Sayfalar

6 Şubat 2016 Cumartesi

ŞEHİTLER NEREDEN GELİYOR


ŞEHİTLER NERDEN GELİYOR?



06 Şubat 2016 tarihli “Sputniknews.com” internet sitesinin haberinde, geçtiğimiz Perşembe günü “Arap İslam Doğu Entitülerinin idarecilerinden Boris Dolgov, Sputnik radyosuna verdiği mülakatta Türkiye’nin Suriye’ye girme olasığığının yüksek olduğunu söylemiş.

Suudi Arabistan savunma bakanı danışmanı general Ahmet Aşiri’nin Suudi ordusnun Suriye’ye karadan giriş yapacağı açıklaması da Rsuya savunma bakanlığı sözcüsü İgor Konashenko tarafından dile getirilmiş.



Aynı haberde, Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın da, Suudi Arabistan ile Türkiye’nin kökten dinci İslamcı örgütleri desteklediklerini söyledikten sonra, “Amaçları Suriye’ye Sünni bir idare getirmektir. Bu Türkiye ile Suudi Arabistan’In ortak amacıdır. İlave olarak Türkiye’nin Suriye’Nin topraklarından bir kesimi topraklarına katarak Osmanlı imparatorluğunun parçası olan Türkmenleri oraya yerleştirmeyi istediğini belirten açıklamasına yer vermiş, Türkiye’Nin Rusya varlığını göz ardı ederek yapacağı hareketin karşılıksız kalmayacağına dair açıklamalarla haber devam etmiştir.



Aynı internet sitesinde yayınlanan Kürt medyasına dayandırılan 21 Ocak 2016 tarihli haberde, Türkiye’nin göstermelik Işid’i engelleme amaçlı olarak Salı günü Suriye’ye girdiği, Kürt birliklerini sınırdan uzak tutmak için operasyon yaptığı haberi Sputnik Brezilya ajansına dayandırılmıştır.

Aynı haberde Kürt Hawar News haber ajansının linki verilerek “1000 kadar Türk askeri birliğinin, IŞİD mayınlarını temizleyerek askeri araçlarıyla Halep’in içine kadar girdiği yazılmış ve haber, bu konuda Tayyip Erdoğan’ın Cerablus’ta Daiş’e, YPG’ye karşı koalisyon güçlerince operasyon yapılacağı açıklamasını eklemiş ve haber devam etmiş.



Bizim basınımıza bu gün sızanlara göre de Suriye’ye girilmesi endişesi dile getirilmiştir.



Suriye ordusunun Rus savaş uçaklarının desteğiyle Halep’i vurmasının ardından bölgede sıcak saatler yaşanıyor.



Suriye ordusunun Rus savaş uçaklarının desteğiyle Halep'i vurmasının ardından bölgede sıcak saatler yaşanıyor. Rusya, Türkiye'nin Suriye'de askeri operasyon düzenlemek için hazırlık yaptığını iddia ederken Suudi Arabistan ise Suriye'ye yönelik kara harekatına hazır olduklarını açıkladı.



Rusya, Türkiye'nin Suriye'de askeri operasyon düzenlemek için hazırlık yaptığını iddia etti. Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü Igor Konaşenkov, “Türkiye’nin bağımsız bir ülke toprağında, Suriye’de askeri operasyon için yoğun hazırlıklar yaptığına ilişkin önemli nedenlere dayanan şüphelerimiz var” diye konuştu.



Oda Tv internet gazetesinin “Türkiye Savaşa mı giriyor?” başlıklı haberinde;

Suudi Arabistan ve Türkiye'nin Suriye'de kara operasyonuna hazırlandığı iddiasına Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim bu niyeti olanların "tahta tabutlarda" geri dönecekleri yanıtını verdi.  Muallim "Kimse Suriye’ye saldırabileceğini ya da onun egemenliğini ihlal edebileceğini düşünmesin zira sizi temin ederim ki ister Suudiler ister Türkler olsun saldırgan ülkesine tahta bir tabut içerisinde döner” dedi.



AKP Sözcüsü Ömer Çelik, dünkü açıklamasında büyük bölümünü YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Fırat’ın batısına geçtiğinin tespit edildiğini söylemişti. YPG’nin Fırat’ın doğusuna ilerleyerek Tişrin Barajı bölgesini ele geçirdiği yönündeki iddialara yanıt veren Çelik, “Fırat’ın batısını yakinen takip ediyoruz” demişti.



Buraya kadar basında, ülkemizin üstü kapalı şekilde Suriye’de bir operasyon yaptığı ve NATO operasyonlarına destek verdiği gerçeğine bakarak ta bunun mümkün olacağı tartışma götürmemektedir.



Bunların ışığında benim aklımı karıştıran konu ise, 13 yıldır AKPKK koalisyonu nazar değimesin denilecek tarzda iyiyken birden başkanlık uyuşmazlığının PKK’nın cemaat ile ortak harekete geçmesinin ardında ne olabileceğidir.



AKP, kendi seçmenine ülkeyi savaşa sokmayacağına dair çok büyük güvence verdiğinden midir yoksa, kocabaş devletleri kızdırmama siyasetinden midir nedir ama ikisi de olabilir, bu amaçla üstü örtülü bir şekilde ülkeyi savaşın içine soktuğunu gizlemektedir.



Oysa ABD dış işlerinden John Kerry daha bir kaç önce gelmiş ve ülkemizden ayrılıp Paris’e gittiğinde, Türkiye ile ABD’nin karadan Suriye’ye gireceğini açıklamıştı.

Daha sonra karşılıklı gitgeller yaşanmış, en sonunda başbakan Ahmet Davutoğlu, genelkurmay başkanı Hulusi AKAR paşayı da yanına alarak Suudi Arabistan’a gitmiş ve 300 adımlık bir proje hazırladıkları açıklanmıştır.



Doğrudan bir dünya savaşına neden olmamak için ABD-NATO koalisyonu ve onlara muhalif olarak Rusya, Çin, Kuzey Kore ve onlara katılan toplam on kadar ülke Suriye’de güç bulundurmaktadırlar.



Peki Türkiye ile Arabistan ikisi Suirye’ye girince kimle savaşacaklardır? Beşar Esadn Suriye ordusuyla mı?

Hayır.



Son iki günde facebook sayfalarına ulaşan paylaşımlarda, Türkiye’nin Suriye’ye giriş yaptığı, Rus birliklerinin ağır silahlarla Türk askeri birliklerini yok ettikleri ve Suriye’nin de Halep’i ele geçirdiği bilgisi yayıldı.

O günlerde de şehit haberleri birden, “11” olarak açıklanmış ve malum PKK’nın özerklik amaçlı şehir savaşlarına karşı verilen mücadelede öldürüldükleri belirtilmiştir.



Evet, ciddi olarak güneydoğumuzda bir cehennem ateşi sürekli alazlandırılmaktadır ve güvenlik güçlerimiz de kayıp verilmektedir.



Ama, şeytan işte sorduruyor?



Bu hareket "Suriye'ye girmeme
nedeniyle mi yapıldı?
AKP’nin, birden başlayan terör örgütü ile çatışma süreci, gizli yapılan Suriye savaşından gelecek ölümlerin üstünü örtmek ve terör olaylarına mal ederek, komşu ülkeyle yapılan savaşı maskelemek amacıyla mı yaratılmıştır, dedirtmektedir.



Bu konuda iddiaları da haber linklerini de aşağıda verdik.



Herkesin sustuğu, kuzu kuzu her şeyi olağan gösterdiği görsel yazılı medyaya rağmen kulaklarınıza kar suyu kaçıralım dedik.



Gelen şehitlerin hepsi güneydoğudan olmayabilir, bunu bir yerde ek bilgi olarak tutunuz.

Bazı ahmaklar da benim Yezidi-Sünni/Türk düşmanlığını kanıtlayan, bunun da PKK Kürtçülüğünün esası olduğunu yazmamı, “senin yazılarından dolayı ölümler artıyor böyle yazığ tahrik ediyorsun” şikayetlerinin aslının da kendilerinin de Kürt Yezidi olmaları olduğunu, şikayetlerinin sebebinin bu olduğunu da belirteyim.



Ben benzeri yazıları 10 yıldır yazıyorum, olaylar beş milyarlık blog barındıran internet bolglarından sadece biri olan blogumda yazdıklarımdan çıkıyorsa, neden barışçı yazılarım gö z önüne alınıp da herkes barışa doğru yönelmez, onu da açıklayın o zaman?

Gündemi takip edemeyen ahmaklar ile, aramıza vatansever, ulusalcı solcu görünümüyle giren PKK-Kürtçü kriptoların şikayetlerinin nazarımda kıymetleri yoktur, eleştirilerinin de öyle.



AKP ile PKK arasında bir fark yoktur ikisi de Amerika ve Avrupa Birliğinden ibaret Hristiyan haçlı dünyasının projelerinin taşeronlarıdır. Bu terk edilmesi gereken bir zarurettir.



Herkes, bastığı toprağa, Atatürk cumhuriyetinin kazandırdığı demokratik kazanımlara sahip, emğeryalist işgalcilere ve işbirlikçilerine karşı çıkmalıdır.



Takdir okuyanlarındır.



Alaeddin Yavuz



Suriye dış işleri bakanı Velid Muallim’in açıklaması;





Brezilya Sputnik news ahber ajansının haberi


Suriye Havar News haber ajansının linki;


Rus haber ajansı haberi



5 Şubat 2016 Cuma

NE ZAMAN ERMENİCE, ARAMİCE, KÜRTÇE RESMİ DİL OLDU?


TÜRKİYE CUMHURİYETİNE GEÇMİŞ OLA

Ermenice, Aramice, Kürtçe ne zaman devletin resmi dilleri arasına girdi?

Dün facebook paylaşımlarında bir arkadaşın paylaşımı dikkatimi çekti. Diyarbakır ili Merkez ilçesi Sur belediyesinin resmi levhası.


Resim yazısı ekle
Levhada ;

“SUR BELEDİYESİ” (Türkçe)

“ŞAREDARIYA SUR” (Kürtçe)

ve Ermenice ile Aramice yazılmış aynı manada yazılar var.


Mevcut anayasamıza ve yasalarımıza göre hiç bir resmi kurum resmi levhalarında ve yazışmalarında Türkçe dışında dil kullanamaz.

Turizm tanıtım levhaları gibi resmi kurumlar levhalarını düzenleyemezler. Hatta Birleşmiş Milletlerce tanınmamış dillerde dahi yazışma, tercümanlık, rehberlik hizmetleri veremezler.

Bunlar özel turizm ve benzeri danışma kurumlarınca yerine getirilir. Ancak, uluslararası tanınmamış bir dilde dahi mesela Galce dilinde konuşan bir İngiliz turistin ifadesini “İngilizce” olarak beyan etme zorunluluğu vardır. Galce’den İngilizce’ye, İngilizceden Türkçe’ye çevrilerek ifadesinin alındığı yazılan bir turist için düzenlenen tutanak uluslararası ciddi sorunlar yaratır.

Bize gelince, doğu Anadolu’da Kürtçülük mücadelesi diye boyanan boyalı gözümüzü silip gerçeği görmemizin zamanı gelmiştir.

Kürtçülüğün arkasının Ermeni, Süryani, Keldani, Yahudi hareketi olduğu ve küresel sermayenin desteğinde şimdiden otonom bölge ilan edilmiş olduğu gerçeği ortadadır. Bu levhanın başka açıklaması yoktur.

Devletin resmi kurumları bölgenin etnik yapısına göre, Ermenice, Kürtçe, Aramice dillerinde resmi lavhalar düzenleyebiliyor ve devlet buna ses etmiyorsa söylenecek tek söz vardır.

Türkiye Cumhuriyeti’ne geçmiş ola.

Ortada devlet millet kalmamış.
Zaten “Yeni Demokratik Anayasa” adı altında bu dilleri ve bu dillerde konuşanların özerk bölgelerini tanımlayacak, Anayasa ve yasalardan TÜRK adını çıkartacak bu devletin tasfiyesine sebep olacaktır.

Doğuda PKK ile mücadele adı altında “başkanlık sistemi pazarlığı” yapılmakta, bu pazarlık uğruna insanlarımız ölmektedir.

Yarım yüz yıldır "Atatürk ilkelerini ve rejimini, demokrasiyi koruduğunu" beyan eden, solcu diye gençleri idam sehpalarında sallandıran, devlet kurumlarından uzak tutan, sokaklarda terör örgütlerine vurduran devletin koruyucusu ordu bunlara nasıl göz yumabiliyor?

Onlar göz yumuyorsa, yargı göz yumuyorsa bu devlet bitmiş demektir.

Haydi, doğuda terör örgütüne karşı ciddi bir mücadele yürütüyorlar, haydi ordumuzun polisimizin yanında olalım diyoruz.
Ortada şehit, gazi yok. Meslek
seçimi vardır.
Cumhurbaşkanından sırayla geriye doğru en son paralel ilan edilen Bülent Arınç Ermeni'sine kadar doğuda, "çözüm süreci" bahanesiyle, ordunun kışlaya, polisin karakollara hapsedilmesi, terör örgütünün devletin elinde olmayan silahlarla yığınak yapması, askeri, adli, idari kurumlarını kurması dışında halktan gizlenen apaçık bir devlet ilanı gerçekleşmiş de haberimiz yokmuş.

O halde, vatan millet davası mı kalmış sayın vatandaşlar?
Çocuklarınızı asker de polis de etmeyin. Ederseniz, siz bilirsiniz, o zaman ağlamayın.

Bu azınlıkların adlarıyla anılacak bir yeni Bizans/Roma devleti için mi evlatlarınız kıydıracaksınız?

Neyse siz yenisini yaparsınız ne olacak ki?

Başbakan açıkladı. “çocuk yapmak ibadettir.” Evet yeni savaşlar geliyor, ölmeye gönüllü çok gence ihtiyaç var.

Haydi, yorgan altına peydahlayın bahtı karaları, sonra kim atacak cenazelerde naraları?

Takdir sizindir.



Arami Alfabesi, Ortodoks Hristiyan Süryanilerin/Sabilerin diline ait alfabedir. Bunlar da Ermeniler gibi Yezidi Kürtler ile birlikte Osmanlı'dan beri devlete asidirler.

4 Şubat 2016 Perşembe

GÖK ANA İNANCI VE İSLAMA YANSIMASI

Gök Ana Kültü ve İslam'a Yansıması

Gök Ana, Tevrat merkezli Yaratılış efsanesine sahip olan Kur'anda yer almaz. Ancak, Grek İncil'i dışındaki nerdeyse tüm Hristiyan mezheplerinin İncillerinde yer alır. İslam öncesi, Sabi Yahudileri olan Ortodoks YAHUDİLER, İran Mecusiliğine inanan Kureyş Arapları dahi bütün Arap yarımadası halkı ortak adları "Yıldız Dinleri "olarak bilinen, Hint, İran, Sabi temelli dinlere ve onlardan türemiş sayısız mezheplere bağlıydılar.




Hint, Mısır, Arami dinlerinde evrenin yaratılışını anlatan kozmogoni (cosmogony) ve tanrıların yaratılmasını işleyen teogoni (theogony) kavramları vardır.

Bu dinlerden doğan dinlerde ise bu bilgiler ya değiştirilimiş ya kısaltılmış veya bir cümle ile Kur'an Hud Suresi 7.Ayeti gibi atıf yaparak bahsetmişlerdir.

Sümer dininde olduğu gibi bu dinlerde de ilk önce sular vardır, sulardan tanrıların ruhları ve çamur oluşur, onlar da maddeleşir ve madde alemini, güneşleri, gezegenleri ve aralarında bilmediklerimizi doğurmak suretiyle ve elleriyle, bakışlarıyla, dilemeleriyle yaratırlar.

Ama, sulardan sonra ortaya çıkan gök ana ile toprak baba (güneş veya ay olabilir) çiftleşir, bu ilişkiden rahimde varlıklar oluşur ve döl yolundan doğumları gerçekleşir.

Bu temel ilke "erkeklik ve dişilik organlarının kutsal sayılmasını" sağlamıştır.
Yeryüzünde bütün dinlerde bir şekilde bu kutsallığı görmek mümkündür.

Erkeklik ve dişilik, insan, hayvan ve bitkilerde üremenin, bereketin, bolluğun,zenginliğin temeli olarak görülmüştür ve kutsal sayılmıştır.
İnsan ve hayvanların çinsel ilişkileri, bitkilerin tozlaşma yoluyla üremeleri "Bereket Tanrısı Dinlerini" yaratmıştır.

Hint dininde evrende bulunan bütün güneşler (yıldızlar) ve gezegenler ile üzerlerinde yaşayan, fiziksel veya fizik ötesi varlıkları doğuran kutsal anadır.

İSLAM'IN TEMELİ BESMELE'DE RAHİM VE RAHMAN TANRI KAVRAMI;

Araplar, ölen biri için “sine-i rahme döndü” deyimini kullanıyorlardı. Yani ölenin ruhunun gittiği yer “cennet” değil, “RAHİM” di, rahmin sinesiydi.
Her şey, her tanrı da bu rahimden doğduğu içinde tek tanrı o olmalıydı.
İşte, İslamın temeli Besmeledeki “Rahman ve Rahim Tanrı” da böylece anlaşılır hale gelebilmektedir.

Bilindiği gibi Arap dilinde “B=İle”; “İsm=İsim”; “El Lah=İlah/Tanrı”;” Er Rahman=Koruyan”; “Er Rahim=yaşamı içinde barındıran ve koruyan”  anlamındadır. Gerçekten de yaşam, Rahim”, döl yatağından yapılan cinsel birleşme ile bırakılan erkek dölünün kadın yumurtasıyla birleşerek rahime geçip orada bir yere tutunması ile yaşamı başlatır. Kur’an Alak/İkra suresi bunu açıklamaktadır;

Alak Suresi 96:2;İnsanı, embriyodan/ilişip yapışan bir sudan/sevgi ve ilgiden/husûmetten yarattı.”(Y.Nuri Öztürk meali)

Embriyo’nun oluştuğu yer Rahimdir.

Rahim, her türlü mikrop, virüs, darbe gibi fiziki saldırılara karşı içindeki yaşamı korur ve beslediğinden dolayı “yaşamı barındıran ve koruyan yer”dir. İnsan veya diğer memeli varlıkların da yaşam bulduğu, yaşamlarının korunarak bağımsız yaşayabilecek canlı haline geldiği ilk yer rahimdir.

Müslümanların her işten önce söyledikleri “B’ism’el lah-er Rahman-Er Rahim” yani “Yaşamı içinde barındıran ve Koruyan Tanrının Adı ile” şeklinde Türkçe'mize Arap ırkçısı din adamlarımızın bir türlü çeviremediklerinden anlaşılabilmiş değildir. Oysa olay budur. 

Din adamlarının çevirdikleri “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” çevirisi topu Arapça kelimeler olup hiç bir Türk’ün veya Arap olmayanın anlayabileceği bir ifade değildir.

Yaşamı içinde barındıran” yani “Rahim; “Koruyan” yani "Rahman Tanrı" ifadesi kısaca “Her zaman diri, genç ve yaşlanmayan Baki Tanrı/Allah” kavramını bize vermektedir.
 Mezar taşlarına bile bir Kur’an ayetini yazarız hep “Hüvvel Baki” yani “Ezel/Ebed/Kalıcı olan Allah’tır”
 Rahman ve Rahim Tanrı da, bu Allah’ın “yaşamı içinde barındırıp koruduğundan her zaman genç ve diri” kaldığını açıklamış olmaktadır.

Alak Suresi 96:2. ayette insanın embriyodan (Alak/Yapışan sulu şeyden/Dölden) yarattığını okuduk. Aynı surenin 96:8.”Oysaki, dönüş yalnız Rabbinedir” demektedir. Yani Dönüş yeri Rahim midir?  O mu kast edilmektedir? Bakacağız.
Kur’an’ın Hac Suresinde  Alak 96:2.ayetindeki “Rahim Tanrı” sıfatını tekrarlamaktadır;

Hac Suresi 22; 5. “Ey insanlar! Ölümden sonra dirilme konusunda kuşku içinde olabilirsiniz. Ama şu bir gerçek ki, biz sizi bir topraktan, sonra bir spermden, sonra bir embriyodan/döllenmiş bir karışımdan, sonra ne olduğu kısmen belirli, kısmen belirsiz bir et parçasından yarattık ki, size açık-seçik beyanda bulunalım. Ve sizi rahimlerde, belirlenen bir süreye kadar dilediğimiz şekilde bekletiyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz. Daha sonra da tam kuvvetinize ulaşmanızı sağlıyoruz. Bununla birlikte içinizden bir kısmı öldürülüyor yine içinizden bir kısmı ilimden sonra bir şey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor. Yeryüzünü de sönmüş kül halinde görürsün. Nihayet onun üzerine suyu indirdiğimizde titrer, kabarır ve her güzel/bereketli çiftten bir şeyler bitirir.”

Hac 22:5. ayet, Alak 96:’. Ayet ile tam bir uyum içindedir. Önce insanın embriyodan yaratılışı rahimlerde saklanmamız, bir çocuk olarak çıkarılmamız, tam kuvvetimize kavuşmamız apaçık anlatılıyor.
Bu ayette “rahimlerde” ifadesi, her doğan insanın ayrı bir ananın rahminde doğmasına karşılık gelir. Ama, devam eden ayette;
“Bununla birlikte içinizden bir kısmı öldürülüyor, yine içinizden bir kısmı ilimden sonra bir şey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor. Yeryüzünü de sönmüş kül halinde görürsün
ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor” derken, adeta Hindu dininde yaşamın magmadan çıkan küllerden başlamasına işaret etmektedir. Bu durumda “ilk yaşam şekli olan küllerden başlatılan yaşam ile, yeryüzünün de bir RAHİM olarak tanımlandığına tanık oluyoruz.
Ayetin devamında da “Nihayet onun üzerine suyu indirdiğimizde titrer, kabarır ve her güzel/bereketli çiftten bir şeyler bitirir.” İfadesiyle de yaşamın tekrar “SU” ile ortaya çıkması şüphe bırakmayacak kadar açıktır.

Bu ayet, Rahim tanrı/Allah’ın, yaşamı su ile başlattığını, sonra küle kadar geriye döndürüp, üzerine su temas ettirdiğinde yeniden başlattığını bildirmektedir. Bu evrim teorisine dahi uygun bir tanımdır. Yeryüzü de bir rahimdir ve üzerinde, içinde bilim bilmediğimiz, toprağın üstünde veya içinde yürüyen, bitkiler gibi sabit olabilen yaşam biçimlerini yaratmaktadır. Üzerindeki Atmosfer tabakası ile de yaşamı sürdürmekte, korumaktadır.. Güneş ile de ısı, ışık, atmosfer olayları ile de su ve yaşam vermektedir.


Aslında Rahim ve Rahman Tanrı tabiatın kendisidir. Kabe, zigguratlar, piramitler, oturduğumuz binalar da bu RAHİM’in temsilleridir. Buralarda ibadet ile, eğitim ile, doğal felaketler ve göçler sonucu barınmakla korunuruz.

Bana bunları düşündüren mitolojik rahme geçiş yapalım artık.

Hint Dinlerinde Gök Ana; Aditi;

Gök Ana Aditi

Büyük Hindu tanrıçasıdır.
Horoz üstünde bütün uçsuz bucaksız gökyüzü boyunca uçan tanrıçadır. 
Horoz gücü ve onuru temsil eder. 

Güneşi giyen Güneş tanrıçası, 
Göklerin/Cennetin bütün ışıklarının, bütün tanrıların anasıdır(divamatar). 
12 burcun ruhunu doğurandır. 
Göklerde var olan şekilli şekilsiz her türlü varlığı,sırlı sözleriyle doğuran göksel rahimdir. 

İlk yaratılan varlıklarla ilişkilendirilen ve Brahma’nın dişili olarak görülebilir.  
Rigveda’da 80 kez adı geçmiştir. 
Vedalarda, Surya (Güneş)nın ve Adityaların (Aditi’nin oğullarının) annesi olarak bahsedilmektedir. . Silahları  üç uçlu mızrak ve kılıçtır. 
Solda "Üçlü Mızrak", Şiva-Aditi
yerde Lingam (Şiva ile Aditi cinsel
ilişkisi sembolüdür), sağda
Ganişa.

Rigvedalara ilk kez M.Ö. 1700-1100 yılları arasında adı geçtiği tespit edilmiştir.
Adları, Vivasvan, Aryama, Puşa, Yvaşta, Savita, Bhaga, Dhata, Vidhata, Varuna, Mitra, Sakra ve Urukrama’nın (Vişnu, beşinci ay olan Şravana ayında, Nebi ve Meru’nun oğlu Urukrama olarak, doğmuştur.) annesidir. 
Vişnu’nun avatarı olan Vamana’nın da annesidir.
Bütün göksel yaratıcıların ve yaratıkların anası olarak tanımlanır. 

Sadece bir ilahide, hırsızlıkla bağı olan duacıyı azad edebileceği belirtilmiştir.(Mandala 8.67.14)

Eski mitolojide,en yüksek yeri olan Sephirah in Zohar’da; Gnostik Sofya-Achamoth, Koronos ile evlenerek, Hestia, Poseidon, Hades, Demeter, Hera ve Zeus’un anası olan, sonradan yeraltı cehennemi Tartarus’ta yaşamaya mahkum edilen altı yaratıcı tanrının annesi, gök ana Rea, Büyük derin’in Bythos’u,Amba, Surarani, Kaos, Uzayın suları, ilkel ışığın ve yedi Mısır göğünün kaynağı ile ilişkilendirilebilir.

Hint Gök Ana Sembolü;



Hint dininde Gök ana remzi



Sembolün resmedilişi "yanlara açılmış kadın bacaklarının ortasındaki rahmi ve dişilik organıdır.

Gök Ana Tanrıçasının remzi, güneşleri
ve gezegenleri doğuran dış cinsel organ
olduğundan "oval" şekilde çizilmiştir.

Mısır Gök Ana’sı NUT/NUİT;

Misir mitolojisinde Nuit veya Nut, Gök tanrıçasıdır, Şu ve Tefnut’un kızıdır, Osiris’in dokuzlu tanrılar grubundandır. Güneş tanrısı Re, onun ağzından içeri girdi ve güneş battı, akşam oldu ve vulvasından (döl yatağından) doğduğunda ertesi gün oldu. ;
Hatta o gökyüzündeki yıldızları da yutandır. 

Nut, Re (Güneşi) yutması ve doğurması.
Eski Mısırlılar, Nut'un bedeninde sabaha kadar
Re'yi yok edecek tanrıların olduğu kapılardan
Re rahat geçsin de güneş doğsun diye "Dört vakit"
namaz kılarlardı.
Akşam, Gece namazı, İmsak vakti ve Tan vakti.
Öğle vakti güneş yeryüzüne hakim olduğundan, "
gücünden şüphe duyulmasın" diye namaz kılmazlardı.
İnsanın yaratıldığı vakit "ikindi vakti" olduğu inancıyla
ikindi namazı çok sonraları kılınmaya başlandı.

Ölümün tanrıçasıdır, bütün lahitlerin içinde resmi bulunmaktadır.
Öldükten sonra firavun onun bedenine girdi ve tekrar dirildi. Sanatta, elbise giymeyen, yıldızlarla kaplı bir ürtüyle örtülü olan, Şu tarafından desteklenen bir kadın olarak gösterilmektedir. Yeryüzü/Toprak olan Geb kocasıdır, çocukları Osiris, Horus, Isıs(Aysis), Set (Şit) ve Neftis’tir.

Kendisini gizlemek için giydiği yıldızlarla kaplı
siyah elbise, tapınak rahip ve rahibelerinin
dindar kadınların kıyafeti olmuştur.

Gökyüzünü tutan direkler, sütunlar olarak
kabul görmüştür.

Gündüzleri Nut ve Geb ayrıdır ama her akşam Nut aşağı iner Geb ile buluşur bu buluşma karanlığı yaratır. Gün esnasında fırtınalar olursa Nut’un kayarak toprağa yaklaştığına inanılır.
Nut, düzemli evrenin güçlerini dünyadakilerden ayıran bir engeldir.
El ve ayak parmaklarının dört baş noktaya temas ettiğine inanılır.

Güneş tanrısı Re’nin onun ağzına girerek akşamı kurduğuna, bedeni içinde seyahat ederek geceyi, dişilik organından her sabah doğarak yeniden dirildiğine ve sabahı yarattığına inanılırdı.
Mısır sanatında siyah/karanlık ve yıldız kaplı, kemer-köprü şeklinde, el ve ayak parmakları üzerinde duran, yüzü yere bakan çıplak kadın olarak gösterilmiştir.

Gök Ana Nut Geb'in (Toprak) üzerine abanmış
öteki tanrılar da güneşin doğumuna yardım ediyorlar
El ve ayaklarının evreni tutan dört sütun olduğuna, el ve ayak parmaklarının evreni tutan dört sütunun ufkuna dokunduğuna inanılırdı. Altında uzanan eşi Toprak Geb, bazen erkeklik organı ona doğrulmuş halde de “kızkardeşi ve eşine bakar şekilde resmedilmiştir.



Burada Geb/Toprak, Gök Ana'yı dölleme öncesinde.
Bu tanrıların "kardeş evlilikleri" yüzünden
hala insanlar "ensest evlilikler" yapmaktadırlar.

Nut ve Geb cinsel ilişki hazırlığında. Böylecek
evrene bereketin gelmesi sağlanıyordu.

Hathor’un şekillerinden olan İnek ile de resmedilmiştir. Piramit içindeki metinlerde Geb, Nut’un boğası olarak tanımlanmıştır.

Büyük güneş ineğinin, yeryüzündeki görevinden emekli oduktan sonra  Re’yi sırtında göklere çıkardığı düşünülürdü. Osiris, erkek kardeşi Şit tarafından öldürülüp, bedeni “14 parçaya ayrılıp dünyanın “14” ayrı bölgesine etleri dağıtılıp saklandığında, etlerini kızkardeşi/karısı Aysis bir araya getirmiş ve Osiris, annesi Nut’a  ulaşmak güvenliğinin sağlanmasını ve ölüler dünyasının kralı olmak için merdivene tırmanmıştı.

Nut, Güneş doğduğunda onu doğuran, battığında da yutandır.
Bu Lahit papirüsünde "doğum olayı" işlenmiştir.

Osiris’in cennet göklerine tırmanmakta kullandığı merdivendir. Bu resme bazı mezarlarda rastlanılmıştır ve “maket” denilmektedir. Ölünün ruhunun tanrısına yalvarması ve korunması için mezara konulurdu.

Bir tabut/lahit içi resminde
ölenin ruhu "Osiris" şeklinde Re'nin
kayığında.
Gök Ana içinde yolculukta.
 Bütün ruhları tutandır. Çünkü, gün boyunca Nut’un vücudu boyunca seyir eden güneş ve ay alacakaranlıkta yutulurlar Re kayığıyla getirdiği ölülerin ruhlarını onun içinde bırakmakta, şafakta yeniden doğmaktadır.
Nut’a bazen ölüleri koruyucu ve arkadaş görevi verilmiştir, bir çocuğun annesine yalvarması gibi yalvarılırdı; “Ey annem Nut, kendini üzerime ger, ölmemem içiniçindeki ölmemiş yıldızların arasında bana yer ver. “
Nut’un ölünün ruhunu yıldızlarının arasına çektiği, yiyecek ve şarapla onları tazelediğine de inanılırdı. Ölüler Kitabı Ani Papirüslerinde geçen bir metinde; “Ben, Nut, bütün kötülüklerden sizleri korumak için öylece geldim” ifadesi vardır.
Tabutun veya lahitin kubbesinde koyu mavi yıldızlarla tesmil edilen Nut resmine rastlanılmaktadır.

Re'nin kayığına binerek sabaha kadar cennete
gitme sırası bekleyen insan ve Tanrı ruhları.

Re, daha fazla çocuğu olursa saltanatını kaybedeceği korkusuyla, Nut’a “yılın hiç bir gününde çocuk yapmamasını” büyük bir kızgınlıkla emreder. Nut, Bilgelik tanrısı Tut ile konuşarak plan yapar. Gökyüzü boyunca seyahat eden, ışığı Re ile rekabet eden Ay Tanrısı Khonsu (Kansu okunabilir) ile kumar oynar. Her defasında Kansu kaybeder  ve ay ışıklarından bazılarını Tut’a vermek zorunda kalır. Kansu’nun kaybettikleri, “beş gün" fazladan gündüz yapmaya yetecek kadar olunca Tut, 360 günlük yıla “beş gün” eklemiştir. Bu beş günde Osiris, Büyük Horus,, Şit, Aysis ve Neftis yaratılır. Re, bunun farkına vardığında çok kızar ve Nut’u ebediyen kocası Geb’ten aralarına “havayı” koyarak ayırır. Nut ise kararından pişman olmamıştır.

Güneşin, Nut'un ağzından girmesi, tan vakti
 doğmasıyla esen seher yelinin
doğaya canlılık getirmesi işlenen bir
lahit resmi.

Dokuz ayrı kopyası olan çeşitli tarihleri,göklerin, tanrıların yaratılış efsanelerini içeren bir kitap olan “Nut’un Kitabı”, İskenderiye’de Von Lieven tarafından keşfedilmiş ve 2007’de “The Fundamentals of the Vourse of Stars” adıyla yayınlanmıştır.

Gök Ana Nut'un bu yıldızlı örtüsü, kadın
ve erkeklere örtünmenin ilk örneğidir.
Ondan doğan tanrılar, bakışlarıyla
insanlara zarar vermemek için onun gibi
giyinip örtünmüşler, insanların da
tapınakta tanrılara hizmetle görevli
rahip ve rahibelerine de örtünmek 

(göğü giymek)
farz olmuştur.

SABİ GÖK ANASI PİRA 
(RAHİM)

Bu iki dinden doğduğunu düşündüğüm ve Yahudilerin kitabı Tevrat'tan 1500 yıl kadar önce yazılmaya başlanmış Sabilerin din kitaplarındaki. yaratılışa geçelim. 
Bu kitap, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an'ın temel mitolojisidir ve Adem, Havva, Şit, Anuş/Enok, şeytan, Nuh, İbrahim, Yahya adlarının aynen bulunduğu en eski tek kitaptır.

Mısır dinlerinde yaratıcı, bereketin kaynağı Nil nehridir ve bütün nehirler "Nil"ise, Sabi dininde de Ürdün (Nehir demektir) nehri bereketin kaynağıdır ve bütün nehirlere de Ürdün adını verirler.
Nil nehri, Kızıldenize uzanan
Sina (Sin'in) yarımadası.

Bu da M.Ö. IV.yy.da yaşamış Mısırlı tarihçi Maneto'nun, Grek kökenli firavunu I.Ptolome için yazdığı Mısır Tarihi kitabında, Yahudilerin, Mısır'dan sürülmüş cüzzamlı, asi toplulukları olduğunu,

Kızıldeniz kıyısında bataklıklara sürülerek ölüme zorlandıklarını, 40 yıl da arınmışlarının Ürdün tarafına geçmeleri için çölde beklemelerini anlattığı kitabını kaynak aldığımızda,
Sina Yarımadasının apaçık bir temerküz kampı olduğu, burada, "hastalıksız, sağlıklı çocukların" Ürdün nehri tarafına geçmelerine izin verildiği anlamını çıkartmak zor değildir.

Musa'nın sağ elinin Allah tarafından  gömleğinin altına göğsüne sokulmasıyla "beyazlaması" mucizesinin de temelinin cüzzam hastalığı olduğu açıktır.

O çağlarda, günümüzdeki gibi çağdaş tedavi olanakları olmadığından, her türlü hastalığa tutulanlar, gebe kadınlar bile doğum öncesi Güneş Tapınaklarına Re'nin şefaatine nail olmak için terk edilirlerdi.
Re'nin soyundan sayılan Firavunlar, onların çocukları olan rahip ve rahibeler de şifaacıydılar.

Buna rağmen, kardeş/evlat evlilikleri yapan Mısırlılar arasında bu yüzden cüzzam ve her türlü hastalık da eksik olmuyordu. Tapınağa terk edildiği halde iyileşmeyenler önce Nil kıyısında Avaris taş ocaklarına, piramit, şehir inşaatlarına taş çıkarmak için gönderiliyorlardı.

Galile Göçlünden doğup, Ölü Deniz'e dökülen
Ürdün Nehri.
Sabilerin yaşam buldupu yer.

Kaderlerine razı olmayanlar, tanrılarının şefaatini istemek üzere isyan edince sürülüyorlardı.
Bu defa, tanrılarınca terk edilenin, şeytanın (Ay Tanrısı) askeri oldukları inancı yüzünden eski inanışlarını Şeytana tapınmaya göre değiştiriyorlardı.

Bunun da başlangıcı, Güneş'in yerini Ay'ın, Nil'in yerini Ürdün nehrinin almasıyla oluyordu. Diğer yaratılış efsaneleri de sürülen kavim içindeki cüzzamlı asillerin bilgelikleri ile orantılıydı.


Tanrıların Yaratılışı (Theogony);

Metinde geçen kelimelerin anlamları;
“Bütün işlerin üstünde olan Işık (Nur) ın sayısız dünyalarından, kavranamayan bir yaratık olan büyük Hay (Yaşam) Nukrayya’nın adıyla. Bu kitap, zaman öncesindeki, İlk Yaşam Doktrininin İlk Kitabı ve sırrıdır.”
Yaratılış efsanesinde olaylarda geçen önemli kelimeleri ve ifadeleri şöyle açıklayabiliriz;

Başlangıçta Pira (meyve/Amcık) pira içindeydi, 
Ayar (Gökyüzü) ayar içindeydi. 
Büyük Mana (Sır/Zeka/Akıl) uyandı 
ve sayısız Mana’lar üretti. 
Büyük ve sayısız Pira’lar, Şekinalar 
(Göklerde oturanlar) büyük piradan çıktı. 
Büyük Mana’nın isteğiyle 
Yardina/Jordan/Ürdün nehri meydana geldi ve 
ondan başka Yordanlar (İordan) var oldu.”

Tanrı Yaratılış metninde göze çarpan sıfatlar sırasıyla;
Nukraiia(Nukrayya)=Yaratık/Varlık (Alien-İng), tanımlanamayan (Undefinable-ing), uzak(Remote-ing), kavranamayan (unconceivable-ing)

Pira=Meyve, am/Vagina(Lat)/Matrix (rahim),Evreni her şeyiyle doğuran Gök Ana/Ak Ana.

Ayar=Gök yüzü/Ether (İng)/Sema (Arap), İlk suların üstündeki gökyüzü.

Mana=Sır, zeka, akıl (İntelligence-ing), Pira, Ayar ile aynı anda var olan yaratıcı güç, sır.

Sekina (Şekina)=Göklerde oturanlar, melekler veya göksel varlıklar, güneşler, gezegenler v.b.

Yardina/ Jordan=  Nehir demektir. Ürdün nehri. Sabilere göre yeryüzünde ve gökyüzündeki bütün nehirlerin adı Ürdün’dür.

*Büyük ağız= Evreni, güneşleri, gezegenleri, barındırdıkları görünen ve görünmeyen varlıklarıyla doğuran “Gök Ana’”nın ağzı. Sabiliğe göre, güneşin bu ağzından girmesiyle gece, döl yatağından doğup çıkmasıyla gündüz olur. Sabaha kadar geçen güneş tanrıçasının yolculuğunda, Gök Ananın ağzından döl yatağına kadar güneşi yutabilecek tanrılardan kurtularak doğması için namaz kılınır. Bu inanış İran, Hint, Mısır, Grek dinlerinde de aynıydı ve tek farkı bu dinlerde Güneş’in cinsiyetinin “Erkek” olmasıdır.
Ay Tanrısı Dinlerinde güneş “Dişi”dir.

Bu bakır heykelcik de Keltlerin
Gök anasıdır. Klet dini Sabilik temelli
veya çok akraba olan bir dindir.


Evren ve Büyük Yaratıcı Sır’ın (Mana) Yaratılışı;

“Pira, pira içindeyken,    .........(Rahim, Rahim içindeydi.)

Ayar, ayar içindeyken,   ..........(Gök, gök içindeydi)

Azametli ulu Mana oradayken,

Işınları genişliklere uzanırken,

Aydınlığı uluyken,

Büyük Pira’nın (Rahmin) içinde sınırsız,

Sayısız miktarda hiç kimse yokken ve

Işıması Büyük Ağızın sözlerinden, ......(Gök Ana’nın ağzı)

Anlatabileceğinden daha büyükken,

Büyük ve Güçlü Mana meydana geldi.
Gök Ana'nın gökj cizimlerini doğurması
temsil edilmiş.
O Pira’nın içindeyken, (Rahimdeyken)

Sınırsız sayıda binlerce ve,

Binlerce sayıda Piralar(Rahimler),

Çok defa sayısızca miktarda

Şekinalar(Gök varlıkları) onun içinden çıktılar. 

Büyük Mana’dan coşarak doğan

Ürdün nehrinin beyaz suları içinde olan

Hay’ın Ulu Gökyüzünde azametiyle var olan

Büyük Mana’nın önünde,

Hepsi durup ona şükür ederler.

Meydana gelen Büyük Ürdün’den,

Başka büyük Ürdün,

Ondan da sayısız başka

Büyük Ürdün nehirleri çıkmaya başladılar.”


"Büyük Mana" denilen şey, maddi olmayan, metafizik dünya ya da evrendir. Mana Alemi olarak İslam kültürüne de geçmiş bu cennet evreni bile Gök Ana'nın rahminde oluşuyor, sonra, doğuyor.
Bundan sonra da Gök Ana yeni evrenler doğuracak rahimleri, yani Piraları doğuruyor. Onlarda kendilerine göre evrenler, galaksiler ve yıldız kümeleri doğurup düzenliyorlar.

Sabilerin "dört aşamalı yaratılış" efsanelerine göre, dördüncü yaratılışı gerçekleştiren Ptahil adlı Mısır'dan çalıntı tanrıları, oldukça sakardır. Çünkü, yaratıldığında, doğuşunda sahip olduğu, ona güç veren elbisesi babası Abatur (Mısır'ın Thtoth/Tut/Lah'ından çalıntı) uyandırmadan sırtından alır ve ona işe yaramaz " beyaz elbiseler" verir.
Şimdi, son gök anamız Ruha şeytanının yaratılışının Ptahil tarafından gerçekleştirilmesini okuyalım;

""İlk denemede başaramasa da Ptahil elbiselerin ve yaşayan alevin gücüyle suları karıştırınca maddi yaratılışı meydana getirmeyi başardı. Ptahil, karanlık suları sertleştirdi,gökleri ölçtü ve dünyaların sınırlarını tespit etti.

Gök yüzünü ölçtü, yer yüzünün merkezini cennetin merkezine bağladı.435 Ptahil, dünyayı yaratmak için yedi qalia (Kalya)/ses kullandı;
İlk sesiyle toprak sertleşti ve göklerini ölçtü.
İkinci sesiyle Ürdünün/nehirlerin kanallarını dağıttı.
Üçüncü sesiyle denizlerin balıklarını,her türden, cinsten kuşları yarattı.
Dördüncüyle tohumları, bitkileri meydana getirdi.
Beşinciyle kertenkeleleri yarattı.
Altıncıyla karanlığın bütün yapıları meydana geldi.
Yedinciyle, Ruha ve yedi gezegen var oldu. 436

Ptahil dünyanın yaratılmasıyla uğraşırken Yedi (Gezegen) ve 12 burç takımyıldızı, Beşi (gezegenler güneşsiz ve aysızdılar) sinsice yukarı tırmandı ve kubbede yerini aldılar"

Sabi tanrıları da Mısır ve öteki milletlerin Öküzbaşlı tanrıları gibi birbirine düşman evlatlar doğurup yarattıklarından her biri ardından gelene kazık atarlar. Böyle olunca da henüz yarattığı Ruha şeytanının, yedi gök cismi ve 12 burç takım yıldızını yarattığını ark etmez bile.
İşte Ruha şeytanı, kendisini yaratan tanrısını bile işleten böyle mahir bir şeytandır.

Güneş sistemi etrafında bulunan 12 Burç takımyıldızları. Ruha'nın çocukları

Bu arada Adem de Ptahil yarafından yaratılmıştır ama, ona can verip ayağa kaldırıncaya kadar, başta Ruha bütün ilk yaratılan tanrıların topu seferber olmuşlardır.
Neyse hapşırarak ayağa kalkan Adem'e "Çok yaşa" diyen tanrıları, zavallıyı her biri sinsice kendisine köle yapmak istemektedir.
Çünkü, hepsi de Ruha şeytanının doğurduğu gök cisimlerinin nimetlerine mahkum olmuş garibanlardır.

Ruha'yı Cin Ze Rabba kitabından tanıyalım;
İştar, El Lat, Semiramis, Ruha şeytanının
değişik çağlara ve milletlere göre adlarıydı.
Allah adının da dişil haliydi.
Kâbe'nin (Güneş Evi/Beyt-ül Şems)
Güneş tanrıçsı, Cehennem'in (KUR)
Kralı Ur'un anası ve karısıydı.
12 Burç, yedi gök cismi,
Ay-Güneşi olmayan diğer beş gök cisminin
de "Gök Ana"sıydı.

""Ruha; Karanlığın Kraliçesi;
Ruha (Namrus veya Hiwat’a atfen) 63? 
Karanlığın kraliçesi, Baş Dişi Şeytandır.638 
Karanlığın hanımefendisi, üçüncü matsarta (gözlem evi) nın yöneticisi, ilk yaratılan yer altı dünyasında oturan Qin’in kızıdır.639 –640 


Ruha Karanlığın kralı Ur’un annesidir 641 yedi gezegenin, 12 burç takımyıldızının ve beş gezegenin de annesidir. 
“Düşmüş Akıl Figürü (şahsiyet)” olarak kabul edilir, diğer Gnostik dinlerdeki Sofya’ya banzer. 
642 Aynı zamanda farklı krallıklarda savaşır, acı çeker halde görünür.
643
Ruha, yeraltı dünyasının güçlerinin önderidir ve fethetmek zorunda oldukları aydınlık dünyayı fethedecek karanlık güçlerle işbirliği halindedir.644 

Kendisini tanımlarken pek dikkatliydi. Bileği bükülmeyen tanrıça varsa budur işte;

Cinze’nin altıncı kitabı Dinanukt’ta, Ruha, kendisini “ışık ve karanlık”,”yanlış ve gerçek”,”inşaa ve yıkım” gibi açık , ikilemli ifadelerle tanımlar.


Ben,ezelden beri var olan yaşamım. 
Başlangıçtan önce var olan “kuşta” gerçeğim, 
Ben, ışıyanım (nur saçan), 
Ben ışığım, 
Ben ölümüm, 
Ben yaşamım, 
Ben karanlığım, 
Ben aydınlığım, 
Ben yanlışım, 
Ben gerçeğim, 
Ben inşa eden ve yıkanım. 
Ben saldıran ve arıtanım. 
Ben, yeryüzü ve gökleri inşa edenden önce var olan, 
seçkin olanım.649

Güneş tanrıçası El Lat


İbni İshak'ın Kitabül Asnam'ında uzun uzun anlattığı gibi, Irak ve Harran Sabilerinin "Er Ruha" adıyla saydıkları "Dişi Şeytan", diğer Sabi/Arami/Sebe kavimlerinde Er Ruda (Yemen) İştar (Irak Şubbaları), Aştarte Filistin, El Uzza, El Lat ve Menat olarak değişik Arap kabilelerince tapınıldığı anlatılmaktadır.,

Her ne kadar İbni İshak, bu tanrıçaların Güneş Tanrıçası olarak tağınıldığından bahsetmese de, günümüzdeki, Sudan-Etiyopya kökenli Lev Tahor, Beyt Şemeş Yahudileri Kabe'ye "Beyt-ül Şems /Güneş Evi" adıyla tapınan, namaz kılıp Müslüman gibi ibadet eden, kara çarşaf ve peçe Yahudilerdir.Sin mezhebinde Ay tanrısı Sin, kızı Güneş Tanrıçası İnanna'dır, kovulmuş şeytandır, sayılan adlar bu kökenden gelirler.

Bu durumda, Kabe de güneş tanrıçası yani, El Lat'ın, Er Ruha'nın rahmidir.

Sayıları 180'i bulan, El Uzza'nın doğurduğu
gök cisimleriyle tanımlanmış putlarıyla Kabe
resmi. Fetih öncesi

Kabe'nin İslam döneminde bile çevresinin güneşi temsilen beyaz bir çember ile çevrelenmesi, bu çemberden yayılan ışınları temsilen rahme ulaşan yolları ile güneş tanrıçası, güneş sistemi dahil 48 takım yıldızın anası Er Ruha'nın rahmi olarak görüldüğü açıktır.
Aynen Mısır gök anası Nut'un siyah yıldızlı gök elbisesinin benzeri siyah elbise giydirilmesi, kim ne derse desin putperestliğin sürdürülmesidir.
Yoksa, "mahrem" gayrimüslümlerin girmesi yasak olan Mescid-i Haram olması, siyah örtüyle örtülmesi başka nasıl açıklanabilir.

Siyah Gök ana örtüsü ile örtülmüş, güneşi temsilen
çember ile çevrilmiş, etrafına ışınlar yayan
GÜNEŞ EVİ, GÖK ANA EL UZZA' NIN RAHMİ

Gök Ana El Uzza veya Er Ruha'nın mahrem rahmi
"Gök Elbisesi" olan siyah örtü ile örtülürken.

Sabi dini mitolojisinde de Hint mitolojisinde de ölüm sonrası ruhların dönecekleri yer "Mana Alemi" ve onu içinde barındıran "Gök Ana'nın rahmidir".
Sabilik dinin mezhebi sayılan Baal dinine göre de tanrılar arasından kovulan Baal, çöle giderek, "Gök Ana'nın Rahmini" temsilen Kâbe'yi inşa eder ve kızları El Lat, Astarte ile oturur.
Ebedi huzur, cennet, mana alemi, Alma di Nura (Nur evreni/alemi) yani cennet, gök ananın rahmindedir. Ebedi huzuru temsilen insanların tanrılara yaptıkları evler olan tapınaklar, insanlar tarafından da yapılmaktadır. Bu mantığa göre hepimizin evi bir rahimdir ve orada huzur buluruz.
Öyle olsun veya olmasın ama evimizden başka da huzur bulacak yerimiz yoktur.

Besmeledeki "Rahim=Yaşam veren, yaşamı içinde barındıran" ve "Rahman=Koruyan" adları Allah'ın adı olarak boşuna seçilmemiştir.

Gök Ananın rahminin önüne yapıştırılmış
amını öpmek için Suudi Polislerin 
izin 
vermesini bekleyen mal Müslüman güruhu.
Bir çok İslam kaynağında Eyüp peygamber gibi sabırlı bir insanın da eşinin adının "Rahmiye" olması Gök Ana Dininin İslam'ın temeli olduğunu ispatlamaktadır.

Biraz da tarihçilerden yaptığım çevirilere bakalım;

Kabe ve Kara taş;

 Mekke’de İskit Amazonlarında olduğu gibi, “Karataş”, resmi, putu yapılmayan bir ana tanrıça olarak Şeybah veya Şeba adıyla tapınıldı. Kabe, Mekke’de “dişil sembol” olarak, peçe ile örtülü eski bir ana olarak tapınıldı.
Kabe, çevresinde güneş tanrıçasının çocuklarını
temsil eden putlarıyla resmedilmiş.

Haremde duran Kara Taş, Harem’in eş anlamlısı olan mabet,

Babillerde “Kadınlar Tapınağı” olarak kullanılırdı. 
Allah'ın Üç Kızı (Kuğuları)
El Uzza, El Lat, Menat
Babilliler, fahişelerin annesi olan (Harlots)  , tanrıça Har’a tapınırlardı. Mirasyedi olarak Kureyşliler (Koreshites) Harem’in koruyucularıydılar ve Koreshite/Kureyş, Kore/Kure’nin çocukları demekti ve bu kabile Muhammed’in kabilesiydi.  Kutsal büro, adının anlamı “Yaşlı kadının çocukları” anlamına gelen adla çağıran Beni Şeyban kabilesinin erkek rahiplerince ele geçirilmeden önce
 Aslında bir kadın tarafından kurulmuştu. Bu külte göre Kara Taş, “Tanrıçanın Göbeği” ’ydi.

Üçlü Tanrılar;

İslam öncesi Kabe’de tapınılan tanrıçaların başında adı basitça “Tanrıça” anlamına gelen “El Lat”, Greklerin “Kore, Demeter, Hekate” adlarıyla bilinen üçlü Ay Tanrıçalarına benziyordu. Bu tanrıçaların adlarını n her birisi de ayın fazlarının anlamlarıydı.İnananları için El Lat’ın üç adı olduğu biliniyor Kore (Q’re) Hilal Ay ve bakire, El Uzza edebi olarak “Güçlü Olan” dolunay demekti ve görünüşü anne idi. El Menat ise gittikçe silikleşen ama kehaneti, ilahiliği temsil ediyordu.

Edward Rice’a göre, El Uzza  özellikle Kâbe’de “yedi rahibesiyle” hizmet ve ibadet edilendi, ibadetçileri kutsal taşın etrafında yedi kez “çıplak olarak” dönerlerdi.

Kâbe’nin çok yakınlarındaki, hacıların gırtlaklarını serinleten Zemzem kuyusu vardır. Yaşam (Hay) veren tanrıçanın kıyaslanamayan görüntüsünde, onun dağında , her zamanki akarsuların vahasındadır. Hint karşıtı olan “erkek-dişi üretici kuvvetler”in sembolü Lingam ve yoniye yapılan ibadetin ateşli uygulamasının sürmesidir.
Hint Lingam'ı
Kabe ve Zemzem suyunun efsanesi de zaten İbrahim’in buraya karısı Hacer ile oğlu İsmail’i terk etmeye geldiğinde, Kâbe’yi yeniden inşa etmiş, içecek su bulamadığında,Zemzem suyunun kaynağını İsmail ayağıyla bulmuştu. Kabe, gök ananın rahmini, yeniden doğumu ve güneşin de yendien doğuşunu temsil eden doğu köşesine koyduğu Kara taşı da “gök ananın vajinası” temsilen koymuştu.
Gök Analarının vajinasını
okşayan Müslümanlar.
Böylece göklerde ve yeryüzünde “üretici güç” olan Gök Ana’nın üretici timsali  Rahim (Kabe), döl yatağı (Kara Taş) yerini bulmuş, zemzem suyu ile de bereket tamamlanmıştı.
Artık, “Bereket Tanrıları ve tanrıçalarına” ibadet etmek için her şey tamamlanmıştı ve Hacer, oğlu ve gelecek nesilleri İbrahim’in dininde ibadet edebileceklerdi.

Yaşlı Kadının Çocukları“ anlamına gelen Beni Şeyba Kabilesinin de  Süleyman Peygamber zamanında  Sebe kavmi ile dostluğun işareti olarak, Sebe Melikesi Belkıs’ın ülkesinde yaşamaları emredilen 12 Yahudi Kabilesinden olan, Kâbe’ye güneş tanrıçasının (El Uzza) evi olarak Beyt-ül Şems (Güneş Evi) Yahudileriydiler.

Ba’al mitine göre, Kâbe’nin ilk Güneş tanrıçası El Lat’tır. Sonra’dan El Uzza’ya dönüşmüştür. Bazıları da en yaşlıları olarak Menat’ı saymaktadır. 


Bu ululama işi İbni İshak tarafından belirtilmişse de onun zamanında eski putperest dinine göre “Beyt-ül Şems/Güneş Evi” dini kalıntıları ya unutulduğundan ya da putperestliği unutturmak amacıyla açıklama yapılmasından kaçınılmıştır. Oysa Habeşistan (Etiyopya-Sudan) kökenli Lev Tahor-Beytül Şems Yahudileri bu dini hala uygulamaktadırlar. 

1974’te Yahudileri toplama kampanyası ile İsrail’e getirilen bu Yahudi kavmi, kendilerini “Beyt-ül Şems Yahudileri” olarak adlandırıyorlar, kara çarşaf-peçe giyiyorlar, sarığı çarığı, cübbeyi kutsuyorlar, namaz kılıyor, Kâbe’ye tazim ediyorlar, ama, ensest yaşamları ve çocuklarını cinsel ilişkiye işkenceyle zorlamaları yüzünden İsrail’den sürülüyorlar. En son iki yıl önce Kanada da bunların ellerinden çocuklarını alıp sürdü. Bu konuyu “Sabetay Sevi’den Burkalı Yahudiliğe” başlıklı yazımda, “adilyargic.blogspot.com” blogumda yayınlamıştım. Bazıları da ülkemizde Müslüman pozunda, sarık, cübbe, çarşaf-peçe ve haremlik-selamlık otobüsler (İsrail’de Mehadrin otobüsleri) istemektedirler. Milli eğitimin de içine etmişlerdir.

Tanrı demeyin, Allah deyin, Allahuakbar naraları atanlar da bunlardır. Bizim cahiller de bunları Müslüman sanmaktadırlar. Evet çok benzerler. Hele dört kitabı bir sayıp Müslümanlık edenleri Sünnilerden ayırt edemezsiniz.

Bu kaçınma hala Müslümanlar arasında “Tanrı demeyeceksin, Allah diyeceksin” yok “Allahüekber” sloganlarıyla sürmektedir. Oysa “Bismillah” derken bile “İlah=Tanrı” dediğini bilmemektedirler.
Sakınan göze çöp batar örneğindeki gibi Müslümanlar da uydurma dinlerini sakındıkça dindarlıktan hoşlanmayanları dinleri incelemeye itmişler ve dine bağlılık ve İslam değer kaybetmeye başlamıştır.
Bu yeni değil, geçen 1400 yılda dört mezhep ve birbirinin camisine girmeyen 1000 kadar tarikat bu sakınmadan doğmuştur. Bunlar da ben çıkartmadım ya. En iyisi dini insanların vicdanlarına bırakmak, zorlamadan, baskıdan kaçınmaktır.

Ama nerdeee, kim yapacak ki bunu?
Lev Tahor/Beytül Şems Yahudileri
Yedi gezegenin Gök Anası
El Uzza/Er Ruha/El Lat'ın
"gök örtüsü gece" yi
örtünmüşlerdir.
Beytülşems Yahudileri
İsrail'de bile çarşaf-peçe,sarık-cübbe-
harem-selamlık Mehadrin otobüsleri ve her türlü
şiddetve sapkınlık bunlara aittir.


El Uzza’nın eşiti olan bereket, güneş tanrıçası Fenikelilerde Astarte, Frigyalılarda Kibele, Babillerde İştar, Trakyalılarda Bendis,  Giritlilerde Rea, Efeslilerde Artemis, Kenanda Atargatis, İranlılarda Anahita, Kapadokya’da Ma, Harran Sabilerinde Ruha olarak adı her ne kadar değişse de yaptığı iş aynıydı. O daima, çocuklarının yardımına koşan, yardım eden ve bereket bahşedendi.




Lingam-Sol K^^abe,Sağ Üst Yunanistan Delfi mabedi
Orta Mısır Güneş mabedi (H.Polis)
Alt, Easter Adası Lingam
Rahim (Yaşam bulma) ve doğum organı.

Çıktığı yere girmeye meraklı bilinçsiz
Müslüman çocuğu polis yardımıyla,
herkesin kirlettiğ ve asla temizlemediği
vajina temsilinde mikroplara bulanırken.



Gök Ana'sının amını koruyan bir  Suudi Polis

Kibele adının en erken biçimi olan Gılgamış destanındaki (M.Ö.2500 Asur) ormanın koruyucu bekçisi dev Humbaba veya Kumbaba ya da Kubaba olduğu sanılmaktadır. Neolitik çağ Anadolusunda “Küp şekilli taş” ile temsil edilen tanrıça ibadeti dinleri referans kabul edildiğinde “Kubaba” adının “Küp veya “kuba” olabilir. (Tahmin edin neden?)

Kubaba, alternatif olarak, tanrıçanın üstün görüntüsü sayılan  boşluk, tekne, gemi, kap anlamına gelebilir. Hitit alfabesinde Kubaba ideogramı (sembolü) “eşkenar dörtgen, baklava şekli, küp, çift yüzlü balta, kumru kuşu, vazo, kapı veya büyük yapı kapısı şekillerinde neolitik avrupa’da görünmektedir.

Vatikan şehri Kibele tapınağının üstüne kurulmuştur.

Gök Ana'nın rahmi olarak inşa edilen Vatikan Şehri
Aziz Peter meydanı. (Peter=Taş demektir)

Afrodit’in şehri Kıbrıs Pafos şehridir. Farklı klasik yazarlar, onun onuruna yapılan ayinlerin, her ne kadar aşağılansa da da “tapınak fahişeliği” olarak tanımlarlar. Bu tapınakta kara taşa ibadetin, taşın müzeye taşınmış olmasına rağmen hala sürdüğünü işittim.

Kibele’nin başında  tac, Nuh tufanından sonra ilk peygamberliğin sahnesi Babil kulesini hatırlatmaktadır.
Anadolu'nun Gök Ana'sı Kibele

Kıbrıs’ın İslami tarafında da, Mekke ve Medine’den sonra üçüncü derecede yüksek hürmet gören “Hala Sultan Tekkesi” vardır.  Kutsal bir kadın adına yapılmıştır. Türbenin üstünde üçlü kolonun bir parçası gökten düşmüş siyah bir meteorittir.
Kara Çarşafa-peçeye girmiş
Afrodit.
Hala Sultan Tekkesi.
Meteroit
Hala Sultan, Peygamberin analığı ve halasıdır. Bu Mekke’deki gibi orjinal tanrıça türbesi olabilir mi? Ne yazık ki daha fazla bilgi elde etmek olanaklı değildir.

Varro, Bergamalılar çağında Truva İda dağı yakınlarında Ovid annesinin evini kurduğu, Bergama’da Megalesion adlı bir türbeden getirilen tanrıça olduğunu ifade eder. Livy, Romalılar ile Begama kralı I.Attalos’un Pessinous’tan elde ettiklerini taramış görünür. Özellikle Romalıların farklı kaynaklarda taş; “Herhangi bir ikon şeklinde olmayan, küçük, kara, kutsal, gökyüzünden Pessinious türbesine düşmüş bir taştır.” Şeklinde tanımlanır. (Roller, İn Search of The God the Mother=Ana Tanrıçanın Araştırılmasında Silindir)


Lingam- Erkeklik-Dişilik organı birlikteliğinin
İslam'a yanısması

Hint dilinde kutsal olan OM (solda) ve
İslamda kutsal olan "Allah" yazıları arasında da
benzerlik kuran Hintli araştırmacılar
yanılıyorlar mı?

Son olarak, Müslümanların her işe başlarken söyledikleri söz;
Bismillaherrahmanerrahim;"Rahman ve Rahim olan tanrının adıyla"
Bu ifadede geçen;
 "Rahim" Yaşam, Yaşam veren  (Hay/Hayat) ve koruyan anlamlarına gelir.
Rahman da "koruyan" demektir. İki kelime "yanyana "koruyan" olamayacağına göre, "Rahim", Türkçe dilimize de geçtiği gibi, bal gibi, insanın yaşam bulduğu üreme organıdır.
M.S. 218-222- Suriye J.Sezar parasında
KARA TAŞ'ın "Rahim"de taşınması.


Her ne kadar Müslümanlar her yemekte, her su içmede, her duada tekrar ettikleri "Rahim" adının, aslında evreni içinde yaratıp, hayat veren "kutsal gök ananın rahmi" olduğunu bilmeseler de, Hindu dininden başlayarak bütün dinleri birleştiren Masonlar bu işi sıkı takip ediyorlar.

Apple Bilgisayar şirketinin "Kabe projesi"
Rahim temsilidir. Aynen Kâbe gibi
 karedir.

Avustralya'da Rahim

Rahim Santaana'da

Rahim, Danimarka'da

Rahim New York'ta.

Eğer Rahim, am/vajina, penis/sik putperestlik kalıntısı iseler İslam gibi en son olan bir dinde nasıl kaldılar?

Neden bırakıldılar?

İslam'dan 600 yıl kadar önce inen İncil ile Hac görevi, insan ve hayvan kurbanı kaldırılmıştı. Zerdüştler, insan ve hayvan kurbanını M.Ö 600-400 yıllarında kaldırmışlardı. Ancak Hicaz Araplarına Yasin 6. ayette belirtlidiği gibi "Babaları uyarılmamış" kavimdiler ve onlar kurban kanlarıyla putlarını yıkama, hayvan ve insan kurbanını sürdürmekteydiler.
Peygamber Muhammet'İn babası Abdullah da Allah'a adanmış bir kurbandı ve annesi Fatma'nın tek çocuğu olduğundan, Kabe'nin kahini Margayın gördüğü rüyaya istinaden attığı fal okları ile  130 deve karşılığında kurban edilmekten kurtarılmıştı.
Hayvan kurbanı, Yemenli dine teni girmiş birisinin camide kurban konusu konuşulduğunda "Putperestler kanla ibadet ediyorlar, biz onlardan aşağı mı kalalım" demesine kimseden itiraz gelmeyince, inen Kurban ayetleri gibi, Hac da Kureyşlilerin "Muhammet, putlarımızı kırdın, haccı da kaldırırırsan biz aç ölürüz, kısa sürede herkes putperestliğe döner" kaygısı üzerine Hac suresi ve ayetleri gelmiştir.
1970'lı yıllarda din derslerinde öğretilen bu konu bıu gün bütün kayıtlardan kaldırılmış olsa da hafızalarda yer etmiştir.
Kimbilir belki de doğru olanı yapıyorlar

Dinin temeli sayılan ve eski şeytana tapınmayı ret eden "Euzubillahimineşşeytanirracim" yani "Huzurdan recm edilerek kovulmuş şeytanın şerrinden sana sığınırım" diyen bir Müslüman olacaksın, sonra da, yezdi gezegen, 12 burç ve güneşi-ayı olmayan diğer beş gezegenin anası olan şeytan Er Ruha/İştar/El Uzza/El Lat adlarıyla anılan güneş sistemi ve bu takımyıldızları doğuran "göksel Ana" şeytanın rahmi etrafında, "7" oğlunun hakkı için, "7" kez tavaf edip, döneceksin. Hem de rahim olan binayı da "Gök Ana'nın SİYAH ÖRTÜSÜ" ile örteceksin.



 Oradan Mina'ya gidip, El Şükra cemresi (Küçük Şeytan), El Vüsta cemresi (Ortanca şeytan) ve El Akabe cemresi (Büyük Şeytan) adlarıyla bilinen üç şeytanın her birisine, şeytanın yedi oğlu-yedi gezegen hakkı için "7"şerden "21" taş atacaksın, bunu, üç gün sürdürüp toplam "63" taş atacaksın ve şeytan ruhanın doğurduğu toplam "61" gök cismi, güneş (şeytan) ve ay ekleyerek "63"'e bağlayacaksın ve putperest olmayacaksın.
Kur'anda yüzlerce "aklını kullan" diyen ayet demek boşuna inmiş. Gerçek inanan siyasi ile rahmani olanı ayırt etmelidir.

El Şükra, El Vüsta ve El Akabe cemreleri


Şeytan heykelleri kırıldığından yerlerine enli sütunlar
dikilmiştir. Bu sütun duvarlara küçük taşlar atılır.


Şeytanın rahmini yedi kez tavafla kutsayıp, döl yatağını/amını/vajinasını öpeceksin ve purperest olmayacaksın?


Hacer-ül Esved, Gök Ana El Lat'ın
Er Ruha'nın veya El Uzza'nın

Vajina'sı na bunca hürmet, Allah'a 
şirk değil mi?
Uğraş biraz daha, girebilirsin :)



Bu yaptığın da "Euzubesmele" ile çelişmeyecek öyle mi?
Bir düşünün derim.

Eğer Allah varsa ve her gün Müslüman kanının döküldüğü ve bütün Müslüman devletlerin Hristiyan ve diğer gayrimüslümlerin kölesi olmalarında bu "riyakârlık" belki de esas sebeptir.
Kim bilir?
Bu putperestliklerden başka daha dinde bırakılmış, kurban, recm, kırbaç, kelle kesme,çocuk evlilikleri/pedofili, çok eşlilik, türbe ve yatırlardan medet umma, muska, büyü, büyü ile bağcılık,şeyh, emir, pir (rahim/am)lerden medet umma ve niceleri gibi.
Günümüzde Hindular, güneş tanrıları Şiva ve diğerlerine
kurban keserek yaklaşırlar ve putlarını islam öncesi
olduüu gibi kanla yıkarlar.
Hamile olduğuna bile bakmadan kurban
keserek Allah'a yaklaşacağına inanan
Müslümanların yaptıkları
ibadet mi zulüm mü?
Hindulardan ne farkınız var ki?
Tevrat'tan İslam'a geçmiş putperest ibadetlerinden
Recm, taşlayarak öldürme elan dinde vardır.

Günümüz Müslümanlarının aydınlarının yaşadığı Türkiye'de bu inançta olmadıklarını biliyoruz. Ama, ilk emri "İkra=Oku" olan dinin mensupları, en cahil ve köle milletler ise, bir şeylerin sorugulanma zamanı gelmemiş midir?
Geçmişte "Müslüman olduk" deyip, bu gün Haçlı ordusunun
Müslümanları ve masumları katleden, İNSAN KAFASI KAYNATAN,
Müslüman ülkelere HAÇLI SALDIRILARINA GEREKÇE
ÜRETEN VEHHABİ, NAMAZ KILAN ŞEMSİ YAHUDİ"
DÖNMESİ
IŞİD'E KATILARAK DA MÜSLÜMAN OLUNABİLİYOR.


 850 yılında Bizans'ın Abbasileri bozguna uğratarak İran'da urumumiye gölünü Müslüman cesetleriyle doldurmasıyla başlayan İslam'da değişim, tarikatların artması,16.yüzyılda 
Portekizlilerin Ümit Burnunu dolaşarak Hindistan'da koloni kurmaları ve Hint okyanusuna kıyıları olan Müslümanları köleleştirmelerinden beri devam etmektedir.

Birbirinin camisine girmeyen 600 kadar diyanetin kabul ettiği tarikattan ibaret bir "köle İslam" size bir şey düşündürmüyorsa, rahatınızı bozmayın bence.
İslam'ın Yahudileştirildiğinden endişe eden başka
Müslümanlar da bu şekilde dertlerini dile getirmişler.


Hani derler ya "girsin çıksın kalbini bozma" diye. Siz kalbinizi rahat tutun...

Alaeddin Yavuz/
Alaeddin Yavuz wordpress
keykubat
/adilyargic
/ adilyargicc

Kabe, Haceri Esved ve şeytan taşlama ile Arapların Türk hacıları öldürüp köle olarak satmaları konuları Evliye Çelebi Seyahatnamesinden alıntılarla verilmiştir.

http://adilyargic.blogspot.com.tr/2010/11/kabe-ve-seytan-taslama-hakkinda-bazi.html

Not; (Sabilerin kutsal din kitaplarının çevirebildiğim kadarı ile çok sayıda dilimize çevirdiğim çalışmayı yakında PDF veya bu şekilde yayınlayacağım.)