Sayfalar

9 Aralık 2008 Salı

KESTANE KABUĞU ve ÖZGÜR RUH

KESTANE KABUĞU ve ÖZGÜR RUH

Kestaneyi okuyanların içinde bilmeyen olduğunu sanmıyorum ya hani,pazar yerlerinde tezgahlarda satılan,odun,kömür sobalarının üstünde kabuklarını çizerek attığımız,kızarması halinde kadife gibi yumuşak,tatlı sert kabuğunu soyduktan sonra zevkle ağzımıza attığımız o tatlı meyve.

Ya da bulunduğumuz şehrin sokaklarında,halkın yoğun olarak bulunduğu yerlerde “kestane kebap yemesi sevap” diyerek,ya bir piknik tüpü üzerine konulmuş bir sacın üzerinde veya küçük bir el arabasının üzerine yerleştirilmiş küçücük kömür mangalının ateşinde kabuğu çatlayıncaya kadar kızartılarak satılan o esrarlı bir tada sahip lezzetli,hoş meyve.

Kestane sokak satıcısının mangalında.....
Ama,o kadife gibi kabuğun verdiği güzelliğin yanında,içini yemesi ise apayrı bir zevk olan kestane meyvesinin yetiştiği ağacın dalında o hale gelinceye kadar o meyveyi koruyup büyüten,ana gibi içinde taşıyan,kirpi gibi dikenleriyle içindeki o lezzetli meyveyi büyütüp besleyen,koruyan yani onun ağaçtan ziyade annesi olan tutanın kanını akıtan bir kabuğu vardır.Hele kestane olgunlaştığında o dikeni kurur ve sertleşir,tutulduğunda toplu iğneden daha keskin bir şekilde parmaklarınızı anlayamadan deliverir de kan içinde bırakır.
Şehirde kestaneyi tezgahlardan veya kestane satıcılarından tüketen bir çok şehirli bu dış kabuktan habersiz olsa da kestanenin dikenli kabuğu kestane kadar gerçektir.

Kestanenin fiyatını da ağaçtan toplanmasından çok o kabuğundan ayıklamaktan ibaret olan işçiliği belirler.Tabiatın yaratıcısı ve düzenleyicisi o meyveyi neden bu kadar korunaklı yaratmış bizler bilimsel olarak halen fark etmiş olmasak da kestane gerçeği böyledir.


Kestane dalında....
1960-70 yılları arasında ben köyümde o zamanlar 30-40 yaşlarında olan,son derece dindar annem ile birlikte, devletin izin verdiği korudan yakacak çalı çırpı kesmek için yedeğimizde bulunan eşekle köy korusuna giderdik.

O zamanlar tüp gaz,doğal gaz, elektrik bizim oralarada yok. Yemek,ekmek pişirmekten çamaşır suyu veya yıkanmak için su ısıtmaya kadar her şey korudan taşınan çalı çırpının yakıldığı, şimdinin sosyetik şöminelerine benzer toprak duvar ve bacalı ocaklık denilen yerlerde,toprak fırınlarda yapılırdı.

Ben de o zamanlar 04-09 yaşlarında bir çocuktum.Küçücük bacaklarımla ona eşlik ederken,eşek yük taşıyacak yorulmasın diye de eşeğe dahi binmez yürümeyi tercih ederdim.

Annem de Kuran okur ama tercüme edemez yani okur yazar olmadığından yeni harfleri yani Latin alfabesini de bilmezdi.Kuran alfabesini de köyün hocalığını yapmış Çanakkale gazisi dedemden, köyün mevlitlerinin kadın hafızı olan anne annemden öğrenmişti.

Kendisi de Kuran,Mevlüt kitapçıklarını bazen de İslam i Kültüre göre hazırlanmış Yıldıznameyi ve insanlara ibret veren çeşitli kitapçıkları,Kerem ile Aslı,Ferhat ile Şirin gibi efsane aşk hikayelerini de köylülere kusursuz okurdu.

Yıldızname İslami anlayışa göre zamanın din adamlarınca yazılmış bir çeşit fal kitabıydı.

Köyde hasta,ölüm döşeğinde biri varsa en çok çağrılan birkaç kişiden birisi de annemdi.Çoğunlukla da gençliğine rağmen, okuduklarının da etkisi ile yaşlılığını düşünürdü.

Çünkü,95-100 yaşlarındaki dul kayın validesine yani babaanneme o bakmaktaydı.Babaannemin babamdan başka üç kızı bir oğlu daha vardı.İçlerinde gündelikçilikle geçinmek zorunda kalmış olan en küçük çocuğu babamdı.

Diğerleri ne yazık ki vefasızdı.1973’de 103 yaşında öldüğünde yanında sadece annemi ve babamı görmek istemiş diğer evlatlarını da kovmuştu.


İşte o ölmeden önceki 10 yıl içinde annem köyümüzün dağlarında da bol olan bu kestaneden bana sürekli ibret hikayeleri anlatırdı.

-Oğlum,kestane kabuğunu beğenmezmiş.

-Anne bu ne demek?

-Oğlum,gün gelecek,ben de babaannen gibi yaşlanacağım,yüzümün ve vücudumun derileri sarkacak,dişlerim,saçlarım dökülecek, ağzımın suyu akacak,lokmalarımı çiğnerken ağzım şapırdayacak,bilmediğim hastalıklara yakalanacağım,işte o zaman sen veya kardeşlerin de, ne beni ne babanı istemeyeceksiniz.Bir an önce ölelim diye dua edeceksiniz.

-Anne olur mu öyle şey?Ben sana ölünceye kadar bakarım.Babaannemin çamaşırlarını nasıl yıkıyorsan ben de senin çamaşırlarını yıkarım ya da evlenirsem eşime yıkatırım.

-Yaa,şimdi küçüksün muhtaçsın bana,her şeye evet dersin o zaman geldiğinde görüşürüz.

-Ben kestanenin kabuğunu beğenmediği gibi nankörlük yapmam.Kestaneyi dikenli kabuğu korumasaydı onu kurtlar,böcekler yerdi.O güzel parlak pürüzsüz cildi olmazdı.Şimdi sen beni koruyorsan ben de seni koruyup bakacağım.Hem de ikinizi de.

-Oğlum,bu işler öyle olmuyor,ileride ya sen ya da karın istemez,çocukların şikayet eder,sonunda bizi bir uçurumdan aşağı kaldırıp atarsınız.

-Nasıl olur anne?

-Oğluuum,olur olur böyle şeyler.

-Dinle bak oğlum;

-Zamanın birinde,senin gibi annesini çook ama çoook seven iyi kalpli yakışıklı,akıllı,güzel bir çocuk varmış.Gün gelmiş,çocuk büyümüş,güzel,sevdiği bir kızla evlenmiş,boy boy, sağlıklı çocukları olmuş.

Gün gelmiş,babası ölmüş,onu mezarlığa gömmüşler.Allah rahmet eylesin.Ama annesi, ömrü varmış yaşamış.Derileri buruşmuş, güçten düşmüş,saçları,dişleri dökülmüş,ağzını şapırdatmaya,altına çişini kaçırmaya başlamış.Gelin kız dayanıklıymış.Yine bakmış.

Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte kadın ölmemiş üstelik,hafiften bunamış,akıl bütünlüğünü de kaybedip olur olmaz konuşmaya ev . halkını rahatsız etmeye başlamış.

Bu da yetmemiş,büyük aptestini de altına kaçırmaya başlamış.Artık eşi dayanamaz olmuş.Gün gelmiş ve....

-“Ya annen ya da ben” demiş kocasına.

Adam ne yapsın? Doluya koymuş taşmış,boşa koymuş dolmamış,bir türlü sorunu çözememiş ve eşine;

-“Bu kadın benim annem,varlığımı ona borçluyum.Ne ondan ne de senden vazgeçerim.Seninle de bu günkü huzurumu buldum.Bu yüzden,derdi sen çıkardın çareyi de sen bul,günahı senin boynuna” demiş.

Kadın da artık yaşlı kayın validesinin halinden çok muzdarip olduğundan kurtulma isteği ağır basmış ve çözümünü söylemiş.

-“Bak,herif,anneni alıp köyün şu kadar uzağındaki yardan aşağı atacaksın.Sonradan çıkıp geri gelmeyeceğinden emin olmam için de kalbini söküp bana geri getireceksin tamam mı? Yoksa beni unut” demiş.

Adam biraz eşine hak vermesinden,biraz kaybetme korkusundan mıdır nedir gitmiş annesini o uçurumdan aşağı atmış,cesedinden de kalbini çıkarmış bir bez torbaya koymuş ve uçurumun üstündeki yola çıkmaya başlamış.

Uçurum çok dik olduğundan bir yerde yaptığının verdiği vicdan azabının da eklenmesiyle olsa gerek dikkati dağılmış ve ayağı kayıp aşağıya yuvarlanmış.

O esnada taşlara çarptığında acıdan “ahhh” diye bağırdığı anda,torbasındaki annesinin yüreğinden bir ses gelmiş;

-Amam oğlum,kendine dikkat et bir şey oldu mu,canın çok acıdı mı? YAVRUUUMMMM!!!!

Bu ses adamı iyice pişmanlığa itmiş.O halde ana yüreğinin halen onu koruması adamı öyle duygulandırmış ki o an kendisini yaptığından dolayı öldürmek istemiş.

Onu da beceremeyince eve gelir gelmez bu suçu işlemeye teşvik eden eşini öldürmüş.

-İşte oğlum kestane kabuğunu böyle beğenmez olur.Kestaneyi bağrında yaratıp büyüten o kabuğu,doğduktan sonra o güzel pürüzsüz kabuğuna bakan kestane işte böyle beğenmez olurmuş.Siz de sonunda böyle olacaksınız.Ama ben annem ve babama baktım,benden hoşnut öldüler,bütün yaptıklarına rağmen babaannene de bakacağım ki siz de belki beni örnek alırsınız.

Annem dediğini yaptı,şimdi Tanrı ona da uzun bir ömür biçmiş olsa ki hala yaşıyor.Ama asla ne benim ne de kardeşlerimin yanına sığınıp kendisine baktırmak istemiyor.

O ve babam gerçek bir özgür ruh.

Bağımlılık,minnet etmek asla onlara göre değil.85 yaşında halen dimdikler.Bu bayram sonrası benimle kalmayı düşüneceklerini söylediler ya bu kaçıncısı.....

Onlar,kafaları yere vursa da “elimi tut” demeyenler.

Ben on beş yıldır yalvardım ama bana da evet cevabı hiç vermeyenler.

Ben de annem ve babam gibi kabuğunu beğenmeyen kestane olmadım ama hiçbir kabuğun da kestanesine “eyvallah “ etmediği gibi onlar da ne bana ne da diğer kardeşlerime “eyvallah” etmiyorlar.Gelip kalıyorlar ve sonra yine kendi ocaklarına dönmek için her şeyi de yapıyorlar.

Tek söyledikleri ise;

-“İnsan eti ağırdır,biz kendimize yetmediğimiz zaman telefon kadar yakınız.”

Kestane kabuğu ve Özgür ruh bu olsa gerek.

Peki ya sizlerin durumu nasıl?

Bayramda anne ve babanızı aradınız mı?

Hepinizin bayramı kutlu olsun!!!!!

Keykubat

Not:Bu konuyu haddim olmadan,yeni yetişen gençlere ve ibret arayan insanlara ithaf ettim.Belki bir faydası olur da sokaklara atılan insanların sayısı düşer diye umdum.

Memur maaşım dışında hatırlı bir gelirim olsaydı,bir yığın saçma prosedürler yüzünden huzur evlerine,çocuk esirgeme kurumlarına yatıramadığımız için Polis Karakollarında sabahlara kadar karnını doyurup ısıttıktan sonra sabah görev teslimi öncesinde yine o soğuk ve acımasız yaşamın sürdüğü sokaklara terk etmek zorunda kaldığımız sayısız çocuk,kadın ,erkek,yaşlı ve genç toplumdışı insanlar için tüm masrafı benden olmak üzere birkaç huzur evim olurdu inancındayım ama bu güç de ne yazık ki bende hiç olmadı.

Umarım bir gün gerçek anlamda sosyal bir devlet olur.

Yoksa Prf. Osman Altuğ hocanın dediği gibi “SOS-YAL” devlet yani, bir yanda “SOS” yiyenler,diğer yanda da “YAL” yiyenlerden ve onu da bulamayanlardan ibaret bir “sosyal devlet” Türkiye Cumhuriyetini de,benzeri diğer devletleri de geçmişteki diğer devletler gibi tarihin derinliğine gömecektir.


Sosyal devlet veya Şeriat adaleti devleti, devlet desteği ile televizyon kanallarında iki saatte 20.milyar kazanıp, dört fakire iki tas çorba içirip reklam eden derviş kılıklı proflar ile;

Veya "Allah" adı ile halkın oyunu alıp iktidar olunca,kendi evlatlarına Amerika Başkanı G.W.Bush'un güçlü kollarında askerlikten muaf,deniz nakliye şirketleri ile lüks yaşam sağlarken;

-halktan da partilerine gelip yalvarmış olan gariplere seçim zamanları bir çuval kömür ve bir kaç poşet iane ile tekke ve manastır kültürü altında sadaka vermekle;

-ya da "demokrasi özgürlük" deyip de kendi ırkından,soyundan,tarikatından olanlara devlet kapısını açıp diğerlerine kapatan,her gün vatan evlatlarını terör,anarşi,yokluklar yüzünden birbirine kırdıran siyasi ve sinsi din ve demokrasi tüccarlarlıkları ile gerçekleşmez.

Demokrasi ve adalete inanan gerçek halk adamlarına değer vermekle,onları başa getirmekle olur.

Yoksa bulun,yaratın veya siz olun ve adamınızın da ardında durun.

1000 yıl kadar önce, İmam Gazali’nin dediği gibi;

“İnsanlar dinsiz yaşayabilirler ama ADALETSİZ ASLA”

Hiçbir dayanışmanın olmadığı,parası için her türlü ahlaksızlık ve şerefsizliğe göz yummanın marifet sayıldığı bu asır iyi bir asır değildir.

Saygılarımla......

Gene Keykubat...................