Sayfalar

6 Eylül 2008 Cumartesi

HER ŞEYDEN TASARRUF

Özellikle şehirlerde ve küçük aile dediğimiz "anne,baba ve çocuk" dan oluşan yapılanmada büyüyen gençlerimiz ve yetişmiş olan insanlarımızın yabancı olacağı aydınlatıcı bir konuyu "e mail"ime gelen yazılar arasından seçtim.Yazanın ismi olmadığı için koyamadım.
I.ve II.Dünya savaşları sırasında yaşamış,bu olaylara "asker" olarak yetiştirdiği evlatlarını göndermiş,torunlarını beslemiş babaannem de bu tasarrufa uyardı.Çanakkale'de bulunan ordumuza yiyecek ve cephane taşıyan hayvanların pisliklerinden arpa,yulaf,buğday gibi tahılları ayıklayıp yıkayıp kaynattıktan sonra yediklerini,kendi ellerinde bulunan tüm yiyeceklerden,aile fertlerinin açlıktan ölmeyecekleri kadarı ayrıldıktan sonra devletçe alındığını,200 gram kadar bir ekmekle bol bol su içmekle dört kişinin iki gün idare ettiğini dinlerdim.
Çanakkale savaşında dedemin askerliği sırasında çarıklarını kıyıp kaynatıp işkembe çorbası gibi yediklerini,onlar da bittikten sonra meşe ağaçlarının kalın dış kabuklarını kaynatıp yediklerini babaannem ve annemden ve köyümdeki diğer insanlardan dinlerdim.
Bu günkü bolluk o mücadele ve kıtlıkların meyvesidir.Bu kıtlığın o zamanın doğu Anadolu’sunda yaşayan ve Rus işgalinde olan yerlerde pek yaşanmadığını da hatırlatırım.
Şimdi korkunç derecede müsrif,savurgan bir "israf toplumu" olduysak bunun sebebi "kendini olduğundan fazla gösterme" şaşkınlığından ve geçmişi çabuk unutup ibret alma alışkanlığını kaybetmemizdendir.
Evinizde ve işyerinizde yiyeceğinizden fazla ekmeği ve sebzeyi doğramayın, parçalamayın, ellerinizi dahi ovalarken musluğu kapatın,iyice ovduktan sonra yıkayacağınız zaman açıp durulayınız.Hamam ederken de aynısını yapabilirisiniz.Gereksiz yere su harcamamaya özen gösteriniz.
Umarım bu yazı benim ön sözümden sonra okuyanda olumlu tesirler yaratır,hem tabiatın hem de ekonomik zenginliklerimizin boş yere harcanmasını engelleyecek tedbirler alanların artmasına faydamız olur.Milyarlarca insanın sadece aynı günde en az 1.litre su,bir dilim ekmek tasarruf ettiğini düşünürsek milyarlarca ton su ve milyonlarca ton yiyecek tasarruf edilmiş olacağını hesaplamak zor değildir.

İşte bir haber alıntısı;"
Türkiye’de, üretilen her 10 ekmeğin 1’inin israf edildiği belirtildi. Günde üretilen 120 milyon ekmeğin yaklaşık 12 milyonunun çöpe gittiği vurgulanan raporda, bunun ekonomiye zararının günlük 2.6 milyon YTL olduğu kaydedildi.
Ekmek israfıyla ilgili çarpıcı rakamların da yer aldığı raporda, ülkede her yıl yaklaşık 44 milyar adet ekmek üretildiği, bu ekmeklerin yüzde 16’sının evlerde olmak üzere, yaklaşık 40 milyarının tüketildiği, 4 milyarının de israf edildiği kaydedildi.
Raporda, Türk halkının her yıl ekmeğe 7 milyar dolar para ödediği,israf edilen ekmeğin yıllık ekonomik kaybının ise 700 milyon doları bulduğu bildirildi. Her gün 2 milyon ekmeğin çöpe atıldığı İstanbul’un, en fazla ekmek israf edilen illerin başında geldiği kaydedilen raporda, Ankara ve İzmir’de ise toplam 600 bin ekmeğin çöpe atıldığı belirtildi."
Basit tasarruflar zamları,kıtlıkları,yoklukları,kuraklıkları ve bunların etkilerini en aza indirir.
Keykubat

TASARRUF

'5 yaşında idim.
Rahmetli babaannem pirinç ayıklıyordu.
Bir tane yere düştü.
Babaannem eğildi, aramaya başladı.
Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyordu .
Çocukluk iste,

-Aman babaanne dedim.
- Bir pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya, yorulmaya değer mi?
Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu.
-Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun, ' dedi.
- Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanin göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun?'
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.

Aradan yıllar geçti.
Hukuk Fakültesinde öğrenciyim.
Alain'in proposlarini okuyorum.
Birden irkildim.
Babaannemi hatırladım.
Alain, bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur diyordu.
İlave ediyordu. Bir iğnenin üretiminde binlerce insanin alın teri, göz nuru, el emeği vardır diyordu.

On dokuz yıl evveldi.
Stockholm'e gitmiştim.
Bir otele indim.
Geceydi.
Sabahleyin, tıraş olmak için lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm.
'Lütfen tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın, yanda bir kutu var oraya bırakın, bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı olun' diyordu.
Doğrusu hayretler içinde kaldım.
Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir.
Birçok eşya üzerinde' İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı.
İste o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.

İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda radyolar, televizyonlar bir haberi duyurur.
'Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın.
Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj, kutu varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa, kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.'

Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevazı yasayan insanlardır.
Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül edememiş, hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir.
Böyleleriyle; evini mezat salonuna çevirmiş zavallı, diye eğlenirler.
Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır.
Vaktiyle Japon ekonomisi darboğazdan geçiyor. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor.
Zamanın başbakanı meclisi toplar.
Kürsüye çıkar.
Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve;

-Şu andan itibaren der,
-Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim.
-Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.
Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır.
Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok.
Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm.
Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazı, ne kadar gösterişten uzak...

*Gerekmediği halde elektriği yakmakla, suyu kapamadan bos yere akıtmakta, gece çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla, yemek yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?

*Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle örülmüştür. Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki, İlkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.

Bir mıh bir nalı kurtarır.
Bir nal bir atı, bir at bir komutanı,
Bir komutan bir orduyu,
Bir ordu bir ülkeyi kurtarır diyordu..

Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalım ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız.
Burada parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.