ROMA
İMPARATORLARINA TAPINMA DİNİ
Çeviri yazı.
Roman Religion
Gallery
By Dr Nigel Pollard
Last updated 2011-02-17
Last updated 2011-02-17
Roma İmparatorluk Kültü/Dini
Jül Sezar MÖ 100-44 |
Jülius Sezar ölümünden sonra Roma devleti tarafından resmen
“Divius” yani tanrı olarak tanınmıştır.
Sezar’ın evlatlığı ve ilk Roma İmparatoru olan Augustus,
Anadolu’daki küçük Grek şehirlerinde kendi adına tapınaklar yaptırılmasına ve
ibadetine izin verdi. Bu Roma İmparatoruna ibadet hakkındaki ilk belirtiydi.
İmparatorluğun başka yerlerinde de “yaşayan imparatora
ibadet” kültürel olarak kabul edilebilir bir hal iken Roma ve İtalya’da ise
yoktu.
Bir imparator sadece ölümünde “divius” tanrı ilan edilir ve
özellikle tahta çıkma ve ölüm yıl dönümlerinde öteki tanrılar gibi ibadet
edilirdi.
Roma dünyasında imparatora ibadet birleştirici bir etkendi
ve sadece ordu içinde değil, kasabalardaki bireylerden, Lyon (Galler), Bergama,
Colchester (İngiltere) gibi yerde dahi uygulanırdı.
İmparatorluk kültü taşralıların imparatora ve imparatorluğa
bağlılıklarını göstermekte çok etkili oluyordu ve bu nedenle de Galya gibi
bölgelerde kurulduğuna dair kanıtlar vardı.
Bu resimde gösterilen Antonius Pius (M.S.161) adına yapılmış
bir sütunun kabartmasında Antoninus
Pius ve karısı Faustina’nın tanrı katına yükselişleri temsil edilmiştir.
Roma İmparatoru Antoninus Pius (MS 161) ile eşi Faustina'nın kartallar eşliğinde ruhlarının tanrı katına yükselişleri ve tanrılaşmaları temalı kabartma |
Portrenin çerçevesinin üstünde kartallar tarafından
çevrelenmiş büstler, imparatorluk gücü ve Jüpiter ile birleştirilmiş ölünün
ruhu yükselmesi için emperyal cenaze töreni esnasında serbest bırakılmıştır.
İmparator ve eşi Faustine kanatlı çıplak bir kahraman figür
tarafından cennete taşınıyor. Sadaki zırhlı kadın figürü Roma’nın ilahi bir
tanrıçasını ve Roma’nın kişileştirilmesini, sola yaslanan figürdeki sütun ise
imparatorluk cenaze törenlerinin yapıldığı Mars alanını temsil etmektedir.
Türkçeye Çeviren
Alaeddin Yavuz
http://www.bbc.co.uk/history/ancient/romans/roman_religion_gallery_06.shtml
Tanrı Krallar konusunu yukarıdaki makaleyi yeterli bulmayanlar için geçmişteki "Tanrı Kallar Dinleri ve Yasaları yazımdan alıntılarla zenginleştirelim ki araştırmacılar zihnen biraz tatmin olsunlar.
Tanrı Krallar konusunu yukarıdaki makaleyi yeterli bulmayanlar için geçmişteki "Tanrı Kallar Dinleri ve Yasaları yazımdan alıntılarla zenginleştirelim ki araştırmacılar zihnen biraz tatmin olsunlar.
TANRI KRALLAR ÇAĞININ GÜNÜMÜZE ETKİLERİ
Sosyolojide Tanrı Krallık düzenine FEODALİTE denilir. Feodal
kelimesi Latince “Feud=Kan/Ban bağı” ve Aramice’den Latinceye geçmiş “Al=Tanrı”
kelimelerinin birleşmesinden oluşur.
Fedu+Al=Tanrı ile kan bağı olan, tanrı soyundan gelen veya Tanrı/Allah’ın
Oğlu şeklinde anlaşılmalıdır.
Sümer Baş tanrısı Aan veya Anu |
En eski din olarak kabul edilen Sümer dininden örnekle
başlarsam daha yararlı olacaktır. Sümerlerde krallar, tanrılar ile insanların
cinsel ilişkilerinden doğmuş yarı tanrı melezlerden seçilirdi. Her kral tacını
ve çobanlık alameti asasını baş tanrıları Anu/Aan’dan alır, rüyasında gördüğü
görümler ve vahiylerden oluşan emirlerle halkını yönetirlerdi. Buna Anutuluk da
denilirdi.
Sümer’de şehir krallıkları da vardı, her şehrin bir kralı ve
onun soyunun geldiği bir Sümer tanrısı, tanrıçası vardı.
Bu inanış, Hint İran, Mısır Arap ve Grek dinlerine geçmiş,
onlardan doğan Sabilik, Yahudilik, Grek, Roma Mitra dinlerine geçmiştir.
Zerdüşt kitabı Avesta, İran şahlarının soylarının güneş
tanrıları Ahura Mazda (Armazd)’ın soyundan olduğunu, kıyamette Armazd’ın
Pers/Fars olarak görüneceğini, diğer kavimlerin de Angra Mainyu
(Aynraman/Arman/Ehriman) soyundan geldiklerini yazmaktadır.
Sabiler, Arabistan Arapları ve Yahudileri Adem oğlu Şit
soyundan geldiklerini, Adem’i İkinci Yaratılış tanrılarının yarattığını, gökte
ve yeryüzünde yaratılan Ademlerden bahsetmektedir. M.Ö.2300’lere ait Petra
krallığı Ugarit, Ebla metinlerinde dişi şeytan Er Ruha, babası Ay tanrısı
Sin’e “Allah’ım…” diyerek yakarmaktadır.
E.H.Yazır’ın Kuran tefsirinde eski Arap tefsir yazarlarının
tespitlerinde, Arapların Mekke ve Taif’te bulunan Allah ve üç kızı ile
ilişkisinden oluşan 360 tanrı olduğunu ve Arap kabilelerinin her birinin bu
tanrılardan birinin soyundan geldiklerini, krallarına Amir/Emir, ruhbanlarına
Şeyh denilmesinin bu akrabalıklara dayandırıldığı, İslam ile bu cahiliye
devrinin son bulduğu anlatılır.
Bu yarı tanrı krallar zamanla yerini olağan insanlardan
seçilen haberci peygamberlere bırakmışsa da, mutlaka geçmişe dayalı soy
kütüğünü gösteren seçkin bir kabile üyesi olmasına da dikkat edilirdi.
Kral Davut |
Bütün Yahudi peygamberlerinin çoğunun Harun peygambere
dayanması ilkesine rağmen, Davut, halktan İşay’ın, sakalı terlememiş, saraya iç
oğlanı alınmış oğlu, Süleyman da Davut’un Hititli askerinin karısı ile yaptığı
zina sonucu doğan çocuğudur. İkisinin de Yahudi olmama olasılıkları yüksektir.
(Tevrat Saul kitabı)
İsmail soyu Yahudilerinden olan peygamber Muhammet de
Kâbe’nin koruyucuları olan Kureyş soyundan gelen Ezd kabilesinden bir İsmaili
Yahudidir. Gene de özünde mitolojik değerlere uzanan bir soyağacı gerçeğinden
son peygamber ile de kurtulmuş sayılmayız. (İ.İshak -Siretül Resülullah veya
herhangi bir , “peygamberin hayatı(Siyer)” kitabından Muhammet soyuna
ulaşabilirsiniz.)
Arapların Eşari İslam anlayışlarını, İranlıların 12 İmam Şia
geleneklerini sürdürmelerindeki ısrarları da bu “soy gütme gelenekleridir.”
Peygamberlerden mucizeler bekleme geleneği de bu mitsel
inanışların kalıntılarıdır ve elan da dinlerde yaşamaktadır.
Eski Yunan’da Hercules, Oidipus ve Theseus ölümlüydüler ama
sonradan tanrı sıfatını elde etmiş ve tanrılar katına, göğe, Olimpos dağının
üstündeki bulutlar ülkesine kabul edilmişlerdir.
Büyük İskender(MÖ 356-323) kendisini, tapınılacak Tek Tanrı ilan etmiştir.Adına ibadet edilmiştir. |
Tevrat Danyal peygamber kitabında, Büyük İskender’in
(M.Ö.IV.yy) İran’ın fethinden sonra kendisini “Tanrı” ilan etmesi ve Mısır’a
girdiğinde babası olarak Mısır Güneş tanrısı Ammon’u babası kabul etmesiyle
başlayan “Tanrı Kral” geleneği, İskender’in ölümünden sonra imparatorluğun
dörde bölünmesiyle Mısır’da kurulan Ptolome Grek imparatorluğunun son varisi
Kleopatra da Roma imparatorunun karısı sıfatıyla “İmparatoriçe-Tanrıça” olarak
kabul görüyordu.
Başlangıçta Yunanistan’ın işgaline kadar Roma
İmparatorlarının arabalarına binmeden önce yanlarında kendilerine " Hominem
te esse memento! Memento mori!, that is Remember
you are a man, and remember that you are mortal!” “Bir insan ve ölümlü
olduğunu hatırla” diyen bir köle bulundurma geleneklerine sahiptiler.
Jül Sezar MÖ (100-44) Kutsal Defne yaprağından tacıyla Tanrı Kral şeklinde temsil edilmiş. |
Yunan Ptolome hanedanı geleneği olan “Tanrı Kral/İlahi
Monarşi” geleneğine Roma’nın geçişi aşamalı şekilde olmuştur.
İlk olarak, Jül
Sezar’ın evlatlığı da olan imparator Agustus, Grek tarzı idareci kültünü
eyaletlerde, vilayetlerde uygulamaya başlamışlar ancak Roma’da ve Latin dili konuşulan ülkelerde bunu zorlamamışlardır.
Yaşadığı dönemde çok
sevilen biri olan Agustus, ölümünden sonra resmen “Divus” yani “İlahi
olan(tanrı değil)” ilan edildi. Başka kaynaklar da bunu, Sezar’ın (M.Ö.44) ölümünden sonra ilah
olduğuna inanıldığından bahisle, “divi filius” (İng-Son of the Deified=İlahileştirilmiş’in Oğlu) sıfatını aldığını
yazarak bunu doğrulamışlardır.
Bu geleneği imparatorun
yerine geçenler aynı şekilde onurlandırılarak takip ettiler.
İmparator Vespasian’ın sön sözü “-Sevgili kendim,
tanrılaştığımı düşünüyorum” olmuştur.
Neron’un şansölyesi Seneca, imparatorun yerine geçen Claudius için “Apocolocyntosis”
adıyla alaycı bir eleştiri yazısı kaleme aldı. Yazıda Claudius’un Olimpos
dağında tanrılığı kabulünü bir kelime değişikliği “APOtheosis”
yaparak alaya almıştı.
Sağlığında ilahilik
sıfatını alan ilk imparator, öldürmekten, cinayetten hoşlanan bir paranoyak
olan Domitian’dı. Üçüncü yüzyıla
kadar yerine geçenler onun kadar şaşaalı olmasalar da, çok sayıda yıkıcı iç
isyanlarla boğuştular. İmparator olmak için yerine geçmeye çalışanlar (bir
yüzyılda 50’den fazlaydılar), iktidarlarını, “ilahi/tanrısal” sıfatlarını kullanarak yasallaştırmayı denediler.
Bu çağlarda Yahudi ve öteki dinlerdeki muhalifler yüzünden
Hristiyanlara yapılan baskılar asla tesadüfi değillerdi.
Hristiyanlığı resmi din ilan eden ancak diğer dinleri
yasaklamayıp, kendisini de "görünemeyen ve yenilemeyen, Savaş tanrısı Mars'ın kılıcı",tebasının dinlerindeki en büyük tanrılarının kendisi olduğunu, yeryüzünde tapınılacak en büyük tanrı olduğunu ilan eden
Constantin de kendisini ilahlaştıranlardandır. Ölüm döşeğinde İzmit'te bilincini kaybedinceye kadar vaftiz edilmesine izin vermediği, bilincini yitirince rahiplerin ölmeden vaftiz ettikleri yazılır.
Tanrıdan vahiy alan Tanrı kralın Hristiyanlığı yüceltmesi gerektiğinden ona yakıştırılan efsaneler şöyledir.
Hristiyanlığı resmi din ilan etmeden önce tanık olduğu
mucizesi şöyle açıklanır;
“Konstantin, kendisinin tanrının en sadık duacısı olduğunu
söyleyerek ona seslendiğini ve karşılaşacağı zorluklarda kendisine tanrının sağ
elini uzatarak açıklamalarda bulunacağını ve ona büyük içtenlikle yalvarırken
göklerden muhteşem bir işaretin ona güneşin ışığının üzerinde göründüğünü,
gözleriyle cennette Haç’ın ışığının/nurunu (Hoc Vince) gördüğünü ve kendisine
“-bununla feth et” denildiğini söylediği yazılır.
Bu görümle, kendisini hayretler içinde kalmış, bütün ordusu
ona tanık olmuş, seferlerinde onu takip etmiş, mucizeye tanık olmuşlardır.
Ve bu olayın nedenlerini düşünmeye başladığında birden gece
olmuş, sonra uyumuş ve rüyasında İsa kendisine, göklerde gördüğü aynı işaret
ile görünmüş, onun benzerliğinde bir nesne yapmasını emretmiş ve düşmanlarının
işlerinden ancak onu kullanmasını söylemiştir.”
Bu şekilde, İran dini temelli Roma Janus şeytan ibadeti
dinini kaldırmak için Konstantin, üniformalarının, kalkanlarının, sancaklarının
üzerlerine parlak HAÇ sembolü işlenmiş, Tanrı İsa imanıyla yürekleri dolu
ordusuyla 28 Ekim 312’de Roma’ya saldırdı. Muhalifi olan Maksentius’un ordusunu
Milvian köprüsü üzerinde katletmesinin ertesi günü kendisine açılan şehir
kapısına doğru yürüdü.
Roma Senatosu Konstantin’i “Batının İmparatoru” ve sürekli
kazandığı zaferleri nedeniyle de Roma’nın tek hâkimi imparatoru olarak ilan
etti.
Yüzyıllarca Hristiyan katliamı, sürgünü yapan Roma
imparatoru, kendisinden önce İran’a sefer açmaya kalkan Roma imparatorlarının,
“İran, tanrının seçilmiş kavmidir, felaketleri üstümüze mi çekmek istiyorsun”
suçlamasıyla öldürülmesini ve asırlardır İran’a karşı başarı
sağlayamadıklarının verdiği ezikliği, Hristiyanlığı kullanarak İran dini
etkisinden halkını kurtarıp, onları savaşa razı edebileceği gerçeğini görmüş
olmasıyla böyle bir masalı uydurduğunu bütün din tarihçileri yazmaktadır.
Nasılsa, zaten tanrı veya yarı tanrı sıfatı taşıyan
imparator Konstantin, İsa’nın gelinleri olan “12”
havarisi/öğrencisi/peygamberinden öne geçmiş ve İsa/Allah ile doğrudan
görüşmüş, Roma’yı da askeri darbe ile ele geçirerek, Roma Hristiyanlığının
temelini atmıştır.
Bunun ikinci adımı da Hristiyanlığı yazan Nasıra’lı Ferisi
Yahudilerini de diğer Yahudileri de “İsa/Allah’ı öldürtmekten mahkûm etmek” ve
onların dinini benimserken devletten uzak tutmak, soykırımlarını sürdürme
siyasetini de eksik etmemiştir.
İsa, Nasranilere göre insan doğmuş ve sonradan tanrı
sıfatına ermiş bir yarı tanrıdır. Aslında Nasranilerin İsa’yı peygamber
saydıkları, Roma Katolik baskısıyla bu yoruma zorlandıkları inancındayım.
Çünkü, İsa’yı dişi şeytan Er Ruha’nın erkek şeklinde göründüğüne inanan
Süryanileri Roma’nın soykırıma uğratmaları gerçeği önümüzde durmaktadır.
Constantin zaten, ölünce tanrılığa erişecek bir yarı
tanrı, Roma dini dışındaki kavimlerin tanrılarının en
büyüğü olan yaşayan tanrı iken, İsa’nın peygamber olması, tanrı
kralın, kulluğa terfisi kesinlikle yakışık almayacak bir durumdu.
Roma Tanrısı Janus Teke Şeytanı |
Böylece, İran ile ne zaman savaşa tutuşsalar, devleti
zayıflatmak için sürekli isyan çıkartan Yahudiler ve Yahudi Hristiyanlar
Roma’nın aşağılık, asi tebalarıydılar. Bu köle Yahudilerin çıkardığı bir dinin
kabul edilmesi Roma için zaten yeterince aşağılayıcıydı ve Yahudi köle İsa
(Urisa)’nın peygamberliğinin, Hristio’dan Christ/Krist adıyla peygamberlikten
tanrılığa yolculuğu da bu gerekçeyle açıklanmış olmaktadır.
Sadece III. yüzyılda, Hint, İran ve Sabilerden ithal edilen
ilahilik sembolü olan başları ve taçları üzerinde, “Işık/Nur Saçan Hale” ile
imparatorların resmedilme gelenekleri başladı. Hale’nin bir diğer temsil şekli
de başlara giyilen sarık (türban)tı. Haç da Zerdüşt İran Mitra dininden Grek ve
Roma Mitra dinine geçmiş zaten mevcut olan bir semboldü. Bu yüzden Roma,
Vatikan’ı inşa ettiğinde, taştan doğan Mitra kişiliğindeki iki yüzlü
şeytanları Janus heykelini kaldırıp yerine İsa’nın değil, Roma’da Hristiyanlığı
yayan havari Petrus(Taş/kaya)’un heykelini dikmesi de manidardır.
Ben, sadece verilere bakarak tanrı sıfatlarının eskiye uygun
şekilde yeniden düzenlenerek sembolik değişiklik yapıldığı inancındayım.
Hristiyanlığın, gerçek anlamda kabulü ve yaygınlaşması ancak, Hristiyanlık
dışındaki tüm dinleri yasaklayan Jüstinyen(M.S.540’lar) döneminde
gerçekleştiğine tanık oluyoruz.
Hristiyanlığın kabulü ile başlarının üstünde nur/ışık halesi
ile resmedilme geleneği terk edildiyse de önemli kısımları kaldı. Altıncı
yüzyılda imparatorların vergi toplama memurlarının, “comes sacrarum largitionum
(Kutsal/Ulu Bağış’ın Hesapçısı)” ifadesiyle belirlenmiş rütbelerinde bu
izlere rastlamak mümkündür. Hristiyan imparatorlar artık tanrı olarak
sayılmıyorlar, azizler gibi resimleri yapılmıyordu ama 540’larda Jüstinyen’in
başında hale ile resmedilmesi hariç elbette.
Bu gelenek sadece Roma’da kalmamış, günümüze de intikal
etmiştir. Müslüman ülkelerde de, peygamber Muhammet ölünce yerine seçilen
HALİFE’ler, de yeryüzünde tanrının işlerini yapmak, dinini koruma görevleri
nedeniyle şefaat umulan insanlar olarak görülmüşlerdir. 12.yy.da Mısır’da
kurulan Dürzi Fatımi kralı El Hakim tartışmasız “Allah” olarak ilan edilmiştir.
İran Sünniliği olarak da bilinen Yezidilik aslında bir şeytan
ibadetidir ve bir mezhebi de Dürziliktir. Osmanlı padişahlarının da adlarına
baktığımızda “Bayezid” adı “Ba=Ruh/Cin,Tanrı ve Yezd/Ezd, Ezd adlı
tanrının birleşik adı olan “Yezid’in Ruhu” günümüzdeki Humeyni dinindeki
haliyle “Ruhullah” adının karşılığıdır. Başka açıklaması da eski Hint, Moğol,
Tatar, dillerinde BAY-TANRI; EZD=İran tanrısı Yezd’in adıdır. Birleştiğinde
“Tanrı/Bay Ezd” adına ulaşırız. Bunlara Yıldırım Bayezit, II.Bayezit adlarını
örnek verebilirim.
Osmanlı padişahlarına uzun yıllar mekan olmuş Topkapı Sarayı
Bab-ı Selam (Selam kapısı) girişinin üzerinde “BESMELE” yazılıdır. Bu yüzden
atla giriş yapan tüm yerli ve yabancı elçiler buradan atından inerek geçmek
zorundaydılar ve sadece padişah bundan muaftı. Çünkü, o yeryüzünde Allah’ın, dininin
temsilcisi ve koruyucusuydu.
Neyse bu zor görevi 03 Mart 1924’de bir şekilde
son buldu. Demek ki hiçbir kutsiyeti olmayan uydurma bir görevmiş. Yoksa Allah
onu niye görevinden alsın ki?
Padişahların kutsanması bununla da bitmiyor. Evliya Çelebi,
Seyahatname’sinde Bitlis Hanı Abdal Han’ın isyanı bastırmakla görevli Melek
Ahmet paşanın ALLAH YERİNE PADİŞAHTAN YARDIM DİLEDİĞİNE TANIK OLUYORUZ. Okuyalım;
““-İlahi! Kuvvet ve kudret, yardım ve fesat senindir. Verme,
koruma ve doğruluk, iyilik ve büyüklük yine senindir. Dini Mübin gayretine bir
fırka Muhammed ümmetini başıma topladım. Elimi yüzüme alıp, kapına dilenmeye
geldim. Onu hiç boş döndürmedin. Yine eşsiz padişahımdan dilerim ki, Ahmed’in
bu ricasını da kabul edip bu kadar insanı acındırma. BU YEZİDİ
HAŞERATINI SEVİNDİRME!”
Başımız AB-Dnin tayin ettiği son Tanrı kral |
Bu osmanlı’da da kalmamış günümüz siyasilerinden
R.T.Erdoğan’a da Düzce milletvekili Fevai Aslan tarafından “Allah’ın
sıfatlarının çoğuna haiz” denilmesi, yandaş yazar Bahri Şenkal'ın "liderimiz Allahtan büyüktür" ifadesiyle yücelerin yücesi yapması, diğerlerinin “-Erdoğan’ı gördüğümüzde
Sallallahüvessellem” deriz gibi sayısız “ilah tanrı” geleneklerinin
yaşatılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz.
Bunları sayısız şekilde çoğaltmak mümkündür.
Müslümanlarca “Allah’a Şirk koşmak” olarak tanımlanan bu
davranışların hem İslami literatürde hem de evveli Hristiyan, Ortodoks
Hristiyan ve Yahudi literatürlerinde ve mitolojide hala kullanılması aslında
insanlığın hiç ilerlemediğinin de kanıtıdır.
Bu şartlarda Müslüman olan İranlıların ve diğer İslam
toplumlarının Allah ve Cebrail’i, meleklerini “çekik gözlü tanrılar” olarak
minyatürlerde tasvir etmeleri de tuhaf karşılanmamalıdır.
İslam’ın çıkışını “Hak geldi batıl zail oldu” diye
avunanlar, peygamberin, sahabelerinin, ensarın adlarının başlarına R.A;SAV ve
benzeri sıfatlar ekleyerek, bir takım mucizeleri atfederek putlaştırmaları
aslında İslam’a göre kafirliğin ve müşrikliğin, bilerek-bilmeyerek
temsilciliğini yapmaktadırlar. Çünkü, en eski İslam kaynaklarında bunların hiç
biri yoktur.
İslam ile dahi, Nasranilerin, Roma’nın “yarı tanrı kral,
peygamber” kültünden, mucizeleri olmayan, doğruyu adaleti tavsiye eden “İnsan
peygamber kültüne” geçmeyi bu Arapların ve diğer ensest kavimlerin soy
düşkünlükleri yüzünden insanlık başaramamıştır.
Bunun iki yolu vardır.
Ya sosyal adaleti üstün tutan
İslam’ın başında çıkmış Mürcie anlayışının devamı sayılabilecek Sosyalist
İslamcılara kulak vermek, bu tarz bir din yapmak veya dinleri tümden
yeryüzünden kaldırmak insanlığın ilerlemesi için büyük fayda sağlayacaktır.
Bu olması gerekendir, ama olacak olan ise bunun tersidir ve
20.yy. da tüm kazanılmış demokratik hakların ve özgürlüklerin elden çıkarılıp,
halkların cehalete ve köleliğe teslim edileceği “dinci siyasal rejimler” çağı
sadece Türkiye’yi değil, Amerika başta Avrupa ülkelerini de tehdit etmektedir.
Binlerce yıllık, din savaşları ile yeryüzü insanlık
ailesinin birbirlerini yok etmeleri son bulmalıdır, bulmazsa, gezegen yaşamının
son bulacağı kesindir.
Tanrı Krallar açılış kısmında yaptığım yorumda olduğu gibi,
“Köle Teba” olan Yahudilerin tanrısı Yahve/Adonay, Hicaz Araplarının tanrısı Hubel/Allah’da
Konstantin zamanından beri var olan yasaya göre zaten Roma İmparatoru’ydu.
Haliyle de M.Ö.539’dan sonra sona eren Babil Sürgünündeki kölelikten Krus’un
azadıyla kurtulmuş Yahudilerin Tevrat’ını yeniden yazan rahip Ezra (Üzeyir
peygamber)nın yazdığı Tevrat, 200 yıl sonra M.Ö.300’lerde Büyük İskender
tarafından değiştirildi, bazı ibadetleri kaldırıldı. Yazan Tevrat Danyal
kitabıdır. M.S. 50’lere kadar Grek Ptolome idaresinde yaşadılar, teke şeytanlara tapındılar, Tevrat ve
bölgedeki tüm kavimlerin dinleri ona göre değişti.
Sonra gene İran Sasaniler
olarak geldi gene din değişti.
M.Ö.40’larda Jül Sezar büyük Roma
imparatorluğunu kurdu, Tevrat gene değişti.
325’de Tanrı Kral Konstantin ile Hristiyanlığı kabul eden
Roma da onu tekrar kendine göre değiştirdi.
527-565 yılları arasında Roma İmparatoru olan bölünmüş iki Roma'yı birleştiren, Ayasofya'yı yeniden inşa ettirip, Hristiyanlığı tek din yapan ama Tanrı kral olarak, tanrıdan aldığı vahiylerle yazdırdığı başına yazılan Jüstinyen Anayasası (Latin: Novellæ constitutiones, Ancient Greek: Νεαραί διατάξεις), or Justinian's Novels) ile Tevrat ve İncil'e eşcinsellik, "7" göbek akraba evliliği yasakları ile köle azadının kolaylaştırılması için reşitlik yaşını "17" ye indirmesi olayları Tevrat'a, İncil'e ve kendisinden 100 yıl sonra çıkacak olan Kur'an'a geçmiştir.
Kur’an da, Hristiyanlığı çıkartan
Nasıra’lı Ferisi Yahudileri olan, Nasrani Hristiyanların sürgün yeri Libya’dan
gelerek askeri darbe ile imparator olan namaz kılan, Herakles’in koruması,
şefaati, emirleri ile korunarak yazılmış ve yayılmıştır. Hatta Hz. Muhammet’in
Herakles’e verdiği büyülü bir teşekkür mektubu, onların elinde bulundukça
Hristiyanların kıyamete dek yeryüzünde egemen olmasını peygamber bu mektubunda
Allah’tan istemiştir. Bu mektubu “İslam Roma Tezgahı mı” yazımda yayınlamıştım.
Yeryüzünde 5,5 milyar insanı Hristiyan dünyasına köle eden
dört kitaptan doğan üç din de Roma icadıdır, tartışma götürmeyecek kadar
açıktır.
Anlaşılmadık bir konu kalmamıştır umarım.
Hepimiz bu gezegende yaşıyoruz, insanlığın geleceği hakkında
takdir insanlarındır.
Alaeddin Yavuz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.