Sayfalar

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Ankara'da bomba ve Mesajı

Ankara'da bomba ve Mesajı

Ankara'nın Ulus semtinde Anafartalar çarşısında meydana gelen canlı bomba olayında 1.Pakistanlı (Savunma Sanayii Fuarına gelen katılımcılardan) 5 Türk vatandaşı toplam 6 kişi öldü,80 cıvarında yaralı verdik.

Bu gün PKK koordinatörü olarak atanan E.Başer paşanın da tam hükümet tarafından azledildiği gün.Arabuluculuk görevini sözde ordunun baskısı ile yerine getiremediği için bu mekanizma kilitlendi.Sorumlu olarak da Ordu gösterildi.Bu da orduya açık bir tehdit diye düşünüyorum..Bu resmen tehdittir,başka bir şey değil.Seçim zamanı yaklaştıkça bu tür olayların olacağını bekliyordum.Şimdi bu tahminim gerçek oldu.İnşallah diğerleri gerçekleşmez.

Saddam'ın ordusundan elde edilen 64 ton A4 patlayıcının en az 1.tonu ülkemizde bu günler için saklanıyor olması kuvvetli bir ihtimal.

Geçen İzmir Mitingi öncesi bisiklet selesinde patlatılan bombanın arkasından ,artık ortamın ısıtılmak istendiğini gösteriyor.Herkes sokakta kendine dikkat etsin.Ailesini uyarsın.

Ülkenin parçalanmasını masalarda kabul ettiremeyenler sırası ile ülkeyi önce mevcut terör örgütü kanalı ile teröre, ve devlet idarecilerine karşı güvensizliğe itecekler.Bunların biri var, ikin cisi de hükümet eliyle resmen uygulamada.Ancak,mitinglerle biraz engellendi.Bu da onun tehdidi.

Kıbrıs,Irak ve dış Türkler meselemiz olmayacak,ülkemizin 8-10 parçaya bölünmesine razı olacağız,inançlarımızı da onların istediği gibi inanacağız."La ilahe İllallah" diyeceğiz ama "Muhammed en ResulALLAH " diyemeyeceğiz.Çünkü bu onların inançlarına saygısızlık oluyormuş.İşte dayatılan ılımlı islam.İşte bombaların sebebi.

Bu şartları kabul eden de,millet adına karar verdiğini söyleyen de,Amerika'da eğitime başlamış olan "ılımlı islam imamlarını,ülkedeki misyoner faaliyetlerini kabul edip uygulayan, dindar olduğunu söyleyen AKP,buna karşı çıkan da "din düşmanı ilan edilen solcular ile Asker.

Karar yüce milletin.Bunları destekleyen herkes en kısa zamanda başlatılacak bu ölüm ve kan kokulu geleceğe,sevdiklerinin kaybına evet demiştir.

The Kerkuk

Filmin yapımcısı ve oyuncusu değişti senaryo hep aynı kaldı.
18.02.2007 14:31

İşte Soner Yalçın'ın yazısı;
Tarih: 13 Şubat 1925.
Dinsel ve milliyetçi Şeyh Said isyanı başladı.
Ayaklanma iki ayda bastırıldı. İç savaşın Türkiye’ye bedeli ağır oldu; Musul-Kerkük kaybedildi.
Hikáye bilindik, bilinmeyen dünün bugüne ne çok benziyor olduğu...
FİLMİ, Şeyh Said ayaklanmasından iki yıl önceye giderek başlatalım:
Lozan Konferansı’na katılan Türk heyetinin elinde üç sayfalık 14 maddeden oluşan talimat vardı.
Birinci madde, Irak sınırıydı; Süleymaniye, Kerkük ve Musul mutlaka geri alınacaktı.
Çünkü:
Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren Mondros Antlaşması’na (30 Ekim 1918) göre, bu sancaklar Osmanlı Devleti’ne bırakılmıştı. Ancak iki hafta geçmiş, İngiltere bir oldu bittiyle buraları işgal edivermişti!
Lozan Konferansı’nda İngilizlerin tüm stratejisi petrol üzerineydi... Daha konferans başlamadan, İngiliz, Fransız ve Amerikan petrol şirketleri, Londra’da Mezopotamya petrollerini müzakere etmişlerdi.
Bu toplantının başkanlığın ise Irak hükümeti adına Osmanlı Mebusan Meclisi eski üyesi Sasson Haskail Efendi yapmıştı!
Lozan Konferansı bu havada başladı. Türk Heyeti Başkanı Dışişleri Bakanı İsmet (İnönü) Paşa, önce duygusal konuşmalarla İngilizleri iknaya çalıştı:
"Türkiye yoksul bir ülkedir, petrole ihtiyacı vardır..."
Bu sözler, bir petrol şirketine ortak olan İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’u nasıl etkileyebilirdi ki?
Zaten, Bonar Law Hükümeti, İngiliz heyetine kesin talimat vermişti; Musul-Kerkük konusunda tartışmaya bile girmeyeceksiniz!
KERKÜK 11. YÜZYILDAN BERİ TÜRK
Türk heyeti toplantılarda, "Bu topraklar 11’inci yüzyıldan beri bizimdir" gibi tarihi gerçekleri anlatarak İngilizleri iknaya çalıştı. Bölgenin nüfus sayım sonuçlarını sundu: 263 bin Kürt, 146 bin Türk, 43 bin Arap, 18 bin Yezidi, 13 bin gayrimüslim...
İngilizleri, kendi belgeleriyle, kaynaklarıyla vurmaya çalıştı.
Öyle ya, onların Britannica Ansiklopedisi bile Türkler ile Kürtlerin Turani iki kardeş kavim olduğunu yazmıyor muydu?
Türk heyeti iyi niyetini hep korudu; her iki halkın bir arada yaşamak istediklerini; inanmıyorlarsa referandum yapılabileceğini ileri sürdü.
Türkiye ne kadar tarihten, kardeşlikten, istatistiklerden bahsetse de İngilizlerin kafasında sadece tek bir düşünce vardı; petrol!
Bu nedenle, konuyla hiç ilgisi olmamasına rağmen, bir gün birdenbire Türklerin Ermenilere çok eziyetler yaptıklarını gündeme getiriverdiler!
Lozan’da toplam 8 ay süren görüşmeler sonucunda, Türkiye ve İngiltere uzlaşamadı. Konferans, sınır meselesini iki ülkenin kendi arasında halletmesine karar verdi.
Eğer her iki ülke, öngörülen 9 aylık sürede anlaşma yoluna gitmezse, mesele, Milletler Cemiyeti Meclisi, -bugünkü adıyla Birleşmiş Milletler’e- götürülecekti.
İNGİLİZLER: HAKKÁRİ’Yİ DE İSTERİZ
Lozan Konferansı’ndan sonra Türkiye ve İngiltere arasında ikili görüşmeler İstanbul’da başladı.
İngiliz heyetinin başında bu kez, Irak Yüksek Komiseri Sir Percy Cox vardı. İngilizler bu konferansta da, çözümsüzlüğü derinleştirmek için, yeni bir diplomasi taktiğini uyguladılar: Türkiye’den, -Musul’un komşusu- Hakkári’yi istediler!
Ve... Hay aksi, tam o günlerde Hakkári’de Nasturi Ayaklanması (12-28 Eylül 1924) başlamasın mı? Bakın şu kör talihe!
Şaka bir yana, bırakın kışkırtmayı, İngilizler isyanı havadan bile destekledi...
İngilizlerin oyunu hep benzerdi: Böl-yönet!
Petrol için önce Arapları ayaklandırmışlardı.
Şimdi sırada Kürtler vardı...
İngiliz istihbaratçıları; Albay T.E. Lawrence Arapları, Binbaşı E.W.C. Noel ise Kürtleri kışkırtıyordu...
Bu arada İngilizlerin, Araplarla Kürtleri de birbirlerine düşürdüklerini eklemeliyim.
ATATÜRK ÇİZMELERİNİ GİYİYOR
İstanbul’daki Türkiye-İngiltere ikili görüşmelerinden de sonuç çıkmadı.
Dolayısıyla, Irak sınırı meselesi Milletler Cemiyeti Meclisi’ne gitti...
İşin garip yani; bu mecliste İngilizlerin büyük ağırlığı vardı ve aksiliğe bakın ki, Türkiye cemiyete üye bile değildi...
Milletler Cemiyeti Meclisi, İngilizlerin isteği doğrultusunda üç kişilik bir komisyon kurma kararı aldı. İsveçli T. Wirsen, Macar Kont Teleki, Belçikalı Albay Poulis’ten oluşan bu heyet, her türlü yazışma ve soruşturma yapma yetkisine sahipti.
Bu komisyonun yaptığı ilk çalışma, Musul ile Hakkári arasına geçici bir çizgi çekmek oldu. Daha Türkiye’yi dinlememişlerdi bile.
Batı’nın bu kibirli, Türkiye’yi hor gören anlayışı Ankara hükümetini çileden çıkardı.
İngiliz istihbarat raporlarına göre, Mustafa Kemal asker çizmelerini tekrar ayağına geçiriyordu.
Atatürk, Irak’a müdahale etmeye kararlıydı...
Ve yine bir aksilik çıktı; ne oldu dersiniz?
Bu kez 14 ili kapsayan Şeyh Said isyanı başladı...
Türkiye, Kuzey Irak’a askeri operasyon yapamadı; içe döndü; binlerce asker ayaklanmayı bastırmakla görevlendirildi...
Ankara’nın, Türklerle Kürtlerin kader birliği içinde bulunduğunu söylediği bir dönemde, bu ayaklanma İngilizlerin elini güçlendirdi. "Hani siz kardeştiniz, bakın şu anda bile savaştasınız" dediler.
Ve, Milletler Cemiyeti Meclisi, Musul, Kerkük ve Süleymaniye’yi İngilizlere verdi...
The End. Çünkü yukarıdaki tarihi film bir İngiliz yapımıdır...
Vizyondaki yeni filmin yapımcısı ve oyuncuları kim acaba?..
Kürt ayaklanmalarında ’Halidiye Ekolü’ etkisi
NAKŞİBENDİLİĞİ Kürtler arasında yaygınlaştıran din adamı, Kuzey Irak Süleymaniye doğumlu Mevlana Halid-i Bağdadi (1776-1826) idi.
Araştırılması gerekiyor; Mevlana Bağdadi’nin halifeleri ve müritlerinin bir kısmı neden hep dinsel-milliyetçi hareketlerin içinde olmuşlardı?
Sorumuzu birkaç örnek olayla açalım:
Şeyh Said’in dedesi Şeyh Ali Septi, Halid-i Bağdadi’nin halifelerindendi. Halife Şeyh Ali Septi’nin torunu Şeyh Said, Kürt Azadi Cemiyeti’nin başkanıydı.
Adıyla bilinen ayaklanmanın lideriydi. "Emirülmücahidin, Mehmet Said’un Nakşibendi El-Halidi" imzasını kullanması dikkat çekici.
Halid-i Bağdadi’nin bir diğer halifesi Nehri’li Seyit Taha’nın torunu Seyit Abdulkadir ise Kürt Teali Cemiyeti’nin başkanıydı.
Mustafa Kemal’in Nutuk’ta yazdığına göre, Koçgiri İsyanı’nın elebaşısıydı.
Her iki torun da idam edildi.
Bitmedi...
Menemen ayaklanmasını organize ettiği için idam cezası alan Musul-Erbil doğumlu Şeyh Muhammed Esad Erbili’nin dedesi Şeyh Hidayetullah da, Halid-i Bağdadi’nin halifelerindendi.
Bugünden de bir örnek vermek gerekiyor:
Halife Seyit Taha’nın icazet verdiği Taceddin Efendi, Musul’a bağlı Barzan Köyü’nde yaşıyordu ve bugünkü KDP’nin başındaki Mesut Barzani’nin büyük dedesiydi.
Barzaniler’in hep ayaklandığını biliyoruz.
Araştırılması gereken bir soru: Mesut Barzani Güneydoğu’daki hangi Nakşibendilerle yakın ilişki içindedir?
Şeyh Said’in mezarı nerede
ŞEYH Said ve 46 arkadaşı, 28 Haziran 1925’te gece yarısı Diyarbakır’da "İngiliz ipiyle" asılarak idam edildi.
Cenazeler ailelere teslim edilmedi. Sadece, Eşref Cengiz’in (CHP-AP milletvekilliği yaptı) dedesi Şeyh Şemseddin’in naaşı ailesine verildi.
Diğerleri bilinmeyen bir yere gömüldü.
Bu yer hálá bilinmiyor...
İddiaya göre, Diyarbakır’da şehri boydan boya kaplayan surların dört ana kapısından biri olan Dağkapı’daki devlete ait boş araziye gömülmüşlerdi.
Cenazelerin bulunduğu bu arazinin bir bölümüne önce halkevi yapıldı.
DP döneminde halkevi kapatıldı, sinema yapıldı. Yenişehir Sineması’nın iki bölümü vardı; yazlık-kışlık.
Yazlık sinemanın arkasında makine dairesinin yanındaki bir tür çitlembik ağacı olan dağdağan vardı. Sinemaya gelenler, Şeyh Said’in bu ağacın altında yattığını söylüyorlardı.
Yeşil alan olarak gösterilen bu araziye Alman Hastanesi inşa ediliyor.
İnşaatı yapan DYP Diyarbakır İl Başkanı, müteahhit Galip Ensarioğlu. Ensarioğlu, cenazelerin bu arazide olmadığını söylüyor. "Olsa hafriyat sırasında kemikler çıkardı" diyor.
Onun iddiası, mezarlar kendi inşaatları ile Astsubay Orduevi arasındaki küçük ara bölgede. Gelen bilgilere göre, Şeyh Said ve arkadaşlarının mezarları, Astsubay Orduevi duvarının tam dibinde.
Ne ilginç:
İki Said; Said-i Nursi ve Şeyh Said...
İkisi de Kürt; ikisi de din adamı; ikisinin de binlerce müridi var ve ikisinin de mezarı kayıp...
82 yıllık derin sır
İdam edilen Şeyh Said ve 45 arkadaşının cesedi, Diyarbakır Dağkapı’da inşaatı halen süren Alman Hastanesi ile Orduevi arasında kalan bu arazinin altında. Bir diğer iddiaya göre, Astsubay Orduevi istimlak duvarının hemen dibinde.
Şeyh Said’in sosyalist torunları
ŞEYH Said’in torunları-akrabaları arasında Türk siyasi hayatının yakından tanıdığı, genellikle sağ partilerde bulunmuş politik isimler var: Abdülmelik Fırat (DP-DYP), Fuat Fırat (MSP- RP), Ali Rıza Septioğlu (AP-CHP-DYP), Mahmut Sönmez (ANAP), Abdulillah Fırat (RP), Muhammed Akar (AKP)...
1925 ayaklanması kararı, Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdurrahim’in Piran’daki evinde alındı.
Şeyh Abdurrahim, ayaklanmadan sonra Suriye’ye kaçtı. 12 yıl sonra Türkiye’ye döndü. Bismil’in Salat Köyü’nde güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada 11 arkadaşıyla birlikte öldü.
Şeyh Abdurrahim Piran’ın varlıklı ailelerinden Hasan Ağa’nın kızı Medine ile evliydi; üç oğlu vardı; Zülküf, Fevzi, Şahabettin.
Zülküf Bilgin, 1950-1960 yılları arasında önce Demokrat Parti’den, sonra Hürriyet Partisi’nden Diyarbakır Belediye Başkanı oldu.
Zülküf Bilgin’in iki oğlu oldu; Abdurrahim ve Behram.
Yılmaz Erdoğan’ın eşi Belçim, inşaat mühendisi Abdurrahim Bilgin’in kızıdır...
Behram Bilgin ise elektrik mühendisi oldu.
Her iki kardeş de Ankara’da, Abdullah Öcalan’ın da içinde bulunduğu sosyalist hareketler içindeydi.
Şeyh Abdurrahim’in ikinci oğlu Öğretmen Fevzi Bilgin de sosyalistti, Diyarbakır TİP listesinden aday oldu.
Fevzi Bilgin’in oğlu Samet, 12 Eylül döneminde TKP-ML davasından yargılandı, hüküm giydi. Samet Bilgin bir ara, Barış Partisi yönetimindeydi.
Diyarbakır TİP İl Başkanı Tahsin Ekinci, Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Tahir’in kızıyla evliydi.
Şeyh Said’in "Mehdi" diye bilinen kardeşi Muhyettin Aygören, Elazığ’da TİP’i destekledi. Oğulları Hüsamettin ve Fehrun uzun yıllar Dicle Belediye Başkanlığı yaptılar.
Şeyh Said’in torunu Kasım Fırat, Murat Karayalçın’ın başında olduğu SHP’nin kurucusudur.


22.5.2007

Bu konuyla ilgili olarak aşağıya Soner Yalçın'ınaşağıdaki yazısını ekledim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.