Bilindiği gibi Kuran sureleri Irak Kufe şehri Sabilerinin kullandıkları M.S. 2.yüzyılda düzenlenmiş Kufe Arami Alfabesi ile yazılmıştır. Bu yüzden Kufi Alfabesi de denilir. Bir çok dilbilimci, M.S. 542'lerde İslam'dan önce Gök Türk Alfabesi, 750'lerde Uygur Türk Alfabeleri de bu alfabe ile akraba gösterilir.
Aramiler aslen Beyaz Hintlilerden olup sel felaketi sonucu yıkılan ülkelerinden kurtulabilenlerin Arim=Sel adından Arami adını alan bir kavimdir. Kur'an Sebe suresinde efsaneleri işlenmiştir. Ay Tanrısına tapınan Irak Sabilerine Mandeanlar (putperest, çok tanrılı) İbrahim peygamberin tebliğ ettiği Hanif dinine inananlarına Sabiler, günümüzde Süryaniler denilir. Arap Alfabesi diye bir Alfabe yoktur. Günümüz Arap ve Kur'an alfabeleri bu Kufe Alfabesi ile yazılmıştır. Hemze, esire, ötüre yoktur.
Şimdiki Kur'an ve Arap Alfabesi gelişimini 500 yıl önce 1550'lerde tamamlamıştır.
Kur'an'ı Kerim, Hz. Muhammed ve Dört Halife döneminde "geliş sıralarına"
yani peygambere vahiy ediliş sırasına göre, Kufi Alfabe ile yazılmaktaydı. yazılmaktaydı.
Şimdi Hz. Muhammet öldükten sonra zavallı YETİM
KUR’AN’ın başına gelenlerin efsanelerini İslami kaynaklardan okuyalım.
Önce Kur’an’ın gökten ciltli, pırıl pırıl parşömen kağıda
basılı, ciltli olarak inmediğini, kimin rüyada kiminin uykuda “vahiy/fısıltı”
yoluyla 611’den 632’ye kadar geçen 22 yılda geldiğini İslami kaynaklardan
öğrenelim(Sorularla İslamiyet Com’dan
alınmıştır.);
Vahiy nedir?
Kur’an Nasıl Toplanmıştır?
VAHİY: Kelime anlamı, imâ, fısıldama, işaret, bir şeyi hızla yapmaktır. Dini anlamda ise vahiy; Yüce Allah'ın, insanlara ulaştırmak istediği mesajı (emir, yasak, tavsiye, bilgi,..), değişik yollarla Peygamberine iletmesine denir. Vahiy kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de; ilham etmek, içgüdü, emretmek, işaret etmek, fısıldamak anlamlarında da geçmektedir...
Peygamberimiz (a.s.), peygamberliğinin ilk altı ayında sâlih rüyalar görür ve gördükleri aynen çıkardı. "...Mü'minin rüyası, peygamberliğin kırkaltı parçasından biridir.” buyurmuştur. (Peygamberlik süresi yirmi üç yıldır, altı ayda bu sürenin kırk altı da birini oluşturur.) Cebrâil (a.s.), vahyi Peygamberimize görünmeden getirdiği gibi, asıl şekliyle ya da bir insan şeklinde görünerek getirdiği de olurdu. Miraçta olduğu gibi aracısız olarak doğrudan Yüce Allah tarafından verildiği de olmuştur...”
VAHİY: Kelime anlamı, imâ, fısıldama, işaret, bir şeyi hızla yapmaktır. Dini anlamda ise vahiy; Yüce Allah'ın, insanlara ulaştırmak istediği mesajı (emir, yasak, tavsiye, bilgi,..), değişik yollarla Peygamberine iletmesine denir. Vahiy kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de; ilham etmek, içgüdü, emretmek, işaret etmek, fısıldamak anlamlarında da geçmektedir...
Peygamberimiz (a.s.), peygamberliğinin ilk altı ayında sâlih rüyalar görür ve gördükleri aynen çıkardı. "...Mü'minin rüyası, peygamberliğin kırkaltı parçasından biridir.” buyurmuştur. (Peygamberlik süresi yirmi üç yıldır, altı ayda bu sürenin kırk altı da birini oluşturur.) Cebrâil (a.s.), vahyi Peygamberimize görünmeden getirdiği gibi, asıl şekliyle ya da bir insan şeklinde görünerek getirdiği de olurdu. Miraçta olduğu gibi aracısız olarak doğrudan Yüce Allah tarafından verildiği de olmuştur...”
Solda Türk, Fenike,Arami, Sami, ve Sami olmayan alfabeleri |
İşte, vahiy yoluyla indiği yazılan Kur’an’ın Allah’ın
korumasında olduğunu anlatan o ayetlerden birisi;
“Hicr
suresi 9. ayet;
إِنَّا
نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.”
Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.”
Oysa, Kur’an’ın bu günkü sure diziliş sırası bile
peygambere gelen vahiy sırasına göre değildir. Hiç yapılmadıysa bu değişiklik
mevcuttur. Bunu diğer sayfalarda
işleyeceğiz.
Şimdi
bu “Kur’an’ın bir harfi değişmedi yalanını” hadis ve siyer
kaynaklarından nasıl yalanlandığını görelim.
Hz.
Ali, Hz. Abdullah b. Mesud, Hz. Aişe, Hz. Abdullah b. Abbas gibi bazı sahabilerin
elindeki Mushaflar, hususilik arz ediyordu
İşte
yedi lehçe, farklı telaffuz ve benzeri sebeplerden dolayı, Hz. Osman (ra)
devrinde, -daha önce Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde bir araya getirilen ve daha
sonra Hz. Hafsa (ra)'nın yanında bulunan Kur'an sahifeleri esas alınarak
dört veya yedi adet Mushaf nüshaları düzenlenmiştir.
Ümmet içinde bu konuda birliği sağlamak maksadıyla, bazı kimselere özel Mushafları -sahabelerin onayıyla- yaktırmıştı. (bk. Suyutî, İtkan, I/134; Subhi Salih, el-Mebahis, s. 78-85).
Ümmet içinde bu konuda birliği sağlamak maksadıyla, bazı kimselere özel Mushafları -sahabelerin onayıyla- yaktırmıştı. (bk. Suyutî, İtkan, I/134; Subhi Salih, el-Mebahis, s. 78-85).
Ünlü tefsir ve hadis âlimi İbn Kesir (ö. 774), söz konusu nüshalardan bir tanesini Şam'da Dimaşk camiinde gördüğünü söylemiştir. İbn el-Cezerî, İbn Fadlullah el-Umerî de bu Mushafı orada gördüklerini söylemişlerdir. (bk. el-Mebahis, s. 88-89).
Hz.
Ebu Bekir, halife olduktan sonra bazı bölgelerde dinden dönme (ridde)
olayları meydana gelmiş, Yemame savaşında (M.633), 70 hafız şehit
olmuştur. Bunun üzerine, Hz. Ömer (ra)'in teşvik ve ısrarıyla, Hz. Ebu Bekir
(ra), kendisi hafız ve aynı zamanda vahiy kâtibi olan Zeyd bin Sabit
başkanlığında bir heyet oluşturmuş, Kur'ânı toplayıp bir kitap haline getirme
görevini bu heyete vermiştir. Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, İbni Kâab Zeyd’e
büyük ölçüde yardımcı olmuştur. Oldukça titiz çalışmalar sonucunda yaklaşık bir
yıl sonra Kur'ân-ı Kerim, ciltli bir kitap haline getirilmiştir, ama sure
sıralarına riayet edilmemiştir.
Elinde
Kur’an Bulunduranlar;
1-Hz.
Ali
2-Abdullah
bin Mesud
3-Hz.
Ayşe
4-Abdullah
bin Abbas.
5-Ebubekir’in
toplattığı Kur’an; Bu kitaplardan Ebubekir, kendisi hafız ve aynı zamanda vahiy kâtibi
olan Zeyd bin Sabit başkanlığında bir heyet oluşturmuş, Kur'ânı toplayıp bir
kitap haline getirme görevini bu heyete vermiştir.
Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, İbni Kâab Zeyd’e büyük ölçüde yardımcı olmuştur.
6- Hz. Osman’ın yazdırdığı Kur’an; Hz. Osman (ra)’ın emriyle dördü asıl, on iki kişilik bir heyet oluşturulmuş. Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında yazılan Kur'ân-ı Kerim'e bakılarak çoğaltılmış olan Mushaf, aynı zamanda sure sıraları da Hz. Peygamber (asm)'in emir buyurduğu gibi düzenlenmiştir. Bu tasnifte ihtilaf edilen kelimelerde Kureyş lehçesine göre yazılmıştır. Bundan sonra Kur’an önemli şehir merkezlerine gönderilmiştir. (H.25/M.646)
Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, İbni Kâab Zeyd’e büyük ölçüde yardımcı olmuştur.
6- Hz. Osman’ın yazdırdığı Kur’an; Hz. Osman (ra)’ın emriyle dördü asıl, on iki kişilik bir heyet oluşturulmuş. Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında yazılan Kur'ân-ı Kerim'e bakılarak çoğaltılmış olan Mushaf, aynı zamanda sure sıraları da Hz. Peygamber (asm)'in emir buyurduğu gibi düzenlenmiştir. Bu tasnifte ihtilaf edilen kelimelerde Kureyş lehçesine göre yazılmıştır. Bundan sonra Kur’an önemli şehir merkezlerine gönderilmiştir. (H.25/M.646)
7-Hafsa’nın
Kur’anı; Zeyd'in derlediği bu Mushaf, Ebubekir (ra)'in yanında kalmış, onun
vefatıyla Ömer (ra)'e intikal etmiş, onun vefatından sonra da kızı Hafsa'nın
eline geçmiştir
Hz. Hafsa'ya iade edilmiş olan ana Mushaf da ölünceye dek onun yanında kalmış, Medine valisi olan Mervân ibn el-Hakem, yakmak üzere o nüshayı istemişse de Hz. Hafsa vermemiş, fakat bu mü'minler anasının vefatı üzerine Mervân o Mushafı alıp yakmıştır. (el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)
Hz. Hafsa'ya iade edilmiş olan ana Mushaf da ölünceye dek onun yanında kalmış, Medine valisi olan Mervân ibn el-Hakem, yakmak üzere o nüshayı istemişse de Hz. Hafsa vermemiş, fakat bu mü'minler anasının vefatı üzerine Mervân o Mushafı alıp yakmıştır. (el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)
Hz.
Osman'ın, yazdırdığı resmî Mushaf dışındaki mushafların yakılmasını emretmesi
kıraat ihtilâflarını ortadan kaldırmak, Müslümanları tek kıraatte birleştirmek,
birliği sağlamak içindi. Nitekim Hz. Ali (ra)’nin:
"Ey insanlar, Osman hakkında aşırı sözler söylemekten, ona
'Mushaflar yakıcısı!' demekten sakının. Vallahi o, Mushafları, biz Muhammed'in
ashabı önünde yaktı. Osman zamanında yönetici ben olsaydım, onun mushaflar
hakkında yaptığını ben de yapardım."
dediği
rivayet edilir.(Kurtubî, 1/54; el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)
Osman’a
Kur’an Teslim Etmeyenler;
1-Hz.
Ali
2-Abdullah
ibn Mesud
3-Übeyy
ibn Ka’ab
4-Hz.
Ayşe (?)
Buhârî'nin
rivayetine göre Hz. Âişe (ra), Mushafını görmek üzere gelen bir Iraklıya, özel
mushafını göstermiştir.(Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân, 5) Ayşe’nin Ömerin ölümünden
sonra Osman’a teslim ettiği de yazılır. (E.H.Yazır Necm Suresi tefsiri)
Osman’ın elinde
olanların Kuranları teslim etme emrine uymayıp kendi özel Mushaflarını
saklayanların bulunduğu da tarihen sabittir. Çünkü Hz. Alî, Abdullah ibn Mes'ud, Übeyy ibn Ka'b'ın
özel Mushaflarından söz edilmektedir.(Kurtubî, 1/53)
Hz. Osman zamanında Kufi Alfabe ile yazılıp gönderildiği Taşken Müzesinde sergilenen Kur'an sayfası |
İbn
Ömer diyor ki:
"Hiçbiriniz Kur’an’ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. bilemez ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir.Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum desin yalnızca." (suyuti, el itkan, 2/32.)
Hz. Osman (r.a), çoğaltılan mushafları önemli İslâm merkezlerine gönderince, bunlar dışında elde bulunan özel sahife ve mushafların bir rivâyete göre yakılmasını (13), bir rivâyete göre yırtılmasını (14) veya bir rivâyete göre yıkanıp temizlenmesini yani silinmesini emretti (15). Burada (H) harfinin noktalı veya noktasız olmasından da değişik mânâ çıkabilir. Noktasız yakma, noktalı (Hı) yırtma, parçalama mânâsına gelmektedir. İbn Hacer "Rivayetlerin, çoğu yakma hususunda sarihdir" der. Belki de bazıları, yazıları iyice giderebilmek için önce yıkamış veya yırtmış, sonra da yakmışlardır. Yırtma, yıkama ve yakma birleştirilebilir (16). Gömüldüğüne dâir de bir rivâyet vardır (17). R. Blachere de her üç rivayetin bulunduğunu kabul eder (18). T. Nöldeke, yakma işlemini gereksiz görür. Yakma yerine, yıkanıp temizlenir ve o malzeme yeni bir yazı için kullanılır, görüşünü ileri sürer (19).
HAFSA MUSHAFI VE SONUÇ
Burada son olarak yine büyütülmek istenen, Hafsa (r.a) mushafının yakılması rivâyetine temas etmek istiyoruz. Ebu Ubeyd ve İbn Ebi Dâvud, İbn Şihâb tarikiyle, Sâlim bin Abdullah'ın şu rivâyetini haber verirler:
Mervan, Muâviye tarafından Medine vâlisi olduğu zaman, Hafsa'ya adam gönderip Kur'ân yazılı sahifeleri istiyordu. O da vermekten kaçınıyordu. Sâlim şöyle der: "Hafsa vefât edip de biz onun defninden dönünce, Mervan kararlılıkla Abdullah bin Ömer'e adam gönderip "O sahifeleri kendisine göndermesini" istedi. Abdullah onları ona gönderdi. Mervan da onların yırtılmasını emretti. Mervan "Bunu sâdece aradan uzun zaman geçmesiyle, bu sahifeler hakkında birinin şüphe etmesinden korktuğum için yaptım" dedi (44). Ebu Ubeyd'in bu rivâyetinde sahifelerin yırtıldığı bildirildiği halde, İbn Ebi Dâvud'un rivâyetinde, Mervan'ın aynı gerekçe ile o mushafı yaktığı haberi vardır (45). Yıkadığı da rivâyet edilmiştir (46). T. Nöldeke "Haber kuşkuludur.
"Hiçbiriniz Kur’an’ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. bilemez ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir.Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum desin yalnızca." (suyuti, el itkan, 2/32.)
Hz. Osman (r.a), çoğaltılan mushafları önemli İslâm merkezlerine gönderince, bunlar dışında elde bulunan özel sahife ve mushafların bir rivâyete göre yakılmasını (13), bir rivâyete göre yırtılmasını (14) veya bir rivâyete göre yıkanıp temizlenmesini yani silinmesini emretti (15). Burada (H) harfinin noktalı veya noktasız olmasından da değişik mânâ çıkabilir. Noktasız yakma, noktalı (Hı) yırtma, parçalama mânâsına gelmektedir. İbn Hacer "Rivayetlerin, çoğu yakma hususunda sarihdir" der. Belki de bazıları, yazıları iyice giderebilmek için önce yıkamış veya yırtmış, sonra da yakmışlardır. Yırtma, yıkama ve yakma birleştirilebilir (16). Gömüldüğüne dâir de bir rivâyet vardır (17). R. Blachere de her üç rivayetin bulunduğunu kabul eder (18). T. Nöldeke, yakma işlemini gereksiz görür. Yakma yerine, yıkanıp temizlenir ve o malzeme yeni bir yazı için kullanılır, görüşünü ileri sürer (19).
HAFSA MUSHAFI VE SONUÇ
Burada son olarak yine büyütülmek istenen, Hafsa (r.a) mushafının yakılması rivâyetine temas etmek istiyoruz. Ebu Ubeyd ve İbn Ebi Dâvud, İbn Şihâb tarikiyle, Sâlim bin Abdullah'ın şu rivâyetini haber verirler:
Mervan, Muâviye tarafından Medine vâlisi olduğu zaman, Hafsa'ya adam gönderip Kur'ân yazılı sahifeleri istiyordu. O da vermekten kaçınıyordu. Sâlim şöyle der: "Hafsa vefât edip de biz onun defninden dönünce, Mervan kararlılıkla Abdullah bin Ömer'e adam gönderip "O sahifeleri kendisine göndermesini" istedi. Abdullah onları ona gönderdi. Mervan da onların yırtılmasını emretti. Mervan "Bunu sâdece aradan uzun zaman geçmesiyle, bu sahifeler hakkında birinin şüphe etmesinden korktuğum için yaptım" dedi (44). Ebu Ubeyd'in bu rivâyetinde sahifelerin yırtıldığı bildirildiği halde, İbn Ebi Dâvud'un rivâyetinde, Mervan'ın aynı gerekçe ile o mushafı yaktığı haberi vardır (45). Yıkadığı da rivâyet edilmiştir (46). T. Nöldeke "Haber kuşkuludur.
1988 yılında diyanet tarafından kabul edilmiştir. o günkü diyanet işleri başkanı mustafa sait yazıcıoğlu komisyonun yaktığını söylüyor. hatta tam olarak şöyle diyor: hz osman'ın zamanında aynı komisyonca çoğaltılarak imam adı verilen nüshası osman'ın yanında alıkonulmuş; diğer nüshalar muhtelif merkezlere göndermiş;(komisyon)
hz hafsa nüshasını alıp yakmıştır.
kaynak: milli gazete 3 haziran 1988;
Değerli kardeşimiz;
Hz. Ali, Hz. Abdullah b. Mesud, Hz. Aişe, Hz. Abdullah b. Abbas gibi bazı sahabilerin elindeki Mushaflar, hususilik arz ediyordu. Daha Kur'an'ın vahyi tamamlanmadan, bu zatlar peyderpey gelen ayetleri kendilerine yazmaya başlamışlardı. Bu Mushaflar, onların kendilerine özel mushaflar olduğu için, ayetin manasını açıklayan bazı haşiye türü eklemeleri yazmakta bir sakınca görmemişlerdi. Halbuki daha sonra bu farklı ifadeler veya açıklamalar başkaları tarafından ayetin kendisi olarak değerlendirilebiliyordu.
Misal olarak, Abdullah b. Mesud'un mushafında meal olarak:
"(Hac mevsiminde) "Rabbinizden rızk istemenizde bir günah yoktur."(Bakara, 2/198) şeklinde yazılmıştı. Oysa parantez içindeki bilgi, onun Hz. Peygamber (a.s.m)'den öğrendiği ayetin bir açıklamasıdır.
İşte yedi lehçe, farklı telaffuz ve benzeri sebeplerden dolayı, Hz. Osman (ra) devrinde, -daha önce Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde bir araya getirilen ve daha sonra Hz. Hafsa (ra)'nın yanında bulunan Kur'an sahifeleri esas alınarak dört veya yedi adet Mushaf nüshaları düzenlenmiştir.
Ümmet içinde bu konuda birliği sağlamak maksadıyla, bazı kimselere özel Mushafları -sahabelerin onayıyla- yaktırmıştı. (bk. Suyutî, İtkan, I/134; Subhi Salih, el-Mebahis, s. 78-85).
Ünlü tefsir ve hadis âlimi İbn Kesir (ö. 774), söz konusu nüshalardan bir tanesini Şam'da Dimaşk camiinde gördüğünü söylemiştir. İbn el-Cezerî, İbn Fadlullah el-Umerî de bu Mushafı orada gördüklerini söylemişlerdir. (bk. el-Mebahis, s. 88-89).
Konuyla ilgili detaylı bilgi için şu makaleyi de okumanızı tavsiye ederiz:
Kur'an'ın aslı yakıldı mı?
Vahiy nedir? Kur’an Nasıl Toplanmıştır?
VAHİY: Kelime anlamı, imâ, fısıldama, işaret, bir şeyi hızla yapmaktır. Dini anlamda ise vahiy; Yüce Allah'ın, insanlara ulaştırmak istediği mesajı (emir, yasak, tavsiye, bilgi,..), değişik yollarla Peygamberine iletmesine denir. Vahiykelimesi Kur'ân-ı Kerim'de; ilham etmek, içgüdü, emretmek, işaret etmek, fısıldamak anlamlarında da geçmektedir...
Peygamberimiz (a.s.), peygamberliğinin ilk altı ayında sâlih rüyalar görür ve gördükleri aynen çıkardı. "...Mü'minin rüyası, peygamberliğin kırkaltı parçasından biridir.” buyurmuştur. (Peygamberlik süresi yirmi üç yıldır, altı ayda bu sürenin kırk altı da birini oluşturur.) Cebrâil (a.s.), vahyi Peygamberimize görünmeden getirdiği gibi, asıl şekliyle ya da bir insan şeklinde görünerek getirdiği de olurdu. Miraçta olduğu gibi aracısız olarak doğrudan Yüce Allah tarafından verildiği de olmuştur...
Yezidileri şeytana taptıkları halde namaz kıldıkları için II. Abdülhamit Müslüman saymıştır. Aynı yıl Vatikan da Hristiyan saydığından Üç dinden görünürler. |
(Vahiy
kâtiplerinin sayısı zaman zaman değişmekle birlikte, yaklaşık kırk kişidir),
daha sonra arkadaşlarına okurdu, onlar yazar dileyenlerde hem ezberlerdi.
Bir
âyet indiğinde, onun hangi surede, hangi âyetten sonra olması gerektiğini
belirtir, vahiy katipleri de onu oraya ilave ederlerdi. Vefatından dokuz gün
öncesine kadar vahiy indiği için, hayattayken ciltli tek bir kitap haline
getirilmemiştir.
Şimdi
de peygamber zamanında inmiş ve sonradan hükümsüz ayetler olduğunu öğrenelim;
Önce
Ayet ve Hadis konularını tanımlayalım;
;
Ayet Nedir?;
Ayet Nedir?;
Her Kur’an
cümlesi bir ayettir ve Allah’ın emridir. Değiştirilmesi söz konuısu değildir.
Harfini değiştiren dinden çıkmış sayılır. Bu gün hepsi numaralandırılmıştır.
Bazı ayetler birden fazla cümlelerden oluşabilmektedir.
Hadis
Nedir?;
-Anlaşılmasında
hilafet olmuş, açıklama istenilen ayetler hakkında peygamberin yaptığı
açıklamalar ile Kur’an ayetlerine yer almamış bazı olaylar hakkında yargılama
yapmayı kolaylaştıran, peygamberin yol gösterici sözleridir.
Peygamber
Zamanında Hükümsüz Sayılan Ayetler;
Kur’an-ı
Kerim'de bazı ayetler neshedilmiş, yani önce Peygambere inmiş daha sonra ise
hükmü kaldırılmıştır. Kur’an bu üslubuyla tedriciliği yani kolaydan, zora
doğru eğitimi insanlara öğretmektedir. Aynen Hz. Aişe’nin dediği gibi ;
“İnsanlar
Müslümanlığı kabul ettikten sonra helal ve harama dair ayetler indi. İlk
evvel ‘içki içmeyiniz’ tarzında ayet inseydi‘içkiyi terk etmeyiz’ diyecek,
yahut ilk evvel ‘zina etmeyiniz’tarzında ayet inseydi, herkes ‘zinayı terk
etmeyiz’ diyecekti.”(Buhari, Telifü’l-Kur’an Babı)
Hz.
Ebu Bekir, halife olduktan sonra bazı bölgelerde dinden dönme (ridde)
olayları meydana gelmiş, Yemame savaşında (M.633), 70 hafız şehit olmuştur.
Bunun
üzerine, Hz. Ömer (ra)'in teşvik ve ısrarıyla, Hz. Ebu Bekir (ra), kendisi
hafız ve aynı zamanda vahiy kâtibi olan Zeyd bin Sabit başkanlığında bir heyet
oluşturmuş, Kur'ânı toplayıp bir kitap haline getirme görevini bu heyete
vermiştir. Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, İbni Kâab Zeyd’e büyük ölçüde yardımcı
olmuştur. Oldukça titiz çalışmalar sonucunda yaklaşık bir yıl sonra Kur'ân-ı
Kerim, ciltli bir kitap haline getirilmiştir, ama sure sıralarına riayet
edilmemiştir.
Ermeniyye bölgesindeki bir savaşta bir araya gelen değişik kabilelerdeki Müslümanların Kur’an’ın kelimelerini değişik şekillerde okudukları haberi üzerine, Hz. Osman (ra)’ın emriyle dördü asıl, on iki kişilik bir heyet oluşturulmuş. Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında yazılan Kur'ân-ı Kerim'e bakılarak çoğaltılmış olan Mushaf, aynı zamanda sure sıraları da Hz. Peygamber (asm)'in emir buyurduğu gibi düzenlenmiştir. Bu tasnifte ihtilaf edilen kelimelerde Kureyş lehçesine göre yazılmıştır. Bundan sonra Kur’an önemli şehir merkezlerine gönderilmiştir. (H.25/M.646)
O dönemde Arap harflerinde nokta ve hareke yoktu, Hz. Muaviye devri Irak valisi Ziyad bin Ebih, Arapçayı bilmeyen Müslümanların, Kur'ân-ı Kerim'i yanlış okumasını önlemek için devrin âlimlerinden Ebu'l Esved Dueli'yi görevlendirmiş. O da kelimelerin sonuna harekeyi belirlemek için nokta koymuştu. Daha sonraHaccac, kâtiplerinden Nasr bin Asım ve Yahya bin Ya’mer’e harflere nokta koymalarını emreder. Harflere ve noktalara bugünkü şeklini veren, Halil bin Ahmet (M.718) olmuştur.
Zeyd İbni Said şöyle der: “Kur'ân'ı araştırmağa, hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeğe başladım. Tevbe Suresi'nin sonu olan: ‘Andolsun size kendi içinizden öyle bir elçi geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü'minlere şefkatli, merhametlidir. Eğer (inanmaktan) yüz çevirirlerse de ki: 'Allah bana yeter. O'ndan başka tanrı yoktur. O'na dayandım. O, büyük Arşın sahibidir.' âyetini yalnız Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin yanında buldum." (Buhârî, Fedâilu'l Kuran, 3, 4 ncü bâblar, Ibn Hanbel, Musned, 1/13; Ebu Dâvûd, Kitâbu'l-Mesâhif, s. 67)
Zeyd İbni Said ve komisyonda bulunan diğer üyeler güçlü hafız olmalarına rağmen titiz çalışmasından dolayı başka iki şahidin bulunmasını da istemişlerdir. İbni Hacer Askalani “Belki de iki şahitten maksat: Hem ezberlemek hem de yazılı olarak getirmekti.” der. Ebu Şâme: Zeyd “Onu Huzeyme’den başkasında bulamadım.” demiştir. Yani onu Ebu Huzeyme’den başkasında yazılı olarak bulamadım, demektir.’ der. Doğrusu da budur.
Zeyd'in derlediği bu Mushaf, Ebubekir (ra)'in yanında kalmış, onun vefatıyla Ömer (ra)'e intikal etmiş, onun vefatından sonra da kızı Hafsa'nın eline geçmiştir.
Hz. Osman (ra), okuma farklarını ortadan kaldırıp Müslümanları bir tek kıraatte birleştirmek amacıyla başka bütün mushafların ve Kur'ân parçalarının yakılmasını emretmiştir. (Beyhekî, es-Sunen, Kitabu's-Salât, 2/42)
Hz. Osman'ın, yazdırdığı resmî Mushaf dışındaki mushafların yakılmasını emretmesi, kıraat ihtilâflarını ortadan kaldırmak, Müslümanları tek kıraatte birleştirmek, birliği sağlamak içindi. Nitekim Hz. Ali (ra)’nin:
"Ey insanlar, Osman hakkında aşırı sözler söylemekten, ona 'Mushaflar yakıcısı!' demekten sakının. Vallahi o, Mushafları, biz Muhammed'in ashabı önünde yaktı. Osman zamanında yönetici ben olsaydım, onun mushaflar hakkında yaptığını ben de yaparım, dediği rivayet edilir.(Kurtubî, 1/54; el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)
Ermeniyye bölgesindeki bir savaşta bir araya gelen değişik kabilelerdeki Müslümanların Kur’an’ın kelimelerini değişik şekillerde okudukları haberi üzerine, Hz. Osman (ra)’ın emriyle dördü asıl, on iki kişilik bir heyet oluşturulmuş. Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında yazılan Kur'ân-ı Kerim'e bakılarak çoğaltılmış olan Mushaf, aynı zamanda sure sıraları da Hz. Peygamber (asm)'in emir buyurduğu gibi düzenlenmiştir. Bu tasnifte ihtilaf edilen kelimelerde Kureyş lehçesine göre yazılmıştır. Bundan sonra Kur’an önemli şehir merkezlerine gönderilmiştir. (H.25/M.646)
O dönemde Arap harflerinde nokta ve hareke yoktu, Hz. Muaviye devri Irak valisi Ziyad bin Ebih, Arapçayı bilmeyen Müslümanların, Kur'ân-ı Kerim'i yanlış okumasını önlemek için devrin âlimlerinden Ebu'l Esved Dueli'yi görevlendirmiş. O da kelimelerin sonuna harekeyi belirlemek için nokta koymuştu. Daha sonraHaccac, kâtiplerinden Nasr bin Asım ve Yahya bin Ya’mer’e harflere nokta koymalarını emreder. Harflere ve noktalara bugünkü şeklini veren, Halil bin Ahmet (M.718) olmuştur.
Zeyd İbni Said şöyle der: “Kur'ân'ı araştırmağa, hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeğe başladım. Tevbe Suresi'nin sonu olan: ‘Andolsun size kendi içinizden öyle bir elçi geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü'minlere şefkatli, merhametlidir. Eğer (inanmaktan) yüz çevirirlerse de ki: 'Allah bana yeter. O'ndan başka tanrı yoktur. O'na dayandım. O, büyük Arşın sahibidir.' âyetini yalnız Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin yanında buldum." (Buhârî, Fedâilu'l Kuran, 3, 4 ncü bâblar, Ibn Hanbel, Musned, 1/13; Ebu Dâvûd, Kitâbu'l-Mesâhif, s. 67)
Zeyd İbni Said ve komisyonda bulunan diğer üyeler güçlü hafız olmalarına rağmen titiz çalışmasından dolayı başka iki şahidin bulunmasını da istemişlerdir. İbni Hacer Askalani “Belki de iki şahitten maksat: Hem ezberlemek hem de yazılı olarak getirmekti.” der. Ebu Şâme: Zeyd “Onu Huzeyme’den başkasında bulamadım.” demiştir. Yani onu Ebu Huzeyme’den başkasında yazılı olarak bulamadım, demektir.’ der. Doğrusu da budur.
Zeyd'in derlediği bu Mushaf, Ebubekir (ra)'in yanında kalmış, onun vefatıyla Ömer (ra)'e intikal etmiş, onun vefatından sonra da kızı Hafsa'nın eline geçmiştir.
Hz. Osman (ra), okuma farklarını ortadan kaldırıp Müslümanları bir tek kıraatte birleştirmek amacıyla başka bütün mushafların ve Kur'ân parçalarının yakılmasını emretmiştir. (Beyhekî, es-Sunen, Kitabu's-Salât, 2/42)
Hz. Osman'ın, yazdırdığı resmî Mushaf dışındaki mushafların yakılmasını emretmesi, kıraat ihtilâflarını ortadan kaldırmak, Müslümanları tek kıraatte birleştirmek, birliği sağlamak içindi. Nitekim Hz. Ali (ra)’nin:
"Ey insanlar, Osman hakkında aşırı sözler söylemekten, ona 'Mushaflar yakıcısı!' demekten sakının. Vallahi o, Mushafları, biz Muhammed'in ashabı önünde yaktı. Osman zamanında yönetici ben olsaydım, onun mushaflar hakkında yaptığını ben de yaparım, dediği rivayet edilir.(Kurtubî, 1/54; el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)
Hz. Osman'ın, özel mushafları yaktırdığı rivayet edilmektedir, ama onun bu
emrine uymayıp kendi özel Mushaflarını saklayanların bulunduğu da tarihen
sabittir. Çünkü Hz. Alî, Abdullah ibn Mes'ud, Übeyy ibn Ka'b'ın özel
Mushaflarından söz edilmektedir.(Kurtubî, 1/53) (Bu Mushaflara dokunulmamış
olmasının nedeni düzgün ve imla kurallarına uygun olarak yazılmış
olmalarıdır.)
Ebûbekir ibn Dâvûd, özel sahâbî mushaflarındaki farkları Kitâbu'l-Mesâhif’inde toplamıştır. Buhârî'nin rivayetine göre Hz. Âişe (ra), Mushafını görmek üzere gelen bir Iraklıya, özel mushafını göstermiştir.(Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân, 5)
Tüm Mushaflar yakıldıysa Hz. Aişe kendi tasnifi olan mushafı nasıl gösterebilmiştir?
Hz. Hafsa'ya iade edilmiş olan ana Mushaf da ölünceye dek onun yanında kalmış, Medine valisi olan Mervân ibn el-Hakem, yakmak üzere o nüshayı istemişse de Hz. Hafsa vermemiş, fakat bu mü'minler anasının vefatı üzerine Mervân o Mushafı alıp yakmıştır. (el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)
Resmî Mushaf Dışındaki Mushaflar Neden Yakıldı?
1. Özel mushafların yakılmasının temel nedeni, Kur'ân üzerinde bir düşünce ayrılığının doğmasını önlemek idi. Henüz gelişmemiş, noktasız ve harekesiz olan o zamanki Arap yazısı ile tutulan notların, aynen Peygamber'den duyulduğu biçimde okunması da çok zor idi. İşte bundan ötürüdür ki okuma farkları baş göstermişti.
2. Kur'an'ı yazan Müslümanlar, anlamını bilmedikleri kelimelerin yanına Peygamber (asm)'den duydukları anlamları da yazıyorlardı. Bu ileride büyük karışıklıklara neden olacaktı.
3. Kişilerin, kendi kendilerine tuttukları notları, evlerinde veya herhangi bir yerde okurken yanılabilmeleri mümkün idi. İşte bu yanılmalardan ötürü bazı kelimelerin okunuşunda farklar doğmuştu. Kimi bir kelimeyi hitap kipiyle okurken, kimi de onu üçüncü şahıs kipiyle okumuştu.
Bu farkları ancak uzmanlardan oluşan bir komisyon ortadan kaldırabilirdi. İşte bu iş, ilk olarak Ebubekir zamanında yapıldı. Titiz bir çalışma ile Kur'ân'ın sûreleri derlendi, bir araya getirildi. Fakat sûre denilen bu bölümler, esaslı bir sıraya konmamış, derlenen parçalar, rast gele bir araya getirilip bir cild (Mushaf) halinde bağlanmıştı. Bu Mushaf, özel nüshalardan farklı idi. Çünkü özel nüshaların kiminde sûreler iniş sırasına göre dizilmiş, kiminde böyle bir metot izlenmemişti.
Böylece Peygamber (asm)'e vahyedilmiş olan bütün Kur'ân âyetlerini ve sûrelerini içeren Mushaf yazılmış oldu. Bu Mushaf çoğaltıldı, biri Başkent Medine'de bırakıldı, ötekiler, eyalet merkezlerine gönderildi.
4. Resmî Kur'ân'dan az da olsa farklı birtakım özel Kur'ân nüshaları durdukça Kur'ân üzerindeki ihtilâflar sürüp gider ve hattâ büyürdü. İşte böyle bir ihtilâfı önlemek için özel Mushaflar yakıldı.
5. İkinci derlemede meydana gelen Kur'ân nüshasının, diğerinden farkı birinci derlenen Mushaf’ın sûreleri bir sıraya konmamıştı. İşte Osman (ra) zamanında kurulmuş olan komisyon, daha titiz ve daha rahat bir çalışma ile Kur'ân'ın tüm âyetlerini ve surelerini derleyip Hz. Peygamber (asm)’in işaret ettiği gibi yerli yerince konmuştur.
6. Hz. Osman (ra) zamanında yapılmış olan derleme, Peygamber (asm)'in yazdırdığı Kur'ân'dan farklı olsaydı, Osman'dan sonra halîfe olan Hz. Alî, kendi özel Mushafını resmîleştirir, Osman Mushafını yürürlükten kaldırırdı. Oysa öyle yapmamış, kendi Mushafını muhafaza etmekle beraber resmîleştirmemiş, Osman Mushafını resmî Muhsaf kabul etmiştir. Bu durum da mevcut Mushafın, asıl Kur'ân'a uygunluğunu gösterir.
Hz. Âlî (ra) Mushafını görmüş olanlar, onun-sûrelerinin iniş sırasına göre düzenlenmiş olmakla beraber-içerikte Osman Mushafının aynı olduğunu söylemektedirler. Sadece sayısı pek az bazı kelime farkları vardır. Bunlar da anlam değişikliği yapmayan sinonim kelimelerdir.
7. Resmî Mushaf'tan ayrı olarak meydana getirilmiş olan özel nüshalar yakılmış olmakla beraber, bunlardan bazıları saklanarak sonraki kuşaklara intikal etmiştir. Bunları görenler, bunlarla resmî Mushaf arasındaki farkları tesbit etmişlerdir. İbn Ebî Davud'un Kitâbu'l-Mesâhifi, bu farkları belirtmiştir. Bunlar gözden geçirilince resmî Mushaf ile bu özel nüshalar arasında da temelde bir fark olmadığı, sadece ufak tefek bazı kelime farkları bulunduğu, çok az olan bu farkların da bir anlam değişikliği yapmadığı görülür. Bu durum da resmî Mushafın, Peygamber’in okuduğu Kur'ân olduğunu kesin bir biçimde ortaya koyar.
Hz. Peygamber Devrinde Kaç Hafız vardı
”- Hz. Peygamber (asm)'in vefatından bir yıl sonra yapılan Yemame savaşında 70 hafız sahabe şehid düşüyor. Ayrıca Bi’ri Maune olayında 70 hafızın şehid düştüğü göz önüne alınırsa hafız sahabi sayısının çok olduğu anlaşılmaktadır.”
Ebûbekir ibn Dâvûd, özel sahâbî mushaflarındaki farkları Kitâbu'l-Mesâhif’inde toplamıştır. Buhârî'nin rivayetine göre Hz. Âişe (ra), Mushafını görmek üzere gelen bir Iraklıya, özel mushafını göstermiştir.(Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân, 5)
Tüm Mushaflar yakıldıysa Hz. Aişe kendi tasnifi olan mushafı nasıl gösterebilmiştir?
Hz. Hafsa'ya iade edilmiş olan ana Mushaf da ölünceye dek onun yanında kalmış, Medine valisi olan Mervân ibn el-Hakem, yakmak üzere o nüshayı istemişse de Hz. Hafsa vermemiş, fakat bu mü'minler anasının vefatı üzerine Mervân o Mushafı alıp yakmıştır. (el-Fethu'r-Rabbânî, 18/34)
Resmî Mushaf Dışındaki Mushaflar Neden Yakıldı?
1. Özel mushafların yakılmasının temel nedeni, Kur'ân üzerinde bir düşünce ayrılığının doğmasını önlemek idi. Henüz gelişmemiş, noktasız ve harekesiz olan o zamanki Arap yazısı ile tutulan notların, aynen Peygamber'den duyulduğu biçimde okunması da çok zor idi. İşte bundan ötürüdür ki okuma farkları baş göstermişti.
2. Kur'an'ı yazan Müslümanlar, anlamını bilmedikleri kelimelerin yanına Peygamber (asm)'den duydukları anlamları da yazıyorlardı. Bu ileride büyük karışıklıklara neden olacaktı.
3. Kişilerin, kendi kendilerine tuttukları notları, evlerinde veya herhangi bir yerde okurken yanılabilmeleri mümkün idi. İşte bu yanılmalardan ötürü bazı kelimelerin okunuşunda farklar doğmuştu. Kimi bir kelimeyi hitap kipiyle okurken, kimi de onu üçüncü şahıs kipiyle okumuştu.
Bu farkları ancak uzmanlardan oluşan bir komisyon ortadan kaldırabilirdi. İşte bu iş, ilk olarak Ebubekir zamanında yapıldı. Titiz bir çalışma ile Kur'ân'ın sûreleri derlendi, bir araya getirildi. Fakat sûre denilen bu bölümler, esaslı bir sıraya konmamış, derlenen parçalar, rast gele bir araya getirilip bir cild (Mushaf) halinde bağlanmıştı. Bu Mushaf, özel nüshalardan farklı idi. Çünkü özel nüshaların kiminde sûreler iniş sırasına göre dizilmiş, kiminde böyle bir metot izlenmemişti.
Böylece Peygamber (asm)'e vahyedilmiş olan bütün Kur'ân âyetlerini ve sûrelerini içeren Mushaf yazılmış oldu. Bu Mushaf çoğaltıldı, biri Başkent Medine'de bırakıldı, ötekiler, eyalet merkezlerine gönderildi.
4. Resmî Kur'ân'dan az da olsa farklı birtakım özel Kur'ân nüshaları durdukça Kur'ân üzerindeki ihtilâflar sürüp gider ve hattâ büyürdü. İşte böyle bir ihtilâfı önlemek için özel Mushaflar yakıldı.
5. İkinci derlemede meydana gelen Kur'ân nüshasının, diğerinden farkı birinci derlenen Mushaf’ın sûreleri bir sıraya konmamıştı. İşte Osman (ra) zamanında kurulmuş olan komisyon, daha titiz ve daha rahat bir çalışma ile Kur'ân'ın tüm âyetlerini ve surelerini derleyip Hz. Peygamber (asm)’in işaret ettiği gibi yerli yerince konmuştur.
6. Hz. Osman (ra) zamanında yapılmış olan derleme, Peygamber (asm)'in yazdırdığı Kur'ân'dan farklı olsaydı, Osman'dan sonra halîfe olan Hz. Alî, kendi özel Mushafını resmîleştirir, Osman Mushafını yürürlükten kaldırırdı. Oysa öyle yapmamış, kendi Mushafını muhafaza etmekle beraber resmîleştirmemiş, Osman Mushafını resmî Muhsaf kabul etmiştir. Bu durum da mevcut Mushafın, asıl Kur'ân'a uygunluğunu gösterir.
Hz. Âlî (ra) Mushafını görmüş olanlar, onun-sûrelerinin iniş sırasına göre düzenlenmiş olmakla beraber-içerikte Osman Mushafının aynı olduğunu söylemektedirler. Sadece sayısı pek az bazı kelime farkları vardır. Bunlar da anlam değişikliği yapmayan sinonim kelimelerdir.
7. Resmî Mushaf'tan ayrı olarak meydana getirilmiş olan özel nüshalar yakılmış olmakla beraber, bunlardan bazıları saklanarak sonraki kuşaklara intikal etmiştir. Bunları görenler, bunlarla resmî Mushaf arasındaki farkları tesbit etmişlerdir. İbn Ebî Davud'un Kitâbu'l-Mesâhifi, bu farkları belirtmiştir. Bunlar gözden geçirilince resmî Mushaf ile bu özel nüshalar arasında da temelde bir fark olmadığı, sadece ufak tefek bazı kelime farkları bulunduğu, çok az olan bu farkların da bir anlam değişikliği yapmadığı görülür. Bu durum da resmî Mushafın, Peygamber’in okuduğu Kur'ân olduğunu kesin bir biçimde ortaya koyar.
Hz. Peygamber Devrinde Kaç Hafız vardı
”- Hz. Peygamber (asm)'in vefatından bir yıl sonra yapılan Yemame savaşında 70 hafız sahabe şehid düşüyor. Ayrıca Bi’ri Maune olayında 70 hafızın şehid düştüğü göz önüne alınırsa hafız sahabi sayısının çok olduğu anlaşılmaktadır.”
Bu
kıssada geçen Yemame Savaşı ile Bi’ri Mauna olayları, insanların İslam’a öyle
“kendiliklerinden iman ederek koşa koşa gelip girmediklerinin aksine direnerek
kan doöktüklerinin delillerinden bir kaçıdır.
1-Yemame
Savaşı;
Yemame Savaşı
denilen olay, Mekke’nin doğusunda, Hürmüz Körfezi kıyısında, günümüz Bahreyn
Adasının karşısı diyebileceğimiz Arabistan yarımadasında bir bölgedir. Halkı
Kur’anda İİbrahim Suresinde ve bir çok yerde geçen “Hanif Din” e inandıklarını
söyleyen Sabi-Süüryani-Nasturi Hristiyanlarının olduğu bölgeydi.
Muhammet
çağında peygamberlik eden biri kadın dört kişiden olan ve Muhammet’e ortaklık
önerisi ret edilen Yemame’li Rahman, ya da Peygamber Muhammet’in taktığı adla
“Müseylemet El Kezzap’ın ülkesidir. Peygamberin sağlığında buraya yapılan
akınlar tam zafere ulaşmamış, Ebubekir’in halifeliğinde Yemame’li Rahman
öldürülmüştür. Rahman, İslam’da da esas olan Besmelede yerini alan “Rahman ve
Rahim olan Allah’a” inanan ve böyle bir dini tebliğ eden adamdı. Nasturi
Hristiyanları da “Rahman ve Rahim Allah” kavramını esas alan Hristiyanlardı.
Roma’nın
Hristiyanlık zorlamalarına karşın Arapların ortak inanablecekleri, İbrahim’in
Yıldız dinine uygun bir din yapmaya çalışan Varak bin Nevfel gibi insanlardan
birisiydi. Varaka da Nasturi Mekke kilisesinin baş keşişiydi. Rahman ve Rahim
Allah inancını tebliğ eden, Yemen’de bunu Muhammetten önce yayan Feymiyon adlı
bir sihirbaz Hristiyan rahibinin efsanesini İbni İshak’ın “Siret-ül Resulüllah
(Peygamberin Hayatı) kitabında bulabilirsiniz.
2-Şimdi
de Bi’ri Maune Olayını İnceleyelim;
Hicret’in
üçüncü yılı yani M.S.625’te, günümüz Yahudi Vehhabilik mezhebini kuran Necdli
Mehmet Abdülvehhab’ın kabilesi olan Necd Çölünde yaşayan Necd’li Mülâıb-ül
Esinne” lakaplı Amir bin Melik Muhammet’ten İslam’ı öğretecek öğretmenler
ister. Şahsı tanıyan Muhammet endişesini “Göndereceğim kişler hakkında Necd
ahalisinden korkarım” diye belirtince Amir bin Melik’in kendisine “Sakın kuşkun
olmasın. Onları benim himayemde gönder ve halkı İslamiyet’e davet etsinler”
diyerek güvence verilmesi üzerine
yetmiş (70) kişiyi görevlendirir. Bu görevliler yolda Maune kuyusu çevresinde
pusuya düşürülerek okçular tarafından öldürülürler. Olay adını bu kuyunun
adından alır.
Peygamberin
lanetini o zaman kazanan bu kavim, peygamberden 1100 yıl kadar sonra,1739’da
İngiliz ajanı Hemper’in yazdığı Vehhabilik dinini benimsemiş, Mecüc (Arapların
tapındıkları Cüce cin veya şeytanlar) soyu dedikleri Türklerden hilafeti alma
bahanesiyle isyan etmişler, İslam’ın Haçlılara esir düşmesinde büyük hizmetler
vermişlerdir. 1917 Süveyş Kanal yenilgisinde de Necdli Mekke Emiri Şeyh
Hüseyin’in askerleri yardıma gelip ordumuzu içeriden vurmuşlardır. Hala da
Türkleri putperest gördüklerinden hacılarımıza kötü davranmakta,
aşağılamaktadırlar. Hacca veya umreye giden insanlarımızın kıldıkları namazdan
kabir ziyaretlerine kadar her türlü ibadetleriyle alay etmektedirler.
Bu
gün de İngiliz ve Amerikan sömürgeciliğinin en büyük ortakları olup Otodoks
Yahudi, Hristiyanlar ile Vehhabi
Araplarından oluşturulmuş IŞİD haçlı ordusunun finansmanından kadın dahil her türlü ihtiyacına yardım etmekte, Irak, Libya, Mısır, Bahreyn, Suriye ve Yemen’de kan akıtmaya devam etmektedirler.
Araplarından oluşturulmuş IŞİD haçlı ordusunun finansmanından kadın dahil her türlü ihtiyacına yardım etmekte, Irak, Libya, Mısır, Bahreyn, Suriye ve Yemen’de kan akıtmaya devam etmektedirler.
Başka
açıdan bakıldığında ise, Muhammet’in Roma ile işbirliğinin Muhammet’in Kellesini
isteyen İran şahı Hüsrev’i kızıdıracağı ve başlarına İran’ı sardırmak korkusu
yüzünden Muhammet’i tehlikeli bulduklarını düşünebiliriz.
Ayrıca, Muhammet’in tebliğ ettiği “Rahman ve Rahim Allah” adlı tanrı inancı zaten Muhammet’ten asırlar öncesinden beri bilinen bir konu olduğundan onun tebliğ ettiği dini benimsemeyen, eski dinlerini yaşamak isteyen Arap ve Yahudilerin direnişleri olarak da Muhammet’e karşı gösterilen direnişleri açıklayabiliriz.
Hangi
açıdan bakılırsa bakılsın İslam’a Arap ve Yahudilerin “asla” akın akın
katılmadıkları, aksine canla başla mücadele ederek direndikleri ortadadır.
Bu
durumda İslam’ın ilahi değil, siyasi bir din olduğu ve Roma imparatoru Herakles
ile Vatikan’ın Papasının destekleri ile İslam’ın geliştiği, korunduğu, güçlendirildiği
tartışma götürmez bir gerçektir.
Mesela,
bir sahabe 1-10 arasındaki sureleri ezbere biliyor, bir başkası 5-13, bir
diğeri de 10-20 arası sureleri biliyordu. Bunların ortak bildikler sureler
hesaba alındığında sadece Medine’de bile aynı sureleri bilen Müslüman sayısının
ne kadar çok olduğu ortaya çıkar. Veda haccında yüz bin Müslümanın Hz.
Peygamberi (asm) dinlediği göz önüne alınırsa, nasıl bir rakamın ortaya
çıkacağı gün gibi aşikârdır.
8. Çevre ülke, şehir ve kasabalara dağılan Hz. Peygamberin arkadaşları gittikleri yerde öğrencilerine Kur’anı ve Peygamberin sünnetini öğretmişlerdir. Eğer onların bildikleri, tertip edilen Kur’an’dan farklı olsaydı mutlaka farklılıklar olurdu? Ama Dünyanın neresine gidilirse gidilsin farklılık yoktur.
9. Kur’an’ın aslı yakıldı, diyerek gerçek Kur’an’ın ortada olmadığı iftirasını atanlar, o devir Müslümanlarının ezberledikleri surelerin hafızalarının nasıl silindiğini açıklamak durumundadırlar. Demek ki Hz. Peygamberden dinledikleri Kur’an’la aynıydı ki itiraz etmediler.
10. O devirde yaşayan Müslümanlar, günümüzde İslam’a, Hz. Peygambere en küçük bir hakarette ayaklanan Müslümanlardan daha mı duyarsızdılar ki Kur’an’ın aslı yakılırken(!) hiçbir itiraz ve tepki göstermeyip sineye çektiler?
11. İbni Hacer Askalani’ye göre, Osman diğer nüshaları yakmamış, okunmasını düzeltmiş, düzelmesi mümkün olmayanları toplamış, yanlış okumaya, hatalı okuyuşa meydan vermemek için bozmuş suyla silmiştir. Noktasız “Haraga” kelimesi yakmak anlamına gelir, “Haraga” noktalı olarak yazılırsa yırtmak anlamına gelir. Düzeltilmesi mümkün olmayan sayfaları yırttı attı demektir.
Kâfirlerin akıl hocalarından olan oryantalistlerden Schwally, Hz. Osman’a isnad olunan bu yakma işini çok şüpheli bulur.
Prof. M. Hamidullah şöyle der:
"Kur'an'ın bütün metnini ezberleme alışkanlığı Hz. Peygamber (s.a.) zamanından başlar. Halifeler ve İslâm devlet reisleri daima bu alışkanlığı teşvik etmişlerdir... Başlangıçtan beri Müslümanlar bir eseri müellifinin veya icazetli bir talebesinin huzurunda okumayı ve karşılaştırmayı, zamanında gerekli düzeltmeler yapılmış ve tesbit edilmiş metnin rivayeti için yazılı iznini (icazetnamesin) almayı âdet edinmişlerdi. Kur'an'ı ezberden okuyanlar yahut sadece yazılı metni yüzünden okuyanlar da aynı şeyi yaptılar ve bu itiyat günümüze kadar böylece devam etti. Bu işin dikkat çeken yönü şuydu: Her üstad kendisi tarafından verilen icazetnamede talebesinin yalnız okuyuşunun doğruluğunu değil, aynı zamanda kendisinin üstadından işittiği okuyuşa uygun olduğunu açık bir şekilde söyler ve kendi üstadının da üstadından bunu böyle okuduğunu ve talebesine öyle öğrettiğini zikrederek zincir Hz. Peygambere (s.a.) kadar devam ederek götürülür."
"Bu satırların yazarı Kur'an'ı Medine'de şeyh Hasan eş-Şair'den okudu ve aldığı icazetnamede diğer bilgiler arasında üstadların ve üstadların üstadlarının zinciri nihaî kısımlardaki üstadın aynı zamanda Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. İbn Mesud, Hz. Übey İbn Kâab ve Hz. Zeyd bin Sabit'den (ki hepsi ashabdandırlar. Allah cümlesinden razı olsun) okuduğunu kayıt eder. Hafızların sayısı dünyada şimdi yüzbinlerle sayılmaktadır, ve metnin kopyaları (yani Kur'an-ı Kerîm'in aslî nüshaları) dünyanın her tarafında bulunur ve birinin metniyle diğerinin metni arasında kafiyen fark bulunmaz. Bu kayda değer bir noktadır ki, hafızların hafızalarındaki Kur'an ile eldeki Kur'an metni arasında hiç bir ayrılık yoktur." (İslam Giriş, Prof. M. Hamidullah, s.42)
- İmamı Nevevi, Müslim şerhi Şerhi Mühezzeb’te: "Bütün Müslümanlar Felak, Nas ve Fatiha’nın Kur’an’dan olduğunda ittifak ve icma etmişlerdir. Onların Kur’an’dan olduğunu inkar eden kafir olur." der
- Dr. Muhammed İbni Lütfî es-Sabbâğ, "Lemehât fî Ulûmi'l-Kur'ân" adlı kitabında; "Osmanî Mushaflar şimdi nerede?" başlıklı kısımda şöyle diyor.
..Hicri 614 yılında ölen İbni Cübeyr, Seyahatnâme'sinde, Dımışk Câmi'inden söz ederken şunu zikretmiştir.
“Mısırdaki yeni maksurenin doğu rüknünde (köşesinde) büyük bir dolap (hazâne) vardır ki içinde Osman'ın mushaflarından bir mushaf bulunmaktadır. O Osman'ın Şam'a gönderdiği mushaftır. Dolap her gün namazın ardı sıra açılır. İnsanlar ona dokunup öpmekle teberruk ederler. Onu uğurlu sayarlar.” (el-Burhan, 1/235-el-İtkan, 1/60)
- İbni Fadlan el- Ömeri Ö.Hicri 749) de Dımışk’ta bir mushaf görmüştür. Onun Osmani mushaflardan biri olduğunu anlatıp, Onun sol tarafında, müminlerin emiri Osman ibni Affan’ın hattıyla “Osmani Mushaf” diye yazılı olduğunu söylemiştir. (Mesalikü'l-Ebsar fi memaliki’l-Emsar, 195)
- İbni Batuta, Şam’daki nüshadan ayrı Basra’da Osmani mushafından bir tane daha gördüğünden bahseder. (Rıhletü İbni Batuta, 1/116)
- Dr. Abdurrahman eş-Şehbender demiştir ki: Dımışk-ı Şam'da bu Osmânî mushaflardan bir nüsha elde ettim. Maalesef onu, otuz yıl önce Emevî Camiini yakıp kül eden yangında ateş telef etmiş." O, bu sözü, M. 1922 yılının Nisan ayında yazmıştır. (Müzekkirât-ı Abdurrahman eş-Şehbender, s. 34)
- Üstad el-Kevserî'nin zikrettiğine göre; Şeyh Abdulhakîm el-Efgânî (ö.H. 1326-M.1908), ölümünden önce bu Osmânî Mushaf'ın resmine (yazı ve imlâsına) uygun bir mushaf kopya etmiştir.
- Kevserî, bu Osmânî Mushaf'ın, Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul'a nakledildiği zannındadır. Efgânî'nin kopya ettiği mushafın ise Dımışk'taki adamlarından birinde mahfuz olduğu zikredilmiştir. (Makâlâtu'l-Kevserî, s. 12)
Yine Kevserî, Küfe Mushafının, Humus'ta bulunduğunu ve onun, Birinci Dünya Savaşı sırasında başkent İstanbul'a götürüldüğünü zikretmiş, ancak Humus'ta hangi mescidde bulunduğunu zikretmemiştir.
Nitekim Kevserî, Medine'de bulunan Medine mushafının da, Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul'a götürüldüğünü zikretmiştir. (Makâlâtu'l-Kevserî, s. 12)
İstanbul’da “Türk ve İslam Eserleri Müzesinde” şu tarihi mushaflar bulunmaktadır.
457 numarada: Hz. Osman imzasını ve hicri 30 yılını içeren Mushafı Şerif.
557 numarada: Hz. Ali’nin imzasını içeren Mushafı Şerif.
458 numarada: Hz. Ali’nin yazısı olduğu belirtilen Mushafı Şerif.
Hz. Ömer’e nisbet edilen ve ceylan derisine yazılmış, tahtaya yapıştırılmış bir Kur’an sayfası. (Ulumu’l-Kur’an,187-190)
"Bir mucizedir ki nur-i Kur’ân / Durdukça cihan durur numâyan."(Ziya Paşa)
İlave bilgi için tıklayınız:
Kur'an-ı Kerim'in yazılması, toplanması ve kitap haline getirilmesi hakkında detaylı bilgi verir misiniz?..
Not: Bu yazı Rıza GÖRÜŞ'ün "Kur'an'ın Aslı Yakıldı mı?" isimli makalesinden istifade edilerek hazırlanmıştır.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
8. Çevre ülke, şehir ve kasabalara dağılan Hz. Peygamberin arkadaşları gittikleri yerde öğrencilerine Kur’anı ve Peygamberin sünnetini öğretmişlerdir. Eğer onların bildikleri, tertip edilen Kur’an’dan farklı olsaydı mutlaka farklılıklar olurdu? Ama Dünyanın neresine gidilirse gidilsin farklılık yoktur.
9. Kur’an’ın aslı yakıldı, diyerek gerçek Kur’an’ın ortada olmadığı iftirasını atanlar, o devir Müslümanlarının ezberledikleri surelerin hafızalarının nasıl silindiğini açıklamak durumundadırlar. Demek ki Hz. Peygamberden dinledikleri Kur’an’la aynıydı ki itiraz etmediler.
10. O devirde yaşayan Müslümanlar, günümüzde İslam’a, Hz. Peygambere en küçük bir hakarette ayaklanan Müslümanlardan daha mı duyarsızdılar ki Kur’an’ın aslı yakılırken(!) hiçbir itiraz ve tepki göstermeyip sineye çektiler?
11. İbni Hacer Askalani’ye göre, Osman diğer nüshaları yakmamış, okunmasını düzeltmiş, düzelmesi mümkün olmayanları toplamış, yanlış okumaya, hatalı okuyuşa meydan vermemek için bozmuş suyla silmiştir. Noktasız “Haraga” kelimesi yakmak anlamına gelir, “Haraga” noktalı olarak yazılırsa yırtmak anlamına gelir. Düzeltilmesi mümkün olmayan sayfaları yırttı attı demektir.
Kâfirlerin akıl hocalarından olan oryantalistlerden Schwally, Hz. Osman’a isnad olunan bu yakma işini çok şüpheli bulur.
Prof. M. Hamidullah şöyle der:
"Kur'an'ın bütün metnini ezberleme alışkanlığı Hz. Peygamber (s.a.) zamanından başlar. Halifeler ve İslâm devlet reisleri daima bu alışkanlığı teşvik etmişlerdir... Başlangıçtan beri Müslümanlar bir eseri müellifinin veya icazetli bir talebesinin huzurunda okumayı ve karşılaştırmayı, zamanında gerekli düzeltmeler yapılmış ve tesbit edilmiş metnin rivayeti için yazılı iznini (icazetnamesin) almayı âdet edinmişlerdi. Kur'an'ı ezberden okuyanlar yahut sadece yazılı metni yüzünden okuyanlar da aynı şeyi yaptılar ve bu itiyat günümüze kadar böylece devam etti. Bu işin dikkat çeken yönü şuydu: Her üstad kendisi tarafından verilen icazetnamede talebesinin yalnız okuyuşunun doğruluğunu değil, aynı zamanda kendisinin üstadından işittiği okuyuşa uygun olduğunu açık bir şekilde söyler ve kendi üstadının da üstadından bunu böyle okuduğunu ve talebesine öyle öğrettiğini zikrederek zincir Hz. Peygambere (s.a.) kadar devam ederek götürülür."
"Bu satırların yazarı Kur'an'ı Medine'de şeyh Hasan eş-Şair'den okudu ve aldığı icazetnamede diğer bilgiler arasında üstadların ve üstadların üstadlarının zinciri nihaî kısımlardaki üstadın aynı zamanda Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. İbn Mesud, Hz. Übey İbn Kâab ve Hz. Zeyd bin Sabit'den (ki hepsi ashabdandırlar. Allah cümlesinden razı olsun) okuduğunu kayıt eder. Hafızların sayısı dünyada şimdi yüzbinlerle sayılmaktadır, ve metnin kopyaları (yani Kur'an-ı Kerîm'in aslî nüshaları) dünyanın her tarafında bulunur ve birinin metniyle diğerinin metni arasında kafiyen fark bulunmaz. Bu kayda değer bir noktadır ki, hafızların hafızalarındaki Kur'an ile eldeki Kur'an metni arasında hiç bir ayrılık yoktur." (İslam Giriş, Prof. M. Hamidullah, s.42)
- İmamı Nevevi, Müslim şerhi Şerhi Mühezzeb’te: "Bütün Müslümanlar Felak, Nas ve Fatiha’nın Kur’an’dan olduğunda ittifak ve icma etmişlerdir. Onların Kur’an’dan olduğunu inkar eden kafir olur." der
- Dr. Muhammed İbni Lütfî es-Sabbâğ, "Lemehât fî Ulûmi'l-Kur'ân" adlı kitabında; "Osmanî Mushaflar şimdi nerede?" başlıklı kısımda şöyle diyor.
..Hicri 614 yılında ölen İbni Cübeyr, Seyahatnâme'sinde, Dımışk Câmi'inden söz ederken şunu zikretmiştir.
“Mısırdaki yeni maksurenin doğu rüknünde (köşesinde) büyük bir dolap (hazâne) vardır ki içinde Osman'ın mushaflarından bir mushaf bulunmaktadır. O Osman'ın Şam'a gönderdiği mushaftır. Dolap her gün namazın ardı sıra açılır. İnsanlar ona dokunup öpmekle teberruk ederler. Onu uğurlu sayarlar.” (el-Burhan, 1/235-el-İtkan, 1/60)
- İbni Fadlan el- Ömeri Ö.Hicri 749) de Dımışk’ta bir mushaf görmüştür. Onun Osmani mushaflardan biri olduğunu anlatıp, Onun sol tarafında, müminlerin emiri Osman ibni Affan’ın hattıyla “Osmani Mushaf” diye yazılı olduğunu söylemiştir. (Mesalikü'l-Ebsar fi memaliki’l-Emsar, 195)
- İbni Batuta, Şam’daki nüshadan ayrı Basra’da Osmani mushafından bir tane daha gördüğünden bahseder. (Rıhletü İbni Batuta, 1/116)
- Dr. Abdurrahman eş-Şehbender demiştir ki: Dımışk-ı Şam'da bu Osmânî mushaflardan bir nüsha elde ettim. Maalesef onu, otuz yıl önce Emevî Camiini yakıp kül eden yangında ateş telef etmiş." O, bu sözü, M. 1922 yılının Nisan ayında yazmıştır. (Müzekkirât-ı Abdurrahman eş-Şehbender, s. 34)
- Üstad el-Kevserî'nin zikrettiğine göre; Şeyh Abdulhakîm el-Efgânî (ö.H. 1326-M.1908), ölümünden önce bu Osmânî Mushaf'ın resmine (yazı ve imlâsına) uygun bir mushaf kopya etmiştir.
- Kevserî, bu Osmânî Mushaf'ın, Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul'a nakledildiği zannındadır. Efgânî'nin kopya ettiği mushafın ise Dımışk'taki adamlarından birinde mahfuz olduğu zikredilmiştir. (Makâlâtu'l-Kevserî, s. 12)
Yine Kevserî, Küfe Mushafının, Humus'ta bulunduğunu ve onun, Birinci Dünya Savaşı sırasında başkent İstanbul'a götürüldüğünü zikretmiş, ancak Humus'ta hangi mescidde bulunduğunu zikretmemiştir.
Nitekim Kevserî, Medine'de bulunan Medine mushafının da, Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul'a götürüldüğünü zikretmiştir. (Makâlâtu'l-Kevserî, s. 12)
İstanbul’da “Türk ve İslam Eserleri Müzesinde” şu tarihi mushaflar bulunmaktadır.
457 numarada: Hz. Osman imzasını ve hicri 30 yılını içeren Mushafı Şerif.
557 numarada: Hz. Ali’nin imzasını içeren Mushafı Şerif.
458 numarada: Hz. Ali’nin yazısı olduğu belirtilen Mushafı Şerif.
Hz. Ömer’e nisbet edilen ve ceylan derisine yazılmış, tahtaya yapıştırılmış bir Kur’an sayfası. (Ulumu’l-Kur’an,187-190)
"Bir mucizedir ki nur-i Kur’ân / Durdukça cihan durur numâyan."(Ziya Paşa)
İlave bilgi için tıklayınız:
Kur'an-ı Kerim'in yazılması, toplanması ve kitap haline getirilmesi hakkında detaylı bilgi verir misiniz?..
Not: Bu yazı Rıza GÖRÜŞ'ün "Kur'an'ın Aslı Yakıldı mı?" isimli makalesinden istifade edilerek hazırlanmıştır.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Abbasiler döneminde
İ.S.732'lerden sonra Bağdat şehrinin kurulması ile burada bir İslam
üniversitesi kurulur ve Yunan'dan Çin'e bütün o zamanın dünyasının ülkelerine
giden Kuranı iyi ezbere bilen din adamları, diğer dinleri ve felsefeleri
incelerler ve Sokrates ve Aristo mantığına dayalı "Tek Tanrıcı",Sabi,
Sufi kavramlarına uygun tefsirler oluştururlar. Kolaylık olsun diye (!) Kuran
ayetlerinin yerleri, "uzundan kısaya” olarak değiştirilir.
Bu da Kuranın
anlaşılmasını bilmeceye çevirir ve olayların sırası karıştığından, insanlar
Kuranı yorumlamak için din ulemalarına ihtiyaç duymak zorunda bırakılır.
İslam öncesi Hicaz
Arapları Mecüsi (Şeytana tapan Yezidi) olduklarından, bu dinde halka
“okuryazarlık” yasaktı. Kur’an’ın Hicaz Araplarına gelmesi nedeniyle, o zamanki
inanışlara göre, onların dinine giren başka milletler bunu kendi dillerinde
anlamasa da olurdu. Çünkü onlar, bu dinle şereflendikleri için “surre=rüşvet”
ödemek zorunda olan “Mevaliler/ kölelerdi”. Osmanlı bu “Surre/rüşvet” vergisini
Cumhuriyetin ilanına kadar düzenli olarak ödemiştir.
Türkleri de
kıyamette yani yeryüzünde bütün canlıların ölmelerinden sonra uzun bir süre
dünyada hayat olmayacaktır. Tanrının uygun gördüğü bir zamanda Allah’ın emri
ile melek İsrafil’in şura’yı (boruyu) üflemesi ile yeryüzünde yaşamış ve ölmüş
tüm canlılar dirileceklerdir ve o zaman Allah ile şeytanın orduları savaşacaktır.
İşte bu savaşta Türkler “Şeytan’ın ordusu olacak” kavim olarak geçtiğinden
(Kehf Suresi ;90-96.” Ayetlerin yorumu) bizlerin Kâbe’ye gelmelerini de
istemiyorlardı. Bu yüzden Türk hacılar özellikle Filistin, Lübnan bölgelerinde
Araplar tarafından öldürülüyor, köle olarak satılıyorlardı.
Arapların Türk
Hacı Katliamları;
“...Zamanımızda
kadın taifesinin Kâbe’si, doğup büyüdüğü kapısının eşiğinin iç yüzüdür. Dışarı
çıkmaya. Çünkü bu Kâbe yoluna çıkanlar, kadınların neler çektiğini bilirler.
Mesela Konakçı Ali Paşa senesinde Reşit oğlu adlı Araplar, hacıları vurup nice
ehli ırz kadınları, cariyeleri, üryan edip, götürüp inciterek o nazlı hatunlara
hizmet ettirdiler. Nicesi öldü, nicesi para verip kurtuldu. Nicesi orada kalıp
evlat sahibi oldular. Hakirin bu tasviri farza aykırıdır ama yüreğim yanıktır.
O faciada hakir bulundum, gözümle gördüm.” Kaynak -Evliya Çelebi
Seyahatnamesi C.9 .S-161 ve 165.
Oysa Türkler her
zaman iyi olan gök ruhları ve kötü olan yer altı ruhları gibi inanışları olsa
da “Tek Tanrıya” tapmışlardır. Bana sorarsanız asıl, Hindu, İran, Çin ve Yahudi
dinlerine girdiklerinde şeytana tapmaya başlamışlardır.
Şeytan ve cinlere
tapınan Budist, Hindu, Brahman, Mitracı, Zerdüşt, Mecüsi, Yezidi (Şeytan
Tavus’un soyudurlar), Sabi (Şeytan El Ruha ve Ruda’nın soyudurlar),
Yahudi ,Hıristiyan (Şeytan hileci, topuk tutan Yakup’un soyları) ve
öteki ekvator bölgesinde yaşayan kavimlerdir. Allah ta yukarıda delilleriyle
yazdığım gibi Kâbe’deki 360 tane şeytanın başıdır. Allah’ın İslâm öncesi
bir Kâbe putu olduğunu Kur’an tefsirlerinde (Fatiha Suresi) bulabilirsiniz. Hz.
Peygamber zamanında yaşamış Kur’an tefsir yazarı ve İslam tarihçisi İbn-i
Hişam’ın “Kitab-ül Asnam’ı” (Putlar Kitabı) araştırınız.
İşte,
"Hileci" Hicaz Araplarının bu sinsi hileleri Şeyhlerin, Şıhların,
Dervişlerin, Pirlerin, Müritlerin kısaca Ruhban ve Köle toplumların oluşmasını
sağlarlar.
Zaten Müslümanlara
kendi dillerinde Kur’an okumanın yasaklanmasındaki amaç ta halkın devlet
adamlarını imtihana çekmelerini önlemek ve Arap olmayan kavimlere de Hicaz
Araplarının “Mevali/Köle” algılamaları yüzünden Kur’anla şereflenmeleri(!) çok
görüldüğü içindir.
Bu günkü Kuran'ı Hz.
Muhammed'e inişlerine göre , "vahiy sırası" içinde, anlaşılabilir
şekilde okumak istiyorsanız, bu sırayı takip ediniz.
Örneğin, Alak Suresi
"İlk İnen" ayet olmasına rağmen bu gün "96. sırada, ikinci inen
Kalem Suresi ise 68. sıradadır.
Diğer yandan
Erzurumlu İbarahim Hakkı Hazretlerinin (1703-1780) Marifetname adlı kitabında
“18.” Sayfasında Kainatın (Cennetin) derecelerini açıklarken “Bütün cennetlerin
derecelerinin toplamı “6.666” derecedir. Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin toplamı
kadar.” Demektedir.
Bu gün Topkapı
Sarayında bulunan ve Hicaz’ın Osmanlı’dan çıktığı yıllarda zamanın Medine
Valisi tarafından deve sırtında kaçırılarak getirilen iki altın şamdan vardır.
Bunlar Medine’de “Medine-i Nebevi” yani peygamber Camisinde bulunan Hz.
Peygamberin mezarında bulunan şamdanlardır. Ağırlıkları “48.kg” dir. İkisinin
toplamı “96” eder. Kur’an’ın Sure sayısına eşittir. Her şamdan “3.333” adet
küçük elmas ile süslenmiştir. İkisinin toplamı “6.666” eder Kur’an’ın ayet
sayısını verir. Oysa günümüz Kur’anı “114” Sure (Metin) ve “6.660-6,664”
arasında ayet sayısı olduğu görülmektedir.
Osmanlı
Şeyhülislamlığı yapmış Abdülhakim Arvasi’nin (Cumhuriyet döneminde Van
Milletvekilidir) oğlu Kadıköy Müftüsü Ahmet Mekki Üç Işık yazdığı “Saadet-i
Ebediyye” adlı kitabın 43. Sayfa, ikinci paragrafında Kur’an “114” Sure,
“6.660” ayet diye yazmıştır.
Aşağıda belirtilen
tablo toplandığında ise “114” Sure “6.125” ayet çıkmaktadır. İki kez aynı
sonucu almama rağmen hata yapmış olabilirim belki ama bu kadar rakam
kaçırdığımı sanmıyorum. Belki tabloyu hazırlayanda bir hata vardır.
Kur’an’ın ayetlerini
iniş sırasıyla okumak, Peygamberliğin gelişinden itibaren ayetlerin inmesine
sebep olan olayları sırasıyla okumanızı sağlayacaktır. Böylece onu daha kolay
anlamaya sebep olacağından, günümüz Müslümanı ister Hicaz Arap'ı ister başka
milletten Müslüman olsun Kuranı anlamak için aşağıdaki formülden yararlanmak
zorundadır. Yoksa Türkçesi de olaylarını net biçimde algılamanıza
yetmeyecektir.
Kolay gelsin.
Alaeddin Yavuz/
İNİŞ SIRALARINA
GÖRE KURAN SURELERİNİN DİZİLİŞLERİ
Surelerin
peygambere vahyediliş sırası solda, sonraki sıra da günümüz Kuran sırasıdır.
İniş S.No
-K.S.NO- SÛRE ADI AYET SAYISI CÜZ SAYFA
- 96
Alak 19 30 597
- 68
Kalem 52 29 563
- 73
Müzzemmil 20 29 573
- 74
Müddessir 56 29 574
- 1
Fâtiha 7 1 0
- 111
Tebbet 5 30 603
- 81
Tekvîr 29 30 585
- 87
A’lâ 19 30 591
- 92
Leyl 21 30 595
- 89
Fecr 30 30 592
- 93
Duhâ 11 30 595
- 94
İnşirâh 8 30 596
- 103
Asr 3
30 601
- 100
Âdiyât 11
30 599
- 108
Kevser 3
30 602
- 102
Tekâsür 8
30 600
- 107
Mâ’ûn 7
30 602
- 109
Kâfirûn
6 30 603
- 105
Fil 5 30 601
- 113 Felâk(*) 5 30 604
- 114 Nâs(*) 6 30 604
- 112 İhlâs 4 30 604
- 53 Necm 62 27 525
- 80 Abese 42 30 584
- 97 Kadr 5 30 598
- 91 Şems 15 30 594
- 85 Bürûc 22 30 589
- 95 Tîn 8 30 596
- 106 Kureyş 4 30 602
- 101 Kâri’a 11 30 600
- 75 Kıyâmet 40 29 576
- 104 Hümeze 9 30 601
- 77 Mürselât 50 29 579
- 50 Kâf 45 26 517
- 90 Beled 20 30 593
- 86 Târık 17 30 590
- 54 Kamer 55 27 527
- 38 Sâd 88 23 452
- 7 A’râf 206 8 150
- 72 Cin 28 29 571
- 36 Yâsîn 83 22 439
- 25 Furkân 77 18 358
- 35 Fâtır 45 22 433
- 19 Meryem 98 16 304
- 20 Tâ-Hâ 135 16 311
- 56 Vâkı’a 96 27 533
- 26 Şu’arâ 227 19 366
- 27 Neml 93 19 376
- 28 Kasas 88 20 384
- 17 İsrâ 111 15 281
- 10 Yûnus 109 11 207
- 11 Hûd 123 11 220
- 12 Yûsuf 111 12 234
- 15 Hicr 99 14 261
- 6 En’âm 165
7 127
- 37 Sâffât 182 23 445
- 31 Lokman 34 21 410
- 34 Sebe’ 54 22 427
- 39 Zümer 75 23 457
- 40 Mü’min 85 24 466
- 41 Fussilet 54 24 476
- 42 Şûrâ 53 25 482
- 43 Zuhruf 89 25 488
- 44 Duhân 59 25 495
- 45 Câsiye 37 25 498
- 46 Ahkâf 35 26 501
- 51 Zâriyât 60 26 519
- 88 Gâşiye 26 30 591
- 18 Kehf 110 15 292
- 16 Nahl 128 14 268
- 71 Nûh 28 29 569
- 14 İbrahim 52 13 254
- 21 Enbiyâ 112 17 321
- 23 Mü’minûn 118 18 341
- 32 Secde 30 21 414
- 52 Tûr 49 27 522
- 67 Mülk 30 29 561
- 69 Hâkka 52 29 565
- 70 Me’âric 44 29 567
- 78 Nebe’ 40 30 581
- 79 Nâzi’ât 46 30 582
- 82 İnfitâr 19 30 586
- 84 İnşikâk 25 30 588
- 30 Rûm 60 21 403
- 29 Ankebût 69 20 395
- 83 Mutaffifîn 36 30 587
- 2 Bakara(*) 286 1 1
- 8 Enfâl(*) 75 9 176
- 3 Âl-i İmrân(*) 200 3 49
- 33 Ahzâb(*) 73 21 417
- 60 Mümtehine(*) 13 28 548
- 4 Nisâ(*) 176 4 76
- 99 Zilzâl(*) 8 30 599
- 57 Hadîd(*) 29 27 536
- 47 Muhammed(*) 38 26 506
- 13 Ra’d 43 12 248
- 55 Rahmân 78 27 530
- 76 İnsan(*) 31 29 577
- 65 Talâk(*) 12 28 557
- 98 Beyyine(*)
8 30 598
- 59 Haşr(*)
24 28 544
- 24 Nûr(*)
64 18 349
- 22 Hac(*)
78 17 331
- 63 Münâfikûn(*)
11 28 553
- 58 Mücâdele(*)
22 28 541
- 49 Hucurât(*)
18 26 514
- 66 Tahrîm(*)
12 28 559
- 64 Teğâbun(*)
18 28 555
- 61 Saff(*)
14 28 550
- 62 Cum’a(*)
11 28 552
- 48 Fetih(*)
29 26 510
- 5 Mâide(*)
120 6 105
- 9 Tevbe(*)
129 10 186
- 110 Nasr(*)
3 30 603
Not: Yanında (*) işareti bulunan sureler Medeni (Medine'de inmiş),
diğer sureler Mekki (Mekke'de inmiş)tir.
Şimdi
Muhammet’in 611-632 arasında geçen yaklaşık 22 yıllık peygamberlik süresince
katıldığı küçük savaşlar (Gazalar) ile büyük savaşlarını topluca görelim.
Muhammet’in
Katıldığı Küçük Savaşlar (Gazveler/Gazalar);
1-Yemame
Savaşı;
Yemame Savaşı
denilen olay, Mekke’nin doğusunda, Hürmüz Körfezi kıyısında, günümüz Bahreyn
Adasının karşısı diyebileceğimiz Arabistan yarımadasında bir bölgedir. Halkı
Kur’anda İİbrahim Suresinde ve bir çok yerde geçen “Hanif Din” e inandıklarını
söyleyen Sabi-Süüryani-Nasturi Hristiyanlarının olduğu bölgeydi.
Muhammet
çağında peygamberlik eden biri kadın dört kişiden olan ve Muhammet’e ortaklık
önerisi ret edilen Yemame’li Rahman, ya da Peygamber Muhammet’in taktığı adla
“Müseylemet El Kezzap’ın ülkesidir. Peygamberin sağlığında buraya yapılan
akınlar tam zafere ulaşmamış, Ebubekir’in halifeliğinde Yemame’li Rahman
öldürülmüştür. Rahman, İslam’da da esas olan Besmelede yerini alan “Rahman ve
Rahim olan Allah’a” inanan ve böyle bir dini tebliğ eden adamdı. Nasturi
Hristiyanları da “Rahman ve Rahim Allah” kavramını esas alan Hristiyanlardı.
Roma’nın
Hristiyanlık zorlamalarına karşın Arapların ortak inanablecekleri, İbrahim’in
Yıldız dinine uygun bir din yapmaya çalışan Varak bin Nevfel gibi insanlardan
birisiydi. Varaka da Nasturi Mekke kilisesinin baş keşişiydi. Rahman ve Rahim
Allah inancını tebliğ eden, Yemen’de bunu Muhammetten önce yayan Feymiyon adlı
bir sihirbaz Hristiyan rahibinin efsanesini İbni İshak’ın “Siret-ül Resulüllah
(Peygamberin Hayatı) kitabında bulabilirsiniz.
2-Şimdi
de Bi’ri Maune Olayı;
Hicret’in
üçüncü yılı yani M.S.625’te, günümüz Yahudi Vehhabilik mezhebini kuran Necdli
Mehmet Abdülvehhab’ın kabilesi olan Necd Çölünde yaşayan Necd’li Mülâıb-ül
Esinne” lakaplı Amir bin Melik Muhammet’ten İslam’ı öğretecek öğretmenler
ister. Şahsı tanıyan Muhammet endişesini “Göndereceğim kişler hakkında Necd
ahalisinden korkarım” diye belirtince Amir bin Melik’in kendisine “Sakın kuşkun
olmasın. Onları benim himayemde gönder ve halkı İslamiyet’e davet etsinler”
diyerek güvence verilmesi üzerine
yetmiş (70) kişiyi görevlendirir. Bu görevliler yolda Maune kuyusu çevresinde
pusuya düşürülerek okçular tarafından öldürülürler. Olay adını bu kuyunun
adından alır.
Peygamberin
lanetini o zaman kazanan bu kavim, peygamberden 1100 yıl kadar sonra,1739’da
İngiliz ajanı Hemper’in yazdığı Vehhabilik dinini benimsemiş, Mecüc (Arapların
tapındıkları Cüce cin veya şeytanlar) soyu dedikleri Türklerden hilafeti alma
bahanesiyle isyan etmişler, İslam’ın Haçlılara esir düşmesinde büyük hizmetler
vermişlerdir. 1917 Süveyş Kanal yenilgisinde de Necdli Mekke Emiri Şeyh
Hüseyin’in askerleri yardıma gelip ordumuzu içeriden vurmuşlardır. Hala da
Türkleri putperest gördüklerinden hacılarımıza kötü davranmakta,
aşağılamaktadırlar. Hacca veya umreye giden insanlarımızın kıldıkları namazdan
kabir ziyaretlerine kadar her türlü ibadetleriyle alay etmektedirler.
Bu
gün de İngiliz ve Amerikan sömürgeciliinin en büyük ortakları olup Otodoks
Yahudi, Hristiyanlar ile Vehhabi Araplarından oluşturulmuş IŞİD haçlı ordusunun
finansmanından kadın dahil her türlü ihtiyacına yardım etmekte, Irak, Libya,
Mısır, Bahreyn, Suriye ve Yemen’de kan akıtmaya devam etmektedirler.
3-Zatü’r
Rıka Gazası;
Necdlilerin
öldürdükleri öğretmenlerin öcünü almak için Beni Nadir Yahudilerinin sürgün
edilmesinden bir buçuk ay kadar sonra, Hicretin dördüncü yılında (625-626)
Muhammet ordusunu toplayarak Nah adlı yerde ordusuna karargah kurdurmuştur.
Durumu gören Necdliler kaçarak bölgeyi terk etmişlerdir. Bölge savaşsız ele
geçirilmiştir. Ancak kin bitmemiş, muhtelif olaylarda peygambere ve
Müslümanlara suikastlerde bulundukları Buhari kayıtlarında yer almaktadır.
4-Bu
olaydan bir yıl önce olan ikinci bir olay da Yevm’r Raci olayıdır.
Hicretin üçüncü
yılında (624), Udal ve Kare kabilelerinden bir heyet Muhammet’ten kendilerine
İslam’ı öğretecek öğretmenler göndermesini ister. Bu isteğe olumlu cevap veren
Muhammet, Mersed bin Ebi Mersed, Halid b. Bükeyr, Asım b. Sabit, Hubeyb b.
Adiy, Zeyd b. Desine ve Abduyllah b.Tarık tan oluşan bir heyeti Asım b. Sabit
başkanlığında göndermişti. Heyetin gelişini Lihyan oğulları kabilesine tuzak
kurdurarak okçularla öldürtmüş, heyetten Hubeyb ile Zeyd dahil bazılarını da
Mekke köle pazarında satmışlardır.
5-Beni
Nadir Yahudilerinin Medine’den Sürülmeleri;
Muhammet
tarafından dokunulmazlık belgesi verilmiş olan Amr b. Umeyye ed Damri’nin
öldürdüğü iki kişinin diyetlerinin ödenmesi konusunda Nadir oğulları
Yahudilerinden yardımcı olmalarını isteyen peygambere olumlu cevap verip
arkasından suikast kurduklarını haber alan Muhammet Yahudilere Medine’yi on gün
içinde terk etmelerini emreder.
Güçleri
yetersiz olan Yahudiler çaresiz kabul ederler. Muhaliflerden Abdullah b. Ubey
b. Selül, elinde yardım edecek iki bin adamı olduğunu söyleyerek isyana teşvik
eder. Yahudiler kalelerinde toplanırlar. Muhammet yaş hurmalıklarını yaktırarak
onlara korku verir.Ancak vaat edilen yardım gelmeyince emre uymak zorunda
kalırlar. Silahları ile savaş araçları hariç develerinin taşıyabileceği kadar
yük alarak gitmelerine izin verir.
Beni
Nadir Yahudilerinin mallarını Muhammmet kendisine alır ve karılarının bir
yıllık masraflarının bu hurmalıklardan karşılandığı Belazuri’nin “Fütuh ul
Buldan” kitabında geçmektedir.
6-Beni
Mustalik Gazası (Mureysi Gazası);
“
Beni
Mustalik ya da Mureysi Yahudi kabilesinin Muhammet’e karşı Haris ibn Dirar
komutasında ordu hazırladığı haberi üzerine kararlaştırılmıştır. İbni İshak’a
göre hicretin altıncı (628), bazı ulemaların görüşlerine göre de beşinci (627)
yılının Şaban ayında gerçekleşmiştir. Bu savaşa, önceki savaşlarda kazanılan
başarıların etkisiyle yağmacı gayrimüslümler de gönüllü katılmışlardır.
Savaşın
enteresan olaylarından birisi de Hz. Ömer’in kölesi ile bir sahabenin
kavgalarının “köle-efendi” savaşına dönüşmesinin Muhammet’in idareciliğiyle
önlenmesidir. Ancak bu günkü mitingleri andıran yürüyüş olaylarına kadar iş
uzamıştır.
Diğer
en önemli olay ise, Kur’anda Recm ayetlerinin olmasına engel olan Hz. Ayşe’nin
savaş alanında unutulup zina ile suçlandığı ve Nur Suresi ayetleriyle Allah
tarafından masumiyetinin bildirilmesi ile Ayşe’nin recm edilmekten kurtulduğu meşhur “İfk” olayıdır.
Bu
iki olay sonunda dinden dönmeler de yaşanmıştır.
7-Beni
Kaynuka Gazası
8-Sevik “
9-Gatafan “
10-
Demet-ül Cendel “
11-Ebva Gazası
12-Buvat “
13-zu’l
Uşeyre “
14-Karkaratül
Kudür “
15-Beni
Süleym “
16-Hamra-ül
Esed “
17-Beni
Lihyan “
18-Gâbe “
Muhammet’in
Katıldığı Savaşlar;
1-
Bedir Savaşı;
Hicretin
ikinci yılının (624) Ramazan ayında, haram aylar olmasına rağmen, Müslümanların
Kureyşlilerin kervanlarına saldırıp yağmalaması üzerine çıkmıştır.
2-Uhud
Savaşı (625);
Bedir
savaşının yenilgisini hazmedemeyen, Medine’li Hristiyan ve Yahudilerin İslam’ın
geşimesinin getirdiği rahatsızlık üzerine yaptıkları işbirliği ile
Kureyşlilerin öç almak için giriştikleri Uhud Dağında yapılan bir savaştır.
Okçuların zaferi de denilebilir. Hata yüzünden Müslümanlar savaşı kaybetmekle
yüzüyüze kaldıkları bir savaştır.
3-Hendek
Savaşı (627)
Hicretin
beşinci yılında, Medine’den sürülen Bnei Nadir Yahudilerinin sürgünden onra
Mekke’ye giderek Kureyşlilerle birleşmelerinden sonra çıkmıştır. 10.000 kişikil
ordu ile gelen Kureyş ordusunu İranlı Süryani Hristiyan dönmesi Salman-ı
Farisi’nin önerisiyle, Medine çevresine hendek kazarak savunma yapılmasından
dolayı bu adı almıştır. Zafer peygamberin olmuştur.
4-Hudeybiye
Anlaşması (628);
1400
kişi ile Kâbe’ye hacca gelen peygamber şehre sokulmamı, Hudeybiye denilen yerde
10 yıl süreli anlaşma ile Hac yapılmıştır.
5-Hayber’in
Fethi(629);
Medine’den
sürülen Beni Nadir Yahudileri Suriye yolu üzerindeki Hayber şehrine
yerleşmişlerdi. Yedi kaleden oluşan bu şehir halkı olan Yahudiler Medine’ye
saldırmak için hazırlık yaptıklarını öğrenen peygamber anlaşma teklif etmiş se
de geri çevrilmesi üzerine savaş hazırlıkları yapıldı. Gatafan Arapları da Yahudilerle birlik olmayı kabul etmişlerdi. Saldırmalarını beklemeyen Muhammet üç gün
yol yürüdükten sonra Hayber’i kuşattı ve 10 gğnlük kuşatmadan sonra kale
alındı.
6-Mute
Savaşı (629);
Suriye’de
Belka denilen yerde Romalılarla yapılan ilk savaştır. Savaş sonuşçsuz
kalmıştır.
7-Mekke’nin
Fethi (630);
Hudeybiye
anlaşmasını Mekkelilerin bozması üzerine savaş kararı alındı. Mekke kısa sürede
kolaylıkla ele geçirildi. 18 yıl Muhammet’e kan kusturan Ebu Süfyan’ın Mekke’yi
bu kadar kolay teslim etmesi ile, Ebu Süfyan’ın 627’de Şam’da yaptığı
görüşmenin etkisi açıktır. Romalılarla “ele güne karşı ayıp olmasın” tarzından
göstermelik savaşlar yapılarak Muhammet yüceltilmiştir. Yoksa Roma bütün
Arabistanı düm düz edecek güçtedir.
8-Huneyn
Savaşı (631);
Mekke
yakınlarında Havazin denilen Süryanilerin yaşadığı bölgedir. Romalıların,
İsa’yı “dişi şeytan Er Ruha’nın kılık değiştirmiş hali” diye tanımlayıp,
Katolik İncil’ini ret ettiklerinden dolayı sürdüğü Süryanilerin kaldırılması
Roma için İran ve Yahudiler kadar önemliydi. Muhammet Yahudileri, Ortodoks
Süryanileri kırmakla Roma’ya hizmet etmiştir.
9-Tebük
Seferi (631)
Mute
Savaşı gibi, Muhammet-Herakles işbirliği projesşnden haberi olmayan Roma ileri
gelenlerini ve halkını teskin etmek, Muhammet’e de güven verip bütün Arapları
arkasına almasını sağlayacak düzmece savaşların Muhammet çağındakilerin sonuncusudur.
Bu savaş ta sonuçsuz kalmış, Müslümanlara göre Romalılar sindirilmiştir.
22
yıllık peygamberliği süresince “18”i büyük “9”u küçük olmak üzere “27” savaş
geçiren Muhammet’in “barışçı bir din tebliğ etmesi” sizce ne kadar mantıklıdır?
Muhammet’in
bütün insanlığa “barış, kardeşlik, adalet “ tebliğ eden bir dinin peygamberi
olamak şöyle dursun Sabilerin din kitaplarında yazdıkları gibi, “Marsın Kılıcı,
Kan dökücü Arap Ahmet” sıfatı daha çok yakışmaktadır. Medine döneminde recm
ayetleri olmamasına rağmen Yahudi ve Ortodoks Hristiyanlara “Tevrat’at var”
diye recm uygulaması ve onları haraca bağlamasının getirdiği düşmanlıklar bu
sözde “barış peygamberine” suikastlar, çok sayıda insanın ölümleriyle
sonuçlanan savaşlar olarak geri dönüşüm yapmıştır.
Bu
yazının hiçbir telif hakkı yoktur. Düşünen akıllı insanlara hediyemdir.
Yazıyı derleyen ve yorumlayan
Alaeddin Yavuz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.