APİS BOĞASI
Eski Mısır Kutsal tanrılarındandır. İlk kez Anadolulu tarihçi Heredot'un yazılarında adına rastlanılmıştır.Kendisinden sonra bir benzerinin gelmeyeceğine inanılan özel vasıfları olan bir danadır.
Mısırlılar,cennetten parlayan bir yıldırım parıltısı olarak algıladıklarından dolayı onu "Apis" olarak algılayıp adlandırmışlardır.
Belirgin özelliklerine gelince;
1-Vücudunda tek bir beyaz kıl olmamacasına siyah kıllıdır. Kurana göre sarıdır.
2-Boynuzlarının önünde alnında beyaz,yuvarlak bir elmas bulunur.
3-Kulak kısmında ise kartal kanadını andıran bir imaj bulunur.
Kartal imajı önündeki yuvarlak elmasla birlikte Marduk veya Niburu (ışığı kendinden olan yıldız) gezegenini temsil etmektedir.Yani "Kanatlı Gezegen",Sümer inanışında bizleri yani insanı yaratan Mardukluların gezegenidir.Kanatlı gezegen sembolünü bütün eski inanışlarda bulmak mümkündür
4-Kuyruk kılları ise tamamen beyaz kıllardan oluşur.
5-Dilinin altında ise bok böceği şekli vardır.
Bu şekil Mısır'ın en büyük tanrısı olan "RA'nın sembolüdür. Enuma Eliş,Tevrat ve diğer inanışlarda uzay boşluğunun tatlı ve tuzlu sulardan oluşan bir deniz olduğuna inanılır.
Mısır dinine göre Tanrı RA'da bu iki suyun karışmasından oluşan toprağı elinde ovalayarak büyütüp gezegenleri ve güneşleri yani evreni yaratmıştır.
Bok böceği de beslenmek için hayvan dışkılarını yuvarlayarak bilye gibi yaparak yuvasına taşır.
Mısırın erken ilk hanedan dönemlerinde Apis boğası kültü inanç yaşamında çok önemli yer tutmaktadır.
Mısır rahipleri boğanın bu belirgin işaretlerini ilahi olarak yorumlamakta ve kutsal saymaktadırlar.
Dini eylemleri belirleyen inanç kültünün merkezi ve tanrının yeniden bedenlenmiş şekli olarak kabul görmüştür.Apis boğası,RA'nın oğlu iyilik tanrısı olarak da bilinenTanrı Osiris'in yeniden vücut bulmuş hali olarak da kabul edilir.
Tevrat'ta ve Kur'anda geçen Hz.Musa'nın Allah CC. ile Tur dağında konuştuğu sırada Samiri'nin yaptığı boğa tasvirinin kaynağı da budur.
Şimdi bu konunun işlendiği "Bakara Suresin" adını veren bu boğanın Kur'an Bakara Suresi 67-68-69-70-71. ayetlerinin tefsiri olan E.H.Yazır tefsirinden alıntıyla okuyalım;
""Onbirinci hatırlatmada, bu sûrenin bu ismi almasına sebep olan "Bakara" kıssasına geliyoruz. Fakat bu hatırlatma sadece İsrailoğulları'na mahsus bir hitap şeklinde değil, genel anlamda bir hatırlatma olarak ifade buyurulmuştur. Şöyle ki:
Meâl-i Şerifi
67- Hani bir zamanlar Musa kavmine demişti ki Allah, size bir bakara (sığır) boğazlamanızı emrediyor. Onlar da "ayol sen bizimle eğleniyor, alay mı ediyorsun?" dediler. Musa da: "Böyle cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi.
68- Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, her ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o ne pek yaşlı, ne de pek taze, ikisi arası dinç bir sığırdır, haydi emrolunduğunuz işi yapınız." dedi.
69- Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, rengi ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o, bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır." dedi.
70- Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, o nedir bize iyice açıklasın, çünkü o bize biraz karışık geldi, bununla beraber Allah dilerse onu elbette buluruz." dediler.
71- Musa, "Rabbim buyuruyor ki o, ne çifte koşulup tarla süren, ne de ekin sulayan, ne de salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır". Onlar da: "İşte tam şimdi gerçeği ortaya koydun." dediler. Nihayet onu bulup boğazladılar. Az kaldı yapmayacaklardı.
2:67-BAKARA, "bakar"ın müennesi veya müfredidir. "Bakar" manda cinsine de şâmil olmak üzere sığır cinsinin genel ismidir. Buna göre, "bakare" erkek veya dişi sığır, yani bir inek veya bir öküz, bir düve veya bir tosun veyahut bir manda olabilir. Bunun erkeğine bâkır, bakîr, beykur, bâkur dahi denilir. "Bakr" yarmak anlamına geldiğinden, bu hayvan da çift sürüp toprağı yarmak için kullanıldığından bu ismi almıştır.
Ve hani Musa, kavmine hitaben
"Allah size bir bakara kurban etmenizi emrediyor." demişti de buna karşı kavmi, ona, Çok tuhaf, sen bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. Acaba neden böyle demişlerdi? Deniliyor ki, Allah'ın bakara kesmeyi emretmesini akılları almadı.
Buna bir sebep bulamadılar, bir ilişki kuramadılar, bunu acayip buldular. Biz bundan şunu anlıyoruz ki, Samirî'nin icat ettiği buzağı olayı da bunun açıkça ipuçlarını verdiği gibi, Musa kavmi, o zamana kadar bakarayı mukaddes bir hayvan görüyor ve öyle kabul ediyorlardı.
Bundan dolayı bakaranın kurban edilmesini, edilebilmesini tasavvur bile edemiyorlar, bunu akılları almıyordu. Böyle olması ise bu emrin onlara henüz Mısır'da iken ve Hz. Musa'nın peygamberliğinin ilk zamanlarında verilmiş olmasına işaret eder. Firavun kavmi olan putperest Mısırlıların Apis öküzüne taptıkları ve boğanın, bunların en yüksek mabutlarını temsil ettiği, tarihî rivayetlerden olduğuna göre, sığır kurban etmek, o zaman İsrailoğulları üzerinde şiddetle hakim olan Firavun kavminin taptığı tanrıları boğazlamak demek olacağı için, İsrailoğulları açısından Mısır'da iken, bir ihtilal anlamı taşıyan böyle müthiş b ir emir, elbette kolayca yerine getirilebilecek bir emir ve tasavvuru mümkün bir iş değildi.
Mısır'dan çıktıktan sonra bile yine bu buzağı meselesinin dinden sapma ve dalalete alet edilmesinden anlaşılıyor ki, Musa kavmi henüz sığır kesilmesini içine sindiremeyecek bundan memnun olmayacak, bunun Allah tarafından bir hayır vesilesi olduğunu kolaylıkla anlayamayacak bir durumda bulunuyordu. Şu halde bu zihniyeti ıslah etmeye yönelik ve netice itibariyle ölünün yeniden dirilmesine bir misal vererek fitneyi de f edecek olan bu sığır kurban edilmesi emrini duydukları zaman Hz. Musa'ya karşı, "Böyle şey mi olur, sen bizimle eğleniyor musun?" diye durumu tuhaf karşıladılar, ona inanamadılar. Hz. Musa da bunlara "Ben, böyle insanlarla alay eden cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi. Kendisinin yalnızca ilahî emirleri tebliğ ettiğini ve bu tebliğin cahilane bir tebliğ olmadığını anlatmak istedi.
2:68-Görüldüğü gibi bu emirde genel olarak herhangi bir sığır kesilmesi teklif edilmişti. Aslında derhal o emre uyup rastgele bir sığır kesiverselerdi emir yerine gelmiş ve maksat hasıl olmuş olacaktı. Fakat onlar önceki hayretlerine karşılık tebliğin ciddiyetini farkedince aralarında işi büyüttüler, birbirleriyle müşavere ederek, kendi gönüllerinden nadir b u lunur çok özel bir bakare tasavvur ettiler. Bunun üzerine akılları sıra kurnazca davranıp Hz. Musa'yı imtihan etmek istediler de dediler ki; Rabbine bizim için dua et, bize onun ne olduğunu, mahiyetini beyan etsin. mahiyetten, yani cinsin hakikatinden sorudur. Demek ki, bunlar her şeyden önce o bakarenin hakikat mi, yoksa mecaz mı olduğunu anlamak istiyorlardı. Buna karşılık gerçek bir bakara olduğu anlaşıldığından onun özellikleri şu suretle beyan buyuruldu:
Musa dedi ki; Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: o bir bakaradır ki; ne pek yaşlı, farımış, ne de pek taze, bâkir ikisi ortası, tam güçlü, kuvvetli bir dinç, şimdi emrolunduğunuz şeyi hemen yapınız.
2:69-Bunun üzerine yine emri yerine getirmeye yanaşmadılar, bizim için Rabbine dua et, o bakaranın rengi nedir, bize onu beyan ediversin dediler. Musa dedi ki; Allah şöyle buyuruyor: o, öyle sarı bir bakaradır ki, rengi artık sarının en parlağı, en halisi, bakanlara sürur ve neşe verecek, gözünü ve gönlünü açacak derecede güzel ve sevimlisi.
2:70-Bu açıklamaya dahi kanaat getirmediler de dediler ki; bizim için Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın, zira bu bakara bize müteşabih (üstü kapalı), karışık geldi, onun hangi bakare olduğunu kestiremedik. Biz onun kendine mahsus özelliklerini istedikçe bize onun genel vasıfları açıklanıyor, ve inşaallah biz her halde yola geleceğiz, yahut kesmenin yolunu bulacağız.
2:71- Musa buna da dedi ki; Allah şöyle buyuruyor: o öyle bir bakaredir ki; boyunduruk altında ezgin değil, ne toprak sürer, ne de ekin sular, belki başıboş, her ayıptan sâlim, hiçbir lekesi, alacası yoktur.
Bu cevabı alınca, bunda gönüllerinden geçirdikleri şekil ve sureti bulmuş oldular ve nihayet gerçeği itiraf ederek, işte şimdi tam doğruyu söyledin, dediler.
Hikâye olunduğuna göre; dindar ve salih bir ihtiyarın tam bu vasıfları
taşıyan bir buzağısı ve bir de çocuğu varmış. İhtiyar bu buzağıyı bir ormana
götürmüş ve Allah'a emanet ederek bırakmış. "Ey Rabb'im, bunu çocuğum
büyüyünceye kadar sana emanet ediyorum..." demiş. Sonra ihtiyar vefat etmiş.
İşte o buzağı da böylece ilâhî himayede büyümüş, bu sırada çocuk da yetişmiş ve
bu olay meydana gelmiş. Araya araya o bakareyi bulmuşlar ve derisi dolusunca
altın vererek onu satın almışlar. Nihayet onu bulup kestiler, ve halbuki kesmeye
yanaşmıyorlardı, nerdeyse kesmeyeceklerdi.
Bu işi gözlerinde o kadar büyütmüşlerdi ki, bunun için Hz. Musa'yı, durmadan sordukları sorularla rahatsız ediyorlardı. Hatta bazıları, onların bu işi kırk sene sürüklediklerini rivayet etmişlerdir. Nihayet ilâhî vahyin zoru ile emri yerine getirdiler.
İşin başlangıcında alelade bir bakara kesmekle işin içinden çıkabilecek durumda idiler, fakat pek ziyade gözde büyütmeleri ve olmayacak bir iş sanmaları yüzünden bu iş kendilerine çok pahalıya mal oldu. Düşünebilenler için bu bakara kıssasının incelikleri ve acaiplikleri pek çok ibretlerle doludur...""
Görüldüğü gibi Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam aynı mitolojik kökenlere dayalı, ilkel sapkınlıklarla dolu, 10.000 yıl önce ilkeleri belirlenmeye başlamış, geçen zaman içinde kurnaz tapınak rahip ve rahibelerince güncellenerek insanlara "yanılmaz ilahi emirler dizini" olduğu zannı uyandıracak şekilde düzenlenmiş dinlerden doğmuş dinlerdir.
Son dini kitabı Kur'an bile bu sapıklıkların yanlış olduklarını işlese de gene bu sapık dinlerinin kutsalları olan, Güneş Şems), Kamer(Ay), Sad, Yasin, Tur, Ankebut(Örümcek), ibadet vakitleri olan Duha(Kuşluk), Fecr (Tan) gibi kalıntılarını taşıyan onlarca sure ile doludur.
Bu sapık inanışların çoğu tarikatlar olarak İslam içinde yaşamakta, geçmişte "Bereket Tanrıları" olarak tapındıkları Güneş veya Ayı ululamak, gece olunca Gök Ana dedikleri bir varlığın güneşi yuttuğuna, içinde Güneşten büyük tanrıların onu öldürebileceklerine, güneşi kurtarmak için de güneşin yolculuğunda uğradığı Gök Ananın ağzına girdiğinde "Akşam", bogazına geldiğinde "Yatsı", midesine indiğinde "Teeccüt", rahmine düştüğünde "Duha/Kuşluk", döl yatağından yani amından doğacağı anda da "Fecr/Tan" vakti yani Sabah namazı kılarak güneşi ve dünyadaki yaşamı kurtardıklarına inanıyorlar, namaz kılmayanı da bu yüzden öldürüyorlardı.Piramitlere giderek hac yapıyorlardı.
İslam bunların tümünü iptal etmişken bu kripto yaşayan putperest tarikat imamlarının ağzından namaz, oruç, hac gibi temel ibadetleri yapmayanların öldürülmelerini emredecek kadar da putperestliğe bağlıdırlar ve İslam'ı da çoktan amacından saptırmışlardır.
Takdir milletindir.
Şimdi bu konunun işlendiği "Bakara Suresin" adını veren bu boğanın Kur'an Bakara Suresi 67-68-69-70-71. ayetlerinin tefsiri olan E.H.Yazır tefsirinden alıntıyla okuyalım;
""Onbirinci hatırlatmada, bu sûrenin bu ismi almasına sebep olan "Bakara" kıssasına geliyoruz. Fakat bu hatırlatma sadece İsrailoğulları'na mahsus bir hitap şeklinde değil, genel anlamda bir hatırlatma olarak ifade buyurulmuştur. Şöyle ki:
Meâl-i Şerifi
67- Hani bir zamanlar Musa kavmine demişti ki Allah, size bir bakara (sığır) boğazlamanızı emrediyor. Onlar da "ayol sen bizimle eğleniyor, alay mı ediyorsun?" dediler. Musa da: "Böyle cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi.
68- Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, her ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o ne pek yaşlı, ne de pek taze, ikisi arası dinç bir sığırdır, haydi emrolunduğunuz işi yapınız." dedi.
69- Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, rengi ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o, bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır." dedi.
70- Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, o nedir bize iyice açıklasın, çünkü o bize biraz karışık geldi, bununla beraber Allah dilerse onu elbette buluruz." dediler.
71- Musa, "Rabbim buyuruyor ki o, ne çifte koşulup tarla süren, ne de ekin sulayan, ne de salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır". Onlar da: "İşte tam şimdi gerçeği ortaya koydun." dediler. Nihayet onu bulup boğazladılar. Az kaldı yapmayacaklardı.
2:67-BAKARA, "bakar"ın müennesi veya müfredidir. "Bakar" manda cinsine de şâmil olmak üzere sığır cinsinin genel ismidir. Buna göre, "bakare" erkek veya dişi sığır, yani bir inek veya bir öküz, bir düve veya bir tosun veyahut bir manda olabilir. Bunun erkeğine bâkır, bakîr, beykur, bâkur dahi denilir. "Bakr" yarmak anlamına geldiğinden, bu hayvan da çift sürüp toprağı yarmak için kullanıldığından bu ismi almıştır.
Ve hani Musa, kavmine hitaben
"Allah size bir bakara kurban etmenizi emrediyor." demişti de buna karşı kavmi, ona, Çok tuhaf, sen bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. Acaba neden böyle demişlerdi? Deniliyor ki, Allah'ın bakara kesmeyi emretmesini akılları almadı.
Buna bir sebep bulamadılar, bir ilişki kuramadılar, bunu acayip buldular. Biz bundan şunu anlıyoruz ki, Samirî'nin icat ettiği buzağı olayı da bunun açıkça ipuçlarını verdiği gibi, Musa kavmi, o zamana kadar bakarayı mukaddes bir hayvan görüyor ve öyle kabul ediyorlardı.
Bundan dolayı bakaranın kurban edilmesini, edilebilmesini tasavvur bile edemiyorlar, bunu akılları almıyordu. Böyle olması ise bu emrin onlara henüz Mısır'da iken ve Hz. Musa'nın peygamberliğinin ilk zamanlarında verilmiş olmasına işaret eder. Firavun kavmi olan putperest Mısırlıların Apis öküzüne taptıkları ve boğanın, bunların en yüksek mabutlarını temsil ettiği, tarihî rivayetlerden olduğuna göre, sığır kurban etmek, o zaman İsrailoğulları üzerinde şiddetle hakim olan Firavun kavminin taptığı tanrıları boğazlamak demek olacağı için, İsrailoğulları açısından Mısır'da iken, bir ihtilal anlamı taşıyan böyle müthiş b ir emir, elbette kolayca yerine getirilebilecek bir emir ve tasavvuru mümkün bir iş değildi.
Mısır'dan çıktıktan sonra bile yine bu buzağı meselesinin dinden sapma ve dalalete alet edilmesinden anlaşılıyor ki, Musa kavmi henüz sığır kesilmesini içine sindiremeyecek bundan memnun olmayacak, bunun Allah tarafından bir hayır vesilesi olduğunu kolaylıkla anlayamayacak bir durumda bulunuyordu. Şu halde bu zihniyeti ıslah etmeye yönelik ve netice itibariyle ölünün yeniden dirilmesine bir misal vererek fitneyi de f edecek olan bu sığır kurban edilmesi emrini duydukları zaman Hz. Musa'ya karşı, "Böyle şey mi olur, sen bizimle eğleniyor musun?" diye durumu tuhaf karşıladılar, ona inanamadılar. Hz. Musa da bunlara "Ben, böyle insanlarla alay eden cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi. Kendisinin yalnızca ilahî emirleri tebliğ ettiğini ve bu tebliğin cahilane bir tebliğ olmadığını anlatmak istedi.
2:68-Görüldüğü gibi bu emirde genel olarak herhangi bir sığır kesilmesi teklif edilmişti. Aslında derhal o emre uyup rastgele bir sığır kesiverselerdi emir yerine gelmiş ve maksat hasıl olmuş olacaktı. Fakat onlar önceki hayretlerine karşılık tebliğin ciddiyetini farkedince aralarında işi büyüttüler, birbirleriyle müşavere ederek, kendi gönüllerinden nadir b u lunur çok özel bir bakare tasavvur ettiler. Bunun üzerine akılları sıra kurnazca davranıp Hz. Musa'yı imtihan etmek istediler de dediler ki; Rabbine bizim için dua et, bize onun ne olduğunu, mahiyetini beyan etsin. mahiyetten, yani cinsin hakikatinden sorudur. Demek ki, bunlar her şeyden önce o bakarenin hakikat mi, yoksa mecaz mı olduğunu anlamak istiyorlardı. Buna karşılık gerçek bir bakara olduğu anlaşıldığından onun özellikleri şu suretle beyan buyuruldu:
Musa dedi ki; Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: o bir bakaradır ki; ne pek yaşlı, farımış, ne de pek taze, bâkir ikisi ortası, tam güçlü, kuvvetli bir dinç, şimdi emrolunduğunuz şeyi hemen yapınız.
2:69-Bunun üzerine yine emri yerine getirmeye yanaşmadılar, bizim için Rabbine dua et, o bakaranın rengi nedir, bize onu beyan ediversin dediler. Musa dedi ki; Allah şöyle buyuruyor: o, öyle sarı bir bakaradır ki, rengi artık sarının en parlağı, en halisi, bakanlara sürur ve neşe verecek, gözünü ve gönlünü açacak derecede güzel ve sevimlisi.
2:70-Bu açıklamaya dahi kanaat getirmediler de dediler ki; bizim için Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın, zira bu bakara bize müteşabih (üstü kapalı), karışık geldi, onun hangi bakare olduğunu kestiremedik. Biz onun kendine mahsus özelliklerini istedikçe bize onun genel vasıfları açıklanıyor, ve inşaallah biz her halde yola geleceğiz, yahut kesmenin yolunu bulacağız.
2:71- Musa buna da dedi ki; Allah şöyle buyuruyor: o öyle bir bakaredir ki; boyunduruk altında ezgin değil, ne toprak sürer, ne de ekin sular, belki başıboş, her ayıptan sâlim, hiçbir lekesi, alacası yoktur.
Bu cevabı alınca, bunda gönüllerinden geçirdikleri şekil ve sureti bulmuş oldular ve nihayet gerçeği itiraf ederek, işte şimdi tam doğruyu söyledin, dediler.
Yahudilerce çizilmiş bu resim Kuran'daki Apis Boğası olayını anlatır. |
Bu işi gözlerinde o kadar büyütmüşlerdi ki, bunun için Hz. Musa'yı, durmadan sordukları sorularla rahatsız ediyorlardı. Hatta bazıları, onların bu işi kırk sene sürüklediklerini rivayet etmişlerdir. Nihayet ilâhî vahyin zoru ile emri yerine getirdiler.
İşin başlangıcında alelade bir bakara kesmekle işin içinden çıkabilecek durumda idiler, fakat pek ziyade gözde büyütmeleri ve olmayacak bir iş sanmaları yüzünden bu iş kendilerine çok pahalıya mal oldu. Düşünebilenler için bu bakara kıssasının incelikleri ve acaiplikleri pek çok ibretlerle doludur...""
Görüldüğü gibi Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam aynı mitolojik kökenlere dayalı, ilkel sapkınlıklarla dolu, 10.000 yıl önce ilkeleri belirlenmeye başlamış, geçen zaman içinde kurnaz tapınak rahip ve rahibelerince güncellenerek insanlara "yanılmaz ilahi emirler dizini" olduğu zannı uyandıracak şekilde düzenlenmiş dinlerden doğmuş dinlerdir.
Son dini kitabı Kur'an bile bu sapıklıkların yanlış olduklarını işlese de gene bu sapık dinlerinin kutsalları olan, Güneş Şems), Kamer(Ay), Sad, Yasin, Tur, Ankebut(Örümcek), ibadet vakitleri olan Duha(Kuşluk), Fecr (Tan) gibi kalıntılarını taşıyan onlarca sure ile doludur.
Bu sapık inanışların çoğu tarikatlar olarak İslam içinde yaşamakta, geçmişte "Bereket Tanrıları" olarak tapındıkları Güneş veya Ayı ululamak, gece olunca Gök Ana dedikleri bir varlığın güneşi yuttuğuna, içinde Güneşten büyük tanrıların onu öldürebileceklerine, güneşi kurtarmak için de güneşin yolculuğunda uğradığı Gök Ananın ağzına girdiğinde "Akşam", bogazına geldiğinde "Yatsı", midesine indiğinde "Teeccüt", rahmine düştüğünde "Duha/Kuşluk", döl yatağından yani amından doğacağı anda da "Fecr/Tan" vakti yani Sabah namazı kılarak güneşi ve dünyadaki yaşamı kurtardıklarına inanıyorlar, namaz kılmayanı da bu yüzden öldürüyorlardı.Piramitlere giderek hac yapıyorlardı.
İslam bunların tümünü iptal etmişken bu kripto yaşayan putperest tarikat imamlarının ağzından namaz, oruç, hac gibi temel ibadetleri yapmayanların öldürülmelerini emredecek kadar da putperestliğe bağlıdırlar ve İslam'ı da çoktan amacından saptırmışlardır.
Takdir milletindir.
Keykubat
22.02.2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.