Sayfalar

6 Eylül 2008 Cumartesi

DENİZ FENERİ NE FENERMİŞ?

DENİZ FENERİ NE FENERMİŞ?



Geçen yıl Kanal Türk’ün başlattığı Almanya’da hükümetimizin yan kuruluşlarından olan Deniz Feneri Derneğinin bulaştığı yolsuzluk iddiaları,Başbakanımızın birkaç Almanya ziyaretinin ardından biraz dinmişti.

Kanaltürk’ün de çeşitli oyunlarla satılmak zorunda bırakılması da konuyu bayağı gündemden düşürmüştü.

Ancak Alman adalet kurumunun bu davayı boşlamadığı ve yaptığı çalışmaların bir sonuca erdikçe açıklanması ile “Deniz Feneri bombası” medya gündemine yine bir bomba gibi düştü.

Davanın yine baş rollerinde RTÜK başkanı Zahit Akmandan tutun da Başbakan ve çocuklarına kadar uzanan,gemiler,televizyon kanalları vs zincirleri uzayıp gidiyor.

CHP bu gün de Zahit AKMAN’ın soruşturma ile ilgili yapılacak 09.Eylül 2008’de Frankfurt’ta yapılacak duruşmaya çağrıldığı mahkeme kararını da gündeme taşıdı.

İşte o kararın basında yayınlanan şekli;

“Frankfurt Başsavcılığı 7670 JS 241702-07 sayılı dosyada Zahid Akman hakkında cezai takibat başlatmıştır. İddianamede adı geçen Assplan adlı şirket OSWG adlı Yapı Kooperatifi’ne sermaye aktarmış. Abdullah Özer’in başkanı, Zahid Akman’ın kurucu ve yönetici olduğu kooperatif her bir üye adına devletten 4 bin Euro sübvansiyon almış. Yapılan denetimde konut yapımına başlanmadığı anlaşıldığından devlet üyelerden 4 bin Euro sübvansiyonu geri isteyince üyeler savcılığa şikayette bulunmuşlar. Savcılık, şikáyetler üzerine hem yapı kooperatifinin üyelerinin hem de devletin dolandırıldığını tespit ederek kooperatif kurucuları, bu meyanda Zahid Akman hakkında cezai takibat başlatmıştır. Zahid Akman’ı, 9 Eylül 2008 tarihinde Frankfurt’ta devam edecek olan duruşmaya katılıp hakkındaki iddialara mahkemede yanıt vermeye davet ediyoruz.”

AKP,”biz çetelerle uğraşıyoruz,devleti çetelerden temizleyeceğiz” vaatleri ile CMUK ilkelerine aykırı olarak gecenin bir vaktinde pijamaları ile polis merkezlerine aldığı Ergenekon zanlılarının hakkında gerçek veya yalan,yasal veya yasal olmayan şekilde elde ettiği her şeyi daha savcılık dosyasına girmeden kendi basınında 24 saat yayınlatmakta bu insanları yargılanmadan kamu vicdanında suçlu ilan etmektedir.

Ben bu konuda göz altında bulunan kişilerin “suçlu veya suçsuz” olmaları konusunda değil,haklarında yapılan “yargılaması devam eden bir dava hakkında basın ve yayın yolu ile davalı kişilerin kişisel haklarını hiçe sayan mevcut yasalara göre de yasaklanmış olan bir davranışa“ maruz bırakılmalarını ve devlet eliyle suçlunun da haklarının çiğnendiği için bu konuyu öne çıkarıyorum.

Adı “adalet” ile başlayan bir siyasi parti iktidarının “adalet” anlayışının sadece “kendi için adalet” istediğine şahit olmaktayız.

“Kalkınma “ ilkesinin de sadece “Akp’lilerin kalkındırılması “ olduğunu da bu dava ne güzel gözler önüne sermektedir.

Peki,AKP hakkında şimdi kim takibat yapacak,bu çeteden milleti kim kurtaracaktır?

Ergenekon soruşturmasının terör örgütü dışında mutlu ettiği kesim var mıdır?

Önemli olan bizi AKP çetesinden kimlerin kurtaracağı konusudur.Belediye zabıta terörleri,otomatik artan enerji fiyatları,artmayan maaşlar,”düşman ilan edilen” emekliler,ders kitaplarına sokulmuş abuk sabuk fikirlerle gençlerimizin beyinlerinin bulandırılmaları ve daha nice rezillikler.
Yıllardır ben de ailece evimde bu yardım programlarını seyretmiş ve yapılan yardımlardan etkilenip bu insanları takdir etmiştim.Yukarıdaki iddialar gündeme geldiğinde "çirkin siyaset" yapılıyor diye aklımdan geçirmiştim
Ancak gösterilen deliller öyle bir hale geldi ki olayın çirkin siyaset değil,"tam bir din ve inanç sömürüsü" olduğuna kanaat etmem de zor olmamıştı.

Oy verecek bir parti bulamayan,kendi de yoldan çıkmış,şaşkın,sürekli sağılan bu milletine bir çıkış yolu göster ya rab!!!!



Keykubat
DENİZ FENERİNİN ÖZELLİKLERİ;
Danıştay İdari İşler Kurulu, 4 yıl önce Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'nin, "Kamu yararına çalışan dernek" sayılmasına onay vermedi. Hükümet ise yasayı değiştirerek, Danıştay'ı devre dışı bıraktı. Dernek, Bakanlar Kurulu kararıyla bu statüyü aldı.

Bakanlar Kurulundan iki karar

Deniz Feneri, 20 Aralık 2004 tarihinde Bakanlar Kurulu'nun 2004/8278 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernekler arasına alındı. Bakanlar Kurulu 12 Mayıs 2005 tarihinde Deniz Feneri Derneği ile ilgili ikinci bir karar daha aldı. Bu karara göre dernek, İçişleri Bakanlığı, Valilikler ya da emniyetten izin almadan maddi yardım toplayabilecek kuruluşlar arasına alındı.

Ayrıcalıkları var

Bu dernekler, Bakanlar Kurulu kararınca izin almadan her türlü yardım kampanyası düzenleyebiliyor, nakit para yardımı kabul edebiliyor, hazineye ait arsa ve arazileri satın alma kolaylıklarını kullanabiliyor, mali yapılarının güçlenmesi ve hizmet götürebilmeleri için vergi kolaylıklarından yararlanabiliyor, Katma Değer Vergisi ile (KDV) veraset ve intikal vergisinden muaf tutuluyor, harcamaları vergi matrahından indiriliyor, derneğe ait bina ve arazilerden vergi alınmıyor, başbakanlık uygun görürse derneklerin araçlarına resmi plaka tahsis ediliyor.
İşte Deniz Feneri kimleri aydınlatmış,ilgili haber linki= “http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9833187.asp?gid=229&sz=84393”

“http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9833189.asp?gid=0&srid=0&oid=0&l=1”

HER ŞEYDEN TASARRUF

Özellikle şehirlerde ve küçük aile dediğimiz "anne,baba ve çocuk" dan oluşan yapılanmada büyüyen gençlerimiz ve yetişmiş olan insanlarımızın yabancı olacağı aydınlatıcı bir konuyu "e mail"ime gelen yazılar arasından seçtim.Yazanın ismi olmadığı için koyamadım.
I.ve II.Dünya savaşları sırasında yaşamış,bu olaylara "asker" olarak yetiştirdiği evlatlarını göndermiş,torunlarını beslemiş babaannem de bu tasarrufa uyardı.Çanakkale'de bulunan ordumuza yiyecek ve cephane taşıyan hayvanların pisliklerinden arpa,yulaf,buğday gibi tahılları ayıklayıp yıkayıp kaynattıktan sonra yediklerini,kendi ellerinde bulunan tüm yiyeceklerden,aile fertlerinin açlıktan ölmeyecekleri kadarı ayrıldıktan sonra devletçe alındığını,200 gram kadar bir ekmekle bol bol su içmekle dört kişinin iki gün idare ettiğini dinlerdim.
Çanakkale savaşında dedemin askerliği sırasında çarıklarını kıyıp kaynatıp işkembe çorbası gibi yediklerini,onlar da bittikten sonra meşe ağaçlarının kalın dış kabuklarını kaynatıp yediklerini babaannem ve annemden ve köyümdeki diğer insanlardan dinlerdim.
Bu günkü bolluk o mücadele ve kıtlıkların meyvesidir.Bu kıtlığın o zamanın doğu Anadolu’sunda yaşayan ve Rus işgalinde olan yerlerde pek yaşanmadığını da hatırlatırım.
Şimdi korkunç derecede müsrif,savurgan bir "israf toplumu" olduysak bunun sebebi "kendini olduğundan fazla gösterme" şaşkınlığından ve geçmişi çabuk unutup ibret alma alışkanlığını kaybetmemizdendir.
Evinizde ve işyerinizde yiyeceğinizden fazla ekmeği ve sebzeyi doğramayın, parçalamayın, ellerinizi dahi ovalarken musluğu kapatın,iyice ovduktan sonra yıkayacağınız zaman açıp durulayınız.Hamam ederken de aynısını yapabilirisiniz.Gereksiz yere su harcamamaya özen gösteriniz.
Umarım bu yazı benim ön sözümden sonra okuyanda olumlu tesirler yaratır,hem tabiatın hem de ekonomik zenginliklerimizin boş yere harcanmasını engelleyecek tedbirler alanların artmasına faydamız olur.Milyarlarca insanın sadece aynı günde en az 1.litre su,bir dilim ekmek tasarruf ettiğini düşünürsek milyarlarca ton su ve milyonlarca ton yiyecek tasarruf edilmiş olacağını hesaplamak zor değildir.

İşte bir haber alıntısı;"
Türkiye’de, üretilen her 10 ekmeğin 1’inin israf edildiği belirtildi. Günde üretilen 120 milyon ekmeğin yaklaşık 12 milyonunun çöpe gittiği vurgulanan raporda, bunun ekonomiye zararının günlük 2.6 milyon YTL olduğu kaydedildi.
Ekmek israfıyla ilgili çarpıcı rakamların da yer aldığı raporda, ülkede her yıl yaklaşık 44 milyar adet ekmek üretildiği, bu ekmeklerin yüzde 16’sının evlerde olmak üzere, yaklaşık 40 milyarının tüketildiği, 4 milyarının de israf edildiği kaydedildi.
Raporda, Türk halkının her yıl ekmeğe 7 milyar dolar para ödediği,israf edilen ekmeğin yıllık ekonomik kaybının ise 700 milyon doları bulduğu bildirildi. Her gün 2 milyon ekmeğin çöpe atıldığı İstanbul’un, en fazla ekmek israf edilen illerin başında geldiği kaydedilen raporda, Ankara ve İzmir’de ise toplam 600 bin ekmeğin çöpe atıldığı belirtildi."
Basit tasarruflar zamları,kıtlıkları,yoklukları,kuraklıkları ve bunların etkilerini en aza indirir.
Keykubat

TASARRUF

'5 yaşında idim.
Rahmetli babaannem pirinç ayıklıyordu.
Bir tane yere düştü.
Babaannem eğildi, aramaya başladı.
Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyordu .
Çocukluk iste,

-Aman babaanne dedim.
- Bir pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya, yorulmaya değer mi?
Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu.
-Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun, ' dedi.
- Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanin göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun?'
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.

Aradan yıllar geçti.
Hukuk Fakültesinde öğrenciyim.
Alain'in proposlarini okuyorum.
Birden irkildim.
Babaannemi hatırladım.
Alain, bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur diyordu.
İlave ediyordu. Bir iğnenin üretiminde binlerce insanin alın teri, göz nuru, el emeği vardır diyordu.

On dokuz yıl evveldi.
Stockholm'e gitmiştim.
Bir otele indim.
Geceydi.
Sabahleyin, tıraş olmak için lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm.
'Lütfen tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın, yanda bir kutu var oraya bırakın, bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı olun' diyordu.
Doğrusu hayretler içinde kaldım.
Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir.
Birçok eşya üzerinde' İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı.
İste o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.

İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda radyolar, televizyonlar bir haberi duyurur.
'Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın.
Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj, kutu varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa, kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.'

Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevazı yasayan insanlardır.
Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül edememiş, hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir.
Böyleleriyle; evini mezat salonuna çevirmiş zavallı, diye eğlenirler.
Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır.
Vaktiyle Japon ekonomisi darboğazdan geçiyor. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor.
Zamanın başbakanı meclisi toplar.
Kürsüye çıkar.
Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve;

-Şu andan itibaren der,
-Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim.
-Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.
Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır.
Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok.
Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm.
Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazı, ne kadar gösterişten uzak...

*Gerekmediği halde elektriği yakmakla, suyu kapamadan bos yere akıtmakta, gece çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla, yemek yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?

*Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle örülmüştür. Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki, İlkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.

Bir mıh bir nalı kurtarır.
Bir nal bir atı, bir at bir komutanı,
Bir komutan bir orduyu,
Bir ordu bir ülkeyi kurtarır diyordu..

Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalım ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız.
Burada parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır.

4 Eylül 2008 Perşembe

SON GELİŞMLER ve ATATÜRKÇÜLÜK

SON GELİŞMELER ve ATATÜRKÇÜ’LERİN GÖREVLERİ


08.8.2008 günü dünya barışının sembolü olarak kabul edilen olimpiyatların Pekin’de açılışının yapıldığı güne denk getirilen Gürcistan’ın şaşkın kravat yiyen Abdulbush’u Saakaşvili’nin Güney Osetya’yı işgali sonrası ortaya çıkan gelişmeler dünyayı her gün “acaba kazara bir 3.Dünya Savaşı “ çıkar mı korkusu içinde yaşatmaktadır.

"Rusya’nın bu işgal olayına verdiği tepki hem kendi menfaatleri hem de dünya barışı açısından yararlı olmuştur.
Dünyayı tek merkezden yönetmek isteyen,yer küreyi kendi yap boz tahtasına çeviren Hıristiyan-faşist G.W.Bush ve neocon’cu çetesi ummadıkları bir tepki ile karşılaşmıştır.
Adamı Mc Cain seçilemezse kendisinden demokratik beklentiler umulan Obama’nın seçilmesi halinde İran ile bir kaos çıkarmayı başaramadığı için Gürcistan’ın G.Osetya işgali sayesinde kendi çizdiği “yayılmacı-bölücü,yıkıcı” siyaseti Obama’nın sürdürmesi,aynı zamanda da “Yecüc-Mecüc” kavmi olarak niteledikleri Çin’in de olimpiyatlardan kazanacaklarını en aza düşürme planı içinde yapılmış sinsi faaliyetleri beklenilen yararı sağlayamamıştır.
Milletleri büyük yapan vatanseverlerinin verdikleri mücadelelerin büyüklüğüdür.Putin Rusya'nın ajan Gorbaçev'den sonra gelmiş en aklı başında vatanseveridir.Ülkesini bu istikamette yönlendirmeyi başarması ve risklerden korkmaması sayesinde de dünya barışına katkıda bulunmuştur.Kanaatimce işbirlikçi hükümetimiz sayesinde de bir kaç yıl içinde bölünmesi mümkün olacak hale gelmiş ülkemiz de böylece bütünlük sürecini biraz daha uzatmıştır.
Rusya’nın tepkisi dünya devletlerini yeniden düşünmeye ve yerlerini tespit etmeye sevk etmiştir.En başta İran ve Suriye’nin hemen Rusya tarafında yer almaları yeni dengeler oluşturmuştur.
Gürcistan’da Rusya’nın tepkisi ardından gösteri yapan “tecavüz mağdurları” olarak kendilerini lanse eden devletler bile kendilerini yeniden yargılama durumuna düşmüşlerdir.
Genel Kurmayımızın gerek içerde bulunan emekli askerlerimize sahip çıkması gerek son habere göre Karadeniz’de Rus Deniz Kuvvetleri yetkilileri ile yapılan görüşmeleri ardından dün de Genel Kurmay Başkanımızın Başbakana yaptığı ziyaretin ardından “Abdulbush-Bush’un kölesi” hükümetinin başının suratının asıklığı vatanseverlerin dikkatini çekmiştir.
Devletimizin bağımsızlığı ve özgürlüğü için mücadele veren Vatansever Atatürkçü ve demokrat sol kesimin yazılarının ve halkla ilişkilerinin önemi de artmıştır.
Atatürkçüler,vatansever sol ve demokratlar olarak gericiliğin ne olduğunu halka iyi anlatmak zorundayız.Önce ABD-İngiliz yapısı 100 yıllık “Nurculuk “ akımının ne olduğunu dini bilgilerimizi geliştirerek halka anlatmalıyız.Bizim halkımız dindardır,muhafazakardır ama dinini de mezhebini de bilmez.
Bu yüzden dış kaynaklı ılımlı İslam palavralarına gelmiştir.Önce bunun bir sapıklık,olduğu vurgulanmalıdır.Tehlikenin büyüklüğü onların anlayabileceği tarzda dile getirilmelidir.
Öyle ki yazdığımız konular dünyanın yuvarlak olduğunu,Türkiye’nin komşularının kimler olduğunu hatta Ankara’nın başkent olduğunu bilmeyen insanların bile anlayabileceği açıklıkta olmalı ve anlatılan konunun önemine uygun Kuran ayetleri ve hadislerle de iddialar tasdik edilmelidir.
Hatta bilmeyenler en azından namaz dualarını,namazların kılınma şekilleri,mezheplere göre ibadetler,mezhepler arasındaki ibadet farklılıkları,sebepleri de öğrenilmelidir.
Dini konuda yapıcı konuşma yapmak istediği halde,karşı fikirde birinin “Sen önce Sübhaneke’yi oku da görelim,ondan sonra konuş” denildiğinde okuyamadığından susmak zorunda kalanları geçmişte çok gördüğüm için bunları yazıyorum.
Her aydın en azından bunları bilmek zorundadır.Bundan sonra isterse Ateist de olduğunu” söylese bizim toplumumuz dinler.O zaman sözünü “bilerek” söylediğin inancını yaratırsın ki o da halkı bilmeye ve öğrenmeye iter.
Yoksa ithal ılımlı İslamcılara,muskacı hurafeci şeyhlere pirlere halkı teslim etmeyi kabul etmiş oluruz.
Aynı Kurtuluş savaşında mücadele eden Mehmet Akifler,Elmalılı Hamdi Yazır’lar gibi.Onlar zamanla merakları ile din ve felsefe alanında doğruları zaten bulacaklardır.
Bunun yanında ülkenin bağımsızlığını savunan insanları da mümkün oldukça ve bir ihanet içinde olduklarına ikna olmadıkça karşımıza almaktan kaçınmalıyız.
Türk halkının aklı başında demokratik vatanseverleri olarak halkımızı uyandırma çabalarımız sürmektedir ve sürecektir.Biz de sonunda "bağımsız olarak ülkesi için doğru siyasetleri tespit edebilecek" siyasi liderler ve partiler çıkaracağız.Bu günler fazla uzak da değildir.
Önemli olan,mücadele verirken yazılarımızı sadece "kendini kurtarmış aydınların anlayacağı ve onları teselli edecek" tarzda yazarak değil,yolda bulduğu,veya yumurtalı ekmeğini sardığı gazete kağıdında gördüğü yazılar olabilecek değerlendirmelerimizi onların da anlayabileceği şekilde yazarak bu mücadeleye güç katabiliriz.
Saygılarımla.
Keykubat

3 Eylül 2008 Çarşamba

ALLAH HAKKINDA BİLGİLER

AY TANRISI KÜLTÜ ve ALLAH
ALLAH KELİMESİNİN TARİHİ

Araplar dört halife döneminde ve sonrasında işgal ettikleri güney Türkistan bölgesinde ve Kafkaslarda, Türkleri çeşitli işkencelerle eş ve kız çocuklarına gözleri önünde tecavüz ederek zorla Müslüman etmişlerdir.Daha sonraları iyice sindirdiklerine inandıkları zamanlarda da Cuma namazlarına gelenlere para vererek teşvik eden Arapların (O paralarda Türklerin el koydukları mallarından kazandıkları paralardandı zaten),kendilerini Yahudi’lerin soyundan olmakla “Üstün Irk “ olarak gösterip,diğer yandan,Müslüman olanları da “kıyamette Allah’a karşı savaşacak Yecüc Mecüc” soyu olarak niteledikleri,aşağıladıkları Türk Milleti artık uyanışa geçmiştir. Aşağıdaki yazıları okurken de bir yandan sizin de “Tanrı” anlayışınızın ne olduğunu da sorgulayınız.

“ALLAH” kelimesinin ilk kez Kur’anda geçmediğinin bulunması size şaşırtıcı gelmesin.Ortadoğu Araştırmacılarından H.A.R.GİB “Hz.Muhammed inananlarına “Allah” kelimesinin Muhammed’in doğmasından,Kur’andan önce olduğunu açıklamıştır.(Muhammedizm”Tarihi Bir Bakış.N.Y Mentor Books 1955 s:38)
İlk İslam araştırmacılarından Colombia Unv.Orta Doğu ve İslam Profesörü ve Çağdaş zamanların Batı İslam Alimlerinden olan Arthur Jeffery’den bir alıntı:
“Allah” adı,Kur’an’ın da şahitlik ettiği islam öncesiArabistan’ında bilinmektedir.Aslında, kelime olarak “Allat” dişi formunda Kuzey Afrika yazıtlarında bulunmaktadır. (Islam,Muhammed,ve Dini N.Y.Liberal Arts 1958-s:85)
“Allah” kelimesi bileşik Arapça bir kelimedir.”El İlah”veya “El Ellah”tır.“EL” belirteçtir.Türkçe’de olmayan bu özellik İngilizce’de “THE” yerine kullanılır.Yani bir ismi diğerleriyle karıştırmamak için konulan bir belirteçtir.
“İlah” ise “Tanrı” anlamındadır.Arapça’ya girmiş yabancı,tanrısal özelliği olan bir kelime değildir.Saf Arapça’dır.İncil ve Tevrat’ta bulunan ne İbrani’ce, ne de Yunanca bir kelime değildir.Arap Tanrısallığını ifade eden tamamıyla Arapça olan bir kelimedir.
Hastıngs’ Encyclopedıa of Relıgıon and Ethıcs 1:326,T.&T Clark der ki;
“AllahArapların tanrılarına özgü özel bir isimdir”
Dinler Ansiklopedisine göre de;
“Allah islam öncesi bir kelimedir ve Babil inanışında “Bel” e karşılık gelir. (Encyclopedıa of Relıgıon 1:117 Washıngton D.C.Corpus Pub.1979)
Bu yüzden o”Allah” kelimesini islam öncesi putperest Arap inanışları zamanına ait özel bir Arap Tanrısı “ ismi olduğuna inanılmaktadır. Aşağıdaki alıntı bu konuda yardımcı olabilecektir.;
“Allah” İslam öncesi Arap kitabelerinde bulunmaktadır.”(Encyclopedıa Brıtanıca 1:(643)
“Araplar Muhammed öncesi yaygın olarak “Allah” adlı üstün bir tanrıya ibadet etmişlerdir.(Encyclopedıa of İslam1:302 Leıden E.J.Brill.1913 Houtsma)
“İlah” sıklıkla islam öncesi Arap şiirlerinde “Allah” yerine kullanılmıştır.” (Encyclopedıa off Islam III.1093-1971)
“Allah kelimesinin Hıristiyan veya Yahudilerden Müslümanlara geçtiğini kabul etmeye dair bir neden veya bir fikir yoktur.”(İslam,İnançlar ve gözlemler N.Y.Barrons 1987 S:28)
Ortadoğu Araştırmacılarından E.M.WHERRY’ye göre Kur’an’ın bu günkü tercümesinde,İslam öncesi zamanlarda “Allah’a –İbadet,Ay,Güneş,Yıldızlara tapılan Yıldız Dinlerinde ve BA’al’a tapınmak gibidir.( Kur’anın kapsamlı yorumu Osnabruck:Otto Zeller Verlag 1973 S.36)
YILDIZ DİNLERİ
Arabistan’da Güneş dişi bir Tanrıça ,Ay da erkek bir Tanrı olarak görülmüştür.Bu alanda araştırma yapan bir çok alimden biri olan Alfred Guılluame tarafından öngörüldüğü gibi “Ay Tanrı”sının bir çok çağırılış biçiminden biri de “Allah”tır.(İslam:S:7)
Allah ismi Ay Tanrısına verilen muhtelif isimler içinde şahsi özel ismidir.
Allah ,Ay Tanrısı Güneş Tanrıçası ile evlenir .Birlikte üç tanrıça üretirler.Bunların isimleri,”El Lat”,”El Uzza”, ve “Menat” tır.
“Allah’la beraber daha küçük tanrıçalar olarak ve Allah’ın Kızları adlarıyla tapınıldılar.”(Encyclopedıa of world mitology and legend 1:61)
HAC GÖREVİ:
Her yıl Mekke’de Kabe’nin önünde yapılan bir şiir yarışmasıyla sonuçlanır.En iyi seçilen şiir Kabe duvarına gelecek yılki hac görevine kadar asılı kalır ve şaire de Mekke esnafınca konulan en büyük para ödülü Kureyş Kabile Reisi yani “Allah’ın Bekçileri”nin reisi tarafından verilir. Seçilen bu şiir “İlahi” yani “Tanrısal” bir şarkı şeklinde de aşıklarca en az bir yıl boyunca söylenilirdi.
Kur'anın belli bir ses düzeni içinde okunması da bu geleneklerden gelmektedir.Süleyman Paşanın Mevlid'i de (Mevlütlerde okuduğumuz şiirin yazarıdır.) böyle bir içerikle yazılmıştır. Bütün dinlerde tanrıyı öven şiirler vardır.Aleviler sazla ve semahla bu işi yaparlar vs. vs.
HİLAL AY SEMBOLÜ
Arap kültüründe ve bütün orta doğu boyunca başka yerlerde de Ay Tanrısına ibadetin sembolü “Hilal”dir.
Arkeologlar,Ay Tanrısına tapınmanın bir işareti olarak başlarının üstünde hilal bulunan bir çok tanrı ve tanrıça heykeli ortaya çıkardılar.Aynı anlamda da Mısır Tanrılarının başında da güneş resmedilmişti.
Hz.İsa ve Havarilerinin ,Hz.Meryemin, Meleklerin ve de azizlerin resimlerinde de “Mısır-Sümer veya Mitra’nın sembolü olan güneşe atfen “Yuvarlak Haleler” bulunmaktadır.Topu aynı kültüre dayanmaktadır.
Hz.Muhammed ile birlikte başının üstünde onu koruyan bir bulut olduğu vakası da aynı içerikten gelir.Önceki inanca bağlı olanları cezb etmede kullanılmıştır.

Eski yakın doğuda “Ay” genellikle kadın –dişi olarak temsil edilirken Araplar onu Erkek olarak görmüşlerdir.
KUREYŞ TANRILARI:
Muhammed’in doğduğu Kureyş Kabilesi Ay Tanrısı Allah’a (El Ellah veya HUBEL) ve onunla insanlar arasında iletişim kurduğuna inanılan üç kızına taparlardı.
Mekke’deki Kabe’de El Lat,El Uzza,Menat adlı bu üç tanrıça başlıca rolü oynamaktaydı.Allah’ın ilk iki kızının isimleri “Allah”ın dişi formuydu.
(Babil Enuma Eliş Destanında olduğu gibi Tiamat (Dünya) ve Kingu (Ay) güneşten koparak oluşan ilk iki gezegendir.
Marduk Tiamat'a savaş ilan ettiğinde onun bir kadın olduğunu söyler.Destanın sonunda da insanı "Ay-Kingu"nun kanından yaratır.Buna göre de El Lat-Merkür,El Uzza Venüs ve Menat-Dünya olarak anlaşılmalıdır.Hıristiyanlıktaki "Üçleme -Teslis'in de Güneş,Ay ve Dünya ile ilişkilendirilmesi yanlış olmaz.İsa ve Havarilerinin ve de meleklerin başlarındaki hale Mitra-Zerdüşt inancı, Mısır ve Sümer İnançlarının sembolü olan "Güneş" i temsil etmektedir.)

Hz. Muhammed’in babasının adı kelimesi kelimesine “Abd-Allah” tır.Türkçe’ye “Abdullah olarak geçer. Yani “Allah’ın Kölesi” anlamındadır.Babası Hz.Muhammed henüz ana karnında altı aylıkken vefat etmiştir.Yani ortada İslamiyet falan da yoktur.
Kabilesi olan Kureyş’lilerinde görevi “Kabeyi korumaktır ve bu yüzden bu kabile “Allah’ın bekçileri” adı ile anılır.Hz.Muhammed’e en büyük zorluğu kendi kabilesinin çıkarma nedeni de bu yüzdendir.
Yani “Allah “ ismi pagan bir tanrıya aittir.Ay Tanrısına aittir.
Arapların “Arap olmayan kavimlere illa da “Allah” diyeceksiniz diye diretmeleri de sadece “Arap Kültür Emperyalizmi” yaratmaktan başka bir anlam içermemektedir
MEKKE’YE DOĞRU İBADET
Mekke’de bulunan Kabe’deki 360 putun orada barındırılmaları nedeniyle bütün pagan yani çok tanrılı Araplar ibadetlerini “Mekke” ye dönerek yaparlardı.
Diğer adı “Hubel” olan en büyük putları “El Ellah” veya “Türkçe söylenişiyle Allah’ın “yani “Ay Tanrısının” heykeli de burada bulunmaktaydı.
Ay tanrısına tapınmak Arabistan ve bereket hilali boyunca yani Mısır-Mezopotamya arasında da yaygın bir inanıştır.
Bu Araplar arasındaki inanç birliği de İslam inancının bu bölge boyunca yaygınlaşmasını kolaylaştırmıştır.”Hilal Ay”ın Müslümanlarca sembol kabul edilmesinin ve Müslüman ülkelerin bayraklarında “Hilal” bulundurmalarının sebebi Mekke’deki “Ay Tanrısı”na tapınma kültüne bir atıf olarak yorumlanmaktadır.
“Allah “ kelimesi bizlere öğretildiği gibi sadece “Kur’an-ı Kerim’de geçen ve “99” ismiyle tanımlanan “Allah” kavramı ile alakalı değildir.Her kavim kendi diline göre “Tanrı” diyebilmelidir.

ALLAH’IN KIZLARI

Şimdi Vehhabiliğin öğreticisi İngiliz ajanı Hemper ‘ın 250 yıl sonraki ardılı olan E.Siraceddin veya namı diğer Martin Lings’e hazırlattıkları kendi kitaplarından Arapların Allah’ının ne olduğunu okuyunuz.

“İsmail peygamberin ikinci karısının kendi kabilelerinden olması nedeniyle Yemen’den gelerek Mekke’ye yerleşen Cürmühi kabilesinden uzun yıllar sonra Kabe’nin korunması görevini üstlenen Huzaa kabilesinin şeflerinden biri Suriye ziyaretinden dönerken orada bulunan putperest Moabi’lerden Kabe’ye koymak için bir put ister.Onlar da Hubel adlı putu verir.Daha sonra Kabe’nin baş putu olacak olan bu puta sonradan konulan ad ise “El Ellah” tır.Yani “Allah.”
İsa’dan 400 yıl sonra İsmail soyundan gelen Arap Kureyş kabilesinden Kussay,Huzza Kabilesinin lideri Huleyl’in kızı ile evlenir.Damat Huleyl’in kendi evlatlarına baskın çıkar ve Araplar arasında olan saygınlığı nedeniyle de sivrilmiş kişiliği onun tercih edilmesini sağlamıştı.
Sonunda iki kabile arasında çıkan büyük bir savaş sonunda Kabe’nin korunması Kureyş kabilesine geçer.Mekke ve çevresinde de tepelere yerleşmiş olarak yaşayan “civar Kureyşlileri de vardır.Zaman Hz.Muhammed’in dedesi Abdülmuttalip dönemini göstermeye başladığında Kureyş kabilesinin “Kabe’nin koruyuculuğu” diğer adıyla “Allah’ın Bekçileri” sıfatı ile de bilinen görevi devam etmektedir.
Kabe’nin baş putu yine El Ellah (“Allah” Türkçe söylenişidir.Arap alfabesi “Elif” harfi ile yani “E” ile başlar.) gerçek adıyla Moabi putu Hubel’dir.Yüzyıllardır tapınağın en büyük en saygı gören,maneviyat telkin eden “bereketin timsali” olarak sayılmaktadır.
Arap yarımadasında Kabe dışında da büyük tapınaklar vardır ve bunların en önemlileri de Hicaz bölgesindeki “Allah’ın kızları” olarak bilinen Lat,Menat ve Uzza’dır.
Hz.Muhammet’in dedesi Abdülmutallip de diğer Yesrip (Medine) Arapları gibi Kızıldeniz’deki Kudayd’da bulunan Menat’ın tapınağına götürülmüştü.Kureyş için bunlardan en önemlisi Mekke’nin deve yolu ile bir günlük güneyindeki Nahle ovasında bulunan Uzza putu idi.Bir günlük daha güneye yol gidilirse,Havazin kabilesinden Sakif tarafından yönetilen ve “Yeşil Cennet” denilen Taif’e varılır.Ki burada da Lat’ın gösterişli bir putu tapınağa konmuştu.Lat,Taif’li bir kadını simgeliyordu.Havazin kabilesi bu puta verilen değer nedeniyle kendilerini Mekkelilerle bir tutuyorlardı.Kureyşliler de bunu “İki Şehir” diye niteleyerek Mekke ve Taif’i eş gösteriyorlardı.Hicaz’ın bostanı olarak adlandırılan Taif,bereketinin kaynağını bu puta bağlıyordu.Ayrıca iki kabile de İsmail soyundan geliyorlardı.”
KURBAN
Araplarda İnsan Kurban etme;
Hz.Muhammed'in dedesi Abdülmuttalip'in ,Hz.Muhammed'in babası Abdullah'ı adak olarak Kabe’de Hubel Put’una (Allah) kurban etme olayı vardır.Annesi Fatıma ile kabilenin ileri gelenlerinin itirazları üzerine karşılığında bir bedel ödenerek Abdullah’ın kurtarılması için danışmaya karar verilir.Abdulmuttalip Abdullah ve bir oğlunu da alarak doğduğu şehir olan Yesrib’e (Medine’ye) gider.Aradığı kahin Hayber’e gitmiştir.Kahini bulurlar ve kadın olan bu kahin gece ruhlarla konuşup sabah bilgi vereceğini söyler.Sabahleyin de “insan karşılığı kan bedeli” miktarını sorar.Miktar “on devedir”.Develer ile Abdullah arasında ikisinden birini gösterecek şekilde ortya geçen falcı “kan bedeli” olan 10 deve ile kuraya başlar.10 kez Abdullah’ın kurban edilmesi yönünde ok gelir.11.kezinde ok develeri gösterir.Üç kez daha ard arda ok develeri gösterince “Tanrının kanaati” olarak kabul edilir ve Abdullah kurban edilmekten kurtulur ve 130 deve kan bedeli kurban kesilir.Hz.Muhammed de bu kan bedeli sonrası kurtulan babadan olmadır.Yani Yahudiler İbrahim ile insan kurban etmeyi bırakmışsa da İsmail soyu Mekke-çevresi Arapları ile diğer Arap kavimleri bu geleneği sürdürmüştür.
Kaynak E.Siraceddin. Hz.Muhammedin Hayatı.İnsan yayınları.Başbakanımız R.T.Erdoğan’ın damadının çalıştığı şirketin satın aldığı gazete olan Sabah tarafından “ücretsiz dağıtılan” bir kitap olduğunu belirtirim.Kimse iftira atıyor falan demesin.
HZ.MUHAMMED’İN KUREYŞLİLERLE PAZARLIĞI
Müslüman olduktan sonra Ebubekir Siraceddin adını alan İngiliz asıllı Müslüman ,Martin Lings adlı şahsın "Siret Ödülü" almış "Hz.Muhammed'in Hayatı" isimli kitabının 107.sayfasında 2.paragraftan itibaren bir alıntıyı aktarayım:
"" Hadice (R.A) nın ölümünü aslında daha küçük fakat dışarıda büyük etkiler uyandıran bir kayıp daha izledi.Ebu Talip hastaydı ve ölümünün yakın olduğu durumundan belliydi.Ölüm yatağında bir grup Kureyşli lider ,Utbe,Şeybe,Abdu Şems'ten Ebu Süfyan,Cumah'tan Ümeyye,Mahzum'dan Ebu Cehil ve diğerleri onu ziyaret ettiler ve ona şöyle dediler.
---"Ebu Talip,seninle gurur duyduğumuzu biliyorsun,şimdi ise başına bu hastalık geldi ve biz senin için korkuyoruz.Yeğeninle (Hz.Muhammed S.A.V)bizim aramızda geçenleri biliyorsun.Onu yanına çağır ve ona bizden bir hediye ver ve o bizi biz de onu rahat bırakalım.Bizi dinimizle barış halinde bıraksın." dediler.
Bunu üzerine Ebu Talib Peygamber (S.A.V),"halkının soyluları seninle anlaşmak istiyorlar." dedi.
-Peygamber (s.a.v)" Peki öyle olsun bana bir tek söz verin, tüm Arap ve İranlıları yönetiminiz altına alabileceğiniz bir söz" dedi.
-Ebu Cehil "Babanın üzerine yemin ederim ki bu karşılıklar için bir değil on söz veririz." dedi.
-Peygamber (s.a.v) "Allah'tan başka Tanrı yoktur demelisiniz" dedi.
Ellerini çırptılar ve ,
-"Ey Muhammed,Tanrıları bir tek tanrı mı yapacaksın?(*) Senin teklifin gerçekten çok acayip" dediler. Kendi kendilerine,
-"Bu adam istediğimiz hiç bir şeyi bize vermeyecek, o halde kendi yolumuza gidelim ve Allah onunla bizim aramızda hükmünü verinceye dek babalarımızın dinine uymaya devam edelim" dediler.
Hz.Muhammed (S.A.V) "Peki öyle olsun bana bir tek söz verin, tüm Arap ve İranlıları yönetiminiz altına alabileceğiniz bir söz" derken, kendi kabilesini ikna edememiştir.
Onlarla pazarlıkla anlaşma yolunu denemeye başlar.Çünkü onların desteği olmazsa ölümünden sonra kurduğu düzenin bozulacağını biliyor.Ayrıca içindeki büyük "Fatihlik" hevesine de onların desteği ile ulaşacağına kanaat getirmiş olsa ki pazarlığa giriyor. Sadece bir "La İlahe İllallah" karşılığında.
Karşısındakiler de ne kadar inançlarına bağlı ki, onlarda verilenin farkındalar, gerçekleşeceğini de biliyorlar ama onlar da inançlarından dönmüyorlar.Ve,
"Ey Muhammed,Tanrıları bir tek tanrı mı yapacaksın?Senin teklifin gerçekten çok acayip"
diyorlar ve yollarına gidiyorlar
Bu konuyu bir de Tevrat ve Kuran ayetleri ile tekrar düşünelim.İşte ayetler;
Önce Tevrat,Zebur,İncil Kuran ile birlikte okunmalı mı? Onun cevabını da Kuran versin,buyurunuz;
Bakara Suresi:
106-“Biz bir yenisini,ya da benzerini getirmedikçe veya unutturmadıkça,bir ayeti yürürlükten kaldırmayız.....” (Eski kitapların ayetlerinin değişmeyenleri sizi bağlıyormuş beyler.)
136-“Deyin ki;Allah’a bize indirilene,İbrahim’e,İsmail’e, İshak’a,Yakub’a ve torunlarına indirilene ,Musa ve İsa’ya verilene ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene inanırız. Ve onlar arasında asla ayırım da yapmayız”
Maide Suresi;68/1- De ki;”Ey kitab ehli,Tevrat’ı,İncil’i ve Rabbinizden size indirilen Kuran’ın hükümlerini gereğince uygulamadıkça bir temeliniz olmaz.”
Sanırım aklı olanlara bu ayetler yeterli olur.
Tevrat;
Yar.6: 1 Yeryüzünde insanlar çoğalmaya başladı, kızlar doğdu.
Yar.6: 2 İlahi varlıklar insan kızlarının güzelliğini görünce beğendikleriyle evlendiler.
Yar.6: 3 RAB, "Ruhum insanda sonsuza dek kalmayacak, çünkü o ölümlüdür" dedi, "İnsanın ömrü yüz yirmi yıl olacak."
Kuran Enbiya Suresi:43-“ Biz onları ve atalarını yaşattık,nihayet kendilerine ömürleri uzun geldi.”
Yar.6: 4 İlahi varlıkların insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde Nefiller vardı. Bunlar eski çağ kahramanları, ünlü kişilerdi.
Hz.Musa Kenan ilini araştırmak için ajan gönderir ama orada Nefilleri ve soylarından gelen Anaklıları görünce Yahudi ajanlar korkuya kapılırlar .
Say.13: 32 Araştırdıkları ülke hakkında İsrailliler arasında kötü haber yayarak, "Boydan boya araştırdığımız ülke, içinde yaşayanları yiyip bitiren bir ülkedir" dediler, "Üstelik orada gördüğümüz herkes uzun boyluydu.
Say.13: 33 Nefiller'i, Nefiller'in soyundan gelen Anaklılar'ı gördük. Onların yanında kendimizi çekirge gibi hissettik, onlara da öyle göründük.
Yasa Bölüm 4 Hz.Musa Yahudilere cesaret vermeye çalışır;
Yas.4: 7 Tanrımız RAB her çağırdığımızda bize yakın olur. Tanrısı kendisine böylesine yakın olan başka bir büyük ulus var mı?
Say.14: 9 Ancak RAB'be karşı gelmeyin. Orada yaşayan halktan korkmayın. Onları ekmek yer gibi yiyip bitireceğiz.”Koruyucuları onları bırakıp gitti.(*) Ama RAB bizimledir. Onlardan korkmayın!"
(*)
Kur'an-yunus Suresi 29/2 " Uydurdukları ve uydukları putlar onları bırakıp kaçmışlardır".
Bu ayetler de gösteriyor ki “Putların bir kısmı gerçekmiş” ve bir kısmı da onlar kendi gezegenlerine döndükten sonra uydurulmuş.Bir de Tevrat’ın şu ayeti bunu tamamen destekliyor;
TEVRAT’TA RAB, BAŞKA TANRI İÇİNDE YAHUDİLERDEN KURBAN İSTİYOR
Levililer Bölüm 16!
Lev.16: 6 "Harun boğayı kendisi için günah sunusu olarak sunacak. Böylece kendisinin ve ailesinin günahlarını bağışlatacak.
Lev.16: 7 Sonra iki tekeyi alıp RAB'bin huzuruna, Buluşma Çadırı'nın giriş bölümüne götürecek.
Lev.16: 8 İkisi üzerine kura çekecek. Biri RAB için, biri Azazel için.
D Not 16:8,10,26 "Azazel": Çölde yaşayan bir cin olduğu sanılıyor.
Lev.16: 9 Harun kurada RAB'be düşen tekeyi getirip günah sunusu olarak sunacak.
Lev.16: 10 Azazel'e düşen tekeyi ise halkın günahlarını bağışlatmak için canlı olarak RAB'be sunacak. Onu çöle salıp Azazel'e gönderecek.
Kur’an-ı Kerim Nahl Suresi 72-“Allahı bir şeye benzetmeye kalkmayın.Şüphesiz Allah bilir siz bilmezsiniz.”

Umarım kafanızda bazı şeyleri düzeltmeye faydalı olmuşumdur.İnsanlar taptıkları varlıkları tanımak ve anlamak isteyebilirler aynı benim gibi.Ben de yazmış olduğum uzun yazılardan bir özet yaparak bu konuyu bu kadar kısaltabildim.
Din kitapları,insanlığın kayıp geçmişi hakkında kısa bilgiler verirler.Bütün dinlerin kaynağı hep birdir,aynı yerdendir.Bu yüzden akıllı olursanız bazı gerçekleri kavramakta zorlanmazsınız.Yaşamın temel ilkesi her şeye karşın dürüst ve topluma faydalı olmaktır.Kimsenin kimseyi kendine kul köle etme hakkı yoktur.Herkes hakkına sahip çıkmayı bildiği gibi başkalarının da bilme ve öğrenme hakkına da sahip çıkmalı ve bilgisi kadarı ile toplumun bilgi düzeyini yükseltmeye gayret etmelidir.Gerçek ahlak ve yaşam kuralı doğruluk ve dürüstlüktür.Küçüğe sevgi,büyüğe saygı şarttır.Herkes bir şeyler üretmelidir.Ben de bazı sırları ortaya çıkardığımı düşünüyorum, bunları sizlerle paylaşarak insanlığa faydalı olmaya çalışıyorum.Bundan bir kazancım da yok zaten.Herkes benim gibi olmasa da kendine göre bir şeyler üretmelidir.Yoksa yaşam çekilmez bir hal alır.Sonunda insanlar birbirlerini donmuş karlı ortamda yiyen köpekler gibi yerler.
Yaşamı daha güzel,rahat,çekilir kılmak elimizdedir.Bunları okuyup da “her şey boşmuş” demeyin.Bunları yazmaktaki amacım,insanların daha serbest düşünmesini,beyinlerini özgür kılmaları ve böylece topluma daha yararlı olabilmeleri içindir.
Bağnazlık köleliğe sebep olur.Bu günün tüm Müslüman ülkeleri nasıl Hıristiyan ve Yahudi dünyasının oyuncağı olmuşsa bundan kurtuluşun çaresi, de serbest, özgür düşünceye sahip olmakla başlar.Dini korku ve düşünceler içinde bocalayan insanların bilim,teknoloji üretmeleri olanaksızdır.1000 yıldır Müslüman toplumların İnsanlık ailesi için hiçbir keşifte bulunamamalarının tek sebebi düşüncelerinin anlamadıkları din kuralları ile hapsedilmesi yüzündendir. İnanmak isterseniz inanın ama bağnazlıktan da kendinizi kurtarın.Bu ve bloğumdaki diğer yazılar sizleri aydınlatmaya yetecektir.
Hepinize özgür,serbest düşüncelere sahip beyinler ve adalet içinde bir yaşam dilerim.
Keykubat

BELEDİYE ZABITA DİKTATÖRLÜĞÜ

BELEDİYE ZABITA DİKTATÖRLÜĞÜ


Eskiden polis kaba davrandı şu oldu bu oldu gibi haberler medyada yer alırdı.Zamanla bunları da kanıksamıştık.

Son yıllarda özellikle AKP hükümetinin kurulması sonrası artan terör olaylarında Polisimizin kahramanca mücadelesi halkımızın gözünden kaçmamış ve polisimiz yavaş yavaş toplumdaki saygınlığına kavuşmuştur.

Son yapılan fuhuş operasyonunda da içindeki çürükleri temizlemekte gösterdiği kararlılığını da sayın valimiz Muammer Güler’in basın açıklaması ile hep beraber gördük ve bir kez daha gururlandık.

Polis teşkilatının adının gereken saygınlıkta olması ve bu yerini koruması için gerekli kararlılığı gösteren tüm bürokrasi ve hükümet kademesini de bu açıdan tebrik etmek gerekmektedir.

Şimdi Türkiye’nin yeni bir sorunu var.Bu da yine AKP hükümeti zamanında ortaya çıktı. Başbakanımız Sayın R.Tayyip ERDOĞAN’ın İstanbul Belediye Başkanlığından gelmesi, belediye hizmetlerini verimli kılmak için çaba göstermesi güzeldir.Halkımız da zaten oyları ile bunun karşılığını vermektedir.

Daha verimli görev yapmak için zabıta kuvvetlerini arttırmak olumlu bir davranıştır.Daha önce bu tür görev yapmayan belediyeler Belediye Kanunu ile Ceza Kanunu arasında bir bağ kurmayı hesaplayacak eğitime ve tecrübeye sahip olmadıklarından böyle tiksindirici olaylara sebep olmaktadırlar.

Yani, daha önce bu potansiyelde zabıta memuru idare etme tecrübesi olmayan belediyeler “zabıta memurlarını” idare etmekte acz içine düşmüşlerdir

Ya da memurlar gerekeni yapıyor da emir verenler yanlış yönlendiriyorlar bilmiyoruz.Ancak her ikisi de sorunun temelinde mevcut.Bu gün gibi aşikar.

Ankara’daki içkili yer kapatma konusunda zabıtaların estirdiği terör Türkiye sömürge valisi konumundaki ABD büyükelçisinin bile ilgi alanına girmiştir.

Her gün haberlerde ellerinde sopalarla zabıta memurlarının halktan birilerinin kafa ve yüz şekillerinde değişiklik yapma gayretlerini görüyoruz.

Akşam haberlerde de güneyde bir ilimizde anakent belediyesi ile belde belediyesinin “iftar çadırı” kavgası da vardı.

İki belediye memurlarının ve çadır işini organize eden şirket görevlilerinin tehdit ve saldırılarla dolu görüntüleri ekranlarımızı doldurdu yine.

Bu gün de İstanbul Bakırköy’de oturan bir arkadaşım telefon etti:

Ev sahibi evden çıkmasını istemiş.O da kiranı alıyorsun,zammını da yapıyorum daha ne istiyorsun.Benim çıkacak durumum yok zaten kaç para aylığımız var deyince işler çatallaşmış.

Haksız olduğu için mahkemeye başvuramayan ev sahibi,Edirnekapı Zabıta Amirliğinde görevli yeğeni Salih YİĞİT ‘e işi havale etmiş.

Kiracının çalıştığı iş yerine görev arabası ve arkadaşları ile dört beş kez giden Salih YİĞİT,kiracı Yılmaz GÜNER’i iş yerinde tehdit etmiş.

“Bak biz Vanlı’yız,bizim ne olduğumuzu Türkiye bilir,o evden hemen çıkmazsan başına gelecekleri sen düşün” demiş.

Bu gün de yani 03.9.2008 günü saat sabah 11.50 sıralarında cep telefonundan arayarak ağır hakaret,küfür ve öldürme dahil bazı tehditlerde bulunmuş.

Beni arayarak ne yapması gerektiğini sordu .Ben de Cumhuriyet Savcılığına başvurmasını söyledim.O da aynen yapmış ve Karakola giderek ifadesini de vermiş.

Polis teşkilatının görevini yapacağından zerre kadar kuşkum yoktur.

Olay basit bir çıkar olayı değildir.

Devlet üniformasını sırtına geçirmiş biri,vatandaşı alenen ölümle tehdit ediyor,korkutuyor, eşkiyalık yapıyor ve himaye görüyor.

Bakırköy'de zabıtanın vatandaşı terbiye etmekte kullandığı sopalardan
boğuşma sonrası esnafta kalan bir hatıra.Akşam Gzt.

Herkesin çoluk çocuğu var.Eğer herkes sorununu kendi çözecekse devlete ne gerek var.Yalnız devletin “yerel” bir kurumu olan Belediye Zabıta Kurumu son günlerde ülke genelinde terör estirmektedir.

Bunların amirleri ve belediye başkanları bu adamların nereye gittiklerini takip etmiyorlar mı?

Olmaması imkansız.O zaman bazı ince ilişkiler de araştırılmalıdır.

Bu tür olayların gelişmesinde bu kişiler bazı himayeler görmese bunların bu işlere cesaret edebileceğini sanmıyorum.

Bu adiliklerin,çeteleşmelerin arkasında hükümet yoksa kim vardır?

Polis teşkilatını bile Amerikan sistemine göre ayarlayıp Belediye Başkanlarının emrine vermeye çalışan hükümetin zabıtalarla geldiği yer ortadadır.Bir de Polis teşkilatının bu belediyecilere teslim edildiğini düşünün.

Vay halimize o zaman.

Çete diye 80 yaşında adamları,siyasi parti başkanlarını,emekli generalleri,gazetecileri gecenin bir vaktinde pijamaları ile toplayan hükümet bu çeteleri görmemekte niye diremektedir ve üstüne gitmekte tereddüt etmektedir anlaşılır değil.

Adalet ve Kalkınma Partisinin “adaletinin” ve “kalkınma çabalarının” kimlere yönelik olduğu gün gibi meydandadır.

Suçu belge ile ortada olan “Dişli”ler kahraman muamelesi görmektedirler.

Asker ve polis bir kenara itilmeye mi çalışılıyor?

Yeni sorunlarımızdan biri de “Belediye Zabıta Çeteleridir.”

Nereye gidiyoruz?

Belediye Zabıta Diktatörlüğü’ne mi?

Keykubat

ABDULLAH GÜL ERMENİSTAN’A GİTMEMELİ





A.GÜL ERMENİSTAN’A GİTMEMELİ
2010 yılı Dünya Kupası Maçları kapsamında,ABD-AB tezgahı ile tesadüfmüş gibi gösterilip Türkiye-Ermenistan takımlarını eşleştirmişler.
Tıpkı, dünyada kardeşliğin ve barışın sembolü olan 08.Ağustos 2008 Pekin olimpiyatlarının açılış töreni sırasında Gürcistan’a Güney Osetya’yı vurdurma işini ayarladıkları gibi.
06.9.2008 günü de Erivan’da bu maç oynanacak.Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sargisyan’a da “Hadi gel maçı birlikte seyredelim” davetini de maçı ayarlayanlar yaptırıvermişler.
AKP hükümeti kurduktan sonra Ermeni soykırımını tanıyan ülke sayısı 15-20 lerden 60’lara çıktı..
ABD-AB ikilisi durmadan “soykırımı tanıyın” çağrısı ve baskısı ile üstümüzdeler.Diğer yandan Irak’ta yeni Kürdistan oluşumu,terör örgütü temsilcilerinin milletvekili yapılması, Kıbrıs’ın Rum kesimi ile birleştirilmesi çabaları da hızla sürüyor.
Ülkemizi bölenler müttefiklerimiz ABD-AB.
Putin “Sizi bölmek isteyenlerle nasıl dost olabiliyorsunuz” diye uyarıyor.
Ama kim duyar?
1993 yılında Samson ÖZARARAT’ın arabuluculuğu ile biraz da ABD emri ile rahmetli Alpaslan Türkeş arasında bir münasebet denendi ise de bu olay gerçekleşemeden önce Türkeş sonra Petrosyan gizemli bir şekilde tarihteki yerlerini alıverdiler.Yani vefat ettiler veya bir şekilde ettirildiler.
Yani,Ermenistan kendi başına karar veremiyor.Henüz reşit değil.Sürgündeki Ermeniler Topluluğu anlamına gelen anlamına gelen “Ermeni Diasporası” ve onu yönlendiren Batı devletleri bu işin karar mercileridir.
Türkiye de 1947’lerden bu yana zaten ABD ve AB himayesinde,özgür bir ülke olmaktan çıkmış haldedir.
AKP hükümeti ile son olarak da Sayın C.Başkanımız Abdullah GÜL’ün İngiliz Kraliçesine bağlılık sembolü olan “Kutsal Haç “ nişanını takarak bu olaya son noktayı koymuştur.
Türkiye de artık resmen “himaye altında” olduğunu bu olayla tescillemiştir.
Atatürk’ün kurduğu,saygın,bağımsızlığın sembolü Türkiye artık çok gerilerdedir.
Rusya’nın Gürcistan’a tepkisinin ardından “Dünya tek bir merkezden yönetilemez,büyük devletler var” açıklaması ile “erkeksi” çıkış yapan sayın Cumhurbaşkanımız,iki gün sonra NATO savaş gemilerinin Karadeniz’e geçmesi ile,onun bu “erkeksi” çıkışının aslında “ efemine” bir çıkış olduğunu da cümle alem görmüştür.
Rusya inceden ayarla başlattığı çıkışlarını son günlerde ithalat kotaları ile her türlü tepkiye dönüştürmektedir.
Saakaşvili özentili Kürşat Efendi de ABD-AB koalisyonunun bile cesaret edip yapamadıkları hesapsız çıkışları ile gıcıklık yaratmaktadır.Vereceksin eline bir G3 piyade tüfeği, 24 saat Şırnak dağlarında gece nöbet tutturacaksın,8 saat taciz atışı altında bırakacaksın,sağında solunda bir iki roket patlatacaksın bakalım o zaman aynı kararı verebilecek mi?
Ayrıca bu akşam üstü haber ajanslarına yansıyan bilgilere göre de Sayın A. GÜL, dünyanın baş belası G.W.BUSH ile telefon görüşmesi yapmış ve maç ile ilgili son taktikleri almıştır. Aslında Abdullah GÜL’ün “gitmeme” gibi bir lüksü yoktur.Yani karar yukarıdan verilmiştir.
Çünkü emir büyük yerdendir.
Bu yüzden AKP’de tedbirini almıştır.Tüm AKP milletvekilleri maça gitmeme kararı almışlardır.Her şeye rağmen kutlamak lazım (!).Belediye seçimlerinde “Cumhurbaşkanının tercihi partimizi bağlamaz” diyebileceklerdir.
Basında da bir tartışma başlattılar.
Giderse,muhalefet onları yiyecektir,halk bunun hesabını soracaktır.Mart ayında yerel seçimler var.Dağlık Karabağ,Hocalı katliamları var.Azerbaycan küser mi küser.Hatta düşman bile olur.
Gitmese,”uzatılan eli geri çevirmiş” olacakmışız.(!)
Ne büyük kayıp(!)
Peki,onlar,Sayın Başbakanımız R.T.Erdoğan’ın elini tuttular mı?
Hani “soykırımı tarihçiler kararlaştırsın” şeklinde bir el uzatmıştı.
O el havada kaldı.
Van Gölündeki Akdamar/Ah Tamara adasındaki tarihi Akdamar Ermeni kilisesini “cemaati olmamasına rağmen” onartmıştı.
Pis Türk kanı ile kirlenen Anadolu, temiz Ermeni kanı ile yıkanmadıkça temizlenmeyecektir” diyen Hirant Dink’in ölümü üzerine “Hepimiz Ermeniyiz” mitingleri düzenletmişti,vizesiz,izinsiz 60.000 Ermeni’ye iş vermişti.Hala binlercesi ülkemizde bunca işsiz olmasına rağmen memleketimizde çalışmaya devam etmektedir.
Tüm bunlara ve daha nicelerine Ermeniler ne yanıt vermiştir?
Hiç!
Doğu Anadoluyu hala “işgal altındaki ülke toprakları” olarak göstermektedir.Parası üstünde Ağrı dağı vardır.
Bu ülke Abdullah Gül ile R. Tayyip Erdoğan’ın malı değildir.Herkes bu ülkenin hizmekârıdır, gelirler,hizmet ederler ve giderler.Yenileri de gelir ve gelecektir.
Kimsenin bu ülkeyi bir yerlere teslim etme,bir takım ülkelerin kuklası etme,sonu belirsiz maceralara itme hakkı yoktur.
Abdul=Köle-(El E) llah=Allah=Abdullah: Allah'ın kölesi.
Ben Allah ile bağını göremedim.Dünyalıkları seviyorlar.
Abdullah Gül,kendisini Cumhurbaşkanlığı mevkisine getiren bu ülkeye eğer bir parça saygısı varsa gitmemelidir.

İşte Kraliçe'nin" Kutsal Haç Nişanı" Sultan Abdülmecid bile 150 yıl önce Kraliçe Victorıa'nın bu teklifini geri çevirmişti.Ama meraklısı varmış.
Aksi takdirde,Türk Halkının Cumhurbaşkanı olarak değil,İngiltere Kraliçesinin “Kutsal Haç nişanı” sahibi,İngiliz hizmetkarı olarak oraya gitmiş olacaktır.(Bu nişanı takmamalıydı.)




O zaman;
Abdulbush mu,Abdulelizabeth'mi diyeceğiz?

"Abdul Türkiye" olarak görebilecek miyiz?

Şu satırları yazarken,ülkemin bu halde olduğunu yazmaktan gerçekten utanıyorum.
Ama her şeye rağmen umutluyum.
Rus işgali başlayınca kravatını yiyen
Gürcistan başkanı Saakaşvili
Umarım,ülkemizdeki siyasiler kravat yiyecek diye masum binlerce asker ve sivil ölmez,vatan bölünmez.Böyle kararlardan uzak kalırlar.
Keykubat

EKTİR;


Gazeteci Yavuz Selim'in "Milli Görüş Hareketindeki Ayrışmaların Perde
Arkası: Yol Ayırımı" kitabında bu farklılaşmanın nasıl başladığı
örnekleriyle incelenir: 

SP Genel Başkanı Recai Kutan anlatıyor: 

"- Sonradan Amerikalı makamların, 'Acaba hangi isim bizimle en iyi
uzlaşma halinde olabilir'diye özellikle seçim yaptıklarını ve Abdullah
Gül'e özel bir ilgi gösterdiklerini hissettik." 

Şevket Kazan anlatıyor:
"-Abdullah Gül, hiçbir zaman Refah Partisi için çalışmadı. Hep
kendisi için çalıştı. Erbakan Hoca, Abdullah Gül'e Politik Araştırma
Merkezi diye bir merkez kurdurmuştu. Dış ilişkilerden sorumluydu ya,
Refah Partisi'ni Avrupa'ya, elçiliklere tanıtacağı yerde, sadece
kendisini tanıttı. Danışmanı olan Murat Mercan, ki aynı zamanda Melih
Gökçek'in danışmanıydı, Amerika'ya boyuna fakslar gönderiyormuş.
Oradan da boyuna fakslar geliyormuş. 
Sekreteri de bir hanım kız. Bu
hanım kızın annesi de benim hanımın arkadaşı. Annesine anlatmış,
'Böyle böyle, bunlar devamlı Amerika ile fakslaşıyorlar, hep Abdullah
Gül'ün propagandasını yapıyorlar'demiş. Hanım da bana söyledi. Ben de
'Belki yanlış tespit etmiştir. Öyle bir şey varsa, bir gün o
fakslardan bir tanesinin fotokopisini alsın, sana getirsin, ben de
göreyim'dedim. 
Kızı yakalıyorlar ve işine son veriyorlar.
Refahyol Hükümeti'nde, Türk Cumhuriyetleri'nden Sorumlu Devlet
Bakanlığını biz almıştık. Gül, Türk Cumhuriyetlerine bir tek seyahat
yapmıştır, o kadar. Adamın aklı, fikri Amerika'daydı. Bir de Amerikan
Elçiliği'nde ne vardı, bilmiyorum, oradan hiç çıkmazdı!"