizin sınır ötesine kaçırılması ile sarsıldık.
Hasan IĞSIZ Paşa’nın basın toplantısı sonrası, Hava Kuvvetleri Komutanının karakol baskını olduğu, 17 şehit verildiği saatlerde Antalya’da golf turnuvasında olduğu ve oyuna devam ettiği haberleri ile sarsıldık.
Hava Kuvvetleri Komutanı, eğer karakol baskını haberini öğrenip de oyununa devam ettiyse çok vahim bir durum! Kendi ifadesine göre eğer PKK baskınını ve 17 şehit verdiğimizden haberinin zamanında ulaşmadığı, ancak akşama doğru haberi olduysa o daha vahim bir durum. Koskoca Hava Kuvvetleri Komutanının savaşa girsek haberi olmayacak, böyle irtibatsızlık olur mu?
Yüce Türk Milletinin göz bebeği ordumuzu yıpratmak için iç ve dış düşmanların hiç boş durmadığı, belli fonlardan beslenen satılık kalemlerin de ordumuzu yıpratmak için iç ve dış düşmanlarla işbirliği içinde, hata ve kusur fırsatı aradığı bilinen bir gerçektir. Ordunun da çok dikkatli olması ve yukarda örneklerini verdiğim skandal boyutlarda yanlış yapanları, suç işleyenleri yani çürük elmaları temizleyerek bu hainlere fırsat vermemesi, golf oynamayı kesip harekatı takip edeceğine, “Ne yapayım AKTÜTÜN’e ben mi gideyim” diye büyük gaf yapan Hava Kuvvetleri Komutanı’mızın da orduyu yıpratmak isteyenlere fırsat vermemek için de istifa etmesi gerekir.

VEEEEE;

NATO macerası
Şubat 1952'deki NATO Lizbon toplantısına NATO tam üye olarak katıldık.
TSK'nın %90'ını NATO emrine verdik.
Bu durum, TSK'nın harekat kontrolünün yabancı ellere bırakılması ve ABD'nin kendi gizli stratejisinin gereklerine göre Türkiye'ye verdiği silahlarla yetinilmesi, Türk ulusal savaş sanayisinin baltalanması sonuçlarını doğurdu.
Türkiye her yıl NATO'ya milli gelirinin %5 ini verirken
Belçika %3,8; İtalya 4,1; Norveç %4; Holanda %4,3'ünü verdi. Biz onlardan zengin miydik?
NATO'ya katıldığımız günlerde ABD'li uzmanlar Türk kurmaylarının komutan niteliğinde değil, karargah subayı niteliğinde hazırlanması telkinlerinde bulunmuşlardı.
Bu plan Türk Genelkurmayı tarafından zaman içinde önlendi. (Geniş bilgi için: Ali Halil, NATO ve Türkiye, Gerçek Y. 1968, s. 166 vd)
NATO üyesi hiçbir ülke, Türkiye gibi silahlı kuvvetlerinin tümünü NATO emrine vermemiştir.
Bunun anlamı, TSK ile ilgili tüm bilgilerin NATO üyesi ülkelerin Genelkurmaylarınca en ufak ayrıntısına kadar bilinmesi ve silahlı kuvvetlerin NATO amaçları dışında kullanılmasında zorlukların yaşanması demektir.

Türkiye bunu Kıbrıs konusunda yaşayacak ve dördüncü bir ordu (Ege Ordusu) kurarak bunu NATO emrine vermeyecektir.
"NATO standardlarına uymak" gerekçesi ile savunma sanayimiz tümüyle ihmal edilmiş, silah konusunda ABD'ye tam bir bağımlılık içine girilmiştir.
Silah sanayisine yeniden önem vermeye başlanması da ancak Kıbrıs konusunda ABD'nin hasmane tavrı görüldükten sonradır. (1)
NATO kuvvetlerinin entegrasyonu, milli kuvvetlerin Amerika emrine verilmesinin aracıdır. (2)
NATO, ABD'nin müttefiklerini takip ve kontrol altında tutabilmek için icat ettiği bir teşkilattır. (3)
1953 yılında NATO daveti ile gittiğim Paris'teki toplantıda NATO Başkomutanı Org. Norstad'a "Türkiye'deki NATO üslerine neden bizim bakanlarla generaller giremiyor?" diye sormuştum.
Norstad şöyle cevaplamıştı: "Onlar NATO üsleri değil ki, Amerika'nın özel üsleri" (4)
Kıbrıs'a silah sevkiyatı konusunda yardım bekleyen TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) liderlerinden İsmail Tansu'ya Deniz Kuvvetleri Komutanı Fahri Korutürk şu cevabı vermişti:
"Donanmamızın tüm gemileri NATO emrindedir. En küçük gemilere kadar hepsinin her an nerede olduğu NATO tarafından izlenmektedir. Herhangi bir gemimiz görev yeri dışına çıktığı vakit hemen anlarlar ve araştırmaya kalkarlar. Bu da silah sevkiyatı faaliyetlerinin açığa çıkmasına neden olabilir. Bu sebeple bir gemi tahsis etmemiz mümkün olmayacaktır." (5)
Jandarma, 1975'te kurulan ve eğitim birimlerinden oluşan Ege Ordusu ve NATO bölgesine girmeyen Kıbrıs'taki silahlı kuvvetler dışındaki tüm kara ve hava kuvvetler NATO emrine verilmiş, deniz kuvvetleri ise bir süre ulusal komutanlık emrinde tıutulmuştur. (6)
"İlk Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, haşhaş konusu yine gündemdeydi. Toplantıda, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı, benim bir bezirgan gibi pazarlık yapmamdan utandıklarını, askerlerimizin giydiği faniladan ayaklarındaki postallara kadar her şeyin Amerika'dan geldiğini, onun için meseleye farklı bir yaklaşımımız olması gerektiğini söylediler" (7)
+++++++++++++++++
Kaynak: Erol Bilbilik, "TSK NATO emrinde, Jandarma değil"
Aydınlık, 23 Kasım 2008
+++++++++++++++++
(1) Toktamış Ateş, Cumhuriyet 25.2 1999
(2) Mümtaz Soysal
(3) E. Hv. Korg. Yaşar Müjdeci
(4) Çetin Altan, Milliyet, 13.12.2004
(5) İsmail Tansu. "Aslında Hiç Kimse uyumuyordu" Ankara Y.
(6) İsmail Soysal, Türkiye'nin Uluslararası Siyasi bağıtları, 1945-1990 Cilt 2 S. 393
(7) Attila Karaosmanoğlu, "İzmir Karşıyaka'dan Dünya'ya" İş Bankası Yay. Haziran 2005 s.265

http://atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=512