Sayfalar

2 Mayıs 2012 Çarşamba

SAVAS KARARI VEREN ASKER KAÇAGI BASBAKANLAR


DEVLETİ SAVAŞA SOKAN ASKER KAÇAĞI BAŞBAKANLAR

Bir insanın üniforma giyip kışlada asker tayini yemesiyle ya da vatan evlatları cephelerde bilmedikleri silahlarla kıyılırken, askeri hastanede torpille ağırlanarak arazi olanların, savaş bitince iyileşip yiğitlik taslayanların “asker kaçağı” olmadıklarını kimse iddia edemez.
Bize yıllardır “kahraman” olarak tanıtılan iki siyasimizin aslında nasıl bir “asker kaçağı “olduklarını ve her ikisinin de devleti çekinmeden savaşa soktuklarını okumak isteyenler buyursunlar!

Asker Kaçağı Adnan Menderes;

I.Dünya Savaşı Haritası- Kırmızılar Osmanlı, Almanya,
Avustuırya- Macaristan ve Bulgaristan! Yeşiller ise rakiplerimiz
Yıllar 1914-1916’lardır. I.Dünya Savaşı- Osmanlı üzerine yönelmiş bir “Haçlı Seferine” dönmüştür. Osmanlı İmparatorluğu son nefesini tükettiği savaşlarda bütün gençlerini tüketiyor, lise öğrencileri bile gönüllü askere yazılıyorlar, köylerden “kilosu “40 kg’yi” geçen delikanlılar tek tek toplanıp cephelere sürülüyor. Bu kararlılık nedeniyle sıkıyı görünce hastalanan nane molla Adnan Menderes bey (!) güç bela askere yollanıyor.
Acemi eğitiminde İstanbul’da haftalık izninde otellerde keyif çatıyor, kirlenen çamaşırlarını yıkatmak için ninesini Aydın’dan İstanbul’a çağırıyor, yaşlı nineciği geliyor, çamaşırlarını yıkıyor.
Adnan bey gene hasta raporlarıyla eğitimden kaytarıyor, onun kışlaya dönemsinin ardından nineciği otel odasında “torunu askere gidip ölecek” diye kahrından ölüyor.
Sonunda Suriye Yıldırım Ordularına tayini çıkıyor, Atatürk gibi bir komutanın emrinde savaşma şansını kara talih(!), “dümenden hastalığı”  önlüyor.   
Adnan Menderes’e askere gitme şansı ömründe “iki kez” gelir. Birincisi, I.Dünya Savaşında Suriye Yıldırım Orduları Komutanlığına “yedek subay” olarak tayini çıkan, çocukluğundan beri “hastalıklı” olduğu yazılıp beyinlere işlenilen, 1950-60 yıllarının merhum başbakanı, o zamanki “yedek subay adayı” nanemolla- çıtkırıldım Adnan Menderes nasıl oluyorsa Pozantı’ya tren geldiğinde birden hastalanıverir. Beyefendi için asker treni durdurulur, 17. Kolordu Kışlasına haberler salınır, görevli askerler gelir ve kışlada “savaş bitinceye kadar tedavi” görür. Şansın da böylesi olmaz demeyin Pozantı’daki Kolordunun komutanı da Adnan Menderes’in eniştesi Filibeli Nihad Anılmış Paşa değil midir?

Ve hastalandığı yer de tamı tamına eniştesinin kolordusunun bulunduğu yer.
Hadi buna “Yahudi Şansı” diyelim! Bu seferlik olsun.

İkincisi, İzmir İtalyan- Yunan işgali altındadır, onlarca efeler köylü vatanseverlerden çeteler kurmuşlar, yok yoksul halleriyle, çakaralmaz av tüfekleriyle, üstün nitelikli silahlarla teçhiz edilmiş işgal ordularına karşı çatır çatır savaşırken, Celal Bayar (Küçük Ağa) Ege- Marmara bölgesinde bu örgütlenmeleri yürütüp dağlarda ölüm kalım savaşı verirken Adnan Menderes piyasada yoktur. Bölgeyi 1921’de İtalyan kuvvetleri terk edince, Atatürk oraya bir subay gönderir ve askere toplamaya başlar, katılmayanlara verilecek ceza “ölüm” veya daha beteridir.
Haliyle bizim Adnan Menderes te naçizane katılmak zorunda kalır ve o ne?
Adnan gene hastalanır!
Altay takımında santrfor oynarken, çiftlikte çapkınlık yaparken bir şeyi olmayan Adnan, savaşa katılma durumu kesinleşince gene hastalanıverir?

Bu hastalık ta hep savaş kokusunu alınca beliriyor nemenem hastalıksa işte öyle!

Önce, arasının iyi olduğu bölgeden ayrılmakta olan İtalyan askerlerinin komutanına başvururlar, adam her şeyi seferber eder ama, doktorlar Adnan beye “hastalık teşhisi” koyamazlar!
Bana sorarsanız “hastalığı “askerlik korkusudur” ve buna hiçbir doktor kolay teşhis koyamaz.
Neyse dümenden tedaviler falan derken;
O ne?
Gene bir tanıdık Binbaşı Adil veya Akif Bey isminde bir Türk doktoru subay peydah oluverir ve bizim Adnan Menderes’i acilen hastaneye yatırır ve gene Savaş sonuna kadar “tedavi görür” ve ne hikmetse İzmir kurtarıldıktan sonra bizim Adnan iyileşiverir!

İzmir’in kurtuluşuna sevincinden olabilir mi sizce? (!)

İki büyük savaş düşünün, ilki, I.Dünya Savaşı, Osmanlı’nın, Rus Çarlığı, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu, Alman İmparatorluğunun tarihe karıştığı, İngiltere dâhil bütün Avrupa ülkelerinin yerle bir olduğu bir savaşta ülkenize “Haçlı Seferi” yapılıyor, vatan evlatları üstün düşman silahları karşısında tarladaki hububat gibi biçiliyor ve siz birliğinize sevkiyatınız esnasında hastalanıyorsunuz ve tesadüf, hasta olduğunuz için sizi tedaviye alan ordunun komutanı da enişteniz!
Savaş sonuna kadar tedavi görüyorsunuz! Suriye’ye nakledilen tren dolusu binlerce askerden bir tek Adnan Menderes’te böyle bal var.

Osmanlı teslim oluyor, devlet tarihe karışıyor ama bizim Adnan hemen iyileşiveriyor!
Şaşırtıcı değil mi?
Bunun adı açıkça “askerlik görevinden adam kaçırmadır!”

Ha bu tesadüf oldu diyelim!
Bu da mı tesadüf?
Nane molla Adnan’ın İkinci askerlik şansı kurtuluş savaşının en azgın, vatan evlatlarının her cephede su gibi harcanıp, toplar, mitralyözler ile buğday gibi biçildiği, kurşun delikleriyle kevkire çevrildikleri, vatansever çetelerin kadınlı erkekli dağlarda yatıp düşmana kök söktürdükleri zamanda siz çiftliğinizde İtalyan ordu komutanıyla yiyip içip eğleniyor, keyif çatıyorsunuz. Askere çağırılınca hemen İtalyan komutandan “yardım dilenip” sığınacak yer arıyorsunuz.
İtalyanlar bile kızıp “teşhis koyamadık” diyorlar. Yani “-adam, kalk halkın kurtuluş savaşı veriyor sen de katıl hain adam!” Demek istiyorlar ama Adnan’da kızaracak yüz yok tabi ki.
Artık orduya katılmaktan başka çare kalmadığı bir anda gene bir doktor subay peydah olup, İzmir’in kurtuluşuna, yani savaşın bitişine kadar sizi tedavi altında tutuyor.

Siz bunlara “tesadüf” diyorsanız ben hiç askerlik yapmadım, hiçbir şey bilmiyorum demektir.

Ama, 14. Mayıs 1950’de hükümet olur olmaz ve Amerika “NATO Müracaatımızı” askıya almış bekletirken, Müslüman ve Türk evlatlarını hiç adını duymadıkları “Kore Yarımadasına”, Asya’nın en doğu noktasına “Komünistlere” karşı savaşa gönderen kararı şak diye imzalar. Boynuna idam sicimi geçinceye kadar Adnan beyimizin “gayri meşru cinsel ilişkilerinden” doğan çocukları hala konuşulmaktadır!

“Savaş kararını korkaklar verir!” Dersem bana kızar mısınız?
İsmet İnönü hakkında iddia edilen bütün olumsuzluklarına rağmen savaş konusunda hep tedbirli olmuştur ve kaçınmıştır.
Kore Savaşından bir görüntü
1-      Kore’ye izin vermiştir. İngiltere’nin emridir. Kaçarı yoktur. Devleti İngiliz mandası (sömürgesi) o yapmıştır
2-      Kıbrıs konusunda Adnan Menderes’e kesinlikle “uzak durmasını” tembihlemişse de dinletememiştir.
3-      Asla, ölünceye kadar Kıbrıs’a çıkarma yapılmasını onaylamamıştır. Bunun emperyalist bir oyun olduğunu çok iyi görmüştür. Ancak, bir senaryo il CHP başına getirilen Bülent Ecevit ile, Hürriyet ve İtilaf Partisi kökenli Necmettin Erbakan zihniyeti bu derdi milletin başına sardırmışlardır.
4-      Amerika ve İngiltere’nin bize “koruma sağlaması” dışında onlarla ilişkiye girilmemesini ve Marşal, Truman doktrinlerinden uzak durulmasını tavsiye ettiyse de dinletememiştir.
5-      “Savaştan kaçan Adnan Menderes’in “Kore Savaşı” ile “Kıbrıs Çetrefiline” milleti bulaştırması tuhaf değildir. Çünkü adam “asker kaçağıdır” ve ölecekse “Türk evlatları” ölecektir, Sabetayist Yahudi Adnan ise viskisini yudumlayacaktır?  Savaş ona sadece “şöhret getiren” bir araçtır.

Vatan Evlatları, Kore’de, Kıbrıs’ta ölüm kalım savaşı verirken, bakın Adnan Menderes ve Celal Bayar ne yapıyorlardı?
Menderes zamanı Striptiz olayları

Yirmi bir yaşındaki Fransız striptizci Colette Jerry, Bayar'ın, Menderes'in bulunduğu özel gecelere davet ediliyordu. Fransız striptizci Colette Jerry. Ankara'dan sonra Beyrut'a gitti. Cumhurbaşkanı el Huri'nin oğluyla aşk yaşadı. Ve bir gün otel odasında zehirlenmiş olarak bulundu! (Efendi -S.464)

2002 Model Menderes  RE.T.E’nin Özellikleri;

RE.T.E, 03 Kasım 2002’de hükümete geçtiği için bu deyimi kullandım.
Adnan MENDERES’ten 42 yıl sonra ülkemizin başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın da askerliği tartışma konusudur. Bir iki kişi dışında onunla askerlik yaptığını hatırlayan insanın olmaması, başbakanın kendisinin fotoğraf albümlerinde birisi Tek Tip denilen çarşı elbisesi bir de eğitim elbisesi ile çekilmiş iki fotoğrafı dışında resminin olmaması hayli ilginçtir.
26 Şubat 1954 doğumlu Recep Tayyip Erdoğan’ın olağan haliyle 1974’de askerlik yapması gerekirken 1982’de askerlik yapması daha da ilginçtir.
Asker RE.T.E.nin askerliğini okuyunuz!TIKLA

Benim bildiğim üniversite nedeniyle en fazla “26” yaşına kadar askerlik ertelenebilmekteydi, doktora ve mastır eğitimlerine katılan Üniversite öğrencileri ise 28 yaşına kadar erteleyebiliyorlardı.
Başbakanın herhangi bir mastır ve doktorası olmadığına göre 1982’de “28” yaşında askere alınması da hayli ilginçtir.

Ektir;
"Bu konuyu 11 Eylül 2012 günü Ulusal Kananl'da Teoman Alili ile birlikte program yapan eski Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olan Zekeriya Beyaz Hoca açıkladı.
Durum şöyleymiş;
Fatih İmam Hatip Lisesini "futbol düşkünlüğü" nedeniyle çift dikiş le veya çok zayıf karneyle bitirmiş ve Fatih Belediyesine topçu olarak girmiş ama "Muhasebeci" olarak maaş almaya başlamış.
1954 doğumlu olan RE.T.E efendi, 1974'de Kıbrıs Savaşının patlayacağını gören Yahudi yakınlarının telkinleriyle olsa gerek, 1973 yılında İstanbul Eminönü ilçesinde bulunan İstanbul Üniversitesi'nin arka taraflarında bulunan Soğanağa mahallesinde günümüzün açık öğretimini (A.Ö.F.1983'de açıldı. Ben 1984'te girmiştim.) andıran İktisadi İdari İlimler Yüksek okulu adlı devam mecburiyeti olmayan bir "Yüksek Okul" a girmiş ve bu okuldan sekiz yılda  yani 1981 yılında mezun olmuştur.

EKTİR; Aşağıdaki diploam örneğinde1980-1981 döneminde mezun olduğu yazılı. Marmara Üniversitesi 1982'de kuruldu. Oysa beyefendi 1973'ten beri bu okula devam eden bir üstün zeka örneğidir.
Ektir-24 Nisan 2014'te Yusuf Hallaçoğlu'nun yayınladığı diploma örneği

Bu yüzden Cumhurbaşkanlıuğına aday olan bu zatın halen onu tanıyan bir asker arkadaşı olmadığı gibi ne Üniversite sınıf arkadaşı ne öğretmeni olduğun u söyleyen çıkmamıştır. Sınıf arkadaşı olduğunu söyleyen İsrail'li bir Yahudi olduğunu Zekeriya hoca söylemiştir. Eh artık gerisine siz karar veriniz."

Diğer yandan çocuklarını da askerden kaçırmıştır. Küçük oğlu Burak “testis kanseri” teşhisi konularak İstanbul Deniz Hastanesinden aldığı “çürük” raporuyla askerlikten yırtmıştır. Bunun askerliğini engelleyici bir özelliği varsa bu genç babasının başbakanlığı döneminde kendisine aldığı yük gemileriyle deniz ticaret filosunda taşımacılık yapmaktadır. 1998 yılında da ses sanatçısı Sevim Tanürek adlı kadını arabasıyla çarparak ölümüne neden olmuştur. Demek ki, araba, karı kız işleri yerinde olan bu gencin sağlığı yerindedir ama askerliğe gelince aynı Menderes gibi” çürüğe çıkmaktadırlar”.

Büyük oğlu Bilal Erdoğan da özel “dövizle askerlik” yasası çıkarılarak kışla içinde yanında “40” tane koruma polisi eşliğinde “40” gün askerlik yaptı.
Adnan Menderes ile Recep Tayyip Erdoğan’ın futbolculuklarından askerliklerine, tarikatlarından Amerika hayranlıklarına ve başbakanlıklarına olan benzerliklerinden birisi de ikisinin de ülkenin başına sorun olan “savaş kararlarına” imza atan kişilikleridir.

Savaş kararını korkakların verdiği bir dünya!
"Türkiye cumhuriyetini kendi malıymış gibi yedi düvele satan, devleti bütün komşularıyla savaş ortamına iten kendisini ve evlatlarını, yandaşlarını askerlikten yırtmaları için durmadan "paralı askerlik yasası" çıkartan, tek bir Üniversite sınıf arkadaşı, öğretmeni olmayan, seki yılda bir yüksek okulu ittire kaktıra ancak bitirebilen bir adam devleti yönetirse, yurt i,çinde ve dışında çok meşhur üniversitlere bitirip oralarda doktoralar yapmış nam salmış dallamalar de buna "yağdanlıklık" ederlerse adamın kabahati mi yani?"

 Menderes Kore’ye yok yere asker gönderip kıydırmaktan çekinmediği gibi RE.T.E’de, Kızıldeniz Somali Hint okyanusuna, Libya’nın işgaline çekinmeden asker göndermiş halen de Suriye’nin işgaline destek olmak için isyancılara silah, cephane, para ve barınma sağlamaktadır.
Kendileri askerlikten “it gibi korkanlar” vatan evlatlarının yok yere kıyılmalarına neden olan “savaş kararlarına” imzayı şak diye basmaktadırlar.

Elli yıl arayla başbakan olan her iki kişinin de futbolculuklarından “askerlik korkularına” kadar benzemeleri ilginç değil midir?
Asker kaçaklarının “savaşa karar vermeleri” ne kadar yersiz ve yanlışsa böyle insanları umut görüp oy vermek te o kadar akıl fakirliğidir. Bunun da sorumluları bu adamları halka kurtarıcı olarak pompalayan en başta askeri, sivil kişiliklerdir.



GEMİLERDE TALİM VAR

Gemilerde talim var,
Hükümette Tayyip var
Savaşa girelim der
Asker kaçaklığı var

Hani benim Memedim
Memedim, kendine gel diyeceğim
Gelmezsen sana Haçlı diyeceğim!

Gemi gelir yanaşır
İçi Nurcu kaynaşır,
ABeDe maşaları,
Savaş diye ağlaşır!'

Hani benim Memedim
Memedim, kendine gel diyeceğim
Gelmezsen sana Haçlı diyeceğim!


Yazımı inandırıcı bulmayanlar, olayları Soner YALÇIN’IN Efendi adlı kitabından yaptığım alıntıları okuyabilirler.

Adnan Menderes’in Hayatı;


Altay da, Karşıyaka gibi İttihatçıların takımıydı. Bunun en belirgin göstergesi, İttihatçıların Maarif nazın Mustafa Necati Bey'in kendine ait odasını Altay'a tahsis etmesiydi.
Daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti İzmir Kâtibi Umumîsi Mahmud Celal (Bayar) aracılığıyla Altay'a kulüp binası verdi.
Altay İzmir'de fırtına gibi esti. Kurulduğu yıl, Karşıyaka, Midil-Trablusgarp takımları arasında yapılan turnuvanın şampiyodu. Bu zafer İzmir sokaklarında, caddelerinde davul zurna ırak kutlandı. Aynı yıl Altay, Ermeni takımı Armenion'u yenince benzer sevinç gösterilerine sahne oldu. İngiliz gençlerinden kurulu Pakser'i 4-3, bir maçı hiçbir zaman unutmadılar: Evliyazade Nejad'ın oynadığı maçta İtalyan Levantenlerin takımı Garibaldi'yi 10-0 yenince, İtalyan konsolosu, "İtalyan millî kahramanı Garibaldi küçük düşürüldü" diye kulübü kapattı!
O yıllarda Altay'ın kalesini koruyan isim Ali Adnan'dı (Menderes)...
Kaleciler futbol sahalarının en yalnız futbolcusudur.
Gelecekte Evliyazadelerin damadı olacak Ali Adnan, çocukluğundan başbakanlığa uzanan yolda hep yalnız olacaktı.
Son yolculuğuna çıkarken bile...

Tevfika'nın ağabeyi Sadık Bey'in Aydın Sarayiçi Mahallesi'ndeki konağında ikinci çocukları dünyaya geldi:  Ali Paşazade Adnan (Menderes)!
Burada iki ayrıntıya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Ali Adnan'ın doğum tarihi 1899.

Adnan Menderes'le ilgili kitaplar, makaleler, yazı dizileri, belgeseller hep bu yukarıdaki cümleye yer veriyor.
Gelin şu cümleyi biraz açalım...
Ali Adnan'a neden sadece babaannesi Fitnat Hanım sahip çıkmıştı?
Anne tarafı Ali Adnan'la niçin ilgilenmemişti? Ya da bu yargı yanlış mıydı?
Yanıtı bulmak için Ali Adnan'ın anne tarafına yani Hacı Ali Paşa ailesine tekrar dönelim.
Anne tarafından Hacı Ali Paşa ailesine akraba olan Osman Evliyazade'nin, Hacı Ali Paşa'nın öldürülmesine ilişkin bu kitabın yazarına yaptığı açıklama da hayli ilginçtir:
Menderes her şeyiyle Amerikancıdır!
İşaretlerine kadar

Tire'den Bayındır'a kaplıcaya giderken Rum arabacısı tarafından öldürülüyor. Arabacı yolda arabayı durduruyor, silahını çekiyor. Hacı Ali Paşa cebinden bir kese altın çıkarıp arabacıya uzatıyor. Arabacı "Malını değil canını istiyoruz" diyerek Hacı Ali Paşa'yı öldürüyor.
Amerikan Ordusu için "Seni istiyorum!"

Diyorum ya bu hayat hikâyesi hep gizemlerle dolu...
Bu cinayet, Hacı Ali Paşa'nın kişiliğiyle ilgili "çizilen tablolara" pek yakışmıyor doğrusu!
Dr. Mükerrem Sarol Bilinmeyen Menderes adlı kitabında, Hacı Ali Paşa'yı bakın nasıl yazıyor:
Hacı Ali Paşa sert, mütehakkim mizaçlı bir aile reisidir. Az konuşan, ağırbaşlı, çok cesur, korkusuz yaradılışlı bir insandır. Ali Paşa'nın sürdürdüğü aile düzeni pederşahî bir düzendir. Son derece muttehakkim olan paşadan yalnız ailesi değil uzak yakın çevresi de korkmaktadır.(1983, s. 7)
O "astığı astık, kestiği kestik" Hacı Ali Paşa, canını kurtarmak için arabacıya bir kese altın teklif ediyor, ama kurtulamıyor!
Neyse, ayrıntıya girmeyelim.
Fani Ali Adnan'ın, adını taşıdığı dedesi öldürülmüştü.
Peki ya dayıları?
O yıllarda verem uğradığı evden kolay kolay çıkmıyordu.
Ali Adnan giderek zayıflamaya başladı. Fitnat Hanım ne yapsa bu zayıflığın çaresini bulamıyordu. Sonunda İzmir Gureba Hastanesi hekimlerinden Dr. Şehrî Bey küçük Ali Adnan'a verem teşhisi koydu.
Fitnat Hanım uğursuz vereme biricik torununu kurban vermemek için çırpındı. Önce oturdukları evi değiştirdi, Karşıyaka semtine taşındı. Temiz havası ve ferah bir bahçesi olan bu evde Ali Adnan
biraz kilo aldı, sağlığına kavuşmaya başladı.
Üstelik ele avuca sığmayan afacan bir çocuk olmuştu. Disipline sığmayan mizacı yüzünden sık sık babaannesini üzüyordu.
Babaannesi çok disiplinliydi; ilk önceleri Ali Adnan'ın sokağa çıkmasına bile izin vermiyordu. Hastalık kapmasından endişe ediyordu.
Ali Adnan çok nadir, dayısı Refik'in ziyaretlerine geldiğinde yanında getirdiği kızı, Sabiha ile Mesude ablaları ve Sami ağabeyiyle oynuyordu.

Küçük Adnan(!) onun dışında akranlarını hep evden seyrediyordu.
Sonra yasak kalktı. Ama yine kurallar vardı: hava kararmadan eve gelinecekti, terli terli gezilmeyecekti...
Hastalıkla mücadele yıllarında küçük Ali Adnan okula gidemedi.
Özel hocalardan ders alıp, okuma yazmayı öğrendi.
İkinci Meşrutiyet ilan edilir edilmez Uşakîzade Muammerin Arap fırının ilerisindeki konağını okul binası olması için hibe etti.
Memlekete "uyanık bir nesil yetiştirmek" amacıyla kurulan okula, "Leylî (yatılı) ve Neharî (gündüzlü) Merkez İttihat ve Terakki Mektebi" adı verildi. Okul, iptidaî (ilk), rüştiye (orta) ve idadî (lise) kısımlarından oluşuyordu.
Göğsünde kurtuluşu simgeleyen rozeti ve elinde bayrağıyla Âli Adnan bu okulun orta kısmına gitti.
En sevdiği ders Ateşoğlu Hayri Bey'in öğretmenliğini yaptığı jimnastik dersiydi.
Bir de salı ve perşembe günleri öğle sonrası tatillerinden faydalanıp öğretmenler eşliğinde şarkılar söyleyerek kır gezilerine gitmekten hoşlanıyordu.

Bu arada, Ali Adnan, okulun orta bölümünü bitirmeden İzmir Kızılçullu'daki Amerikan kolejinin yatılı bölümüne geçti. Neden böyle bir tercihte bulunmuştu?
O dönemde, Amerikalı Protestan misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu sınırlan içinde 430 okulu vardı.
Bunlardan biri de 1904 yılında açılan İzmir'deki International American College'di.
Amerikalı Protestan misyonerlerin Anadolu'daki okullarında!
3 465 öğrenci öğrenim görüyordu. Bu öğrencilerden biri de artık Ali Adnan olmuştu.
Okulun amacı, diğer Amerikan misyoner okullarından farklı eğildi: erkek çocuklara ve gençlere, Hıristiyanlık ilkelerine dair dil, sanat ve bilim eğitimi vermek.

Mahmud Celal (Bayar) ile Ali Adnan'ın ilk karşılaşmaları Ali Adnan'ın Amerikan koleji günlerine dayanıyor.
Kolejden üç genç, ittihat ve Terakki'nin İzmir'deki önemli ismi Mahmud Celalle görüşmek için yanına gidiyorlar. Temiz giyimli bu üç gençten biri, okullarında misyoner rahipler olduğunu ve bunların, Müslüman öğrencileri Hıristiyan yapmak için haddinden fazla çaba sarf ettiklerini söylüyor. Üstelik bazı Türk öğrenciler Hıristiyan olmuşlardı bile.
Bu üç öğrenciden biri Ali Adnan'dı.
Mahmud Celal, öğrencilerin sorunlarıyla ilgilenmiş, okul idaresiyle ve Maarif Müdürlüğü'yle temasa geçip, tahkikat açtırmıştı.
Bu konu İzmir basınında bir hafta süren haberlere konu olmuştu...
Hıristiyanlık propagandası dışında Ali Adnan koleji sevmişti.
İttihat ve Terakki Mektebi'ndeki durgunluğunu Amerikan kolejinde üzerinden atmıştı.

Hastalıkla Savaştan Kurtulan Asker Menderes

1916 Ekiminde Harbiye Nezareti'nin askere çağırdığı 1315 (1899) doğumlular arasında, Kızılçullu Amerikan Koleji son smıf öğrencisi Ali Adnan da (Menderes) vardı.
On yedi yaşındaydı. Bulunduğu öğrenim düzeyi nedeniyle askerliğini yedek subay olarak yapacaktı.
Babaannesi Fitnat Hanım'ın elini öptü ve İstanbul'a doğru yola çıktı. İkisi de ağlıyordu, birbirlerinden saklayarak.
İstanbul Erenköy'deki İhtiyat Zabiti Talimgâhı'na katıldı.
Sicil numarası 20 737'ydi.
Anadolu'nun çeşitli yerlerinden gelmiş yedek subay adaylarıyla birlikte hızlandırılmış bir askerî eğitimden geçecekti.
Sporcu olduğu için talimlerde zorlanmıyordu. Tek sorun yemeklerdeydi.
Bir türlü alışamamıştı asker tayınına.
Haftalık tatili olan cuma günlerinde İstanbul'a inip geceyi, başkentin en pahalı otellerinden Meserret Oteli'nde geçiriyordu.
"Savaşın devamı sadece sizin ölümünüz demektir!" Yazılı

Savaşa Giderken Hastalanıp Askerlikten Yırtan TORPİLLİ Menderes;

1917 yılında Ali Adnan (Menderes), 19. mürettebat devresinden zabit namzedi (asteğmen) olarak çıktı.
On dokuz yaşındaydı.
Bu devrenin tüm diğer mezunları gibi o da, Suriye'deki Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı emrine verildi.
Edhem'in (Menderes) devresi Çanakkale'ye gidiyordu.
Kucaklaştılar, ayrıldılar.
Ali Adnan yüzlerce askerle birlikte, 4. Ordu Komutanı Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın emrine girmek için trenle Suriye cephesine doğru yola çıktı. Mustafa Kemal Paşa'dan İsmet (İnönü) Paşa'ya, Ali Fuad (Cebesoy) Paşa'dan Fevzi (Çakmak) Paşa'ya kadar bir dönemin ünlü isimleri bu cephede görev yapıyorlardı...
Ünlü yazar Falih Rıfkı (Atay), Cemal Paşa'nın emir subayıydı.
Sivil yaşamında bir ara Dahiliye Nazın Talat Paşa'nın özel kalem müdürlüğünü de yapan Falih Rıfkı Zeytindağı adlı kitabında Suriye cephesindeki olayları bir edebiyatçı gözüyle anlatmaktadır.
Menderes ve Tayyip gibilerinin yanında
"Canlarının kıymeti olmayan"
I. Dünya Savaşına gönderilen Türk askercikleri

Ali Adnan'a cepheye ulaşmak "kısmet" olmadı.
Hastalandı!
Trenin ilk durağı Pozantı'da, menzil komutanlığı Ali Adnan'ı trenden aldı. Seyyar hastaneye yatırıldı.
Adnan Menderes'in biyografisini yazan kitaplara bakılırsa, burada 40 kiloya kadar düştü!
Sonra.
Sonra, İzmir'deki 17. Kolordu Komutanlığı'nın emrine verildi.
Tesadüf! Bu kolordunun komutanı eniştesi Filibeli Nihad (Anılmış)
Paşa'ydı!
Nihad Paşa, Ali Adnan'ın halasının kızı Güzide'nin kocasıydı.

Torpilci Paşa Kendisini Savaştan Kurtaramaz;

İlginçtir: Ali Adnan'ın gidemediği Suriye cephesine, 7 Kasım 1918'de Nihad Paşa 7. Ordu komutanı olarak atanacaktı!

Menderes’in İtalyan Sevgisi;

Çakırbeyli Çiftliği'nin doğusunda, Bataköy Köprüsü başındaki italyan Bersaglieri Çekista Birliği Anadolu'yu terk etmek için son hazırlıklarını yapıyordu. Yirmi iki gün önce Londra'da yapılan
antlaşmaya göre, İtalyanlar Anadolu'dan çekiliyordu.
Birliğin komutanı Kapitan A. Moro'nun konuklan vardı:
Ali Adnan (Menderes) ve Edhem (Menderes)!
İki yakın arkadaş, İtalyan askerlere veda ziyaretine gelmişti.

Ali Adnan, Mondros Müterakesi sonrasında terhis edilince, yalan arkadaşı Edhem'le, Yahudi mahallesi Kestelli'deki evlerinden ayrılıp birlikte Çakırbeyli Çiftliği'ne yerleşti.

Ali Adnan tropikaya, yani zehirli sıtmaya yakalandı. Durumu ağırlaşınca, ilaç ve doktor bulmak için Edhem, İtalyan komutan Kapitan A. Moro'nun yanına gitti. İtalyan komutanın emrinde doktor yoktu ama çiftliğe eczacı kalfasını gönderdi.
Ali Adnan'ın durumu her geçen saat ağırlaşıyordu. İtalyan sağlık görevlisi önce kinin verdi. Ama ateş düşmedi. Acilen Çine'deki İtalyan Enfermeriya Birliği'ne götürülmesini tavsiye etti.
Bir katır arabası bulundu; yatak serildi; Ali Adnan arabaya yatırılarak Çine'ye götürüldü.
Sıcak dayanılacak gibi değildi. Sivrisinekler aman vermiyordu.
Yolu altı saatte aldılar.
Balkanlarda  vatan uğruna canlarından feragat etmiş
Yiğit Vatan Evlatları

Ellerinde komutan A. Moro'nun mesaj kâğıdı vardı.
Çine'deki İtalyanlar Ali Adnan'la yakından ilgilendiler. Emrine Kamaço adında bir İtalyan asker verdiler. Hastalığın teşhisinden emin olmak için Antalya'daki karargâhtan uzman bir doktor bile getirdiler. (Olan hastalığa teşhis konulur. Menderes’te hastalık yok ki teşhis konulsun. Olay gayet açıktır.”Çürük Raporu”. A.Yavuz)
İtalyan doktor binbaşıydı. Ve hiç de umutlu konuşmadı. Ali Adnan'ın durumu ağırdı. Rodos'a giderse belki kurtulabilirdi.
Şevket Süreyya Aydemir Menderes'in Dramı adlı kitabında, "Fakat beklenmeyen bir şey olur. Bir yerlerden Binbaşı Adil veya Akif Bey isminde bir Türk doktoru peyda olur. İşe el koyar" diye yazmaktadır. (2000, s. 57)
Türk doktoru Ali Adnan'ı alıp Çine'deki Nuri Efendi'nin hanına nakleder, iğneler, gıdalar ve Türklerin arasında olmak Ali Adnan'ı iyileştirir!

(Savaş bitince hemen iyileşiyor. Sabetayistlerin tarikat üyelerini askere göndermemek için aralarında para topladıklarını Soner yalçın önceki konularda yazmıştı. Adnan Menderes Kırım göçmeni Yahudi Tatarı “Türk (!)” olduğu için İşgal güçleriyle arası iyidir. O dönemde, Said-i Kürdi, Kürtlere “askerden kaçmalarını mümkünse Yunanlılara esir düşmelerini emretmiştir. Yunanlılar esir Kürtleri eğitim, doğudaki Kürt isyanlarına yolluyorlardı. Kırım Tatarları da,  mandacıydılar, Anadolu’da bağımsız Tatar Devleti düşlüyorlardı. Yunanlılar işgal ettikleri yerlerde Tatarları gece ve kır bekçisi olarak görevlendiriyor, Kuvayı Milliye’cilerin, çetecilerin ihbar edilmesinde onlardan yararlanıyorlardı”. Ege ve Marmara bölgesinde bu yaygın olarak bilinen bir gerçektir. Çetelerin öldürdükleri Tatarlar hiç de az değildir.
Adnan Menderes aynı zamanda “İslam Kürdistanı peşinde koşan İngiliz- Vatikan ödüllü Said-i Kürdi Deliüzzaman’ın Nakşibendi tarikatını “Kürtleştirmesiyle” oluşturduğu yeni mason dinine girmiş bir Nurcudur. Orduya onun döneminde Nurcular doldurulur. Amerikancı derin NATO- Gladyo örgütlenmesi hep bu Ermeni kökenli Kürtçü- Nurcu subayların işidir. A.Yavuz )

Ali Adnan'ın hayata dönüşünün "Yeşilçam senaryolarım" aratmayacak düzeyde yazıldığı bir gerçek!
Soru: Ali Adnan'ın yaşamöyküsünde neden hep "senaryoya" ihtiyaç duyuluyor?
Bu konuda örnek çok: Ali Adnan'ın yaşamöyküsünü kaleme alan bir avuç yazar, Ulusal Kurtuluş Savaşı günlerinde Ali Adnan ve Edhem'in "Ay-yıldız Çetesi"ni kurduğunu yazmaktadır.
Ege'deki Millî Mücadele dönemini yazan, gazeteci Haydar Rüşdü Öktem'den komutan Rahmi Apak'a, Çerkez Edhem'den, "Galib Hoca" Celal Bayar'a, komutan Ali Çetinkaya'dan Vali İbrahim Edhem Akıncı'ya, Kâzım Özalp Paşa'dan Hacim Muhiddin Çarıklı'ya kadar, dönemi kaleme alanlar anılarında ne Ali Adnan'dan ne de "Ay-Yıldız Çetesi"nden bahsediyorlar!
"Ay-Yıldız Çetesi"ni bilen sadece iki kişidir. Ali Adnan ve Edhem! Bir kişi daha var: çiftliğin kâhyası Mehmed!
Geçelim...
Ali Adnan, daha İzmir işgal edilmeden önce, 23 Kasım 1918'de kurulan "Müdafaai Hukuki Osmaniye Cemiyeti"ne katılmamıştı.
Halbuki dayısı Hacı Ali Paşazade Refik bu toplantılara önce katılmış sonra vazgeçmişti.
Keza işgalden hemen sonra kurulan "Reddi İlhak Heyeti Milliyesi" üyeleri arasında da Ali Adnan adı yoktu.
Yörük Ali Efe, Hüseyin Efe, Kara Durmuş Efe, Kozaklı Mehmed Efe, Mesutlulu Mestan Efe, Dokuzuncu Hasan Hüseyin Efe, Cafer Efe, Sancaktar'ın Ali Efe gibi Çakırbeyli Çiftliği'nin bulunduğu bölgede direniş komiteleri kuran milislerin adlan tek tek yazılıyor ama nedense "Ay-Yıldız Çetesi"nden kimse bahsetmiyor!
Yine o bölgede mücadele veren Albay Salaheddin Bey, Binbaşı Saib Bey, Binbaşı Hacı Şükrü, Yüzbaşı Ahmed, Teğmen Zekâi, Teğmen Şerafeddin, Teğmen Mahmud, Yedek Teğmen Necmi, Bakırköylü
Teğmen Kadri, Kütahyalı Receb Çavuş gibi askerlerin adlan yazılıyor ama, yedek subay Ali Adnan'ın hiç adı geçmiyor!
"Ay-Yıldız Çetesi"nin görev alanı herhalde Çakırbeyli Çiftliği'yle sınırlıydı...
Adnan Menderes Gene Hastalık Dümeniyle Kurtuluş Savaşından Kaçıyor!

Peki Ali Adnan Millî Mücadele'ye katılmamış mıydı ?
Katıldı. Hatta İstiklal Madalyası aldı. Peki ama ne zaman?
Sakarya'da zafer kazanılıp, Yunan ordusunun ilerleyişi durdurulunca, Mustafa Kemal Büyük Taarruz'un çalışmalarına başladı ve seferberlik ilan edildi. Subay, er, silah, yiyecek, içecek miktarını artırmak için kollar sıvandı.
Ankara bu konuda çok kararlıydı; aksi davranışta bulunanların cezasını İstiklal Mahkemeleri verecekti!
Ve Ankara'nın kararlılığı sayesinde Sakarya Savaşı'nda 6 629 olan subay sayısı 8 659'a çıktı. Er sayısı ise 133 079'dan, 199 283'e fırladı!
Askere gitmeyenlere ağır cezalarının verileceğinin duyulması asker sayısının artmasına neden olmuştu. Ankara Hükümeti Osman Bey adında bir topçu yarbayı Söke'ye gönderdi.
Yarbay Osman, bölgedeki yedek subayları göreve çağırdı.
İşte bu davete Ali Adnan ve Edhem de riayet etti.
Ali Adnan, Yenipazar ile Baltaköy arasındaki Dalama'ya "Süvari Müzaheret Bölüğü"ne gönderildi. Daha sonra Koçarlı inzibat komutanı Binbaşı Besim Bey'in emrine atandı.
Evet, orduya yeni katılan 2 030 subaydan biri de Ali Adnan'dı...
Ali Adnan'ın başından beri Millî Mücadele'ye katıldığını ispat etmek isteyenler hep Ali İhsan (Sabis) Paşa'nm 1951'de yayımladığı beş ciltlik Harp Hatıralarım adlı çalışmasına atıfta bulunuyor.
Kitabın yayımlandığı tarihe dikkatinizi çekerim: 1951, yani Ali Adnan başbakan; Ali İhsan Sabis Paşa DP Afyon milletvekili!
Kore'de Türk birlikleri
Ali İhsan Sabis Paşa aynca inanılmaz bir İsmet İnönü düşmanıdır;
ona karşı "ulusal bir kahraman" yaratmayı amaçlamaktadır!
Peki Ali İhsan Sabis Paşa anılannda ne yazmıştı?
Anlattığı, Malta sürgünü dönüşü Koçarlı'da gördüğü yedek subay Ali Adnan'ın ne kadar zeki ve enerji dolu olduğu.
Hepsi bu.
Adnan Menderes'in hayatını "hamaset destanı" haline getirenler, bu anılardan yola çıkarak onu, elinde silahı, düşmana karşı cepheden cepheye koşmuş bir "millî kahraman" yapıvermişler!
Ayıp...
Ali İhsan Sabis Paşa, sürgünde bulunduğu Malta'dan ne zaman yurda dönmüştü: 27 Eylül 1921.
Biz de aynı konunun altım çiziyoruz:
Ali Adnan Millî Mücadele'ye başlangıcından iki yıl sonra, yani İtalyanların bölgeden ayrılmasının ardından katıldı.
Bu tespit, Ali Adnan'ın ne kişisel, ne de siyasal yaşamını küçük düşürmez. İsmet (İnönü) Paşa, Fevzi (Çakmak) Paşa da Ankara'ya gelmekte tereddüt geçirmişlerdir. Hatta Mustafa Kemal bile İstanbul'daki
girişimlerinden sonuç alamayınca son çare olarak Anadolu'ya çıkmıştır. Ama bu ne Mustafa Kemal'i, ne de onun onurlu mücadelesini ufaltır.
İki Büyük Savaşta Askerden Kaçan Adnan Menderes, Başkalarının Çocuklarını Kore’ye Göndermek veya “Vatansever Solcuları” İçeri Tıkmak İçin “ANINDA” Karar Veriyor;

DP hükümeti, 15 general ve 150 albayı tasfiye ettiği tam da o günlerde -hem de TBMM'ye bile sorma ihtiyacı hissetmeden Kore'ye asker gönderme kararı aldı!..
Soğuk Savaş döneminde, yerini "Batı Bloku" olarak belirleyen Türkiye, NATO'ya girebilmek için topraklarından binlerce kilometre uzaklıktaki bir savaşa Mehmetçik'i gönderdi. DP çevreleri, "Milleti harbe sokmamakla erkekliğini öldürdüler" diye propaganda yaptı. Üniversite öğrencilerinin en büyük örgütü Millî Türk Talebe Birliği Başkanı (geleceğin büyük işadamı) Can Kıraç, hükümetin aldığı karardan dolayı şükran bildirisi yayınladı.
Karşı çıkan Doç. Bellice Boran başkanlığındaki Türk Barışseverler Cemiyeti üyeleri ise tutuklanıp cezaevine kondu!..8

8. Behice Boran'ın komünist olduğu her halinden belliydi; saçları kızıldı ve üstelik öğrencilerinin sınav kâğıtlarını kırmızı kalemle tashih ediyordu! inanın bunlar şaka değil, gerçek.
Ve ne yazık ki Türkiye daha ileri yıllarda, "Kızılcıklar oldu mu, selelere doldu mu" türküsünün bile komünizm propagandası yapılıyor diye radyoda söylenmesini yasaklayacaktı.

Ortada tehlike olunca “çıtkırıldım, yataklara düşen ölümcül hasta olan” Adnan Menderes, iş başbakanlık olunca hastalık nedir bilmiyor, başkaları hakkında “savaş, ölüm ve sürgün kararlarını” anında uyguluyordu.
Bu da demek oluyordu ki;
“Adnan’ın canı can, milletinkisi kızartmalık patlıcandı!”
Verdiği kararla binlerce vatan evladı Kore’de varlığından haberdar olmadığı silahların, Napalm bombalarının ateşinde gerçekten kızararak öldürülmüşlerdi. Ya Kıbrıs macerasında Yunanlıların bombaları, evlere doldurarak yakmalarıyla öldürülenler?
Onun emriyle vatan evlatları
Kore'de napalm bombalarıyla yakılırken
Başbakan Adnan
Hatunların üstüne çıkarken hiç hasta değildi!

9. 2002 yılında Güney Kore'de Türk Şehitleri Mezarlığı'nı ziyaret ettim. Anıtmezarlıkta beni en çok duygulandıran, meçhul asker sayısının fazlalığı oldu. Mehmetçik binlerce kilometre uzaklıkta öyle bir savaşa gönderilmişti ki, cesedi tanınmayacak hale gelmişti!
Ve sanıyorum Kore Savaşı'nda şehit düşenlerin duygularını Nâzım Hikmet yazdı: "Benim gözlerimin ikisi de yok / Benim ellerimin ikisi de yok / Benim bacaklarımın ikisi de yok / Ben yokum / Beni, üniversiteli yedek subayı, Kore'de harcadınız, Adnan Bey / Elleriniz itti beni ölüme / vıcık vıcık terli, tombul elleriniz / Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan / ve ben kan içinde ölürken çığlığımı duymamanız için / kaçırdı sizi bacaklarınız ' arabanıza bindirip..."
Kore'de Asker ve cephane treninin bombalanması
İçindeki askercikler diri diri yandılar!

 Aslında sanık sayısı 187'ydi. Ancak 20 kişi "pişmanlık yasası"ndan yararlanarak itirafçı oldu. Bu nedenle bu dava 167 kişi olarak bilinmektedir. İşkenceli sorgular sonucu" okul öğretmeni Hasan Basri Alp öldürüldü. Haberi alan öğretmen eşi denize atlayarak intihara teşebbüs etti. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü son sınıf öğrencisi Kemalettin Özerdem aklını kaybetti; aynı fakülteden Şafak Yurdanur, işkencelere dayanamayarak iki kez kendini öldürmek istedi. Ressam Nuri iyem sinir krizleri geçirdi. Ama Türkiye NATO’ya girmişti...



Türk Milletinin tarihini "asker kaçağı, 
Vatikan işbirlikçisi dönmeler değil,
 er meydanlarında can veren Türkler yazmıştır!

 Bu yazıdan 22 gün sonra Malatya Erhaç'tan kalkan bir keşif uçağımız Kandil yerine Suriye Hatay üzerinde sınır ihlali yapar Lazkiye Limanındaki Rus donanmasının resimlerini çeker endişesiyle Suriye tarafından Akdeniz'e düşürüldü. Savaş tamtamlarını cumhuriyet döneminde asker kaçağı sivil başbakanlar vermiştir tespitim bir kez daha onaylandı.
Vatandaş karikatürü güzel çizmiş ben de konuşturdum. Konuşma metinlerine itiraz edenler sayfaların altında "En Çok Okunanlar" listesinden istedikleri yazıyı seçip gerçekleri öğrenebilirler.



Küresel emperyalist Yahudi şatanist sermaye İncil ve Tevrat'ın Kıyamette Çıkacak Olan Deccal ayetleri gereğince Türk ve Müslüman soylarını kurutmak ve yeryüzünü Yahudilere teslim etmek için bu savaşı çıkarmaktadırlar! İlgili yazılarım;
http://keykubat.blogcu.com/g-w-bush-t-erdogan-ve-yecuc-mecuc-1_19394861.html

http://keykubat.blogcu.com/g-w-bush-t-erdogan-ve-yecuc-mecuc_4366127.html

http://keykubat.blogcu.com/g-w-bush-cuce-tanri-bes-asya-ve-afrikalilar_4372344.html

http://keykubat.blogspot.com/2010/08/devler-cuceler-ve-yecuc-mecuc.html#axzz1yixuo9uF

http://adilyargic.blogspot.com/2012/06/sabetay-seviden-burkali-yahudilige.html



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.